25. Bölüm

24

kitsudaphne
kitsudaphne

YILDIZLAR HER ZAMAN PARLASIN.

OY VE YORUMLARINIZLA DESTEK OLURSANIZ SEVİNİRİM.

INSTAGRAM, TİKTOK VE YOUTUBE'DAN TAKİP ETMEK İSTERSENİZ; @MİSTYVİBE3

 

DAHA FAZLA KARAKTER TANITIMI VİDEOSU İÇİN INSTAGRAM VE TİKTOK;

@MİSTYVİBE3

 

“En güzel yenilgimsin, Lucia. Kaybetmeyi asla sevmem, ama sana teslimiyetimi her zaman gönüllü olarak sunacağım.” — Lucas

Lucia

Sabah, uykunun ince perdesinden sıyrıldığımda, günün bana sunduklarına dair bir huzursuzluk hissettim. Seçmeli pratik derslerimiz, balo hazırlıkları için iptal edilmişti ve Lucas’tan gelen mesaj ekranımda parlıyordu. Hızla hazırlandım. Kapıyı açtığımda Lucas, her zamanki gibi mükemmel bir soğukkanlılıkla beni bekliyordu.

“Günaydın, tatlı işkencem,” dedi, sesi hem sıcak hem de tehlikeli bir melodi gibi.

Bana o eşsiz ve içten gülümsemesini sundu. İçimdeki kelebekler, sanki bir fırtınanın rüzgarıyla kanat çırptılar. “Günaydın, Lucas,” diye fısıldadım, sesimdeki titremeyi gizlemeye çalışarak.

“İyi uyudun mu?” diye sordu.

“Evet, ya sen?”

“Ben çok uyumam, S.”

Kaşlarımı çatıp ona bakınca, yüzünde o tanıdık, alaycı gülümseme belirdi. Gözleri, sözlerinin ardındaki gizemi daha da belirginleştiriyordu.

“Hadi kahvaltıya gidelim,” dedi ve elimi tutarak beni asansöre doğru yönlendirdi.

Asansörle giriş katına inerken sordum, “Yemekhaneye mi gidiyoruz?”

Lucas başını hafifçe yana eğerek, sakin bir şekilde yanıtladı. “Bugün kalabalık. Restorana gideceğiz.”

Restoran sözcüğü beni duraksattı. “Ama oraya kafamıza göre gidemeyiz,” dedim.

Lucas’ın dudaklarının kenarı hafifçe kıvrıldı, o bilindik kendinden emin tavrıyla karşılık verdi. “Biz istediğimiz her an, her şeyi yapabiliriz. Bana güven.”

Elimi biraz daha sıkıca tutarak beni kendine yaklaştırdı. Gözlerimin içine bakıyordu; derin, karanlık bir uçuruma düşmek gibi bir his. “Sana güveniyorum, Lucas,” dedim, sözlerim istemsiz bir itiraf gibi döküldü dudaklarımdan.

Ama Lucas’ın yüzünde bir gölge belirdi. Bakışlarında bir anlığına beliren duyguyu anlamaya çalıştım, ama o hızla kendini toparladı. Her zamanki sakin ve kontrollü haliyle yoluna devam etti.

Restorana girdiğimizde içerisi alışılmadık derecede kalabalıktı. Garson yanımıza geldiğinde Lucas, ona birkaç kelime fısıldadı. Garson hemen harekete geçti, başka bir garsona işaret ederek cam kenarındaki en iyi masayı ayarlattı. İçimden şaşırmaya devam ederken, hiçbir şey söylemeden onu takip ettim.

Kahvaltımızı sipariş ettikten sonra, gözlerimiz birbirine kilitlendi. O an bir soru dilimin ucuna geldi, ama sormaktan çekindim. Yine de dayanamadım.

“Bir gün kim olduğunu öğrenebilecek miyim?”

Bir an durdu. Gözlerinde, karanlık bir denizin dalgaları gibi bir hüzün vardı. “Evet, tatlı işkencem,” dedi. Sesi bir vaadin ağırlığını taşıyordu.

Bu cevabın ardından derin bir sessizlik oluştu. Lucas konuyu değiştirdi. “Bugün kuaföre gidecek misin?” diye sordu. Chloe ile planlarımdan bahsettim. “Seni 7’de alırım,” dedi, tartışmaya yer bırakmayan bir kesinlikle.

Bu konuyu kapatmış gibi görünüyordu. Kahvaltıya devam ederken Lucas bir anda gerildi. Bakışları restoranın kapısına kaydı. Onun bu değişimini hissetmemek imkânsızdı. Başımı çevirip baktığımda, Pedro ve Esther’i gördüm. Pedro’nun bize yönelen bakışları, Lucas’ın üzerindeki gerilimi daha da arttırmış gibiydi.

“Lucas?” dedim, sesimdeki merakı saklamadan.

Ama onun bakışları hâlâ Pedro’daydı. “Sevgilim?” diye tekrarladım, bu kez onun dikkatini çekmeyi başararak.

Bana döndüğünde, gözlerindeki karanlık kaybolmamıştı. “Benimle ilgilen,” dedim.

Gülümsedi, ama bu gülümsemenin ardında tanımlayamadığım bir şey vardı. “Nasıl?” diye sordu, sesi alaycıydı.

“Tüm dikkatini bana verebilirsin,” dedim.

Gülümsemesi bu kez tüm yüzüne yayıldı. “Sen fark etmesen de, tüm dikkatim zaten senin üzerinde, tatlı işkencem.”

Bu sözler, beni hem titretip hem de büyüleyen bir güce sahipti.

Bir süre sonra telefonum çaldı ve Chloe ile konuşmak dikkatimi dağıttı. Konuştuklarımızı Lucas’a aktardığımda, yüzündeki ifadenin değiştiğini fark ettim.

“Ben yanınıza gelemem, biraz işim var. Ama söylediğim gibi seni 7’de alırım,” dedi.

Başımı salladım. Kahvaltıyı bitirince kalktık. Pedro ve Esther’in yanından geçerken kısa bir selamlaşma oldu, ama Lucas’ın tepkisi bambaşkaydı. Onun içinde hâlâ çözülmemiş bir şeyler vardı. Odama dönerken, Lucas’ın yanımda sessizce yürüyüşü bile varlığını tüm bedenimde hissettiriyordu.

Odama vardığımızda, Lucas içeri girmeden beni duvara yasladı. Bir eli sırtımdan belime kayarken, diğer eliyle yanağımı okşadı. “Bu akşam fazla güzel olma, S,” dedi, sesi sakin ama gizli bir uyarı barındırıyordu.

“Neden?” diye sordum, sesimdeki meydan okuma hissediliyordu.

“Çünkü dikkatimin dağılmaması gerekiyor,” derken bakışlarında sadece tutku gizliydi.

Sonra içini çekti ve ardından bakışlarındaki hayranlıkla bir şekilde gülümsedi. “Ne yaparsan yap,” dedi, gözleri benimkilerde kilitli. “Oradaki en güzel şey sen olacaksın. Ve ben senden başka hiçbir şey düşünemeyeceğim.”

Lucas’ın bu sözleri, içimde bir fırtına daha kopardı. Ama o, hiçbir şey olmamış gibi geri çekildi.

“İçeri geç, S. Akşam görüşürüz,” dedi.

Kapıyı kapatmadan önce arkasını döndüğünde gözlerinde hâlâ o karanlık ve yakıcı alevleri gördüm. Bu alevler, beni yavaş yavaş içine çeken bir girdap gibiydi.

Lucas

Lucia... Onunla daha fazlasını istiyordum. Ama onun gibi bir ışık, benim karanlığımda eriyip yok olmadan onu ne kadar tutabilecektim? Onun yanımda olması, her zaman kollarımda olması tek dileğimdi. Sadece anlık bir arzu ya da tutku değildi bu. Lucia’nın her nefesi, her bakışı benim için hayat kadar vazgeçilmezdi. Ancak bu isteğin bedeli, taşıyabileceğimden çok daha ağır olabilirdi.

Telefonuma gelen bildirimle düşüncelerim bölündü. Danışmanlar binasına ilerlerken mesajı okudum.

“İstediğin hediye getirildi, Dante.”

Kısa bir yanıt yazdım: “Geliyorum.”

Eve vardığımda Marino beni bekliyordu. Elinde siyah kadife bir kutu ile güvenlik planları vardı. İkisini de bana uzatırken çalışma odama geçtik.

Marino, her zamanki soğukkanlılığıyla konuşmaya başladı. “Balo için alınan güvenlik önlemleri burada. Detayları inceledim. İyi görünüyor ama boşluklar var. Bizimkiler güvenliği artıracak.”

Kafamı salladım, kağıtlar üzerinde gezinen bakışlarım bile Lucia’dan uzaklaştıramıyordu. “Tamam,” dedim, sanki bu sözcük, içimdeki karmaşayı kontrol edebilecekmiş gibi.

Siyah kadife kutuya döndüm. Parmaklarım, kutunun kapağını usulca kaldırırken içindeki hediyeyi gördüm. Lucia için seçmiştim. Bu gece, onun üzerinde olacak ve bir anlam taşıyacaktı. Ama anlamı, ona henüz açıklayamayacağım kadar karmaşık ve ağırdı.

Hediye, sade ama güçlü bir tasarıma sahipti. Marino, yanımda bir adım geri çekilerek durdu. Gözleri, kutunun içindekine odaklandı ve yüzünde düşünceli bir ifade belirdi.

“Harika görünüyor,” dedi. Ama ardından ekledi, sesi biraz tereddütle. “Yalnız bu…”

Başımı kaldırıp ona baktım. “Evet. Tam olarak düşündüğün sembol.”

Bir an sessizlik oldu. Marino derin bir nefes aldı. “Ne zaman öğrenecek, Dante?”

Sorusu, karanlık bir sırrın ağırlığını taşır gibiydi. Ona doğru döndüm, ama yanıt vermek için acele etmedim.

“Tehditleri azaltabildiğimde,” dedim sonunda. “Oyunun kontrolünü kısmen de olsa elime alabildiğimde… her şeyi anlatacağım.”

Marino’nun yüzü düşünceli bir hal aldı. “Kim olduğunu bilse… her şey değişir miydi?”

Sözcükler boğazımda düğümlendi. Gerçekler, her şeyi değiştirme gücüne sahipti. Lucia’nın kim olduğumu öğrendiğinde, sırlar tamamen açığa çıktığında nasıl tepki vereceğini bilemiyordum. Ama bu riski göze alacak cesaretim yoktu henüz.

Hediyeye tekrar baktım. Elime aldığım ince zinciri avucumda tarttım. Lucia’nın kolunda bu sembolü görmenin, onun beni bir şekilde kabullendiğini düşünmek anlamına geleceğini biliyordum. Ama ona bunun ne anlama geldiğini söyleyemezdim. Henüz değil.

“Şu an ona söyleyemem,” dedim alçak bir sesle. “Ama bir gün bu hediyenin değerini anlayacak.”

Marino başını sallayarak ayaklandı. “Ben işlerle ilgileneceğim. Bana ihtiyacın olursa ara patron.”

Tam kapıya ulaşmıştı ki bir an duraksadı. Bana döndüğünde, söylemek üzere olduğu şeyin ağırlığı yüzünde belli oluyordu.

“Liz, baloya gelebilir mi?”

Marino bu soruyu sorduğunda bir an duraksadım. Herkes gibi Liz’in de anlaması gerekiyordu. En çok da durumu kabullenmesi...

“Gelebilir,” dedim kısaca.

Marino başını salladı ve sessizce odadan çıktı. Kapının kapanışıyla birlikte içimdeki sessizlik, odanın sessizliğiyle birleşti. Lucia’nın hediyesine döndüm. Kadife kutuyu yeniden açtım, ince zincir üzerindeki küçük sembole dikkatlice baktım, ardından bilekliğin arkasını çevirdim. Cwtch.

Sevir Arem, her zamanki gibi mükemmel bir iş çıkarmıştı. Bu küçük tasarımda, minimal bir zarafetin ötesinde bir anlam vardı. Parçalar birbirine bağlıydı, tıpkı benim Lucia’ya bağlanmam gibi.

Telefonu elime aldım ve Sevir amcayı aradım. Hat açıldığında tanıdık sesi kulaklarımı doldurdu.

“Sevir amca, nasılsın?”

“İyiyim oğlum, sen nasılsın?”

“Çok iyiyim,” dedim dürüstçe. “Tasarım düşündüğümden de güzel olmuş. Teşekkür ederim.”

“Beğenmene sevindim,” dedi yumuşak bir tonda. “Anlamı sonsuz olanı bulduğun için mutluyum.”

Kelimelere ihtiyacımız yoktu. Sevir amca, değerli bir sanatçı olmasının yanı sıra ailemden biri gibiydi. Çocukluğumdan bu yana bana hep destek olmuştu. Onun yaratıcılığı ve anlayışı, Lucia’ya bu hediyeyi seçmemde bana yol göstermişti.

“Ben de mutluyum,” dedim.

Kısa bir sessizlik oldu. Ardından o, benim yüzleşmekten kaçındığım bir konuyu dile getirdi. “Baban...?”

“Biliyor,” dedim kısaca.

Hafif bir nefes alış duyuldu, anlamıştı. Gerginliğim her halimden okunuyordu.

“İtalya’ya ne zaman döneceksin?” diye sordu.

Henüz bu sorunun yanıtını bilmiyordum. Çok şey vardı yapılması gereken. Henüz buradaki işlerim tamamlanmamıştı.

“Henüz değil,” dedim. “Burada hâlâ yapılması gereken işlerim var.”

“Gelirsen bana uğramayı unutma,” dedi. Sesindeki sıcaklık, soğuk gerçekliğin içinde bir anlık bir rahatlama sağladı. “Ve kalbindeki değerli kişiyi de getir. Onunla tanışmak isterim.”

Sözleri yüzümde istemsiz bir gülümseme oluşturdu. Sevir amca, kalbi tertemiz olan ve hayatımın karanlığında ışık kalabilen birkaç kişiden biriydi. Ayrıca beni iyi tanırdı.

“Elbette, Sevir amca,” dedim. “Sonra görüşürüz.”

“Görüşürüz, oğlum.”

Telefonu kapattım. Kutuyu bir kez daha açtım, hediyeye son kez baktım. Küçük sembol, bana her şeyin ne kadar hassas bir denge üzerinde olduğunu hatırlatıyordu. Kutuyu dikkatlice kapattım ve masama bıraktım. Şimdi iş zamanıydı. Yerini bulmam gereken biri vardı. Düşüncelerim, planlarımla birlikte keskinleşti. Lucia’nın güvenliğini sağlamak, benim sorumluluğumdu. Bu sorumluluğu yerine getirmek için gereken neyse yapacaktım.

Lucia

Elbisemi alıp kuaföre doğru yola koyuldum. Chloe ile orada buluştuğumuzda, benden bir adım öne geçerek spa randevusu aldığını öğrendim. Cilt bakımı, masaj, manikür ve pedikürden oluşan bu özenli hazırlık süreci, bedenimi olduğu kadar zihnimi de rahatlatmıştı. Her şey, bu geceyi kusursuz bir deneyim haline getirmek için düzenlenmiş gibiydi.

Bakımımız tamamlandığında, bizi saç ve makyaj için ayrı bir bölüme aldılar. Chloe, zarafetiyle her zaman olduğu gibi klasik bir balerin topuzu tercih etti. Ben ise dağınık bir topuz istedim; biraz daha doğal, ama çarpıcı bir görünüm arzuluyordum. Saçım tamamlandıktan sonra, makyaj sanatçısı gözlerimi vurgulayan dumanlı bir görünüm üzerinde çalıştı. Dudaklarıma sürülen nude tonlu ruj, son dokunuştu.

Aynadaki yansımama baktığımda, tanıdık bir yüzün ardında daha önce hiç görmediğim bir ışık vardı. Derin bir nefes alarak saçlarımı düzelttim. Sonuç, düşündüğümden de fazla etkileyiciydi.

Chloe’nin yansımasına döndüm ve bakışlarımı ona çevirdim. Zarif duruşuyla her zaman göz kamaştırıcıydı, ama bu gece bambaşka bir ışıltıya sahipti.

“Carlo seni gördüğünde sana bir kez daha aşık olacak,” dedim içten bir hayranlıkla.

Chloe’nin yüzü, her zamanki gibi utangaç bir pembeliğe büründü. Elimi tuttu ve bana bakarken gözlerindeki sıcaklığı hissettim.

“Ya Lucas?” dedi, sesi yumuşak ama heyecan doluydu. “Tanrım, Lucia. Büyüleyici görünüyorsun.”

Gülümseyerek teşekkür ettim. Onun yanında olmak her zaman içimi rahatlatıyordu.

Kuaförden çıkıp dışarıya adım attığımızda, Carlo’nun bizi beklediğini gördük. Sabırsız bir şekilde gözlerini kapıya dikmişti. Bizi gördüğü anda, yüzüne yerleşen hayranlık dolu ifadeyi fark etmemek imkânsızdı. Bakışları Chloe’nin üzerinde uzun süre kaldı ve gözle görülür bir şekilde nutku tutuldu.

Elini kalbine götürerek iç çekti. “Bu kadar güzel olmanız haksızlık,” dedi, sesi alaycı bir teslimiyetle doluydu. “Bu akşam iki güzelle başım belada olacak.”

Gülmeye başladık; bu küçük, neşeli an, akşamın ciddiyetinden uzak bir nefes gibiydi. Carlo, yanıma gelerek yanağımdan zarif bir şekilde öptü. Ardından Chloe’ye döndü ve onu da öptü. İkisinin de gözlerinde derin bir aşk vardı. Onların arasındaki bağ, şefkat ve hayranlıkla örülmüş gibiydi. Her seferinde, onları böyle görmek kalbime bir sıcaklık yayıyordu.

Carlo, elbise torbamı alırken, Chloe’nin evine doğru yürümeye başladık. Oraya vardığımızda, masada atıştırmalıklar eşliğinde neşeli bir sohbete daldık. Sohbet, zamanın nasıl geçtiğini fark ettirmeden ilerlerken Carlo, saatine bakarak altıyı geçtiğini söyledi.

“Ben de artık hazırlanayım.”

O gittikten sonra Chloe’nin odasına geçip hazırlanmaya başladık. Saçlarımız ve makyajımız kuafördeki tazeliğini koruyordu, ama elbiselerimizi giydikten sonra küçük rötuşlar yapmayı ihmal etmedik. Rujlarımızı tazeledik, ardından parfümlerimizi sıktık. O an, aynadaki yansımama bir kez daha baktım.

Her şey yerli yerindeydi, buna rağmen içimde bir şeyler heyecan yaratıyordu. Lucas’ın beni görmesine daha zaman vardı, ama onun bakışlarının üzerimde nasıl bir etki yaratacağını şimdiden hissediyordum.

Kapı çaldığında, kalbim bir an için yerinden fırlayacak gibi oldu. İlk gelen Carlo’ydu. İçeri girdiğinde Chloe ile kısa bir sohbete daldık ama zihnim kapıya odaklanmıştı. Lucas’ı beklerken zamanın ağırlığını her saniye iliklerimde hissediyordum. Normalde ne kadar hızlı geçen anlar, şimdi adeta duraksamış, beni sabırsızlığın kıyısında bırakmıştı.

Sonunda kapı bir kez daha çaldı ve ani bir refleksle yerimden fırladım. Koşar adımlarla kapıya yöneldim. Ellerim kapı koluna uzandığında, boğazımdaki kuruluğu fark ettim. Derin bir nefes alıp kapıyı açtığımda, gördüğüm manzara beni hazırlıksız yakaladı.

Lucas…

Karşımdaydı. Simsiyah, mükemmel dikilmiş takım elbisesi, her zamanki gibi kusursuz duruyordu. Ceket cebindeki mendil, elbisemin rengiyle mükemmel bir uyum içindeydi; bu detay, dikkatinden kaçan hiçbir şey olmadığını bir kez daha hatırlattı. Kumaş, kaslı vücut hatlarını zarifçe sarmıştı ve bu kadar basit bir kıyafetin bile nasıl bu kadar çarpıcı görünebileceğine akıl erdiremedim.

Ben onu incelerken, onun bakışları da yüzümde dolandı. Ardından gözleri yavaşça vücuduma kaydı. Sıcaklığını hissedebiliyordum. Bedenim, o bakışlara bir tür itaatle karşılık verdi. Onun gözleri tekrar benimkileri bulduğunda, aramızdaki mesafe kelimelerden çok bakışlarla ölçülüyordu.

Bir süre ikimiz de konuşamadık. O, kontrolsüz bir şekilde nefes alırken benim nefesim tamamen durmuş gibiydi.

Bir adım attı. Sonra bir tane daha. İkimizin arasındaki mesafeyi birkaç saniyede aşıp beni kollarına aldığında, dünya etrafımda dönmeyi bıraktı. Dudakları, dudaklarıma değmeden hemen önce, söyledikleri kalbimi ve zihnimi altüst etti:

“En güzel yenilgimsin, Lucia. Kaybetmeyi asla sevmem, ama sana teslimiyetimi her zaman gönüllü olarak sunacağım.”

Sözleri bir fısıltı gibi değdi kulaklarıma, ama yankısı içimde çağlayanlar gibi büyüdü. O anda, yalnızca kelimelerinin değil, tüm varlığının üzerimde bıraktığı etkiden kaçamayacağımı anladım.

Sonra beni öptü.

Bir nefes, bir an... ve her şey gölgelerde kayboldu. Etrafımızda sadece alevler vardı, zamanın kendisi dahi o öpücüğün içinde yok olmuştu. Kalbim, bir kuş gibi kafesine sığamayacak kadar çırpınırken, onun bana olan tutkusunda kayboluyordum. Lucas beni kendine daha sıkı bastırdığında, içimdeki tüm direnç, tüm mantık paramparça oldu. O anda her şeyden vazgeçmeye hazırdım; çünkü zaten esas olan bu yenilgiyi çoktan kabullenmiş olmamdı.

Zafer... Gerçekten aşkta bir kazanan olabilir miydi? Bizim hikâyemizde asla. Çünkü Lucas’a yenilmek, aynı zamanda onunla birlikte kazanmaktı.

Sonunda geri çekildi. Henüz aramızdaki bağ kopmamıştı; gözleri hâlâ gözlerimdeydi. Okyanus mavisi bakışları, sakin bir yüzeyin ardındaki derin tutkuyu saklayan bir sır gibi duruyordu. Derin, sakin ama bir o kadar da fırtınalıydı.

Birbirimize baktık. Sözcükler gereksizdi. Zaten onun yanında, kelimeler hep yetersiz kalıyordu.

“Senden tek bir şey istemiştim, tatlı işkencem.”

Ensemdeki eli, sırt dekoltemden aşağı inip belime doğru belli belirsiz bir hareketle ilerlerken nefesim kesintili bir hal aldı. Sanki dokunuşu, tenime yazılmış bir şiirdi; her kelimesi, her virgülü beni ele geçiriyordu. Gözlerimi ona dikmiş, dudaklarımda beliren ama söyleyemediğim bir cevapla kilitlenip kalmıştım.

Yüzüme yaklaştı. Bakışları, ruhuma bir emir gibi indi. Gözlerim, iradem dışında kapanıverdi.

“Dikkatimi dağıtmaman gerekiyordu.”

O fısıldarken, o kadar yakındı ki, sesi neredeyse içimde yankılanıyordu.

“Lucas?”

Dudağıma uzanan boştaki eliyle beni susturdu. Şimdi tamamen onun insafına kalmış gibiydim; bir sözcükle dünyamı yıkabilir ya da sadece bir nefesle beni yeniden inşa edebilirdi.

“Peki şimdi ne yapacağız?” dedi alçak, tehlikeli bir tonda. “Çünkü aklımı başımdan aldın.”

Gözlerimi açtığımda, onun o derin okyanus mavisi gözleriyle karşılaştım. Ve her zamanki gibi, düşünmeden o gözlerin derinliklerine daldım. Dışarıda ne olduğu, kimlerin bizi izlediği ya da konuştuğu bir anda önemsizleşti. Sesler sustu, görüntüler silindi. Sadece o vardı. Benim bütün varlığım, tüm hislerim, her zerrem ona odaklanmıştı.

“Bana böyle bakma, S.”

Sesi, ihtar gibi ama aynı zamanda bir yakarış kadar yumuşaktı. Parmakları dudaklarıma kayarken tenimde bir kıvılcım gibi hissettim.

“İkimizi birden yakma.”

Bölüm : 11.09.2024 21:28 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...