YILDIZLAR HER ZAMAN PARLASIN.
OY VE YORUMLARINIZLA DESTEK OLURSANIZ SEVİNİRİM.
INSTAGRAM, TİKTOK VE YOUTUBE'DAN TAKİP ETMEK İSTERSENİZ; @MİSTYVİBE3
DAHA FAZLA KARAKTER TANITIMI VİDEOSU İÇİN INSTAGRAM VE TİKTOK;
@MİSTYVİBE3
“Volkov’lar boyun eğmez. Asla diz çökmez. Ama ben… Vera’nın önünde diz çöktüm. Çünkü o sadece kalbimi değil, beni tamamen ele geçirdi.” — Viktor Volkov
Vera
Sakin sabahlar çoktan yerini telaşla uyanılan, aceleyle hazırlanan günlere bırakmıştı. Düğünümüze tam üç hafta vardı. Yanımda Viktor, Anastasia ve arkadaşlarım olmasına rağmen—hatta Viktor bir düğün organizatörü bile tutmuştu—her şey bir rüya kadar güzel, bir macera kadar heyecan vericiydi.
O sabah uyandığımda banyodan su sesi geliyordu. Yavaşça doğruldum. Önce pencereyi açtım. İçeri dolan serin ama tatlı hava içimi rahatlattı. Sonra sessiz adımlarla banyoya ilerledim.
Viktor duştaydı. Suyun bedeninden süzüldüğü o anı izlerken, sadece yakışıklılığına değil, kalbini bana ait kılan her şeye yeniden âşık oldum. Bu sadece bir bedenin değil, kaderlerin birlikteliğiydi. Ona her baktığımda kalbim deli gibi atıyor, sonra kalbimi delen ince bir sızı başlıyordu. Bu his, aşktan fazlasıydı.
O an bana döndü. Göz göze geldik. Viktor’un bakışlarında yakıcı bir ateş vardı—bir kez yakalandığında kurtuluşu olmayan, ama içimi yakmayan... tam tersine, ruhumu ısıtan bir ateş.
“Günaydın, bebeğim. Yanıma gelsene,” dedi o tanıdık, derin sesiyle.
Hepsi bu kadardı. Sert, erkeksi ama tutku dolu bir ses tonuyla söylenen iki kelime… Sihir gibiydi. Üzerimdekileri çıkardım ve duşa doğru ilerledim. Viktor beni kollarının arasına çektiğinde, hiç direnmedim. Dokunuşlarının hem sertliği hem de nazikliği içinde eridim. Dudaklarımı sahiplenen öpücüklerine, saçlarımı kavrayarak beni kendine çekmesine teslim oldum.
Sonra, nefes nefese kalmışken dudaklarıma fısıldadı:
“Ty moy, tol'ko moy.” “Benimsin, sadece benim.”
Parmakları saçlarımda gezinirken, dudaklarıma tutku dolu bir öpücük kondurdu. Ardından, boğuk sesiyle devam etti:
“Ty prinadlezhish' mne.” “Sen bana aitsin.”
Öpücükleri boynuma indiğinde içimdeki deli kıvılcım yangına dönüştü. O ses, o hırıltı… beni hep aynı şekilde etkiliyordu. Onun her dokunuşunda, kendimi bir deliliğin kıyısında buluyordum. Viktor da benden farklı değildi. Özellikle adını fısıldadığımda...
“Viktor...”
Adını dudaklarımdan duyduğu an sınırlarını yok ediyor, kendime ait yeni sınırlar çiziyordum. Nefes nefese kaldığında, kalbinin atışlarını duyuyordum. Başını boynuma gömdüğünde saçlarını okşadım.
“Ya vozrozhdayus' kazhdyy den' s toboy.” “Her gün seninle yeniden doğuyorum.”
Fısıldadığım her Rusça kelime, onun boğazından yankılanan bir hırıltı olarak çıkıyor, tutkuyla doluyordu gözleri. Başını kaldırdı. Göz göze geldiğimizde, gülümsedi.
“Ya vlyublena v tebya, moye solntse.” “Sana aşığım, güneşim.”
“Ya vlyublena v tebya, Viktor.” “Sana aşığım, Viktor.”
Beni dudağımdan öptükten sonra diz çöktü ve karnımı öptü.
“Vy oba — smysl moyey zhizni.” “İkiniz de hayatımın anlamısınız.”
Ona gülümsedim. Karnıma bir öpücük daha kondurdu. Ardından ayağa kalktı. Duşta beni her zamanki gibi o yıkadı. Saçlarımı büyük bir özenle şampuanladı, duştan çıktığımızda ise nazikçe taradı. Kuruturken beni izledi.
“Bugün neler yapacaksınız?”
“Gelinlik provam var. Sonra organizatörle buluşup çiçekleri seçeceğiz.”
“Jack ve Frannie yanında olacaklar, değil mi?”
“Evet. Sevgilim?”
Beni tanıyordu. O erkeksi gülümsemesi yüzünde belirdi.
“Bu bakışları tanıyorum. Bir şey isteyeceksin,” dedi gülümseyerek. Ardından arkamda durup saçlarımı okşamaya başladı. “Söyle, güneşim.”
“Ekaterina ile Ivan’ı uzun zamandır görmedim. Acaba…”
“Olmaz,” dedi hemen. “Yulia Kuznetsova ile bağlantılarını bulamasam da, oraya gidemezsin, bu riski göze alamam.”
“Peki… onları buraya getirebilir misin? Ya da düğüne?”
“Neden?”
Alt dudağımı ısırdım. Anlatması zordu.
“Büyükannemi ve ailemi tanıyorlar. Onlar yanımda olursa… yani, belki… ailem de yanımdaymış gibi hissedebilirim.”
Bir süre sessiz kaldı. Sonra alnımı öptü.
“Düşüneceğim, güneşim. Hazırsan kahvaltı için inelim.”
Ayağa kalktım, uzattığı elini tuttum.
“Olur, sevgilim.”
Birlikte merdivenlerden indik. Kahvaltı masası çoktan hazırlanmıştı. Frannie’nin içten kahkahası evin içinde yankılanıyordu. Masaya geçtiğimizde, günaydın dedik. Sonra yerimize oturduk. Jack bana döndü.
“Sen gelmeden önce bana ne gösterdiğini görmek ister misin?”
Frannie hemen araya girdi.
“Jack! Ama sürpriz olacaktı.”
“Şimdi daha da merak ettim,” dedim, gülümseyerek.
Telefonu elime aldığımda, fotoğrafı görünce kahkahamı tutamadım. Minik bir bebek pankek kostümünün içindeydi. Başında yaban mersinli bir pankek şapka, üzerindeki elbise sanki çikolata soslarla süslenmişti. Gerçekçi bir tabak içinde oturuyordu, yanına meyve bile bırakılmıştı.
“Tanrım, Viktor. Bunu görmelisin!”
Jack telefonu Viktor’a uzattı. O da gülümsemeden edemedi. Frannie’ye döndüm. Kaşlarını çatmıştı.
“Jack’e kızma. Ayrıca… gülmek iyi geldi.”
“Minik pankekim için elbise arıyorum,” dedi Frannie. “Bir arkadaşım vasıtasıyla buluyorum. Ve siz… hepiniz sürprizimi mahvediyorsunuz!”
Jack ellerini havaya kaldırdı.
“Affedersin, bebeğim… ama bu fotoğrafı görmelilerdi. Şu bebeğin tatlılığına bakar mısın?”
“Benim pankekim daha tatlı olacak,” diye cevapladı Frannie, hafifçe burnunu kaldırarak.
Onlar tatlı atışmalarına devam ederken, Viktor’la göz göze geldim. Son haftalarda bu bakışına sıkça denk geliyordum. Aşk vardı elbette ama en çok… sabırsızlık ve derin bir özlem. Gözlerini kaçırdı, sanki kendini sakinleştirmeye çalışır gibi. Kahvesinden bir yudum aldı, ardından kahvaltısına döndü. Ben de kahvaltıma döndüm. Jack ve Frannie’nin neşeli sohbeti eşliğinde, içimde yavaşça büyüyen huzuru kucakladım.
Kahvaltının sonlarına doğru Viktor, her sabah yaptığı gibi yanımdan kalktıktan sonra sessizce yanıma geldi. Tek eliyle çenemi kavradı, önce burnuma, sonra dudağıma yumuşak bir öpücük kondurdu. Onun bana dokunuşu... ister parmak uçlarıyla ister dudaklarıyla olsun, içimdeki tüm hisleri bir süreliğine durduruyordu. Sanki zaman, o anın içinde donup kalıyordu.
“Bana ihtiyacın olursa ara, güneşim.”
Sonra doğruldu ve Jack’e döndü. Sesi sert ama sakindi.
“Ayrı bir ekip daha arkanızda olacak, Jack.”
“Sorun değil, Viktor. Ben de kızlara göz kulak olurum.”
“Teşekkürler. Akşama görüşürüz.”
Kapıya yönelmişti ki, bir an durdu. Ardından hepimize dönerek konuşmaya devam etti:
“Akşam ailem buraya gelebilir. Vera’yı özlediler. Ayrıca sizinle yeterince zaman geçiremediklerini söylediler.”
“Harika olur.”
Frannie, Viktor’a gülümsedi.
“Hem Sofi’ye dans figürleri öğretecektik, değil mi Jack?”
“Öyle.”
“Her şey siz gelene kadar hazır olur. İşleri halletmek için acele etmeyin.”
“Tamam, sevgilim.”
Viktor’la göz göze geldik. O an aramızdaki bağı kelimelere dökmek imkânsızdı. Sessizce yanımızdan ayrılırken, Frannie bana döndü. Bakışlarında alaycı bir merak vardı.
“Sana her seferinde bu şekilde mi bakacak?”
“Nasıl?”
“Mümkün olsa seni kendine hapsedecek gibi…”
“Frannie…”
Sözümü henüz tamamlayamadan Jack araya girdi.
“Mümkün olsa senden bir an bile ayrılmayacak gibi.”
Bakışlarım Jack’i buldu. Frannie zaman zaman duygularını uçlarda yaşasa da, Jack… o aramızdaki en sakin limandı. Söylediği her söz gerçeğin ve sarsılmaz inancının yansımasıydı. Bu yüzden onun sessizliği bile derindi.
Jack başını eğip alçak sesle sözlerine devam etti: “Senden ayrı kalamıyor, Vera.”
Derin bir nefes aldım. Gözlerim kaçamak bir şekilde masaya kaydı. Elimdeki peçeteyle oynamaya başladım.
“Ondan ayrı kalmak... bir süreliğine bile olsa canımı yakıyor. Ama Viktor yanımdayken her şey kolaylaşıyor. Nefes almak bile.”
Frannie ciddiyetle konuştu:
“Birbirinize ne kadar âşık olduğunuzun farkındayız.”
Başımı kaldırdım. Bu kez onun gözleri doluydu. Benimkiler de öyle.
“Vera, senin adına çok mutluyuz.”
“Frannie…”
Sesim titredi. Duygularım boğazımda tıkanmış gibiydi.
“İkiniz de sulu gözlü oldunuz çıktınız,” dedi Jack gülümseyerek.
Akan yaşlarımızı silerken, hepimiz o anın sıcaklığında eridik.
“Sizi çok seviyorum, çocuklar.”
“Biz de seni, Vera.”
Jack saatine baktı.
“Akşam ailen gelecek. Geç olmadan kalkalım ve işlerimizi halledelim. Son zamanlarda ikinizin kararsızlığı da eşit seviyede. Çiçekleri seçmemiz uzun sürebilir.”
“Jack!”
Frannie, ona yarı ciddi yarı neşeyle baktı. Jack, onun beline sarılıp dudaklarına öpücük kondurdu. “Sorun değil, sevgilim. Size yardım etmek için orada olacağım.”
Beni yanlarına çağırdıklarında hemen gittim. Birbirimize sarıldık. Frannie ve Jack bir dosttan öteydi. Varlıkları her zaman güç veriyordu. Jack geri çekildiğinde saatini işaret etti. Hemen odalarımıza çıkıp eşyalarımızı aldık ve dışarıda bizi bekleyen araçlara yöneldik. Viktor’un sözünü ettiği güvenlik ekibi hazırdı. Yola çıktığımızda beş araba, arka arkaya ilerliyordu. Viktor hiçbir detayı şansa bırakmazdı.
Çiçekçiye vardığımızda, düğün organizatörümüz bizi bekliyordu. Dükkânın içi büyüleyici kokularla doluydu. Beyaz güller, ortancalar, krizantemler… Hepsi birer tablo gibiydi.
“İlk tercihim beyaz güller ama… bahçe için yeterli olmayabilir.”
Organizatör anında cevapladı:
“Beyaz gül ve krizantemden oluşan bir gelin çiçeği görmek ister misiniz?”
Çiçekçiye döndü, görsel bir buket hazırlamasını istedi. Frannie’yle göz göze geldik. İkimiz de aynı şeyi düşünüyorduk.
“Harika.”
Organizatör memnuniyetle devam etti:
“Bahçeye de beyaz ortanca, krizantem ve güllerle süsleme yaparız. Konukların masalarında aynı çiçeklerden oluşan vazolar yer alır. Ne dersiniz, Bayan Vera?”
Jack’e ve Frannie’ye döndüm. Frannie söze girdi:
“Buket olarak çok hoş ve zarif görünecektir, Vera. Masa ve bahçe için de şık bir seçim.”
“Ben sizin kadar anlamasam da… beyaz çiçekleri her zaman zarif bulmuşumdur.”
“Tamam. Bu şekilde hazırlanabilir. Ben de çok beğendim.”
Organizatör not alırken konuşmasına devam etti.
“En kısa sürede masa, bahçe ve gelin buketi için son örnekleri 3D olarak göndereceğim. Buket kurdelesinin rengi ne olsun?”
“Mor ve eflatun tonlarını severim.”
“Harika. Seçim yapmanız için birkaç tasarım hazırlayacağım.”
“Teşekkür ederim.”
“Rica ederim Bayan Vera. Beğenmeniz bizim için çok önemli.”
Birkaç not daha aldıktan sonra tabletini kapattı ve bana döndü.
“Şimdilik buradaki işimiz bitti ama benim de oturma düzeniyle ilgili birkaç sorum var. Uygunsa yakındaki bir kafeye geçelim.”
“Olur.”
Çiçekçiye teşekkür edip çıktık. Organizatörümüzle bir kafeye geçtik. Kahvelerimiz eşliğinde detayları konuştuk. Organizasyonun neredeyse tamamı şekillenmişti. Organizatör ayrıldıktan sonra biz biraz daha oturduk. O kadar zamandır aynı evdeydik ama sanki hiç konuşmamış gibiydik. Sohbet uzarken, keyfimiz yerindeydi. Telefonum çaldığında sohbetimiz bölündü. Numara kayıtlı değildi. Büyükannemin ölüm haberini bu şekilde aldığım günden beri, tanımadığım numaralar içimde fırtınalar koparıyordu.
“Ne oldu?” diye sordu Frannie.
“Numarayı tanımıyorum.”
Jack elini uzattı.
“Ben açayım, Vera.”
Derin bir nefes aldım. Ama tam o sırada arama sonlandı. Telefonu bırakacaktım ki, aynı numara tekrar aradı. Dayanamadım. Açtım.
“Merhaba, Vera.”
Nefesim kesildi. Ses… tanıdıktı. Tehditkâr ve sahte bir zarafetle süslenmiş geçmişin bir yankısı: Yulia Kuznetsova. Mikhail Voronin’in halası. Büyükannemin bir zamanlar dostu sandığım kadın. Aslında düşmanım.
Frannie ve Jack, yüzümdeki ifadenin değiştiğini anladı. Jack telefona uzandı ama durmasını işaret ettim.
“Beni nasıl arayabiliyorsunuz? Hangi cesaretle?”
“Sakin ol, Vera. Hamileler için stres ve öfke iyi değildir.”
Sözleri buz gibiydi. Elim refleksle karnıma gitti. Jack’in yüzü gerilirken, Frannie endişeyle bana baktı.
“Seni unuttuğumuzu düşünmedin değil mi, Vera?”
“Siz…”
“Sözümü kesmemelisin, kızım.”
Hattın diğer ucundan kısa ama alaycı bir kahkaha geldi.
“Yakında, Vera… bir şekilde bizden haberin olacak. Seni unutmadığımızı anlayacaksın.”
Jack telefona uzandı ama artık çok geçti. Bağlantı kesilmişti. Frannie elimi tuttu. Jack numarayı geri aradı.
“Hat kullanım dışıdır.”
Sessizlik çöktü. Jack telefona baktı, sonra bana döndü.
“Ne konuştunuz?”
Hepsini anlattım. Jack yerinden kalktı, hemen birkaç telefon görüşmesi yaptı.
“İyi misin, Vera?” diye sordu Frannie.
“Bilmiyorum… ben…” Elim bir kez daha karnıma gitti. “Frannie… korkuyorum.”
Frannie elimi sıktı. Gözleri kararlılıkla doluydu.
“Sana söz veriyorum, kötü hiçbir şey olmayacak.”
“Umarım…”
Jack yanımıza döndü. Arkasında üç adam vardı. Prizrak ve Drakon timinden. Viktor’un sessiz ama ölümcül adamları.
“Viktor’un yanına gidiyoruz.”
“Peki.”
Kalktık. Arabalara bindik. Frannie ve Jack’i daha fazla üzmek istemedim. Başımı camdan dışarı çevirdim. Gri gökyüzü, içimde büyüyen kasvetle yarışıyordu. Sessizlikte bile tehdit vardı.
İçimde... derinlerde bir yere... korkunun soğuk eli dokunuyor, tüm acıları yeniden uyandırıyordu.
Viktor
Sabah... Serindi. Havanın değil, içimdeki sessizliği delen düşüncelerin soğukluğuydu bu. Masanın etrafında Soldat’ın yöneticileri, Sovet danışma grubunun liderleri ve haznedarımızla birlikteydik. Konu açık ve tek bir noktaya odaklıydı: Kiril Azarov ve Mikhail Voronin.
Henüz yerlerini tespit edememiştik. Ama kokularını alıyordum. O karanlık kıpırdanmayı, yaklaşan fırtınayı... Görmeden bile hissediyordum. Olası saldırı senaryoları, para akışları, sonuçlar, taraf değiştirme ihtimali olan aileler… hepsi tek tek tartışıldı. Dinledim. Not aldım. Ama zihnim… zihnim hâlâ Vera’daydı.
Toplantı bittiğinde odamda yalnızca Dmitriy ve amcam kalmıştı.
“Neredeyse her şey hazır. Ama yerlerini bulamıyorum.”
Dmitriy’in sesi sinirlerine hâkim olmaya çalışan bir adamın sesiydi. Amcam kolunu sıktı, sonra doğrudan bana döndü.
“Bulacağız. Gerilme.”
“Sen de sakinliğini koru Viktor. Her şey yoluna girecek.”
Gözlerimi kaçırmadım. Ama içimde bir şey, kaburgalarımın arasında kasılı kalıyordu.
“Bilmiyorum, amca. İçimde kötü bir his var. Bu his beni mahvediyor.”
“Geçmişin… yaşadığın onca travma kolay değil, Viktor. Ama Vera… onun senin için ne anlama geldiğini hepimiz biliyoruz. Şu an tehdit altındasın. Baskı altında olman normal.”
Elim istemsizce yumruğa döndü. Sakin görünüyordum ama içimde bir volkan kaynıyordu.
“Eğer Vera’ya ya da bebeğimize bir şey olursa… devam etmem.”
Sözlerim odanın atmosferini bir bıçak gibi kesti. Dmitriy’in nefesi bir anlığına durdu. Başımı kaldırmadım. Gerçeği onlar da görüyordu.
“Etmem, amca. Çünkü o…”
Cümleyi tamamlayamadım. Gerek de yoktu. Vera, benim sadece hayatım değildi. O benim nefesimdi. Kalbimdeki karanlıkla savaşıp ışığı bulmamı sağlayandı. Benim güzel balerinim... yaşamaya değer ne varsa onunla vardı. Onsuz bir hayat düşünmek mi? Hayır... Bu bir seçenek değildi. Bu bir felaketti ve ben, böyle bir felaketin içinden sağ çıkacak biri değildim. Onu kaybedersem... ben de yok olurum.
Uzun bir sessizlik oldu. Sonra gözlerimi kaldırdım. Amcamla Dmitriy’in yüzlerine baktım. Gözlerinde sadece korku yoktu. Aynı zamanda o bakışlarda beni asla yargılamayan bir anlayış vardı.
“Her şeyin farkındayız, Viktor. Onları koruyacağız.”
Gözlerim karardı. Derin, boğuk bir sesle konuştum.
“Önceliğinizi unutmayın. Beni değil, Vera’yı kurtaracaksınız. Bu, Pakhan olarak hepinize emrimdir.”
Dmitriy gözlerini kapadı. Çene kasları gerildi. Pakhan’ı korumak herkesin içgüdüsüdür. Ama ben artık kendi güvenliğimi hiçe sayan bir adamdım. Çünkü artık sadece kendim için yaşamıyordum.
“Tamam.”
O an telefonum çaldı. Jack’ti. Anında açtım.
“Viktor, müsait misin?”
“Evet. Bir şey mi oldu?”
Sessizliğin ardından gelen iç çekişi duyduğum anda, kalbim hızlandı. Sonra kelimeler yavaşça döküldü.
“Yulia Kuznetsova, Vera’yı aramış.”
O an ayağa fırladım. Öfkem damarlarımdan taşarken sesim buğulu ama keskin bir çelik gibiydi.
“Her şeyi anlat.”
Jack konuşmasını bitirdiğinde yumruğum masaya indi. Öfkem beni yutuyordu.
“Hemen buraya gelin.”
Telefonu kapattım. Gözlerim karanlık bir girdaba dönmüştü. Amcama ve Dmitriy’e döndüm.
“Yulia Kuznetsova, Vera’ya ulaşmış.”
Dmitriy ayağa sıçradı. “Nasıl? Hangi cesaretle?”
Amcam araya girdi.
“Sakin olun. İkiniz de.”
“Olamam, amca.”
“Ben de.”
Dmitriy gözlerini babasına, ardından bana çevirdi.
“Ne demiş?”
“Hamile olduğunu öğrenmiş. ‘Seni unutmadık’ demiş. ‘Yakında bizden haberin olacak’ diye de eklemiş.”
“Kahretsin!”
Dmitriy tekrar koltuğa çökerken ben pencereye yöneldim. Camı açtım. Soğuk hava yüzüme çarptı. Normalde beni ayıltması gerekirdi. Ama bu kez... iyi gelmedi. Çünkü ben hâlâ kaynıyordum. Ben Vulcan’dım. İçimdeki volkan artık durdurulamazdı. O kadının ve ailesinin... Vera’ya dokunmasına, ona ve bebeğime zarar vermesine asla izin vermeyecektim.
“Düğün günü koruma iki katına çıkacak. O güne kadar da Vera, sizde kalacak. Dmitriy, iletişim güvenliğini denetleyen ekibi sorgula. Vera’nın telefonuna nasıl ulaştılar? Öğren. Sorumlusu kimse... gereğini yap.”
“Bugün hallederim.”
“Drakon timini görmek istiyorum.”
“Ne zaman istersen, eğitim alanına gideriz.”
Amcam dikkatlice yüzüme baktı. Sesi yumuşaktı ama uyarıcıydı.
“Bu kadar öfkelenmemelisin. Kendini kontrol etmekte zorlanıyorsun.”
“Vera söz konusuysa... nasıl davranmamı bekliyorsun?”
“Hepimiz ona duyduğun aşkı biliyoruz. Ama sakin olman gerek. Bir yanlış adım planı altüst eder. Ben senin akıl hocalarından biriyim, amcanım... seni korumak benim görevim. Ama bazen seni, senden korumam da gerekiyor. Gölgelerin içindeyiz, evet. Ama zamanı geldiğinde ışığı biz açacağız. Gölgeler kaçamadan... onları biz avlayacağız.”
Sözleri kafamda yankılandı. Ama kolay değildi. Çünkü kalbim değil, ruhum yangın yeriydi.
“Mikhail Voronin tam da bunu istiyor. Seni öfkelendirmek. Seni senin silahınla vurmak. Öfkeni kontrol edemezsen, kendine yenilirsin. Bir kez izin verdim buna. Sevdiklerimiz yok edildiğinde... ama bir daha o hâlini görmek istemiyorum, oğlum. O kadar acımasız, o kadar göz dönmüş, o kadar kayıp bir Viktor… bir daha olmamalı.”
Sözlerinin sonunda gözleri doldu. Ardından Dmitriy’e döndü. Göz göze geldiler. Sonra Dmitriy ile bana baktılar. Bakışlarının ardında tek bir anlam vardı: Hüzün.
“Eğer Vera hayatına girmeseydi, seni bir daha bu hâlde göreceğime inanmazdım. Üst üste yaşadığın şeyler seni değiştirdi. Ama bu sadece bir değişim değildi Viktor, sen kendini yitirdin. Hissetmedin. Kalbini bizden bile sakladın. Vera seni geri getirdi. Sadece seni değil, hepimizi değiştirdi. Ailemizi bir araya getirdi. O yüzden… artık o da bizim ailemiz. Sen söylemesen bile, onu ölümüne koruyacağız. Ama senin o karanlığa geri dönmene izin vermem.”
Başımı salladım. Kalbim hâlâ öfkeyle çarpıyordu. Ama onların bana duyduğu güven, en azından bir süreliğine beni tutuyordu.
Amcam ayağa kalktığında Dmitriy de onu izledi. Ama gitmediler. Belli ki amcamın söyleyecekleri bitmişti.
“İşleri düşünme, biz hallederiz. Eğitim alanını görmek istersen öğleden sonra birlikte gideriz.”
“Olur, amca.”
Gözüm saate gitti. Zaman daralıyordu. Dmitriy anlamış gibi öne çıktı.
“Ben güvenliğin artırılmasıyla ilgileneceğim. Hem düğün hem malikane için. Ayrıca bilgisayar uzmanlarını da toplayacağım. Hata kimden kaynaklandı, en kısa sürede öğrenirim.”
Başımı hafifçe salladım. Düşüncelerim başka yerlerdeydi. Ama bir şey daha vardı.
“Vera için yeni bir telefon ve temiz bir hat ayarla.”
“Olur, Viktor.”
Dmitriy odadan çıkarken amcam bana yaklaştı. Gözleri, yılların tecrübesini taşıyan bir adamın gözleriydi.
“Bazı insanlar hayatına bir fırtına gibi girer, Viktor. Yıkıp geçerler. Ama bazen... o fırtına olmadan uyanamazsın. Vera hepimizde öyle bir etki yarattı. Ama yıkmadı. İnşa etti. Onarılmamız gereken yerleri gösterdi bize. Sen de toparlan. Vera geldiğinde onu daha fazla endişelendirme. Zaten korkmuştur.”
“Tamam.”
“Görüşürüz oğlum.”
Gidişiyle odada kalan sessizlik fazla uzun sürmedi. Kapı açıldı ve içeri, asistanımla birlikte Vera, Jack ve Frannie girdi. Vera’nın yüzünde gördüğüm şey, öfkemin damarlarımda yeniden alevlenmesine neden oldu. Korkuyordu. Kalbi çırpınan bir kuş gibi... Benim içimde ise onun tedirginliğiyle tetiklenen bir volkan vardı. Ama amcamın sözleri hâlâ kulağımdaydı. Sakin kalmalıydım. Onu daha fazla üzemezdim.
Hemen yanına yürüdüm. Hiç konuşmadan, onu kollarıma aldım. Vücudu titriyordu. Tanrım... Bu kadar savunmasız olmasını istemezdim. Korkmasını istemezdim. Saçlarını tek elimle yana çekip boynuna bir öpücük kondurdum. Tenine değil, kalbine dokunmak istercesine.
“Korkma, güneşim. Ben yanındayken asla hiçbir şeyden korkma.”
Bana tek cevabı, daha sıkı sarılması oldu. Kollarımda güçsüzleştiği o an, gözlerim Jack’e kaydı. Gergindi. Haklıydı.
“Lütfen, oturun. Bir şey içer misiniz?”
“Hayır, Viktor.”
Onlar koltuğa geçerken, ben de Vera’yı elinden tutup karşılarındaki tekli koltuğa götürdüm ve oturmasına yardım ettim. Yanında durdum. Bir elim yüzünün hatlarında gezindi. Ona dokunmak aslında beni sakinleştiriyordu. Ardından elim o ipeksi saçlarına ilerledi. Vera’nın saçlarına dokunurken bedenindeki gerginliği, teninin altındaki titreşimi hissedebiliyordum.
“Neler oldu? Hepsini baştan anlatır mısın?”
“Aslında uzun bir konuşma değildi, Viktor.”
Kaşımı kaldırdım. Bu cevapla yetinmeyeceğimin farkındaydı. Derin bir nefes aldı ve sonra konuşmaya başladı. Söylediklerini dinlerken, içimdeki sessizlik yerini buz gibi bir hiddete bıraktı.
“Telefonuma nasıl erişebildiler, Viktor?”
“Öğreneceğim. En kısa sürede.”
Bana güveniyordu. Ama güvenin içinde haklı bir korku da vardı. İç çekişini duyduğumda, onu bu halde görmenin beni nasıl mahvettiğini bir kez daha anladım. Sonra kararımı ona açıkladım.
“Ailemin evinde kalacaksınız, Vera. Tespiti zor, gizli bir yer. Konum olarak da güvenli. Düğüne kadar orada kalmanı istiyorum.”
Bir saniyelik sessizlik.
“Ya sen?”
Gözlerime baktı. O gözlerde beni yutacak kadar saf bir sevgiyle birlikte kırılgan bir korku vardı. Elim istemsizce ensesine uzandı. Dokunuşumda onu korumaya yeminliydim. Ama cevabım kaçınılmazdı.
“Beni takip ettiklerinden eminim. Sizin yerinizi açığa çıkaramam, malysh. Bir süre birbirimizden uzak kalmamız gerekecek.”
“Gitmeyeceğim.”
İnadı... onun bu inadı bile güzeldi. Yine de şimdi değil. Bu sefer beni dinlemek zorundaydı. Jack ile Frannie’ye döndüm.
“Bizi yalnız bırakabilir misiniz?”
“Elbette, Viktor.”
Asistanımı çağırdım. Onlara bar kısmında ikramda bulunmasını söyledim. Kapı kapanır kapanmaz dizlerimin üzerine çöktüm. Ben... bir Volkov’dum. Ama Vera... o bana diz çöktüren tek kadındı.
Gözlerime baktığında söyleyeceğim her şey onun için, sadece onun içindi.
“Seni ve bebeğimizi korumak zorundayım. Beni dinlemek zorundasın, malysh.”
“Senden ayrı kalamam, Viktor. Bu kadar korkuyorken... bu kadar endişeliyken olmaz. Seni düşünerek daha çok gerileceğim.”
“Her gün ararım Vera. Yanına gelemem belki ama sesimi istediğin kadar duyacaksın.”
“Viktor...”
İçimi yaktı sesi. Ama kararlıydım.
“Bebeğim sadece düğüne kadar. Vera… anlamıyorsun. En ufak bir tehdit bile gözümden kaçamaz. Seni korumamın tek yolu, güvende olduğunu bilmek.”
Bir süre gözlerimin içine baktı. Direndiğini görebiliyordum ama sonunda kabul etti.
“Peki ya hazırlıklar?”
“Çoğuyla ben ilgilenirim. Akşamları da Dmitriy’in hattından organizatörle konuşursun.”
Çantasına uzandım ve önüne koydum. “Bana telefonunu ver.”
Sakin görünüyordu ama parmakları hâlâ titriyordu. Çantasını açtı ve sessizce telefonunu uzattı.
“Dmitriy bu akşam sana yeni bir telefon ve temiz bir hat getirecek. Sadece benimle görüşeceksin.”
Gözlerini gözlerimden ayırmadı. “Peki, Viktor.”
İçimde bir şey koptu. Beni dinlemişti. Ama bedeli, onun gözlerindeki o hüzün olmuştu.
“Birazdan Andrei ve diğer korumalar seni eve götürecek. Eşyalarını da Dmitriy getirir.”
Gözlerini kaçırdı. İşte... Yine o Vera’ydı. Duygularını içine gömen, konuşmadığı zamanlarda bile gözleriyle dünyasını ele veren kadın. Yüzüne eğildim. Çenesini avucuma aldım. Bana bakmak zorunda kaldı. Gözlerindeki sessizlik, yüreğimi yumruk gibi sıkıyordu.
“Susma Vera. Düşüncelerini, duygularını... özellikle kendini benden sakladığında kendimi çok kötü hissediyorum.”
Bir an durdu. Sonra sesindeki o sitemle kılıcı doğrudan kalbime sapladı.
“Böyle mi olacak Viktor? Beni de adamlarını yönetir gibi mi idare edeceksin?”
Benden uzaklaştı, bedenini değil ama ruhunu benden çekti. Boğazımda bir düğüm oluştu.
“Hayır. Bu durum farklı, malysh. Sen… farklısın. En değerlimsin. Bunları söyleme.”
Elimi yavaşça itti. Ayağa kalktı. Bu sefer benden tamamen uzaklaştı.
“Son günlerde sana ne kadar ihtiyacım olduğunun farkında mısın?”
Konuşmak üzereydim. Ama izin vermedi. Beni susturdu.
“Senin için ne kadar korktuğumu biliyor musun? Özellikle de bebeğimiz için…”
Onun sesi... kelimeleri değil, arkasındaki kırılganlık yaktı canımı. Adımlarımı atmadan önce ruhum onun yanına koşmuştu bile.
“Vera… Benim korkmadığımı mı sanıyorsun? Bu yüzden—”
“O zaman yanımda ol! Evde kalmama izin ver. Seninle.”
Dayanamadım. Onu kendime çektim, dudaklarım dudaklarına kapandı. Bir elim saçlarının arasına kayarken, o eşsiz kokusunu ciğerlerime çektim. Zihnim bulanıyordu. Sınırlarımı çoktan aşmıştım. Onun yakınlığı... nefesi... boğazından çıkan o minik, tatlı iniltiler... beni deliliğin kıyısına itti.
Onu kucağıma aldım, masama oturttum. O an, her şey sussun istedim. Düşmanlar, planlar, korkular... hepsi. Sadece Vera kalsın. Sadece o ve ben. Beni kendine çekmeye çalıştı. Gözlerimiz buluştu, o gözler bana hem şaşkın hem öfkeli bakıyordu ama durmamı istemiyordu. Gözlerinde yanan şey, beni çağırıyordu. Ceketimin yakasını kavradı. Hafifçe beni kendine çekerken onu durdurdum. Ceketimin yakasını tutan elini avucumun içine aldım ve dudaklarıma götürdüm. Öptüm. Sonra avuç içini... kalbinin uzantısını.
“Şimdi olmaz, malysh. Sen bu kadar korkmuşken olmaz.”
Başını yere eğdi.
“Anladım.”
Ellerimi bedeninin iki yanına koydum. Yüzüne eğildim. Onunla aynı hizada nefes almak... nefesini tenimde hissetmek… yemin ederim ki, hayattaki en huzurlu anımdı. Yaşadığımı hissettiren nadir bir an.
“Her zaman ilk ve tek düşüncem sen olacaksın, güneşim. Sen ve bebeğimiz.”
“O zaman... ikimizi de yalnız bırakma.”
Bakışları... sesi... her şeyinde beni sarsan bir yalvarış vardı. Vera, sadece ruhumu değil, kontrolümü de ele geçiriyordu.
“Vera…”
“Viktor, lütfen. Hayatımızda bu kadar stres varken bir de senden uzak kalmak istemiyorum. Endişelerini anlasam da, bu durum beni de korkutsa da yanında kalmama izin ver. Lütfen.”
Yutkundum. Her defasında dayanamayacağımı bildiğim fırtınamdı o. Sadece kalbimi değil, karanlığımı da teslim ettiğim kadındı. Onunla mücadele edemezdim. Etmek istemezdim. Hele ki bu masum bakışlarıyla bana baktığında…
“Tanrım Vera…”
Dudaklarına eğildim. Ona dokunmadan önce kelimelerim döküldü nefesime.
“Karşısında diz çöktüğüm tek kadınsın.”
Vera
Dudaklarımı ele geçirmeden önce söylediği o cümle kalbimi yaktı. Yumuşak ama bir o kadar da kudretliydi sesi. Dokunuşlarıysa... ateş gibiydi. Boynumu hafifçe yatırdığımda, oraya bıraktığı küçük öpücüklerle sadece tenimi değil, içimdeki tüm dengeyi alt üst etti. Öfkesini, arzusunu... aynı anda hissedebiliyordum. Sanki bedeninden taşan bir enerji vardı; onunla temas eden her şeyi saran, kavuran bir şey.
Sonra o sesiyle konuşmaya devam etti. Derin, tutkulu, karanlık ve benim için yaratılmış gibi bir sesle: “Beni tamamen ele geçirdin, malysh.”
“Sen de beni, sevgilim.”
Boğazından çıkan kısık, hırıltılı kükreme beni ürkütmedi… tam tersine kalbimin daha da hızlanmasına neden oldu. Ama tam devam edecek sanırken... geri çekildi. Gözleriyle beni süzerken nefesimi tuttum. “Sen kazandın, güneşim. Eve döneceksin ama düğüne kadar dışarı çıkmana izin veremem. Her şeyi evden halledeceksin. Taviz… bunu daha önce konuşmuştuk.”
İtiraz etmeyecektim. Onu bu kadar gergin görmek beni de tedirgin ediyordu. Viktor’un taviz dediği şey, aslında çoğu zaman kararlarını bana dayatmak için kullandığı yumuşak bir güçtü. Ama… yine de boyun eğdim.
“Çoğunlukla bu taviz konusunu kendi lehine kullanıyorsun ama tamam, sevgilim. Seni endişelendirmek istemiyorum.”
Beni inceledi. Gözlerinde karanlıkla karışık bir yorgunluk vardı. Bu adam… benim için kendinden bile vazgeçmeye hazırdı. Ve ben? Ben, sadece onu yanımda istiyordum. Her şeyin ortasında bile bana ait kalan tek güvenli liman oydu.
“Jack ve Frannie için de üzgünüm. Hiçbirinizi sıkıntıya sokmak ya da üzmek istemem ama şu an her şey... fazla belirsiz. Özellikle de düşmanımızı hala yakalayamamışken hatta senin telefonuna bile erişmişken... bu kuralıma uymak zorundasınız, bebeğim.”
“Onlarla konuşurum. Anlayış göstereceklerdir.”
Beni belimden kavrayıp usulca masadan indirdi. Yine o sıcak bakış... yine o dudağımda dans eden öpücük...
“İşimi bitirir bitirmez geleceğim. Beni bekle, malysh. Aslında akşam geldiğimde… üstünde bir şey olmasına gerek yok.”
Bana göz kırptığında yüzüm anında yandı. Utandım. Kalbim o kadar hızlı atıyordu ki, sesini duyacağından korktum. O ise her zaman yaptığı gibi gülümsedi. Yanağıma bir öpücük kondurduktan sonra telefonunu çıkardı. Ses tonu ciddiydi ama içinde hâlâ bana ait bir sıcaklık vardı.
“Bir an önce eve gitsen senin için daha iyi olacak, güneşim.”
Bir tuşa bastı.
“Andrei, odama gel.”
Telefonu kapadıktan sonra yüzüme eğildi. Çenemi avucunun içine alıp burnumun ucuna minik bir öpücük kondurdu.
“Seni seviyorum, malysh.”
“Seni seviyorum, sevgilim.”
Kapı çaldı. Andrei içeri girdiğinde Viktor gözlerini ondan ayırmadan konuştu.
“Planlar değişti. Vera ve arkadaşlarına Vladimir’in evine kadar eşlik eder misin?”
“Tamam, Viktor.”
“Ben amcamla Dmitriy’e haber vereceğim.”
Çantamı aldım. Viktor bir kez daha yanağıma bir öpücük kondurdu. Kapıdan çıkarken elim onun avucundan ayrıldı… içimde bir şey de eksildi sanki.
Merdivenlerden inerken Andrei bana destek oldu. Andrei her zaman yanımdaydı, ama bu kez... bir gariplik vardı. Gözlerini kaçırıyor, daha fazla resmiyetle davranıyordu.
“İyi misin, Vera?”
“Sanırım, Andrei.”
Merdivenlerin son basamağında durdum. Bir süre gözlerimi kaçırdım. Sonra sessizce konuştum. “Bu kadar olaydan sonra, Yulia Kuznetsova’nın sesini duymak... hatırlamak istemediğim her şeyi yeniden yaşamama neden oldu. Yaralar iyileşse de, hatırlattığı şeyler bizimle kalıyor demek ki.”
“Endişelenme. Her şey yoluna girecek.”
Her zamanki Andrei gibi değildi. Kelimeleri ölçüp biçerek söylüyordu. Bu kez dayanamayıp sordum.
“Bir sorun yok, değil mi Andrei?”
Gözlerimin içine baktı. Derin bir ifadeyle...
“Viktor’un canımıza okuması dışında mı? Yok Vera.”
İkimizde güldük. Espriyle kapatmaya çalışsa da… sözlerinin ardında yatan anlam gerçekti. Yine de şu an her zamanki Andrei gibiydi.
“Çok mu kızdı?”
“Henüz fazla sayılmaz... ama birilerinin canı yanacak.”
Sonra eliyle çıkışı gösterdi.
“Arkadaşlarını alıp eve geçelim, yoksa benim için de işler iyi olmayacak.”
Gülümsedim ve arkadaşlarımın yanına ilerledim. Durumu kısaca anlattım. Jack’in gözleri hemen bana döndü, Frannie ise dikkatlice dinledi. Her ikisi de Viktor’u anlayabilecek kadar onu tanıyordu. Soru bile sormadan kabullendiler.
Arabaya binerken camdan gökyüzüne baktım. Gökyüzü gri bir perde gibi gerilmişti üzerimize. Sessizdi ama o sessizlik… fazla kusursuzdu. Fırtına öncesi gibi. Havanın içinde biriken gerginlik, tenime işliyordu. Biliyordum. Bir şey olacaktı. Öyle ki… Eğer gözlerimizi kapatırsak... savunmasız yakalanırdık. O yüzden hazırlıklı olmalıydık.
Viktor
Vera yanımdan ayrıldıktan bir saat sonra amcam geldi. Birlikte eğitim alanına doğru yola çıktık. Yaklaşık kırk dakika sonra özel bir araziye giriş yaptık. Bina dışarıdan sıradan bir depo gibi dursa da burası, Drakon ve Soldat timleri için adam yetiştirdiğimiz yerdi. Sert, acımasız ve disiplinin sınırlarını zorlayan bir eğitim uygulanırdı burada. Sadakat… bağlılık… İki kelime ama benim için her şeydi. Adamlarım bu kelimelerin ne anlama geldiğini çok iyi bilirdi. Sadakat göstermeyen biri için yer yoktu, asla.
Alana girdiğimizde eğitimde olanlar bizi görünce saygıyla selam verdi. Sessizlik içinde ilerlerken gözüm Boryenk’e takıldı. Tekerlekli sandalyesiyle eğitim liderlerinden birinin yanında durmuş, bana doğru bakıyordu. Beni görünce başını eğdi ve yavaşça yaklaştı. “Hoş geldin, Pakhan,” dedi sesi alçak, ama içindeki utanç netti.
Başını kaldırmadı. Haklıydı. Kızı büyük bir hata yapmış, ben de bunun bedelini ikisine de ödetmiştim. Alina Sokolov, Boryenk’in kızıydı. Mikhail ve Sergey Voronin, Alina’yı Vera’nın kaçırılması için kullandığında, bu ihaneti affetmedim. Alina, bir daha Rusya’ya adım atamayacaktı. Boryenk ise… tüm bu yaşananlardan sonra intihar etmeye kalkışmıştı. Ekibinden adamlar onu tam zamanında bulduğunda, ölümle yaşam arasında gidip geliyordu. Doktorlar hayatını kurtarsa da omuriliği ağır hasar almıştı. Bir daha asla yürüyemeyecekti.
Hastanede onu ziyaret ettiğimde gözlerime bile bakamamıştı. Ona sadece bir cümle kurmuştum: “Zaman arkamızda, zaman önümüzde… ama artık zaman asla yanımızda olmayacak.”
Anlamını biliyordu. Geçmişi unutmazdım. Gelecekte onu asla affetmezdim. Ve artık onun yanında durmazdım.
O gün her şey için özür diledi. Sonra birbirimizin hayatlarından çekildik. Beni tanırdı… çok iyi tanırdı. Çocukluğumdan beri yanımdaydı. Kadınlara ve çocuklara zarar vermezdim. Ama eğer Alina ya da Boryenk bir hata daha yaparsa ve bu, Vera’ya ya da bebeğimize zarar verirse… her şey biterdi. Geri dönüşü olmayan bir sona doğru ilerlerdik. Değerlilerime bir şey olursa… Boryenk’in geçmişi, onuru ya da babalığı beni durdurmazdı.
Geçmişin gölgesinden sıyrılmaya çalışırken Miron yanımıza geldi. Eğitim liderlerinden biriydi. Dik duruşu ve çatık kaşlarıyla selam verip raporunu sundu.
“Eğitim nasıl gidiyor?”
“Drakonların gelişimi gözle görülür seviyede. Zaten özel olarak seçilmiş adamlardı. Disiplinleri yüksek.”
“Eğitimi tamamlayan en az yirmi Drakon’a ihtiyacım var,” dedim net bir ses tonuyla.
“Emredersiniz, Pakhan.”
Miron uzaklaşırken Boryenk’in başı nihayet yerden kalktı. Gözlerini bana dikti. İçinde ne olduğunu anlamaya çalıştım. Acı? Umut? Özlem? Belki hepsi…
“Viktor…” dedi.
İsmimi söylemesi beni şaşırtmadı ama üzerimde bıraktığı etki büyüktü. Bir süredir bana bu şekilde hitap etmemişti. O olaydan beri... Boryenk, askeri birimin eski lideriydi. Karakteri sağlam, geçmişi onur doluydu. Kızı için ödediği bedel ağırdı. Ama Volkovlar ihaneti asla affetmezdi.
Ben de affetmedim. Ama onu da yok etmedim.
Yine de herkes biliyordu. Ödediği bedel sadece fiziksel değildi. Utanç… sadakatle beslenen bir adam için ölüm kadar ağırdı. Bazen bir af, onurlu bir adamın boynuna geçirdiği zincirdi. Taşıyamazdı. Taşıyamadı.
Bakışlarında hala o günün yankıları vardı. İhanetin izleri, affedilmeyen günahların ağırlığı… ve hepsinden çok, içinde yankılanan boşluk. Ben susarken o da sustu. Ta ki sesi boğuk, neredeyse kırıla kırıla çıkana kadar.
“Alina ile… son bir kez görüşmek istiyorum.”
Boryenk’in kızıyla görüşmesi yasaktı. Ayrıca Alina’ya güvenmiyordum. Babasının zaafını kullanabilecek, onu manipüle edebilecek kadar zeki ve kararlıydı. Ve ben, risk almazdım. Özellikle de Vera ya da çocuğum söz konusuysa… Ama Boryenk gözlerini benden kaçırmadı. Kararlıydı. Bu isteğin arkasında yatan başka bir anlam olduğunu görebiliyordum.
“İzin vermeyeceğimin farkındayım,” dedi. “Ama gerekirse… bir daha buraya adımımı atmam. Onun yanına gidebilir miyim?”
Onun gibi bir adamdan gelen bu söz, tehdit değildi. Daha çok… pes edişti. Sessiz bir vedanın başlangıcı.
“Hayır. Moskova’dan dışarı adımını atmayacaksın,” dedim. Sesim netti. Sertti.
“Viktor, lütfen…”
Elimi kaldırarak sözünü kestim.
Gözlerindeki o yalvarışı görmezden gelmek kolay değildi. Acı içindeydi. Hem de derin, sessiz ve kemiklerine işlemiş bir acıydı. Oysa Boryenk gibi adamlar acıyı göstermezdi. Yutkunur, bastırır, geçmesini beklerdi. Ama bu kez öyle değildi. Bu kez... başka bir şey vardı. Henüz çözemediğim.
Sesindeki titrek inat, bir umudun son ipliğine tutunuyordu. “Sadece bir kez, Viktor…”
Amcamla göz göze geldi. İkisi arasında kelimelere dökülmeyen, ama yıllara ve dostluklara sığan o sessiz konuşma yaşandı. Boryenk’in bakışlarında yorgunluk, pişmanlık ve... son bir dileğin gölgesi vardı.
Ama hâlâ güvenmiyordum.
“Kontrol edemeyeceğim bir yerde buluşmanız mümkün değil.”
Bir an sustu. Ama gözlerinde beliren o titrek ışık, kelimelerden daha fazlasını anlattı. Belki de sadece bir ihtimal arıyordu. Kendine değil, kızına değil… vedaya.
Derin bir nefes aldım. Kararımı, sesime sızan ağırlıkla verdim.
“Dmitriy bir gün ayarlayacak. Görüntülü konuşmanız için gereken her şeyi hazırlar.”
Gözleri doldu. Başını hafifçe eğdi. Omuzlarındaki yük azalmamıştı ama... artık taşıyabileceğine inanmak istiyordu.
“Bu, senin için yapabileceğim tek iyilik… Boryenk.”
İsmimi o tonda söylediğimde, her şeyin geri dönüşsüz olduğunu bilirdi. Dönüp yürümek üzereydim. Henüz adım bile atmamıştım ki sesi arkamdan gelip beni yerime çiviledi.
“Senin de bir çocuğun olacak, Viktor. Bir çocuğun baba kalbindeki yeri hep ayrıdır. İstersen sana yalvarırım. Ne istersen yaparım. Yeter ki… yeter ki onu son bir kez göreyim. Sarılayım. Nasıl olduğunu gözlerimle göreyim.”
Amcam yanımdaydı. Göz göze geldik. Her şey tek bir bakışta anlatıldı. Şüphe, acıma ve içgüdüsel bir tedirginlik. Tuzağa benzeyen bir şey vardı bu istekte ama aynı zamanda samimi bir çaresizlik de.
Boryenk’e döndüğümde, yüzündeki ifadeyi uzun uzun inceledim. O hep güçlüydü. Yüzü taş gibiydi. Ama şimdi o maskenin altında yatan o kırılganlığı ilk kez görüyordum. En çok da… gözlerinin derinliklerinde gördüğüm şey beni duraksattı: ölüm isteği.
“Son kez” derken laf olsun diye söylememişti. Bu onun vedasıydı. Burada, bu şekilde, bu utançla yaşamaya dayanamıyordu. Gözleriyle bana söyleyemediği cümleyi aktarmaya çalışıyordu. “Anla beni. Bana yardım et.”
Sessizlik birkaç saniye sürdü. Ardından kelimelerim, soğuk ama kesin, havada yankılandı.
“Novosibirsk. İki gün sonra orada görüşeceksiniz. Sadece iki saatin var. Sonra adamlarım seni Moskova’ya geri getirecek. Alina da ülkesine dönecek.”
Bir şey demedi. Ama gözlerinde parlayan o şaşkınlık her şeyi anlattı. Beklemiyordu. Novosibirsk onun doğduğu şehirdi ve şimdi… ona vedasını kendi toprağında yapma fırsatı veriyordum.
Yüzünde o tanıdık, acıyla bükülmüş çarpık gülümseme belirdi. Ardından ciddiyet geri döndü. “Teşekkür ederim, Viktor. Sana her zaman minnettar kalacağım. Ama… bir ricam daha var. Andrei… benimle o gelsin.”
Andrei. Onun yetiştirdiği en iyi adamlardan biriydi. Güvendiği, sevdiği ve sadakatini asla sorgulamayacağı bir oğul gibiydi. O anda Boryenk’in sözlerinin altındaki gerçek anlamı kavradım. Cümle zihnimde yankılandı: “Bu işe o son versin, Viktor.”
Dudaklarımdan çıkan cümle ona arzuladığı şeyi verdi.
“Andrei seninle gelecek.”
Başını eğdi. Bir elini kalbinin üzerine koydu. Bu saygının en yüksek ifadesiydi. Ben de aynısını yaptım. O an… gözleri doldu. İlk kez. Ardından amcama son bir kez baktı ve sessizce yanımızdan uzaklaştı. Ben, omuzlarımda geçmişin ağır yüküyle öylece kalakaldım.
“Seninle her zaman gurur duydum, Viktor.”
Amcamın sesi yumuşak ama kararlıydı. Gözlerim Boryenk’in uzaklaşan siluetine takılmıştı. Bu sözlerin içimi neden bu kadar yaktığını bilmiyordum.
“Bunu göreceğiz,” dedim sessizce. “Peşlerine birilerini göndereceksin, amca. Alina’ya güvenmiyorum. Bu sadece Boryenk içindi… son görev.”
“Doğru olanı yaptın. Boryenk… ölüyor.”
Bir an nefesim kesildi. Başımı ona çevirdim.
“Ne?”
“Akciğerinde bir kitle saptanmış. Yapılan tetkikler kanser olduğunu gösteriyor.”
Hiçbir şey söylemedim. Sadece uzaklara baktım. Gözüm hâlâ Boryenk’in üzerinde. Bir şey istemişti benden, gizlice. Söylememiştim ama amcam da anlamıştı. Bazı şeyleri kelimeler taşımaz; sessizlik yeterlidir.
Tam o an Miron sessizce yanımıza geldi.
“Her şey hazır, Pakhan. Timi ne zaman istiyorsunuz?”
“Dmitriy seninle iletişime geçecek.”
“Tamam, Pakhan.”
Başımı hafifçe eğerek onu selamladım. Sonra amcamla birlikte eğitim alanından ayrıldık. Yol boyunca konuşmadık. Araçta ön ve arka bölümü ayıran ses geçirmez camı kaldırdıktan sonra ona döndüm.
“Vera’yla ilgili fikrini değiştirmişsin,” dedi.
“O benim fikrimi değiştirdi diyelim.”
Gülümsedi, hüzünlü bir gülümsemeydi bu.
“Açıkçası, yanında olmasının senin için daha iyi olacağını biliyordum. Kararını değiştirmene sevindim.”
“Birbirimize ihtiyacımız var.”
Amcamın gözleri doldu ama gülümsemeye devam etti.
“Senin ona daha çok ihtiyacın var, oğlum.”
Cevap vermedim. Çünkü haklıydı. Her şeyi, fazlasıyla biliyordu.
“Acı insanı süründürse de ayakta tutar,” dedi. “Kendi içinde bir ironidir bu. Çünkü tekrar ayağa kalkmanı sağlayan itici bir güç olur. Geçmişin acı dolu hatıralarını unut diyemem. Zira onlar sayesinde bugünkü Viktor oldun. Ama artık yüklerini bırakmalısın.”
“Düşmanlarımızı yok ettiğimde… belki.”
Başını iki yana salladı.
“Her zaman düşmanların olacak. Bu sadece bir bahane, Viktor.”
“Değil,” dedim. “Sen de biliyorsun.”
Bana uzun uzun baktı.
“Yıllardır seni gözlemliyorum. Geçmişi unutmaman iyi bir şey… ama onunla yaşamaya devam ediyorsun. Bu da seni değil, etrafındakileri öldürüyor. Bugün söyledim… Vera hayatına girmeseydi, bir daha o gerçek Viktor’u göremeyeceğimden emindim. Bizimle paylaştığın şeyler kısa anlık sevinçlerdi sadece. Bağını koparmıştın. Evet, şimdi değiştiğini görüyorum, ama yine o karanlığa çekilmeye başladın. Ve bunu bir kez daha hatırlatmak istiyorum: Lütfen beni dinle, oğlum.”
Yutkundum. İçimde bir şey sıkıştı. En derin korkularım yeniden yüzeye çıktı. Görmek istemediğim aynayı önümde tutuyordu.
“Gördüğüm her şey hafızamda… hissettiğim her şey kalbimde kilitli. Eğer o kilidi açarsam…” Derin bir nefes aldım. “İçimdeki hiçbir şey susmuyor. O kilidin ardında kalan ne varsa hep konuşuyor.”
“Her şeyi yoluna koyacağız,” dedi usulca. “Bana güven.”
Varış noktasına yaklaşırken onu gizli bir noktada indirdim. Diğer araca yönelmeden önce bana döndü. Yüzünde ilk kez gerçek bir umut vardı.
“Bir gün, her şey geride kaldığında… mutlu olacaksın. Vera’yla ve çocuğunuzla. Belki de çocuklarınızla.”
“Bu mümkün mü?”
“Denge yasası,” dedi. “Üzüldüğümüz kadar… seviniriz de.”
Elini koluma koydu. Bu dokunuşta sadece şefkat değil, güven ve inanç vardı.
“Sen istersen, her şey mümkün olur. Biz aileyiz, oğlum.”
Gülümsedim. Hafifçe başımı eğdim ve ona sarıldım.
“Teşekkür ederim, amca.”
Bana sıkıca sarıldı. Ardından geri çekilip gözlerimin içine baktı.
“Bu akşam yemekte görüşeceğiz.”
“Riskli olmaz mı?”
“Hayır. Özel yolu kullanacağız. Tedirgin olma.”
Gizli birkaç hat oluşturmuştuk. Güvenli, izlenemeyen. Vikhrov malikanesine çıkan özel bir yol da onlardandı. Planımız her zaman netti. Her açıdan düşünülmüş.
“Görüşürüz, amca.”
Aracından indi. Onu bekleyen araca geçti. Ardından bakarken, kendime yemin ettim:
“Bu sefer koruyacağım. Herkesi. Her şeyi.”
Eve dönerken içimde tuhaf bir ağırlık vardı. Sanki her şey yoluna giriyor gibiydi ama gölgeler hâlâ peşimizdeydi. Arabanın kapısını kapatıp içeri adım attığımda Vera’nın neşeli sesi mutfaktan geliyordu. Frannie’yle birlikte yemek hazırlıyorlardı. Kahkahaları, evin içinde yankılanan bir melodiydi adeta.
Beni görür görmez Vera hızla yanıma geldi, kollarını boynuma doladı.
“Yavaş olmalısın, malysh.”
“Sorun değil sevgilim. Hoş geldin.”
“Hoş bulduk, bebeğim.”
Gözüm mutfağa takıldı. Tezgâhın üzeri malzemelerle doluydu.
“Neler pişiriyorsunuz?”
“Borş çorbası, golubtsy, pelmeni ve tatlı olarak medovik,” dedi Vera gülümseyerek. “Herkesin sevdiği yemeklerden hazırlamaya çalıştık.”
“Yorulmadınız, değil mi?”
“Hayır sevgilim. Meşgul olmak iyi bile geldi.”
Dudaklarına kısa bir öpücük kondurdum. Güldü. Bu hali, içimdeki savaşı birkaç dakikalığına susturuyordu.
“Spor yapıp duşa gireceğim.”
O sırada Frannie araya girdi.
“Jack de spor salonunda.”
İkisine de gülümsedim, sonra Vera’ya eğilerek kulağına fısıldadım.
“Kendini yorma, malysh. Gece… benimsin.”
“Viktor…” dedi, sesi neredeyse bir fısıltıydı. Yüzü hemen kızardı. Yanağından öpüp onları mutfağa bıraktım ve yukarı çıkıp üzerimi değiştirdim. Sonra spor salonuna indim. Jack koşu bandındaydı. Beni görünce durdu, terini silerken yanıma geldi.
“Sorun çözüldü mü?” diye sordu doğrudan.
“Henüz değil ama bir süre evden sadece benimle çıkmanız gerekiyor.”
“Vera’yla konuştuk, seni anlıyoruz.”
“Hiçbirinizin zarar görmesini istemiyorum. Bu durum için üzgünüm, Jack.”
“Sorun değil, Viktor.”
Derin bir nefes aldı. Gözleri düşünceliydi.
“Vera ile ilk tanıştığımızda… içine kapanıktı. Gerçek Vera’yı sadece dans ederken görebiliyorduk. Ama şimdi, ilk defa gerçek anlamda mutlu. Işıldıyor. Frannie’yle birlikte ne kadar mutlu olduğumuzu sana anlatamam çünkü Vera bizim için kendi seçtiğimiz ailemiz. Endişeleri var, evet… ama seninle birlikte. Bu yüzden daima yanınızda olacağız. Seni üzmek istemeyiz. Aksine daha iyi, daha mutlu bir Viktor görmek istiyoruz.”
“Teşekkür ederim, Jack.”
Koşu bandını yeniden çalıştırdı. Ben de önce birkaç kilometre koştum, sonra ağırlıklarla devam ettim. O benden önce salondan çıkarken, kapıdan Andrei girdi. Göz göze geldik. Ringe yöneldik. Eldivenlerimizi takarken kısa bir sessizlik oldu.
“İşleri hallettiniz mi?” diye sordum.
“Evet. Dmitriy Drakonlar için görüşüyor. Sana haber verecek. Bu arada… nasılsın?”
“Sanırım iyi. Sen nasılsın?”
Bir yumruk savurdu. Geri çekilip kurtuldum.
“İyiyim. Her acı zamanla azalıyor. Ayrılık acısı da öyle.”
Bir darbe daha geliyordu, bu kez yakaladım. Sağ çene kemiğine sert bir yumruk attım. Sendelese de hemen toparlandı.
“İki gün sonra Novosibirsk’e gideceksin.”
Kaşları çatıldı. “Neden?”
“Alina ile Boryenk, orada görüşecekler. Sadece iki saat.”
Durdu. Bakışları donuktu, ama içinde yükselen duyguları gizleyemiyordu. Neler olduğuna dair merakını gözlerinden okuyordum. Ona, Boryenk’le yaptığım konuşmayı detaylarıyla anlattım. Her kelimeyi dikkatle dinledi. Bitirdiğimde sesi daha sertti.
“Ne istersen yaparım. Sorgulamam. Ama… bu doğru karar mı?”
“Bunu zaman gösterecek. Ama hayatımı kurtaran ve bana dövüşmeyi öğreten bir adamın ölmeden önceki isteğini yerine getirmek zorundayım.”
Başını salladı. Yüzünde belirsiz bir ifade vardı. Belki öfke, belki de kabullenme. Tam çözemedim. Ama gözlerinden silinip gitti saniyeler içinde.
“Yanlarından ayrılmam. Konuşulanları da sana aktarırım.”
“Telefonun açık olacak. Konuşmayı ben de dinleyeceğim.”
“Olur.”
“Ekstra bir ekip de olacak yanında. Bu bir tuzak değilse de… emin olmam gerek.”
“Endişelenme. Tüm hazırlıkları ben hallederim.”
Boks eldivenlerini çıkardı. Son bir bakış attı.
“Neden Novosibirsk?”
“Boryenk’in doğduğu yer. Ve… orada gömülmek istediğini biliyorum.”
Andrei’nin yüzünde bir kırılma oluştu. Neden onu seçtiğimi yeni anlamıştı.
“Viktor bu…”
“Benim isteğim değil. Bunu… senden o isteyecek.”
Gözleri büyüdü. Sesi çatallı çıktı.
“O benim akıl hocam… dövüş ustam. Ailem gibi. Gerçekten Boryenk mi istedi bunu, Viktor?”
“İması yeterince açıktı.”
“Peki ben…?”
Omzuna dokundum.
“Bu senin kararın olacak, Andrei. Aranızdaki bağ, usta-çırak ilişkisinden çok daha fazlasıydı. Onları sevdiğini biliyorum. Alina’yı da. Hatta onu uzaklaştırdığım için bana kızdığının da farkındayım.”
Çenesi gerildi. “Haklısın. Sana kızdım, ama Vera’ya yaptıkları… affedilemezdi.”
“Affetmeyeceğim de.”
Başını eğdi. Uzun süre sessiz kaldı. Sonunda konuştu.
“Ben hazırlıkları hallederim. Ama bu akşam yemekte olamayacağım.”
Derin bir iç çekti.
“Düşünmem lazım. Ve Boryenk ile… konuşacağım.”
“Tamam.”
Arkasını dönmeden önce durdu.
“Sonra görüşürüz, Viktor.”
“Görüşürüz, Andrei.”
Andrei çıkarken ben de sessizce eldivenlerimi çıkardım. Ağırlığını hâlâ omuzlarımda hissettiğim kararlar, bedenimden çok ruhumu yormuştu. Ama bir başka nefes, bir başka varlık vardı ki, o dokunduğunda her şey silinir, sadece o kalırdı. Vera…
Odaya geçtiğimde Vera içerideydi. Yeni duş almıştı. Saçlarından süzülen damlalar omuzlarına düşüyordu, teni sabun ve gül gibi kokuyordu. Yanına ilerleyip onu kollarıma aldım. Dokunuşumla bir an irkildi, sonra gülümsedi.
“Sözümü dinlemişsin, güneşim.”
Şaşkınlıkla gözleri büyüdü, dudakları aralandı.
“Viktor…”
İsmimi söylerken o tonu… her zaman içimde bir düğmeyi çekiyor, kontrolümün sınırlarını siliyordu. Kucağıma aldım. Yatağımıza ilerledim, bu geceyi durduracak hiçbir şey yoktu. Kokusunu içime çektiğimde, dudaklarını ele geçirdiğimde… durmadım. Onu yeniden, yeniden hissetmeliydim. Tenine kendimi kazırken tek düşündüğüm şey buydu: O benimdi.
Nazlı güzelliği, yumuşacık teni... her dokunuşta bir ömrü eritiyordu. Yanına uzandığımda nefes alışlarını dinledim. Sessiz, derin, huzurlu… İşte o an fark ettim, ondan uzak kalmak bir ceza değil, ölümün ta kendisiydi. Amcam haklıydı. Ona ihtiyacım vardı.
Yüzüne dokundum. Parmaklarım yanağında gezindi. O da gözlerini kapattı, sadece hissederek...
“Senden uzak kalamam.”
O güzel, durgun bir göl gibi olan gözlerini açtı. Mavi. Derin. Sonsuz.
“Ben de, sevgilim.”
Diğer elim, yüzünün hatlarını çizdi adeta. Her detayına hayrandım. Dudaklarım, dudaklarının yakınındaydı. Bir fısıltı döküldü dudaklarımdan: “Ty moya. Sen benimsin.”
Gülümsedi, sesi fısıltıya karıştı.
“Ty tozhe moy. Sen de benimsin.”
Ve ardından o cümle geldi. Kalbimi durduran, zamanı donduran o kelimeler...
“Ya tvoya, moyo solntse. Ya vsegda budu tvoyey. Seninim, güneşim. Her zaman senin olacağım.”
Beni kendine çekti, dudaklarını dudaklarıma bastırdı. Öpücük derinleşti. Ellerim saçlarında kayboldu.
“Ty yedinstvennaya zhenshchina, kotoraya mozhet postavit’ menya na koleni, malysh. Beni dizlerimin üzerine çökertebilecek tek kadın sensin, bebeğim.”
Vera, ellerini yüzüme koydu. Gözlerindeki gülüşle bana baktı. O an yine içimden geçip gitti. Böyle güldüğünde, her şey anlamını yitiriyor, sadece o kalıyordu.
“Sana aşığım, güneşim. Ömrümün sonuna kadar seni seveceğim.”
“Sana aşığım, sevgilim. Ve ben de… yalnızca seni seveceğim.”
Bir kez daha sarıldım ona. Ama bu kez fark ettim… ben onu değil, o beni ele geçiriyordu. Kalbimi, ruhumu, aklımı… her şeyimi. Fısıltıyla adımı söylediğinde daha fazla kendimi tutmadım.
Vera benim fırtınamdı. Vazgeçemediğim.
Nefesimiz düzene girene kadar öylece yattık. Sonra kucağıma aldım onu, duşa götürdüm. Her zamanki gibi ben yıkadım. Saçlarını, tenini, taptığım hatlarını. Hayatta bir bağımlılığım yoktu. Takıntım da. Belki bazı rutinlerim vardı. Ama Vera… o başka bir şeydi. Bir tutku, bir ihtiyaç, bir nefes gibiydi. Bu yüzden o gittiğinde, nefes alamıyordum. Onsuz… hiçbir yere varamıyordum.
Kokusunu içime çekip yutkundum.
“Bir an önce duştan çık, bebeğim. Yoksa…”
Gülümsedi.
“Şaka yapmıyorum, Vera.”
“Ailemiz yemeğe gelecek, sevgilim.”
“O zaman çıkmalısın.”
Bir kez daha gülümsedi. Dudaklarıma hafifçe dokundu. Havlusunu alırken bana döndü.
“Yemek saatine az kaldı, hazırlanmamız gerekiyor.”
“Tamam. Hemen geleceğim.”
Duşumu alıp çıktım. Vera’nın benim için hazırladığı takım elbiseyi giydim. Aynada kendime baktığımda… gözlerimde alışılmadık bir yumuşaklık vardı. Onun yüzünden. Sadece onun.
Sonra onu gördüm. Şık, siyah bir tulum giymişti. Saçlarını açık bırakmıştı. Hafif makyaj yaparken her hareketine büyülenmiş gibi bakıyordum. İçimde hep aynı yankı:
“Ty moye. Sen benimsin.”
Yanıma geldi, kollarını boynuma doladı.
“Hazırım. Salona gidelim mi?”
“Olur.”
Jack ve Frannie de merdivenden inerken bize katıldılar. Hep birlikte salona geçtik. Yarım saat sonra ailem de gelmişti. Bugün yaşanan tatsız olaylara rağmen bu akşam kutsal bir andı. Ev sıcaktı. Yemekler güzel, sohbet içtendi. Gözlerim amcama takıldığında onun da huzurlu olduğunu gördüm. İlk kez ben de öyleydim.
Gecenin sonunda odalarımıza geçtik. Vera’yla uyuma şeklimizi seviyordum. Her akşam sırtını bana dönmesi, bedenini bana yaslaması, onu sarmamı beklemesi... Sonra kendimi ona dolarken, o içime karışırdı adeta. Öyle uyurdu. Huzurlu. Kırılgan ama güçlü. Bu gece de öyle oldu. Kollarımda uyudu. Ben ise sadece onu izledim. Her nefesini, her kıpırdanışını...
Ty moye.
Vera benimdi.
Her zaman benim olacaktı.
Okur Yorumları | Yorum Ekle |