YILDIZLAR HER ZAMAN PARLASIN.
OY VE YORUMLARINIZLA DESTEK OLURSANIZ SEVİNİRİM.
INSTAGRAM, TİKTOK VE YOUTUBE'DAN TAKİP ETMEK İSTERSENİZ; @MİSTYVİBE3
DAHA FAZLA KARAKTER TANITIMI VİDEOSU İÇİN INSTAGRAM VE TİKTOK;
@MİSTYVİBE3
“Seni sevmek, ruhuma işlenmiş bir kader gibi. Kalbim parçalanacaksa da, bunu senin aşkınla yapmaya razıyım.” — Viktor Volkov
Viktor
Dmitriy birkaç gün önce döndüğünde, sonunda bir araya geldik. O akşamın yıldızları Sofi ve Vera’ydı; ilginin çoğunu onlar topladı. Amcam da… Hastalandığından beri ilk kez daha iyi görünüyordu. Gözlerinin altındaki gölgeler silinmemişti belki, ama bakışları ilk kez umutla parlıyordu. Zaman almıştı, ama nihayet sağlığına kavuşmuştu.
Yemekten sonra, herkes dağılırken Anastasia beni yalnız yakaladı. Koltuğun köşesine gömülmüş, Sofi’nin Vera’dan aldığı talimatlarla bir balerin gibi dönüp duruşunu izliyordum. Bir an için her şey durmuştu sanki.
Anastasia sessizce yanıma oturdu. İkimiz bir süre onları izledik. Göz göze geldiğimizde ilk konuşan o oldu.
“Mutlusun.”
“Tahmin edemeyeceğin kadar çok,” dedim usulca.
“Gözlerine yansıyor, Viktor. Senin için ne kadar sevindiğimi anlatamam.”
Elini uzattığında, tereddütsüz tuttum ve dudaklarıma götürüp hafifçe öptüm. Ama bu huzurun ardında saklı kalan bir şey vardı. O da bunu biliyordu.
“Viktor?”
“Efendim?”
“Daha ne kadar bu şekilde saklanacağız?”
“Her şeyi çözeceğim, Anastasia. Bana biraz zaman ver,” dedim kararlı bir tonda.
“Hepimizi korumaya çalıştığınızın farkındayım. Ama… her şeyi kaçırıyoruz. Özellikle de hayatı. Vera bile… Yani, nişanınız için özel bir davet ya da tören yapabilmeyi isterdim. Belki Vera da istemiştir…”
Sözleri yavaşça içime işledi. Gözlerim Vera’yı bulduğunda, o da bana bakıyordu. Göz göze geldiğimizde, içimde bir şey titredi. Her bakışında kalbim sanki yerinden fırlayacak gibi çarpıyordu. Ama şimdi, başka bir şey vardı içimde. Şüphe. Endişe. Hüzün. Nişanımız yalnızca parmağına taktığım bir yüzükten ibaretti. Yaşadığımız son olaylar... Vera’nın hamileliği, baş düşmanımı hâlâ yakalayamamış olmak... Hepsi önceliklerimi değiştirmişti.
Bakışlarımda bir şey değişmiş olmalıydı ki, Vera'nın yüzündeki ifade soldu. Sofi ona bir soru sorduğunda, dikkatini ona çevirmek zorunda kaldı.
“Aslında ben de bu durumdan rahatsızım,” dedim yavaşça Anastasia’ya. “Arkadaşlarıyla görüşeceğim. Belki buraya erken gelebilirler. Bir nişan yemeği organize edebilir misin?”
Gözleri bir anda ışıldadı. Ellerini heyecanla kavuşturdu. “Harika fikir, Viktor! Vera için muhteşem bir sürpriz olacak. Arkadaşlarının geleceğini de haber vermeyiz. Ne dersin?”
“Olur.”
Etrafa göz gezdirdi, zihninde planlar birbiri ardına şekilleniyordu.
“Aklımda şimdiden bir şeyler canlandı. Vera’nın hoşuna gidecek.”
“O zaman planlama ve organizasyonu sen yap. Bana istediğin, gerekli olan her şeyi iletirsin. Ben de sana her şeyi temin ederim.”
“Ne zaman yapalım?”
“Yarın arkadaşlarıyla görüştükten sonra seni ararım.”
“Tamam. Senden haber bekleyeceğim.”
Yanımdan kalkarken Natalie’ye başıyla işaret etti. O da arkasından çıkarken bana döndü.
“Natalie de bana yardım eder.”
“Şimdiden teşekkür ederim.”
“Çok heyecanlıyım, hemen onunla da konuşacağım.”
Gülümsedim. Onlar odadan çıktıklarında gözlerim yeniden Vera’yı buldu. Sofi’yle birlikte, zarafetle döndüklerinde içim ürperdi. Büyülenmiştim. Hayalim… tam olarak böyle bir şeydi. Vera… belki de minik kızımızla dans ederken…
Kalp atışlarım hızlanmıştı ama bu kez sadece aşktan değildi. Vera ne zaman dans etse… ona olan hayranlığım, arzularımla harmanlanıyordu. Benim güzel balerinim. Narin. Eşsiz. Kusursuzdu.
Artık duramıyordum. Ayağa kalktım. Amcamın ve Dmitriy’nin bakışları üzerime çevrildi.
“Geç oldu. Biz artık eve dönelim,” dedim.
Dmitriy yüzüme baktı, sonra alaycı bir tebessümle konuştu.
“Elbette, Viktor. Saat onda uyuman iyi olabilir.”
Sesini alçaltarak söylediği bu sözlerin ardından ona ters bir bakış attım. Amcam kahkahayı patlattı.
“Gidin oğlum, ama yine gelin. Sizi özlüyorum.”
“Olur amca.”
Dmitriy’ye bakmadan Vera’ya yöneldim. Beline uzanıp, bir elimi doladım.
“Gidelim mi, güneşim?”
Tam o sırada Sofi bana döndü ve hüzünle parlayan gözlerini üzerime dikti. “Amca, daha erken değil mi?”
“Sonra geliriz, zayka.”
Kollarını açınca onu kucağıma aldım. Ama Sofi gözlerini Vera’dan alamıyordu. Onu tanıdığı günden beri çok sevmişti.
Vera yanıma geldiğinde, Sofi onun yanağına minik bir öpücük kondurdu.
“En kısa sürede yine geliriz, Sofi,” dedi Vera yumuşak bir sesle.
Sofi’nin yüzünde aydınlık bir gülümseme belirdi. Yanağından öpüp onu yere indirdim. Herkesle vedalaştık ve dışarı çıktık. Gecenin serinliğine adım attığımızda kalbim hâlâ onun ritminde çarpıyordu. Vera... ve onunla birlikte gelen tüm gelecek, artık daha netti gözümde. Daha yakın, daha dokunulabilir.
Arabaya geçtiğimizde onu kendime çektim. Elim kalçasına doğru kaydığında şaşkınlıkla yüzüme baktı. Dudaklarına eğildiğimde gözlerini kapatması... beni delirtmeye yetti. Beni hep istiyordu. Tutkusunu, arzularını bana sorgusuzca sunuyordu. Yüzünü avuçlarıma aldım. Dudaklarına dokunmadan önce fısıldadım:
“Seni sevmek… ruhuma işlenmiş bir kader gibi. Kalbim parçalanacaksa da, bunu senin aşkınla yapmaya razıyım.”
“Viktor…”
O yarı fısıltı, yarı inilti tonu… her seferinde beni aklımdan eden şeydi. Dudaklarını ele geçirdiğimde, bana tereddütsüz karşılık verdi. Dudaklarımızın uyumunda hissettiğim tek şey oydu. Nefesi, sıcaklığı, isteği… Vera’nın aşkı dünyamı yerinden oynatıyordu.
Kendimi zorlayarak geri çekildim. Gözlerini araladığında alt dudağını ısırdı. O an çene kaslarım anında gerildi. Bilmeden yaptığı her hareket… beni sınırlarımın ötesine sürüklüyordu.
Eğildim, kulağına fısıldadım:
“Dudaklarını ısırma. Bu sadece benim hakkım, güneşim.”
“Sevgilim… lütfen…”
Şoföre kaydırdığı bakışla yüzü kızardı.
“Benim istemediğim hiçbir şeyi göremez, duyamaz ya da konuşamazlar.”
Başını eğdi, yalnızca bir onay. Sonra bir eli gömleğimin yakasına uzandı. Parmak uçlarıyla dokundu bana. Elini yakaladım, avuç içlerine bir öpücük kondurdum.
“Daha fazla dokunma, Vera.”
Gözlerimdekini gördü. Güldü—utangaç bir şekilde. Bu hali bile aklımı alıyordu. Çenesini nazikçe tuttum, başını kaldırdım.
“Seninle ilgili beni çıldırtmayan tek bir detay bile yok. Her şeyin beni büyülüyor. Güzelliğin, bakışların, kokun…”
Dudaklarını bir kez daha öptüm. Boğazından çıkan o minik ses... dizginlerimi kopardı. Son zamanlarda her duygum katlanarak artıyordu. Vera, tenimin altına işlemişti. O benim güneşimdi. Dünya, Güneş’in etrafında dönüp duruyordu, onun yörüngesindeydi. Benim yaptığım da tam olarak buydu; onun etrafında dönüp durmak. Hayranlıkla. Aşkla. Büyük bir tutkuyla. Asla vazgeçmeden.
Eve vardığımızda arabadan inmesine yardım ettim. Sonra hiç vakit kaybetmeden onu bale stüdyosuna çektim. Kapıyı kapar kapamaz paltoyu yere attım. Elbisesini nazik ama sabırsızca çıkardım. Gözlerim onu izliyordu. O muazzam bedenin önünde diz çöktüm. Karnından öptüm. Sonra… yavaşça ona taptım. Her zerresine.
İnlemeleri, fısıltıları, ismimi her haykırışı… onunla doğmuş gibiydim. Onunla her an yeniden var oluyor, her adımda yeniden âşık oluyordum. Her şeyiyle bana aitti. Tüm benliğiyle. Adımı haykırdığında kendimi tutamadım. Onunla bir olmak... tüm evrenin anlamını değiştiriyordu.
Üzerinden çekildiğimde, onu kendime çektim. Başını göğsüme sakladı. Nefesi düzene girene kadar sessiz kaldık. Sadece nefeslerini dinledim. O nefesler… bana verilen en büyük armağandı. Başını kaldırdığında yanaklarındaki minik kızarıklık kadar gözlerindeki mutluluk da kalbimi yerinden sökmeye yetti. Ama gözlerinde bir anlığına beliren tereddüt, içime soğuk bir dalga gibi çöktü. Yanağına düşen saç tutamını usulca geriye doğru ittirdim.
“Bir şey mi oldu, sevgilim?”
“Anlamadım, malysh.”
“Anastasia ile konuşurken… bir an bakışların gölgelendi. Ne oldu?”
Bir nişan yemeği sürprizinden bahsedemezdim. Ama yalan da söyleyemezdim.
“Anastasia... bu durumdan sıkıldığını söyledi. Şimdilik onların dışarı çıkmasını güvenli bulmuyorum. Bu yüzden evde kalmalarını istedim. Ama zorlanıyorlar.”
Bu konuda dürüst olmak, içimdeki sıkıntıyı azaltmıştı.
“Anladım. Haklılar.” Parmakları yüzümde dolaştı. “Hepimizi korumaya çalışıyorsun. Üzülme. Bu zamanlar da geçecek, sevgilim.”
Parmaklarımı saçlarının arasından geçirdim.
“Sen hiçbir şey düşünme, güneşim. Bana güven ve... bana hep bu şekilde bak.”
“Nasıl?”
“Bu hayranlıkla. Bu tutkuyla. Bu aşkla.”
Dudaklarını araladı. Alt dudağını ısıracaktı ki... onu kendime çektim. Şaşırdı.
“Dudaklarını ısırma hakkı yalnızca bana ait, malysh.”
Bir şey söyleyecekti ama izin vermedim. Alt dudağını hafifçe ısırdım. Sonra tutkuyla öptüm. Bu küçük anlar bile… beni alt üst ediyordu. Kendimi tutamadım. Onu yeniden üzerime çektim. Nefesi kesildi. Zaman durdu. Yeniden onu bana ait kıldım.
Üzerime yığıldığında bir süre kıpırdamadım. Nefesleri yavaş yavaş düzene girerken, başı omzuma düşmüştü. Yorulmuştu.
Sessizce yerimden doğruldum. Gözleri kapalıydı, derin uykudaydı. Onu sarsmamaya özen göstererek elbisesini çıkardım. İç çamaşırlarını ceketime sardım, ortalıkta bırakmak istemedim.
Kucağıma alıp dikkatle odamıza taşıdım. Yatağa yatırdım, ardından geceliğini çıkardım dolaptan. Uykusuna ara vermeden, onu giydirene kadar göz kapakları hiç aralanmadı. Yorgunluğu ağır basmıştı. Daha üzerini tam örtmeden derin bir uykuya dalmıştı bile. Ben de hazırlanıp yanına uzandım. Onu izleyerek… uyuyakaldım. Her sabah bu güzelliğe uyanmak kadar… her gece ona bakarak uyumak da bir mucizeydi.
Ertesi sabah, güneş henüz ufukta belirmemişken uyandım. Sessiz adımlarla spor salonuna indim ve yaklaşık yarım saat boyunca çalıştım. Bir süre sonra Andrei de geldi, ringi işaret etti. Uzun zamandır ringe çıkmamıştık.
“Paslanmışsın,” dedi Andrei, gülümseyerek.
“Sen de iyi değildin,” diye karşılık verdim.
“Emin misin, Volkov?”
“Son hamleyle yendin. Yani o koca çeneni kapa.”
Ellerini havaya kaldırırken güldü.
“Emredersin, Pakhan.”
Ringden inerken o da beni takip etti.
“Kahvaltıya gelecek misin?”
“Dmitriy ile erken buluşacağız. Gürcistan’daki muhbirden bugün haber gelebilir. Duş alıp hemen çıkacağım.”
“Tamam, bir saat sonra ben de yanınızda olurum.”
“Acele etme. Biz de aramayı bekleyeceğiz. Önemli bir haber olursa seni ararım.”
“Tamam, orada görüşürüz.”
Havlumu alıp yukarı çıktım. Odaya girdiğimde Vera yeni uyanıyordu. Beni görünce gülümsedi.
“Günaydın, güneşim.”
“Günaydın, sevgilim. Spor mu yaptın?”
“Evet, çok terledim. Duşa gireceğim.”
Bakışları göğsümdeydi. Bu hallerine bayılıyordum.
“Sen de gel.”
Başını salladı. Onu duşa çektiğimde bu kez beni kendine çeken o oldu. Dokunuşlarının tadını çıkardım. Dudaklarından mutluluğun tadını aldım. Sonra onu yıkamama izin verdi. Tenine dokunmak… onun gerçek olduğunu bana hissettiren şeydi. Saçları… yumuşak, ipeksi saçları eşsizdi. Ne zaman saçlarına masaj yaparak yıkasam dudaklarından kaçan sesler… kanımı kaynatıyordu. Teni gibi, saçları da benim için bağımlılık yapıcıydı. Aslında Vera… takıntım oydu. Giderek vazgeçilmezim oluyordu.
Yanımdan ayrılmadan önce beni öptü. O gittikten sonra yıkandım ve çıktım. Hazırlıklarımızı tamamladığımızda birlikte kahvaltıya indik. Dünden beri bulantıları daha iyiydi.
“Doktor için randevuyu hangi güne alalım?”
“Bugün arar, sana söylerim.”
“Olur, malysh.”
Bakışlarımdan hem sabırsızlığımı hem de endişemi anlıyordu.
“Her şey yolunda, sevgilim, bana inan.”
“İyi olun, Vera.” Kahvaltımı bitirdiğimde ayağa kalktım. “İşlerimi erken bitirmeye çalışacağım.”
“Sorun değil, sevgilim. Benim için acele etme.”
Dudağından öptüm.
“Bana ihtiyacın olursa ara.”
“Olur, sevgilim. Akşam görüşürüz.”
“Görüşürüz, malysh.”
Evden çıkarken her seferinde kalbimi onunla bırakıyordum. Endişeler ise asla beni bırakmıyordu. Bir gölge gibi peşimdeydi. Araca geçmeden önce güvenlik şefine döndüm.
“En ufak bir sorunda beni arayacaksınız.”
“Emredersin, Pakhan.”
Arabama geçtim ve yola koyuldum. Bara vardığımda Andrei ve Dmitriy telefon görüşmesindeydi. Dmitriy başıyla bana işaret ettiğinde koltuğa geçip oturdum ve ben de onlarla birlikte hattın ucundaki adamı dinlemeye başladım. Ses çok kötüydü. Büyük ihtimal, tespiti zor ve GPS sinyallerini kesen bir sistemle arıyordu. Andrei adamla Gürcüce konuşuyordu. Biz Andrei ile sessizce onların konuşmalarını dinliyorduk.
“En son görüldükleri yer Kaheti bölgesi.”
“Şu an orada değiller mi?”
“Bilgi kesinleşmedi. Ama yer değiştirdiklerinden neredeyse eminim.”
“Bu benim için iyi bir cevap değil. Yeterli de değil.”
“Biliyorum. Bana biraz daha zaman ver. Kargalar uçtu. Geri döndüklerinde daha iyi bir haber vereceğim.”
Kısa bir sessizlik oldu.
“Bilmen gereken bir şey daha var. Q'avisperi datvi… burada.”
Q'avisperi datvi, yani “boz ayı”… Kirill Azarov.
Üçümüz de şaşkınlıkla birbirimize bakakaldık. Azarov da bizler gibi zorunlu olmadıkça o bölgeye gitmezdi. Herkesin bölgeleri, kontrol eden liderlerin koyduğu kurallarla yönetilirdi. O kuralların dışına çıkamaz ve saygısızlık edemezdiniz. Tabii eğer… bir amacınız ya da anlaşmanız yoksa…
“Orada ne işi olduğunu öğren.”
“Bunun kolay olduğunu mu sanıyorsun? O adam… bir Devi. Devi’nin ne olduğunu biliyor musun? Bir kafası kesildiğinde, kafasını yenileyebilen çok başlı devler.”
Dmitriy gözlerini devirdi. Mitoloji eskiden beri ilgisini çekmez, efsaneleri çocukları kandırmak için uydurulan bir masal gibi görürdü.
“Ödeme yapılacak. Sen sadece dediğimi yap.”
“K'argi.” (Tamam)
Hat kesildi. Dmitriy bana döndü.
“Konuşmanın önemli kısımlarını duydun. Duymadığın ise Kuznetsovlar’ın bölge liderlerinden yardım aldığı kısmı.”
“Kirill Azarov işin içinde, bölge liderleriyle iş birliği içinde olan büyük ihtimalle o. Mikhail’i nasıl koruyorsa, Kuznetsovlar’ı da koruyordur.”
“Viktor… bu iş düşündüğümden daha karmaşık. Ne yapacağız?”
Bir elim çenemde, düşüncelere daldım. Bu iş... Dmitriy’nin düşündüğünden çok daha karmaşıktı. Son günlerde içimi kemiren huzursuzluk, zihnimde dönüp duran karanlık senaryolarla birleşip büyüyordu. Tek arzum, Vera’yı ve ailemi korumak, hepimizi içine çekmekte olan bu karanlık çukurdan çıkarabilmekti. Ve... görünmeyen düşmanı ortaya çıkarmak.
“Beni biraz yalnız bırakın.”
Onlar dışarı çıktığında, Vladimir’i aradım. Kullandığımız hat sadece bize aitti, temizdi. Onu aramak, önemli bir bilgi paylaşmak ya da akıl danışmak anlamına gelirdi.
“Viktor?” dedi sesi dikkat kesilmiş halde.
“Kirill, Gürcistan’da.”
Kısa bir sessizlik oldu, ardından Vladimir konuştu:
“Rodya dün yeni bir bilgi getirdi. Kaheti, Guria ve İmereti’deki liderler Azarov’la bir anlaşma imzalamışlar.”
Derin bir nefes aldıktan sonra devam etti:
“Kuznetsovlar’ın yerleri hâlâ belirsiz. En son Kaheti’de görüldüler ama şu an nerede olduklarını kimse bilmiyor.”
Derin bir nefes aldım, öfkem burnumdan taşıyordu. Bu iş, göründüğünden çok daha zahmetli olacaktı. Tehlike yakındı, hem de ne zaman ve nereden geleceği belirsizdi.
“Viktor… kolay olmayacağını biliyorduk. Azarov olmasa bile durum yeterince karmaşıktı. Şimdi işler daha da zorlaştı.”
“İmkânsız mı demek istiyorsun?”
“İmkânsız olsa ne fark eder Viktor? Zor olan başarılır, imkânsız zaman alır. Bu, en sevdiğim sözlerden biridir.”
Durumu anlıyordum ama son günlerde içimde biriken kaygılar, sanki üzerime devrilecek bir duvar gibiydi.
“Her an, bu işi çözüme kavuşturamadığım her saniye, sevdiğim herkesi tehlikenin içine atmış gibi hissediyorum,” dedim sessizce.
“Biliyorum. Ama bu olmayacak. Buna izin vermeyeceğim, oğlum.”
Sustu. Sanki bir sonraki cümlesi için güç topluyordu.
“Düğüne geleceğim.”
Şaşırdım. “Gelmeni çok isterim ama… ne değişti?” diye sordum.
İki gün önce yaptığımız konuşmada, birinin onu görme ihtimalinin tüm planlarımızı riske atabileceği konusunda hemfikirdik. Köstebeği hâlâ bulamamıştık. Onun hâlâ hayatta olduğunu Vera ve ailem dışında kimse bilmiyordu. Düğün sadece aile içinde olacaktı ama yine de bu büyük bir riskti.
“Yanında olmama ihtiyacın var.”
Vladimir Vikhrov... beni en iyi tanıyan kişiydi. Her zaman öyle olmuştu.
“Eğer senin için de uygunsa...”
“Seni görmeyi çok isterim, Vladimir.”
“Evlendiğiniz gün yanınızda olacağım, oğlum.”
“Teşekkür ederim, Vladimir.”
Bizim uzun ve derin konuşmalara ihtiyacımız olmazdı. Sessizlikte bile birbirimizi anlardık.
“Görüşürüz Viktor.”
“Görüşürüz Vladimir.”
Telefonu kapadığımda, kalbimde kısa süreli bir huzur hissettim. Geçici olduğunu biliyordum. Zihnim yakında yeni senaryolar üretmeye başlayacaktı. Ama o anın içinde bir süre kalmak istedim. Belirsizliklerden, çocukluğumdan beri nefret ederdim. Şimdi ise en çok sevdiğim insanları tehdit eden belirsizliklerle çevriliydim. Özellikle Vera ve bebeğimiz için endişeliydim.
Düşüncelerden uzaklaşmak için Jack’i aradım. Telefon birkaç kez çaldıktan sonra açtı.
“Merhaba, Viktor?”
Sesi hem şaşkın hem de tedirgindi. Haklıydı. Onu aramam alışılmadık bir durumdu. Ama bu, onları da mutlu edecek bir haberdi. Ayrıca Vera için gerçek bir sürpriz olmasını istiyordum.
“Merhaba Jack, nasılsın?”
“İyiyim Viktor, siz nasılsınız?”
Sesi hemen yumuşamıştı.
“Biz de iyiyiz. Seni Vera’dan gizli arıyorum.”
“Neden?”
“Düğün için geleceğinizi biliyorum ama planlarda küçük bir değişiklik oldu.”
“Düğün tarihinde mi?”
“Hayır. Aslında bir nişan yemeği vermeye karar verdim. Bu, Vera için bir sürpriz olacak. Eğer siz de burada olursanız, sevinçten havalara uçacağından eminim.”
“Bu harika bir fikir, Viktor.”
“Peki Rusya’ya daha erken gelmeniz mümkün mü?”
“Aslında bir-iki hafta önce gelmeyi planlıyorduk ama… Bana bir dakika verir misin?”
“Elbette Jack.”
Telefonu kulağından uzaklaştırıp Frannie’ye seslendiğini duydum. Kısa bir açıklamanın ardından Frannie’nin sevinç çığlığı yükseldi. Gülümsedim. Vera’yı gerçekten seviyorlardı. Ardından Jack tekrar telefona geldi.
“Sanırım Frannie’nin tepkisini duydun.”
“Evet.”
“Yeni projeye iki ay sonra başlayacağız. Bu yüzden erken gelmek, özellikle Vera’yla vakit geçirmek bize çok iyi gelecek.”
“O zaman uçak biletlerinizi bugün aldıracağım. Ayrıca kalacak yer için endişelenmeyin, bizimle kalacaksınız.”
“Viktor… biz… sizinle kalmayı çok isteriz ama uçak biletlerimizi ödemene izin veremem.”
“Bu, Vera için yaptığım bir jest olacak. Lütfen bunu kabul edin, Jack.”
“Büyük bir jest bu. Zaten geleceğiz Viktor.”
“Beni kırma Jack.”
Kısa bir sessizlik oldu. Ardından sesindeki ton yumuşadı.
“Peki Viktor. Teşekkür ederiz. Sizi görmek için sabırsızlanıyoruz.”
“Biz de Jack. Biletler alındıktan sonra sizi bilgilendireceğim.”
“Olur.”
“Görüşürüz. Frannie’ye selam söyle.”
“Onun da sana selamı var. Görüşürüz Viktor.”
Telefonu kapattıktan sonra, asistanımı aradım. “Jack ve Frannie için birinci sınıftan iki uçak bileti almanı istiyorum,” dedim.
Bilgileri verdikten sonra telefonu kapattım. Ardından hiç vakit kaybetmeden Anastasia’yı aradım.
“Hazırlıklara başlamamız gerekiyor,” dedim net bir ses tonuyla. “Cuma akşamı için bir nişan yemeği organize edebilir misin?”
“Elbette Viktor,” dedi, sesinden taşan sevinçle. Telefon kapanırken bile cümlesinin ardında bir hareket başlamış gibiydi.
Günün geri kalanını işlerle ilgilenerek ve zihnimde kurduğum senaryolar arasında kaybolarak geçirdim. Aklım, olasılıkların karmaşasında gezinirken, ruhum tek bir hedefe odaklanmıştı: bu işi sonlandırmak. Bir şekilde.
Vladimir haklıydı. İmkânsız, sadece daha çok zaman alan bir yoldu. Ama ben de sabırla beklemeyi göze alabilecek kadar tecrübe kazanmıştım. Harekete geçmek için doğru zamanı beklemek... bazen en büyük cesaretti.
Sun Tzu’nun savaşın beş kuralını hatırladım: ölçme, değerlendirme, hesaplama, kıyaslama ve zafer. Her biri bir diğerini doğuruyor, her biri stratejinin vazgeçilmez yapı taşına dönüşüyordu. Ben de kendimi bu beş adıma adayacaktım. Her hareketimi dikkatle planlayacak, sabırlı olacaktım. Düşmanı tanıyacak, zayıflıklarını anlayacak, sonra bir gece gibi sessiz, bir fırtına gibi yıkıcı gelecektim.
Strateji… en güçlü silahımdı; bazen savaşmadan kazanmanın tek yolu. Adımlarımı karanlıkta gizleyecek, planlarımı sessizliğe bürüyüp vakti geldiğinde bir volkan gibi patlayacaktım. Düşmanlarım ne ne zaman geldiğimi anlayacak, ne de karşı koyacak zamanı bulacaktı. Ama şimdi, sabredecektim. En azından tahammül edebildiğim yere kadar.
Gün bitip de işler tamamlandığında, arabamla ona doğru yola çıktım. Tüm gün zihnimi işgal eden, yüreğimi saran o tek kişiye... Vera’ya.
Odamızdaydı. Beni görür görmez yüzü sevgiyle aydınlandı. Gözlerinde, dünyanın tüm karmaşasını susturan o ışık vardı. Kollarıma aldım onu, birlikte yatağa uzandık. Başını göğsüme koyduğunda, derin bir nefes aldım. Kokusunda huzur, teninde sükûnet vardı.
Vera... Benim her şeyimdi. Güneşim, ışığım, aşkım, kaderim, kadınım. Onunlayken her şeydim. Ama onsuz... hiçbir şey.
Vera
O sabah gözlerimi açtığımda, Viktor çoktan giyinmişti. Odanın içinde sessiz adımlarla dolaşıyor, gömleğinin düğmelerini ilikliyordu. Beni fark ettiğinde yüzünde tanıdığım o yumuşak gülümseme belirdi. Yanıma geldi, eğildi ve dudakları nazikçe benimkilerine dokundu.
“Günaydın, malysh,” dedi sesi kısık, sıcacık bir tınıyla.
“Günaydın sevgilim. Nereye gidiyorsun?” diye sordum, sesimde hafif bir uykulu şaşkınlıkla. Gözüm saate ilişti. Henüz çok erkendi.
“Bir işim var,” dedi, elini yanağıma hafifçe dokundururken. “Halledip geleceğim. Sen hazırlan ve beni bekle, olur mu?”
Bakışlarımı gözlerinden ayırmadan başımı salladım. Gülümsemesi genişledi. Yüzü, beni ilk gördüğü anlarda olduğu gibi ışıldıyordu.
“Şaşkın haline bayılıyorum,” dedi, sesi alayla karışık bir hayranlık taşıyordu. “Aslında her haline bayılıyorum.”
Ardından gözlerinde o tanıdık ifade belirdi. Beni biraz daha izlerse, kalmayı seçecekti. Ama gitmesi gerektiğini anlayabiliyordum.
“Şanslısın, işim acil ve önemli,” dedi yüzündeki tutku dolu ifadeyle.
Gülümsedim. Onun iç sesini duyar gibiydim. Her şeyin farkındaydım ve bunu biliyordu.
“Bir saat içinde evde olurum, malysh,” diye ekledi.
Bakışları üzerimdeki geceliğe kaydı. Uzun uzun, sanki her bir kıvrımı ezberliyormuş gibi. Sonra, gözlerini benden ayırmadan mırıldandı:
“Beni çıldırtmayacak bir şeyler giyinirsen sevinirim.”
Ona bakarken başımı eğdim, hafifçe güldüm. Gözleri gözlerime değdiğinde, ciddiyetle doluydu. Beklediği onayı verdiğimde, aramızdaki görünmez bağ bir kez daha kuvvetlendi. Hızla odadan çıktı.
Ancak bu sabah... tuhaftı. Sessiz heyecanı, bakışlarındaki gölge, dikkatli adımları... Tüm bunlar fark edilmemek için fazla açıktı. Pencereye yürüdüm ve dışarı baktım. Andrei ve diğer korumalar çoktan yerlerini almıştı. Ancak bu kez, Viktor’un arabasının dışında üç araç daha kapıdaydı. Ne oluyordu?
Viktor dışarı çıktığında, Andrei’ye başıyla bir işaret verdi. Saatine baktı, sonra hiçbir tereddüt göstermeden arabasına bindi. Araçlar peş peşe yola çıktı. Ben ise camın ardından onlara bakakaldım.
İçimde ağır bir endişe vardı. Mikhail hâlâ bulunamamıştı. Bu gerilim, üzerimize örülen gölgenin bir parçasıydı. Bu durum belki de onunla ilgiliydi. Ellerim karnıma gitti, onu okşarken içimdeki huzursuzluğu bastırmaya çalıştım. Bebeğimiz... Tek isteğim, onun güvende olmasıydı. Bir de Viktor... Tanrım, onu kaybetmek fikri bile nefesimi kesiyordu.
Duş iyi gelecekti. Su, her zaman olduğu gibi beni sakinleştirebilirdi. Banyoya girdim, geceliğimi usulca çıkardım. Su sıcak ama yakıcı değildi. Tenimden süzülürken nefesim düzene girdi. Gözlerimi kapattım ve sadece hissetmeye odaklandım. Viktor yanımda olsaydı... her şey daha kolay olurdu.
Elimi yine karnıma koydum. Bebeğimin varlığını hissetmek beni sakinleştiriyordu. “Tanrım... lütfen onları koru,” diye fısıldadım. Kelimeler, duvarlarda yankılanan bir dua gibi suyla birlikte akıp gitti.
Sonra hazırlandım. Sessiz, yavaş, bir ritüel gibi. Odaya döndüm ve onu bekledim. Zihnimi oyalamak için kitaplara sığındım. Kelimelere tutundum. Saat dolmadan, kapıda belirdi. Varlığıyla ışığı da beraberinde getirmişti.
“Kahvaltıya inelim mi, güneşim?” dedi, bakışlarında bir parıltıyla.
Ona doğru yürüdüm. “İşini halledebildin mi, sevgilim?”
“Evet,” diye yanıtladı ve elimi tuttu. Merdivenlere doğru yöneldik. Oldukça hızlı hareket ediyordu. “Viktor… yavaş ol, lütfen,” dedim. O da adımlarını hafifletti.
Aşağı indiğimizde donup kaldım. Hayretle.
“Aman Tanrım!”
Frannie ve Jack karşımdaydı. Gözlerime inanamadım. Kalbim, heyecan ve sevinçle hızlıca çarpmaya başladı. Koştum onlara, uzun süredir görüşememenin özlemiyle ikisine birden sarıldım. Frannie ağlıyordu, ben de. Kelimelere gerek yoktu; varlıkları her şey demekti.
“Sizi çok özledim,” dedim boğazıma düğümlenen sesle.
“Biz de seni, V,” dedi Jack.
Sonra elleri dikkatlice karnıma uzandı. Frannie’nin gözlerinde mutluluk dolu bir şaşkınlık vardı. Jack’in sesiyse neredeyse bir fısıltıydı:
“Büyümüş bile…”
Viktor bir adım geride duruyordu. Onları tanıyordu; benim için ne kadar değerli olduklarını biliyordu. Yine de kıskançlık onun doğasında vardı. Fakat şu an, gözlerinde sadece mutluluk parlıyordu.
İkisine bir kez daha sarıldım. Sonra hep birlikte kahvaltıya geçtik. Masada, Frannie’ye döndüm.
“Düğünden iki hafta önce gelebileceğinizi sanıyordum.”
Frannie gülümsedi, sonra başını Viktor’a çevirdi.
“Viktor bizi davet etti… kolayca ikna olduk,” dedi. Sonra Jack’e döndü. “Değil mi sevgilim?”
“Öyle,” dedi Jack, gözlerinde sevgiyle.
Kahvaltı ederken konuşmalarımız hiç bitmedi. Bebeğimden, New York’tan, gösterilerden, anılardan... Her şey bir çırpıda akıp gidiyordu.
Jack bir ara Viktor’a döndü ve hafifçe gülümsedi.
“Bu konular birkaç kez daha konuşulacak. Umarım hazırlıklısındır.”
Viktor, başını eğerek onayladı. Sonra gözleri beni buldu. Gözlerinde, beni böyle mutlu görmekten duyduğu tarifsiz bir huzur vardı.
“Sorun değil. Ailem ve değer verdiğim dostlarımın gözlerindeki mutluluğu izlemek... benim kalbimi de ısıtıyor.”
Viktor, Jack ile Frannie’ye sırayla baktı. Bakışları sakindi ama içinde bir çağrı vardı.
“Yarın doktora bizimle gelirseniz seviniriz. Değil mi, Vera?”
Kalbim yerinden fırlayacak gibi çarpmaya başladı. Gözlerim Frannie’ye kaydığında, ifadesi çoktan değişmişti. Tanıdığım o yüz, şimdi duygularla bulanmıştı.
“Tanrım… minik pankekimizi mi göreceğiz?” diye sordu fısıltı gibi bir sesle, gözleri yaşlarla dolarken.
O an kendimi tutamadım. Gülmeye başladım. Tam da beklediğim gibi.
“Ona “pankek” diyeceğini biliyordum.
Jack de anladığı için kahkahasını tutamadı. Ardından Viktor’a dönerek, “Fran’in en sevdiği yiyecektir,” dedi.
Viktor da başını eğdi. Gözlerindeki parıltı, onların varlığının onu da memnun ettiğini gösteriyordu. Onlarla bu kadar iyi anlaşması… benim için tarifsiz bir sevinçti. Onlar, Viktor’dan sonra hayatımdaki en değerli kişilerdi. Ailemdi.
Birden Viktor yerinden kalktı.Sessizliği kendisiyle birlikte de götürecek gibiydi. Bakışlarımız onda toplandı.
“İşlerim var. Ama akşam sizi yöresel yemekler sunan özel bir restorana götüreceğim. O zamana kadar dinlenin, yol yorgunluğunu üzerinizden atın.”
“Teşekkürler, Viktor,” dedi Jack içtenlikle.
“Rica ederim, Jack.”
Viktor yanıma gelip alnıma hafifçe bir öpücük kondurdu. Bu sadece bir vedalaşma değildi; içimde derin bir bağlılık yemini gibi yankılanıyordu. Her zamanki gibi, varlığını sessizce hissettiriyor, bir an bile yanımdan ayrılmadığını anlatıyordu. Bunu her gün yapıyordu. Tenime işlerken, ruhumun en derin katmanlarına bile sızıyordu.
“Bana ihtiyacın olursa ara, malysh,” dedi fısıltıyla.
Sonra dudağıma kısa ama derin bir öpücük bıraktı.
“Akşam görüşürüz.”
“Görüşürüz sevgilim.”
Ardından uzaklaştı. Sessiz adımları koridorda yankılanırken, gözüm hâlâ onun arkasındaydı. İçimde hem huzur hem özlemle dolu bir sessizlik bırakarak çıkmıştı.
Frannie bana dönüp gözlerini kısıp merakla sordu: “O nasıl bir çekimdi öyle?”
Bir anda kızardım. Frannie, hiçbir şeyi kaçırmayan gözleriyle Jack’e döndü:
“Üzgünüm sevgilim, bunu söyleyeceğim için bana kızma ama… Viktor… yürüyen bir karizma.”
“Frannie!” dedim uyarı dolu bir sesle.
“Ne var, V? Gerçeği söylüyorum,” diye savundu kendini sırıtışını gizleyemeden.
Jack ona gözlerini devirdi, sonra bana döndü. Elimi tuttu, sıkıca. Gözlerinde bana dair bir telaş hatta bir endişe vardı.
“Aşık ve mutlu Vera’yı görmek ne kadar hoşuma gitse de sormadan edemeyeceğim… Rahatın yerinde mi Vera? Gerçekten iyi misin?”
Bu soru… Kalbimi delip geçti. Hiç sormamış olsalar, belki kendimi daha güçlü hissedecektim. Ama bu soruyla birlikte içimdeki çatlaklar birer birer gün yüzüne çıktı. Sessizleştim. Bakışlarımı önce Frannie’ye, sonra Jack’e çevirdim. Onların meraklı ama sevgi dolu yüzlerinde, bana sunulan bir sığınak vardı.
Onlardan şimdiye dek hiçbir şeyi saklamamıştım. Yalnız bu kez… pek çok şeyi söylememiştim. Viktor’un kim olduğunu biliyorlardı. Ama yaşananların derinliğini, tehlikenin gerçek yüzünü henüz görmemişlerdi.
“İyiyim, Jack. Viktor…” derin bir nefes aldım, “...ona aşığım. O da bana. Ve üzerime titriyor.” Elim, içgüdüsel bir şekilde karnıma gitti. “Özellikle bebeğimizi öğrendiğinden beri... dikkati, ilgisi hep üzerimde.”
“Sana nasıl baktığının farkındayız, V,” dedi Frannie.
Jack başını salladı. “Evet. Etrafına bir koza örmeye ya da seni etten bir duvarla sarmaya hazır gibi. Bu arada…”
“Jack, yapma,” diye araya girdi Frannie, sesi yumuşak ama kararlıydı.
İkisi arasında kısa, anlam yüklü bir bakışma oldu. Sonra Jack tekrar bana döndü.
“Bu hayat… senin için korkutucu değil mi?”
“Jack…” dedim fısıltıyla.
Göz göze geldik. Gözlerimde ne varsa okudular. Onlardan kaçamazdım. Onlar, içimi gören aynalardı. Her şeyi söylemesem bile... hissettiklerimi susturamazdım.
“Aslında korktuğum tek şey… onu kaybetme ihtimali. Son günlerde… işler farklıydı. Gölge gibi bir şey var üzerimizde. En çok da…” Başımı önüme eğdim. “...bebeğimize bir şey olmasından korkuyorum.”
Frannie kalktı, tereddütsüz bir adımla yanıma geldi ve beni kucakladı. Sıkıca. İçimdeki her kırığı sardı. İyileştirmeye çalışırcasına.
“Böyle bir şey olmayacak, V. Lütfen, kendini bu düşüncelerle hırpalama.”
Jack de dayanamadı. Gelip bize katıldı. İkisi de kollarındaydı şimdi.
“Özür dilerim, güzelim,” dedi Jack. “Seni üzmek istemedim.”
Geri çekildiklerinde, içimde hâlâ yankılanan buruklukla hafifçe gülümsedim.
“Sorun değil. Beni düşündüğünüzü biliyorum.”
“Seni çok seviyoruz, V.”
“Ben de sizi çok seviyorum, Fran.”
Tam o anda Vadim yanımıza yaklaştı. Sesi nazik, ifadesi saygılıydı.
“Bayan Vera, istediğiniz başka bir şey var mı?”
Jack ve Frannie’ye döndüm. Gözleri biraz yorgun, ama huzurluydu.
“Biraz dinlenseniz iyi olacak. Vadim… misafir odası hazırlandı mı?”
“Elbette, efendim. Arkadaşlarınızın bavulu da çoktan çıkarıldı.”
Vadim, nazik bir tebessümle Jack ve Frannie’ye döndü.
“Eşyalarınızı da yerleştirdik, efendim.”
“Teşekkür ederiz,” dedi Jack, minnettarlıkla.
“Bir şey değil.”
“O zaman siz odaya geçin biraz,” dedim hafifçe.
Frannie ayağa kalktı. Göz kapakları ağırlaşmıştı.
“Çok uykum var,” dedi gülümseyerek.
Jack de onun peşinden kalktı. Elini omzuna koydu, sevgi dolu bir bakışla.
“Sonra görüşürüz, güzelim.”
“İyi dinlenmeler, Jack,” dedim ve ardından onları izledim.
Arkamda bir sessizlik kalmıştı. Ama içimde… sevgiyle karışık bir dinginlik vardı. Buna rağmen portakal suyumu yudumlarken düşüncelerim hâlâ yanımdaydı. Sessizlikle dolu o dakikalarda kalbim konuşuyordu. Son yudumu da içtikten sonra, kendimi açık havaya attım. Bahçeye çıktım — aklıma doluşan o düşünceleri biraz olsun susturmak, bedenimi dinginleştirmek istedim.
Ama yalnız değildim. Her zaman olduğu gibi. Prizrak’tan iki adam, sessiz gölgeler gibi peşimdeydi. Vikhrov’un ekibi… Hayaletler. Onlara verilen lakap, varlıklarını en doğru şekilde tanımlıyordu. Onlarla yürürken, adımlarımın yankısı gerçekti ama onlarınki… sanki başka bir dünyaya aitti. Soğuk, mekanik… ölümün bile sessizliğini andıran bir varoluşları vardı. İnsan gibi değillerdi. En azından… artık öyle hissettirmiyorlardı.
Yaklaşık bir saat sonra minik göletin kenarındaki banka oturdum. Gölün yüzeyi sakindi ama içimdeki fırtınalar hiç dinmiyordu. Jack’in sorusu… hâlâ zihnimde çınlıyordu:
“Gerçekten iyi misin, Vera?”
Ama hayır. İyi değildim. Çünkü endişelerim geçmiyordu. Korkularım… yok olmuyordu. Her yeni gün, biraz daha fazla gölgeleniyordu içimde. Elim, neredeyse kendiliğinden, cebimdeki telefona uzandı. Parmaklarım birkaç kelimeye dönüştü:
“İyi değilim.”
Viktor, mesajı okur okumaz beni aradı. Kalbinin sesi telefondan taştı.
“Neyin var, malysh?”
“Yanıma gelsen olmaz mı?” dedim, sesimdeki titremeyi saklayamayarak.
Ama o, zaten duymuştu. Her zaman duyardı. Beni kelimelerden önce hissederdi.
“Yola çıkıyorum. Neredesin?”
“Yürüyüş yaptım. Bankta oturuyorum.”
“Odamıza geç.”
“Tamam, sevgilim.”
Telefon kapandığında, eve doğru yürümeye başladım. Odamıza vardığımda, doğrudan yatağa uzandım. Gözlerim tavana takıldı. Kalbim onun sesini ararken bedenim sessizce kıpırdadı. Yaklaşık yarım saat sonra kapı açıldığında içimdeki boşluk birden doldu.
Viktor içeri girdiğinde… yüzündeki endişe beni paramparça etti. Hızla yanıma geldi. Dizlerinin üzerine çöktü ve yüzüme baktı — gözlerinde panik, ellerinde sevgi vardı.
“Neyin var, malysh? Seni doktora götürmemi ister misin?”
Yatakta doğruldum. Elleri yanaklarımı tutarken ben de onu tuttum, usulca öptüm. Dudaklarımdaki öpücük, bir cevap gibiydi. Sessiz ama derin.
“Sana ihtiyacım var,” dedim kısık bir sesle.
Çenemi ellerine aldı, bakışlarını gözlerime sabitledi. İçinde bir şeyler arıyordu. Bulmak istediği cevap, benden daha fazla kendisini ikna etmek içindi belki de.
“Ne oldu?” diye sordu.
Saklayamadım. Ondan hiçbir şeyi saklayamıyordum. Ben onun için açık bir kitap değildim sadece; onun ellerinde şeffaf bir hikâyeye dönüşüyordum.
“Korkuyorum,” dedim fısıltıyla.
Bedenindeki tüm kaslar gerildi. Gözleri karardı.
“Biri bir şey mi yaptı sana, Vera?”
“Hayır. Hayır sevgilim, öyle değil.”
Derin bir nefes aldım. Ama o nefes bile içimdeki ağrıyı hafifletmedi.
“Son günlerde… korkularım ve endişelerim arttı. Seni ya da… bebeğimizi…”
Cümle yarım kaldı. Çünkü boğazım düğümlendi. Gözyaşlarım yanağımdan süzülürken, Viktor ayağa kalktı. Ceketini, ayakkabılarını çıkardı. Sonra yanıma uzandı. Beni arkasına aldı, kollarının arasında sarmaladı. Başım göğsüne yaslandı. Ben… sonunda nefes aldım. Çünkü orası benim sığınağımdı. Varlığının hissi, kokusu… kalbimi sarıp sarmalayan bir dua gibiydi.
“Onu bulacağımı ve her şeyin bedelini ödeteceğimi biliyorsun, değil mi?” dedi, sesi karanlıkla yoğrulmuştu.
Ama sorun bu değildi. Gerçek korkum… çok daha sessizdi. İçimden bastıramadığım bir hıçkırık yükseldi.
“Güneşim… yapma böyle,” dedi. Beni kollarının arasına daha da sıkı çekti. Alnımdan öperken, sözleri dudaklarından döküldü: “Bir daha korkmayacaksın. Söz veriyorum.”
“Sana bir şey olursa…”
“Olmayacak.”
Başımı kaldırdım. Gözlerine baktım. O an… onun için bir dünya dolusu dua olmak istedim. Elini yanağıma koydu. Parmakları usulca tenimde gezindi.
“Son günlerde çok değişim yaşadın,” dedi nazikçe. “Hamilelik… bu korkuları tetikliyor. Bunun farkındasın, değil mi?”
Ama biliyordum ki… yalnızca hamilelik değildi bu.
Gözlerinin içine baktım. Son zamanlarda gözlerinde aşina olduğum bir karanlık türü tekrar oradaydı. Sessizce, dikkatlice yerleşmişti göz bebeklerinin ardına.
“Size bir şey olmasına asla izin vermem, güneşim. Ne bebeğime ne de sana. Bir kez daha olmaz. İzin vermem buna.”
Bu sözleri bir ant gibi kabul etmeliydim. Bir güven teminatı… bir sevda yemini. Ama içimde gerilimle karışık bir burukluk bıraktı. Onun bu karanlığı beni ürkütüyordu. Beni korumak için ne kadar ileri gidebileceğini düşündükçe… içim daralıyordu.
Bir parmağı dudaklarımda gezindi. O dokunuş… narin ama tehlikeli bir fırtına gibiydi. Gözlerinde hâlâ o karanlık gölgelenmişti. Sonra beni yeniden göğsüne yasladı. Yanağındaki eli enseme ilerledi. Parmakları saç diplerime ve enseme uzandı. Orada, beni hayata bağlayan o noktada… beni yavaşça ovarken, fısıltıları kalbimin en kırılgan yerine değdi:
“Seni seviyorum, Vera ve bu sevgiden geri adım atmam mümkün değil.”
Sonra… Viktor, bahçeden süzülen yumuşak güneş ışığının aydınlattığı odada konuşmaya başladı. Sesi, ilkbaharın ortasında uyanan rüzgâr gibi usul, ama derinden etkileyiciydi.
“Eskiden,” dedi sessizce, “karanlıktan korkan küçük bir kız yaşarmış. Annesi, onu dünyaya getirirken son nefesini vermiş. O yüzden kız, hayatla ilk karşılaştığında yalnızlığı tatmış. Küçük yaşta babasıyla gittiği ormanda yolunu kaybetmiş. Yalnızken karşısına yaşlı bir kadın çıkmış... giysileri paramparça, yüzü yorgun ama gözlerinde bir şey... bir zamanlar umut denen şeyin kırık yansıması varmış.”
Derin bir nefes aldı.
“Kız korkmuş,” diye devam etti. “Ama kalbi... korkudan daha ağır bir şeyle dolmuş: merhamet. Yanındaki yemeğin tamamını o kadına vermiş. Kadın gözlerine bakmış, gülümsemiş. Teşekkür etmiş ve yolu tarif etmiş. Kız ormandan çıkarken geride sadece adımlarını değil... içindeki iyiliğin izini de bırakmış.”
Gözlerimi kapattım. Kelimeleri içime işliyordu.
“Zaman geçmiş. O küçük kız, güzelliğiyle dikkat çeken zarif bir kadına dönüşmüş. Ama kalbi hâlâ boşmuş. O, içindeki karanlığın fısıltılarını susturabilecek bir adamı bekliyormuş. Ama hayat sabırlı bazen de acımasız bir öğretmendir. Babasının işleri kötüleşmiş. Kız genç yaşta babasını kaybetmiş. Evlerini satmak zorunda kalmış. Yeni evi küçücükmüş. Tek odalı ve gün ışığı çekildiğinde... karanlıkla baş başa kalıyormuş. Zaten mum alacak parası bile yokmuş.”
Viktor’un sesi bir notaya dönüşmüştü artık. Hafifçe iç çekti.
“Bir gün... kapısına birkaç genç dayanmış. Yalnızlığına saldırı gibi. Korkmuş. Onlardan karanlıktan korktuğundan daha çok korkmuş. Ama sonra... tozlu yolların ardında bir atlı belirmiş. Genç, yakışıklı bir adam. Hepsini uzaklaştırmış. Sonra... kıza bakmış ve dünya o bakışta durmuş.”
Kalbim sessizce çarptı. Hikâyenin sonunu tahmin edebiliyordum, ama yine de gözlerim doldu.
“Günler geçmiş. Aylar birbirine eklenmiş. Adam kıza kalbini açmış. Kız da onun yanında kendini yeniden bulmuş. Ama sonra... adam bir gün gitmiş. Sebep söylemeden, açıklama yapmadan. Bir daha dönmemiş. Kız... içindeki kederle hastalanmış. Işık, onun için bir hatıraya dönüşmüş.”
Gözlerini bana diktiğinde, masalı anlatmasının en derin sebebini o bakışlardaki yankılarda hissediyordum.
“Bir sabah... güneş henüz doğarken, kapısında bir kutu bulmuş. İçinde bir balo elbisesi, eldivenler, zarif ayakkabılar ve bir maske. Yanında bir zarf ve zarfın içinde davetiye ile küçük bir not: O akşam sekizde bir atlı araba gelip onu bir baloya götürecekmiş.”
Sesi yumuşadı. Bahçedeki kuş seslerine karışan bir melodiydi şimdi.
“Neredeyse hayattan ümidini kesen kız o günü kendine hediye etmiş. Giyinmiş, hazırlanmış. Gün ışığı solmaya başlamışken araba kapıya gelmiş. Saraya vardığında... ışıklarla süslenmiş bir dünyanın içine girmiş. Her yer parlıyormuş. Ama sonra onu görmüş. Aşık olduğu adamı. Yanında bir kadınla ve başında... kraliyet tacıyla. Tam oradan uzaklaşmak üzereyken... adam onu görmüş. Maskesinin ardındaki bakışı tanımış. Yanına gelip onu kollarına almış. ‘Moya zvezda,’ demiş. Ve kız... gözyaşlarına boğulmuş.”
Derin bir sessizlik oluştu. Gündüz sessizliği. Kuş cıvıltılarının doldurduğu bir sükûnet.
“Adam, kızın öldüğünü sanıyormuş. Aylarca onu aradığını, ama ne ev ne de ondan bir iz bulamadığını anlatmış. O sırada yanında duran kadın ileri atılmış. Bir şey söylemek üzereyken... onları ayırmak üzereyken… kalabalığın içinden yaşlı bir kraliçe çıkmış. Asasını yere vurmuş. Kadın... bir fareye dönüşmüş.”
İçim titredi. Masalın büyüsü odanın her köşesine yayılmıştı.
“Kraliçe kıza dönmüş. ‘Bu kız,’ demiş, ‘Yıllar önce ormanda bana yardım eden küçük kız. Karanlıktan korkan ama kalbi ışıkla dolu olan kız. Sonra adam, kızın önünde diz çökmüş. ‘Tüm ışıklar her gün senin için yanıyor,’ demiş. ‘Sana bir söz vermiştim. Karanlığı senin için yok edeceğim ve yalnızca senin için yaşayacağım. Benimle evlen.’ Kız, ağlarken ‘Evet,’ demiş. Ve onların hikâyesi... sonsuzluğa yazılmış.”
Masal bittiğinde, güneş hâlâ pencerenin camından içeri süzülüyordu. O anın huzuru, içimdeki fırtınayı yatıştırmıştı. Viktor başımı göğsüne bastırdı. Nefesi saçlarımda gezindi.
“Karanlığı senin için yok edeceğim, güneşim. Sadece senin ve bebeğimiz için yaşayacağım. Bana güven... kalbini sakinleştir.”
“Seni çok seviyorum, Viktor.”
“Ben sana tapıyorum, malysh. Bu aşk... içimdeki aşk... evrenin sınırlarını bile aştı.”
Dudakları dudaklarımı buldu. Gün ışığına inat, içimde bir ay gibi parladı. Sonra beni yeniden sarıp kulağıma fısıldadı:
“Korkma. Ben her zaman buradayım. Yanındayım. Seni asla bırakmayacağım.”
“Hiç bırakma...” dedim sessizce.
Gündüzün tam ortasında, onun kollarında... huzurla gözlerimi kapadım.
Uyandığımda, Viktor hâlâ gitmemişti. Odanın köşesindeki koltukta, bilgisayarının başında sessizce çalışıyordu. Gözleri, uyanışımı fark ettiğinde hemen bana döndü. Ekranı kapattı, yanımdaki yatağa oturdu ve yüzüme, saçlarıma dokundu. Parmaklarının sıcaklığı ruhuma işliyordu.
“Nasılsın, malysh?” diye sordu yumuşak bir sesle.
“Daha iyiyim, sevgilim,” dedim fısıltıyla. “Gitmemişsin…”
“Seni bırakamam,” dedi kararlı bir sesle. “Sorun ne olursa olsun.”
O an doğruldum ve ona sarıldım. Varlığı... tenimde, kalbimde bir liman gibiydi. Kaosun ortasında beni sakinleştiren tek yer, onun kollarıydı.
“Burada olman… çok iyi geldi.”
“Ne zaman istersen, bebeğim,” dedi ve biraz geri çekildi. Gözleri parlıyordu. “Artık hazırlanalım mı? Arkadaşların da acıkmış olabilir.”
“Geç mi oldu?”
“Hayır, güneşim, ama hazırlanıp çıksak iyi olur. Mesafe biraz uzak.”
“Tamam, sevgilim,” dedim ve gözlerinde kendimi bulduğum o an, güne başlamak için yeterliydi.
Hazırlıklarımızı tamamladığımızda Jack ile Frannie’yi salonda bulduk. Dinlenmiş görünüyorlardı, yüzlerinde sabahın huzurlu izleri vardı. Neredeyse hazırdılar. Hep birlikte, Viktor’un bizim için ayarladığı gözlerden uzak, bir kış bahçesi gibi düzenlenmiş büyüleyici bir restorana gittik. Ortamın huzuru, yumuşak ışıklar, ahşabın sıcaklığı, camların ardından görünen donuk yapraklar... her şey ruhumu besliyordu. Yemekler lezzetliydi, sohbetler içten ve samimi. Kalbimde biriken gri bulutlar, onların varlığıyla dağılmıştı.
Eve döndüğümüzde, Viktor’un göğsüne başımı yasladım ve orada… huzurun derinliğinde uykuya daldım. Ama sabaha karşı… ter içinde uyandım. İçimde bir şey sıkışmıştı. Boğazım düğüm düğümdü. O an, daha önce gördüğüm rüyanın birebir aynısını yaşamıştım.
Viktor, gözlerimin önünde vuruluyordu. Ona doğru koşuyordum ama bacaklarım adım atmıyor gibiydi. Zaman donmuştu. Mekân karanlığa bürünüyordu. Sonra sahne değişmişti. Beyaz bir tütü içinde sahnenin ortasında diz çökmüştüm. Işıklar üzerimdeydi ama içim buz gibiydi. Derken bir el ateş sesi... Kalbimde yankılanan acı... Ellerimde kan...
Aynı kabus. Aynı kalp sıkışıklığı.
“Vera?” Viktor’un uykulu gözleri bana odaklandığında usulca yanına uzandım. “Bir şey mi oldu?” diye sordu, sesi yorgun ama endişeli.
“Sadece kötü bir rüya,” dedim. Daha fazlasını anlatmak, kelimelere dökmek istemedim. Sadece yanında olmak istiyordum.
O an, bana her zaman söylediği o cümleyi yineledi:
“Kötü rüyalar çoğunlukla gerçekleşmez, güneşim.”
Cevap vermedim. Sadece ona sarıldım, kokusunu içime çektim. Kalbim ancak onun teninde sakinleştiğinde, yeniden gözlerimi kapadım.
Güneş doğduğunda, ilk ışıklar yüzüme vuruyordu. Gözlerim tam açılmadan, Viktor beni kendine çekti. Dudaklarını dudaklarıma değdirdiğinde, tüm düşüncelerim sükûta erdi. Ona teslim oldum. Her zamanki gibi. Kalbim, bedenim ve ruhum onundu. Korkularım eriyip gitmişti. Sadece biz vardık. Her zamanki gibi.
“Sevgilim…” diye fısıldadım.
“Vera…” dedi adımı bir dua gibi telaffuz ederek.
Sesindeki hırıltı, boğuk nefesleri... içimdeki tüm savunmaları yok etti. Adımı söylerken sanki beni yeniden yaratıyordu. Onu kendime çektiğimde derin bir iç çekti. Adını fısıldadığımda ise artık kendini tutamadı.
Sonunda nefeslerimiz sakinleştiğinde, elimi tuttu ve beni usulca banyoya götürdü. Ritüelini gerçekleştirmek üzere. Her teması, her hareketi aramızdaki bağ yeniden kuruluyormuşçasına nazikti.
Duştan birlikte çıktığımızda hemen hazırlandık. Aşağı indiğimizde Jack ve Frannie kahvaltı masasındaydı. Hep birlikte sade ama huzurlu bir kahvaltı yaptık. Ardından doktora doğru yola çıktık. Viktor elimi bir an bile bırakmadı. Ultrasonda Frannie gözyaşlarını tutamadı. Jack onu sarıp sarmalarken yüzünde huzurlu bir gülümseme vardı. Gözleri ekranda, bebeğimize odaklıydı.
“Bir erkek,” dedi doktor.
Viktor, duyduklarına inanamayan bir ifadeyle doktora baktı. Sonra gözleri bana döndü, içindeki hayranlık tüm yüzüne yayılmıştı. Alnıma uzun bir öpücük kondurdu.
Herkes dışarı çıkarken üzerimi düzeltmeme yardım etti. Ardından dudaklarıma eğildi.
“Kız ya da erkek fark etmez,” dedi usulca. “Tek istediğim, ikinizin de sağlıklı olmanız.”
Sonra çenemi nazikçe kavradı. Dudakları dudaklarımdan bir nefeslik uzaklıktaydı.
“Ama senden bir kızım olmasını da istiyorum, malysh. Senin kadar güzel… senin gibi nazlı… ve senin gibi ışık dolu. Şimdiden bunu düşünmeye başla.”
“Viktor…” dedim, gözlerim dolarken.
Alt dudağımı yakaladı, usulca çekerek öptü. Sonra boynuma küçük öpücükler kondurdu ve geri çekildi.
“Odaları hazır zaten, malysh. İtiraz etmeni gerektirecek bir şey yok. Hem... hayal etmek güzeldir, değil mi?”
Gülümsedim. Ayağa kalktım ve elini tuttum.
“Haklısın,” dedim.
El ele kapıdan çıktık. Viktor o gününü sadece bize ayırmıştı. Misafirlerimiz için planladığı bu günü, aslında benim için kurguladığını biliyordum.
O gün, hayattan çalınmış bir andı.
Cuma günü, sabahın ilk ışıkları gri bulutlara çarparken, şehir uyanmaya hazırlanıyordu. Ben hâlâ Viktor’un kolunda saklanmış, zamana tutunmaya çalışıyordum. Günün nasıl bir yöne evrileceğine dair en ufak bir fikrim yoktu. Bu yüzden, Viktor alışveriş için dışarı çıkmamızı teklif ettiğinde şaşırmama rağmen, sorgulamadım.
Kızıl Meydan'ın taşları hafif nemliydi, nehrin üzerindeki hafif sis yavaşça çözülüyordu. Yüksek binaların arasında, kışın soğuk nefesi hala hissediliyordu. Ancak biz, Viktor’la birlikte şehrin kalabalığından sıyrılıp alışverişe çıktığımızda, bu ağır atmosferin içinde kendi küçük dünyamızı yaratmaya çalışıyorduk.
Frannie ve Jack, Nevsky Caddesi’nin lüks mağazalarının vitrinlerine hayran hayran bakarken epey dolaştık. Sonra bir mağazaya girdik. Viktor’un özenle seçtiği lacivert saten elbiseyi giydim; herkes beğenmişti. Ardından Jack ile Frannie, içinde şık giysiler seçtiler. Mantığım, kalabalığın içinde hâlâ durumu anlamaya çalışıyordu, ama Viktor bir dahi gibi her seferinde dikkatimi dağıtmayı başarıyor, aklımı meşgul edecek bir şeyler buluyordu.
Eve geldiğimizde, Viktor akşam yemeği için ailesinin yanına gideceğimizi söyledi. Ardından bugün aldığı elbiseyi giymemi istedi. Cümlesindeki hafif titreme, bu özel geceye dair ipuçları veriyordu.
“Özel bir akşam mı?” diye sordum, nefesim soğuk havada hafif buğu yapıyordu.
“Arkadaşlarımız ve ailemizle bir arada olacağız, malysh. Anastasia, arkadaşların geleceği için büyük bir özen gösterdi. Biz de ona karşılık vermeliyiz,” dedi Viktor, Moskova’nın sert rüzgarına rağmen sesi yumuşaktı.
İkimiz de hazırlandıktan sonra aşağı indik. Frannie ve Jack bizi bekliyordu; ikisi de kapının önünde şık kıyafetleriyle duruyordu. Frannie’nin saçları hafifçe dalgalı, makyajı zarif ama iddialıydı — Moskova’nın büyülü gecesine tam anlamıyla yakışan bir güzellik.
“Çok güzel olmuşsun,” dedim ona, gerçek bir hayranlıkla.
“Esas sen mükemmelsin, V.”
Jack’in gözlerindeki o yumuşak parıltıyı gördüm. Gülümseyerek ona karşılık verdim. Viktor bizi kapıya doğru yönlendirdi; kapının önünde yedi araç dizilmişti. Soğuk rüzgarın etkisiyle hafifçe ürperdim ve ona baktım. Sakin bir tavırla beni inceledi.
“Bugün kalabalık olacağız.”
Jack ve Frannie, her şeyin yolunda olduğunu anlatır gibi sessizce araçlarına bindi. Biz ise önümüzdeki araca geçtik. Yolda, Moskova’nın geniş bulvarlarında sessizlik hakimdi; sadece dışarıdaki kar tanelerinin cama vurduğu sesler duyuluyordu. Sonra şehrin dışına doğru ilerledik, Viktor ve ailesinin özel arazisine.
Birden Viktor yanıma eğildi ve belimden sardı. “Sessizsin, güneşim.”
“Neler olduğunu çözmeye çalışıyorum.”
“Az sonra kendi gözlerinle göreceksin.”
“Neyi?”
“Sabret, malysh.”
Gözleri dudaklarıma indi. Çene kasları gerildi.
“Rujunu dağıtmayı fena halde istiyorum.”
“Yanımda rujum…”
Cümlemi tamamlayamadan, dudaklarımla dudakları arasında yanan o ateşle beni öptü. Eli sırtımdan kalçama kaydı.
“Elbise sana çok yakıştı. Hazırlanırken üzerinden çıkarmamak için kendimi zor tuttum. Ama geceye kadar dayanacağım…”
Rujumu usulca dudaklarından sildim.
“Gece benimsin.”
“Ben hep seninim, sevgilim.”
“Yapma şunu Vera,” dedi boğuk bir sesle, Moskova gecesinin soğuk havası bile onun sıcaklığını dindiremez gibiydi. “Yemin ederim geri dönmek zorunda kalacağız.”
Gülümseyerek ona baktım, elini nazikçe kalçamdan çekti. Başını pencereye çevirdi. Onun kendini kontrol etme çabasını gördüm ve onu daha fazla zorlamamak için biraz uzaklaştım. Ardından rujumu yeniledim.
Eve yaklaştığımızda, her yer ışıklarla donatılmıştı; pencerelerden süzülen sarı ışıklar soğuk dış dünyaya meydan okuyordu. Fakat asıl büyü, kapıdan içeri adımımı attığımda başladı.
Salon ışıl ışıldı. Tavanlardan sarkan balerin figürleri, kristal şamdanlar ve asılı yıldız süslemeleri, bir masalın içinde olduğumu hissettirdi. Anastasia yanım geldi ve beni sıkıca kucakladı.
“Nişan davetine hoş geldin, Vera.”
“Anastasia…”
“Gerçek bir davet olmasını çok isterdim ama… Sevdiğin herkes burada.”
Gözlerim doldu. Anastasia’nın da gözleri nemliydi.
“Viktor ile bu sürprizi hazırlarken içimizdeki gerginlik hiçbir zaman geçmedi. Ama umarım beğenirsin. Herkes katkıda bulundu.”
“Teşekkür ederim,” dedim içtenlikle, kalbim taşmak üzereydi. “Hepinize…”
Yemeğe geçtiğimizde, masada sevdiğim her şey vardı: tatlılar, kahveler… Hepsi kalbimdeki sıcaklığı daha da artırıyordu. Her şeyi düşünmüşlerdi. Benim için.
Pasta geldiğinde, üzerindeki birbirine sarılmış figürlerin bana ve Viktor’a ait olduğunu fark ettim; yüzleri o kadar ince işlenmişti ki, sanki bir heykeltraş duygularımızı yakalamaya çalışmış gibiydi.
“Yerel bir sanatçı üç gündür üzerinde çalıştı,” dedi Anastasia. “Beğendin mi?”
“Bayıldım,” diye yanıtladım.
Anastasia figürü nazikçe çıkarıp hizmetçilerden birine teslim etti.
“Bugünün bir hatırası olarak saklamak isteyebileceğini düşündüm. Özel bir kutusu var. Gitmeden sana teslim edeceğim.”
Pasta kesildi. Neşeli sohbet devam ederken kahveler servis edildi. Viktor ile göz göze geldim; tam zamanıydı. Kahveler eşliğinde bebeğimizin cinsiyetini açıkladığımızda, herkes sevinçle doldu. Salonda yankılanan kahkahalar, içinde bulunduğumuz zor zamanları bile aydınlattı.
Geç vakitte kalktık ve eve döndük. Odamıza girdiğimizde, Viktor’un sabırsızlığı gözlerindeydi. Saçlarımdaki tokayı yavaşça çıkardı, parmakları nazikçe tenimde gezindi. Dudaklarımdan ayrılmadan, elbisemi dikkatle üzerinden çıkardı ve kucağına alarak beni yatağa götürdü.
O anda tüm benliğimle hissettim: Bu adamla hayatımı birleştiriyordum. Aşkımla. Kaderim olan kişiyle. Eksik parçalarımı tamamlıyordum. Her gece, onun kollarında huzuru buluyor, gerçek anlamda kendimi evimde hissediyordum.
Sonraki kelimeler dudaklarından dökülürken önce kalbimde, sonra ruhumda derin bir yankı uyandırdı:
“Sen benim tek gerçekliğimsin, Vera.”
“Sen de benim tek gerçekliğimsin, Viktor.”
Bir an için dünya durdu sanki; gözlerimiz birbirine kilitlendi, nefeslerimiz birbirine karıştı. Ellerimiz sessizce buluştu, parmaklarımız birbirine dolandı; zamanın bile kıskandığı o an, hayatımızın en saf ve en gerçek haliydi.
Viktor’un kalp atışını tenimde hissederken, bir yemin gibi fısıldadım: “Sonsuza dek seninle...”
O gece, kelimeler değil, kalplerimiz konuştu; sevgiyle, umutla ve bitmeyen bir bağlılıkla.
“Sonsuza dek seninle, güneşim…”
Okur Yorumları | Yorum Ekle |