24. Bölüm

24.Bölüm(Yıkılan Hükümler)

Rüya_Alkc
kutuptayazmisalli

.

.

.

 

Boran’ın silahından çıkan mermi yankılanan bir acıyla konağın taş zeminine düştü. Miran, annesinin önüne geçip hızla yere çömeldi ve etrafını kontrol etti. Dicle Hanım elini kalbine bastırarak zor nefes alıyordu. Gözleri Boran’ın o delici bakışlarına kilitlenmişti.

 

Miran " Lan! Elini tetikten çek, yoksa ben çekmesini bilirim!"diye bağırdı, yumruğunu sıkıp Boran’a doğru bir adım atarak.

 

Boran soğukkanlı bir gülüşle"Bak sen şu küçük Kırımlı'ya"

 

Dicle Hanım zar zor toparlanarak "Boran, ne yapıyorsun? Yeter artık! Olan olmuş, geçmiş gitmiş. Hangi yüzle buraya geldin? Hangi kan davası bu?"

 

Boran, sert bir şekilde yere bastı, elindeki silahı havaya kaldırıp bir kez daha ateş etti.

 

Boran bağırarak"KAN DAVASI mı? KAN DAVASI BİZİM DAMARIMIZA İŞLEMİŞ Dicle Hanım! Bu dava bitmedi. O günü unuttunuz, değil mi? İnsanın dost bildiklerinden kazık yemesi kolay unutuluyor herhalde!"

 

Miran öne atılmak istediğinde, Dicle Hanım elini kaldırıp oğlunu durdurdu. Bakışlarında bir annenin tüm korkusu ve oğlunu kaybetme ihtimalinin verdiği dehşet vardı. Boran’ın gözleri ise adeta alev saçıyordu.

 

Dicle Hanım"Boran, ben de ana yüreğiyim. Ama bunu yaparsan kan dökeceksin. Kan, başka kan getirir. Dilhun’un bebeği… onun geleceğini mahvedeceksin. Kendi aileni, kendi kanını nasıl harcarsın?"

 

Boran sert bir kahkaha atarak "Aile mi? Kan mı? Hangi aile, Dicle? Benim ailemi siz mahvettiniz! Benim ocağımı söndürdünüz! Şimdi bana aileden bahsetme.

 

Miran, Boran’a doğru ilerleyip elini havaya kaldıran silahı işaret etti.

 

Miran "O silahı indir. Eğer bir işin varsa, konuşarak halledeceğiz. Ama o tetiğe bir kez daha dokunursan, bu kan sadece burayı değil, bütün Diyarbakır’ı yakar."

 

Boran, Miran’a doğru bir adım attı, yüzünde donuk bir ifade vardı.

 

Boran "Sen çok konuşuyorsun çocuk! Ama ben ne demiştim yıllar önce, hatırlıyor musun? Bu konağın huzuru, benim öfkemle bozulacak. Şimdi Dilhun’u çağırın. Onu alıp gideceğim. Hüküm düştü!"

 

 

O sırada Karahan konağında da işler iyi değildi. Dila ve Ağir. Ağir tüm gerçekleri öğrenmiş ve bu Dila için pekte iyi olmamıştı.

 

Genç adam, tüm öfkesi ile kapıları parçalayarak girdiği konaktan odasına doğru yol aldı. Ne annesi ne de kardeşlerini duyuyordu. Kan çanağı olmuş gözleri paramparça kan revan olan elleri ile girdiği odasında, seslerden dolayı ne olduğunu anlamayan Dila'yı kolundan tutuğu gibi hızla aşağıda çalışır vaziyete olan arabasına bindirmişti.

 

Oğlunun gerisinde kalan Mahne hanım yüreğini tutarak çömeldi yere. Tabi ne olduğunu hala bilmeyen Polat, Baran ve Mirza 'da takıldı peşlerine abilerinin.

 

Güneş, Diyarbakır meydanının taşlarına ağır ağır vururken, Ağir öfkesini zor dizginliyordu. Karşısında çaresizce yere çökmüş olan Dila’ya bir kez daha baktı. Ellerindeki titremeyi durdurmaya çalışıyor, ama gözlerinden süzülen yaşlar gururunu zedeliyordu.

 

Ağir gür ama kararlı bir sesle "Dila Kırımlı… Bu meydanda, bu halkın huzurunda hükmüm nettir. Benim kardeşime, Dilhun’a yaptıkların affedilemez! Sen, benim soyuma ve aileme leke sürdün. Bundan sonra Karahan soyadını taşımayacaksın.”

 

Dila, hıçkırıklarını tutmaya çalışarak başını kaldırdı. Gözlerinde hem pişmanlık hem korku vardı.

 

Dila sesini zor toparlayarak "Ağir… ne diyorsun sen? Ben… Ben sadece abimi korumak istedim. O da senin kardeşinle evli unutma! Ben kötü bir şey yapmadım… sadece…”

 

Ağir, Dila’nın sözünü sert bir el hareketiyle kesti. Meydanda toplanan kalabalık tamamen sessizdi. Herkes Ağir’in dudaklarından dökülecek kelimelere kilitlenmişti.

 

Ağir öfkesini bastırmaya çalışarak "Sus, Dila! Yaptıkların kötü bir şey değilse, Dilhun şu an karnındaki bebeğiyle neden ölümle burun buruna? O koca dediğin adamın elinde neden oyuncak oldu? Sen, onun başına gelenlerin arkasında durdun! Ama artık bu rezillik sona erecek. Seni boşuyorum, Dila! Bu meydanda, herkesin huzurunda. Bundan sonra Karahan konağının kapısından bile geçmeyeceksin.”

 

Dila’nın gözleri büyümüş, nefes almakta zorlanıyordu. Ayağa kalkmaya çalıştı, ama gücü yetmedi. Dizlerinin üzerine çökerek Ağir’in ayaklarına sarıldı.

 

Dila yalvararak "Ağir… ne olur yapma! Beni bırakma. Ben seni seviyorum! Ben sadece seni sevdim!"

 

Ağir, geri çekilerek Dila’nın ellerini ayaklarından uzaklaştırdı. Gözlerinde acı bir ifade vardı, ama kararından dönecek gibi görünmüyordu.

 

Ağir soğuk bir ifadeyle "Sevgi mi dedin, Dila? Sevgi böyle mi olur? Sevgi, benim kardeşimin canına kastetmek mi? Sevgi, bir kadını çaresiz bırakmak mı? Senin sevgin buysa, benim bu sevgide yerim yok. Bu meydanda son kez söylüyorum Bitti!"

 

Ağir, meydanın ortasında durup Dila’ya son bir kez baktı. Adamları, onun arkasında hazır bekliyordu. Sonra sert bir el hareketiyle ileri yürümelerini işaret etti.

 

Adamlarından biri " Ağam affet ama nereye?"

 

Ağir kararlı bir şekilde "Dilhun’u bulmaya. Onu kocası ve kendi kanımdan olan hain abisinden kurtaracağım. Kim karşıma çıkarsa çıksın, hüküm adaleti getirecek!"

 

demiş ve şehir meydanında herkesin ortasında boşadığı eski karısını orda bırakmış ve ardına bile bakmadan arabalara binerek uzaklaşmışlardı. Kimsenin sesi dahi çıkmıyordu. Çünkü Dila'da ağa kızı idi. Kimseden çıt çıkmadı. Genç kadın hızla toparlanmış ve kalkıp uzaklaşmıştı oradan.

 

 

Bu sırada Dilhun, Berzan’ın sürdüğü arabada başını pencereye yaslamış, gözyaşlarını tutmaya çalışıyordu. Ama içinde patlayan öfke ve çaresizlik, onu boğuyordu. Yanında oturan Jiar, sessizdi. Gözleri Dilhun’un yüzündeki acıya kayıyordu, ama bir şey söylemekte tereddüt ediyordu.

 

Dilhun sessiz ama titrek bir sesle "Nereye götürüyorsunuz beni? Söyleyin! Bebeğimle birlikte nereye sürükleniyoruz?"

 

Berzan, dikiz aynasından Dilhun’a kısa bir bakış attı. Ardından gözlerini tekrar yola çevirdi.

 

Berzan "Seni korumaya götürüyoruz, Dilhun. Bu kadar bilmen yeterli."

 

Dilhun öfkeyle "Koruma mı? Beni koruduğunuzu mu söylüyorsunuz? Siz, beni bu hale getirdiniz.Şimdi de beni susturmak için kaçırıyorsunuz. Koruma dediğiniz bu mu?!"

 

Jiar sonunda dayanamadı. Oturduğu yerden Dilhun’a doğru döndü ve dişlerini sıkarak konuştu.

 

"Kapat çeneni, Dilhun! Seni korumak için neler göze aldığımızı bir bilsen…"

 

Dilhun, gözlerinde öfke dolu yaşlarla Jiar’a döndü.

 

Dilhun bağırarak "Kapatmam! Sen kimsin ki beni susturacaksın? Bana bu kadar kötülüğü yap, şimdi koruduğunu söyle. Hem ne bu beni sevmediğin halde, Seviyorum halleri. Söyle bana, neyin peşindesin Jiar?"

 

Jiar, bir an duraksadı. Dilhun’un bu çıkışı, içinde bir yerlere dokunmuştu. Ama öfkesini bastırmak için yumruklarını sıkıp geri çekildi.

 

Jiar kısık ama tehditkar bir sesle "Sana açıklama yapmak zorunda değilim. Kapat o dilini, yoksa… yoksa gerçekten sabrımı taşırırsın!"

 

Bu sırada Berzan, arabayı bir benzinliğin önünde durdurdu. Derin bir nefes alarak dışarı çıktı ve telefonu eline aldı. Telefonla konuşurken gözleri sürekli etrafı tarıyordu. Dilhun, arabada otururken çaresizlik içinde etrafına baktı. İçindeki ses, birilerinin yaklaştığını söylüyordu.

 

 

Bu sırada Boran, Kırımlı konağının avlusundan uzaklaşıp adamlarına döndü. Gözleri öfkeyle doluydu.

 

Boran adamlarına dönerek "Herkese haber verin. Diyarbakır’ın her köşesini arayacağız. Yiğenimi ve o hain herifi bulana kadar durmak yok! Bu hüküm, burada sona ermeyecek!"

 

Adamlar hızlıca araçlara binip dört bir yana dağıldılar. Boran, o sırada bir taş duvara yaslanıp derin bir nefes aldı. Gözlerini ufka dikti.

 

Boran kendi kendine "Bu iş ya benim zaferimle bitecek… ya da kanımla."

 

 

KARAHAN KONAĞI...

 

Diyarbakır’ın en görkemli konağında, taş duvarların yankıladığı bir sessizlik hâkimdi. İçeride toplanan aşiret ağaları, ağır bir karar için bir araya gelmişti. Herkes birbirine bakıyor, kimse ilk sözü söylemeye cesaret edemiyordu. Masanın başında oturan Mahmut Kırımlı, sert yüz hatları ve bakışlarıyla dikkat çekiyordu. Yanında ise Azad Karahan oturuyordu, ellerini dizlerinde birleştirmiş, başı öne eğikti.

 

Boran Kırımlı, odaya sert adımlarla girdiğinde herkesin bakışları ona çevrildi. Üzerindeki siyah pardösüsü ve kararlı duruşuyla korkusuzca masaya yaklaştı.

 

Boran derin ve tok bir sesle "Bu hüküm meclisi bir karar verecekse, öncelikle her şey açıkça konuşulacak. Yiğenim Dilhun, Jiar’ın elinde! Mahmut Ağa, oğlunun bu yaptığına daha ne kadar sessiz kalacaksın? Kendi oğlun için mi bir kadını kurban edeceksin?”

 

Mahmut Kırımlı, sinirle sandalyesinde doğruldu. Gözlerinde hem öfke hem de kararsızlık vardı.

 

Mahmut Ağa birden " Boran! Bu mesele senin düşündüğünden daha derin. Oğlum Jiar, sevdiği bir kadını bu hâle getirdiyse, bunun hesabını ben de sorarım. Ama mesele sadece bu değil. Aşiretin onuru da söz konusu!" demişti. Ama genç ağa Boran'ı bu sözler tatmin etmemişti.

 

Boran öfkeyle masaya vurmuş."Onur mu? Hangi onurdan bahsediyorsun, Mahmut Ağa? Bir kadını ölümle tehdit ederek mi aşiretine onur kazandıracaksın? Dilhun, bir masum. Onu suçlayanlar, asıl bu meydanda hesap verecek!"

 

Masadaki diğer ağalar başlarını eğip birbirlerine fısıldamaya başladılar. Aralarından biri, sessizliği bozdu.

 

Van aşiretinin ağası Şirwan"Boran doğru söylüyor. Bir kadına bu yapılmaz. Ama Jiar da senin oğlun, Mahmut. Onu korumak da senin görevin. Bu durumda hüküm ne olacak?"

 

Mahmut Ağa, masaya yaslanıp derin bir nefes aldı. Sonra yavaşça başını kaldırıp Azad Karahan’a döndü.

 

Mahmut Ağa "Azad… Kızın Dilhun ve benim oğlum Jiar… Bu mesele kanla çözülür. Ama bu kan, aşiretlerimizi daha fazla bölmesin. Sen ne diyorsun? Kızını ne yapmamız gerekiyor?"

 

Azad Karahan başını kaldırmadan konuştu. Sesi titrekti ama içinde büyük bir öfke vardı.

 

Azad Karahan kısık bir sesle "Dilhun benim kızım, evet… Ama onun kendi kanından insanlar tarafından bu hâle düşmesine göz yummam. Eğer Jiar’dan ayrılmazsa, bu aşiret için daha büyük bir felaket olur. Dilhun’a hükmüm… ölümdür."

 

Boran, duyduğu sözler karşısında sandalyeden fırladı. Gözleri öfkeyle dolmuştu.

 

Boran sert bir sesle "Azad! Sen ne dediğinin farkında mısın? Kendi kızın için ölüm hükmü veriyorsun. Hem de masum olduğu hâlde! Bu cehennemi yaratan sen değil misin? Şimdi onun cezasını Dilhun’a mı keseceksin?"

 

Azad, başını hâlâ yerden kaldırmadan derin bir nefes aldı.

 

Azad Karahan sessiz ama kararlı bir şekilde "Ben bir babayım, ama aynı zamanda bir aşiret reisiyim. Eğer bu meselede kızımı korursam, herkes kendi kuralını uygulamaya kalkar. Aşiretin düzeni bozulur. Hüküm budur, Boran."

 

Boran hiddetle "O zaman ben de yiğenimi kendi ellerimle kurtarırım! Eğer Dilhun’a bir şey olursa, bu aşirette ne hüküm kalır ne de düzen! Kan dökmek isteyen varsa, karşısında önce beni bulur!"

 

Mahmut Kırımlı, Boran’ın bu tepkisi karşısında bir süre sessiz kaldı. Sonra derin bir nefes alıp gözlerini kapattı. Konuşmaya başladığında sesi sert ve duygusuzdu.

 

Mahmut Ağa "Boran… Senin yiğenini kurtarmak için her yolu deneyeceğini biliyorum. Ama ben de kendi oğlumu korumak zorundayım. Eğer Dilhun, bu aşiretin huzurunu bozacaksa, onun yaşamasına izin veremem."

 

Boran, Mahmut’un bu sözleri karşısında dişlerini sıktı. Elleri yumruk olmuştu.

 

Boran "alçak ama tehditkâr bir sesle) "Eğer Dilhun’a bir şey olursa, Mahmut Ağa… Kendi oğlunu değil, kendi soyunu toprağa gömmüş olacaksın. Ve o toprağı ellerimle kazacağım!"

 

Boran, meclisten öfkeyle çıktı ve adamlarına döndü. Gözleri hâlâ kararlılıkla doluydu.

 

Boran "Dilhun’u bulacağız. Onu bu cehennemden kurtaracağım. Kim engel olursa olsun, hüküm benim elimde olacak!"

 

Adamları hızla harekete geçerken, Diyarbakır’ın sokaklarında fırtına kopmak üzereydi. Aşiretler, bu kararla daha da bölünmüş, gerilim tırmanmıştı. Şimdi her şey Boran’ın ellerindeydi.

 

 

Devam edecek...

 

Oylarınızı ve yorumlarınızı bekliyorum ❤

 

Dilhun Kırımlı

Jiar Kırımlı

Boran Karahan

Bölüm : 18.12.2024 19:35 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...