15. Bölüm

MEKTUP

Afranur
lilyum_cicegi

Üzüntüler de bir anıdan ibarettir. Çok anlam yüklememek gerek

 

ŞİMDİKİ ZAMAN

Adrenalini üs boyutta hissedip hiçbir şey yapamayız ya o şekil kalakaldım. Sorgulama yeteneğini kaybetmiştim. İçimdeki ürperdi organlarımı titreterek uzaklaşırken olayın şok etkisi azaldı. Babama gözlerimi çevirdim. Babam ise, "Kendisiyle yolda karşılaştık. Arabam yine arızalandı. Bu gençte arabamı tamir etti." dedi dostça koyduğu elini, Samuel'in omzundan çekti. Ben de samimiyet akmayan bir tebessümle başımı sallayarak, kurduğum masayı elimle gösterip buyur ettim.

"Kızım sen çayları buraya getirdikten sonra içeriye gidebilirsin."

"Tamam." dedikten sonra hızlıca mutfağa girip, demlensin diye kısık ateşe koyduğum çay ve su demliklerini elime alıp verandaya doğru yürümeye başladım. Neyse ki çaydanlığımız büyük değildi. Bir daha gir çık yapıp onu görmek zorunda kalmayacaktım. Verandanın girişine adımımı attığımda sadece koltukta telefonuyla uğraşan Samuel'i gördüm. İleriye bakınca babam telefonla konuşmak için bahçeye inmişti. Aklıma Samuel'in duyma yetisinin olmadığı halde neden böyle bir girişime kalkıştığını düşünmeyi es geçip, masaya demlikleri koydum.

Bardakları doldurmak için onlara uzanırken göz ucuyla Samuel'e baktım. Onun bana baktığını görünce hemen gözlerimi kaçırdım. Tamam gözlerine bakmam doğru değildi de neden böyle bir komik refleksle çektim ki! Bardaklara çayı koyduktan sonra birini babamın oturacağı yere, diğerini ise ona doğru koyacakken onun elinden telefonu aldım. Bana tuhaf gözlerle bakan Samuel'i es geçip, not kısmına şunu yazdım.

"Ne halt karıştırıyorsun?"

Ona uzattığım telefonunu alıp okudu. Masanın üzerinde olan çerez tasından badem alıp ağzına attıktan sonra bana telefonunu uzattı.

"Baban açıklamasını yaptı."

Bahçede olan babama bakıp, ona şu cevabı yazdım.

"Havai fişek saldırısına kalkışan birisi birden iyilik meleğine mi dönüştü." diye yazıp uzattım. O ise okuduktan sonra bana doğru dönerek gıcık bir gülüş sergiledi.

Elinde olan leblebiyi ağzına gönderip, bir ayağını öbür ayağının üzerine atarak geriye yaslandı. Kendine tam bir kibir havası oluşturup beni gıcık etmeye başladı. Onun bu tavrına cevap verecektim ki babam geldi.

"Allah razı olsun. Sen geçebilirsin ben gerisini hallederim." dediği için mecburen içeriye gittim. Merdivenlerden inen kardeşim, "Selam vermek zorunda mıyım?" diye sordu. Umursamaz bir şekilde omzumu sallayarak, "Çok da önemli birisi değil. Vermesen de olur." dedim.

Cümlemi tamamlamadan o zaten odasına uçmuştu. Ben de hemen verandanın önünde ki cam yani oturma odasının camının oradaki, perdeden gizlice izledim.

Samuel ve babam yer değiştirmişti. Babam benim baktığım cama arkası ters bir şekilde otururken, Samuel bana göre yan dönük oturuyordu. Perdeye çok yaklaşmadan izlemeye başladım. Babamın işaret dili ile ona bir şey anlattığını, Samuel farklı el şekilleriyle ona cevap verdiğini gördüm. O sırada Mavi Kıta tarihini araştırmak için kütüphaneye baktığımda onun hemen alt rafında ki işaret dili kitabının, neden orada olduğunu kanıtlıyordu.

O değil de babam bu dili ne zaman öğrenmişti? Bundan benim niye haberim yoktu.

Epey bir süre ayakta ne konuştuklarını bilmeden orada yalı kazığı gibi durdum. Oturma odasının köşesine koyduğumuz pufu alıp, camın önüne koyarken perdeye değdim. Hemen kendimi geriye attım. Camın tekrar önüne geldiğimde, cama doğru bakan iki çift göz gördüm. Hemen fark etmişti, tilki kafalı.

Hızlıca orayı terk edip, mutfağa girdim. Resmen kendi kendimi rezil etmede çok başarılıydım.

Telefonumun titreşim sesiyle tezgâhtan alıp ekranı açtım. Mesaj Samuel'den gelmişti.

"Buyur bir çayımızı iç."

Zıkkım iç emi, sen elbet bir haltlar karıştırıyorsun. Resmen her seferinde burnumun dibinde ot gibi bitiyordu. Hiçbir şey yazmadım. Yazmam da gerekmezdi. Tekrar bildirim sesi geldi.

"Renk körü olan insanlar renkleri ayırt etmekte zorlanır. Ama ona renkleri ayırt edebilmesi için gözlük verirsen, o artık renklerde ki farklılığı anlar. Sen de işte benim için böylesin."

Allah'ım ne diyor bu? Renk körü yani evet o renk körü, ben ise ona renkleri ayırt etsin diye takılan gözlük müyüm şimdi? Şimdi neden ben tırnağımı yiyorum. Sakin ol. Kötü bir şey değil. Ama bu iyi bir şey mi? Bacağım neden taramalı tüfeğe bağladın rahat dur. Kalbim seninle bir de uğraşmayayım. Bir erkekten ilk defa bir güzel laf işittin. Dengen şaştı kendine gel. Haddini bil!

Tekrar bildirim gelince tekrar gözlerimi çevirdim.

"Hiçbir kızla da hele ki Müslüman biriyle dost olacağımı zannetmiyordum."

Tırnağını kemirmeye çalıştığım elim, ağzımdan konumu değiştirerek telefonun diğer yanında buldu. Ayağım fazla hareketten dolayı dinlenmeye geçti. Kalbim ise yaşama belirtisi gösterebileceğim şekilde atmaya devam etti. Hızlıca ona şunları yazdım.

"Müslüman kardeşime saldıran birisini dost bellemem." yazdım. O sırada iç sesim devreye girdi. 'Az önceki davranışların da kardeşlerine saldıran kişiden dolayı olmadı mı?' Onun sesini duymamak için en iyisi günlüğe geri dönmekti.

Adımlarımı yöneltip, mutfaktan çıkıp merdivenlere yöneldim. Bildirim sesi gelince hızımı kesmeyip bir yandan telefondan gelen mesajı okudum.

"Sana her şeyi anlatacağım. Ama burada değil. Sana bu konuda güvenmiyorum. Mesaj attığım zaman kamelyanın oraya gel anlatırım." yazmıştı. Bir de utanmadan onunla kuytu köşelerde mi buluşacaktım. Nefsim rahat dur. Beni günaha sokma!

Odaya girip kapıyı kapattım. Babam büyük ihtimal beni daha çağırmazdı ama yine de ihtimalleri ön planda tutup başörtümü açmayıp günlüğü alıp yere kuruldum.

Kaldığım sayfayı açtım. Ya Üzeyir, Üzeyir öldü yazmıştı ya. Resmen vaktimi böyle güzel şeylere harcamak varken, hep zaman ona gitmişti. Kaldığım sayfada en son mavi zarfta mektup gelmişti, Üzeyir'den. Hemen sayfanın arkasına devam ettim. Lakin öncekine göre farklı bir başlıkla başlıyordu;

“ MEKTUP.”

Zaten Meyra’nın günlüğü, günü güne değil vakti olduğunda ve yazmak istediği zaman yazdığını anlamıştım. Keza bunu kendi de dile getirmişti.

Aklımı fazla yormadan masanın altından paslı kutuyu uzanıp açtım.

Mektupların renklerini sanki bilerek yazmıştı. Çünkü elimde şu an mavi bir zarf vardı. Aklım biraz karıştı. Bu kadın, günlüğü bu kadar ayrıntılı yazması biraz şüphe uyandırıyordu. Sanki bilerek böyle yazmıştı. Hayatının okunmasını mı istiyordu? Bir insan günlüğü bu kadar detaycı yazar mıydı?

Zarfı açıp heyecanla okumaya başladım.

Hiç mektup yazmadım. Nasıl yazılır bilmiyorum. Söze nasıl başlamam gerektiğini ise hiç bilmiyorum. Ama bu mektubu sana neden yazdığımı söyleyebilirim. İnsan söyleyemediği sözleri, mürekkeple rahatlıkla yazabildiği için bu mektubu sana yazıyorum.

İlk karşılaşmamız aklıma geliyor. Elim yaralı olduğu için acelece uzattığın mendili almak istemedim. Çünkü üzerindeki motifi görmüştüm. Bildiğin gibi o çiçeğin ne anlama geldiğini. Ama sen ellerime tutuşturup gittin; arkanda motife şaşkın bakan bir adam bırakarak. Sonra ise sorgu odasında karşıma çıktın. Ben tesadüflere inanmam. Karşıma sen çıktıktan sonra bu fikrim daha çok yerine oturdu diyebilirim.

Vurulduğum zaman aklıma geliyor. Beni arkanda bırakıp gitmediğin ve hayatta kalabilmem için yaptığın ilk yardım...

Gözlerimin iyice odak noktası oldun. Gözlerim elalarınla buluşmak için can atmaya başladı. Öyle güzel bakıyordun ki annemden sonra hiçbir kadın bana öyle güzel bakmadı.

Hani sana sormuştum ya 'Neden hep kahve kokuyorsun?' sen ise her zamanki gibi hırçınlığını gösterip beni terslemiştin. Ama odadan çıkarken cebinden aldığın kağıttan düşen kahve çekirdeği seni ele verdiğinden haberin bile yoktu.

Senin söylediklerine sinirlenip ilaçları yaktığımda gözlerindeki bakış, içimde inanılmaz bir sızı oluşturmuştu. O elalarda ki ifadeyi görmemek için zamanı geriye almayı çok isterdim.

Yurdun duvarından düşmeni hatırlıyorum. Şaşkın şaşkın bize bakıyordun. Aynı bir tavşan gibi... hatırladıkça gülesim geliyor. Bir şeyler karıştırdığını anlamıştım. Lakin içinde deli cesareti yattığını, o gece ki akşam gördüm.

Bana duygularla değil. Mantıkla ilerlemem için eğitim verdiler. Ama sen, benim aldığım eğitimi birkaç hafta içinde darmadağın ettin. Öyle ki güvenlik bahanesiyle gece yurdunuzu bastım...

Kafana çektiğin şapkadan kaçamak yapmış saç telleriyle, gözüme dünyanın en güzel kadını gibi göründün. Böyle rahat bir şekilde yazdığım için affet beni, mürekkebime hakim olamıyorum.

Kafama geçirdiğin şişeden dolayı sana sinirlenmedim bile...sana her şeyi anlattığımda verdiğin tepkiye sinirlenmiştim. Ama içimde ki duygular, egzamanın verdiği kaşıntı gibi durmadan kaşındı.

Dolu dolu baktığın gözlerini bir anda kaçırmaya başladın. Gözlerimizin kesişmesi saniye sürmeden çekmeye başladın. Sonradan araştırdım ki. Müslüman erkek ve kadının helal olmayan karşı cinsiyle uzun göz teması kurması doğru değilmiş. Beni öyle bir hale soktun ki, İslam dinini araştırır oldum.

Seni, kalbim ne zaman böyle benimsedi bilmiyorum. Hissettiklerimi Cennet Kuşu çiçeği sayesinde zannediyordum. Sana anlattığım gibi olmadığını anlamam, zaman aldı.

Hırçınlığın, eğriye doğru demeyişin, merhametin ve deli cesaretin benim ilgilimi çekti. Duygularımın esiri oldum. Neden esiri oldum? Bilmiyorum. Seni neden sevdim? Bilmiyorum. İçimde hissettiğim bu sıcak duyguyu kitaplara açtım. Onlar ise bana şöyle bir cevap sundu.

Bir insanı hiçbir sebep yokken yüreğinizde sıcacık hissediyorsanız. İşte bu gerçek sevgidir.

Ne kadar da güzel yazmıştı. Ben de istiyorum diye isyan bayrakları çekmek istiyordum. Nerede bize böyle mektup yazacak erkek.

Üzgündüm, Üzeyir'in öldüğünü yazmıştı. Peki bu mektup neden o çantadan çıkmıştı? Mavi zarfın köşesindeki yazıyı okudum.

Hazır olduğum bir zaman diliminde sana ulaştıracağım.

Niye bu kadar şifreliydi bu, beynim yanma sinyalleri veriyordu. Şimdi Üzeyir Bey sen öldün mü ölmedin mi? Kafam da ne kadar düşünsem çözemeyeceğimi anladığımdan günlüğü elime alıp, yeni bir başlıkla okumaya başladım.

 

GÜNLÜK

 

Duygularıma esir olmadan. Mektubun neden bu çantanın içerisinde olduğunu merak ediyordum. Bu mektubu direnişçilerin elinden alıp koyması imkansız gibi bir şeydi. Peki bu mektubu ne zaman koymuştu? Yaşıyor olabilir miydi?

"Belki daha önce koymuştur." Kafamdaki düşünceleri bir anlığına susturup, Zemheri'nin dediğine odaklandım. Olabilir miydi?

"Bu çantanı en son ne zaman taktın?" diye sordu. En son direnişçilerle karşılaşmak ve ilaç yardımı istemek için ormana gitmiştim. Lakin Üzeyir'le karşılaşmış, çukurda onunla bir gece geçirmiştim. Oradan çıktıktan sonra yurda geldiğimde çantam hem pislenmiş hem de kulpu koptuğu için içindeki bazı eşyalarımı alıp, öbür çantama yerleştirmiştim.

"Buraya gelmeden önce bir ara pislenmişti. Ondan onu kullanmayı bıraktım." dedim tatsız bir ses tonuyla. O da derin bir nefes alarak.

"Demek ki bir ara çantana yerleştirmiş olabilir." diye yanıtladı.

"Belki yaşıy..."

"Meyra o öldü." dedi. Gözlerimi usulca kaçırdım. "Biliyorum kabullenmesi çok zor. Ama ölmeseydi de siz zaten hiçbir zaman olmaz.." dedi.

"Nereden biliyorsun?" diye sertçe yanıt verdim.

"Meyra o bir Hristiyan. Müslüman kardeşlerimize zarar veren biri!" diye yanıtladı.

"Merve'ye yardım eden o değil miydi? Evet hataları var. Lakin onlar gibi değil."

"Meyra komik olma!" dedi sinirle, o sırada burada sohbet dinlediğim bir hocanın dedikleri aklıma geldi.

"Bundan birkaç hafta önce bir hoca siyer ile ilgili bir sohbet yapmıştı hatırladın mı?" diye sordum. Konuyu farklı bir yöne çektiğimi zanneden arkadaşım, kafasını olumlu bir şekilde salladı.

"Hangi savaştan sonra dedi hatırlamıyorum. Yanlış bir şey de söylemek istemem. Hani sahabe, müşrik tarafında ki çocukları kaza ile öldürmüştü. Peygamber efendimize (s.a.v.) bunu söylediklerinde. Peygamberimiz (s.a.v.) 'Nasıl öldürürsünüz? Siz nasıl yaparsınız bunu?' diye üzgün bir şekilde dile getirdiğinde, sahabelerden biri 'Ya Rasullullah onlar düşmandı. Neden üzüldünüz?' diye sorunca. O ise, 'Siz neydiniz? Sizin önceden onlardan bir farkınız mı vardı?' diye cevap verdi." dedim ve sustum. Sonra devam ettim.

"Evet o yanlış yoldaydı. Ama tamamen değildi. Belki dönerdi." Daha fazla konuşursam yanlış şeyler söylerim diye sustum. O ise, "Haklısın, insanları küçümsemek yerine kendi hatalarımıza bakmalıyız." dedi. Ve odayı terk etti.

Suskunluğun içerisine hapsedilmiş gibiyim. Her zaman beni kim sevecek? Ben kimi seveceğim? Hayalleri kurarken sevdiğimi daha yeni kabullendiğim kişinin, ölüm haberini almayı hiç düşünmemiştim...

Bir gün daha devirmiştik. Zemheri elinde şişeyle gelmişti. Yanıma oturarak, "Herkes senin rahatsız olduğunu zannediyor. Ondan kasabadan bu şurubu Enes getirmiş." dedi. Masanın üzerine koyarak. Hiçbir şey söylemeden tekrar uykuya verdim kendimi. Uyuyunca her şeyi unutuyordum. Ne mutlu oluyordum ne de mutsuz. Hiçbir şey hissetmeden durmak da güzel bir şeydi.

...

Artık kendime gelme vakti gelmişti. Hayat devam ediyor deyip odadan sonunda kendimi dışarı atmıştım. Yoldan gelen geçen halimi hatırımı sorup, geçmiş olsun diyerek devam ediyorlardı. Ben de elimden geldiğince sözlerini yanıtsız bırakmayarak onlara cevap verdim. İlaç yaptığım çadıra girdim. Neredeyse elimde hiç bitki kalmadığını gördüm. Enes'in getirdikleri bilindik bitkiler olduğu için onlardan çok fazla ilaç yapamıyordum. Acilen bitki toplamaya gitmeliydim. O sırada çadıra birisi girince arkamı döndüm. Ellerinde şişeler olan Enes'i görünce içimde ki burukluk yine zonklamaya başlamıştı.

"Selamünaleyküm." dedi bana bakmayarak. Dilimle dudaklarımı ıslatarak, "Aleykümselam." diye yanıtladım.

Elime bez aldım. Masayı silmeye başladım. O ise gitmeyip devam etti.

"İyi misin? O gece ben yanlış bir şey mi dedim?" diye sordu. Üzeyir ile ilgili haber aldıktan sonra tavırlarım şüphe uyandırmaması için Zemheri onun yüzüne kapıyı acelece kapatmıştı. "O gün iyi hissetmiyordum. Başım dönmesini gören Zemheri, beni o halde görmeyesin diye aceleci davrandı. Kusura bakma." diye yanıtladım.

"Elhamdülillah iyi ol da." dedi ve çıktı. Gözümde rahat durmayan yaş çoktan akmıştı yanağıma, elimle hemen onu sildim. Bu sefer çadıra başka birisi girdi.

"Selamünaleyküm." dedi ve sandalyeye oturdu. "Aleykümselam. Elimde hiç ilaç kalmadı teyze." diye yanıtladım. O ise başörtüsü düzenleyerek, "Yok kızım. Ben başka bir şey sormak için geldim." Devam etmesi için başımla onayladım. Teyze lafına başlamadan Zemheri içeri gelmişti, ona gülümseyip teyzeye döndüm.

"Salkım Vadisi’nde seni bekleyen var mı?" diye sorunca.

"Annem ve babam var teyzem. Neden sordun?" diye sordum. O da bana şu yanıtı verdi. "Nişanlın falan var mı onu soruyorum ben. Birisini sever misin?"

Şu anda çekemeyeceğim bir konuya girmişti. Ben kadını kırmadan çadırdan nasıl çıkaracağımı düşünürken, Zemheri araya girerek. "Yok teyzecim." dedi gülerek. Ona sinirle döndüm. Bir haftadır halimden haberi sanki yoktu. Teyzede sevinerek bana döndü, "Şimdi kızım ben öyle lafı dolandırmayı sevmem. Annen olsaydı ona söylerdim lakin burada olmadığı için sana söylüyorum." dedi ve nefes verdi.

"Direniş ordusuna eğitim veren Enes oğlum. Benim yanıma gelip, seni anlattı." başka bir cümleye geçmeden "Tamam teyzem." dedim durması için ama durmadı.

"Seni görmüş beğenmiş. Bir de bana sordu. Ben de seni beğendim. İster ki seninle evlensin ne dersin kızım?"

Kadının kelimeleri başımdan aşağıya kaynar sular dökülmüştü. Benim tepkisizliği kadın, "Sen biraz düşün." dedi ve çadırı terk etti. Zemheri'ye baktığım da zor tuttuğu gözyaşlarını bıraktı. Ona doğru gideceğim sırada bana sinirli ve üzgün bir şekilde bakıp çadırı terk etti.

En yakın arkadaşımın sevdiği adam... Allah'ım sen beni bu çıkmazdan çıkart Rabbim. Ne yapacağımı nasıl davranacağımı bilmiyorum. Rabbim medet!

 

Selamlar nasılsınız? Bölümü beğendiyseniz oy vermeyi unutmayınız. Ve yorumlardan beni mahrum etmeyin 🌹

Bölüm : 04.03.2025 23:44 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...