26. Bölüm

26.(Diyarbakır’daki bahar rüzgarları)

Rüya_Alkc
kutuptayazmisalli

 

2 AY SONRA...

 

Diyarbakır’daki bahar rüzgarları, konağın geniş avlusunda hafifçe esiyor, havaya tatlı bir serinlik katıyordu. Dilhun, avludaki dut ağacının gölgesinde oturmuş, elindeki küçük işlemeli mendili döndürüp duruyordu. İçinde tuhaf bir huzursuzluk vardı. Günlerdir hissettiği ama anlam veremediği bir duygu, onu boğazından sıkıyor gibiydi. Gözleri istemsizce konağın büyük kapısına kaydı.

 

“Ne bekliyorsun, Dilhun? Jiar mı? Yine mi onun dönmesini umuyorsun?” diye geçirdi içinden. Kendi kendine kızıyordu. Jiar’ın sevgisiyle onu kuşatmaya çalıştığını biliyordu. Ama içindeki o kırgınlık, o soğukluk, hâlâ aynıydı. “Neden böyle hissediyorum? Neden onun çabalarına karşılık veremiyorum? Oysa o kadar çok şey yapıyor ki…”

 

Bir anda konağın büyük kapısı açıldı. Jiar, avluya doğru adım attığında üzerindeki yorgunluk hemen fark ediliyordu. Günlerdir aşiretin işleriyle uğraşıyordu ama yüzündeki o sıcak gülümseme hiç eksik olmuyordu. Dilhun’un oturduğunu görünce yüzünde bir parıltı belirdi. Hızlı adımlarla ona doğru yaklaştı.

 

“Dilhun… Günlerdir aklım sende. Bugün de dut ağacının altında mısın? Ne düşünüyorsun böyle derin?”

 

Dilhun, ona bakmamaya çalışarak, hafif bir sesle cevap verdi.

 

“Hiç… Sadece düşünüyorum. Buradaki sessizlik, insanın kafasını dinlemesi için iyi oluyor.”

 

Jiar, onun yanına oturup, dikkatle yüzünü izledi. Gözlerinin derinliklerinde bir şey arıyormuş gibi bakıyordu.

 

“Bu sessizlik, içinde fırtınalar kopardığını saklamıyor. Bana anlatabilirsin, biliyorsun değil mi?”

 

Dilhun, kaşlarını çattı. Jiar’ın ona olan bu sabırlı ve anlayışlı tavırları, içinde karmaşık bir his yaratıyordu. Kaçmak istiyordu ama aynı zamanda kaçamıyordu. Bir anda patladı.

 

“Ne anlatmamı bekliyorsun, Jiar? İçimde ne olduğunu bile ben bilmiyorum. Beni anlamaya çalışıyorsun, evet, görüyorum. Ama ne kadar uğraşırsan uğraş, değişmeyecek şeyler var.”

 

Jiar, bu sözlere rağmen sakinliğini bozmadı. Ellerini dizlerine koyarak bir süre sessizce düşündü. Sonra başını kaldırdı ve yumuşak bir sesle konuştu.

 

“Değişmeyecek şeyler mi? Belki haklısın. Ama bu, benim seni sevmem için bir engel değil. Senden tek bir şey istiyorum, Dilhun: Kalbini bana kapatma. Eğer sevgin yoksa, saygını kabul ederim. Eğer saygın yoksa, bana sadece zamanını ver. Çünkü ben, seninle bir ömür geçirmek istiyorum.”

 

Dilhun, bu sözler karşısında ne diyeceğini bilemedi. İçinde bir şeylerin çözülmeye başladığını hissetti ama bunu kabul etmek istemiyordu. Ayağa kalktı ve sırtını ona dönerek, uzaklaşmaya çalıştı.

 

“Beni böyle zorlamaya devam edersen, Jiar, hiçbir şey başaramayacaksın. Belki de birbirimize hiç uygun değilizdir. Belki de en başından beri yanlış olan buydu…”

 

Jiar, ayağa kalktı ve onun arkasından bir adım attı. Sesi biraz daha sert ama hâlâ şefkat doluydu.

 

“Dilhun, bu kadar korkmana gerek yok. Beni sevmekten korkuyorsun, biliyorum. Ama sana bir şey söyleyeyim mi? İnsan en çok korktuğu şeyden kaçamaz. Çünkü kalbini o korkuya hapsetmişsin.”

 

Dilhun, bu sözleri duyunca duraksadı. Gözlerinden birkaç damla yaş süzüldü. Ama dönüp bakmadı. Onun gözlerinin içine bakarsa, yıkılacağını biliyordu. Sessizce fısıldadı.

 

“Belki de haklısın, Jiar. Ama benim kalbim… O kadar çok yara aldı ki… Sana yer yok. Bunu anla artık.”

 

Jiar, ona doğru bir adım daha attı. Ellerini uzatıp onun omuzlarına dokundu. Gözleri dolmuştu ama sesi kararlıydı.

 

“Dilhun, sana söz veriyorum. O yaraları saracağım. İstersen bir ömür boyu beklerim, ama seni vazgeçiremeyeceksin. Çünkü sen benim her şeyimsin.”

 

Dilhun, bir anda kendini onun kollarında buldu. İçindeki duvarlar çatırdamaya başlamıştı. Ama bu kez kendini geri çekmedi. Sessizce gözlerini kapattı ve fısıldadı.

 

“Jiar… Belki bir gün. Ama o gün ne zaman gelir, bilmiyorum.”

 

Jiar, gülümseyerek başını onun omzuna yasladı.

 

“Bir gün yeter, Dilhun. Bir gün senin kalbine dokunacağım. O güne kadar sabırla bekleyeceğim.”

 

Avluda, bahar rüzgarları eşliğinde, iki kalbin hikayesi yazılmaya devam ediyordu. Ama bu hikayenin sonunu sadece zaman gösterecekti.

 

 

Hamileliğin 8 Ay'ı...

 

Dilhun, hamileliğinin sekizinci ayında konağın geniş avlusunda oturuyordu. . Karnını tutarken yüzündeki yorgun ifade yerini tatlı bir tebessüme bırakıyordu. Bebeğinin hareketlerini hissediyor, içindeki yaşamın büyüdüğünü bilmek onu her şeyden daha güçlü kılıyordu.

 

Son birkaç ay, hem Dilhun hem de aile için köklü değişimlere sahne olmuştu. Dicle Hanım yani kayınvalidesi ve kaynı Miran’la arasındaki soğukluk yerini sıcak bir aile bağına bırakmıştı. Dicle Hanım, eskiden kızı Dila’nın oyunlarına inanarak Dilhun’a haksız yere yüklenmiş olsa da şimdi geçmişin yüklerini omuzlarından atmış gibiydi. Artık Dilhun’a, öz kızı gibi davranıyordu.

 

Avlunun köşesinden gelen ayak sesleriyle Dilhun başını kaldırdı. Dicle Hanım, elinde bir tepsiyle yaklaşıyordu. Tepside çeşit çeşit meyveler, şerbetler vardı. Yanında Miran da vardı; elleri dolu, Dilhun için getirdiği battaniyeyi taşıyordu.

 

Dicle Hanım gülümseyerek, “Kızım, çok oturma soğukta. Gel içeri geçelim, biraz dinlen. Sana ballı süt de hazırladım,” dedi. Sesi eskisinden çok daha yumuşak, sevgi doluydu.

 

Dilhun, gözlerini Dicle Hanım’a çevirdi. Bir zamanlar ona şüpheyle, hatta düşmanlıkla bakan bu kadın, şimdi ona annelik yapıyordu. “Anne, iyiyim. Hava güzel, biraz daha kalayım burada,” dedi Dilhun, hafifçe gülümseyerek.

 

Miran, yengesinin yanına oturdu ve sessizce battaniyeyi dizlerine örttü. " Yengem, sen bu konağa ilk geldiğinde seni sevememiştim. Dila’nın yalanlarına inanıp seni dışladım. Ama şimdi anlıyorum ki sen bizim ailemize en büyük hediyesin. Hele bir yeğenim doğsun, kimseye yar etmem onu!” dedi, içtenlikle.

 

Dilhun, Miran’ın sözleri karşısında duygulandı. Gözleri dolmuştu ama yine de güçlü görünmeye çalışıyordu. “Miran, geçmişi konuşmanın bir anlamı yok. Şimdi hep birlikteyiz, önemli olan da bu,” diye cevap verdi.

 

Dicle Hanım, Dilhun’un elini tutarak, “Kızım, sana yaptığım haksızlıklar için beni affet. Senin gibi bir gelinim olduğu için Allah’a her gün şükrediyorum. Şimdi, bebeğin için en iyisini yapmak istiyorum. Her zaman yanında olacağım,” dedi.

 

Dilhun, Dicle Hanım’ın elini sıkıca kavradı. İçinde bir sıcaklık hissetti. Geçmişin yaraları kapanıyordu. Dicle Hanım’ın ve Miran’ın bu kadar içtenlikle onun yanında olması, Dilhun’a güç veriyordu.

 

Dicle Hanım, gülümseyerek tepsiyi Dilhun’un önüne koydu. “Hadi, şunları ye de torunumu iyice besle,” dedi.

 

Dilhun, eline aldığı bir üzümü ağzına atarken, içinden şöyle düşündü:

"Hayat ne garip… Bir zamanlar bu evde kendimi yapayalnız hissederdim. Ama şimdi, herkesin sevgisiyle çevriliyim. Belki de bu bebeğin gelişi hepimizi değiştirdi. Geçmişte yaşanan her şey, şimdi sadece birer hatıra gibi."

 

Konağın avlusunda yankılanan kahkahalar, bir zamanlar soğuk duvarların arasındaki çatışmaları çoktan unutturmuştu. Dilhun, bu sevgi dolu anların tadını çıkarırken, karnındaki bebeği korumanın ve büyütmenin huzurunu hissediyordu. Artık yalnız değildi. Bu aile, onun ailesiydi. Ve çok yakında, bu aileye yeni bir üye daha katılacaktı.

 

Dilhun, Dicle Hanım ve Miran’la birlikte avluda tatlı bir sohbete dalmışken, onları biraz geriden izleyen iki çift göz daha vardı. Bejne ve Jiar, bir köşede durup tatlı tatlı gülüşerek olan biteni izliyordu. Bejne, kollarını göğsünde birleştirip hem yengesi hem de en yakın arkadaşına hafif bir sitemle seslendi:

 

“Vay be, Miran’ı da kendine yoldaş ettin ha Dilhun yengeeee! Bir bize böyle sıcak davranmazdı, sana gelince el bebek gül bebek!”

 

Jiar da hemen kardeşinin lafını desteklercesine ekledi “Aynen öyle! Bir de bizi hiç dinlemezdi. Ama Dilhun ne dese yapıyor. Helal olsun vallahi, bu evin kraliçesi olmuşsun!”

 

Dicle Hanım, bu tatlı kıskançlıkları duyunca başını çevirip onlara gülümseyerek baktı. “Siz de gelin oturun bakalım, dışarıdan laf atmak kolay! Ama bilin ki Dilhun’un hakkını yemem. O bu konağın göz bebeği artık!” dedi, şakayla karışık bir tonla.

 

Bejne, yanına otururken suratını tatlı bir şekilde buruşturup, “Tamam anne, bizi sevmediğini açık açık söyle işte! Dilhun gelmeden önce göz bebeğin bendim,” dedi.

 

Jiar da gülerek Bejne’ye takıldı “Bejnem, bu kadar kıskançlık yapma ya. Görmüyor musun, bizden önce oğlum doğacak, bu evde asıl tahtı o alacak!”

 

Dilhun, onların bu tatlı kıskançlıklarına kayıtsız kalamadı. Gülümseyerek, “Hadi ama, siz benim kıymetlilerimsiniz. Hem Miran’ı biraz yola getirmişim, fena mı? Bakın, artık o da aranızda bir sırdaş gibi,” dedi.

 

Miran, lafı alıp kendini savunurcasına konuştu “Yahu, size de yaranılmıyor! Yengeme biraz iyi davranıyorum diye hemen kıskançlık yapıyorsunuz. Sizden de öğrendiklerim var, ama Dilhun yengemin hakkını yemem.”

 

Avludaki bu tatlı atışmalar, tüm konağı kahkahalara boğdu. Dilhun, karnını tutarak kahkahalarına eşlik ederken, içindeki sıcaklığı daha da derinden hissetti. Bu aile artık tam anlamıyla bir olmuştu. Ve o, bu sevgi dolu ortamın merkezindeydi.

 

KARAHAN KONAGINDA OLANLAR...

 

 

Karahan Konağı’nda fırtınalar dinmiş, ancak yerini derin bir sessizliğe bırakmıştı. Ağır Karahan, ağalık makamını Berzan’ın elinden alarak konağın ve tüm Karahan topraklarının mutlak lideri olmuştu. Berzan ve karısı Asu, yaşananlardan sonra Diyarbakır’da kalamayacaklarını anlamış, yeni doğmuş oğullarıyla birlikte İtalya’ya dönmüşlerdi. Bu, onların tek kurtuluşuydu, aksi halde Jiar gibi Berzan’ın da ölüm emri çıkacaktı. Ancak Berzan, son anda kendini affettirmeyi başarmış, konağı terk etmek şartıyla hayatta kalabilmişti.

 

Ağır, artık Karahan Şirketleri’nin tek hâkimi olmuştu. Ancak bu zaferin ardında, derin bir acı ve kayıplar saklıydı. Yaşadığı ihanetler, onun yüreğindeki merhameti silip süpürmüştü. Bir zamanlar sevgi dolu bir eş ve kardeş olan Ağır, şimdi adaletin soğuk yüzüyle tanınıyordu.

 

Dila’nın ihaneti, onu en çok yaralayan şey olmuştu.Sevdiği kadının gözlerine bakarken hissettiği güvenin yerini, artık nefret ve hayal kırıklığı almıştı. Kardeşi Jiar’ın yaptığı hatalar ise bu yarayı daha da derinleştirmişti. Bir zamanlar onun için her şeyi yapabilecek kadar değer verdiği kardeşi, aile onurunu hiçe saymış, ihanetin eşiğine gelmişti.

 

Artık Ağır, duygularını arkasında bırakmış, sadece adaletin ve sorumluluğun gerektirdiği şekilde hareket ediyordu. Şirketin yönetimini ele aldıktan sonra, tüm işlere sert bir disiplin getirmişti. Çalışanlar, onun adil ama acımasız kararlarından etkilenmiş, yeni düzene hızla uyum sağlamak zorunda kalmışlardı.

 

Bir akşam, konağın geniş odasında otururken, gözleri derin düşüncelere dalmıştı. Elleriyle masadaki tespihi çeviriyor, yüzünde sert bir ifade taşıyordu. Geçmişteki neşesi, şimdi bir gölge gibi kaybolmuştu. İçinden sessizce şöyle dedi:

 

"Bana en yakın olanlar tarafından ihanete uğradım. Sevdiğim kadın, güvendiğim kardeşim... Artık kimseye güvenmek yok. Bu konağın düzenini ben kuracağım ve kimse bir daha bu aileye leke süremeyecek."

 

Ağır, konağın koridorlarında yankılanan sessiz adımlarıyla dolaşırken, onun gölgesi bile ürkütücü bir ağırlık taşıyordu. Artık merhameti değil, adaleti temsil ediyordu. Bu, Karahan Aşireti’nin yeni dönemi olacaktı; katı, kararlı ve ihanetlere karşı acımasız.

 

Devam edecek...

 

📍Sizce bu düzen değişecek mi?

📍Jiar ve DiLhun için bir şans olurmu?

📍Tüm aklınıza takılan şeyleri yazın...

 

DiLhun Kırımlı

 

Jiar Kırımlı

Dicle Hanım

 

Miran Kırımlı

 

Bejne Kırımlı

 

Ağır Karahan

 

 

Bölüm : 24.12.2024 14:19 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...