22. Bölüm

12. BÖLÜM

Liva Sayina
livasayina

Hepinize merhaba okur ballarımızz...

 

Kısa bir aradan sonra hepinize merhaba. Bu satırları bölümün başına koyuyorum çünkü okumaya başlamadan burayı görün istiyorum. Bu bölüm biraz kısa oldu düşündüğüme göre.

 

Bazı kısımları arkadaşıma ss attığım zaman bu bölüm burada bitmiş, dedi. Havası burada bitmiş, böyle güzel, dedi.

 

Ondan esinlenerek yayınlamaya karar verdim. Benim için son kısım ayrı bir özel oldu. Sizler için nasıl olur bilmiyorum ama satır arası yorumlarda fikirlerinizi okumayı çok isterim.

 

Artık biraz daha büyüdük, sizden ricam okurken yorum yapmanız bölüm bitince yıldıza basmanız. Beni çok çok mutlu etmiş olursunuz.

 

Bu kısım biraz uzun oldu özür dilerim ama sizlerle yorumlarda konuşmak isterim, hepinizi çok seviyorum iyi okumalar...

                                                                                                        ♡

 

İnsan eğer çok uyursa geçmişinden kaçmak ister, uyuyamazsa geleceğinden kaygılanır.

 

Peki ben hangi saftaydım?

 

Geçmişin her an yüzüme vuran gerçekleri mi, geleceğin yolun sonunda beni bekleyen aydınlığı mı?

 

Sanki arkama dönüp elimi uzatsam abime, önüme dönüp uzatsam şimdiye dönecekmişim gibi bir histi içimde ki.

 

Birkaç gün önce hediye gelen isimsiz kutu, telefona gelen o mesaj...

Hiçbirinde bir iz yoktu, benden başka da kimse bilmiyordu. Herkes günlük hayatına devam ederken ben sanki bir çerçevenin içinde kalmış gibi aynı sınırlar içinde yaşayıp gidiyordum. Elimde ki kalemi çevirirken kağıda düştüğünde tok bir ses çıktı.

 

Bugün hasta yoktu, gelenler de öyle uzun süreli hasta değillerdi. Isınan havalara rağmen üşüdüğümü hissedip önlüğüme daha sıkı sarıldım. Bahçeye çıkarken hızlı adımlarla kendimi dışarıya attım. Bugün etrafta kimse yok gibiydi, oldukça sakindi.

 

Banklardan birinde oturan Burağı görünce yanına yürümeye başladım. Geldiğimi fark edince telefonunu kapatıp cebine koydu.

 

"Nasılsın Efsun," dedi sakin bir tonlamayla. Yanına otururken önlüğüme biraz daha sarıldım.

 

"İyiyim, odada durmaktan sıkıldım. Hava almaya çıktım, sen ne yapıyorsun?"

 

Benim gibi etrafa bakınıp kimsenin olmadığından emin oldu.

 

"Yakınlarda yine operasyon varmış, onun sakinliği bu."

 

Yine gideceklerdi, belki günler belki aylarca gelmeyeceklerdi..

 

"Uzun sürer mi?"

 

Bilmem der gibi omzunu silkti.

 

"Ne desem yalan olur, biliyorsun."

 

Bir şeyler düşünür gibi ayağa kalktı. İkimizin de telefonuna gelen bildirimlerle gözlerimiz birbirini buldu. Yeşil gözleri kısılırken cebinden çıkardığı telefonuna baktı. Aynı şekilde önlüğün cebinden çıkardığım telefondan gelen bildirime baktım.

 

Bu kardeşiniz, Mert ve Berker ile beraber ev tuttu. Size sürpriz yaptık, her şey hazır. Bu akşam misafirimizsiniz itiraz yok.

 

Yavuz'un attığı mesajın altında bir de konum vardı. Kaya'nın geldiğini görünce bir şey demeden duruşumu düzelttim, anında onun ciddiliğine büründüm.

 

"Komutanım, Tuğrul Albay odasına çağırıyor," dedi Burağa odaklanırken.

 

Burak bir şey demeden yanımızdan ayrılırken Kaya ile başbaşa kalmıştık.

 

"Ben arka bahçeye gidiyorum, bizim ekip orada, istersen gel."

 

En uzun kurduğu cümlelerden biri olarak tarihe geçebilirdi. Başımı sallayıp adımlarını takip etmeye başladım. Kaya önde ben arkada bahçeye girdiğimiz de ileri de ki bankta timin ve Ecem'in oturduğunu gördüm. Herkes koyu bir sohbete dalmış gibiydi.

 

Bank'a yaklaştığımız da bizi ilk fark eden Selim oldu. Ercüment'in üzerinden çektiği bakışları önce gözlerimde oyalandı. Önlüğü sıkı sıkı saran ellerimi görünce bakışları merakla kısıldı. Boş bulduğum bir yere otururken bakışları hala üzerimdeydi.

 

Akın ve Ercüment konuşmaya devam ediyor, diğerleri ise Ecem'in gösterdiği birkaç fotoğrafa bakıp gülüyordu. Burak yeniden yanımıza gelirken telefonuma gelen bildirime baktım.

 

Önlüğü o kadar sıkı tutman ısınmanı sağlamaz Füsun.

 

Haklıydı ama belki daha sıkı sarılırsam üşümem yalanına inanmak istiyordum.

 

"Yavuz," dedi ciddi bir sesle.

 

Masada ki herkes anında susarken Yavuz anında ayağa kalktı.

 

"Şal, battaniye benzeri ne bulursan getir, çok çabuk."

 

Herkes ne olduğunu anlamaya çalışırcasına etrafına bakarken Yavuz çoktan ortalıktan kaybolmuştu. Bir kaç dakika sonra herkes eski haline dönerken Yavuz getirdiği siyah battaniyeyi Selim'e uzattı. Yavuz yerine oturup sohbete dahil olurken Selim ayağa kalkıp yanıma geldi. Omzuma dokunarak ayağa kalkmamı istercesine işaret yaptı. Herkesin konuşma bahanesiyle bizi izlediğine tam şu an yemin edebilirdim ama kanıtlayamazdım.

 

Battaniyeyi katlayıp daha düzgün bir konuma getirdi. Önce omuzlarımı örterken sıra kollarıma geldi. Birkaç saniye içinde tüm vücuduma battaniye sarılmış bir şekilde ayakta dikiliyordum.

 

"Şimdi biraz daha ısınırsın."

 

Elini uzatıp alnıma değdirdi.

 

"Ateşin yok ama hasta olacaksın belli. Kendini kötü hissedersen hemen söyle, anlaştık mı?"

 

Küçük bir çocuk gibi başımı sallarken tekrar yerine oturdu. Battaniyeyi kendime biraz daha çekerken oturduğumuz bankın yan tarafında ki demir kapı hızla çalınmaya başladı.

 

"Geldiler Komutanım," diyerek ayağa fırladı Mert.

 

"He geldiler anasını satayım, dağda saklandıkları yetmedi siz zahmet etmeyin biz geliriz diye kapıyı çalıyorlar şimdi."

 

Ercüment Mert'e cevap verirken kapı hızla çalınmaya devam ediyordu.

Selim başıyla Burağa kapıyı işaret edince Burak ayağa kalktı. Hızla çalınan kapıya sinir olmuş gibi kavradığı kolu hızlıca açtı.

 

Yirmili yaşlarında, sarı saçlı, yeşil gözlü bir kadındı gelen. Burağın şaşkın bakışları karşısında ki kadın da takılı kalırken Selim'in ve Ercüment'in bakışları Akın'a döndü.

 

"Eylül," dedi Akın kendi kendine.

 

İsmi Eylül olan kadın elinde ki valizi kapıda bırakıp koşarak yanımıza geldi. Akın ayağa kalkar kalkmaz karşısında ki kıza sarıldı.

 

"Abisinin baharı," dedi saçlarına fısıldar gibi.

 

Eylül...

 

Günlüğün arasında gördüğüm not aklıma gelmişti. Eylüle dair olan kısımlar da aklımdaydı.

 

"Abi," dedi Eylül titreyen sesiyle.

 

Burak kapıda ki valizi yanımıza getirirken şaşkınlığını hala üzerinden atamamış gibiydi.

 

Akın oturduğu yerde biraz daha ileriye kayarken Eylül'ü de yanına oturttu.

 

"Eylül, neden haber vermedin ben alırdım seni."

 

Eylül abisinin gözlerinden başka bir yere bakmazken anında cevapladı.

 

"Ben boşandım abi."

 

Akın'ın da sessiz kalması zaten sessiz olan ortamı daha gerici bir hale getirmişti. Eylül'ün ağlamaktan kızarmış gözleri ve üzüntüden zayıf düşmüş bir vücudu vardı. Akın bakışlarını çekinircesine kardeşine çeviremezken duydukları ile bir anda ona dönmüştü.

 

"Başlarda her şey iyiydi abi, senin gibi davranıyor sandım, sevdim dedim ama,"

 

Cümlesini tamamlayamadan Akın kardeşini kollarının arasına almıştı. Zaten evlendiği için kendini suçlu hissederken bir de bunca şeyi yaşadığında yanında olamadığı için kendine kızıyordu. Eylül sanki çok ağladığı için göz yaşları tükenmiş gibiydi, dışarıdan değil içeriden ağlıyordu artık...

 

"Abicim," dedi titreyen sesiyle Akın.

 

Bizim varlığımızı unutmuş gibi sadece ikisi varmışcasına bir ortam oluşmuştu. Kimseden ses çıkmazken herkes pür dikkat onları izliyordu. Akın'ın titreyen elleri Eylül'ün saçlarında gezindi.

 

"Neden, neden yıllarca yaşadığın her şeyi benden sakladın?"

 

Eylül kendini geri çekip gözlerini abisine dikti.

 

"Senin durumun da benden çok farksız değil ki abi. İpek ablayı biliyorsun, benim yüzümden daha da üzülmeni istemedim."

 

Akın'ın her gün birkaç defa kardeşini aradığını biliyordum, demek olacak ki Eylül gerçekten duygularını ustalıkla saklayabilen bir kadındı. Bir an zihnimde oluşan düşünceye tebessüm ettim. Her gün beni arayan bir abim olması, nasıl olduğumu sorması için her şeyimi verebilecek bir durumdaydım. Ama yoktu, ne abim vardı, ne de nasıl olduğumu soran.

 

"Sen beni hiç üzemezsin ki. Hem," dedi Akın dolan gözleriyle birkaç saniyeliğine revire bakarken.

 

"İpek ablan ile artık küs değiliz. Daha tam barışmadı benimle ama olsun. Konuştu, güldü bana. Nefes aldığımı hissettim ben Eylül."

 

Eylül kendi durumunu bırakıp abisine tebessüm etti. İpeği o da çok seviyordu anlaşılan.

 

"Eylül," diyerek araya girdi Ercüment.

 

Akın'ın ve Eylül'ün bakışları masada bizim de olduğumuzu hatırlamış gibi herkeste tek tek gezindi.

 

"O şerefsiz ne yaptı bilmiyorum ama anlat. Biz de senin abin değil miyiz? Anlat, anlat ki kardeşimize ne yapmışsa dersini biz verelim."

 

Eylül'ün bakışları bir anda ciddileşirken uzaklara daldı. Selim ise konuyu anlamaya çalışır gibi konuşmadan ciddi bir ifadeyle ortamı izliyordu.

 

"İçmeye başladı, eve gelmiyordu. Gelince de sürekli bağırıyordu, başka kadınlar vardı hayatında. Sonra,"

 

Cümlesine devam etmeden elini sırtında gezdirdi. Akın hayır anlamında başını sallarken Eylül'ün yüzünde buruk bir gülme belirdi. Bir gülümsemeden çok acıyı gizlemeye çalışmak gibi bir şeydi bu.

 

"Dayanırım dedim ama şiddet göstermeye başladı. En son içip geldiğinde sinirlenip dövdü. Bir şekilde kaçtım, arkadaşımda kaldım ama ilk fırsatta boşandım, şikayetçi oldum."

 

"Şerefsiz puşt." Burak içinden bir de küfür saydırırken Akın'ın gözlerinden bir damla yaş düştü.

 

"Abim," dedi cılız çıkan sesi.

 

Vücudumu saran titreme ile öylece kalakaldım. Tek bir kelime bütün vücudumu, zihnimi sarsmaya yetmişti.

 

"Benim gözümden sakındığım kardeşime şerefsizin biri bunları yapacak ve ben burada öylece duracağım. Neden yaptın bunu bana neden? Allah benim belamı versin, sana abi bile olamadım ki önceden haberim olsun, koruyayım seni. İşe yaramayan, boş bir herifin tekiyim işte," diyerek kendi kendine konuşmaya başladı Akın.

 

Yüksek çıkan sesini duyan askerler durumu kontrol etmek için bahçeye gelirken İpek de gelmişti.

 

Akın ayağa kalkıp birkaç volta attı, arka arkaya birkaç küfür savurdu. Etrafına detaylı bir şekilde bakarken gözlerini bir tek Eylülden kaçırdı..

 

"Akın," dedi İpek.

 

Ne zaman geldiğini görmemiştim ama konuşmaları duymuş gibiydi. Akın o kadar gergindi ki İpeği bile duymamıştı.

 

"Abi bile değilim lan ben," diyerek söylenmeye devam etti Akın.

 

Kendi etrafında yürümeye devam ederken İpek Akın'ın kolunu sıkı bir şekilde tuttu. Gözlerinin gözleriyle buluşmasını sağladı. Akın sessizleşirken birkaç saniye öyle dursa da bakışlarını kaçırdı.

 

"İpek, şimdi olmaz. Lütfen şimdi git güzelim. Olmaz."

 

İpek Akın'ın çenesini tutup usulca kendine çevirdi. Baş parmağıyla yüzünde ki yaşları sildi.

 

"Ben kendi kardeşime abilik yapamamışken bir de sana kocalık yapacağım. Hiçbir halt olmaz benden, haklısın git, zorlamayacağım söz. Gerekirse git ama mutlu ol, benim yanımda olma, üzülmekten başka bir şey gelmez benim yanımda."

 

İpeğin bakışları birkaç saniyeliğine Eylül'e değdi.

 

"Gidemem Akın. Beni düğünümüzden önce yine yalnız mı bırakacaksın? Hani bu sefer hiçbir şey olmazdı, her şey daha güzel olacaktı? Bu kadar çabuk mu pes ediyorsun sen? Tam şu an karşında nasıl duruyorsam bundan sonra da böyle, buradan ne bir adım geri ne bir adım ileri. Biz birbirimize bir söz verdik, artık yalan yok her şeyi beraber halledeceğiz dedik. Şimdi söyle bana, sana yardım etmeme, kardeşinin mutlu olması için elimden geleni yapmama izin vermeyecek misin? Yine o kadar kolay vaz mı geçeceksin benden?"

 

Akın artık tepki veremiyor gibiydi, yüzünde ki ifadeyi okumak oldukça zordu. Normal bir zamansa olsa duyduğu bu sözlere deli gibi sevinmesi gerekirken şimdi tebessüm etmeye çalışıyordu, ancak onu da becerememişti. Elleri titriyordu, gözleri ağlamak için dolmuş ancak göz yaşları yanağına süzülmüyordu.

 

İpeğin elini tutmasına izin verirken yanımızdan ayrılmalarını izledim sessizce. Üşüdüğümü bir anlığına unutmuş gibi baktığım noktaya daldım. Burak eline aldığı valizleri taşırken Eylül'ü de dinlenmesi için bir odaya götürdü. Herkes bir anda sessizliğe bürünmüştü, ne denir, ne yapılır kimse bilmiyordu. Üşümemin artık titremeye döndüğünü fark edince bir şey demeden masadan kalkıp revire yürümeye başladım. Hastalıktan mı, üzüntüden mi bilmiyordum ama başım çok dönüyordu. Duvarlara dokuna dokuna ağır adımlarla odama gitmeye çalışıyordum.

 

"Efsun?"

 

Kolumu tutan Selim'e baktım. İfadesi yine aynıydı, ilk gördüğümde ki gibi. Üzgün, korkak ama bir o kadar da cesur...

 

Kırpıştırdığım kirpiklerimin arasından gözlerine bakmaya çalıştım. Elini alnıma götürürken derin bir nefes aldı.

 

"Çok ateşin var Efsun."

 

Ses tonu o kadar narindi ki, bir an uyuyacağımı düşündüm. Ya da şu an bana öyle geliyordu. Kollarımı sıkı sıkı tutan kollarına ellerimle güç alırcasına tutundum. Artık gözlerini değil de simsiyah bir görüntüyü görünce kendimi bıraktım. Son hatırladığım şey beklediğim o sert düşüşün olmayışıydı. Aksine, belimi saran sıcak ama titreyen bir el, Selim'in elleri...

 

                                  ♡

 

Karanlık, karanlığın içinde beliren kırmızı bir ışık.

 

Gözlerimi bir anda açarken irkildim. Öylece yattığım yerden tavana bakıyordum. Alnıma değen soğuk bezi hissedince yüzümü buruşturdum.

 

"Efsun," dedi Selim oldukça sakin bir sesle.

 

"Uyanmışsın."

 

Koluma takılı olan, yeni fark ettiğim serumumu akması için ayarladıktan sonra sandalyeyi yanıma çekip oturdu.

Odadan anladığıma göre İpeğin odasındaydık. Hangi ara buraya gelmiştik, bunlar olmuştu bilmiyordum.

 

"Ece serum taktı, dinlendirir dedi. İpek de Akın ile beraber gitmiş, ulaşamadık."

 

Birkaç saat önce olanlar yeni yeni aklıma geliyordu. Birkaç saat demişken ben bu sedyeye yatalı ne kadar oluyordu?

 

"Kaç saattir buradayım ben?"

 

Kolunda ki saate baktıktan sonra tekrar yüzüme baktı.

 

"Bir saat, yirmi altı dakika," dedi net bir sesle.

 

Ateşim olduğu için atak gibi bir şey geçirerek bayılmış olmalıydım. Selim beni tutmasa kim bilir şu an kafamı bir yere çarpmış vaziyette olabilirdim. Gözlerimi iyi olduğumu göstermek istercesine kocaman açarken Selim ateşini tekrar kontrol etti.

 

"Ateşin biraz daha düşmüş. İyi misin?"

 

Hatırladığıma göre daha iyiydim. Artık bayılacak gibi hissetmiyordum, üşümem de bir anda geçmiş gibiydi.

 

"Daha iyiyim. Ne oldu bilmiyorum ama teşekkür ederim, sana da zahmet olmuş böyle."

 

Cümlemi bitirirken serum kablosunu takip etti gözlerim.

 

"Zahmet olan bir şey yok. Geldiğin andan belliydi hasta olduğun, iyiyim diye sen direttin. Ya daha kötü ol-"

 

Biraz fazla yükseldiğini fark etmiş gibi sustu. Cümlesini ilk defa bitirmeden yarıda bıraktı. Gözlerine baktım, karalarına sis çökmüştü. Duygusunu anlayamasam bile endişe ettiği belliydi.

 

"Ama iyiyim, bayıldım ama tuttun beni. Düşmedim."

 

Oturduğu yerden öne doğru eğildi. Beresini çıkardığı için dağılmış saçlarına, terleyen alnına ve hala endişeli bakan gözlerine baktım.

 

"Düşmezsin, tutarım."

 

Ama onlar düştüğünü görmez, demesi geldi aklıma. Haklıydı ben çok kez düşmüştüm ama düştüğümü görüp kaldırmaya gelen tek kişi Selim olmuştu.

 

Kapının çalınmasıyla ikimiz de kendimize geldik. Dışarıda ki kişiye girmesini söylemeden önce ayak ucumda ki örtüyü açıp üzerime örttü. Kapı açılırken gelen Berkerdi. Selam verdikten sonra içeriye girdi.

 

"Komutanım, komiser gelmiş. Söylediğiniz kişileri tutuklamışlar ama Efsun abladan da ifade almak istiyor."

 

Berker bana da geçmiş olsun diyip odadan çıkarken Selim sessizdi. İfade vereceğim kişilerin kim olduğunu bilmiyordum. Daha önce böyle bir şeyden bahsetmemişti.

 

"Düğüne gitmeden önce boynunda gördüğüm izler... Bir kavga gördüğünü ve ayırmak için gittiğin sırada oradaki bir adamın yaptığını söylemiştin. Karakolda ki arkadaşlara anlattım, adamları tutuklamışlar ama duyduğun gibi senden de ifade almak istiyorlarmış. Eğer iyi hissetmiyorsan erteleyebiliriz. "

 

Benim bile unuttuğum olayı o unutmamıştı. Adamları bulmuş ve çoktan parmaklıklar ardına gitmelerini sağlamıştı. İyi olduğuma kanaat getirdikten sonra derin bir nefes aldım.

 

"İyiyim. İlgilenmişsin konuyla, teşekkür ederim. Benim için sorun değil, şimdi ifade verebilirim."

 

Başını salladıktan sonra telefonundan Berkere mesaj attı. Sedyede doğrulmama yardım ederken üzerimi tekrar örttü. Serum hala akmaya devam ediyordu ancak bu örtü bir süre daha benimle gibi duruyordu. Odanın kapısı açıldıktan sonra ardında ki kişi duraksadı, şad elini gördüğüm bu kişi sanki odaya girip girmemekte tereddüt ediyor gibiydi. Sağ elinde gümüş bir yüzük vardı, alyans gibi.

 

İçeriye bir adım attığı sırada gözleri direkt gözlerimi buldu. Sanki başka hiçbir şeyi görmeden direkt beni görmüş gibiydi. Biraz daha yaklaştığında bende onu yakından inceledim. Uzun boyu ve yapılı bir vücudu vardı, Selim'e benziyordu. Kumral saçları ve yeşil gözleri vardı. Ciddi bir ifadeyle yatağa yaklaşırken adımları oldukça yavaştı. Yanıma geldiğinde Selim ile el sıkışıp boşta kalan sandalyeye oturdu.

 

"Komiser Giray Taşçı."

 

Görüntüsüne uygun ciddi bir ses tonu vardı.

 

"Kıdemli Üsteğmen Ulaş Selim Karacalı, " diyerek Selim araya girdi.

 

"Efsun," dedim onları taklit ederek.

 

"Efsun Aktay."

 

Komiserin ifadesi bir anlığına yumuşasa da çabuk toparladı.

 

"Memnun oldum ikinizde tanıştığıma da, geçmiş olsun Efsun Hanım."

 

Son kelimeyi sonradan hatırlamış gibi söylese de bir şey demeden tekrar sustu. Öyle bir ifadesi vardı ki neredeyse ben ondan ifade alacaktım.

 

"İfade için başlayabiliriz," dedi Selim.

 

Komiseri süzüyordu, ona garip gelen bir şeyler olmuş olmalıydı. Komiser elinde ki dosyayı tutarken gözlerime baktı.

 

"Bizzat ben almak istedim ifadenizi, öncelikle gün belirtmek üzere olayı anlatır mısınız?"

 

Aklıma gelen her şeyi en ince ayrıntısına kadar anlatmaya çalıştım. Komiser elinde ki deftere bazı yerleri not ettikten sonra sadece dinlemeye başladı. Adamın bana saldırdığını duyunca Selim gibi bakışları bir anda katılaştı. O sırada ısrarla çalan telefonunu müsaade isteyerek açtı. Karşıdan gelen çocuk sesi o kadar istekliydi ki sesini biz bile oldukça rahat bir şekilde duyabiliyorduk.

 

"Baba, en büyük misketimi nereye koydun?"

 

Komiserin bakışları bir anda yüzüme kaydı. Yakaladığım için utanırken bakışlarımı başka bir yere çevirdim.

 

"Misketini ben aldım oğlum."

 

Misket, kocaman siyah bir misket...

Korkma abim, sözü çınladı kulaklarımda. Artık o Selim'indi.

 

"Ama baba sen benim oyuncaklarımı yanında götürmezsin ki. Siyah misketim olmadan arkadaşlarımla oyuna gidemem baba."

 

Anılar aklımı doldurmaya devam ederken konuşulanları dinlemeye devam ettim.

 

"Misketini yanıma alacağımı bende bilmiyordum oğlum. Ama,"

 

Gözleri tekrar gözlerimi buldu. Gerilmişti.

 

"Ama ona ihtiyacım vardı oğlum."

 

Oğlunun sesi bizim bile duyabileceğimiz bir seviyedeydi. Bir süre daha konuşup ikna ettikten sonra telefonu kapatıp ciddiyetine geri döndü. Ela mı yoksa yeşil mı olduğuna emin olamadığım gözleri etrafı inceledi.

 

Sorduğu sorulara pür dikkat cevap verip gördüklerimi kısaca anlattım. Selim oldukça gergin görünürken komiser büyük bir ciddiyetle beni dinliyordu. Son olarak benimde kendimi savunmak için onu dövdüğümü anlattığımda gülümsedi.

 

"Babanız iyi bir dövüşçü olmalı."

 

Gözleri sanki bir noktaya dalıp gitmiş gibiydi.

 

"Emekli asker, ben küçükken de birkaç hareket öğretmişti. Oradan aklımda kalmış."

 

Başını salladı, başka soru sormadı. Elinde ki deftere her şeyi yazdığına emin olduktan sonra ayağa kalktı. Selimle el sıkışıp vedalaştı. Sıra bana geldiğinde cebinden bir kart çıkartıp uzattı.

 

Komiser Giray Taşçı.

 

Sarı ve beyaz renklerin hakim olduğu kartta yazan ismine ve numarasına baktım.

 

"Eğer aklınıza başka bir şeyler gelirse ya da başka bir olay olursa bu numaradan ulaşabilirsiniz."

 

Başka bir şey söylemeden odadan çıkarken elimde ki karta bakakaldım. İhtiyacım olur muydu, belki olmazdı. Selim elimde ki karta bakarken bir şeyler söylendi. Kartı cebime katıp serumuma baktım, hala çok vardı sanki bitmeyecek gibiydi. Selim yavaşça alnımda ki bezi alıp masanın üzerinde ki su dolu leğene batırdı. Suyunu sıktığı bezi yeniden alnıma koydu. Tenime değen soğukla irkilirken yüzüme düşen saçlarımı düzeltti.

 

"Ece önemli bir şey olmadığını söyledi sadece ateşin yükselmiş. Eğer ateşin düşerse iyileşirsin."

 

Beresini çıkardığı için dağılan saçlarına baktım. Göreve başladığından beri hep aynı uzunluktalardı. Sandalyesine tekrar otururken beni bir kez daha kontrol etti. Sadece beklemesi kalmıştı, serum bitene kadar öylece yatacaktım.

 

"Komiser'i önceden tanıyor musun?"

 

Sorumu duyunca merakla gözleri kısıldı. Başını hayır anlamında salladı.

 

"Sanki tanışıyormuşsunuz gibiydiniz, çok soğuk biri değildi."

 

Dirseklerini dizine dayayıp öne eğildi. Gözleri gözlerimde sabit kaldı.

 

"Fazla samimiyet de fazla ciddiyet gibi iyi değildir Efsun. Olması gereğinden fazla samimiydi, garipti. Sadece ifade almaya gelen bir komiser herkese kartını mı dağıtır?"

 

Birkaç dakika önce avucuma bırakılan kartı hatırladım. Selim'in takıldığı nokta o olmuştu. Komiseri ilk defa görmemize rağmen onun bizi daha önceden tanıyor gibiydi davranmasıydı.

 

"Belki sende kurtardığın güzel kadınlara numaranı veriyorsundur," dedim şakayla.

 

Rahat bir ifadeyle arkasına yaslandı. Yüzünde ki gergin ifade bir anlığına yumuşadı.

 

"Ailemdeki kadınların dışında sadece sende numaram var Efsun."

 

Şaşırmak, sevinmek, heyecan? Hepsini aynı anda yaşamak mümkün müydü yoksa ben şu an bunu mu başarmıştım. İpek de, Bade de, Ecem de ve Merve de numarası yoktu, doğruydu. Ama Çağla?

 

"Çağla'nın aradığını unutuyor musun?"

 

Çağla'nın ismini duyunca yüz ifadesi yeniden gerildi.

 

"Ablamın telefonundan aramıştı, aksi halde numaramı kimseye vermediğimi o da çok iyi bilir."

 

Ablası da Çağla ile arasını mı yapmaya çalışıyordu? Belki o yüzden konuşmalarına izin vermişti. Selim aklımda ki soruları anlar gibi cevapladı.

 

"Ablam bizi konuşturmaya çalışmadı, çalışmaz. Çağla'nın annesi, Sevcan teyze araya girmiş. Ablam da o yüzden hayır diyememiş."

 

Yani açıklama yapması gerekmezdi sonuçta. Duyduğum itiraflarla keyfim biraz daha yerine gelirken uslu uslu serumumun bitmesini beklemeye başladım. Kapı çalınca ayağa kalktı, gelen kişi kimse içeriye girmeden elinde ki tepsiyi Selim'e uzatıp gitti.

 

Elinde ki tepsiyle gelirken sandalyeyi yatağıma biraz daha yaklaştırdı. Doğrulmama yardım ederken çorbayı soğuması için birkaç dakika karıştırdı. İçilebilir sıcaklığa geldiği an cevap beklemeden kaşığı ağzıma götürdü.

Daha önce hiç içmediğim bir çorbaydı bu.

 

İçirdiği çorbayı karşı çıkmadan hızlı hızlı içtim. Kasede ki çorba bittiğinde devamını sormayı düşündüm.

 

"Ne çorbası bu, sanki daha önce hiç içmedim bu çorbadan?"

 

Tepsiyi masanın üzerine bırakırken aldığı peçeteyle dudaklarımın etrafını sildi. Elinde ki peçeteyi çöpe atarken hapşırmasına belli etmemeye çalışarak gülümsedim.

 

"Tarhana."

 

Tarhana çorbası. Küçükken defalarca içtiğim o çorba nasıl da şimdi yabancı biri oluvermişti? Kesinlikle içinde farklı bir şeyler vardı, benim içtiklerimden epey farklıydı.

 

"Annem göndermişti memleketten. Uşak'tan. "

 

Şirin teyze Uşaklıydı. Selim'e gönderdiği kolilerin içinde yiyecek de vardı. Aksi halde ben sadece kışlık kıyafet olduğunu düşünmüştüm.

 

"Çok güzeldi. Teşekkür ederim ama kim, hangi ara yaptı bu çorbayı?"

 

Gülümsedi. Buruk bir gülümseme ve normal bir gülümseme arası bir şeydi yüzünde ki ifade.

 

"Kaya yaptı. Timde yemekleri çoğu zaman o yapar. Ece serumla ilgilenirken pişirmesini ben söylemiştim. Az önce tepsiyi getiren de oydu, geçmiş olsun dedi."

 

Yurtta aç kaldığımız günler biriktirdiğimiz malzemelerle karnımızı doyurmaya çalışıyorduk. Oradan aklımda kalmış. Değişik isimlerde ki yemekleri bilmem ama kuru fasulyenin pilavsız, menemenin soğansız olmadığını çok iyi bilirim, demişti.

 

Başlı başına kocaman bir hikayeydi aslında. Sadece görmenize izin verdiği kadarını görebildiğiniz bir hikayeydi bu. Akın ve İpek hala dönmemişti. Eylül odasına yerleşirken diğerleri de ortalıkta görünmüyordu.

 

"Selim," dedim son heceyi uzatarak.

 

Beklemediği bir yerden gelmiş gibi önce biraz şaşırsa da çabuk toparladı.

 

"Füsun," dedi efendim der gibi.

 

"Sence de Burak Eylül konusunda biraz garip değil miydi?"

 

Kapıyı açmaz oluşan yüz ifadesi, her bir hareketini pür dikkat izlemesi. Eylül'ün yaşadıklarını dinlerken komutanlarının yanında tepki vermemek için tırnaklarını dizine batırması...

 

"Yani şu an, burada askerlerimin dedikodusunu mu yapalım diyorsun Efsun?"

 

Başka türlü zaman geçmiyordu ki. Serum yavaş yavaş akıyor, Selim konuşmadan pür dikkat beni izliyordu. Bense öylece tavana bakıyordum.

 

"Yapmaz mısın, onlar kendi aralarında altın günü yapıp bunları konuşuyorlarmış ama. Söz veriyorum ikimizin arasında kalacak burada konuştuklarımız ama bir şeyler konuşalım ki zaman geçsin, lütfen."

 

Önce etrafına bakındı kimsenin olmadığından emin oldu. Anlar kız anlat diyen teyzeler gibi sandalyesini yanıma biraz daha yaklaştırırken gülümsedim.

 

"İstediklerini nasıl yaptıracağını çok iyi biliyorsun Efsun."

 

Normal bir şekilde rica etmiştim sadece. İkna etmeye çalışmamıştım bile. İlk soruda teklifi kabul eden oydu.

 

"Soruna gelirsek," dedi ciddiyetle.

 

"Aralarında tahmin ettiğin gibi bir şey olamaz. Eylül başta Akın'ın kardeşi sonra da bizim kız kardeşimiz. Burak da onun bir abisi, arkadaşı sayılır. Kardeşimizin kardeşine aşık olmayız biz."

 

Burak haricinde geriye kalanlar abisi olabilirdi elbette.

 

"Eylül'ü bilemem ama Burak'ın görür görmez bir şeyler hissettiği belli. Bu kadar emin konuşma bence komutan, insan ilk görüşte bir şeyler hissedemez mi?"

 

Benim ona doğru dönmem ve onun öne doğru eğilip aramızda ki mesafeyi kapatması nefesimi tutmama sebep olmuştu.

 

"Hissedebilir," dedi önce fısıldar gibi.

 

"Hemde çok hissedebilir."

 

Eğer kelimelerin yüzüme çarpması mümkün olsaydı bu şu an olabilirdi.

 

"Ama olmaz Efsun, o ince çizgiden herkes geçemez."

 

"Eğer Eylül, Akın'ın kardeşi değil de başka biri olsaydı o zaman olur muydu? Yani tek sorun abisi ile Burak'ın arkadaş olması mı?"

 

"Arkadaş değil kardeş olması," diye düzeltti.

 

"Önceden de demiştim bunu sana, bizler vatanımız kadar çok seversek birini o zaman adına aşk deriz. Bu ayrım önemli Efsun. O kişiyi oraya koyup koyamadığına karar vermek çok önemli. Ama eğer,"

 

Söyleyeceklerini tartar gibi bir süre konuşmadı. Aramızda ki yakınlık hala yerini korurken yutkundu.

 

"Gerçekten o kadar çok seviyorum derse o zaman elinden tutup çıkar abisinin karşısına. Eğer sevgisinden korkmuyorsa, sevgisinin onu inciteceğini düşünmüyorsa geçer karşısına seni seviyorum, der."

 

Nefes almak için duraksadı. Gözlerinde ateşin kıvılcımlarını tekrar görmeye başladığımı hissettim. Belki de konu artık Burak ve Eylül değildi.

 

"Ya sevmeye bile korkarsa Efsun, o zamanda o şeyin adına aşk diyebilir mi?"

 

Söylediklerini kafamda birleştirmeye çalıştım. Hepsini bir paragraf gibi birleştirdim.

 

"Sevmeye kıyamamak, sevmekten korkmak artık aşkın da bir üstü değil midir Selim? Aşık olduğunu bile bile, kabul ede ede uzak durmaya çalışmak hepsinden daha zor değil midir?"

 

Gözlerinde ki ateş biraz daha harlandı. O ateş içimi ısıtırken artık neredeydik, ne zamandaydık hepsi durmuştu. Sadece o ve ben vardık, bir de konuştuklarımız.

 

"Kardeşlerini bile kollarının arasında kaybeden bir adam nasıl sevdiği kadını sarsın Efsun? Ona bakarken gözünü bile kırpmadığı kadını nasıl kendi elleriyle ateşe atsın? Bizim sevgimiz acıdan başka bir şey vermez, veremez."

 

Korkusu buydu. Serhat'ı ve Yiğit'i kaybettikten sonra sürekli böyle konuşuyordu. Sevdiklerini kaybetmekten korkuyordu, tüm meselesi buydu.

 

"Aşk uğrunda savaşan birileri varsa aşk değil midir Selim? Yoksa sevgi ile aşk arasında ne fark kalırdı? Seven insan sevgisinden korkmamalı, gerekirse o kollarını ona sarmalı ama içinde ki o duyguyu görmezden gelmemeli."

 

Biz hala dedikodu mu yapıyorduk sahi?

 

"Efsun," dedi çölde su isteyen birinin ifadesine benzeyen ses tonuyla.

 

"Keşke,"

 

"Keşke bu kadar yasak olmasaydın. Keşke bu kollar ölümden başka şeylere kucak açsaydı."

 

Yanağına düşen göz yaşını elinin tersiyle silip hızla ayağa kalktı. Demir sandalye zeminde acılı bir ses çıkarırken bir şey demeden kapanan kapının arkasından bakakaldım.

 

 

Bölüm : 16.09.2024 00:49 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...