31. Bölüm

30

kitsudaphne
kitsudaphne

YILDIZLAR HER ZAMAN PARLASIN.

OY VE YORUMLARINIZLA DESTEK OLURSANIZ SEVİNİRİM.

INSTAGRAM, TİKTOK VE YOUTUBE'DAN TAKİP ETMEK İSTERSENİZ; @MİSTYVİBE3

 

“Bir rüzgar mumu söndürürken alevi körükler. Vera, hayatımın hem rüzgarı hem de aleviydi. Esiyordu ve yakıyordu; ruhumu sarıp sarmalarken beni küle çeviriyordu.” — Viktor Volkov

Viktor

Onunla eve, evimize adım attığımda içimdeki his büyümüş, dönüşmüş, bambaşka bir şeye evrilmişti. Çünkü o artık benim nişanlımdı. Benimdi. Gözlerindeki mutluluk, dünyanın bütün hazinelerinden daha değerliydi. Odamıza çıkarken heyecanlıydı; telaşlı adımlarını izledim, hafifçe gülümseyerek. Odaya girdiğimizde bir an bile tereddüt etmeden beni kendine çekti ve dudaklarıma kapandı. Vera'nın zaman zaman sergilediği bu cesur tavırlar beni her seferinde büyülüyordu. Onu kendime çekerek öpücüğü derinleştirdiğimde, adımı fısıldadı.

“Viktor…”

Paltomu çıkarmamla kumaş yere kaydı. Kendi paltosunu ve çantasını kenara koyarken yüzüne yayılan pembeliği fark ettim, ama durmadı. Elimi tutup beni yatağa doğru çektiğinde hareketini nazikçe durdurdum.

Masum ifadesi, kızarmış yanakları… Bu kadarı fazlaydı. İçimdeki ateşi bastırarak derin bir nefes aldım.

“Neden?”

“Seni mutlu etmek istiyorum.”

Parmaklarım çenesini kavrayarak başını kaldırmaya zorladı. “Seninle zaten mutluyum, Vera.”

Gözlerindeki çekingenlik ve tereddütle yataktan uzaklaştı. İçsel bir farkındalıkla ürpermiş gibi benden uzaklaştı.

“Ben… özür dilerim.”

Anlayamıyordum. Beni neden itmişti? Sadece bedenen değil, ruhen de geri çekilmişti. Onu kollarıma aldığımda, başını göğsüme yasladı.

“Sana dokunmama gerek yok, Vera. Yanımda olman, gülümsemen, mutluluğun… bunların her biri benim için paha biçilemez. Ama kendini hiçbir şey için zorunda hissetmeni istemem. Seni üzdüysem, özür dilerim. Söylemek istediğim sadece buydu.”

Geri çekildiğinde gözleri alev alevdi. Ve yüzü, dudakları… ona dokunmadan bile yandığını hissedebiliyordum.

“Zorunda olmadığımı biliyorum. Ben sadece…”

Sözleri eksik olsa da hislerini anlamıştım. Ben onun için ilktim. Onu kucağıma alıp yatağa yatırdığımda gözlerini kaçırdı ama teninin ürperdiğini hissettim. Üzerine eğildiğimde, dudaklarını usulca öptüm.

“Seni istiyorum, Vera. Her şekilde. Ama senin için her şeyin özel olmasını sağlamalıyım.”

Bakışlarını kaçırıyordu. O kadar masum, o kadar savunmasızdı ki… bu gecenin böyle bitmesini istemiyordum.

“Güneşim… anlamı tek olansın. O yüzden sana zaman ve alan tanıyorum. Lütfen, bakışlarını benden kaçırma.”

Yüzünün her santimine minik öpücükler kondururken, ellerini yavaşça göğsüme koydu.

“Konuş benimle, Vera. Ne düşündüğünü bilmek istiyorum.”

Bir an durdu. Ve sonunda gözlerimin içine bakmaya cesaret etti.

“Sorun sadece benim için beklemen mi, Viktor?”

Onu hayranlıkla izledim. Cesareti, sessiz fırtınalar gibi usul usul yükseliyordu.

“Evet, Vera.”

Bakışları benimkilerde asılı kaldı. Sonra yavaşça o masum bakışlar benden uzaklaştı. Çünkü zihni bambaşka bir yerdeydi.

“Sorun bu oda ya da…”

Gözleri yatağa ilişti. Ve anladım. Ölen eşimden bahsediyordu.

Nefesim kesildi. Bunun aklıma gelmemiş olması…

Hızla üzerinden kalkıp elini tuttum ve onu odadan çıkardım.

“Nereye gidiyoruz, Viktor?”

Yanıtlamadım. Sadece onu peşimden sürükledim. Çünkü Vera bunları hissetmekte haklıydı. Ve bu gece, ona önemli bir gerçekten bahsetmeliydim.

Koridorun sonunda, uzun zamandır girmediğim tek odanın önünde durdum. Derin bir nefes aldım, elimi kapının tokmağına uzattım ve yavaşça açtım. Yıllar önce benim dağıttığım, sonra Vadim ve Andrei’nin toparladığı odayı gördüm.

Vera, ışığı açtığımda şaşkınlıkla içeri adım attı. Gözleri odanın içinde gezindi, sonra bana döndü.

“Odamız burasıydı, güneşim. Seninle kaldığım oda sadece ikimize ait.”

Şaşırdı ve odada gözlerini gezdirdi. Ürkek adımlarla ilerledi. Sanki bir şeylere dokunursa geçmişi rahatsız edeceğini düşünüyor gibiydi. Saygılıydı, temkinliydi. Ama sonra, odanın köşesinde duran beşiği fark etti.

Bu kez adımları farklıydı. Çekingenlik yerini kararlılığa bırakmıştı. Sessizce yaklaştı, ince parmaklarını ahşap kenara dokundurdu. Ve o an…

Sanki canı yanmış gibi gözlerini kapadı.

İçimdeki acının hiç geçmediğini biliyordum. Kimi yaralar zamanla kabuk bağlasa da, hiçbir zaman tam anlamıyla iyileşmezdi. Geçmişin gölgeleri, bazen bir fısıltı gibi, bazen bir çığlık kadar yakıcıydı.

Vera alt dudağını ısırırken yüzüne hüzün dolu bir ifade yerleşti.

“Bana geçmişinden bahsetmiştin, Viktor. Ne kadar travman olduğunu dinledim. Ama ayrıntılara hiç girmedin. Anlatırsan, dinlerim.”

“Bu hikâye geçmişte kalmalı, Vera.”

“Geçmiş bizi şekillendirir, Viktor. Ayrıca bu, senin en kıymetli, en özel anıların. Anna ve doğmamış bebeğin…”

Çenem gerildi, kasıldım.

“Dinlemek istediğine emin misin?”

Başını kararlılıkla salladı. Birkaç saniye hareketsiz kaldım, sonra pencerenin önündeki koltuğa ilerledim. Oturduğumda, Vera da sessizce yanıma oturdu.

Bu kez ona yalnızca genel hatları anlatmadım. Anna’yı, onunla geçirdiğim kısacık ama mutlu zaman dilimini, karakterini, yaşadıklarımızı, hayatıma kattığı anlamı… her şeyi anlattım. Sonra, hastanedeki o anı. Onları toprağa emanet ettiğim o günü. Ailesinin, özellikle babasının bana söylediği her kelimeyi. Ve en sonunda, babasının kapıma dayandığı o geceyi.

Kelime kelime, her anı… her şey yeniden yaşandı.

Sustum. Oda soğudu, nefesim bile ağırlaştı. İçimdeki boşluk biraz daha büyüdü. Kalbim yeniden buz tutmuş gibiydi. Ama Vera’nın parmakları elime dokunduğunda… sanki buzların arasında bir sıcaklık hissettim.

Konuşmadı. Sessizliğin içinde bana nefesiyle eşlik etti.

Vera’ya döndüm ve onu kendime çektim. Onun sıcaklığını hissetmeye, gerçek olduğunu bilmeye ihtiyacım vardı.

“Üzgünüm, Vera. Anlattıklarım senin için de ağır olmalı.”

Bir elini nazikçe yüzüme koydu, diğerini dudaklarıma. Parmaklarıyla beni okşarken, gözlerinin derinliklerinde sadece hüzün ve aşk gördüm.

“Ağır, Viktor.” dedi, sesi kırıktı. “Kimsenin böyle acılar yaşamasını istemem. Hele ki… sevdiğim adamın.”

Yutkundum.

“Ayrıca seni geçmişinle yargılamam, Viktor. Sana daha önce de söyledim… Keşke Anna ve bebeğin yaşasalardı.”

Bunları içtenlikle söylediğini duymak kalbimi sızlattı. Beni bu kadar derin bir şekilde algılaması… kalbimdeki her şeyi yeniden var ediyordu. Sanki beni iyileştiriyordu.

“Vera…”

Elini dudaklarıma bastırdı. “Lütfen, konuşmama izin ver.”

Derin bir nefes aldı. Sakin göl derinlere gizlenmiş gibi gözlerinde bir okyanusun fırtınası vardı.

“Sana olan aşkımı bilmiyorsun, Viktor. Ben de tam olarak anlatamıyorum. Ama şunu bilmeni istiyorum… Eğer geçmişini geri döndürmenin bir yolu olsaydı, eğer bu acıları hiç yaşanmamış hâle getirebilseydim, bunu senin için yapardım.”

Sesi titredi, ama kelimeleri ve o kelimelerin ardındaki hisler gerçek ve yalındı.

“Seni tam olarak bu kadar çok seviyorum, Lyubimyy (sevgilim).”

Ve işte o an… Geçmişin gölgeleri biraz daha geriledi.

Vera’nın varlığı, kaybettiklerimi geri getiremezdi. Ama o, bana tekrar yaşamayı öğretiyordu. Bunu biliyordum. Ama…

“Ben sensiz bir gelecek istemem, Vera.”

Sözlerim havada asılı kaldığında, gözlerindeki hüzün derinleşti. Beni anlamaya çalışıyordu, hislerimin ağırlığını yüklenmeye hazırdı ama bunun kolay olmayacağını da biliyordu. Bir de sözlerimdeki kararlılığı.

Derin bir nefes aldım.

“Anna benim için hep özel ve değerli kalacak, Vera. Doğmamış bebeğim de.”

Acı dolu bir gülümseme dudaklarımda dondu.

“Onun, bebeğimizin nasıl biri olacağını, kime benzeyeceğini düşünmediğim tek bir an bile olmadı. Ama ne var, biliyor musun? Bazı hikâyelerin hiç yaşanmaması gerektiğini öğrendim.”

Gözlerini bana dikti. Sessizce dinliyordu.

“Anna ve ben… bir şekilde yine evlenirdik. Çünkü birbirimizin ilk aşkıydık.”

Cümleyi söylerken bile içimde bir şeyler kırılıyordu. O eski benliğim, geçmişin izleri, yarım kalmış hikâyem… İçimi çektim.

Ama sonra Vera’nın gözlerindeki derin, koyu ama durgun göle daldım. Ve bildiğim tek gerçek yeniden su yüzüne çıktı.

“Ama…” dedim, sesi titremeyen ama kalbimin en derin yerinden gelen bir tınıyla. “İlk aşktı, Vera. Ve aşkın çeşitlendiğini sen karşıma çıktığında anladım.”

Onun yüzündeki değişimi gördüm. Ellerinin iki yanına çaresizce düştüğünü. Nefes alışının değiştiğini.

“Seni gördüğüm o an… Yıldırım çarpmış gibiydi. Ama beni çarpan da, dağıtan da sendin.”

Aramızdaki mesafeyi kapattım. Elimi yanağına götürdüm, başparmağım tenine dokunduğunda gözlerini kapattı.

“Sonsuz aşkımsın, Vera. Bu hisler geçici değil. Anna gibi değil… çok daha yoğun, çok daha derin. Senin olmadığın bir dünyada yaşamayı düşünmüyorum. Ve bunu istemediğimi seni gördüğüm ilk an anladım. Aşk gibi bu gerçeklik de beni bir yıldırım gibi çarptı.”

Yutkunurken boğazı düğümlendi, ama kaçmadı. İçimdekileri ona göstermem gerekliydi, ben de susmadım.

“Anna’yı kaybettiğimde… içimdeki acının donduğunu hissettim. Kalbim buz kesti. Ve sen geldiğinde, Vera… korkularımla, travmalarımla yeniden yüzleşmek zorunda kaldım. Ve fark ettiğim ilk şey bu oldu.”

İçimde bir yangın vardı. Sessiz, ama yakıcı. Bu yangının adı Vera’ydı.

“Sensiz devam edemezdim, Vera. Seni böyle bir aşkla seviyorum. Sensizliğin yükünü kaldıramayacak kadar büyük bir aşkla.”

İsmimi fısıldadı.

“Viktor…”

Yanağına bir damla yaş düştü, dudaklarını kemirdi ama gözlerini kaçırmadı.

Beni duyduğunu biliyordum. Beni anladığını. Yüzüne, dudaklarına küçük birer öpücük kondurdum.

“Geçmişim hâlâ değerli anılarla dolu, ama geleceğimin baş tacı sensin.” dedim, usulca. “Sonsuzluğumsun, Vera. Hayatıma doğan güneşimsin. Buz dolu kalbimi eriten, onu yeniden ısıtan güneşim.”

Alnımı onun alnına yasladım.

“Artık sevgimden, aşkımdan ve benden şüphe duyma. Bu kalp senin için atıyor, Vera. Senin adınla çarpıyor.”

Nefes alışları değişti. Onu kaybetme korkum içime sızan bir zehir gibiydi ama şimdi, bu an… her şeyin ilacıydı. Geri çekildiğinde gözlerime baktı.

“Daha önceki tavrım için üzgünüm.”

Başımı hafifçe iki yana salladım.

“Dileme.” dedim, yumuşak ama kararlı bir sesle. “O zaman içindekileri ve geçmişindeki o zamanı bilmiyordun.”

Buruk bir gülümseme dudaklarına yerleşti. Ne zaman gülümsese, göğsümde çiçekler açıyor, bulutsuz, masmavi bir gökyüzü altında koşturan çocuklar kadar heyecanlanıyordum. Onu nazikçe ayağa kaldırdım.

“Odamıza gidelim mi?” diye sordum.

Bir an duraksadı, sonra gözleri aydınlandı.

“Olur, Viktor.”

Dışarı çıkmak üzereyken, gözüm bir kutuya takıldı. Anna’nın bebeğimiz için aldığı müzik kutusu.

Zamanında Anna’nın babası bunu bana geri getirdiğinde, günlerce dinlemiştim. O müziğin her notasına tutunmuş, her ezgide Anna’yı ve bebeğimizi hayal etmiştim. Sonra… bir tür işkenceye dönüşmüştü. Ne zaman o melodiyi duysam, kaybettiklerim gözlerimin önüne geliyordu. O yüzden kaldırmıştım. Odaya. Hafızamın derinliklerine.

Ama şimdi Vera, o kutuya yöneldi. Dikkatlice açtı. Melodiyi kurdu. Giselle’in naif notaları odayı doldurduğunda, bakışları beni buldu. İçimdeki her fırtınayı görüyormuş gibi, sanki ruhumun en karanlık köşelerine dokunuyormuş gibi.

“Desteklemediğin tek bale: Giselle.”

Sesi yumuşaktı ama ifadesi hüzünlüydü.

“Giselle onun en sevdiği baleydi.”

Daha fazla konuşmamıza gerek yoktu. Müzik sustuğunda, Vera kutuyu kapattı ve ikimiz de sessizce odadan çıktık.

Odamıza döndüğümüzde, hazırlanması için bekledim. Geçmişin kilidini açmak asla iyi gelmiyordu ve Vera yanımda olmadan o karanlıkla başa çıkmak zor geliyordu. Bakışlarım pencereden dışarıda olsa gördüğüm tek şey geçmişin yükleri ve hayaletleriydi.

Vera’nın narin adımları odada yankılanırken düşünceler ve anıların ağırlığından sıyrıldım. Sonra… o, saten geceliğiyle yanıma geldiğinde, gözlerim ona kilitlendi. Baştan ayağa… nefes kesiciydi.

Ama daha fazla bakarsam, beni yakacaktı.

Gözlerimi kaçırdım ve ben de hazırlandım. Yatağa uzandığımda, Vera’ya döndüm. O da bana. Gözlerimizin içinde kaybolduk. Sonra yavaşça bana yaklaştı, başını göğsüme yasladı. Ve fısıldadı:

“Ben de sensiz yaşamak istemezdim, Viktor.”

O an, içimde bir şey çözüldü. Kollarımı ona doladım, kokusunu içime çektim, başının üzerinden usulca öptüm.

“Bunları düşünmeyelim, olur mu, malysh?” Sesim alçaktı, neredeyse yalvarır gibiydi. “Yanındayım, yanımdasın ve benim yüzüğümü taşıyorsun.”

Başını kaldırdı. Ve gözleri… İçinde yıldızlar, aşk, adını koyamadığım duygular vardı.

“Benimsin, Vera.” dedim, her kelimeyi vurgulayarak. “Seni her zaman seveceğim ve koruyacağım. Ben yanında olduğum sürece hiçbir şeyden korkma.”

Gülümsedi. Ama bu kez… gülüşünün altında imalı bir ton vardı. Beni yakacak bir ima.

“Senden de mi korkmamalıyım, Viktor?”

Kaşlarım hafifçe kalktı, gülümsememi saklamaya çalıştım. Bir saniye sonra, onu yatağa yatırmış, gıdıklıyordum. Gülüşü odayı doldurduğunda, içimde eriyen bir buz kütlesi vardı.

“Benden biraz korkabilirsin, malysh.”

Alt dudağını yakaladım. Ve onu öptüm. Öyle bir öpücüktü ki… nefes alacak fırsatı bile olmadı. Ama o da beni kendine çekti. Ve ben… kendimi tamamen kaybettim.

Üzerindeydim. Karanlığım ikinci bir giysi gibi beni sardı. Bu anlarda Vera yanımda olsa bile, mantığım susuyordu. İçim talan oluyordu. Bu gece de farklı değildi. Bir de Vera’nın kendini tamamen bana bırakan bu hali. Ama bu gece bir fark vardı: Bu sefer… geri dönmek istemiyordum.

Öptüm. Dudaklarından boynuna indim. Ve o an… delirdim. Kokusu, teninin yumuşaklığı… zihnimi altüst ediyordu. Bir elim kalçasına indiğinde, boğazından kaçan o minik ses… Beni tamamen bitirdi. Her şeyi unutturdu. Tekrar dudaklarına döndüm, geceliğini açmak üzereydim ki—

Telefon çaldı.

Zihnim sisliydi. Ellerim hâlâ Vera’nın üzerindeydi. Ama… o an, aniden dünyaya döndüm. Gözleri yarı kapalıydı. Nefesi düzensizdi. Ve ben… Eğer telefon çalmasaydı, ne yapacağımı düşündüm bir an.

Onun için bu kadar özel bir anı çalacak kadar… aklım başımdan uçup gitmişti.

Derin bir nefes aldım, içimde bastırılması imkânsız bir yangın vardı. Onun üzerinden kalktım, telefonuma uzandım.

Dmitriy.

Vera’ya evlilik teklif edeceğimi biliyordu. Bugün asla aramazdı. Önemli bir şey olmasa aramazdı.

Kalbime keskin bir acı saplandı. Ve telefonu açtım.

“Ne oldu?”

Dmitriy’nin sesi telefonda tuhaf bir yankıyla çınladı. İçinde korku ve endişe vardı.

“Babam kalp krizi geçirdi, Viktor. Hastanedeyiz.”

Bir an için kalbim durur gibi oldu. Odaya yankılanan tek şey kendi nefesimdi.

“Hemen geliyorum.”

Telefonu kapatır kapatmaz ayağa fırladım.

“Ne oldu, Viktor?”

Vera’nın sesi kaygılıydı. Onun gözlerine baktığımda, içinde endişenin gölgesini gördüm.

“Amcam kalp krizi geçirmiş, Vera.”

O da hızla yerinden kalktı.

“Güzelim, gelmeyebilirsin. Yarın provan…”

Sözümü bitirmeme izin vermedi.

“Hayır. Bir hafta sonra provalar başlıyor. Ama olsa bile fark etmez, Viktor. Bu durumda seni yalnız bırakacağımı mı sandın? Boris benim için de değerli. Ailen… benim de ailem.”

Bir şey söyleyemedim. Beni öylesine tanıyordu ki, bazen cümlelerime ihtiyacım kalmıyordu.

Vera giysi odasına doğru yürüdüğünde, ben de onu takip ettim. Hızlıca hazırlanırken, ben de üzerime bir şeyler geçirdim ve hiçbir şey söylemeden kendimizi dışarı attık.

Arabada, elim Vera’nın avuçlarının arasındaydı. Sımsıkı tutuyordu. Tıpkı içimde tuttuğum korkular gibi.

Küçük yaştan itibaren Boris Volkov hayatımda hep bir baba figürü olmuştu. Onun varlığı bir kaya kadar sağlamdı; sarsılmaz, devrilmez… Şimdi ise, hastane koridorlarında onun için endişeleniyordum.

Acı, hem kalbin hem de bedenin yüküydü. Ve ben bu yükün altında eziliyordum. Hastaneye nasıl vardık, ailemi ne zaman bulduk, hatırlamıyordum bile.

Sadece Anastasia’nın gözyaşlarını, durumun verdiği çaresizliği, Dmitriy’nin yüzüne sinmiş gerginliği ve Vera’nın sessizliğini hissediyordum.

Anastasia kollarımda ağlarken, onu teselli etmeye çalıştım. Ama ben de ondan farklı değildim. Vera durgundu. Yanımda, ama biraz ötede… Dmitriy ile alçak sesle konuşuyorlardı.

Zaman, bulanık bir nehir gibi akıyordu. Sonunda, doktor geldi. Bize saygılı bir şekilde selam verdikten sonra ciddiyetini koruyarak konuşmaya başladı:

“Bay Volkov şu an daha iyi. Ancak test sonuçlarına göre, iki ana damarında ciddi tıkanıklık var. En kısa sürede ameliyata alacağız. Eğer her şey sorunsuz ilerlerse, ameliyat sonrası bir veya iki gün yoğun bakımda kalacak, ardından servise alınacak. Ancak tüm bu süreçte, stresten uzak ve kontrollü bir şekilde dinlenmesi gerekecek.”

Doktorun gözleri hepimizi tek tek taradı. Sonra bana odaklandı.

“Test sonuçları çok daha kötü olabilirdi, inanın. Ancak süreci sizinle paylaşmam gerekiyordu. Bay Volkov güçlü bir adam, bu süreci atlatabileceğine inanıyorum.”

Dmitriy ile göz göze geldim. Bakışlarından ne demek istediğini anladım. Riski öğrenmek istiyordu.

“Riskler neler, doktor bey?” diye sordum. Sesim biraz kontrolsüz çıkmıştı.

“Her ameliyatın bir riski vardır.” Doktor iç çekti. “Ancak Bay Volkov’un durumunda ameliyatı şiddetle tavsiye ediyoruz. Çünkü tıkanıklık ileri seviyede. Damarların değiştirilmesi gerekecek. Eğer beklersek, durumunun kötüleşmesi ya da daha kötüsü, hayatını kaybetme riski doğacak.”

Sözleri hastane koridorunda soğuk bir rüzgar gibi yankılandı.

“Tıbbi görüşüm, ameliyatın gerekli olduğu yönünde. Uzman doktorumuza gerekli bilgiler iletildi. O da ameliyatın zorunlu olduğunu iletti. Kendisi yolda, beş on dakika içinde aramızda olacak.”

Dmitriy sessizdi. Anastasia’nın gözyaşları sessizce süzülüyordu. Vera ise elimi daha sıkı tuttu. Bir karar verilmeli ve bu karar hemen alınmalıydı. Ve ben, içimdeki tüm korkulara rağmen, Boris Volkov’un güçlü olduğuna inanmak istiyordum.

“Peki ameliyata ne zaman alınacak?”

Doktorun asistanı kol saatine göz attı.

“Ameliyat için hazırlıklar başladı, Uzman doktorumuz geldiği anda ameliyat başlayacak.”

Başımı salladım.

“Lütfen oturun, hatta…”

Doktor, Anastasia’ya baktı.

“Sizi pek iyi görmedim. Yaşamsal bulgularınızı ölçelim. Bu sırada bir oda ayarlayacağım, biraz uzanmanız iyi olacak.”

Anastasia başını salladı, ancak doktor haklıydı. Yüzü kâğıt gibi beyazdı. Aniden sendelediğinde, tereddüt etmeden onu kollarıma aldım ve doktorun bizi yönlendirdiği odaya doğru ilerledim.

Tansiyonu ciddi şekilde düşmüştü.

Onu yatağa yatırdığımda, bir hemşire hızla içeri girip yaşamsal bulgularını ölçtü. Nabzı zayıf ama ritmikti. Düşük tansiyonun sebebi muhtemelen stres ve endişeydi. Her şey normale dönene kadar birkaç kez daha kontrol edilmesi gerekiyordu.

Yarım saat sonra Andrei, içeri girerek elindekileri masaya bıraktı. Bir şişe suyu Anastasia’nın yanına koyarken, geri kalanımıza kahve dağıttı. Onun hemen arkasından doktor içeri girdi.

“Ameliyat başladı,” dedi. “Sizi düzenli olarak bilgilendireceğim.”

Sessizlik… Havada asılı kalan korkunun kokusunu alabiliyordum.

“Bugün onu üzecek bir şey yaşandı mı?” diye sordum, gözlerimi Dmitriy’ye çevirerek.

Dmitriy, kısa bir an Anastasia ile bakıştı. Gözlerinin içinde bir tereddüt vardı ama sonunda konuştu.

“Akşama kadar yanındaydım. Her şey normaldi. Akşam yemeğinde de hep beraberdik.” Bir an durdu, sonra sesi ciddileşti. “Sonra bir telefon geldi. Konuşup döneceğini düşündüm ama dönmedi. Bir süre geçince, babamı kontrol etmek için çalışma odasına gittim ve onu yerde baygın buldum.”

Boğazım kurudu.

“Sonrasını biliyorsunuz.”

“Telefona baktın mı?” diye sordum.

Dmitriy başını salladı. “Evet. Ama numara gizliydi, Viktor. Yine de ekibe verdim, belki bir şey bulabilirler.”

Tam o anda, Anastasia’nın bakışları Vera’nın eline kaydı. Yüzüğü fark etti ve gözleri büyüdü.

“Vera… bu düşündüğüm şey mi?”

Vera önce bana, sonra Anastasia’ya döndü. “Viktor bana evlenme teklifi etti,” dedi usulca. “Ben de kabul ettim, Anastasia.”

Ana’nın bir eli dudaklarına gitti. Gözleri doldu. “Çok sevindim…” Bana bakarken, yanağından bir damla yaş süzüldü. “Viktor…”

Söyleyemediklerinin farkındaydım. Vera’dan önce o kadar çaresiz, yalnız ve mutsuz hatta umutsuzdum ki… hepsi farkındaydı. Herkes benim için üzülüyordu. Yanına gidip alnından öptüm.

“Ağlama, lütfen.”

Yanına oturduğumda elini tuttum. Bütün duygularını saklamadan gözlerimin içine baktı. “Mutlu olmayı öyle çok hak ediyorsun ki.”

Boğazım düğümlendi. “Teşekkür ederim, Ana. Siz de öyle.”

Birden başını eğdi ve Dmitriy’ye döndü. “Sen biliyor muydun, abi?”

Dmitriy gülümsedi. “Size yarın söyleyecektik.”

Beni konuşmaya dahil ederek, Anastasia’nın kendisine kızmasını önlemeye çalışıyordu. Anastasia ise, bunun benim seçimim olduğunu anladığı anda ifadesi değişti.

Yüzünde yumuşak bir gülümseme belirdi. “Peki, kızmadım.” Vera’ya dönüp, elini sıktı. “Tebrik ederim, Vera. Öyle yakışıyorsunuz ve birbirinizi muhteşem bir şekilde tamamlıyorsunuz ki… başka bir şey düşünemezdim zaten. Hep mutlu olun.”

Vera’nın gözleri minnettarlıkla parladı. “Teşekkür ederim, Anastasia.”

Bir süreliğine de olsa anın sıcaklığı hepimizi kucakladı. Ama…

Hastane atmosferi ve insana hissettirdiği her şey soğuktu. Steril hava, gecenin ağır yükünü taşıyor, duvarlardaki soluk ışık yorgun yüzlerimize vuruyordu. Ama Vera’nın, Anastasia’nın, Dmitriy’nin varlığı… O anı bir nebze olsun ısıtmıştı.

Yine de içimde yankılanan tek şey, Boris Volkov’un ameliyathanedeki sessiz mücadelesiydi. Konuşmalarımız bir süre korkularımızı bastırmayı başardı. Ama her saniye, içimde sıkışan gerginliği daha da artırıyordu.

Doktor yanımıza döndüğünde sabırsızca ayağa kalktım.

“Ameliyat oldukça başarılı geçti. Bay Volkov’u iki gün boyunca yoğun bakımda tutacağız.”

Nefesimi tuttum. “Onu görme şansımız…?”

Doktor derin bir nefes aldı. “Şimdilik yok. Ama durumu hakkında istediğiniz zaman bilgi alabilirsiniz. Size sabretmenizi öneririm.”

Dişlerimi sıktım ama başımı sallayarak kabul ettim.

Doktor, sesinde sakinleştirici bir tonla devam etti: “Bay Volkov, burada kalmanıza gerek yok. Hepiniz eve gidip dinlenmelisiniz. Bugün yeterince yoruldunuz ve üzüldünüz.”

Dmitriy ve ben aynı anda teşekkür ettik.

“Elimizden geleni yapmaya hazırız, Bay Volkov.”

Doktor uzaklaştığında, Anastasia’nın hâlâ bitkin olduğunu fark ettim. Yorgun düşen bedenini fazla zorlamaması için bir tekerlekli sandalyeyle dışarı çıkardık. Vera’yı arabaya bindirdikten sonra, Dmitriy’nin yanına döndüm.

“Hastanedeki güvenliği artıralım.”

“Halledeceğim.”

Gözlerimi ona diktim. “Yarın işe gelme. Ben her şeyi toparlarım.”

Bir an tereddüt etti ama sonunda başını salladı. “Sağ ol, Viktor.”

“Eğer bana ihtiyacın olursa, beni hemen ara. Yanınıza gelirim.”

“Herkes bizde kalacak. Ana iyi değil.”

“İyi düşünmüşsün.” Başımı salladım. “O zaman yarın görüşürüz.”

Tam uzaklaşacakken, beni durdurdu. Yüzünde içten bir gülümseme vardı.

“Senin adına çok sevindim, Viktor. Vera gerçekten özel biri.”

Gözlerimi Vera’nın uyuklayan siluetine kaydırdım.

“Öyle, Dmitriy. Çok şanslıyım.”

“Birbirinize sıkıca tutunun.”

Elini omzuma koyup sıktı.

“Yarın görüşürüz.”

“Görüşürüz. Herkese selam söyle. Sofi ve Leo’yu öp benim için.”

Başını salladı ve arabaya bindi. Onların arabası gözden kaybolana kadar bekledim, sonra kendi aracımın kapısını açtım. Vera, yolun yarısında uyuyakalmıştı. Eve vardığımızda, onu kollarıma aldım ve odamıza taşıdım. Hâlâ derin uykudaydı. Onu nazikçe yatağa yatırıp üzerini örttüğümde gözlerini hafifçe araladı.

“Viktor…” diye mırıldandı.

Elimi yanağına koyup saçlarını okşadım. “Uyu güzelim. Ben yanındayım.”

Başını hafifçe salladı ve gözlerini kapadı. Ama ben uyuyamadım. Saatlerce tavana bakmak yerine, içimde biriken enerjiyi boşaltmalıydım.

Sessizce yataktan kalkıp spor kıyafetlerimi giydim. Uyuyamadığım zamanlarda spor yapmak ya da boks torbasına vurmak zihnimi boşaltıyordu. En azından bedenimi yorabilir, içimdeki bu karanlık enerjiyi tüketebilirdim.

Daha fazla dayanamadım ve salona indiğimde duraksadım.

Andrei’yi şöminenin karşısındaki tekli koltuklardan birinde buldum. Alevlerin ışığı, yüzüne gölgeler düşürüyordu. Gözleri boş, zihni meşguldü. Karşısındaki koltuğa oturduğumda bana dönüp bakmadı.

Sessizlik, yalnızlığın başka bir biçimiydi. Ama bu yalnızlık, onun için çok daha derindi.

Amcam, Andrei için sıradan biri değildi. Çocukken sokaklarda perişan bir haldeyken onu bulan, sahip çıkan, hayatını değiştiren adamdı. Büyükbabamı yeni kaybettiğimiz için ben de acıyı tanıyordum. Aynı yaştaydık ve bu bizi çabucak kardeş yapmıştı. Amcam bunu fark ettiğinde, aramızdaki bağın kuvvetlenmesini destekledi.

On beş yaşında babamı kaybedip liderliği devraldığımda Andrei yanımdaydı. Beni koruyan, destekleyen, kardeşliğini sunan sağ kollarımdan biri olmuştu. Acıyı da, kaybı da benimle yaşamıştı. Şu ana kadar hep yanımdaydı. Ve… Amcamı benim kadar seviyordu. Çünkü amcam yalnızca ona bir yuva vermemiş, ona bir baba gibi yaklaşmıştı.

Biz, Andrei’nin ilk kez ait olduğu aileydik.

“Hep böyle olmak zorunda mı, Viktor?” diye sordu aniden. Sesi, boşluğa düşen bir mermi gibi ağırdı. “Sevdiklerimizi neden kaybediyoruz?”

Gözlerimi ona diktim. “Onu kaybetmedik.”

Başıyla onayladı, ama gözlerindeki boşluk hâlâ yerindeydi. “Bunu atlatacağını biliyorum. Ben sadece… bir olgu olarak sordum.”

Lena’dan bahsettiğini anlamam uzun sürmedi. Omuzlarım gerildi. “Sana klişe laflar etmeyeceğim.” Sesim, şöminedeki alevler gibi alçak ama keskin çıktı. “Karşında acıyı birçok yönüyle deneyimlemiş bir adam olarak oturuyorum ve biliyorum ki kahrolası acı asla geçmiyor. Travmalar iyileşmiyor. Sadece bazen… bir an yaşanıyor ya da biri geliyor ve nefes alman kolaylaşıyor.”

Derin bir nefes aldım, tavanı izledim. “Ben geceleri biliyorum, Andrei.” Gözlerim ona döndü. “İnsanlığa verilmiş iki geceyi. Biri zamanı, diğeri acıları gösteren geceleri. Ve biz… Biz ikincisinin içinde kaybolanlarız. Acıyı, travmaları, karanlığı tanıyoruz. Sen ve ben… Biz gecelerden, acıdan ve karanlıktan ibaretiz.”

Andrei başını eğdi, avuç içlerini ovuşturdu. Kalbinde amcam ve Lena’nın ağırlığını aynı anda taşıyordu. Yalnız Lena onu bir sürü soruyla baş başa bırakıp terk etmişti. Son zamanlarda giderek daha kötüleşmesinin sebebi buydu.

“Bir insan sevildiğini neden anlamak istemez, Viktor?” diye fısıldadı.

Düşünmeden cevap verdim.

“Çünkü görmek istemez. Ya da görür, ama seni istemez, Andrei.”

Gözlerini kapattı. Kendi içinde bir savaş veriyordu ve bu savaşın sonu olmadığını ikimiz de biliyorduk.

“Yanına gitsem… Onu görsem ve her şeyi konuşsak?” diye devam etti. “Bu sadece özlem değil, Viktor. Anlamak istiyorum. Bilmek, bizim hakkımızda bir kez olsun gerçekleri konuşmak istiyorum.”

O gözlerde yanıp tutuşan ateşi görebiliyordum. Bu ateşin sönmeyeceğini de.

Bir hafta önce Lena’nın peşine bir adamımı göndermiştim. Andrei’nin sabrının bir noktada tükeneceğini biliyordum. Ona bir cevap sunmak istemiştim. Ama bazen cevaplar, cehennemden daha yakıcıydı.

Bilmeye hakkı vardı. Bilmeliydi. Ama… kararsızdım. Derin bir nefes aldım.

“Kendini bu kadar hırpalama, Andrei.” Sesim, onu sarsamayacak kadar yumuşaktı. “Baş edemediğinin farkındayım. Ama en büyük haksızlığı kendine yapıyorsun.”

Başını kaldırdı, gözlerindeki yangınla bana baktı.

“Boşuna uğraşıyorsun.” Diye devam ettim. “Bazı savaşlar başlamadan kaybedilir.”

“Vera gitse ne yapardın, Volkov?”

Sesi keskin ve öfkeliydi. Bu iyiye işaretti. Çünkü haftalardır gösterdiği ilk gerçek tepkiydi ve bunu değerlendirecektim.

“Yaşamazdım.” dedim, içimde yankılanan o soğuk gerçekle.

Andrei gözlerini kıstı. Yumrukları sıkılıydı. “O zaman bana ukalalık taslama.”

İçindeki acıyı bastıramıyordu. Kafasını iki elinin arasına aldı. Biliyordum. Kalbinin paramparça olduğunu, ciğerlerine batan cam kırıkları gibi nefes aldıkça daha da derine saplanan kaybını. Beni görmedi. Gözleri bir boşluğa daldı.

“Vera yanında.” dedi kısık bir sesle. “Mutlusun. Hep mutlu olmanı isterim. Ama… bana yaşamadığın bir şey üzerinden…”

Cümlesini tamamlayamadı. Çünkü o an, kendi acısına gömülmüşken benimkini unutmuştu. Yaşadıklarımı, kayıplarımı. Neredeyse tüm ailemi, en sevdiklerimi, travmatik bir şekilde kaybetmiştim. Bunu fark ettiğinde küfretti.

“Özür dilerim.”

Başımı iki yana salladım. Sessizlik ağırdı. Ayağa kalktım, önünde durdum. Bir elim omzuna yerleşti.

“Sen bu değilsin, Andrei.” Sesim kararlıydı. “Lena’yı ne kadar sevdiğini biliyorum. Ama…”

O kelimeyi özellikle uzattım. Çünkü bazen, doğruların söylendiği veya acı gerçeklerin yüze vurulduğu cümlelerin başına bir ‘ama’ konurdu. Bu da öyle bir andı. O an kararımı verdim. Bunu yapmak zorundaydım.

“Lena seni terk etti. Ve dönmedi.” Gözleri kısıldı. Ama geri adım atmadım. “Gitmesine izin ver derken bunu söylemeye çalışıyordum. Bazen aşk, bazen acı, bazen yaşadıklarımız ağır gelir ve gitmek isteriz. Ve bazen gerçekten gideriz. Kalan beklemek zorunda kalır. Ama giden dönerse… işte o an her şey değişir. Kaderin döngüsü o an bozulur. Bir şans doğar.”

Derin bir nefes aldım. “Lena dönmedi, Andrei. Ve dönmeyecek.”

Sırtı gerildi. Yumrukları bir kez daha sıkıldı. Ama bu sefer öfkesini yutkundu.

“Bu konuşmayı iki gün önce yapmadığım için özür dilerim. Bana şu ankinden daha fazla kızacağını biliyorum. Ama seni böyle görmek… Andrei, buna izin veremezdim.”

Telefonumu çıkardım ve ona bir mail attım. “Lena hakkında bilgi edinmek için bir adamlarımızdan birini İngiltere’ye yolladım.” dedim, soğukkanlı bir şekilde. “İki gün önce elime ulaşan tüm bilgileri ve fotoğrafları mailine gönderdim. Çünkü sana bir son gerekiyordu. Bazen her şeyi yoluna koymak için gereken bir sondur. İyi ya da kötü.”

Bir an duraksadım. “Benden nefret etmeden ve canımı yakmaya çalışmadan önce bunları hesaba kat.” dedim.

Arkamı dönüp yürümeye başladım. Ama birkaç adım attıktan sonra durdum. Sesim daha da alçaldı. Daha da karanlık bir tona büründü.

“İlk sorduğun soruya gelince, Andrei…” Başımı hafifçe çevirdim. “Her şey bir gün sona ermek zorunda. Bir şekilde. Herkes gitmek zorunda. Bir şekilde. Çünkü hayatın döngüleri var. İnsanların seçimleri var. Ve bir de kader.”

Gözlerimi kapattım, içimde yankılanan o gerçeği kabullenerek. “En kötüsü de… Önüne geçemediğimiz tek şey var. Ölüm.”

Ve bazen, her şeyin kaçınılmaz olduğunu fark ettiğimizde, kabullenmekten başka çaremiz kalmazdı.

Onu arkamda bırakıp spor salonuna indim.

Önce koşu bandına çıktım. Yarım saat boyunca durmadan koştum. Sonra ağırlıklara yöneldim. Ama bedenimi ne kadar yorarsam yorayım, zihnimdeki hayaletlerden, geçmişin ağır yüklerinden kurtulamıyordum.

Sonunda ellerimi sardım ve kum torbasına yöneldim. Her yumrukta geçmişimden, travmalarımdan, acılarımdan, hatta kendimden kaçmaya çalıştım. Ama bazı savaşlar ringde bile kazanılmazdı. Tam nefesimi düzenlemeye çalışırken, kapının açıldığını duydum. Andrei içeri girdi. Üzerini değiştirmişti. Gözleri hâlâ öfkeliydi, ama içinde başka bir şey daha vardı. Ringin ortasını işaret etti. Birbirimize baktık. Ve onu takip ettim.

Ringin sert zemininde karşılıklı durduk. Yanağıma inen yumruğun sıcak darbesi yankılanırken, sendeledim. Ama hemen toparlandım. İkinci saldırıyı savuşturduğumda, içimde yükselen öfkeyle bu kez ben ona yumruğumu savurdum. Dövüş acımasız bir hale geldi. Yumruklar, tekmeler… İkimiz de duramıyorduk. Ama durmak zorunda kaldık.

“Yeter! Ne yapıyorsunuz?”

Vera’nın sesi havada yankılandı, bir kırılma noktası gibi. Öfkemin arasında yüzünü seçtim—korku ve endişeyle bakıyordu. Ona doğru yürüdüm, ringden atladım.

“Burada ne işin var, malysh?”

“Dmitriy aradı. Boris gözlerini açmış. Değerleri de iyiye gidiyormuş.”

Ama onun gözleri benden çok Andrei’deydi. Vera ve Andrei… Son zamanlarda aralarındaki bağ kuvvetlenmişti. Hatta ona Lena’dan bile bahsetmişti. Şimdi bakışlarındaki soruyu duyabiliyordum.

“Burada neler oluyor?”

Cevap veremedim, çünkü bunu, Andrei yaptı.

“Lena nişanlanmış.”

Sessizlik. Vera’nın ani iç çekişi havayı delip geçti. Elini ağzına götürdü, sarsılmıştı. Dudaklarımdan sızan kanı elimin tersiyle sildim.

“Nereden öğrendin, Andrei?”

Gözlerindeki alev parladı. “Kocan olacak adamdan, Vera.” Sözcüklerini acımasızca sıraladı. “Onun için ne kadar değerli olduğumu yeni anlıyorum.”

Ringden öfkeyle atladı, yanımdan geçerken bana bakmadı bile. Kapı sertçe çarptığında Vera ellerini yüzüme götürdü.

“Viktor, ne oldu?”

Parmak uçları, şimdiden morarmaya başlamış tenime dokundu. Canım yandı ama bunu belli etmedim.

“Onlar geçer. Üzülme.”

Sessizliğimde saklı kalanları duydu.

“Aranızdaki sorun… tamir edilemeyecek kadar büyük mü?”

“Giderse şaşırmayacağım.”

“Ne?”

Gözlerimi kaçırdım. “Lena’nın peşine adamlarımdan birini gönderdim.”

“Neden?”

“Çünkü Lena’nın gidişinin sadece Andrei ve onun hayatından korkması gibi nedenler olmayacağını düşündüm.”

Vera gözlerini kıstı. “Şüphelendiğin için her ikisine de seçim şansı tanımadın ve kaderi etkiledin.”

Başımı eğdim. “Ama haklıydım. Lena nişanlanmış, gitme sebebi buymuş.”

Bir adım geriledi. “Bunu Andrei de yapabilirdi. Tanrım, Viktor!”

Ellerini yüzümden çekti. “Onun umudunu, inancını elinden aldın. En kötüsü de… dostluğunu, desteğini ve sevginizi zedeledin. Sevgide pürüzler ya da şüpheler olmamalı. Keşke yapmasaydın. Keşke bu adımı onun atmasına izin verseydin ve hayatına karışmasaydın.”

Dişlerimi sıktım. “Andrei’yi korumak istedim. Söylemek konusunda tereddütlerim vardı ama onu biraz önce gördüğümde…” Derin bir nefes aldım. “Vera, herkesin bir sona ihtiyacı var. Özellikle acı çekenlerin. Çünkü bazen acı hiç bitmeyecekmiş gibi geliyor. Deliliğin kıyısına sürükleyen bir eşik var ve o, o eşiğe yaklaşıyordu.”

Vera gözlerini kırpıştırdı, sesi titredi. “Çoğu hatayı sevdiklerimizi koruma içgüdüsüyle yaparız Viktor. Ama unuttuğumuz şey, sevdiklerimizin hayatına müdahale etmememiz gerektiğidir. Elbette, onlar için tehlikeli bir durum söz konusuysa bunu dile getirebiliriz ama sevgi, aşk… Bunlar en hassas konular çünkü kalp işin içindedir. Niyetinin kötü olduğunu söylemiyorum ama bunu yaparken Andrei’nin güvenini ve aranızdaki bağı zedeledin. Lena’yı o da bulabilirdi. İstese peşine adam da takabilirdi.”

Sonra bakışları uzaklaştı, sanki içinde bir şeyler kopuyordu. Bakışlarında öfke yerini kırgın bir çaresizliğe bıraktığında sessizce bekledim. “Sen böyle bir adam mısın, Viktor Volkov? Benim için de böyle yapar mıydın? Ya da ben gitsem… ve Andrei sana bu haberi verse…”

Cümlesini tamamlamadan kolunu yakaladım. “Sen benimsin. Gitmene asla izin vermem.”

O an, gözlerime baktı. Derin, sorgulayan, içimi parçalayan bir bakıştı. Sonra usulca kolunu kurtardı. “Kendinle çelişiyorsun, Viktor.” Arkasını döndü, sesi yumuşaktı ama acı doluydu. “Bu kadar mı korkuyorsun?”

Bütün duvarlarım bir anlığına sarsıldı.

“O halde sana ilişkilerdeki en önemli gerçeği öğreteyim. Güven… Bazen sevgiden bile önce gelir. Sevdiğimiz insanlara güvenmeliyiz ve onlara o güveni armağan etmeliyiz. Çünkü güven, bir kere sarsıldığında asla eskisi gibi olmaz. Bir daha en yakın dostunun, ailenin, sevgilinin ya da eşinin arkasından işler çevirmeden önce bunu düşün. Hayal kırıklıkları en çok, birinin senin için olması gerektiği kişi olamadığında can yakar. Ve bil ki, insanı en çok sevdiğinin ihanetine uğramak yıkar. Ve sevdiğin kişinin arkasından iş çevirmek de bir tür ihanettir.”

Son bir bakış attı. “Ben Anastasia’nın yanına gidiyorum. Natalie ve çocuklarla evdeler. Dmitriy gelip beni alacak.”

Arkasını döndü, uzaklaştı. Ona seslendim ama durmadı.

Bugün kendime bile katlanamayacak kadar aptalca davranmıştım. Omuzlarım düşmüş halde odama çıktım, içimde büyüyen pişmanlığı susturmak istercesine duşa girdim. Soğuk su tenime çarptı ama içimdeki yangını söndüremedi. Acı, suyla akıp gitmiyordu. Su damlaları gibi ağır ağır içime işliyor, beni derinlere çekiyordu.

Vera haklı mıydı? Ben sadece hata yapan, sevdiklerini kırmaktan başka bir şey bilmeyen biri miydim?

Bu düşünce zihnimi sarmıştı ve ondan kaçamıyordum. Ne kadar silmek istesem de hatalarım, suyun altında bile beni terk etmiyordu.

Duştan çıktığımda ağır hareketlerle hazırlandım. Aynada kendime baktığımda yüzümün halini gördüm: Şimdiden morarmaya başlamış alanlar, kanaması durmuş ama iz bırakan kesikler… Ama en kötüsü, içimdeki sarsıntıydı. Dışım ne kadar kötü görünüyorsa, içim de o kadar harap haldeydi. Daha fazla bakamadım, aynayı ardımda bırakıp odadan çıktım.

Merdivenleri inerken Andrei’yle göz göze geldim. Yanında küçük bir bavul vardı. Sormama gerek yoktu. Gidiyordu.

Önünde durdum, lafı dolandırmadım. “İstediğin bir şey olursa ya da bir ihtiyacın... Vadim ya da Dmitriy’e ulaşırsın.”

Yanından geçerek arkamda bıraktım onu. Vedalaşmadık. Zaten bazen vedalar gereksizdi. Sacha araca bindiğinde dikiz aynasından bana baktı. Birkaç saniyelik sessizliğin ardından, beklediğim soruyu sordu: “Dönecek mi?”

Tam o anda Andrei kapıdan çıktı ve amcamın ona on sekizinci yaş gününde aldığı motosiklete atladı. Motorun sesi soğuk havada yankılanırken, yanımızdan geçerken yalnızca tek bir şey söyledim: “Sanmıyorum.”

Sacha bir şey demedi, daha fazla sormadı. Ben de konuşmadım. Bara geçtiğimde ilk işim Dmitriy’le konuşmak oldu. Haberler iyiydi. Gözlerini açmıştı, ama henüz konuşamıyordu. Yarın sabah amcamı odaya alacaklardı. Andrei konusunu açmak istedim ama kelimeler içimde düğümlendi. Şimdi zamanı değildi. Yarın hastaneye uğrayacağımı söyledim.

“Vera da bizde, hep birlikte güzel bir akşam yemeği yiyelim,” dedi Dmitriy.

“Peki, olur.”

“Senin neyin var?”

“Hiçbir şey yok. Sen beni ya da işleri düşünme. Akşam geleceğim.”

Telefonu kapattığımda bana inanmadığını biliyordum. Akşam kesinlikle beni sorguya çekecekti. Günün geri kalanında işlere gömüldüm. Arada bir gözüm telefona kayıyordu ama ne arama ne de mesaj vardı. Oyalandım, amcamın ve Dmitriy’in iş yükünü azaltarak günü tamamladım. Bardan çıktığımda doğrudan arabaya geçtim.

“Dmitriy’nin evine gidiyoruz, Sacha.”

“Emredersin, Pakhan.”

Düşünmek yorgunluk veriyordu. Ama asıl yorucu olan, anlamaya çalışmaktı. Ve en zor şey… değer verdiğin birini incitmekti.

Eve vardığımda herkes gelmeme sevindi. En çok da Sofi. Büyükbabasının hastalandığını duyduğundan beri ne kadar korktuğunu anlatırken onu içtenlikle dinledim. Yemek vaktine kadar onunla oyun oynadık. Ancak Vera… Benden uzak duruyordu. Bakışları üzerimdeydi ama bana yaklaşmadı.

Masaya geçtiğimizde yanımda oturmasına rağmen aramızdaki mesafe büyüktü. İnsanlara en uzak mesafe kilometreler değildi. Birbirine uzak düşen iki kalpti asıl mesafe. Ve o mesafe, hiçbir yolculuğun kat edemeyeceği kadar uzun olabilirdi. Canım yandı.

Anastasia ve Dmitriy, aramızdaki gerginliği sezmişti. Yemekten sonra Dmitriy’le yalnız konuşmak için çalışma odasına geçtik. Karşılıklı oturduğumuzda, sorgulayan bakışlarını üzerimde hissettim. Saklamadım. Her şeyi anlattım.

“Andrei’nin arkasından iş çevirmişsin gibi oldu,” dedi sessizce. “Bir de Vera söylediklerinde haklı.”

Yanıt vermedim. Sadece sustuk. Sessizlik bazen en doğru cevaptı. “Dönmeyecek, değil mi?” diye sordu.

Kısık bir sesle, “Onu tanıyorum. Dönmez,” dedim.

Dmitriy başını iki yana salladı. “Unuttuğun bir şey var, Viktor. Onun sana sadakati, bağlılığı ve sevgisi. Sen onun kaybettiği ailesisin. Ve birbirine bağlı aileler, darılsa da kırgınlıklar yaşasa da her zaman bir araya gelmenin bir yolunu bulurlar.”

Gözlerimi kaçırdım. Dmitriy’in unuttuğu başka bir şey vardı. Andrei de ben de aynıydık. Gururumuzdan ödün vermezdik. Asla. Bu canımızı yaksa da.

Dmitriy devam etti. “Vera seni affeder. Yani kızgınlığı geçer.”

Başımı koltuğa yaslayarak gözlerimi kapattım. “Yine de… bu hali, özellikle de teklifimi kabul ettikten sonra bu halde olmamız… canımı sıkıyor. Benimleyken hissetmesini istediğim tek şey mutluluk, aşk… Hüzünlü, kızgın, mutsuz ve bazen kırgın olması canımı yakıyor, Dmitriy.”

Gözlerimi açtığımda Dmitriy’in bakışları omzumun üstüne kaydı. Başımı çevirdiğimde onu gördüm. Vera odanın kapısında duruyordu. Dmitriy hafif bir gülümsemeyle ayağa kalktı, nazikçe geri çekildi. Odadaki tek şey, artık konuşmak zorunda olduğumuz gerçeğiydi.

“Ben sizi biraz yalnız bırakayım.”

Hızla ayağa kalktı, Vera’nın yanından geçerken kapıyı yavaşça kapattı. Odada bir anlık sessizlik oldu, yalnızca kalbimin düzensiz atışlarını duyabiliyordum.

Vera, tereddütsüz önümde durdu. Gözleri yüzümde gezindi, bakışlarında hayal kırıklığıyla iç içe geçmiş bir hüzün vardı—ve onlara eşlik eden, saklayamadığı bir aşk.

Narin eli, çürüklerimin ve kesiklerimin üzerinden usulca geçti. Parmaklarının hafif dokunuşuyla nefesini tuttuğunu hissettim. Konuşmadı ama gözleri her şeyi anlatıyordu. Acımı paylaşıyor, ama aynı zamanda beni affedip affedemeyeceğini tartıyordu.

“Onu aradın mı?”

“Hayır.”

“Neden?”

“Çünkü aynı durumda olsam, beni aramasını istemezdim. Yalnız kalıp düşünmeye ihtiyacım olurdu.”

Elini yanağımdan çekti. Alt dudağını gergin bir şekilde ısırdı.

“Beni aradı, Viktor. İngiltere’ye gidiyor.”

Tahmin etmiştim. İçimde bir şeyler kırıldı, ama bunu ona belli etmemeye çalıştım.

“Canın yanıyor.”

Başımı hafifçe salladım. Bunu görür görmez bana doğru yaklaştı, ayaklarının ucunda yükselerek yüzüme daha da yaklaştı. O anda refleks gibi beline uzandım, onu kendime çekerek kavradım.

Üzerinde, giymesini istemediğim o tulum vardı. Fakat saçlarını açık bırakmıştı—tıpkı ondan istediğim gibi. Bugün o kadar dalgındım ki, bunu ancak şimdi fark ediyordum.

Parmaklarımı saçlarının arasına kaydırdım, ipeksi tutamlarını elimde topladım. Onu daha da yaklaştırdım, aramızda yalnızca bir nefeslik mesafe kalana kadar. Teninin sıcaklığını hissedebiliyordum. Gözleri, benden saklamaya çalıştığı duygularını fısıldıyordu.

“Geri dönecek.”

Gözlerimiz buluştuğunda, ona inanmadığımı fark etti.

“Göreceksin.”

“Bana olan güveni sarsıldı. Ben olsam…”

“Kesin cümleler kurma, Viktor. Hayatta 'asla' dememeliyiz. Her yoldan, her gidişten, her sözden geri dönüş vardır. Geri dönecek.”

Beni kendine çekerken, tereddütsüz ona teslim oldum. Önce dudaklarıma hafif, neredeyse çekingen öpücükler kondurdu. Ama sonra… sonra beni büyüler gibi öptü. Nefesim kesildi. İçimde bir şeyler yerinden oynadı, sanki paramparça olmuş yanlarımı tek tek bir araya getiriyordu. Canıma can katıyordu.

Boynundan tutup dudaklarını araladığımda, o da benimle aynı ritimde hareket etti. Her an, her dokunuş, aramızdaki gerilimi daha da derinleştiriyordu. Diğer elim belinden kayarak kalçasına indiğinde, boğazımdan çıkan o hırıltılı sese engel olamadım. Saçları hâlâ parmaklarımın arasında dolanıyordu. Başını hafifçe geriye yatırdım, boynunun narin kıvrımını ortaya çıkarırken, ona sahip olmanın yoğun hissine kapıldım.

“Sana zaman tanıyacağımı söylemiştim, Vera. Ama sanırım bu sözümü tutamayacağım.”

“Viktor…”

Fısıltı gibi, çaresiz bir ses. Boynuna öpücükler kondururken onu kaldırıp masaya oturttum.

“Bunu giymemeni söylemiştim.”

Meydan okur gibi güldü.

“Ama giydim. Saçlarımı açtığımı görüyorsun.”

“Yetmez.”

Elim, sırt dekoltesinden aşağı usulca süzülürken, gözlerini kapayışını izledim. Dudaklarının kıvrımındaki o hafif tebessüm, yavaşça memnuniyetin bir yansımasına dönüştü. Alt dudağını ısırdı, nefesini tuttu ve beni kendine çekti.

Vera ile birbirimize aittik. Bunu her hücremde hissediyordum. Ama onu zorlayamazdım. Hele ki ona sözler vermişken. Parmaklarım, saçlarının arasından kayarak onu özgür bıraktı. İpeksi tutamlar, sırtına yumuşak bir dalga gibi dökülürken, bir an durup onu izledim. Sonra başımı eğip alnına nazik bir öpücük kondurdum—sabır ve teslimiyetin sessiz bir yeminini verircesine.

“Bugün yeterince aptallık yaptım. Daha fazlasını yapmasam iyi olacak.”

Gözlerini açtığında şaşkın bakışlarını üzerime dikti.

“Eve gidelim mi, Vera? Çok yorgunum ve kokunla uyumak her zaman iyi geliyor.”

“Olur, Viktor.”

Onu masadan yavaşça kaldırıp yere bıraktım. Elini tutup dışarı çıktım. Sofi çoktan uyumuştu. Herkesle vedalaştık ve oradan ayrıldık. Arabaya geçtiğimde başımı Vera’nın göğsüne yasladım.

Vera

Bütün gece onu izlemekten kendimi alamamıştım. Uzak durmaya çalıştıkça kalbim bana ihanet etmiş, gözlerim her seferinde ona dönmüştü. Kaçmak boşunaydı. Onu seviyordum. Yanlış olduğunu bilsem bile, kalbim yine onu seçmişti.

Andrei ile aramızdaki bağ son zamanlarda derinleşmişti. Bugün beni aradığında, sesindeki kırılganlıktan ne kadar incindiğini anlamıştım. Ama sorun yalnızca kırgınlık değildi—esas mesele güvenin sarsılmasıydı. Yine de, döneceğini biliyordum. Ne kadar kızgın olursa olsun, ait olduğu yerin burası olduğunu anlayacak kadar tanımıştım onu. Viktor’a olan bağlılığı tartışılmazdı. Ve Viktor’un bunu neden yaptığını anlamaya çalışan yanım... ona hak vermese bile, en azından nedenini görüyordu. Ama karışmamalıydı. Andrei de bana bunu anlatmaya çalışmıştı.

Eve vardığımızda, Viktor’un yüzünü usulca okşayarak onu uyandırdım. Gözlerini ağır ağır açtı, yorgun ama tanıdık bir bakışla bana baktı. Yukarı çıkarken bana yaslandı—ağırlığını tam olarak bırakmasa da, ona destek oldum. Daha önce de böyle görmüştüm onu, ama bu yalnızca ikinci kezdi. Böylesine savunmasız, böylesine kırılgan…

Odada tek kelime etmeden üzerindekileri çıkardı, sadece bekledi. Gözleri sessizdi ama içinde fırtınalar kopuyordu, biliyordum. Ona pijamalarını uzattığımda hafifçe başını sallayarak reddetti, sonra hiç tereddüt etmeden yatağa uzandı.

Ben de sessizce hazırlanıp yanına sokulduğumda, güçlü kollarıyla beni kendine çekti. Bedenim, onun sıcaklığına sığınırken, nefesi boynuma usulca değdi. O an, dünyanın geri kalanını unuttum. Pişmanlıkları, korkuları, bitmeyen soruları… Sadece onun kollarında kaybolmak ve o anın içinde sonsuzluğu bulmak istedim.

Sabah gözlerimi açtığımda, Viktor yanımda yoktu. Hatta odada bile değildi.

Hazırlanıp aşağı indiğimde, onu kahvaltı masasında buldum. Gözleri bana döndüğünde gülümsedi ama o tanıdık gölgeler bakışlarından silinmemişti.

“Günaydın.”

“Günaydın, güneşim.”

“Nasılsın, Viktor?”

“Uyumak iyi geldi.”

Kaçamak bir cevap. Gerçek sorudan ustalıkla kaçınıyordu.

“Amcamı sabah odasına almışlar. Onu ziyaret edeceğim.”

“Ben de seninle gelirim.”

Başını hafifçe salladı, sonra kahvesinden bir yudum aldı. Bense birkaç lokma atıştırıp dışarı çıkmaya hazırlandım. Arabada sessizdik. O konuşmuyorsa, ben de sessizliği bozmayacaktım.

Bir süre sonra, aniden elimi tuttu.

“Amcam kendini biraz toparladığında nişanımızı kutlamak için bir davet vermek istiyorum. Ne dersin?”

Ona döndüm, şaşkındım. “Harika olur, Viktor.”

“Arkadaşlarını da çağırsak? Gelirler mi sence? Hem istedikleri kadar kalabilirler. Onları özlemiş olmalısın.”

Kelimeleri sindirmem zaman aldı. “Sen ciddi misin?”

“Elbette. Gelmeyi kabul ederlerse uçak biletlerini ben ayarlayacağım. Bizde kalırlar, böylece onlara daha fazla vakit ayırabilirsin.”

Gözlerim dolarken kendimi ona sarılmaktan alıkoyamadım.

“Teşekkür ederim, sevgilim.”

Saçlarımı usulca kenara çekti ve boynuma derin, yoğun bir öpücük kondurdu. Kokumu içine çektiğinde, sabahın başından beri ilk kez gözlerinde ışık parladı.

“Seni mutlu görmek, Vera… kalbimi ısıtıyor.”

Ona bakarken içimde yankılanan kelimeleri alıkoyamazdım. “Seni seviyorum, Viktor.”

“Seni seviyorum, güneşim.”

Hastaneye vardığımızda, Boris’in odasına doğru ilerlerken Viktor’un yanımda gerginleştiğini hissettim. Parmakları avucumun içinde hafifçe sıkıldı. İkimiz de Boris’in bu halde olmasını görmekten hoşnut değildik, ama Viktor’un içinde daha ağır bir yük vardı. Sessizliği bozmadan yan yana yürüdük.

Odaya girdiğimizde, Boris pencere kenarında oturuyordu. Yüzü solgundu ama gözlerinde hâlâ tanıdık bir güç vardı. Bizi görünce yüzüne sıcak bir gülümseme yerleşti.

“Nasılsın, amca?” Viktor’un sesi yumuşaktı, ama içinde bir titreme vardı.

Boris omuzlarını hafifçe silkti. “İyiyim.”

Yanına yaklaştığımda, elini bana doğru uzattı. Nazikçe tuttum, içtenliği ve dayanıklılığı hâlâ oradaydı.

“Geçmiş olsun. Bizi çok korkuttunuz.”

Gözleri anlayışla parladı. “İyiyim, Vera. Daha da iyi olacağım.”

Ama asıl değişim, Boris’in gözleri elimi süsleyen yüzüğe kaydığında oldu. Yavaşça parmaklarımın üzerindeki mücevheri inceledi, sonra yüzüme baktı.

“Ailemize hoş geldin,” dedi derin bir sesle. “Bu kez her anlamda demek istedim.”

Yanaklarımda bir sıcaklık hissettim. “Hoş bulduk, Boris.”

Birbirimize gülümsedik. İçimde, bu adamın beni gerçekten ailesinden biri olarak kabul ettiğini bilmenin huzuru yayıldı.

Ama o anda Boris’in bakışları Viktor’a döndü, sesi daha temkinli bir tona büründü.

“Andrei nerede? O da sizinle gelir sanmıştım.”

Boris’in sesi sakin ama sorgulayıcıydı.

Viktor’un duruşu hemen değişti. Omuzları gerildi, bakışları yere düştü. Cevap vermekte tereddüt ediyordu—kelimeler boğazında düğümlenmiş gibiydi. O kadar güçlü, o kadar sarsılmaz bir adamın şu an bir çocuk gibi suçlu hissettiğini görmek canımı acıttı.

Sessizliği ben bozdum. “İngiltere’ye gidiyor, Boris. Lena’nın yanına. Bu yüzden gelemedi.”

Boris’in yüzünde beliren ifadeyi gördüğüm an içimde bir şeyler sızladı. Kısa ama keskin bir hayal kırıklığıydı bu. Anlamaya çalışıyordu. Yüzü bana döndü, sonra Viktor’a. Ama Viktor hâlâ gözlerini kaçırıyordu, sessizliğiyle her şeyi ele veriyordu.

Tam o anda, kapı açıldı. Hafif bir esintiyle birlikte odanın içine aileden geri kalan herkes doldu. Önlerinde, kocaman gözleri hem merak hem de endişeyle parlayan küçük bir figür vardı—Sofi. Boris’i gördüğü anda duraksamadı, hiçbir şey düşünmeden ona doğru koştu. Kollarını açarak ona atıldığında, odadaki tüm ağırlık bir anlığına da olsa hafifledi.

“Büyükbaba!”

Sesi mutlulukla doluydu ama arkasında derin bir özlem vardı.

Boris onu kollarına aldı, hafifçe sarıldı. Ama Dmitriy hemen kızını uyardı.

“Sofi, yavaş ol kızım.”

Sofi irkilerek geri çekildi, büyükbabasına ve babasına endişeyle baktı.

“Özür dilerim, büyükbaba. Canını acıtmadım, değil mi?”

Boris usulca gülümsedi, elini torunun saçlarına götürdü. “Hayır, zayka (tavşancık).”

Sofi biraz rahatladı ama hâlâ içinde bir huzursuzluk vardı.

“Peki artık iyi misin?”

“İyiyim, zayka.”

Ama Sofi tam olarak inanmamıştı. Sessizce Boris’in göğsüne yaslandı, minik kollarını ona doladı.

“Çok korktum,” diye mırıldandı. “Sana bir şey oldu sandım.”

Boris, elleriyle torununun saçlarını nazikçe okşadı.

“Korkma, zayka. Sadece biraz hastalandım.”

Sofi, büyükbabasının kalp atışlarını dinliyormuş gibi sessizce ona sarılmaya devam etti. Bu masum sahneye tanık olurken, Viktor’un gözleri amcasına dikilmiş, duygularını bastırmaya çalıştığını görebiliyordum. O an, her şeyin ne kadar kırılgan olduğunu bir kez daha fark ettim.

Boris’in dinlenmesi gerektiğini söyleyen hemşireler içeri girdiğinde, yavaşça yanından ayrıldık. Sessizce vedalaştık, odadan çıktığımızda Viktor yanıma geldi ve elimi sıktı.

Eve dönüş yolunda hiç konuşmadık. Ama sessizliğimiz, hissettiklerimizi anlatmaya yetiyordu. Eve geldiğimizde, kolumu tutup beni durdurdu.

“İşleri yoluna koymam gerekiyor. Geç kalmam, malysh.” Viktor’un sesinde her zamanki kararlılığı vardı, ama ben altındaki yorgunluğu fark ediyordum.

“Tamam, sevgilim.”

Öne eğilip onu öptüm. Dudaklarımdan ayrıldığında bir an tereddüt etti. Gitmek istemediğini biliyordum, ama zorundaydı. Gözlerimi ondan ayırmadan arabadan indim. O ve adamları evden uzaklaşırken, arkasından uzun süre bakakaldım. Keşke onun acı çekmemesinin bir yolunu bulabilseydim. Keşke yükünü hafifletebilseydim. Ama Viktor, kendi acısını kimseyle paylaşmazdı.

Eve girdiğimde içimi derin bir yorgunluk sardı. Uzun zamandır hissettiğim o ağırlık, artık omuzlarıma çöküyordu. İçinde bulunduğumuz belirsizlik, çözülmemiş meseleler ve Viktor’un sessiz endişesi üzerime karanlık bir gölge gibi sinmişti.

Derin bir nefes alarak Viktor’un kütüphanesine yöneldim. Rafların arasından rastgele bir kitap çekip odamıza çıktım. Okumak zihnimi meşgul edecekti. En azından bir süreliğine...

Ama farkında olmadan gözlerim kapanmış, kitap avuçlarımın arasında düşmüştü.

Karanlığın içinde bir sarsıntıyla uyandım.

Gözlerim açıldığında, odanın loş ışığında silüeti belirsiz kişiyi görünce tüm vücudum irkildi. İçimden yükselen bir ürpertiyle nefesimi tuttum.

“Sakın sesini çıkarma.”

Sesi buz gibiydi. Tehditkâr, soğukkanlı ve korkutucu derecede sakin.

Elini uzattı, bileğimi sertçe kavradı. Parmakları çelik gibi, baskısı acı vericiydi. Kalbim hızla çarpmaya başladı.

“Ne istiyorsun?” diye fısıldadım, ama sesim neredeyse çıkmamıştı.

Adam hafifçe gülümsedi. Ama bu gülümsemenin içinde sıcaklık yoktu. Sadece karanlık vardı.

“Her şeyin bir bedeli vardır.” Sözcükler, odanın içine ağır bir sis gibi yayıldı. “Ve bedeller sadece ödenmek içindir.”

Bir iğnenin sivri ucu tenime battığında, beynim alarm zillerini çalmaya başladı. Karşı koymaya çalıştım ama hareketlerim yavaşlamıştı. Bilincim kararıyor, bedenim itaat etmeye zorlanıyordu.

Görüşüm bulanıklaşırken, yabancının yüzü silikleşti. Odayı saran sessizliğin içinden gelen son şey, derin bir fısıltı oldu.

“Umarım, Viktor buna hazırdır.”

Ve sonra... karanlık beni yuttu.

Bölüm : 25.09.2024 03:52 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...