14. Bölüm

ACI

Afranur
lilyum_cicegi

İnsan yaşadığı vakit boyunca imtihan halinde olurdu da fark etmezdi. Çok fazla acı çektiğini hissettiğinde imtihanım derdi. Halbuki insan başından beri bir sınavdaydı.

 

GÜNLÜK

Günler haftaları, haftalar ise koca bir ayı tamamladı. Burada çok bir şey yapmadığımız için yazacak pek bir şey bulamadım kendime, yanlış şeyler yazmak istemedim. Yazınca kendimi daha iyi gördüğüm için içimi görmek istemedim. Aynı dava yoluna baş koymuş insanların arasında bir şeyler yapmak çok güzel bir duyguydu. Ama içimdeki burukluğu ve mektubu unutamıyordum. Kaçtıkça beni daha çok sıkıştırıyordu. Ben nasıl böyle bir şey bulaşmıştım. Ne demişti kadın, 'İnsan aslaların kölesi olur.' Asla dediğim şeyi içimde yaşıyordum. Olması imkansız birisine gitmişti gönlüm. Neden onu sevdi bilmiyorum. Neden ona bu kadar tutuldu yine bilmiyorum.

Burada ilaç yapmaya başlamıştım. Enes bana küçük çadır şeklinde bir yer ayarlamıştı. İstediğim malzemeleri elinden geldiğince toplayıp, bana getiriyordu. Ben de elde olan imkanlarla az da olsa ilaç yapabiliyordum. Zemheri ise burada yaralı olan insanları tedavi ediyordu.

Ortalık bu ara epey kızıştığı için çok fazla yaralı getiriyorlardı. Konakladığımız yer yakın olmadığı için yaralı olan direnişçiler buraya getirilirken çok zorlanıyordu. Bazıları ise yolda vefat ediyordu. Vefat edenlerin arasında burada çocuklara eğitim veren bir öğretmendi. Adıyla bütünleşen, Enes'in en yakın arkadaşı Musab 3 gün önce şehit düşmüştü. Korunak Kasabası’n da yani kaldığımız yerde bundan ötürü Kuran-ı Kerim'ler susmuyordu. Yorulanın yerine başka birisi geçiyor, o okuyordu.

Salkım Vadisi’nde birkaç kez annemle birlikte cenazeye gitmiştim. Ama hiçbirinde böyle bir ortam yoktu. Erkek olsun, kadın olsun. Biraz okurlar. Sonra ise konuşmaya başlarlardı. Bundan dolayı bir daha da cenazeye gitmek istemedim.

Burada erkek ve kadınlar sadece meydanda bir araya gelirler. Kuran-ı Kerim için tekrar bir araya gelmişlerdi. İki farklı yere kilimler serilmiş, bizler ise oraya oturup Kuran-ı Kerim dinlerdik.

"Enes abi okuyor." dedi Zemheri'nin yanında oturan Merve. Enes'in kekikten dolayı öksürük krizinden dolayı aramız baya açılmıştı Merve'yle. Çok da takıldığım bir şey değildi. Kuran-ı Kerim'den gözüyle takip eden Zemheri'ye doğru eğildim.

"Nerede?" diye sordum sessizce. O ise cevap vermeyince, kolundan dürttüm. Bana sorgulayıcı gözlerle dönünce, söylediğim sözü tekrarladım. "Nerede?".

"Ney nerede?" diye sordu sessizce.

"Ben de takip etmek istiyorum. Yeri neresi?" dedim.

"Senin yüzünden kaybettim." dedi bana sessiz bir sitem çekti. Gözleriyle aramaya başladı. Yanımda oturan kadına döndüm. Parmağıyla takip ettiği için sorma gereği duymadan, Zemheri'nin elinden Kuran-ı Kerim'i alıp beşinci satıra baktım. Enes'in okuduğu ayeti bulamayınca, bir alt satıra geçtim. Burada da yoktu. Teyzenin Kuran-ı Kerim'ine tekrar çevirdim başımı, iyi de bunlar aynı sayfa değildi ki. Zemheri'nin olduğu yer resmen iki sayfa gerideydi. Gözlerimi kısıp ona bakınca hızlıca benden gözlerini kaçırdı. Bir çırpıda yerinden kalkıp ayrılınca, ben de hızlıca yerimden kalkıp ayakkabılarımı giyip eğile eğile uzaklaştım oradan.

Bir zamanlar Enes'in evi olan lakin biz gelince, dışarı atılan kulübeye girdiğini görünce ben de hızımı kesmeden girip kapıyı kapattım.

"Ne oluyor sana?" Ellerimi belime koyarak onu sorguya çekme işlemim de geç bile kalmıştım.

"Bir şey olduğu yok." Sandalyeye oturarak.

"Nasıl bir şey yok. Bir haftadır aklın havada. Kuran-ı Kerim'i bile doğru düzgün takip etmiyordun. Şimdi ise benden kaçıyorsun. Ne oluyor sana?"

Başını sessizce önüne eğdi ve bana bir şey söylemek yerine sustu. Burada olduğumuzdan dolayı böyle hissettiğini zannetmiyorum. O kadar da güçsüz bir kız değildi. Aklıma gelen o şeytani soruyu, sırıtarak sordum.

"Sevdalandın mı kız sen!" diye sesli ve heyecanlı bir şekilde söyledim. O ise şaşkın gözlerle, "Ne diyorsun sen? Ben.. ben sadece iyi hissetmiyorum. Hem Enes' Bey’de üzgün...yani onun arkadaşa şehit oldu ya.. yani..."

Elimi ona durması için uzattım. Kafamı ileri geri sallayarak, sırıtışımı bozmadan bilmiş bir edayla, süzüm süzüm süzülerek ona şu sözleri söyledim.

"Anladım senin derdini. Senin derdin Enes." dedim gülerek. O ise hızlıca yanıma gelerek ağzımı kapattı. Telaşlı ve heyecanlı bir halde etrafı kolaçan etti.

"Sussana ben öyle bir şey mi dedim. Ulu orta yerde böyle şeyler deme demedim mi sana?" dedi.

O ne kadar inkar etse de anlamıştım. Ondan sadece gülmeye başladım.

"Meyra seni şimdiye kadar hiç pataklamadım. Şimdiden sonra kendini bana pataklattırma!" dedi.

Eliyle, ağzımı kapadığı için gülerken nefesim daralmıştı. Şimdi ise zar zor nefes alıyordum. Elini ağzımdan çekip, derin nefes almaya başladım. Ona baktığımda bu sefer gülmenin sınırını geçmiş, kahkaha atmaya başladım.

"Ya hu sussana. Birisi duyacak. İnsanların acısı var. Senin yaptığına bak." diyince kendimi az da olsa toparladım.

Haklıydı. O, bizim için kayıptı ama Allah katında çok büyük kazançta olacaktı inşallah. Bu sebeple günler öncesine göre aşırı üzgünlük göstermemiştim. Ama bu da ne kadar doğruydu? Sadece ateş düştüğü bacayı yakardı. Zemheri, çokça haklıydı.

Yatağa oturdum. Karşımda ki aynayla kendimle yüz yüze geldim. Yüzüm kızarmış, göz çevrem terden dolayı parlıyordu. Elimle silip, boğazımı temizleyip akciğerlerimin ihtiyacı olanı doldurmasına müsaade ettim.

"Yalnız sizden ne iyi karı koca olur." dedim. Ağzımla elimi kapatarak gülmeye başladım. O sinirli gözlerle bana baktı.

"Tavuk gibi ne zıplıyorsun. Adamın yatağını kıracaksın." dedi.

"Eniştemin yatağını kırmayayım. Lazım olur." dedim. Bu sefer gerçekten kaşınıyordum. Zemheri'nin elleri ayakkabısına gittiğini gördüğüm zaman bu sefer feci bir şekilde kaşınacağımı anladım. Hızlıca oturduğum yataktan kalkıp, zemini tahtadan yapılmış odanın içinden kapıya yönelip açtım. Lakin Zemheri beni çabuk avlamış, sırtımdan yediğim ayakkabıyla yeri boylamıştım.

"Can dostum sırtımdan vurdu!" dedim. Yerden kalkmayarak. O ise içeriden, "Bırak tiyatroyu da kalk."

Ben ise kendimi daha çok çimenle birleştirip, "Hayır beni yere seren, can dostumun kokuşmuş ayakkabısı değil. Ruhumun zedelenmesi. Ağğğ!"

"Saçmalama da kalk yerden. Yine tuttu deli damarın! Biri seni bu halde görse, sana deli der. Kalk hadi." dedi. Yakınıma gelip, ayakkabısını giyinip başımda durdu.

"Ağğğ ben nerelere gideyim. Ağğ ben ne yapayım."

Hem yerde yuvalanıyor hem de bu lafları söylüyordum. Ta ki bir kıkırtı sesi duyana kadar.

Gözlerimi sesin geldiği yöne çevirdiğimde Enes'i görünce hızlıca toparlandım. Yaptığım şeyden çok utandım. Sanki bir tokat çarptı gitti. Bu kadar üst boyut bir utanmamın olmasının sebebi ortada bir şehit olmasaydı. Ve benim bu duruma alışıp hayatıma devam edişimdi. Çok tuhaf…. Ve üzerimi silkeledim. Ona:

“Şey kusura bakma."

O ise başını sağa sola sallayarak, “Bakmam. Hayatın devam ettiğini kabul etmem lazım. Bana hatırlattığın için teşekkür ederim.”

Dönüp Zemheri’ye baktığım da onun bu duruma gülümsemesi hülyalara daldığını gösteriyordu. Bundan dolayı yardımı kendimden aldım.

Bana kızar diye düşünürken teşekkür etmesi karşılığında ne cevap vermem gerektiğini bilmediğimden en iyisinin konuyu değiştirmek olduğuna karar verip:

“Niye gelmiştin?”

"Kasabaya ineceğiz, bir şeye ihtiyacınız varsa diye geldim.”

Biliyordum öyle gizliden dikizleyecek bir insan değildi. Ama olsun. Burada evlilik çağında gelmiş olan bir arkadaşım vardı. 'Sen nesin?' İç sesime es geçip, "Tamam. Ama bir daha sessiz gelmez isen daha iyi olur." dedim ciddi tavırla. Başını resmen tavus kuşu gibi toprağın altına gömecek olan Zemheri'den gözlerimi çekip, Enes'e çevirdim. Gülümseyerek, "Peki." dedi.

"Burada üstümüz çok az. Kaldığımız yurtta eşyalarımızı alabilir misiniz?" Yaşanan olayı es geçip. Başka bir konuya geçmiştim.

"Bu çok zor." dedi Enes.

"Peki. Tamam başka bir şeye ihtiyacımız yok. Sapasağlam gelin bize yeter." dedim. O ise başını sallayarak, "Eyvallah." dedi ve gitti. Boynunu eğmekten kıracak olan arkadaşıma, "Gitti artık kaldır şu başını. Bir de sevmiyormuş. Utangaç gelin seni..." sözümü tamamlamadan. Beni saçımdan çekip tekrar yere boylayan arkadaşımın tepkisiyle şok üstüne şok yaşadım.

...

Yatsı namazlarından sonra herkes bir yere çekilmişti. Kimi işini başında kimisi de benim gibi namazını kılmış dua ediyordu.

"Allah'ım neyin şer neyin hayır olduğunu senden başka kimse en iyi bilemez. Rabbim beni benden daha iyi tanıyorsun. Rabbim içimde hissettiğim şeyden dolayı beni hayra yönlendir. Rabbim bana hidayet nasip et. Rabbim..."

Dışarıdan gelen seslerle duamı yarıda bırakıp, hazırda giyinik olduğum için direk dışarı çıktım. Meydan tarafında insanlar yoğunlaşmıştı. Uzaktan olanları üzgün bir şekilde izleyen Zemheri'nin yanına doğru gittim.

"Neler oluyor?" diye sordum. O ise sadece, "Enes yaralanmış." dedi. Daha fazla duramayıp, oradan ayrıldı.

"Elhamdülillah iyiyim. Merak etmeyin."

Kalabalığın içlerinden Enes'in sesini duyabiliyordum. Etrafımdaki insanlar bazıları yavaş yavaş ayrılmaya başlayınca, ben de ayrılmaya karar verdim. En iyisi yarın müsait bir zaman da halini sorsam daha iyi olurdu.

Kulübenin içerisine geldiğimde, yanaklarında yaşlığı silen bir adet Zemheri ile karşılaştım. Kapıyı kapatıp yatağın bir köşesine oturdum.

"Merak etme iyi imiş." dedim.

"Biliyorum iyi olduğunu." diye yanıt verdi.

"Enes'i sevdiğini biliyorum. Boşu boşuna benden saklama. Zaten saklayamıyorsun bile..."

"Meyra!" dedi devam edecekti. Kapı tıklatınca sustu. Bana sinirli bakışlar göndererek, kapıya yöneldi.

"Selamünaleyküm. Meyra'yı çağırır mısınız?"

Bu Enes'in sesiydi. Benim adımı söyleyince hızlıca kapıyı açıp. Zemheri'nin almadığı selamı alıp, "Geçmiş olsun iyi misin?" diye sordum. O ise kolunu göstererek, "Sadece sıyırdı." dedi. Elindeki tanıdık gelen çantayı bana uzattı. Elime çantayı alınca, yanında ki mavi örgülü zincir vardı.

"Bu benim çantam." diye yanıtladım. İçerisini açtığımda giysiler vardı.

"Evet senin çantan. İhtiyacın olduğunu söylemiştin."

"Ama tehlikeli demiştin. Yoksa yine benim yüzümden mi vuruldun?"

İçimdeki endişeyi sesime de vurmuştum. Limon ağaçlarının oraya gittiğimde, Üzeyir'in onu kolundan yaralaması aklıma gelmişti. Benim yüzümden yaralanması yeterince vicdan azabı çektiriyordu.

"Kaldığınız yerde kalan birisinden yardım aldım. O hazırladı çantayı. Ormanda da devriye gezen askerlerle karşılaşınca çatıştık. Elhamdülillah kurşun sadece sıyırdı. Ama beni vuran büyük ihtimal toprak oldu." Neşeli çıkan sesiyle cümlesini bitirdi. Ben de merakla karşımdaki insanın tecrübesinin unutarak:

"İnşallah takip edilmemişsinizdir?" dedim. O ise,

"Komutanları vurulunca dikkatleri dağıldı. Sonunda vurdum onu." dedi keyifle. Ben de onun keyiflenmesiyle güldüm.

"Seni baya sinir etmiş desene." diye söyledim. Zemheri'nin sesi çıkmasa da o da kapıyla benim yanım da duruyordu.

"Evet. Pek hazzetmem kendisinden. Neyse ki kurtuldum."

"Çok mu önemli birisiydi?" Zemheri'nin sonunda sesi çıkmıştı.

"Onu yetiştiren kişi şu anki devletin suru gibi bir şey. Bu sebeple onun çevresini ne kadar azaltırsak o kadar iyi. Vurduğum kişi sizin de tanıdığınız biri kasabamızın meşhur subayı, Üzeyir." dedi. O ismi duyduğumda yukarı doğru kalkan dudaklarım birden indi. Şaşkınlık içerisinde kaldım.

"Biz teşekkür ederiz. Size de hayırlı akşamlar." Beni içeri çekerek Enes'e bu lafları söyleyerek kapıyı ona kapattı.

"O vurulmuş." dedim. Burnumun içinin sızlamasıyla gözlerim dolmuştu. Onu vurmuşlar. 'Büyük ihtimal toprak oldu.' demişti. Onu öldürmüşler.

İçimde amansız yanan ateşin acısıyla ağlamaya başladım. Tutamadım, yapmamalıydım. Halbuki ikimiz içinde son bu değil miydi?

"Ahhh" dedim derinden. İçim ferahlamadı tekrar bir, "Ahh" çektim.

Zemheri'nin bana söylediği sözlerin hiçbirini duymuyordu bu kulaklar. Tek onun vurulduğunu ve öldüğünü söylüyorlardı.

"Ahh Allah'ım. Ahh Rabbim."

Kendimi secdeye kapatıp elimden geldikçe sessizce ağlamaya başladım. Bu nasıl bir histir? Yeri geldim hastanelik oldum. Yeri geldim aşağılandım. Ama hiçbiri bu kadar acımamıştı. Kapandığım yerden kalktım. Kollarımdan tutmuş bana üzgünce bakan Zemheri'ye bakıp.

"Biliyorum doğru değil. Hiç değil. Ama ben istemedim. Böyle bir durumda olmak istemedim." dedim ağlayarak.

"Biliyorum Meyra biliyorum." dedi. Omuzlarımdan tutup beni kendine yasladı. Göğsüne sığındığım yerden:

"Keşke..." demeden beni susturdu.

"Eğer başına bir iş gelirse, 'Keşke şöyle yapsaydım; o zaman şöyle olurdu.' deme. 'Allah'ın takdiri böyleymiş; O dilediğini yaptı.' de. Zira, 'Keşke şöyle yapsaydım.' sözü, şeytanın vesvesesine yol açar." (Müslim, Kader, 34) dedi.

En zor anımda dahi kaybetmemi zerre istemeyen dostum vardı elhamdülillah.

Sustum içimden konuştum. Sustum duymasın kimse. O ise devam etti.

"İnsanlar 'iman ettik' demeleriyle imtihan edilmeden bırakılacağını mı sanır."(Ankebut,2)

Bıraktım gözyaşlarımı aktılar. İçimde alevlenen kor aleve dur yanma desem de durduramadım. Bir türlü içimden çıkarıp atamadım. Kimseye söyleyemedim. Kendime bile yakıştıramazken başkalarına nasıl anlatabilirdim?

Her seferinde içim ona karşı bir mum ışığı yaktı. O diğerleri gibi olmadığını hissettirdi. Beni çeken o okyanusun derinliğine hapsetti.

Her gece bana yazılan mektuba için için yanarken, şimdi yokluğuna mı yanacaktım. Sen bana yazmıştın ya, 'Ne yaptın bana deli kız!' şimdi ben sana soruyorum.

Asıl sen bana ne yaptın Subay?

Sonra yazmıştın ya, 'Ne yaptın bana hırçın gözlüm.', 'Şimdi söyle bana tavşan gözlüm. Kaçamak bakışlım.'

Şimdi sen söyle,

Gözlerinin maviliğinde takılı kaldığım adam. Okyanus gözleriyle beni içine çekip sonra da fırtınada boğan adam. Şimdi bu kız ne yapsın?

...

İçimde geçmeyen burukla, geçti zamanlar. İnsan düşünce Rabbine daha çok bağlanıyormuş. Bu günlerde bunu anladım. Etrafındaki insanlara ne kadar içini dökmeye çalışsan da, O’na döktüğün gibi olmadığını anladım. Sevdiklerinin hepsi gidiyordu ama O hep yanımdaydı bunu daha iyi anladım. Belki bu vesile ile Rabbime daha çok yaklaştım.

Günlerce odamdan çıkmayınca, bazıları meraklanıp gelmişti. Kimseyle konuşmak istemediğim için Zemheri hallediyordu. Bir ara Enes gelince, içimde ateşlenen hadsiz nefret ateşini söndürmek için tespih çektim. En iyi kurtuluş buydu, onun hiçbir hatası yoktu. O doğru olanı yapmıştı.

Sadece bir türlü laf geçiremediğim kalbim, bir vebaya bulaşmıştı. En yakın zamanda temizlenmesi için dua etmekten başka hiçbir seçeneğim yoktu. Temizlenmeden onunla görüşmek istemiyordum.

"Meyra senin çantanda krem olacaktı. Nerede?" diye uzattı. Günler öncesinde Enes'in bizim için kıyafet getirdiği çantamdan bahsediyordu. İçimdeki duygunun esiri olduğum için ona elimi bile sürmemiştim.

"İç tarafta ki gizli bölmeye bak. Oradadır." diye yanıt verdim.

Okuduğum Kuran-ı Kerim'i rafa koydum. Ne kadar kendim için okusam içim Üzeyir için okuduğunu her an hissettiriyordu. Doğru değildi yaptığım. O Müslüman değildi. Fakat kendime engel olamayıp, Rabbimin merhametine sığınıyordum.

"Bu nedir?" diye maviye kaçan kırışmış zarfı bana doğru uzattı. Omzumu silkerek yatağa oturdum.

"Meyra!" dedi çığlık atarak hızla ona döndüm. Şaşkın bakışlarla, "Bu mektup Üzeyir'den!"

 

ŞİMDİKİ ZAMAN

Bana iki saattir seslenen kardeşimin sesini zapt etmeye çalışarak. Son cümlemi okudum.

"Ya hu ne diyorsun ne!!" diye bağırdım. Kaldığım yeri merakla aramaya başladım.

"Tuvalet peçesi getir. Hayırsız!" diye bağırdı.

Sinirle yerimden kalktım. Kardeş boğmak günah olmasaydı acaba ben bu Eyşan'ı boğar mıydım? Büyük ihtimal evet.

Ayaklarımı yere vura vura gözden peçete alıp, banyonun kapısını açarak kafasına attım. O ise elinde telefonla tuvalette vakit geçiriyordu.

"Rezilsin. Piss!" diyerek kapıyı kapattım. O sırada telefonum çalınca hızla odama tekrardan koştum. Arayan babamdı.

"Selamünaleyküm"

"Aleykümselam muhterem." dedim gülerek. O ise gülerek, "Kızım yanımda bir arkadaşla geliyorum. Tatlı falan bir şeyler hazırla." dedi. Ona cevap vermeden hemen kapattı. Babam eve kadın getirmeyeceğine göre yanında ki erkekti.

Bu sebeple siyah bol elbisemi giyip, üstüne içimi göstermeyen uzun siyah başörtümü yanıma aldım. Babam geldiği zaman bir çırpıda örterdim. Merdivenlerden aşağı inerek, mutfağa yöneldim. O sırada haberleri açtım. Çoktan gündem değişmiş, politik şeyler konuşuluyordu. Olayın üzerinden neredeyse bir hafta falan geçmişti. Yaralananlardan iki kişi daha vefat etmişti.

Televizyonu kapatıp, işe koyuldum.

...

Her şeyi, ön tarafta oturduğumuz verandaya taşıdım. O sırada babam bahçeye giriş yaptığını gördüm. Arkadan Eyşan'ın sesi gelince içeri girip, ona uzata uzata açıklama yaptım ve ekledim. "Üzerine bir şey al." O ise başını sallayıp devam etti. Selam vermem gerekirdi. Sonra zaten lazım olmazsa içeri geçerdim.

Verandaya çıktığımda babam, babamın yanında Samuel. Babamın eli Samuel'in omzunu dostça bir şekilde sıktığını. Babamın Samuel'e güldüğünü. Samuel'in ise bir beyefendi edasıyla durduğunu görmüştüm. Onları geçtim. Onun burada ne işi vardı?

 

Selamlar nasılsınız? Bölümü beğendiyseniz oy vermeyi unutmayınız. Ve yorumlardan beni mahrum etmeyin 🌹

Eyşan karakteri çok mükemmel değil mi araya giren reklam gibi mübarek 😂

Bölüm : 18.02.2025 17:46 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...