43. Bölüm

K3

kitsudaphne
kitsudaphne

YILDIZLAR HER ZAMAN PARLASIN.

OY VE YORUMLARINIZLA DESTEK OLURSANIZ SEVİNİRİM.

INSTAGRAM, TİKTOK VE YOUTUBE'DAN TAKİP ETMEK İSTERSENİZ; @MİSTYVİBE3

 

DAHA FAZLA KARAKTER TANITIMI VİDEOSU İÇİN INSTAGRAM VE TİKTOK;

@MİSTYVİBE3

 

“Mesafeler neyi halleder ki? En derin yaralar, en yakın kalplerde bile sessizce kanar.” — Dante Corvo

Lucia

Dünden beri… her şey değişmişti. Acım, o yakıcı ağırlığını hâlâ taşısa da sanki hafiflemişti biraz. Sabah gözlerimi açtığımda, günler sonra ilk kez rüyamda Chloe’nin gülümsediğini görmüştüm. Sağlıklı, canlı, hatta mutlu görünüyordu. Kalbim sızladı. Ama bu kez sadece özlemden...

Yataktan kalktım. Ayaklarım beni bilinçsizce balkona taşıdı. Akdeniz sabahının taze serinliği ciğerlerime dolduğunda, içimdeki boşluk bir nebze olsun doldu. Havanın hafifliği, güneşin tenime değen ilk sıcaklığı, doğanın uyanışı… içimi ısıttı. Gözlerimi kapadım, derin bir nefes aldım. Chloe’yi düşündüm. Rüyamda gördüğüm o sıcak gülümsemesini... Kalbimin derinliklerine saplanmış bir bıçak gibi onunla anılarım zihnimde canlandı. Yanaklarımda ıslaklık... gözyaşlarım akıyordu. Ama bu kez yakmıyordu. Bu kez acının içinde bir kabulleniş vardı.

Rüzgâr yön değiştirdiğinde ürperdim. Bazı insanlar iz bırakıyordu. Sadece kalpte değil… ruhta, akılda, mantıkta. Ne yazık ki biz o izlerle yaşamayı öğrenmek zorunda kalıyorduk. Chloe de bana iz bırakanlardandı. Kıymetli, eşsiz bir iz… Taşıması zor olsa da, mecburdum.

Bir kez daha derin bir nefes aldım. Onun bana öğrettiği gibi. Ruhumdaki sarsıntılar dinmemişti belki ama mantığım, kalbimi ele geçirmişti. Gözyaşlarımı sildim. İçeri döndüm ve hazırlanmak için harekete geçtim.

Haki yeşili bir keten tulum geçirdim üzerime. Beyaz Converse ayakkabılarımı giydim. Saçlarımı taradım, biraz parfüm sıktım. Telefonumu elime alıp odadan çıktığımda, özel korumam Istvan her zamanki gibi kapıdaydı.

“Günaydın Bayan Lucia.”

“Günaydın Istvan. Kahvaltıya ineceğim. Amy uyandı mı?”

“Sanırım, ama henüz odasından çıkmadı.”

Başımı salladım ve aynı katta bulunan Amy’nin odasına yöneldim. Kapıyı çaldım. Anında açıldı. Amy’nin yüzünde, beni her zaman yumuşatan o samimi gülümseme vardı.

“Günaydın canım.”

“Günaydın Amy. Nasılsın?”

Bakışları yüzümde dolaşıyordu. Tanıdık, korumacı bir dikkatle.

“İyiyim, sen?”

“Ben de iyiyim. Kahvaltı için hazır mısın?”

“Evet, hadi gidelim.”

Yemek salonuna indiğimizde herkes çoktan masadaydı. Kısa bir “günaydın” turundan sonra yerime oturdum. Ama gözüm Carlo’ya takıldı. Yüzü gergindi. Göz göze geldiğimizde bir anlık tereddüt yaşadı, sonra bakışlarını babasına çevirdi.

“Bu konuda içim hâlâ rahat değil ama… dediğin gibi olsun. Evde bir davet düzenleyelim baba.”

Carlo ile aramızdaki huzursuzluk sürüyordu. Dante’nin yanından döndükten sonra konuştuklarımızı onlarla paylaşmıştım. Ama Carlo, söylediklerimi yeterli bulmamıştı. Bize karşı olduğunu biliyordum, sadece sessiz kalıyordu. Adrian ise sessizdi, tavırları net olsa da fikrini belirtmiyordu. İkisi de ailemdi. Onlara saygısızlık etmek, en son isteyeceğim şeydi. İşte bu yüzden dünden beri hepimiz gergindik.

Antonio bana döndü. Göz göze geldiğimizde içgüdüsel olarak gülümsedim.

“Eğer senin için de uygunsa, bu cumartesi evde bir davet düzenleyeceğiz. Yas sürecine saygım sonsuz, ama bu davetin gerekli olduğunu düşünüyorum Lucia.”

“Elbette. Sizi anlıyorum.”

Bana içten bir gülümsemeyle karşılık verdi, sonra Carlo’ya döndü.

“O halde hazırlıklara başlayın. Organizasyon için şirketten birileri ilgilensin.”

“Tamam baba.”

Antonio sandalyesini geriye itti, ayağa kalktı.

“Bugün Allesandro ile toplantımız var. Öğleden sonra da Morenolar’la buluşmamız gerekiyor. Gecikmeyin.”

Carlo ve Adrian başlarıyla onayladı. Antonio salondan çıkarken ben kahvaltıma devam ettim. Sessizlik uzun sürmedi. Carlo’nun sesi yükseldi.

“Dante’yi ve ailesini de çağırmamız gerekiyor.”

Sanki bir şey daha söyleyecekti ama sustu.

“Susma Carlo. Ne söylemek istiyorsan…”

“Sana yaklaşmasını istemiyorum. Yakınlaşmanızı da.”

Nihayet kelimelere dökmüştü. Amy’yle göz göze geldim. Birkaç saniyeliğine zaman durdu. Kalbim hızla çarpıyordu. Ne diyeceğimi bilmiyordum. Dante… benim kördüğümümdü. Kopamıyorduk. Kalplerimizden ipliklerle bağlıydık. O iplikler düğümleniyor, çözülmek yerine birbirine dolanıyordu ve biz çözmeyi değil, kabullenmeyi seçmiştik.

Carlo’ya döndüm. Dudaklarımı gerginlikle ısırdım.

“Beni dinlemeyeceksin, değil mi Lucia?”

“Carlo…”

Öfkeyle ayağa kalktı. Adrian bile şaşkındı. Sesi kararlı ama içi kırgındı.

“Bir kez daha canının yanmasına izin vermeyeceğim. Göz yummayacağım Lucia.”

Gözlerini kaçırdı. Adrian’a döndü.

“Hazırsan gidelim.”

Adrian da kalktı. Ama çıkmadan önce dönüp bana baktı. O bakış… endişeli ve hüzünlüydü. Dudaklarını bastırdı, belli ki bir şey söylemek istiyordu ama kelimeler boğazında düğümlendi. Sonra gitti.

Amy kıpırdandı yanımda. Kafamı önüme eğdim.

“Bir şey söyleme Amy. Şu an hiçbir şeye hazır değilim.”

“Sadece bil… yanındayım Lucia. Her zaman.”

Sesi titriyordu. Derin bir nefes aldı.

“Hayatta öğrendiğim en önemli şey, risk almadan ilerleyemediğimiz. Düşe kalka, yara bere içinde devam ediyoruz. Ama korkarak, geri adım atarak yürüyemeyiz. Carlo seni korumak istiyor, evet… ama anlayacak. Bir gün. Şimdilik sadece korkuyor. Seni kaybetmekten korkuyor.”

Sözlerine karşılık başımı salladım. Haklıydı. Ama Carlo da değerliydi. Onu kırarsam… yine canım acırdı. Yine kanardım.

Amy daha fazla üstelemedi. Sessizliğimi kabul etti.

“Bugün ne yapmak istersin?”

“Sanırım biraz koşacağım. Sonra da kitap okumak istiyorum.”

“Harika fikir.”

Ayağa kalktım.

“Yanına uğrarım.”

“Seni bekleyeceğim.”

Ona küçük bir tebessümle karşılık verdim. Ardından salondan çıktım. Adımlarım hafifti ama kalbim hâlâ ağırdı.

Odama çıktığımda üzerimde hâlâ ağırlığı duran duygulara rağmen, koşu kıyafetlerimi giydim. Kulaklığımı taktım ve kendimi dışarı attım. Koru sessizdi. Hava serin, gökyüzü koyu maviydi. Sert bir rüzgar esiyordu. Sanki doğa da içimdeki fırtınayı hissetmişti. Koştum. Nefesim yanana kadar. Ayaklarım titreşene dek. Düşüncelerimi bastırana kadar... Çünkü onlar sustuğunda, kalbim de bir süreliğine sükûnete kavuşuyordu.

Ama o huzur oldukça kısa sürdü. Evin girişine yaklaştığımda, tanıdık bir araba gözlerime çarptı. Siyah. Parlak. Dante'nin arabası. Midemde bir düğüm çözüldü, yerine daha sıkı bir düğüm attı. Her şey yeniden değişiyordu.

İçeri adımımı attığımda, Carlo’nun çalışma odasından yükselen sesler beni olduğum yerde dondurdu. Kapı kapalıydı ama kelimeler duvarlardan sızacak kadar sertti. Kapıya yaklaştım. Bir elim kapı kolçağına gitse de açmaya cesaret edemedim. Sonra Dante’nin sesini duydum. “Yanlış yapıyorsun.”

“Onu senden uzak tutmak, şu ana kadar verdiğim en iyi karar, Dante Corvo.”

“Dene bakalım Carlo. Ama bana engel olamazsın. Lucia benim.”

Sesi öyle net, öyle kararlıydı ki... nefesimi tuttum. Kalbim boğazıma dayandı.

“Ayrıca bir kere daha zarar görürse ve bu sırf senin inadın yüzünden olursa, seni mahvederim. Gözümü bile kırpmadan yaparım, Carlo Amato.”

“Sana daha önce de söyledim. Lucia söz konusuysa, yapabileceklerimin sınırı yok.”

“Benim var mı, dersin?”

“Sen bir Corvo’sun. Senden daha yıkıcı bir unsur var mı?”

Kısa bir sessizlik oldu. Ardından tok bir ses yankılandı. Masaya vurulan bir yumruktu bu. Sert ve öfkeliydi. İçimdeki panik bir çığ gibi büyüyordu.

“Onu benden uzaklaştırmayı dene... ve sonuçlarına katlan, Carlo.”

“Bencil ve dik kafalı bir adamsın Dante. Onu hiç mi düşünmüyorsun?”

“Onu düşünmediğim tek bir an bile yok.”

“O zaman ona daha fazla zarar verme!”

“Ona zarar veren ben değilim!” Sesi titremedi. Kararlılığı kemiklerime işledi.

“Sen değilsin… ama bu hikâyedeki yerin ve rolün, seni bir noktada zorlayacak. Belki ondan yine ayrılmak zorunda kalacaksın. Böyle bir senaryoda, Lucia’nın ne hâle geleceğinin farkında mısın?”

“Onu bir daha bırakmam.”

“Ya o isterse? O söylerse gitmeni, ne yapacaksın Dante Corvo?”

Kimden bahsediyorlardı?

“O bir hiç, Carlo. Zamanla sen de anlayacaksın. Asıl acınası olan ne biliyor musun? Benim hiçbir şey yapmadığıma inanman.”

Adım sesleri kapıya doğru yaklaştığında, kalbim yerinden fırlayacak gibi çarptı. Geri çekilemedim. Yerime çakılı kalmıştım.

“Onun için tüm tehditleri yok edeceğim. Yalnız düşüncelerini kendine sakla. Bu saçma tavrını da. Kimse bizi ayıramaz. Sen bile.”

Kapı açıldı. Karşımda Dante duruyordu. Yüzündeki gerginlik yerini şaşkınlığa bıraktı. Gözleri üzerimde gezindi, koşu kıyafetlerimi görünce elimi tuttu ve bir şey söylemeden beni merdivenlere yönlendirdi. Hâlâ nefesim düzensizdi. O ise kararlıydı. Katımıza çıktığımızda Istvan başını saygıyla eğdi.

“Bir süre kata kimseyi alma, Istvan.”

“Emredersiniz, efendim.”

Şaşkınlıkla ağzım aralandı. Odaya girdiğimizde kapıyı arkamızdan kapattı. Sonra bana döndü.

“Ne kadarını duydun?”

Kaçmanın ya da saklanmanın hiçbir anlamı yoktu. Dante… hayatımda bile değilken, beni her halimle ezbere bilen adamdı. Şimdi kaldığım odayı nasıl bulduysa, geceleri hangi kitabın satırlarında kaybolduğumu da biliyordu. Bundan adım kadar emindim. Gözlerine baktım. Hiç çekinmeden. Hiçbir şeyden korkmadan. Çünkü o bakışların içinde yalnızca beni gören o adam vardı. Beni bilen, bana hükmeden, kalbimin her atışını kendi ritmiyle kontrol eden adam.

“Hepsini.”

Bir adım attı. Gözlerindeki karanlık, tutkuya karıştı.

“Kimse bize engel olamayacak.”

Sakin görünüyor olsa da o sakinliğin altındaki kasırgayı hissediyordum. Başımı öne eğdim. Söz bulamıyordum. O bana bir adım daha yaklaştığında, kokusu başımı döndürdü. Sandal ağacı... okyanus... tanıdık ve tehlikeli bir karışım. Gözlerimi her kapadığımda onu zihnimde canlandırmama neden olan o koku.

Elini çeneme uzattı. Yumuşak ama kararlı bir dokunuşla yüzümü kendine çevirdi. Gözleri gözlerimdeydi. Göl gibi derin, karanlık, çekici.

“Sen benimsin, S. Bu konuda aklın da gönlün de karışmasın.”

Yutkundum. Kelimeler dudaklarıma zor ulaştı.

“Sen benim misin, Dante Corvo?”

Sesi neredeyse fısıltıydı ama etkisi... bir çığlık gibiydi.

“Her zaman. Ölene kadar bir tek sana ait olacağım, güzelim.”

Dudaklarıma eğildi. Teması yoktu daha ama nefesi tenime değdiğinde bile titredim. Fısıldadı.

“Bu, asla değişmeyecek olan tek gerçek.”

Sonra... dudakları dudaklarıma kapandı. Sessizlik çöktü. Zihnimdeki karmaşa sustu. Dünya sustu. Yapabildiğim tek şey, parmak uçlarımda yükselip boynuna kollarımı sarmaktı. Bu onun için bir davetti. Dante... bu daveti asla yanıtsız bırakmazdı.

Beni aniden kucağına aldığında nefesim göğsüme sıkıştı. Adımlarını makyaj masama yönelttiğinde kalbim yerinden çıkacak gibi atıyordu. Masanın üzerindekileri tek bir eliyle silip süpürdü. Hiç vakit kaybetmeden beni oturttu. Dudakları, dudaklarımdan bir an bile ayrılmamıştı.

Geri çekildiğinde bile gözlerimi açamadım. Soluğum kesik, tenim yanıyordu.

“Terliyim,” dedim kısık bir sesle.

Alt dudağımı dişlerinin arasına aldığında gözlerimi açmak zorunda kaldım. Göz göze geldiğimizde, bakışlarında yalnızca alevler vardı. Sessiz, tehlikeli bir yangın gibi...

“Her zamanki gibi eşsizsin, tatlı işkencem.”

Bakışlarındaki jaguar hareketlendi. O ifadeyi ne zaman görsem, bana bir tehlikeyi çağrıştırıyordu. Kelimeleri susturamadan dudaklarımdan döküldü.

“Carlo’ya zarar verme. Lütfen. Benim için değerli olan kimseyi incitme.”

“Seni benden uzaklaştırırsa…”

Elimi yanağına götürdüm, parmak uçlarımı sakince teninde gezdirdim. Gerginliği gözle görülür şekilde azaldı. Onun bana bu kadar kolay teslim oluşunu izlemek, kontrolü bana bırakışını görmek beni güçlendiriyordu.

“Ona biraz zaman ver. Ben bile henüz… Kabullenmek zor, Dante. Üstelik bana bir şey olmasından korkuyor. Beni kaybetmekten de.”

“O zamana kadar senden uzak durmamı önermeyeceksin sanırım.”

Saçlarımı avucunun içine topladı. Başımı nazikçe geri yatırdı. Parmakları tenime değdiği her yerde kıvılcımlar çıkıyordu.

“Eğer bunu düşünüyorsan vazgeç, S.”

Yanağıma hafif bir öpücük kondurdu. Ardından diğerine… sonra burnuma.

“Ayrıca beni sensiz bırakmana izin vermiyorum. Gerekirse bunu zihnine, kalbine hatta tenine kazırım, güzelim.”

“Dante…”

Adını söylediğimde, dudaklarımda çaresizlik, sesimde kırgınlık vardı.

“Adımı bu şekilde söylemen…” Çenesini sıktı. Gözleri gölgelenmişti. Dişleri gıcırdadı. “Beni ne hâle getirdiğini bilsen… kendin için tehlikeyi çağırdığını bilsen, yapmazdın, S.”

“Sen benim için tehlikeli değilsin.”

Kaşlarının arasında kıpırtı belirdi. Gülümsedi. O tanıdık, tehlikeli gülümsemesiyle eğildi. “Emin misin, güzelim?”

Boynuma yaklaşırken gözlerinde bir şey parladı. Dudaklarının arasından çıkan dişlerini hissettiğimde nefesim kesildi. Hafifçe ısırdı. Alevler… yeniden vücuduma yayıldı. Titredim. Dudaklarıyla ısırdığı yeri öptüğünde, içimdeki bütün savunmalar çöktü. Ağzımdan dökülen küçük bir sesle irkildim. Nefesim dağılmıştı.

“Bunu bir kere daha söylersen…”

“Ne?”

Göz göze geldik. Cümleler tamamlanmadı, çünkü onun için sözlerden çok eylemler konuşurdu.

“Cümleleri tamamlamayı değil, eylemleri etkili bulduğumu artık biliyorsun. Beni tanıyorsun, S.”

Göğsüne ellerimi koydum. Onu kendimden uzaklaştırmaya çalıştım. Gözlerim dolmuştu.

“Senin karşında bu kadar zayıf olduğuma inanamıyorum.”

Elimi yakaladı. Bileğime dudaklarını bastırdı. İçimi titreten bir öpücükle...

“Bu zayıflık değil, tatlı işkencem. Bu sadece aşk.”

Bakışları gözlerimi inceledi. Durgunluğumu fark etti. Sessizliğimi okudu.

“Sorunu sor. Ben de yanıtlayayım, güzelim.”

“Neden her şey bize karşıymış gibi hissediyorum? Kader, yaşadıklarımız… hatta sevdiklerimiz bile.”

“Bu nereden baktığına bağlı. Eğer bana inanıyorsan…” Elimi kalbinin üzerine yerleştirdi. Kalbinin atışı parmaklarımın ucundaydı. “Eğer sana olan aşkıma inanıyorsan bu yeterli. Bana ve hayatıma gel, S. Diğerlerini unut. Kaderi görmezden gel.”

Kollarımı boynuna doladı. Yaklaştı. Fısıltısı kulaklarıma değil, ruhuma ulaştı.

“Benim olduğun bir gerçek. Bunu ispat etmemize gerek yok. Kimsenin bakış açısına göre hareket etmek zorunda değiliz.”

Başımı eğdim. Gözlerimden düşen bir damla, her şeyi anlatıyordu.

“Sevdiklerim benim için her zaman değerli oldular. Onları görmezden gelemem, üzemem, Dante.”

Yüzünden buruk bir gülümseme geçti. Adımlarını geri çektiğinde içimden bir şey söküldü.

“Hep bir bahanen var, farkında mısın, S?”

“Seni henüz affedemediğimin farkında mısın, Dante?” Sesim kırıldı. “Bazen o kadar kolay olmuyor. Can yanarken… kalp tek bir şey hissediyor. Her vuruştaki acıyı.”

Bakışlarını kaçırmadı. Sözleri keskin, ama yalansızdı.

“İnsanlar birbirine gerçekleri sunar. Ama karşı tarafın ikna edilmesi… bu ancak o isterse olur, S. Aynı şey mutluluk için de geçerlidir. Sen… bana inanmak istemediğin müddetçe, ne yaparsam yapayım seni ikna edemem. Sana tüm güzellikleri sunsam, kalbimi açsam bile mutlu olmak istemezsen bunu başaramam.”

Bir adım geriye gitti. Bir elini saçlarının arasından geçirdi. Her hareketi kalbimi kanatıyordu. Söylediği her kelime ise başka bir yaraya dokunuyordu. Onunla çelişen her duyguyu aynı anda yaşarken, içimden geçen tek gerçek vardı: Onsuz olamıyordum. Ama onunla tamamlanmayı da başaramıyordum.

“Cumartesi günü davete geleceğim. O gün… bana gerçek bir cevap verirsen sevinirim.”

“Yoksa?”

Kapıya yönelirken durdu. Dönüp bana baktı. Dudaklarındaki gülümseme solgundu. Gözleri hiç olmadığı kadar yorgundu.

“Bu hayatta bir tek sana karşı sınırlarım yok. Şartlar yok, kurallar yok, S. Sadece ben varım. Bana istediğin zaman gel. Seni sonsuza dek beklerim… ama acımasız olma, tatlı işkencem. Sana daha önce de söyledim. Aşk benim için tek kullanımlıktı. Kalbim ellerinde atıyor. Beni daha fazla bekletme.”

Dante her zaman veda cümlelerini severdi. Veda cümlesini söylediğinde, o cümleyle sarsıldım.

“Öldürmüyor, ama yaşatmıyorsun da, tatlı işkencem. Seninle ne yapacağım ben?”

Yanıt veremedim. Sadece suskun kaldım. Kapıyı ardından kapattığında, tek yapabildiğim kendimi duşa atmaktı. Koşmak o an için iyi gelmişti. Ama şimdi içimde yanan ateş... hiçbir şeyle sönmüyordu.

O hafta boyunca Carlo benden uzak durmayı tercih ederken, Adrian neredeyse her gün yanımdaydı. Kimi zaman birlikte kahvaltı ettik, kimi zaman Amy de bize katıldı ve bir fincan kahve eşliğinde sohbet ettik. Adrian, iyi olmadığımın farkındaydı. Beni de organizasyon işine dahil etti. Organizasyon ve konsept konusunda bana danıştıkça, fikrimi önemseyip uygulamaya koyması hoşuma gidiyordu. Sonunda daveti neredeyse ben planlamış oldum ve bu, zihnimi meşgul tutmamı sağladı.

O hafta… koşmak dışında evden dışarı çıkmadım. Dante ile hiçbir şekilde iletişime geçmedim. Hatta Amy ile elbise bakmak için bile evden ayrılmadık. Zaten Cuma günü, dünyaca ünlü modacıların özel olarak gönderdiği kıyafetler eve ulaşacaktı. Carlo’nun neden böyle davrandığını az çok tahmin edebiliyordum. Dante ile görüşeceğimi ya da onunla bir şekilde karşılaşacağımı düşünüyor olmalıydı.

Cuma sabahı erken uyandım. Hazırlıklarımı tamamladığım sırada kapı çaldı. Kapıyı açtığımda Carlo’yu karşımda buldum.

“Günaydın.”

“Günaydın, Carlo.”

Onun hemen arkasında iki hizmetçi, ellerinde büyük tepsilerle içeri girdi.

“Bu sabah seninle kahvaltı etmek istedim.”

Ne söyleyeceğimi bilemeden sadece başımı salladım. Hizmetçiler görevlerini tamamlayıp ayrıldıktan sonra balkona, bizim için hazırlanan masaya geçtik. Kahve servisini ben yaptım, sonra Carlo’nun karşısına oturdum. Bir süre sadece çatal ve bıçak sesleri duyuldu. Carlo geriye yaslanıp kahve kupasını eline aldığında, gözlerini manzaraya dikti. Kuş cıvıltılarının ve sabah sessizliğinin tadını çıkardı. Bugün farklıydı. Chloe’yi kaybettiğimizden beri ilk kez onu böylesine huzurlu görüyordum.

“Dün gece rüyamda Chloe’yi gördüm,” dedi usulca. “Göz göze geldiğimizde bana gülümsedi. “Çok güzeldi. Mutluydu. Ben... gülüşünü bile ne kadar özlediğimi fark ettim.”

İçimi derin bir sızı kapladı.

“Özlem asla dinmiyor,” diye fısıldadı. “Onu koruyamadım.”

“Carlo...”

Elini kaldırarak beni susturdu. Sert ama kırılgan bir hareketti. Son zamanlarda hep böyleydi. Bir lider kadar güçlü, ama duvarları çoktan örülmüş.

“Seni koruyacağım. Korumak zorundayım Lucia. Geriye bir tek sen kaldın.”

Derin bir nefes aldı. Kelimeler boğazına düğümlenmiş gibiydi. Bazen bazı cümleler, nefes almayı bile zorlaştırırdı.

“Dante ile görüşmeni istemiyorum.”

“Carlo, buna—”

Bu kez sesi çok daha ciddiydi, sözümü kesti.

“Manevi de olsa kız kardeşimsin. Ailemsin Lucia. Bu kez beni dinleyeceksin. Gerekirse seni buna mecbur bırakırım.”

Şaşkındım. Ne söyleyeceğimi bilemedim. Bu Carlo’yu tanımıyordum. Soğuk, kararlı ve ürkütücüydü.

“Bu kadar mı korkuyorsun, Carlo?”

Fincanı hızla masaya bıraktı. Ayağa kalktı. İlk kez ondan çekindim.

“Beni dinleyecek ve ondan uzak duracaksın, Lucia. Bu son sözüm.”

Bakışlarını yakaladım. Ama o derinliklerde hiçbir şey yoktu. Ne tanıdığım Carlo’nun samimiyeti ne de aile sıcaklığının izleri. Başımı eğdim, sustum. Bazı cümlelerin zamanı değilse, sadece susmak gerekirdi. Bunu çocukken öğrenmiştim. Zamanı gelmeden söylenen hiçbir söz karşı tarafa geçmezdi. Sadece sorunları büyütür, kalpleri uzaklaştırırdı. Bunu yapmayacaktım. Carlo benim ailemdi. Değerlimdi. Ona, daha doğrusu bize zaman verecektim.

“İki saat sonra modacıların kıyafetleri arka bahçede bizim için hazırlanan bir çadırda sergilenecek. Birlikte gideriz.”

“Peki, Carlo.”

Başımı kaldırmadım. Yüzüne bakmadım. Giderken sadece ayak seslerini dinledim. Ne ara bu kadar uzaklaştık, diye düşündüm. Düşüncelerle boğuşurken, uzun bir süre balkonda oturdum. Sonra kapım çaldı. Amy ve Adrian gelmişti. Birlikte arka bahçeye indik.

İçeri girdiğimizde, Carlo çoktan gelmişti. Bizim için dört sandalye getirtmişti. Çadırda, seçkin markaların elbiseleri, ayakkabıları ve takıları sergileniyordu. Her markayı temsil eden iki çalışan ve birkaç manken vardı. Anlaşılan mini bir defile izleyecektik.

Hepimiz oturduğumuzda, Carlo’nun tek bir bakışıyla defile başladı. Amy, yanımdaydı. Huzursuz olduğumu fark etti ama hiçbir şey söylemedi. Sadece elimi tuttu. Dakikalar ilerledikçe, Carlo bir mankeni durdurdu. Üzerindeki elbise, derin bacak yırtmacıyla siyah, uzun, baş döndürücü bir tasarımdı. Omuz kısmı zarif bir tül kumaşla süslenmişti. Sırt ve göğüs kısmında pencereler vardı. Carlo bana baktı. Gözleri ışıldıyordu.

“Üzerinde harika duracağından eminim. Deneyebilir misin?”

“Olur.”

Bir çalışanın yardımıyla elbiseyi giydim. Ardından Carlo’nun beğendiği siyah stilettoları. Çadırdan çıktığımda üçü de bana, yüzlerinde ışıltılı gülümsemelerle bakıyordu.

“Sana çok yakıştı, Lucia.”

Adrian’ın sözlerine gülümsedim. Amy alt dudağını ısırdı.

“Çok güzelsin, canım.”

Carlo’ya döndüm. Bakışları tanıdıktı. Ayağa kalktı ve yanıma geldi. Elimi tuttu, zarifçe dudaklarına götürdü. “Etkileyici bir güzelliğin var, bebeğim.”

“Teşekkür ederim.”

“Elbiseyi beğendin mi?”

“Evet, Carlo.”

“Takıları sonra seçeriz. Elbise ve ayakkabıları hazırlayın.”

O an, sadece güzel bir duyguyu değil, geçmişteki o sıcak Carlo’yu da bir anlığına hissettim. Ama işte o his… ne kadar sürerdi, bilmiyordum. Üzerimi değiştirip yanlarına döndüğümde Amy, zümrüt yeşili, kalın saten ve Roma tarzında dikilmiş zarif bir elbisenin önünde duruyordu. Elbise ışığı öyle güzel yakalıyordu ki, sanki onun için dikilmişti.

“Harika.” dedim, sesi bastıramadığım bir hayranlıkla doluydu.

Amy gülümsedi. “Sanırım deneyeceğim canım.”

“Üzerinde görmek isterim.” dedim, bakışlarımız birbirine değdiğinde bir anlık dostluk sıcaklığı içimi sardı.

Yanımızdan ayrılırken arkamı döndüm ve Carlo ile Adrian’a baktım. Carlo’nun gözleri hâlâ Amy’nin üzerindeydi. Ancak bakışlarında tanıdık hiçbir şey yoktu; anlaşılmaz, karmaşık bir perde vardı o bakışların ardında. Adrian’ın sesiyle daldığım düşünceler dağıldı.

“Amy burada daha ne kadar kalacak?”

Bakışları Carlo’nun üzerindeydi. Ama ben araya girdim.

“Geri dönmeyecek.” dedim kısa ve net bir ses tonuyla.

“Neden sordun?”

“Artık daha iyisin. Yanlış anlama. Amy’yi seviyorum, iyi bir dost. Gitmesini istemem.” Tedirginlikle Carlo’ya döndü. Carlo’nun ifadesi fırtına öncesi sessizlik kadar sakindi. “Sanki aranızda bir sorun var ve Amy bu durumdan rahatsız olmuş gibi görünüyor. Soruyu bu yüzden sordum.”

“Bir sorun yok.” Carlo'nun sesi dişlerinin arasından süzülüyordu. Her kelimeyi zorla çıkarıyor gibiydi. Sıkışmış bir öfke vardı sesinin altında.

Adrian ile göz göze geldiğimizde, ikimiz de bu gerginliğin altında saklanan bir şeyler olduğundan emindik. Tam o sırada Amy, elbisesiyle geri döndü. Kumaş, tenine zarifçe oturmuş, yüz hatlarını vurgulamıştı. İri yeşil gözleriyle birleşince egzotik bir güzelliğe dönüşmüştü.

“Nasıl olmuş?” dedi sesi hafif bir tedirginlikle.

Adrian ile bakıştık, ardından Carlo’ya çevirdik gözlerimizi. Bir şey bekliyorduk, en azından bir tepki. Oysa Carlo çoktan telefonuna dalmış, bir aramanın ardından hızla yanımızdan uzaklaşmıştı. Amy şaşkın, bizse sessizdik.

“Elbise sana çok yakıştı Amy. Başka bir alternatif bakmana bile gerek yok.” dedim.

“Güzelliğini ortaya çıkardı.” Adrian’ın sesi içten ve nazikti.

Amy önce bana, sonra Adrian’a baktı ve gülümsedi. “Teşekkür ederim, o zaman üzerimi değiştireyim.”

Yanımızdan ayrıldığında Adrian’la aramızda kısa bir sessizlik oldu. Huzursuzluk havayı sarmıştı.

“Sence sorun ne?” diye sordum.

“Emin değilim, ama öğreneceğim Lucia.”

Carlo yeniden yanımıza döndüğünde yüzündeki ifade değişmişti. Sert, mesafeli ve düşünceliydi. “Babam aradı. Bir saat içinde Morenolar’a gitmemiz gerekiyor.”

“Tamam.” dedim.

“Amy elbise için karar verdi mi?”

“Evet, denediği elbiseyi alacak.”

Başını salladı, ardından Adrian’a döndü. “O zaman biz gidelim.”

Adrian arkasını dönmeden bana başıyla işaret etti. Sakin olmamı söylüyordu. Onlar ayrıldıktan birkaç dakika sonra Amy geldi. Birlikte takılara baktık. Ben siyah elmas küpelerde karar kıldım, Amy ise elbisesiyle mükemmel uyumlu zümrüt taşlı bir kolye ve küpe seçti. Alışverişimiz tamamlandığında çadırdan çıktık ve arka bahçedeki kamelyaya geçtik. Serinletici içeceklerimizi yudumlarken içimde biriken soruyu daha fazla tutamadım.

“Carlo ile aranızda bir sorun mu var?”

Amy duraksadı. Sonra boşluğa bakan gözlerle konuştu.

“Emin değilim ama... son zamanlarda bana oldukça mesafeli davranıyor. Ben...”

Başını kaldırdı, yüzünde buruk bir gülümseme vardı.

“Sen biraz daha iyi hissettiğinde buradan gideceğim Lucia.”

“Hayır.” dedim, neredeyse fısıltıyla. Ama sesimin altına saklanmış korkuyu bastıramadım.

“Bu şartlarda kalmam doğru değil.”

“Sorunun seninle bir ilgisi olduğunu sanmıyorum.”

Amy, elimi tuttu. Sesi sakindi ama içinde taşıdığı duygular yoğundu.

“Buraya senin için geldim Lucia. Senin iyi olman için elimden geleni yaparım. Ama iyileştiğinde... yani ben... buraya ait değilim. Siz bir ailesiniz. Birbirinize bağlısınız. Peki ben...?”

“Sakın o cümleyi tamamlama. Bir dosttan çok daha fazlası oldun Amy. Sen de aileden birisin. Ayrıca gitmeni istemiyorum. Bunu bencilce bir nedenden dolayı da söylemiyorum.”

“Bu kararı sonraya bırakalım, olur mu?”

“Amy...”

“Bazen yaşadığımız anlar kararlarımızı doğrudan etkiler. O anki duygularımız ve düşüncelerimiz ise zamanla değişebilir. O yüzden bu konuyu şimdilik erteleyelim.”

Başımı salladım. Gergindim. Düşüncelerim karmakarışıktı. Bu son durum, karmaşayı artırmıştı. “Son günlerde ona ne olduğunu çözemiyorum.” dedim. Sonra, Dante ile Carlo’nun konuşmasını, ardından Carlo ile yaşadıklarımı ona anlattım. Sessizce dinledi. Yüzündeki şaşkınlık yerini anlayışa bıraktı.

“Korkuları tahminimden bile daha fazla.” dedi.

“Ben de öyle düşündüm.”

“Onunla konuşsam iyi olacak.”

“Sana daha büyük bir tepki verebilir.”

“Benim burada olma amacımı unutuyorsun. Seni her açıdan iyileştirmek. Bu yüzden sadece seni değil, çevrendekileri de iyileştirmem gerekiyor. İyileştiremesem bile destek olmalıyım. Carlo... uzun zamandır kayıp gibi.”

“Anlamadım?”

“Yas tuttu mu emin değilim. Geldiğinden beri tek düşündüğü sensin, bir de işler. Onların kim olduğunu, hatta işlerinin ne olduğunu da farkındayım. Ama hiç durmadı Lucia. Hiç durup soluklanmadı. Sadece koşturuyor. Bu aklı meşgul etse de ruhu tamir etmez. Hele ki gecen aydınlanmıyorsa... aydınlatan her şeyi ve herkesi kendinden uzaklaştırdıysan, devam etmek zorlaşır. Öfke çoğalır çünkü acı kalbi delip geçmiştir. Carlo, tam olarak bu halde. En kötüsü de kalbini ve kendini bize kapattı. Birinin ona bunu hatırlatması gerekiyor.”

Amy haklıydı. Söyledikleri içimde yankılanırken, bir süre suskunlukla oturduk. Her birimiz kendi düşüncelerimize gömüldük. Amy ayağa kalktığında zihnim hâlâ söyledikleriyle meşguldü.

“Biraz dinlen canım. Akşam yemeğini birlikte mi yemek ister misin, yoksa sadece benimle mi?”

“Carlo’yu merak ediyorum. Yemek salonuna ineriz.”

“Olur.”

Günün geri kalanında kitaplara sığındım. Akşam olduğunda Amy ile birlikte yemek salonuna indik. Masada herkes vardı ama ortamdaki hava soğuktu. Sessizlik, bir duvar gibi aramıza örülmüştü. Carlo gergin ve uzaktı. Yemekten sonra hızla kalktı ve yanımızdan ayrıldı. Babası da çalışma odasına geçince, üçümüz yalnız kaldık.

“Adrian, neler oluyor?”

“Konuşamadık Lucia. Bu akşam konu her neyse, öğreneceğim.”

“Aslında... onunla ben konuşmak istiyorum Adrian. Senin için bir sorun olmayacaksa?”

“Elbette yok Amy.”

Amy ayağa kalktı ve yanımızdan ayrıldı. Adrian’la baş başa kaldık. Kahvelerimizi içerken her şeyin bir açıklaması olmasını umduk. Ama bazı geceler, sorular yalnızca sessizlikle cevaplanıyordu. Adrian sessizliği bozdu.

“Son günlerde daha iyisin, Lucia.”

“Sen de öylesin.”

Derin bir nefes aldım. Boğazımda biriken kelimeler vardı. Dikenli ama söylenmesi gereken.

“Geçen gün seni kırdığım için üzgünüm,” dedim sessizce. “Yola devam etmek zorundayız, bir şekilde. Ben sadece... hislerimi düzgün ifade edemedim. Ayrıca ona âşık olduğunu biliyorum. Hikâyeni bilmesem de seni tanıyorum.”

Adrian’ın gözlerinde hüzün, kalbinde anlatılmamış bir yük vardı. Sessizliğini yudumladığı kahve kadar ağır taşıyordu.

“Aranızdaki sorun ne?” diye sordum usulca.

Gözlerini kaçırmadı. “Sorun Dante Corvo.”

“Ne?”

Söyledikleri beni şaşırtmamıştı ama içimde ince bir sızı bıraktı. Dante'nin adı geçince, her şey biraz daha karmaşıklaşıyordu.

“Kardeşlerine karşı aşırı korumacı ve nedenini gayet iyi anlıyorum,” dedi. “Ama onu benden uzak tutmasını değil.”

“Onunla konuştun mu?” dedim, kalbimin sesini bastırarak.

“Evet. Fikri değişmedi.”

“Mia biliyor mu?”

“Birkaç yıl önce, doğum gününde hislerimi açıkladım ona.”

“Ve?”

“Beni yanıtlamadı. Sadece abilerine baktı. Cortez ve Dante... Onlarla arasındaki bağ özel. Onların sözünden çıkmaz.”

“Bir daha denemedin mi?”

“İki kere daha karşısına çıktım,” dedi yavaşça. “Benden etkilendiğine eminim. Ama her seferinde bir bahane buldu. Uzaklaştı. Dante her defasında öğrendi ve tartıştık.”

Kahvesini usulca masaya bıraktı. Parmakları kupanın kulpunda titrek bir şekilde bekledi. Bir an sustu.

“Belki de zorlamamak gerekiyordur,” dedi. Fakat bu, gerçek hislerinin yalnızca kabuğuydu.

Dante’nin sözleri aklımda yankılandı. “Kimsenin bakış açısına göre hareket etme zorunluluğumuz yok.”

Oysa Adrian’ın aşkını, çabalarını bile görmezden gelmişti.

“Onunla konuşacağım.”

“Kadere müdahale etmemeliyiz.”

“Mia’nın bir başkasına âşık olmasına ya da bir ilişki yaşamasına izin mi vereceksin?” Gözlerinin içine baktım.

“Eğer o istiyorsa, elimden bir şey gelmez,” dedi, bir elini ensesine koyarken.

Onu dinlemeyecektim.

“Onunla konuşacağım ve sen buna karışmayacaksın. En azından ilişkinize karşı çıkmasının nedenini öğrenmek istiyorum. Belki sebebi anlarsak, çözüm de buluruz.”

“Belki de neden yalnızca bir Amato olmamdır. Onlar kurucu aileler. Biz bölge lideriyiz,” dedi, düşünceli bir şekilde. “Mia ile aramda yaş farkı var ve belki de onu Santo için uygun gördü. Christian’ın kardeşini… Sonuçta o bir Costelli...”

“Mia’nın Santo’yu sadece arkadaşı olarak gördüğünden eminim. Yine de Dante’yle konuşmadan başka bir şey söylememeliyim.”

“Dante inatçı. Kararlı. Onunla konuşsan bile faydası olacağına inanmıyorum.”

“Bunu göreceğiz.”

Dalgın bir şekilde saatine baktı. Yüzünde yorgun bir ifade belirdi. “Biraz çalışmam gerek.”

“Ben de odama geçeyim.”

Birlikte ayağa kalktık. Sessizce merdivenlere yürüdük. İkinci kata geldiğimizde durduk. O an içimde bir kıvılcım yandı.

“Adrian, bir şeyler yapmak istiyorum. Bu organizasyon işi bana iyi geldi. Kısa süreliğine bile olsa. Evde oturmak bana göre değil.”

Çenesini kaşıdı, gözleri ciddileşti. “Haklısın,” dedi. “Zaten Carlo’yla birkaç fikir vardı aklımızda. Gündeme getiririm. Karar verirsek, sana da söylerim.”

“Harikasın.”

Yanağına küçük bir öpücük kondurdum. Yumuşak, ama içinde sonsuz anlamlar barındıran.

“Bir de… Amy gitmeyi düşünüyor. Carlo’yla ilgisi olduğu çok açık. Ne yapacağız?”

“Bekleyeceğiz,” dedi. “Konuyu en kısa sürede çözeceğim. Endişelenme. Ayrıca... Amy’yi severim. Gitmesini istemem.”

“Ben de.”

“Hiçbir şey düşünme ve uyu.”

“Sana da kolay gelsin. İyi geceler Adrian.”

“İyi geceler.”

O, çatı katına çıkan merdivenlere yönelirken ben odama döndüm. Kapıda Istvan vardı. Geceleri korumalar değişiyordu. Carlo, beni koruma işini fazlasıyla ciddiye almıştı. Ama… Dante ile konuşmalarını hatırlayınca… Istvan görevi devretmeye hazırlanırken aniden onun önünde durdum. Yüzündeki şaşkınlık, disiplinli duruşunu bozamamıştı.

“Kimin adamısın?” diye sordum, fısıldayarak.

“Bayan Lucia…”

“Bana doğruyu söyle. Lütfen.”

Gözlerini kaçırmadı. “Costelliler tarafından yetiştirildim. Uzun süredir Dante Corvo’ya bağlıyım.”

“Anladım. İyi geceler, Istvan.”

“Bayan Lucia?”

“Efendim?”

“Bunu kimsenin bilmemesi gerekiyor.”

“Söylemeyeceğim.”

Başını saygıyla eğdi. “Teşekkür ederim, efendim. İyi geceler.”

Başımı hafifçe salladım. Odamın kapısını açıp içeri girdim. Üzerimi değiştirip yatağa uzandım. Kitabımı açtım, ama kelimeler gözümde anlamını yitirmişti.

Zihnim, Dante’nin varlığıyla doluydu. Kalbimdeydi. Ruhumdaydı.

Sadece aklıma değil, tenime kadar sızmıştı. En çok da… ruhumun içine işleyen o izsiz varlığıyla.

Dante

Toplantı odasında tek başımaydım. Diğerlerini beklerken zaman ağır akıyor, zihnimdeki karmaşa bedenimi boğuyordu. Kaç gündür Lucia’dan uzaktım. Bu kez uzaklaşan ben değildim, o benden uzaklaşmıştı. Ve bu, tahammül edemeyeceğim türden bir acıydı.

Lucia yanımda olmadıkça... benim olmadıkça... her şeyin anlamı kayboluyordu. Uykularım bölünmüyor, çünkü artık hiç uyuyamıyordum. O, benim gecelerimi aydınlatan tek ışıktı. Rüyalarımın adıydı. Kabuslarımı bastıran tek şey varlığıydı, nefesiydi. Şimdi ise her açıdan en başa dönmüştüm. Onsuz bir hiçtim. Eksik. Kayıp.

Kapı açıldı. Bakışlarım, içgüdüsel bir şekilde oraya döndü. Christian ile Cortez içeri girdi. Ardından Don Benito, Christian’ın babası Armando ve son olarak Andre Sargazzo. Kurucu aileler olarak ayda en az iki kez toplandığımız bu odada, kimse görünürde değişmemişti. Oysa herkesin içinde fırtınalar vardı. Maske takmak bu dünyada bir zorunluluktu.

Kısa selamlaşmaların ardından toplantıya geçtik. Gündem belliydi. İşler, sorunlar, olası tehditler. Hepsi sırayla masaya yatırıldı. Kararlar alındı. Herkes rolünü oynadı. Toplantının sonunda Andre, gözlerini sırayla hepimizin üzerinde gezdirdi. En son Don Benito’ya döndü.

“Bir süre burada olmayacağım,” dedi. “Eliana... Juilliard’ı kazandı. Onu yalnız bırakmak istemiyorum.”

Don Benito’nun yüzünde yumuşak bir ifade belirdi. Andre onun için özeldi. Sadece kurucu ailenin bir parçası olduğu için değil. Andre, Don Benito’nun yıllar önce kaybettiği kızı Cecilia’nın oğluydu. Eliana ise Andre’nin kardeşiydi. Ama Eliana’nın onlarla, yani Costelliler ile kan bağı yoktu. Santiago Sargazzo'nun bir gecelik bir ilişkiden doğan kızıydı Eliana. Ama Santiago onu sahiplendiğinde, geçmişin önemi kalmamıştı. Çünkü kanın değil, bağların belirlediği bir dünyadaydık.

“Elbette oğlum,” dedi Don Benito. “Kardeşini yalnız bırakmamalısın.”

“Ne kadar?” diye sordu Christian. Sesi değil de, ruhu titriyordu sanki. Eliana’ya duyduğu aşk gözlerinden bile okunuyordu.

Andre biliyordu. Eliana’ya olan sevgisini. Ama izin vermiyordu. Onları ayrı tutmak için yıllardır uğraşıyordu. Belki haklıydı. Eliana iki kez ölümün eşiğinden dönmüştü. Ve Christian… her iki olayda da oradaydı. Suçlu değil belki ama olayın tam ortasındaydı. Andre bunu unutmamıştı.

Buna rağmen her şeyi öngörebiliyordum. Christian bir gün bu düzeni yerle bir edecekti. İçindeki öfke her geçen gün biraz daha büyüyordu. O Ares’ti. Savaş tanrısı. Zamanı geldiğinde savaşmayı da kazanmayı da bilecekti.

“Üç yıl eğitim görecek,” dedi Andre. “Kendini geliştireceği bir programa kaydolmasını istedim. Bu onun için önemli. Ben de onu yalnız bırakmayacağım. İşleri oradan hallederim. Stefan burada olacak zaten.”

Stefan Schwarz. Santiago’nun manevi oğlu. Çocuk yaşta ailesini kaybettiğinde Santiago onu sahiplenmişti. Ailenin bir parçası olmuştu. Ama Christian için o sadece bir rakipti. Çünkü Stefan’ın Eliana’ya olan ilgisi yıllardır biliniyordu. Christian’ın bakışı sertleşti. Gözleri Stefan’a dair ne varsa yakacak gibiydi.

“Sizinle gelmemesi ilginç,” dedi. Kelimeleri taş gibi ağırdı. İçinde saklı kinle örülmüştü.

Andre cevap vermedi. Onunla Christian arasında sessiz ama ölümcül bir bakışma yaşandı. Sessizliği ben bozdum.

“Juilliard’ı ne zaman kazandı?”

“İki hafta önce belli oldu.”

Tarihler zihnimde netti. Eduardo’nun birkaç yıl önce söyledikleri yankılandı kulaklarımda. “O zaman dikkatini dağıtırım.”

Bu işte parmağı olduğuna adım kadar emindim.

Andre ayağa kalktı. “İşimiz bitti sanırım.”

“Ne zaman yola çıkıyorsunuz?” diye sordu Don Benito.

“Hafta sonu.”

“Cuma akşamı bize gelin. Siz de Dante,” dedi Don Benito. “Bir akşam yemeği yiyelim. Eliana’ya iyi şanslar dileyelim.”

“Olur Don Benito.”

Andre başını salladı. Sonra herkes kalktı. Onlar gittikten sonra çalışma odasına geçtim. Cortez peşimden geldi.

“Eliana’ya aşık olduğunu anlamıştım,” dedi.

Sadece başımı salladım. Boğazıma düğümlenen kelimeler vardı. Çaresizdim.

“Sen iyi misin abi?”

“Değilim.”

“Lucia ile tartıştınız mı?”

“Keşke tartışsaydık... O zaman en azından onu kaybetmediğimi bilirdim.”

“Ne oldu?”

Bakışlarımı kaldırdım. Cortez gözlerimin içindeki yangını görüyordu. Sustum.

“Şimdilik konuşmasak olur mu?”

Telefonum çaldığında, Cortez ayağa kalkmıştı bile.

“Barları gezeceğim, sonra limana geçeceğim.”

“Tamam.”

Kapıdan çıkarken telefonu açtım. Christian’dı.

“Gidiyor ve hiçbir şey yapamıyorum.”

“Yapmamalısın zaten.”

“Söylemesi kolay.”

“Değil,” dedim. “Ne hissettiğini en iyi ben anlıyorum.”

Bir an sustu. Sonra sordu: “Lucia ile bir sorun mu var?”

“Evet.”

“Anlatacak mısın?”

“Carlo her şeyi biliyor. Bu yüzden ona zarar vereceğimi düşünüyor.”

“Ve?”

“Lucia da Carlo’yu üzmek istemiyor. Ama temel sorun bu değil. Hâlâ beni affedemedi. Güvenmesi... zaman alacak.”

“Korkuyor.”

Bu cümlesini yanıtlamadım, çünkü doğruydu.

Christian iç geçirdi. “Sanırım hem ilacını hem de zehrini buldun Dante. Lucia senin zehrin.”

“Lucia benim bağımlılığım. Hem bal hem de zehir.”

Christian’ın hattın diğer ucundan gülümsediğini duydum.

“Aşk bal ve zehirle gelir, öyle değil mi?”

“Öyle.”

“Şimdi kapatmalıyım. Kendime acıyarak işleri halletmem gereken bir gün.”

İstemeden güldüm. “İkimiz de aynı durumdayız, Costelli. Cuma görüşürüz.”

“Bu arada Amatolar’ın davetine gidiyorsunuz değil mi?”

“Evet. Siz?”

“Geleceğiz.”

“Görüşürüz Dante. Düşüncelerde boğulmamaya çalış.”

“Sen de.”

Telefonu kapattım. O haftayı birkaç saatlik uykuyla ve işle meşgul olarak geçirdim. Her saniye, Lucia’nın sessizliğiyle biraz daha ağırlaşıyordu. Cuma akşamı geldiğinde, Costelli malikanesine gittim.

Huzursuz bir akşamdı. Eliana, Andre ve Christian arasındaki gerilimin herkes farkındaydı. Santo ile Mia sürekli Eliana’nın yanında olsalar da onun o derin, bitmek bilmeyen üzüntüsünü silemiyorlardı. Christian’ın hüzün dolu bakışları, bir an bile Eliana’dan ayrılmıyordu. Orada, sessizce izliyordum; o saf, yıkıcı aşkı.

Bir ara tuvalete gitmek için içeri girdiğimde gördüm onları. Christian, Eliana’yı öpüyordu. Eliana’nın kendini ona bıraktığı o an… her şey netti. Aralarındaki o şey saf, kırılgan aşktı. İkisini yalnız bırakmak için dönerken Andre’yi karşımda buldum. Gözleri onların üzerindeydi. Onlara doğru yürümek üzereydi ki kolunu tuttum, geri çektim.

“Veda etmesine izin ver.”

“Bırak kolumu!”

“Sakin ol, Andre. Onlara izin ver. Görmüyor musun? Çocukluktan beri birbirlerine aşıklar.”

“Birbirlerine iyi gelmiyorlar, Dante. Son seferinde Eliana’yı kaybettiğimi sandım. Onu bir yılan soktu. Zehirlendi. Hatırlıyor musun?”

“Biliyorum. Ama unuttun galiba, ‘Sola dosis facit venenum’. Her şey zehirdir; önemli olan dozudur. Ayrıca hayatı kontrol edemeyiz. Sadece etkenleri değiştirmeye, seçimlerle farklı sonuçlar almaya çalışırız.”

“Ben de bunu yapıyorum. Seçimleri ve etkenleri değiştirmeye çalışıyorum. Bu üç yıl ona iyi gelecek. Christian’dan ve onun etkisinden uzak kalacak.”

Yanımdan uzaklaşırken durdu, yüzünde keskin bir soğukluk.

“Bir daha hiçbir şekilde yoluma çıkma, Corvo.”

Cevap vermedim. Henüz bilmiyor olsa da bir kez daha yoluna çıkacaktım. Sonra onu izledim. Bu gece bir sorun istemiyordum. Eliana karşıdan abisine doğru yürürken Christian’ı göremedim. Onların yanından geçip tuvalete gittim. Christian oradaydı, yalnız. Lavabonun kenarına ellerini koymuş, başı öne eğikti. O kadar dalgındı ki varlığımı fark etmedi bile.

“İyi misin?”

Başını kaldırdı. Gözleri bomboştu; sonu olmayan bir uçurum gibi.

“Hayatıma devam etmemi söyledi.” Alaycı bir gülümsemeyle, ama yüzündeki acı ve öfke her şeyi anlatıyordu. “O da böyle yapacakmış.”

Yanına yaklaştım, lavaboya yaslandım, kollarımı göğsümde kavuşturdum. Bazen kelimeler anlamsız kalır, bazen acıtıcı. Onun yarası açıktı, kanıyordu. Sözler acımasız gelse de susmadım.

“Ona biraz izin ver, çünkü o da…”

“Korkuyor. Farkındayım. Ama… Niye bu kadar zor, Dante? Aşk hep böyle mi olmalı? Hep böyle mi hissettirmeli?”

“Aşkın kendisi zor, Christian. Olgu olarak bile zor. Birini kendinden fazla sevmek mantık dışı zaten. Üstüne hayatın zorlukları da eklendiğinde... Kader devreye girdiğinde…”

Birbirimize baktık, sustuk. Sonra Christian doğruldu, kendini topladı.

“Bahçeye geçiyorum.”

“Birazdan gelirim.”

Kapıdan çıkmak üzereydi, onu çağırdım.

“Sen savaş tanrısı Ares’sin. Bu savaşı kaybetmeyeceksin.”

Elini cebine attı, bana döndü. “Eliana’ya yenik düştüm. Bu savaşta hükmen mağlup oldum, Dante.”

“Sanırım aşk söz konusu olunca, ikimiz de hükmen mağlubuz.”

Yanıtlamadı ve çıkıp gitti. Birkaç dakika sonra yanlarına vardım. Christian kimseyle konuşmuyordu, göz teması bile kurmuyordu. Gergin bir saatin sonunda herkes gitmek üzereydi. Vedalaşmalar oldu. Mia, Eliana, Santo ve Julia — Christian’ın annesi — gözyaşlarına hakim olamadı. Hepimiz Eliana’ya iyi şanslar diledik. Sonra evimizin yolunu tuttuk. Mia eve varana kadar ağladı. Cortez’in kollarındaydı.

“Bebeğim, sadece üç yıl sonra geri dönecek.”

“Onu özleyeceğim. Hem de çok.”

Eve girer girmez Mia’yı kendime çekip sarıldım. “Bu süre ona iyi gelecek, Mimi.”

Gözlerime derin derin baktı.

“Mesafeler neyi halletti ki abi?”

Yutkundum. Tek bir cümlesiyle, her şeyi dağıtmıştı. Yanağımdan öpüp odasına giderken, Cortez’le arkasından sessizce bakakaldık. Sonra biz de odalarımıza çekildik.

O gece düşündüğüm tek şey şuydu:

Mesafeler... Hiçbir şeyi halletmiyordu.

Çünkü en derin yaralar, en yakın kalplerde bile sessizce kanıyordu.

 

Bölüm : 15.09.2024 20:45 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...