YILDIZLAR HER ZAMAN PARLASIN.
OY VE YORUMLARINIZLA DESTEK OLURSANIZ SEVİNİRİM.
INSTAGRAM, TİKTOK VE YOUTUBE'DAN TAKİP ETMEK İSTERSENİZ; @MİSTYVİBE3
DAHA FAZLA KARAKTER TANITIMI VİDEOSU İÇİN INSTAGRAM VE TİKTOK;
@MİSTYVİBE3
“Yaşam ve ölüm her zaman iç içe. Öyle ki bu hayatta doğduğumuz an, ilk nefesimizi almazsak bile ölü sayılıyoruz.”
Lucia
Hangi gece daha karanlıktır? Sizi yıkan, kahreden, öldüren her neyse, işte o gece. Peki… Sevdiğini kaybetmek nasıl hissettirir? Yakar. Yandığını bile anlamazsın. Kavurur, ama sadece sen donarsın. Acı, en derininde kök salar ve seni sonsuza dek o ana zincirler. O anı, ardında sürüklediğin bir yük gibi her yere taşırsın.
En kötüsü de, acı hiç bitmez. Yokluğa alışılmaz; yalnızca sürüklenirsin, adım adım. Yapabileceğin tek şey, devam etmeye çalışmaktır. Çünkü geriye kalan tek şey budur. Her sabah doğan güneşi değil, içine doğan geceyi selamlarsın. Mutsuzluk, en sadık yoldaşın olur; yalnızlığını bir an olsun unutturduğu için ona bile minnet duyarsın.
Metrekareye düşen yağmur damlaları bile sayılabiliyorken, acılar sonsuzdu, ölçülemiyordu. Belki de acıları da saymalıydık, değil mi? Çünkü yağmurun izleri geçiyordu, oysa acılar ruhumuzda yankılanıyordu. Hayat, acıları acılarla çarpıyor, büyütüyordu. Bazen... öyle bir acı karşımıza dikiliyordu ki, nefesi kesiyor, devam etmeye cesaret edemiyordun. Öyle ki sessiz bir çığlıktan ibaret kalıyordun.
Hayat acımasızdı. İnsanlar, ondan daha acımasız.
Keşke… Keşke insanların yaşadıkları, metrekareye düşen acılardan daha ağır olmasaydı. Keşke, daha az acı ekip, daha az hüzün biçseydik. Ama olmadı. Çünkü ölüm vardı. Ve ölüm, her şeyden daha gerçekti.
Sabahın ilk ışıklarıyla balkona çıktım. Günlerdir Carlo’nun evindeydim. Benim için hazırlanan küçük odada. Saklanıyordum. Ama acılar beni her seferinde sobeliyordu.
O süre içinde hiçbiri beni yalnız bırakmamıştı. Carlo, Adrian, Amy…
O sabah, Carlo, bir şeyler yediğimden emin olmak istemişti. Kahvaltıyı benimle yaptı. Bazen Adrian da katılıyordu bize. Ama çoğunlukla Amy ile vakit geçiriyordum. O sabah Carlo, her lokmamı dikkatle izledi. Yediğim ona göre az geldiği için şikayet etti ama uzatmadı. Kahvaltısını bitirdiğinde kahvesinden bir yudum aldı ve ardından sandalyesini yanıma çekti. Ben de başımı omzuna yasladım.
Etrafımızda hafif bir meltem esiyordu. Bu sahne, bir başkası için güzel olabilirdi. Ama benim için sadece ağırdı. Çünkü düşüncelerim zihnimi esir almıştı. Kabuslar gecelerimi, acılar her saniyemi tüketiyordu. Hiçbiri geçmiyordu.
Carlo, fısıltıya yakın bir sesle sordu:
“İyi misin?”
Günlerdir bıkmadan sorduğu tek soruydu bu. Başımı kaldırdım. Göz göze geldik. Ağzımı açtım ama içimden sadece sessiz bir soluk döküldü. Hiçbir kelimeye dönüşmedi. İkimiz de kırılmıştık. Yaralıydık. Benim ona ihtiyacım olduğu kadar, onun da bana ihtiyacı vardı. Ama içimde söylenecek kelimeler tükenmişti.
Çünkü… Chloe artık yoktu. Geri dönmeyecekti. Her şey bitmişti.
Hangi acı dile gelirdi ki, benimkiler konuşsun? Her acı sağırdı. Kördü. Dilsizdi. Ben de öyleydim. Annem hayatımdan çıkarken ışığı da yanında götürmüştü. Chloe ise renkleri. Şimdi baktığım her yer, simsiyah görünüyordu. Karanlık ve ağır. Geriye kalan tek şeydi bu.
Bir de Dante...
Onun için tek bir kelimem yoktu. Alevler tenimden çekilse de, kalbimde beni üşüten bir yangın başlamıştı. Donuyordum. Alevler bedenimi terk etmişti belki, ama kalbimi kavuran o ateş hâlâ canlıydı. Dante... beni bir cehenneme hapsetmiş gibiydi. O cehennemde, her şeyin yokluğunu çekiyor, sevdiklerimin acısıyla kavruluyor ve onun yokluğuyla sınanıyordum.
Ama bitmişti. O gitmişti. Ben, Dante'nin cehennemine hapsolmuş olsam da, aramızdaki her şey sonsuza dek kaybolmuştu. Bundan sonra kalbimdeki o hiç sönmeyecek cehennemle yürümek zorundaydım.
Carlo’nun omzuna başımı yasladığımda, onun derin bir nefes alışını duydum.
Sanki kelimelerle olmasa da, ruhumun yükünü hafifletmeye çalışıyordu.
“Kalbine erişmeme bile izin vermezken, seni nasıl iyileştirmemi bekliyorsun, bebeğim?” diye fısıldadı.
Ama ben... Kimsenin kalbime dokunmasına izin vermek istemiyordum ki. Hiç kimse bu acıya merhem olamazdı. Beni yalnız bıraksınlar istiyordum. Zaten… İçimdeki boşluğun asla dolmayacağını biliyordum. Acılar kifayetsizdi, yaralar iyileşmeyecekti. Elden ne gelirdi? Hiçbir şey.
Carlo başını hafifçe başıma yasladı. Bu küçük, sessiz temas bir dilek gibiydi.
“Bana kalbini kapatma, Lucia. Lütfen.”
Gözyaşlarım sessizce yanaklarımdan süzülürken, uzun süre ikimiz de konuşmadık. Sadece sessizlik vardı. Sonra Carlo, içimi bıçak gibi kesen o cümleyi fısıldadı:
“Cenaze töreni için tüm hazırlıklar tamamlandı.”
Sertçe yutkundum. Başımı kaldırdım. Parmaklarım gözyaşlarımı silerken, Carlo’nun bakışlarında derin bir hüzün gördüm.
“Ona veda etmemizin zamanı geldi, bebeğim.”
Gerginlikle dudaklarımı kemirdim. İçimden bir kelime bile dökülemedi, sadece başımı sallayabildim. Carlo yüzünü manzaraya çevirdiğinde, yüzünü inceledim. İfadesi… Gergin, mutsuz ve hüzün doluydu. Çok acı çekiyordu. Belki benden bile fazla. Ama hayır... Ben bir de vicdan azabımın ağır yükünü peşimden sürüklüyordum. Yine de hiçbir acı, bir diğeriyle kıyaslanamazdı.
Günlerdir Carlo için de yüreğim yanıyordu. Chloe'yi nasıl sevdiğini biliyordum. Ona bakarken gözlerindeki parıltıyı, kalbindeki titreşimi görmüştüm. Aşkları saf, temiz ve derindi.
Elini tuttum. Sanki dokunarak acısını alabilirmişim gibi. Carlo, elimi dudaklarına götürdü. Hafifçe öptü. Sonra bakışları bana kilitlendi. Gözleri dolmuştu.
“Çok zor olacak.” diye fısıldadı. “En azından sen beni bırakma, olur mu?”
Günlerdir içimde biriken kelimeler, tek bir kelimede birleşti. Dudaklarım titreyerek cevap verdim:
“Bırakmam.”
Gözünden düşen bir damla yaş, hem hüznü hem de bir nebze sevinci taşıyordu. Çünkü... İlk kez konuşmuştum.
Başını başka bir yöne çevirdi. Ağladığını biliyordum ve dayanamadım. Ayağa kalkıp kollarımı açtım. Bana sarıldığında, başını boynuma gizledi. Ilık gözyaşları tenime aktı. Benim gözyaşlarım da onun göğsüne.
Geri çekildiğimizde, ikimiz de acılarımızı paylaşmanın getirdiği o hafifliğin altında nefes aldık. Kısa bir anlığına da olsa... bu an bize iyi gelmişti. Bazı zamanlar, insanın yakasından hiç düşmezdi. Ömür boyu taşınırdı. Ama bazı anlar da... insanın içine bir gün iyileşebileceği umudunu fısıldardı.
Bu, şu anda inanması en zor şeydi. Belki bir gün iyileşirdik... Ama bugün değil.
“Akşam yemeği için bize katılmak ister misin?”
Yanıt vermemi beklemiyor gibiydi. Yanağımı hafifçe okşadı, sonra alnıma usulca bir öpücük kondurdu. Yanımdan geçerken bir an duraksadı. Sesi neredeyse bir fısıltıydı:
“Gelmeni bekliyor olacağım.”
İkinci kelimem de dudaklarımdan döküldü. Kısık bir sesle mırıldandım:
“Düşüneceğim.”
Bana hüzünlü ama içten bir gülümseme sundu. Sonra sessiz adımlarla odadan çıktı. Onun yokluğunda sessizlik, karanlığım gibi odaya yayıldı. Sandalyeme oturdum. Bakışlarım manzaraya kayarken, zihnimde anılar yankılandı.
Gerçekler tenimi yakıyor, hayal kırıklıkları ruhuma birer hançer gibi saplanıyordu. Kalbim, terk edişlerin izleriyle paramparçaydı.
Ben... Yalnızca karanlığın gölgesi ve acılarımın sessizliğiydim.
Son günlerde beni ayakta tutan tek şeye, tek bir duygunun keskin ucuna tutundum: İntikam. Esther Vipera artık benim düşmanımdı ve birimizin nefes aldığı bir dünyada, diğerimiz için yaşam mümkün değildi.
Ben... Esther’i bulup intikamımı alana kadar durmayacaktım. O artık benim avımdı. Ama asla hazır olmayacaktı. Nereden geldiğimi bile görmeyecekti.
Derin bir nefes aldım. İçim kırık döküktü ve her kırık, kalbime batıyordu.
Yine kanıyordum. İçimde kalan tek renk vardı: Öfkenin siyahı.
Sessizliğim... intikamın ardına gizlenmişti. Aşkım ise... karanlığıma.
Dante Corvo
Oda sessizdi. Ama zihnim? Asla susmuyordu. Hiçbir zaman.
Aklım, geçmişin yankılarıyla doluydu. Karanlıkla harmanlanmış düşünceler, içimde durmaksızın bir savaş yaratıyordu. Beni adadan kaçırdığında hiçbir şey yapamamıştım. Günlerdir burada, onun evlerinden birinde tutsaktım. Bir adım bekliyordu. Ya da bir değişiklik. Belki de kendi planında bir hareketlenme... Ama şimdi, bir şeyler değişmiş olmalıydı. Çünkü karşımdaydı. Onu bu kadar iyi tanıyordum. Ayrıca yüzündeki ifade, bir anlaşmaya hazır olduğunu anlatıyordu.
“İtalya'ya dönmene izin vereceğim.”
Sert bakışlarımı gözlerine diktim. Henüz tamamlamamıştı. Cümlesinin ikinci yarısı, zaten bildiğim bir gerçeği sertçe yüzüme çarpacaktı.
“Ama... bir kez daha zayıflık gösterirsen... bunu affetmeyeceğim.”
Zayıflık... Onun gözünde Lucia'ya duyduğum aşk bir zayıflıktı. Çene kaslarım anında gerildi. Beni sıradan bir piyon sanması, Lucia’dan beni koparabileceğini düşünmesi... Komikti. Aynı zamanda sinir bozucuydu.
“Zayıflık senin en büyük düşmanın, Dante. Bunu sana henüz çocukken öğrettiğimi sanıyordum.”
Çocukken... Her şeyin karanlığa büründüğü o ilk an. Huzurun sonsuza dek kaybolduğu, masumiyetin yok olduğu an zihnimde canlandı.
İlk kavgamı asla unutamam. Yerde yaralı bir halde yatarken Eduardo’nun bana baktığı o soğuk ve acımasız anı. Her şey karanlıktı ve fazlasıyla gerçek.
“Kalk. Eğer bir daha düşersen, seni kaldırmam.”
Onun için hayat, yalnızca siyah ve beyazdan ibaretti. Her oyunu kendi kurallarına göre oynardı. Yenilgiyi aklından bile geçirmezdi. Fiziksel savaşlardan önce zihinsel ve psikolojik savaşların verilmesi gerektiğine inanırdı. Düşmanlarını da bu yöntemlerle yok etmişti.
Herkes onun için bir piyondu. Bir oyuncaktı. Kontrol etmekten zevk aldığı birer araç. Sadece bir kez yenilmişti. Tek bir kez. Şimdi o tek yenilginin intikamını almak için her şeyi göze alıyordu.
Eduardo’nun tek zaafı vardı: Egosu. Kimsenin kendisinden daha güçlü olabileceğine inanmazdı. Her olasılığı hesaplayan, soğuk bir analitik zekâsı vardı. İnsanları en doğru noktalarından çözümleyen keskin bir gözlem yeteneği. Ve mantığa dayalı, acımasız tahminleri.
Hiç yanıldığını görmemiştim. Tek bir konu hariç. Ben.
Ben Dante Corvo. Eduardo Corvo’nun zekâsına, gözlem yeteneğine ve acımasız mantığına sahip tek kişiydim. Belki de benden sadece annem yüzünden nefret etmiyordu. Halefi bendim. Düşmanı da. Ben onun yaratmak istemediği canavardım.
Bana her baktığında kendini görüyordu.
Biliyordu. Hissediyordu. Bu dünyada ona karşı çıkabilecek ve galip gelebilecek tek kişi bendim. Şimdi beni karşısına almıştı. Lucia’yı tehdit ederek. Ama artık karşında o küçük ve masum çocuk yoktu. Bazen ona yenilsem de, her an susmayan, plan yapan zihnim onunkiyle yarışır haldeydi. Onun oyunlarına karşılık benimkiler.
Eduardo, beni kendi egosuna yenik düşerek yetiştirmişti. Beni, kendi gibi ilmek ilmek işlemişti. Ama unuttuğu bir şey vardı. Ben sadece onun kanından değildim. Ben onun aynasıydım. Daha iyisi, daha güçlüsü… bazen de daha acımasızı. Bu yüzden beni gözden kaçırması, yok sayması, umursamaması... iyi olmuştu.
Planlarımı yaparken bir gölge gibi sessizliğe bürünmek, pusuda beklemek… her zaman en doğru hamleydi. Geçmişin gölgelerinden sıyrıldığımda göz göze geldik.
“Ondan uzak duracaksın, oğlum.”
Ne zaman bana bu şekilde hitap etse, ona duyduğum nefret daha da büyüyordu. Tıpkı onun bana duyduğu nefret gibi.
“Beni kontrol edebileceğini sanıyorsan yanılıyorsun, Eduardo. Artık üzerimde bir gücün kalmadı.”
O alaycı gülümsemesini yüzüne yerleştirdi. O kadar tanıdıktı ki... içimdeki her yaraya bir bıçak gibi saplandı.
“Üzerinde hâlâ birçok gücüm var, Dante. Kardeşlerin... o çok değer verdiğin dostların... Lucia…”
Arkasına yaslandı, gözlerinde buz gibi bir soğukluk vardı.
“Neler yapabileceğimi yakında göreceksin, Dante Corvo. Özellikle de kıza.”
Öne doğru eğildi. Sesi, içinde barındırdığı tehditten zevk alıyordu.
“Kalbi ve zihni yaralı. Lucia artık kırılgan. Kırılgan olan her şey... bir gün gelir, kolayca kırılır. Ben onun hayatını kendi ellerimle yeniden şekillendirip tekrar tekrar kıracağım. Sen de sadece izleyeceksin.”
Gözlerimi kısıp onu izledim. Sessiz kaldım. Sonra, kelimeler soğuk bir mermi gibi dudaklarımdan döküldü.
“Yanılıyorsun.”
Kaşlarını çatıp bana baktı.
“Bu ne demek?”
“O artık karanlıkta. Onu kendi ellerinle karanlıkta bıraktın, Eduardo. Karanlıkta olan hiçbir şey kırılgan değildir.”
Derin bir nefes aldı. Her zaman soğukkanlı, her zaman kontrollü, her zaman hesaplıydı.
“O zaman ona ara sıra ışık veririm,” dedi sessiz bir gülümsemeyle. “Sonra elinden yine her şeyi alırım. Bu bir oyun, Dante Corvo. Bu bir intikam. Bu, Lucia’nın cehennemi olacak. Ona kimse yardım edemez.”
Cevap vermedim. Böyle düşünmesine izin vermek... en doğru hamleydi. Bakışları odanın kapısına yöneldi. İçeride bekleyen adamlardan birine seslendi.
“İpleri çözün.”
El ve ayaklarımdaki ipler çözülürken, soğuk bakışlarla birbirimizi inceledik. İkimiz de birbirimizin ne kadar tehlikeli olduğunu çok iyi biliyorduk.
“Gidebilirsin, Dante. Söylediklerimi unutma. Yoksa bedelini yalnızca kız ödemez.”
Ayağa kalktım. Her tarafım yara bere içindeydi. Ama alışkındım. Yanından geçip gitmeden önce son kez ona baktım. İçimde soğuk bir yeminle.
“Bir gün... son hamlemi bile göremeyeceksin, Eduardo.”
Dudağının bir yanı alaycı bir ifadeyle kıvrıldı.
“İyi oynayan kazansın.”
Oradan çıktığımda kapıda beni bekleyen siyah bir araç gördüm. Kapı, anında açıldı. Düşünmeden içeri geçtim. Şoför bana dönerek elinde tuttuğu telefonu uzattı.
“Sizi havaalanına götürmem söylendi.”
“O zaman öyle yap.”
Telefonumun şarjı tamamen bitmişti. Yol boyunca sabretmek zorunda kaldım. Havaalanına vardığımızda özel uçağın hazırlandığını gördüm. Adamları bana eşlik etmemişti. Bu detay, Eduardo’nun başka bir planı olduğunun sessiz kanıtıydı.
Uçağa bindiğimde yalnızdım. Hostese telefonumu şarja takmasını söyledim, sonra içerideki küçük odaya geçtim. İlk yardım çantasını buldum. Bazı yaralarım için kendi kendime dikiş attım. Diğerlerini temizleyip sardım. Acı... artık neredeyse alışılmış bir dost gibiydi.
İşim bittiğinde telefonumu elime aldım. Cortez, Christian, Don Benito, Marino, Liz, Carlo, Adrian... Herkesten mesajlar vardı. Hiçbirine bakmadım. Henüz değil. Zaten beklediğim tek kişiden, Lucia’dan mesaj yokken… diğerlerini gözüm görmüyordu.
Marino’ya havaalanında beni karşılamasını ve Lucia’nın bilekliğini getirmesini söyledim. O bilekliği, Eduardo’nun elinde görmüştüm. Onu geri almayı, her ne olursa olsun aklıma kazımıştım. Sonra yatağa uzandım. Farkına bile varmadan uyuyakalmışım.
Hostes beni nazikçe uyandırdığında uçak inişe geçiyordu. Yerime oturdum. Telefonumu getirip önüme bıraktı. Ekran parladı. Yeni mesajlar yağmur gibi düşmüştü. Çoğu aynıydı: “Neredesin? İyi misin? Niye cevap vermiyorsun?”
Marino’dan gelen mesaj dikkatimi çekti:
“Patron, biz geldik.”
Uçaktan indiğimde onları gördüm. Cortez, Christian ve... Mia. Mia, beni görünce koşarak geldi. Sarılırken yaralarımdan birine çarptı. Ağzımdan kaçan boğuk sesi engelleyemedim. Mia anında geri çekildi.
“Abi?”
Gözleri dolu doluydu.
“İyi olacağım, prenses.”
Cortez ile Christian da yanımıza gelmişti. Endişeli bakışları üzerimdeydi.
“Seni nasıl bıraktı?” diye sordu Christian.
“Bir planı olduğundan eminim. Ama bıraktı.”
Kısa ve net konuştum. Şu anda daha fazlasını anlatacak gücüm yoktu.
“Hadi eve gidelim. Orada konuşuruz,” dedi Cortez.
Yol boyunca Mia, başını göğsüme yasladı. Narin elleri kıyafetime tutunmuştu.
“Artık gitmeyeceksin, değil mi abi?”
“Hayır, prenses. Yanında olacağım.”
“Seni çok seviyorum abi.”
Ben de ona sıkıca sarıldım. “Ben de seni.”
Başını kaldırdığında gözleri yaşlarla doluydu. “Yaraların çok mu kötü?”
“Değil,” dedim, sesimi biraz yumuşatarak.
Sonra tekrar göğsüme yaslandı. Bu kez sessizdi. Eve vardığımızda Mia’ya odasına gitmesini söyledim. Christian ile birlikte çalışma odasına geçtik.
“Yaraların için doktorumuz birazdan gelecek,” dedi Christian.
“Uçakta hallettim,” diye karşılık verdim.
“Yine de bir baksın.”
“Peki, Costelli.”
Sonra Cortez de odaya girdi. Bir koltuğa oturdu.
“Birazdan sana yiyecek bir şeyler getirecekler, abi.”
İkisi de tedirgindi. İkisi de sormak istiyordu. Ama benim aklımda sadece bir kişi vardı: Lucia. Christian, düşüncelerimi okumuş gibi söze girdi.
“Carlo ve Adrian Amato’nun yanında. Lucia evden çıkmıyor. Doğru düzgün yemek yemiyor, uyuyamıyor. Eve yerleştirdiğimiz adam, iyi olmadığını söyledi. Her gece kabus görüyor ve çığlık çığlığa uyanıyormuş.”
Lucia'nın acı çektiğini bilmek... bıçak gibi saplandı. Christian bir an duraksadı, sonra sordu: “Amy diye birini tanıyor musun?”
Başımı salladım.
“O yanında. Ona karşı oldukça korumacıymış. Lucia’yı asla yalnız bırakmıyormuş.”
İçimdeki düğüm biraz gevşedi. Bu iyi bir şeydi. Christian durmadan devam etti.
“Pedro Moreno da burada. Babasının yanında. Lucia’yla henüz iletişime geçmedi.”
Sözleri zihnimde yankılanırken, bakışlarım uzaklara kaydı. O an, kapı açıldı. Marino gelmişti. Elimle içeri girmesini işaret ettim. Marino tam karşımda durdu ve saygıyla bizi selamladı.
“Ivy ve Aurelius’u adada bıraktım patron. Orada gözünüz kulağınız olmaya devam edecekler. Liz burada. Onu orada bırakmak istemedim...”
“Hangi görevde?”
“Aktif görevden aldım. Bilgisayar başında, ama burada olmazsa onu kontrol edemeyeceğimizi düşündüm.”
“İyi yapmışsın.”
“Bir emriniz var mı?”
“İstediğim şey getirildi mi Marino?”
“Birkaç gün içinde elimizde olacak.”
“Peki, şimdilik bu kadar.”
Başını eğdi ve usulca çıktı. Onun ardından yemek tepsisini getirdiler. Bir şeyler atıştırmaya çalışırken, Christian ile Cortez’in birbirine anlamlı bakışlar attığını fark ettim.
“Başka ne var?”
Christian hafifçe boğazını temizledi.
“Nasılsa haberin olacak,” dedi. “Chloe için bir cenaze töreni düzenliyorlar.”
Sözleri mideme bir yumruk gibi indi. İştahım tamamen kaçtı. Lucia beni… affetmeyecekti. Çünkü bu kez de yanında olamamıştım. Bu defa kaybettiğimiz şey her şeyden daha ağırdı.
“Senin için önemli biri miydi?” diye sordu Christian.
“Lucia için çok önemliydi,” dedim. “Ayrıca değerli ve masumdu.” Yutkundum. Boğazım düğüm düğüm olmuştu. “Lucia beni affetmeyecek.”
Cortez’in bakışları hüzünle dolarken, Christian derin bir nefes aldı ve arkasına yaslandı. “Aşk, sandığından daha güçlüdür Dante Corvo.”
“Peki o aşk karanlıksa?”
Christian hafifçe gülümsedi. “Aşk ne zaman tamamen aydınlık oldu ki?”
Başımı hafifçe salladım.
“Bu kez her şey derin bir karanlığa gömüldü, Costelli. Onu çok iyi tanıyorum. Lucia kendi karanlığına hapsoldu.”
Christian bir süre sustu. Sonra kararlı bir sesle konuştu: “O zaman onu kendi karanlığından çıkarmanın bir yolunu bul, Dante.”
Ayağa kalktı.
“Doktor birazdan burada olur. Biz Cortez’le işleri halledeceğiz. Sen de iyice dinlen. Tamam mı?” Bakışları önümdeki yarım kalan yemeğe kaydı. “Yemeğini de bitir.”
Bir kaşını kaldırdı, benden bir yanıt bekliyordu. Başımı sallamakla yetindim.
“Akşam görüşürüz.”
“…Cenaze töreni ne zaman?”
“Cumartesi günü. Gidecek misin?”
“Onu görmem lazım.”
Christian anlayışla kafasını salladı ve konuyu uzatmadan Cortez'le birlikte odadan çıktılar. Bir süre sonra doktor geldi. Yaralarımı kontrol etti. Kendi müdahalelerimin yeterli olduğunu söyleyip ekstra bir şey yapmadan ayrıldı. Yalnız kaldığımda yatağa uzandım. Gözlerim kapandı. Telefonun sesiyle uyandım. Carlo’ydu.
“Gelmişsin,” dedi.
“Evet.”
Bir süre sessizlik oldu. Sonra sesi daha derinden geldi.
“Lucia hakkındaki gerçeği öğrendim.”
“Ve?”
“Bir tek onun iyiliğini gözeteceğim, Dante Corvo. Ama onu korumanıza yardım edeceğim. Ben de, Adrian da.”
Derin bir nefes aldım. Çünkü herkese ihtiyacım vardı. Amatolar... hatta Pedro’ya bile. Zamanında yapılacak her doğru hamle, Eduardo’yu kendi yıkımına sürükleyecekti. Planımı her geçen adımda kusursuzlaştırmaya çalışırken, her birini doğru şekilde yerleştirmeye, doğru pozisyonlarda görevlendirmeye odaklanıyordum. Her detay, her hamle büyük bir titizlikle şekilleniyordu.
“O nasıl?” diye sordum.
“Berbat halde.”
Derin bir sızı göğsümde yayıldı.
“Peki sen nasılsın?”
Telefonun diğer ucunda buruk bir gülümseme duydum.
“Chloe için... çok üzgünüm Carlo. O değerli biriydi.”
Yanıtlamadı. Kelimeler yetmiyordu. Hiçbir şey yetmiyordu.
“Törene geleceğim.”
“Hayır.”
“Evet.”
“Dante, eğer seni görürse... bak, dayanamaz. Anladın mı?”
“Ben de onu görmezsem dayanamam Carlo.”
Sesi karardı. “Onu mahvetmeden durmayacaksın, değil mi?”
“Ona asla zarar vermem.”
“O zaman gelme Corvo. İyi değil. Her gece kabus görüyor. Çok zayıfladı. En kötüsü ne biliyor musun? Benimle bile konuşmuyor. Bugün sadece iki kelime söyledi. Sadece iki.”
Kalbim kırılmıştı. İçimdeki her şey yıkılıyordu. Domino taşları gibi devriliyordu duygularım. Nefesim yetmiyordu. Onu görmeliydim. Bir şekilde.
“Orada görüşürüz Carlo.”
Bir şey söyleyecekti ama telefonu kapattım. Bir saniye sonra telefonuma bir mesaj düştü.
“İçindeki Corvo kanı sadece yakıp yıkmayı biliyor Dante. Onun yanına yaklaşmaman için elimden geleni yapacağım.”
Yanıtlamadım. Carlo kızgındı. Haklıydı. Ama Lucia’yı görmeden duramazdım. Eduardo ne düşünürse düşünsün, Lucia benim zayıflığım değildi. O benim gücümdü. Onunla olmak, alevlerin içinde yürümekti. Ama bazı alevler iyileştirirdi. Lucia, varlığıyla gecemi aydınlatan ışığım, beni iyileştiren alevimdi. Her şeyimdi. Kayıp cennetimdi.
Ondan asla vazgeçmeyecektim.
Eduardo, Lucia’yı tehdit ederek en büyük hatasını yapmıştı. Ben onu bu hatasından yakalayacaktım. Artık Eduardo’nun kurallarıyla oynamıyordum. Bu oyunda kontrolü ele alacak, kendi kurallarımı koyacaktım. Yeni planlar yapacak ve her adımda onu kendi sonuna biraz daha yaklaştıracaktım.
Gözlerimi kapatıp sadece tek bir cümleyi fısıldadım:
“Karanlığını ben bitireceğim, tatlı işkencem.”
Okur Yorumları | Yorum Ekle |