21. Bölüm

20

kitsudaphne
kitsudaphne

YILDIZLAR HER ZAMAN PARLASIN.

OY VE YORUMLARINIZLA DESTEK OLURSANIZ SEVİNİRİM.

INSTAGRAM, TİKTOK VE YOUTUBE'DAN TAKİP ETMEK İSTERSENİZ; @MİSTYVİBE3

 

DAHA FAZLA KARAKTER TANITIMI VİDEOSU İÇİN INSTAGRAM VE TİKTOK;

@MİSTYVİBE3

 

“Dünyadaki her şey geçici olabilir ama sen... Sen sonsuzsun. Ruhuma işlenmiş bir izsin, silinmesi imkansız bir gerçek.” — Lucas

Lucia

Sessizdim, ama kör değildim. Lucas’ın yalnızca kalbime değil, ruhuma ve zihnime de sızdığını biliyordum. Bu farkındalık, geri dönüşü olmayan bir yolun eşiğine sürüklüyordu beni. Kalbim paramparça bir bulmaca gibi darmadağındı, ama her bir parçası ona aitti. O benim miydi, bilmiyordum. Bunu bilmemekse içimde büyüyen bir fırtına gibiydi—beni içine çeken, kaçamayacağım bir girdap…

Derslere odaklanmaya çalışsam da Lucas her an yanımdaydı—ya da aklımdaydı. Pedro ile çalıştığımız saatlerde bile bir şekilde varlığını hissettiriyor, sanki beni bırakmaya niyeti yokmuş gibi davranıyordu. Henüz tam anlamıyla sevgilisi değildim ama bakışları üzerimden hiç düşmüyordu. Sahiplenici, keskin, kontrolcü… Sanki içimde süregelen o bitmek bilmeyen çatışmayı daha da körüklüyordu. Zihnim mantığa, kalbimse ona ait olmaya direniyordu. Ama ne kadar kaçarsam kaçayım, Lucas her defasında beni kendine çekiyordu.

Diğer yandan, Chloe ve Carlo, bana huzur veren nadir bulunan aile üyeleri gibiydi. Onlarla geçirdiğim zaman, akademinin soğuk koridorlarında bile bir sıcaklık hissetmemi sağlıyordu. Chloe ve Carlo, hayatımda giderek en değerli insanlar haline geliyordu. Onları seviyordum; dostluğumuz, içimi dolduran bir güven duygusuyla karşılıklıydı. Bu bağlılık sayesinde, akademideki hayatı bile sevmeye başlamıştım.

Sabah uyandığımda, telefonumda Carlo’dan gelen bir mesaj vardı.

“Günaydın güzelim. İstediğin her şey mağazaya getirildi, bugün sana ulaştırırım.”

Bir hafta sonra Chloe’nin doğum günüydü ve ona özel, anlam dolu bir hediye vermek istiyordum. Annemle birlikte takı tasarımı yapmak, hayatımıza renk katan bir hobiydi. Aynı zamanda geçimimizi sağlıyordu. Bu yüzden Chloe için, zarif ve şık bir kolye tasarlamaya karar verdim: istiridye kabuğuna yerleştirdiğim incilerle oluşturduğum bu kolye, ona olan sevgi ve dostluğumun sessiz bir simgesi olacaktı.

Carlo’yu arayıp akşam buluşmak için sözleştik. “Lucas’ı da çağırabilirsin,” dedi. “Chloe fark etmeden malzemeleri veririm.”

“Harika olur. Akşam görüşürüz, Carlo.”

“Görüşürüz Lucia.”

Telefonu kapattığım an, hazırlanmaya başladım. Aynada saçlarımı toplarken, uzun zamandır kuaföre gitmediğimi fark ettim. Saçlarım biraz bakımsız görünüyordu.

Geçen gün, derste sıcakladığım için saçlarımı topladığımda Lucas yanımda belirmiş ve hafif bir gülümsemeyle “Omuz hizasında, kâküllü bir model sana çok yakışır,” demişti. Ardından göz kırpmıştı. “Zarif boynun açığa çıkar, S,” demişti fısıltıyla.

Sesindeki ton, gözlerindeki o hayranlık dolu bakış… İçimde bir kıvılcım yaratmış, utancımdan yanaklarımın kızarmasına engel olamamıştım. Şimdi aynaya baktığımda, onun önerisinin doğru olduğunu görebiliyordum. Belki de bir değişiklik iyi gelirdi.

Kuaförü aradım; hemen gelirsem saç kesimi için zamanları olduğunu söylediler. Aceleyle odadan çıktım. Kuaföre vardığımda beni sevimli bir kız karşıladı. İçerisi şık ve modern bir yerdi, kendimi anında rahat hissettim. Koltuğa oturduğumda, marjinal kesimli saçları olan bir kadın yanıma geldi.

“Hoş geldiniz, ismim Lila,” dedi samimi bir gülümsemeyle.

“Ben de Lucia,” dedim, hafif bir tebessümle karşılık vererek.

Tokamı çıkardı, saçlarımı inceledi ve bana döndü. “Nasıl bir model düşünüyorsunuz Lucia?”

“Omuz hizasında kâküllü bir model,” dedim. İfadesindeki onaylayıcı bakış beni cesaretlendirdi.

“Yüzünüze çok yakışacak,” dedi.

Saçlarımı kestiğinde aynaya baktım. Karşımda tanıdığım yüz vardı, ama bir o kadar da yabancıydı. Bu yeni Lucia’nın bakışları daha güçlü, duruşu daha kendinden emindi. Bu değişiklik içimde, hafif ama derin bir heyecan yarattı; kendimi iyi hissettirdi.

Teşekkür ederek kuaförden çıktım, adımlarımı hızlandırarak danışmanlar binasına doğru ilerledim. Düşüncelerim Lucas’a kayıyordu; yeni halimle beni ilk gördüğü anın nasıl olacağını hayal ettikçe içimde tatlı bir kıpırtı oluştu.

Kapıdan içeri girdiğimde, karşımda onu buldum. Lucas, beni gördüğü anda bakışları bir anda karardı. Alt dudağını hafifçe ısırdı ve ben henüz ne olduğunu anlayamadan beni gözlerden uzak bir köşeye çekti. Tam önümde durduğunda, kaçmak gibi bir niyetim olsa bile kıpırdayamadım. Bir elini saçlarıma uzattı, parmakları saçlarımın arasında yavaşça gezindi.

“Çok güzelsin, S,” diye mırıldandı, sesinde hem hayranlık hem de derin bir ciddiyet vardı.

Onun kollarından kurtulmanın imkansız olduğunu biliyordum, yine de denedim. “Derse yetişmem gerekiyor, Lucas.”

“Pedro bekleyebilir, tatlı işkencem,” dedi, sesi karanlık bir zevk taşıyordu.

Yüzüme yaklaştı, dudakları neredeyse benimkine dokunacak kadar yakın; ama her defasında o ince çizgiyi geçmeden geri çekiliyordu. Bu durumu artık anlamıyordum. Her bakışında sanki zihnimi okuyor gibi bir ifade vardı, şu an olduğu gibi. Gülümsemesi, yakışıklı yüzünü daha da açığa çıkarırcasına yüzüne yayıldı.

Çenemi nazikçe tuttu, bakışlarını gözlerimden bir an bile ayırmadan eğildi. “Sadece sana zaman tanıyorum, S.”

Zihnimde o sessiz soru yankılandı. “Ne için?” Bunu anlamaya çalışırken gözlerim kapanmaya başladı. Neden aramızda bu kadar güçlü bir çekim vardı? Neden bu kadar tüketici, hatta kör ediciydi?

“Seni özledim, S,” dedi Lucas, sesi neredeyse bir fısıltı kadar yumuşak, ama bir o kadar derindi.

“Her gün yanımdasın Lucas,” diyebildim hafifçe, gözlerimi açmaya çalışarak. Bakışlarında hem hüzün hem de derin bir aşk vardı.

Burnunu yanağıma dokundurdu, sonra minik bir öpücük bıraktı.

“Bu seni özlememek için bir neden değil,” dedi, ardından sesi daha derin ve karanlık bir tona büründü. “Senden uzak durmak, tam bir işkence. Ama sen zaten benim tatlı işkencemsin, değil mi?”

Boynumu kokladı ve usulca oraya da bir öpücük kondurdu.

“Bana ne yapıyorsun, tatlı işkencem?”

Lucas ile baş başa kaldığım her an içimde bir kıvılcım daha büyüyordu. Onunla aramızdaki her şey beni sarmalarken, nefesim kontrolsüzce hızlanıyordu.

“Bir an önce gitmezsen, seni bırakamayacağım,” dedi Lucas, sesi bir uyarı kadar gerçek ama bir o kadar da çekiciydi.

Benden uzaklaştığında, ayaklarım sanki yürümeyi unutmuştu. Buna rağmen bir adım geriye çekilebildim. Lucas'ın yüzündeki o ifadeyi okurken, dudaklarının kenarında, neredeyse alaycı bir gülümseme belirdi.

“Benden kaçmalısın, Lucia,” derken, bakışlarında derin bir ciddiyet vardı.

“Kaçmazsam?” Sözlerim dudaklarımdan dökülürken sesim hafifçe titredi.

“Sana bir daha seçim şansı sunmayacağım,” dedi. Gözlerindeki kararlılık ilk kez sarsılıyordu. Bunu görmek hem ürkütücü hem de ilgi çekiciydi.

“Eğer gitmezsen,” dedi, sesi alçak ve derin. “Seni kendime hapsederim… ya da çok severim.”

Hangisinin daha tehlikeli olduğunu çözemiyordum. Çünkü bu sözleri, sanki hangi seçeneğin daha riskli olduğunu anlamamı beklercesine, sakin ama son derece ciddi bir tonda söylemişti.

“Her iki durumda senin için riskli olabilir, S.”

Onunla ne yaşadığımı anlamaya çalışan mantığım bile susarken, gitmeyi düşündüm. Ama ondan bir adım bile uzaklaşmayı başaramıyordum.

“Kaçamıyorum,” dedim, başımı hafifçe eğerek.

Lucas, dudaklarının kenarında ince bir zafer gülümsemesiyle bana baktı. “Kaybettin, S.”

Çenemi tutup dudaklarını yaklaştırdı. “Sana son şansın olduğunu söylemiştim, S. Oynamayı ya da kuralları bilmiyorsun.”

“Ben bir hilebaz değilim,” dedim, gözlerimle onu okurken.

“Değilsin, tatlı işkencem,” diye fısıldadı. “Ama ben tam olarak öyleyim.”

Lucas’ın dudakları dudaklarıma değdiği an dünya durdu. Zaman, mekân, mantık—her şey silindi. Yine aynıydı. Yine beni altüst ediyordu. Ne kadar hazırlıklı olmaya çalışsam da, onun dokunuşu her defasında savunmasız bırakıyordu beni. Kalbim göğüs kafesimi paramparça edip çıkacakmış gibi çarpıyor, damarlarımdaki kanı ateşe çeviriyordu.

Sonra sesi yankılandı kulaklarımda. O keskin, buyurgan tonuyla…

“Tüm öpücüklerin benim, S. Bunu garanti altına aldım.”

İşte bunu yapıyordu. Her seferinde. Beni damgalıyordu. Kalbime, ruhuma, zihnime… Ben ona karşı koyamıyordum. Ama onun içinde bir şey vardı. Bir fırtına. Bir savaş. Kendisini tutuyordu. Benden sakladığı bir şey, onu geri çekilmeye zorluyordu. Hissediyordum.

Aldığı derin, hırıltılı nefes, içindeki yıkıcı gücün bir yansımasıydı. Sonunda geri çekildi. Ama tamamen değil. Alnını alnıma yasladı. Parmakları hâlâ tenimdeydi. Nefesi hâlâ üzerimdeydi. Ve ben… çoktan ona teslim olmuştum.

“Eşsizsin, S. Seninle ne yapacağım?” diye fısıldadı.

Ona bakarken yüzümün yandığını hissettim. Birinin beni bu şekilde sevmesi, bana böylesine yoğun bakması… Kelimeler boğazımda düğümlendi. Lucas’ın gözleri ruhuma kenetlendi.

“Seni bırakamıyorum. Bırakamayacağım da,” diye devam etti, bakışları daha da derinleşti. “Ama şimdilik gitmene izin veriyorum. Nasılsa hep etrafında olacağım.”

Arkasını dönüp gitmek üzereyken, bir anda kolumu kavradı ve beni kendine çekti. Sıkıca sarıldı, kolları güven doluydu. Bu aşk, bu sıcaklık… Nefesim kesilmişti.

“Sen benimsin. Bunu unutma, olur mu?” diye fısıldadı Lucas.

Unutmak mı? Mümkün değildi. Onun dokunuşu, sesi, varlığı—hepsi zihnime kazınmıştı. Bu, sıradan bir aşk değildi. İnsanlar ilk aşklarının özel olduğunu söylerdi ama bizim aramızdaki bağ… Bu, aşktan fazlasıydı.

Ruhlar birbirini çekermiş. Bizim ruhlarımız çoktan birbirine dolanmıştı. Bir iplik gibi, görünmez ama kopmaz bir bağla birbirimize mühürlenmiştik. Ondan kopamayacağımı biliyordum. En önemlisi, ona ait olduğumu…

Bu vazgeçilmez bir histi.

Başımı hafifçe salladım. Konuşmama gerek yoktu. Gözlerime baktığında anlaması gereken her şeyi gördü. O bakışlarda sadece tutku yoktu. Derin, sarsılmaz bir aşk da vardı. Beni istiyordu. Sahipleniyordu. Ve ben çoktan ona teslim olmuştum.

Alnıma yumuşak bir öpücük kondurdu. Sıcak, sahiplenici… Ama aynı zamanda içindeki karmaşayı yansıtan bir dokunuştu bu. Sonra yavaşça geri çekildi. Ona baktım. Gitmek istemiyordum. Ondan kopmak istemiyordum. Ama kalırsam, nefes almak daha da zorlaşacaktı.

Zihnimdeki kaosa yenik düşmeden yanından geçip gittim.

Lucas… içimde bir kördüğüme dönüşmüştü. Adımlarımı hızlandırsam da, uzaklaşsam da, ondan uzak durmak mümkün değildi. Göğsüm daraldı. Hava yetmiyordu.

Asansör geldiğinde içeri girip kapının kapanmasını bekledim. Ama o, hâlâ oradaydı. Bakışları üzerimdeydi. Yoğun. Anlaşılmaz. Kapı kapanana kadar beni inceledi, sanki zihnimdeki fırtınayı çözmeye çalışıyordu.

Kapı kapandığında, derin bir nefes aldım ama işe yaramadı. Lucas’ın varlığı içime işlemişti. Geriye yalnızca cevapsız sorular kalmıştı.

Biz şimdi neydik?

Bu soru zihnimde yankılandı, cevabını asla bulamayacağımı fısıldayarak. Çünkü bu, çözülemeyen bir denklem gibiydi. Karmaşık, yorucu, kaçınılmaz…

Düşüncelerimle boğuşarak Pedro’nun kapısını çaldım. Ama içimde bir yerde biliyordum—Lucas’ın gölgesi peşimi asla bırakmayacaktı. Pedro kapıyı açtığında bakışları yüzümden saçlarıma doğru ilerledi. Bir anlık şaşkınlık sonrası, anında bakışlarındaki ciddiyet keskinleşti.

“Geç kaldın,” dedi. Ses tonu soğuk olsa da; ilk kez onun sesinde böyle bir tereddüt yakalıyordum.

“Kuafördeydim, özür dilerim,” dedim, açıklama yapmaya çalışarak.

“Gel,” dedi, bakışlarını kaçırarak. İçeri geçtim, ama bu tavır Pedro için oldukça sıra dışıydı.

“Kahvaltı ettin mi?” diye sordu, sesi önceki gibi ciddiydi.

“Hayır.”

“Kruvasan aldım,” dedi kısaca.

Mutfağa hızlı adımlarla geçtim, kahve makinesine yönelirken “Kahve?” diye sordum.

Başını salladı. İkimize de kahve koyup kruvasanlardan birer tane aldım ve yanına oturdum. Kahvaltı ederken bakışlarını sürekli üzerimde hissettim; derse geçtiğimizde bile dikkati dağılmış gibiydi. Gözleri, her an, bir şekilde beni bulmayı başarıyordu. Saklamıyordu. Ne hissettiğini, ne düşündüğünü gizleme gereği duymuyordu. En sonunda, göz göze geldik. Dayanamadı.

“Saçın çok güzel olmuş, K.” dedi, sesi her zamanki gibi duru ve net.

Küçük bir an. Önemsiz gibi görünen birkaç kelime. Ama içinde bir şey saklıydı.

Gözlerimi kaçırmadan, hafifçe başımı salladım. “Teşekkür ederim, Pedro.”

Öğle yemeği vakti geldiğinde Pedro, soğukkanlı bir ifadeyle ara verdiğini söyledi. Artık onun inişli çıkışlı ruh haline alışmıştım; bu yüzden eşyalarımı sessizce alıp kapıya yöneldim. Kapıyı açtığım anda karşımdaki kişiyi görünce bir an nefesim kesildi. Lucas oradaydı, o kendinden emin duruş ve yüzünde o alışılmış çekici gülümsemeyle.

“Seni yemeğe götürmeye geldim, sevgilim,” dedi.

“Sevgilim.” Bana sevgilim demişti. Neden? Kelime zihnimde yankılanırken kalbim hızlandı. Heyecan ve tedirginlik aynı anda içimde dolaşırken omzumun üzerinden Pedro’ya baktı. Lucas aniden alaycı bir tavra bürünürken, bakışları Pedro’yu buldu ve aralarında anlamlı bir bakışma yaşandı. Lucas’ın sadece öğle yemeği için buraya gelmediğini anladım.

“Merhaba Pedro,” dedi Lucas.

“Merhaba,” diye cevapladı Pedro, sert bir tonla. Yanımıza ilerleyip kapıyı kapamadan önce bakışları üzerime bir an sabitlendi. “Geç kalma,” dedi.

Kapı kapandığında Lucas hafifçe gülümsedi, ardından elimi tutarak beni asansörlere yönlendirdi. Danışmanların restoranına geldiğimizde duraksadım ve ona döndüm.

“Lucas, burada yemek yiyemeyiz.”

“Niye?” diye sordu, yüzünde merak ve eğlenceli bir ifade.

“Biz öğrenciyiz,” dedim kısık bir sesle.

O ise umursamaz bir tavırla, “Yiyebiliriz, tatlı işkencem. Şimdi gelir misin?” dedi.

Restorana adım attığımızda içimdeki gerginlik arttı. Esther bir masada tek başına yemek yerken, Chloe ve Carlo de baş başa oturmuşlardı. Gözleri bize iliştiğinde, şaşkınlık bakışlarına yansıyordu. Lucas yanımıza gelen garsona deniz manzaralı bir masa istediğinde ise bir an duraksadım.

Chloe ve Carlo’nun yanına uğrayıp ayaküstü sohbet ettikten sonra Lucas ile bizim için hazırlanan masaya geçtim. Karşıma oturduğunda, gözlerinde sarsılmaz bir ciddiyet vardı.

“Beni sürekli şaşırtıyorsun ve geriyorsun, Lucas,” dedim, hislerimi daha fazla saklayamayarak.

Kollarını masaya dayayıp gözlerini bana dikti. “Niye, tatlı işkencem?”

Her seferinde bir şey söyleyecek gibi olup sözlerim boğazımda düğümleniyordu. O an garson geldi.

“Efendim, ne alırdınız?”

Lucas, tek bir bakışla beni susturdu ve garsona döndü. “İki deniz mahsullü salata. Yanında da mineralli su getirin.”

Gözlerimi devirerek ona baktım. Yüzünde, rahat bir gülümseme belirdi.

“Deniz mahsullerine alerjim…” dedim.

Beni sakin bir tavırla süzerek, “Yok, S. Senin hakkında her şeyi bilirken bunu atlayacağımı sanmıyorsun, değil mi?” dedi.

Şaşkınlıkla ağzım açık kaldı, bu adam… gerçekten beni her açıdan gözlemliyordu. “Sen kimsin, Lucas?”

Yüzünü buruşturdu, yine. Hastanede de bu tanıdık ifade yüzünde belirmişti.

“Dersin bittiğinde Carlo ve Chloe ile yemeğe mi çıkacaksın?” derken, sorumu geçiştirmesinin yanı sıra bunu nasıl öğrendiğinin şaşkınlığıyla donakaldım.

“Bunu nereden biliyorsun?”

Gözlerini bir an kapattı. “Bunları konuştuk tatlı işkencem, tekrara gerek yok.”

İçimdeki sabırsızlık ve karışıklık daha da arttı. “Tanrım… sorularımı neden düzgün bir şekilde yanıtlamıyorsun, Lucas?”

Elini uzattı, bileğimin iç kısmını hafifçe çevirdi ve nabız noktama dokundu. Parmakları tenime değdiği anda, düşüncelerim alt üst oldu. Bakışlarında derin bir yoğunluk vardı.

“Kızma nedenin Pedro mu yoksa ben miyim?” diye sordu, sesi yumuşak ama bir o kadar da keskin.

Parmaklarının sıcaklığı, düşünme yetimi neredeyse elimden alıyordu. Onun yanında tüm kontrolümü kaybediyordum. “Sana kızgınım,” dedim.

“Çünkü?”

Derin bir nefes alarak, “Beni kontrol etmeye çalışıyorsun ve bu hoşuma gitmiyor,” diye itiraf ettim.

“Sen kontrol edilebilecek biri değilsin, S. Yalnız gerçek düşüncen bu değil. Seninle sadece gerçeklere ihtiyacım var.”

Bu sözleri, aramızdaki her şeyin karmaşasına bir yanıt değildi; daha çok içinde saklı bir vaat gibiydi.

“Aramızda bu kadar belirsizlik varken üzerimdeki etkin beni sinir ediyor.”

Kaşlarını hafifçe kaldırdı. “Gerçeği söyle, S.”

Gözlerimi kaçırdım. “Benden bir şeyler gizlediğinden eminim.” Bir an bekledim, ama Lucas sessizdi. “Sorularımı bu nedenle görmezden geliyorsun ve ben… sürekli etrafımda olsan da bu sakladıkların yüzünden bir gün beni bırakacağını düşünüyorum.”

Elimi nazikçe tuttu, dudaklarına götürdü ve avuç içimden hafifçe öptü. Bakışlarında şimdiye kadar gördüğüm en karanlık ifade gizliydi.

“Senden asla gidemem, S. Seni bırakamam da.”

Yemekler masaya geldiğinde Lucas, elimi yavaşça bıraktı. O anda garson, bir notu masanın kenarına bırakarak geri çekildi. Lucas göz ucuyla notu okudu, ardından yüzünde ifadesiz bir ciddiyetle konuştu:

“Geleceğimi söylersin.”

“Peki efendim,” dedi garson, başını eğip sessizce uzaklaştı.

Onun yanıt vermekten kaçınması ve aramızdaki sırların varlığıyla içimde büyüyen öfke daha da körüklendi. Sinirle salatayı karıştırarak yemeye başladım. Belli ki, Lucas beni konuşturmak yerine, bu karmaşanın içinde olmamı izlemekten keyif alıyordu.

“Yavaş yemelisin, tatlı işkencem,” dedi, sesinde nazik ama kesin bir uyarı vardı.

“Sevgilim demiyorsun artık,” dedim, kelimenin bende yarattığı hisse kendim de şaşırarak.

Gözlerinde eğlenceyle beliren o tanıdık ifade yüzüne yayıldı. “Hoşuna gitmediğini söyleyemezsin.”

Gidiyordu, ama bunu ona belli edemezdim. Bakışlarımı ona dikerek soğuk bir tonda karşılık verdim.

“Anlamından emin değilim, Lucas. Neden bugün söylemeye karar verdiğinden de. Gerçek anlamıyla mı söylediğini bilmezken hoşuma gidip gitmediğine nasıl karar verebilirim, değil mi?”

Öfkeyle büyük bir lokma daha aldım, boğazımda düğümlenen yiyeceği yutmakta zorlandım. Lucas, bana suyu uzattı, kontrollü bir ifadeyle nefesimi düzenlememi izledi. Ardından, beklenmedik bir ciddiyetle konuştu:

“Ben, seninle ilgili hiçbir şeyi öylesine yapmam, söylemem. Hiçbir hareketim sıradan değil, S. Yani sevgilimsin.”

Bu kelimeler, içimde sakladığım bütün tepkileri yıkıp geçti. Onunla nasıl baş edeceğimi bile bilmiyordum. Şimdi bu sözler... bu sözler karşısında sadece düşüncelerim değil, duygularımda karmakarışık bir hale geliyordu. Lucas, bakışlarını bir an bile benden ayırmadan salatasından bir çatal aldı, sakince çiğnemeye devam etti. Yüzünde ufak bir gülümsemeyle gözlerime mağrur bir şekilde baktı.

“Seni uyarmıştım. Kaçsaydın, S.”

Onun bu rahat ve kesin tavrı karşısında adeta dili tutulmuş gibiydim. Hırsla salatamı yemeye devam ettim. Bir süre sessizlikte boğuştuktan sonra başımı kaldırdım; Lucas, gözlerinde eğlendiğini belli eden bir parıltıyla beni izliyordu.

“Gerçekten vahşi bir tarafın var, biliyorsun değil mi, S?”

“Yani?” diye sordum, sesim biraz daha kontrollü ama içinde derin bir öfke taşıyordu.

Yüzünde ciddiyetle süzülen bir gülümsemeyle yanıt verdi: “Tam bana göresin, güzelim.”

Bu sözlerle kalbim aniden hızlandı, ama boğazımdaki düğüm bir an olsun çözülmedi. Onun bu soğukkanlı ifadesi, beni sarsmaya yetiyordu. Gözlerimi masaya indirdim ve yemeğin geri kalanını sessizce yemeye çalıştım.

Yemeğin sonunda bile hâlâ zihnim onunla doluydu. Sorun sadece onun karşımda oturması değildi; gözlerimi her çevirdiğimde onu gördüğüm için de değildi. Sorun, Lucas’ın dediği gibi, kalbimin çoktan ona bağlanmış olmasıydı; aramızda görülmeyen, ama asla kopmayan iplikler vardı. Ondan uzaklaşamıyor, onu aklımdan çıkaramıyordum. Ona ait olduğumu biliyordum.

Ancak esas soru, onun bana ait olup olmadığıydı. Bu sorunun cevabını henüz alamamak, içimde giderek büyüyen bir fırtınaya dönüşüyordu.

Lucia

Yemeğin sonuna doğru Chloe ve Carlo masadan kalktılar. Restoranda yalnızca Esther, Lucas ve ben kalmıştık. Lucas ile Esther’in arasında yaşanan bakışmadan sonra ortamın havası değişti, gerilim yoğunlaştı. Sebebini anlayamasam da rahatsız olmuştum ama bunu yüzüme yansıtmadım.

“Derse geç kalmak istemiyorum,” dedim, Lucas’a bakarak. Lucas, telefonuna bakıyordu ve dalgındı. Rahatsızlık hissi büyürken, Lucas’ın düşüncelerinin bile benden uzakta olduğunu hissettim. Bir şeylerin yolunda gitmediği ortadaydı, ama ne olduğunu bulmak için cesaretim yoktu.

Telefonundan başını kaldırdığında, “Tamam, S. Şimdilik kendin gidebilir misin?” dedi, sesi her zamanki gibi kontrollüydü, ama bakışlarında bir şeyler gizliydi.

“Tabii,” dedim, hafifçe başımı sallayarak. Ayağa kalktığımızda, beni kendine çekip hafifçe yanağımdan öptü. Her zamanki Lucas gibiydi, bir sıcak bir soğuk. Gözlerim onunkilere kilitlenirken içimde bir soru yükseldi: Görüşeceği kişi kimdi? Bu soruyu ona sorsam görmezden gelirdi. İstemediği hiçbir soruyu yanıtladığını görmemiştim. Zaten Lucas’ın her hamlesinin bir anlamı vardı, ama o anlamları çözmek zor, hatta imkansızdı.

“Akşam yemekten sonra Chloe’nin evine mi geçeceksin?” diye sordu. Sesi hala aynı yumuşaklıkta olsa da, arkasında karanlık bir ton taşıyordu.

“Olabilir,” dedim, gözleri bakışlarımın derinliklerini araştırırken.

“Bana haber vermeyi unutma, tatlı işkencem,” diye fısıldadı. Kelimeleri içimde yankılandı, ruhuma işledi.

Dayanamayıp sordum, “Yemeğe gelmeyecek misin?”

Lucas’ın bakışları bir an için yumuşadı, ama hemen toparlandı. “Kaçta?” derken, ciddi bir tavra büründü.

“Yedi,” diye cevapladım, bakışlarımı başka bir yöne çeviremeden.

“Tamam. Orada olacağım,” dedi.

Ama o an bakışlarında beliren o kıvılcım, beni kendine çekerken yavaşça dudaklarıma eğilmesine yol açtı. Aniden yakınlaşmasına her seferinde olduğu gibi aynı şaşkınlıkla kapılıyor, başımın döndüğünü hissediyordum. Bakışları her zamanki gibi yoğundu, ama bu sefer içinde tehlikeli bir kıvılcım dolaşıyordu.

“Bana böyle bakma,” diye fısıldadı, sesi neredeyse bir buğulu rüzgar gibi tenimde gezindi. Nefesimi henüz toparlayamadan bir sonraki cümlesiyle beni şaşkına çevirdi: “Ve şimdi, seni kaçırmadan buradan uzaklaş, sevgilim.”

Onun kollarından sıyrılmaya çalışırken yüzümde zoraki bir tebessüm belirdi. Kafa karıştırıcı tavrı kadar sevgilim demesi de zihnimi bulandırıyordu. Henüz ne hissedeceğimi bilmiyordum. Gitmek için hareketlendim, ama bana izin vermedi. Kollarındayken, beni sımsıkı tutuyor; kalbime olduğu kadar ruhuma da derin bir iz bırakıyordu.

“Bana bundan sonra sürekli sevgilim demek zorunda kalacaksın, S,” dedi, sesi derinleşmiş, tınısı kulaklarımda yankılanarak daha erkeksi bir hâle bürünmüştü. Söylediği şeyi gerçekten kastediyordu; gözlerinde cevap bekleyen karanlık, sabırsızdı.

Bir an, ne diyeceğimi bilemedim. İçimde aniden beliren cesaret dalgası ile parmak uçlarımda yükseldim ve kollarımı boynuna doladım. Yaptığım harekete şaşırsa da bakışlarında daha derin bir ifade saklıydı. Lucas’ın varlığı beni esir alırken, bu etkinin karşılıklı olduğunu görmek beni rahatlatıyordu.

“Sen gerçekten bir hilebazsın, Lucas.” Sesim hafif alaycıydı ama biz ikimiz de biliyorduk—bu sözlerin ardında yalnızca onun anlayabileceği bir derinlik saklıydı.

Ona teslim olmak kolay değildi. Ama aramızdaki bu sözsüz mücadele, beni her seferinde biraz daha içine çekiyordu.

Lucas’ın nefesi düzensizleşti. Ellerini belime sardı—fazla sıkı, fazla sahiplenici. Onun böylesine savunmasız bir anına şahit olmak enderdi. Ama işte tam da böyle, kontrol ve arzunun keskin çizgisinde dururken, her zamankinden daha büyüleyici görünüyordu.

İçimde ince bir çizgide yürüyordum. Güven ile korku arasında, bir uçurumun kıyısında…

“Bu… benim için çok özel, Lucas.” Gözlerimi onunkilere kilitledim, sesimdeki kırılganlığı saklamaya çalışmadan. “Daha önce kimseye bu kadar yakın olmamıştım, kimseye böyle kapılmamıştım.”

Lucas’ın çenesinin hafifçe kasıldığını gördüm. Sözlerim ona ulaşıyordu.

“Hayatıma senin gibi güçlü, akıllı ve çekici biri girmişken, sence hemen teslim olabilir miyim?” Sözlerimi sindirmesi için bir an verdim. “Sana sevgilim dememi istiyorsan ve bu gerçek bir ilişki olacaksa…”

Sessizlik. Yoğun. Tehlikeli.

Lucas’ın gözlerinde bir karanlık parladı. Bir girdap gibi, beni içine çekmeye hazırdı. Ama bu, benim yönettiğim bir oyun değildi.

İleri eğildim, nefesim dudaklarına dokundu. “Önce sana güvenmemi sağla, Lucas.” Sesim bir fısıltıydı ama içerdiği meydan okuma inkar edilemezdi. “Sonra da sevgilin olduğumu hissettir.”

Geri çekildiğimde, gözlerindeki kıvılcım daha canlıydı. Ama Lucas… yine de kontrolünü kaybetmedi. İçinde kopan fırtınayı, her zamanki gibi derinlere gömdü.

Ama bir şey biliyordum—bu savaşı sonsuza kadar saklayamazdı.

“Görüşürüz, Lucas,” dedim, sesimde yankılanan güvenle ona son bir kez baktım.

“Görüşürüz, tatlı işkencem,” diye yanıtladı. Ama bu kez sesi gergin, içinde anlam veremediğim bir derinlik taşıyordu. Onun ne düşündüğünü asla tam olarak bilemiyordum.

Restorandan çıktığım anda içimde tarifi zor bir boşluk oluştu. Her şey yolunda gibi görünüyordu, ama bir şey beni geri döndürmeye zorladı. İstem dışı adımlarım beni yeniden kapıya götürdü. O an, içeride gördüğüm şey kalbime keskin bir ağrı gibi saplandı.

Lucas ve Esther, karşılıklı oturuyorlardı. Esther'in yüzünde endişe vardı, gergin bir bekleyişle ellerini sıkıyordu. Ama Lucas… Onun gözlerinde ilk kez böyle bir tehlike gördüm. Bakışları buz gibi, soğuk ve mesafeliydi. İçindeki karanlık, restoranın ışığını bile gölgede bırakacak kadar derindi.

Neden oradaydılar? Neden karşı karşıya oturmuşlardı? Bu sorunun cevabını öğrenme merakı, ne yazık ki kalbimdeki korkuyla aynı anda büyüyordu. Kapıda duraksadım, ne yapacağımı bilemeden onları izledim. Sanki adım atsam bir felaket patlayacak gibiydi.

Arkamı dönüp gitmeye çalıştım, ama kalbim adeta yerinden sökülecek gibi sıkıştı. Lucas’ın bir süredir benden bir şey sakladığını hissediyordum, ama ne olduğunu bilmiyordum. Bu sır neydi? Ve bunu öğrenmeye gerçekten hazır mıydım?

Lucas’ın sakladığı sır, aramızda aşılmaz bir duvar gibi yükselirken, oradan ayrıldım.

Lucas

Lucia arkasını dönüp uzaklaşırken içimdeki her şey onu durdurmamı, onu alıp buradan götürmemi istiyordu. Henüz farkında olmasa da, o benim sonsuzluğumdu. Kalbimin derinlerine kazınmış, ruhumun bir parçası olmuştu. Lucia, asla kopamayacağım bir gerçek, ruhuma işlenmiş izdi. Onu asla bırakamaz, ondan vazgeçemezdim. Kalbimizin arasındaki iplikleri ise asla çözemezdim. Çünkü aramızdaki bağ, belirsizliğin bile ötesinde, sonsuza dek sürecek bir hikaye yazıyordu.

Ama içinde bulunduğumuz durum, her geçen gün daha da dayanılmaz hale geliyordu. Onun cehennemiyle benim cehennemim birleştiğinde, her nefes alışımda biraz daha fazla boğuluyordum. Bir çıkış yolu bulmalıydım. Onu korumak için... yaşanacakları engellemek için. Gergin adımlarla Esther’in oturduğu masaya doğru ilerledim. Zihnim karmaşık düşüncelerle doluydu; ağır bir planın yükü omuzlarımdaydı.

Karşısına geçtiğimde, Esther ikimiz için kahve söyledi. Sessizlik uzadıkça, dayanamayarak onu bozdum.

“Seni dinliyorum, Esther.”

Garson kahvelerimizi bıraktı, uzaklaştı. Esther’in yüzünde ciddiyet vardı.

“Daha ne kadar buradasın?”

Bu sorunun amacı açıktı; beni denemeye çalışıyordu. Yalnız, bu oyunun kurallarını ben yazıyordum.

“Bildiklerini tekrar sormamalısın, Esther,” dedim, bakışlarımı ona dikerek. “Gerçeklere gelelim. Asıl ne öğrenmek istiyorsun?”

Dudaklarını sıkarken yüzü daha da gerginleşti. Bu oyalama taktiği boşuna bir çabaydı.

“Lucia’yla ne işin var, Dante?”

Esther’in bu oyundaki rolü belliydi. O, yalnızca bir piyondu; ancak farkında olmadığı şey, bu piyonu gözden çıkarmamın an meselesi olduğuydu. Ona katlanmamın tek nedeni, zorunluluklardı.

“Bir daha beni okul sınırları içinde çağırma,” dedim, sesimde soğuk bir tonla. “Hele ki söyleyecek doğru düzgün bir şeyin yoksa.”

Tam kalkacakken, Esther’in endişe dolu sesi beni durdurdu.

“Eduardo, Lucia’nın peşine birini takmamı söyledi.”

O anda yüz ifademin değiştiğini fark ettim, çünkü Esther’in gözleri dehşetle büyümüştü. Parmak uçlarımı masaya vurarak kendimi sakinleştirmeye çabaladım. Konuştuğumda, bu durumu nasıl kontrol altına almam gerektiğini biliyordum.

“Marino’yu görevlendir. Ne yapması gerektiğini bilir.”

Ayağa kalktığımda, Esther’in bakışları üzerimdeydi.

“Ya Eduardo öğrenirse ne olacak Dante?” diye sordu.

Duraksadım. İlk defa benimle bu kadar cesur konuşuyordu.

“O kısmını ben düşünürüm, Esther,” dedim. “Sen sadece rolünü oyna ve sözümden çıkma. Yoksa...”

Dudaklarımda alaycı bir gülüş belirdi.

“Cümleleri tamamlamayı sevmem. Düşmanlarım da sevmez.”

Sözlerim Esther’in üzerinde ağır bir gölge gibi durdu. Yanında dikildim, bakışlarımın ağırlığı onu ezdi. Esther soğukkanlılığını korumaya çalışıyordu, ama titreyen bedeni içinde büyüyen korkuyu ele veriyordu. Ona eğildim, sesimi tehditkar bir fısıltıya dönüştürdüm.

“İki seçeneğin var, Esther,” dedim, gözlerimi ondan ayırmadan. “Ya düşmanım olursun ya da piyonum.”

“İkisi de gözden çıkarılabilir olmak demek,” dediğinde sesi titriyordu.

Zekiydi, bunu biliyordum, ama karşısında ben varken bu onu kurtaramazdı. Esther ne kadar çabalarsa çabalasın, gücüm karşısında duramazdı. Gözlerindeki korku, paniğe dönüşmeye başlamıştı. Yavaşça yutkundu, içindeki endişenin boyutu giderek büyüyordu.

Güç kime ait, belliydi. Bu gerçek etrafımızdaki havayı ağırlaştırıyordu.

“Düşmanım olmayı seçersen…” Sesim soğuk ve sertti. “Seni mahvederim, Esther. Bu, piyon olmaktan çok daha kötü bir seçenek.”

Artık oyunun kurallarını tamamen anlamıştı. Korkusu, onu doğru kararı vermeye itti. Marino’yu görevlendireceğini söylediğinde tehlikeli bir gülümsemeyle karşılık verdim. Ona daha fazla zaman tanımak gereksizdi; tarafını seçmişti.

Restorandan çıktığımda, telefonumu çıkarıp tek bir mesaj attım:

“Lucia bana ait.”

Yanıt hemen geldi:

“Bunu göreceğiz, değil mi Dante?”

Bölüm : 09.09.2024 21:42 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...