38. Bölüm

P

kitsudaphne
kitsudaphne

YILDIZLAR HER ZAMAN PARLASIN.

OY VE YORUMLARINIZLA DESTEK OLURSANIZ SEVİNİRİM.

INSTAGRAM, TİKTOK VE YOUTUBE'DAN TAKİP ETMEK İSTERSENİZ; @MİSTYVİBE3

 

DAHA FAZLA KARAKTER TANITIMI VİDEOSU İÇİN INSTAGRAM VE TİKTOK;

@MİSTYVİBE3

 

GÖLGE VE AŞK: VIKTOR SERİNİN İKİNCİ KİTABIDIR.

 

“Her oyun bir muammadır; kimisi kazanmak için, kimisi unutmamak için oynanır. Ama bazı oyuncular vardır ki… onlar yalnız zafer değil, küller ister.”

Oyunlar... Nasıl başlar? İnsan bunu nadiren fark eder. Çünkü her oyun, görünmeyen bir başlangıca sahiptir. İnsan kalbi… çoğu zaman sessizlikte çırpınır; bir şeyin başladığını bilmeden, çoktan içine çekildiği bir oyunun parçası olur.

Peki oyunlar... Ne zaman başlar?

Her oyun, görünmeyen bir kıvılcımla başlar. Bir yabancı bakışta. Bir kapının ardında duyulan fısıltıda. Boğazda düğümlenen isimsiz bir histe. Başlangıç, her zaman geç kalınmış bir sondur.

Her oyunun bir kurucusu vardır. Her oyun bir sebep uğruna oynanır. Kimi intikamla yanar, kimi gücün ateşine tutuşur. Ama en tehlikelisi... inançla oynananlardır. Çünkü inanç, bir kez ihanete uğradığında, geriye ne bir güven kalır ne de merhamet.

Zarlar atılır. Roller dağıtılır. Kurallar, yazılmamış kitaplarda çoktan belirlenmiştir. Ama bazı oyuncular vardır ki, kuralları tanımaz. Oyun kurucular ise, bu oyuncuları izlerken susar, zamanı bekler.

O gece şehir, geçmişin küllerine bürünmüştü. Gökyüzü, günahkârların gözyaşlarını yağmurla indiriyordu. Çatılardan süzülen damlalar, taş sokaklarda yankı buluyor; her damla bir hatıraya çarpıyordu. Titreyen sokak lambaları, hatıraların gölgelerini silmeye yetmiyordu.

İki silüet, bir köprünün ayakları altında karşı karşıya geldi. İki dost. İki düşman. Aynada yansıyan iki yabancı.

Ad koymak anlamsızdı artık. Onlar, isimlerin bile unuttuğu bir geçmişin taşıyıcılarıydı. Sözler yoktu önce. Zaten sessizlik, kelimelerden daha ağırdı. Sonra karşı karşıya geldiler. Birbirlerini süzüyorlardı; gözlerde yanmış şehirlerin külleri, kırılmış yeminlerin izi duruyordu. Aynı gölgeden doğmuş, aynı ihanette büyümüşlerdi.

Yağmur dinmemişti. Islak asfalt, titrek yansımalarla doluydu—sanki şehrin kalbi aynalara hapsolmuştu. Adımları, çatlamış bir betonun üzerinden geçtiğinde yankılandı. Kırık bir yankı. Unutulmuş bir kehanet gibi.

Bir sigara yandı. Alevi sönük.

“Geç kalmadın,” dedi ilki. Sesi soğuktu, ama içinde titreşen bir şey vardı. Öfke miydi? Alay mı? Yoksa hâlâ tükenmemiş bir güven mi?

Diğeri başını eğdi hafifçe. “Geç kalınacak bir şey kaldı mı hâlâ?”

Sözleri, bir kefenin içinde saklı sorular gibiydi. Sessizlik yeniden çöktü. Biri duvara yaslandı. Diğeri ayakta kaldı. Denge korunmalıydı. Her şey gibi. Onlar gibi.

“Volkov’u hâlâ bir tehdit mi sanıyorsun?”

“Volkov bir tehditten daha fazlası. O, bir simge. Onu yok edersen, yerine daha karanlık biri gelir. Ama yok edemezsen… bir felakete dönüşür. Çünkü o da bizimle aynı, ama bizden uzak bir yansıma. Bu yüzden daha akıllı, daha acımasız, daha inançsız olmalıyız. Şartlara uyum sağlamalı, direnmeliyiz. En önemlisi de doğru zamanı beklemeliyiz.”

“Ne olursa olsun, bir bedel ödemeli.”

“Neyin bedeli? Senin sessizliğinin mi? Benim kinimin mi? Yoksa ikimizin ihanetinin mi?”

Sözcükler, diğerinin yüzünde kısa bir kasılma yarattı. İsabetliydi. Acıtıcıydı. Hepsinden önemlisi de... doğruydu.

“Günahlarımızı taşıyoruz, ikimiz de... Ama bu intikam… bizim. Durmak içinse tek bir neden yok; ne affedilmeyi, ne de unutulmayı bekliyoruz.”

Uzaklardan bir tramvay uğuldadı. Şehir yaşıyordu. Ama bu sokakta zaman donmuştu.

İki adam. İki yemin. İki yara.

Geçmiş, onların tenine değil, ruhlarına kazınmıştı. Bu gece... bir sonun ya da yeni bir başlangıcın gecesiydi.

“Plan hazır mı?”

“Her adımıyla. Volkov… hâlâ bana inanıyor.”

“Hâlâ seni ‘o çocuk’ sanıyor. Onun sadık çocuğu…”

“Artık o kişi değilim.”

“Nesin peki?”

Sessizlik, cevap vermekten daha anlamlıydı. Zamanın içinden süzülen birkaç kalp atımı kadar sessizdi dünya. Sonra kelimeler, karanlık bir geceden dökülen sırlar gibi geldi:

“Bir kuklacı. Bir yalancı. Bir hilebaz. Bir gölge.”

Diğer adam başını hafifçe eğdi. Gözlerinde, yalnızca ikisinin anlayabileceği bir anlamın yorgun ışığı parladı. Belki de tam bu yüzden buradaydı; çünkü aralarındaki bu bağdan başka kimseye ait olmayan bir sırrın ortağıydı.

“Bu oyun ne kadar sürecek?”

“Volkov güvenini kaybedene kadar.”

“Sonra?”

“Sonra… oyunun sonu gelir. Hikayenin finali de.”

Göz göze geldiler. Gözleri, iki farklı savaşı barındıran aynı aynaydı. Geçmişte farklı cephelerde durmuşlardı, ama şimdi aynı hayalete karşı savaşıyorlardı.

“İkimiz de oyunun kurucusuyuz,” dedi ilki, sesi rüzgârdan izler taşıyordu.

“Ve ikimiz de kendi elimizi oynayacağız,” diye tamamladı diğeri. Gözleri, hâlâ yanmamış bir savaşın külleri gibiydi.

“Bu kez kazanan olacak mıyız?”

“Bu kez…” Derin bir nefes aldı, sanki içinde birikmiş sisin içinden konuşuyordu. “…kaybetme lüksümüz yok.”

Ne tokalaştılar, ne birbirlerine yaklaştılar. Ama geçmiş, görünmeyen zincirlerini bir kez daha sıktı bileklerine. Gölgeler, onları içine alacak kadar sabırsızdı.

Şehir uyanıyordu. Ama uyanan sadece taş duvarlar değildi. Günahlar, hesaplar, ve intikam da uyanıyordu.

“Peki... Hâlâ sana güveniyor mu?”

Soru, eski bir yaranın kabuğunu yeniden kaldıran bir bıçak gibiydi. Sessizlik uzadı. Sonra yanıt geldi — sade ama ölümcül bir sükûnetle:

“Evet. Daha da fazla.”

Diğeri başını eğdi. Dudaklarının kenarında acıdan doğan ince bir tebessüm belirdi. Bu bir bağ değildi. Yalnızca bir kavrayış, bir öngörü. Bu, gelecekteki bir intikamı çok önceden kabul edişti. İkisi de bunun farkındaydı. Yine de durmadılar.

Çünkü bir zamanlar aynı hatanın parçası olmuşlardı. Birinin ihaneti, diğerinin suskunluğu olmuştu. Birinin kanı, diğerinin ellerine bulaşmıştı. Şimdi zaman, yeni bir hamle sunuyordu. Ama bu kez oyun, bir tahta üzerinde değil… Ruhlarda oynanacaktı. Vicdanlarda. Geçmişin hayaletlerinde.

Gecenin içinde bir yemin daha atıldı ortaya. Sessiz. İmzasız. Sadece gözlerle.
O anda, ikisinin zihninde aynı isim yankılandı: Volkov.

Ama Volkov, yalnızca bir adam değildi. Volkov bir sistemdi. Bir kehanetti. Bir yıkımın adıydı.

Oyun yeniden başlamıştı. Ama piyonlar değişmişti. Kimin kral, kimin yargıç ya da infazcı olacağı henüz yazılmamıştı.

Şehrin soluk renkleri, gri duvarların ardında kıpırdanıyordu. Hava ağırlaşıyor, yaklaşan fırtına nefes alıyordu. İki adam, iki yol seçti. Ayrı yönlere ama aynı sona doğru.

Her biri sadece bir şey taşıyordu yanına: Kusursuz bir plan ve bir ihtimal—kurtuluş ya da tamamen yok oluş.

Zaman… Oyun kurucuların tarafında mıydı, yoksa sadece izleyici miydi bu kez?

Peki şans kimden yanaydı? Cevabı zaman getirecekti. Kazananı da.

Yalnızca bir gerçek vardı: Bu kez… oyun sona kadar oynanacaktı. Çünkü kaybeden, hayatta kalamayacaktı.

 

Bölüm : 23.09.2024 20:54 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...