17. Bölüm

16

kitsudaphne
kitsudaphne

YILDIZLAR HER ZAMAN PARLASIN.

OY VE YORUMLARINIZLA DESTEK OLURSANIZ SEVİNİRİM.

INSTAGRAM, TİKTOK VE YOUTUBE'DAN TAKİP ETMEK İSTERSENİZ; @MİSTYVİBE3

 

DAHA FAZLA KARAKTER TANITIMI VİDEOSU İÇİN INSTAGRAM VE TİKTOK;

@MİSTYVİBE3

 

“En büyük düşman, insanın kendi içindeki karanlıktır. Ve o karanlık, yalnızca ona meydan okunduğunda uyanır.” — Anonim

Lucia

Lucas’ın sessiz varlığı, çevremde dolaşan bir gölge gibiydi. Sessizdi, ama gözlerinde bir anlam gizliydi. O bakışlarda öfke yoktu, daha çok anlaşılmayı bekleyen bir hayal kırıklığı… Kalbin en karanlık köşelerinde saklanan sırlar gibi. Açığa çıkmak için sabırla bekleyen gerçekler gibi.

Sürekli etrafımdaydı. Beni takip eden bakışlarıyla, varlığıyla… Koşuya çıkarken, derse giderken, odama dönerken, hatta yemek yerken. Oradaydı. Yaklaşmıyordu. Ben de ona bir adım atmıyordum. Fakat bu, bir oyuna dönüşmüştü. Kaçınılmaz sona adım adım yaklaştığımızı ikimiz de biliyorduk. Ama bu oyunu sonlandırmıyorduk.

O sabah içimde açıklayamadığım bir huzursuzlukla uyandım. Üzerimi giyinirken yerde, kapının hemen önünde duran iki siyah tüy dikkatimi çekti. Eğilip aldım. Bu kez bir not yoktu. Sadece tüyler… Biri benimle bir oyun oynuyordu.

Bu artık rahatsız ediciydi.

Koridorda Lucas’ın sesi yankılandığında içimde tuhaf bir panik dalgası yükseldi. Bana yaklaştığında, ellerimde tuttuğum tüyleri fark etti. Gözleri, ifademi inceliyordu.

“Şimdi anlatacak mısın?”

Biriyle güven duygusu kurduğunuz ilk anı hatırlayın. O his, bazen bir anda belirir, bazen ise zamanla kök salar. Bazı insanlar mantığa, bazıları ise deneyimlerine dayanarak güven duymaya karar verir. Benim için bu, içgüdüseldi. Kalbimin fısıltılarını dinlerdim.

Lucas’ın karanlıkta kalan bir yanı vardı. Mantığım, onun tehlikeli olduğunu söylüyordu. Bu doğruydu. Ama iç güdülerim ve kalbim… ona güvenebileceğimi fısıldıyordu. Yine de gerçekleri görmezden gelemiyordum. Güven, sadece sevgi sözcükleriyle inşa edilmezdi. Samimiyet ve dürüstlük olmadan güven, yalnızca kırılgan bir yanılsamadan ibaretti.

Kapıyı çarpıp tüyleri çantama attım.

“Sen bana kendini anlatmadıkça, bana güvenmedikçe, ben de sana içimdekileri anlatmayacağım, Lucas. Şimdi izninle, derse yetişmeliyim.”

Arkamı dönüp asansörlere ilerledim. Peşimden gelmemesi beni şaşırttı. Asansörün önünde durduğumda, hâlâ beni izlediğini hissettim. Yaklaşmadı. Ben de arkamı dönmedim. Asansör kapıları açıldığında, tereddüt etmeden içeri girdim ve düğmeye bastım.

Akademiden çıktığımda zihnim hâlâ tüylerle meşguldü. Chloe ile konuşmam gerektiğini biliyordum. Onun da olayın ciddiyetini anlayacağından emindim.

Kapıyı açtığında, yüzüme dikkatlice baktı ve tek kelime etmeden içeri buyur etti. Kahve doldururken, tüyleri masanın üzerine bıraktım. Chloe bir an bile beklemeden telefonunu aldı.

“Günaydın, Carlo. Buraya gelmen mümkün mü?”

Kısa bir sessizlik. Sonra hafif bir gülümsemeyle cevap verdi.

“Görüşürüz.”

Telefonu kapattığında bana kahvemi uzattı.

“Geliyor.”

Başımı salladım. Birkaç dakika sonra Carlo eve girdi ve tüyleri inceledi. Bu kez bir not olmadığını söyledim. Bunun üzerine Chloe ve Carlo arasında garip ama anlamlı bir bakışma yaşandı. Ardından Carlo tüyleri dikkatle eline aldı.

“Ben araştırırım. Siz şimdilik rutin işlere devam edin ve benden haber bekleyin.”

Tüm gün boyunca derse odaklanmakta zorlandım. Chloe de farkındaydı ama beni zorlamadı. Derslerden sonra dövüş eğitimi için Chloe ile birlikte akademiye gittik. Bugün beni yalnız bırakmak istememişti. İçeri girdiğimizde, Lucas’ın bakışlarını üzerimde hissettim. Gözleri, her zamanki gibi beni takip ediyordu. Yerime geçtiğimde bile o bakışların ağırlığı üzerimdeydi. Pedro, Chloe ile hararetli bir şekilde konuşuyordu. Sonra Chloe yanıma gelip fısıldadı:

“Akşam bende kalır mısın?”

“Olur.”

“Hem vakit geçiririz hem de bir şeyler öğrenebilirsek seninle daha rahat konuşuruz.”

Başımı salladım. Chloe gülümseyerek karşılık verdi ve sınıftan çıktı.

Pedro derse başladı ama bugün odağımı koruyamıyordum. Durumumu fark etmiş olacak ki, egzersiz sırasında yanıma geldi.

“İyi misin?”

Başımı iki yana salladım.

“Chloe ile konuştum. Durumla ben de ilgileneceğim. Endişelenme.”

“Teşekkür ederim, Pedro.”

Yanımdaki koşu bandına Lucas geldiğinde, Pedro ile aralarında soğuk bir bakışma yaşandı. Sonra Pedro sessizce yanımızdan ayrıldı. Ben, Lucas’ın yanımda olmasına rağmen, onunla aramda kapanmaz bir mesafe olduğunu hissediyordum. Ya da aşılmaz bir duvar.

“Demek güvenemediğin tek kişi benim, S.”

Sessizlik onun keskin ve soğuk ifadesiyle yok olmuştu. Alt dudağımı ısırdım. Lucas’ın bakışları yüzümde dolandı, bir cevap beklediği açıktı. Ama yanıtlamak istemediğim bir soruydu bu. Ben de, çoğu zaman onun yaptığı gibi, susmayı seçtim.

“Bir gün bana güvenmeyi seçtiğinde, her şey değişecek. O zamana kadar sabredeceğim ama yanlış adımlar atmana asla izin vermeyeceğim.”

Sesi sakin olsa da içinde derin bir kararlılık vardı. Bu, bir uyarı mıydı? Yoksa bir vaat mi? Tam o anda Pedro’nun telefonu çaldı. Bize çalışmaya devam etmemizi söyleyip dışarı çıktı. Döndüğünde yüzü düşünceliydi, zihninde başka bir şeyler olduğu belliydi.

Ders bittiğinde herkes sınıftan ayrılırken, ben ek ders için Pedro’nun yanına ilerledim. Telefonundaki bir şeye göz attıktan sonra başını kaldırıp bana baktı.

“Carlo ve Chloe bir iz peşinde,” dedi. “Yarın dersi benim evimde yapacağız, Lucia.”

“Olur. Zaten akşam Chloe’de kalacağım. İstediğin saatte gelirim.”

“Konuşuruz. Hadi, bir şeyler yiyelim.”

Başımı sallayıp onu takip ettim. Chloe’nin dolabından arada ödünç bir şeyler aldığım için yanıma fazladan bir eşya almaya bile ihtiyaç duymadım.

Restorana vardığımızda, rastladığım ilk kişi Lucas’tı. Esther ile ciddi bir konuşma içindeydi. Pedro ilk kez Esther’i görmesine rağmen yanına uğramadı ve doğrudan cam kenarındaki bir masaya yöneldi.

Lucas hâlâ beni fark etmemişti. Bir elinde telefon, ilgisi daha çok ekrana odaklanmıştı. Ancak Esther’e baktığı bir anda gözleri bizim tarafa kaydı. Pedro’yla karşı karşıya oturduğumuzu fark ettiğinde ifadesi sertleşti.

Yemeklerimiz geldiğinde bakışlarımı kaçırıp önüme döndüm.

“Yeni bir haber var mı, Pedro?”

“Hayır, Lucia.”

Gergindim. Bunu saklamaya çalışmadım bile. Yemeğimi hızla yerken Pedro, sıkıntımı fark etmiş olmalıydı.

“Sakin ol,” dedi yumuşak bir sesle. “Her şeyi çözeceğiz. Bana siyah tüylerden bahsetmek ister misin?”

Derin bir nefes aldım ve Chloe’ye anlattığım geçmişimdeki o anıyı Pedro’ya da aktardım. Cümlelerim havada asılı kaldı. Pedro’nun yüzüne gölgeler düştü.

“Bunları düşüneceğim.”

Tam o anda telefonuna bir mesaj geldi. Hızla açtı, gözleri ekranda kayarken ifadesi daha da ciddileşti.

“Carlo ve Chloe beni çağırıyorlar. Bir süre Carlo’nun evinde olacağız.”

“Ben de geleyim mi?”

“Hayır, sen eve geç. Biraz dinlen. Bir şeyler bulduğumuzda seninle paylaşırız.”

Bir an tereddüt ettim ama Pedro’nun kararına karşı çıkmadım.

“Peki, Pedro.”

“Artık kalkalım mı?”

Başımı salladım ve sandalyeden kalktım. Lucas ile Esther’in masasına bir an gözüm takıldı. Hâlâ oradalardı. Ama Lucas’ın dikkatinin tamamen bize çevrildiğini hissetmem uzun sürmedi. Tam o sırada Pedro, ilerlemem için elini sırtıma koydu. İşte o an, Lucas’ın bakışları bedenime çivilendi.

O kadar yoğun, o kadar yakıcıydı ki...

Pedro’nun eli sırtımdan çekilmişti ama Lucas’ın bakışları hâlâ oradaydı. Sanki görünmez bir el tenime dokunuyormuş gibi hissettirdi. Çenesini sıkarken, boynunu gergin bir şekilde esnetti.

Daha fazla bakamadım. Başımı çevirip önüme döndüm ve Pedro’yla birlikte restorandan ayrıldım. Asansöre ilerledik, Chloe’nin katına geldiğimde Pedro’ya veda ettim. Yedek anahtarı çıkarıp kapıyı açarken bir şey hissettim. Bir el, anahtarı yakaladı. Kapı açılırken, Lucas kolumdan tutup beni içeri çekti. Şaşkınlıktan tek kelime edemedim.

Ne zaman masadan kalkmıştı? Ne ara buraya gelmişti?

Lucas, kapıyı kapatıp önümde durduğunda, odanın içindeki hava değişti. Sessizliği bile güç ve otorite taşıyordu. Varlığı her yeri dolduruyor, nefes almayı bile zorlaştırıyordu. Bakışları üzerimdeydi. Yoğun, keskin ve talepkâr. Kıskançlıkla parlıyordu gözleri. Sadece kıskançlık değildi bu; anlamak, sahip olmak, kontrol etmek isteyen bir kararlılık da vardı içinde.

“Sana dokundu, S.”

Sesi soğuktu ama altında kaynayan öfke apaçık hissediliyordu.

“Bu önemsiz bir şeydi, Lucas,” dedim. Ama bu kelimelerin onu tatmin etmeyeceğini biliyordum. Lucas her zaman kontrolü elinde tutardı. Ama konu ben olunca, ipler gevşiyordu. İleri bir adım attı. Geri çekilmedim. Geri çekilmemem gerekiyordu. Değil mi?

“Kimse sana bu kadar yaklaşamaz. Kimse sana dokunamaz,” dedi, sesi keskin bir bıçak gibi. “Ve söz konusu sen olduğunda… her şey önemli hale geliyor, Lucia.”

Her cümlesinde ses tonu daha da sertleşti. Bakışlarındaki koyuluk yoğunlaştı. İfadesi sertleşti. Kaçmaya çalışsam bile esaretindeydim.

“O sadece eğitmenim,” dedim, sesimi kontrol ederek. “Bana yardım etmek dışında bir şey yapmıyor.”

Lucas, bir anda beni kapıya itti. Nefesim kesildi. Yavaş ama kararlı bir hareketle üzerime geldi, bir elini başımın yanına koydu.

“Eğitmenin olarak kalsın, S. Yardıma ihtiyacın varsa, ben zaten yanındayım.” Diğer eliyle çenemi tuttu, parmakları tenimde bir uyarı gibi gezindi. “Son kez söylüyorum. Onunla yakınlaşmayacaksın. Anlaştık mı?”

Gözlerimi gözlerinden ayırmadım. “Kim olarak bunları söylüyorsun, Lucas?”

Kısa bir sessizlik. Sonra dudakları kıvrıldı, sesi karanlık ve kesinlikle buyurgandı:

“Sevgilin olarak.”

İçimde bir şeyler çatırdadı ama dışarıya yansıtmadım. Yansıtamazdım.

“Sevgilim değilsin.”

Lucas, başını eğdi, dudaklarını boynuma hafifçe dokundurdu. Bu bir öpücük değildi. Bir mühürdü. Bir işaretti. Onun için anlamı derindi.

“Sen benim en değerli parçamsın, Lucia,” dedi fısıltıyla. “Biz birbirimize aitiz.” Sözleri, derin ve sarsılmaz bir kesinlikle döküldü dudaklarından. “Ve hiçbir şey, hiç kimse bunu değiştiremez.”

Gözleri gözlerime kilitlendi. İçlerinde yakılmaya hazır bir kıvılcım, kontrol edilemeyen bir arzu ve sahip olma dürtüsü vardı.

“Sana yaklaşan herkesi uzak tutarım. Seni korumak için her şeyi yaparım, S. Sen benimsin ve bunu yakında herkesin anlamasını sağlayacağım.”

“Benimle böyle konuşma, Lucas,” dedim, içimde fırtınalar koparken.

“Nasıl?”

“Beni sahiplenir gibi. Beni kontrol etmeye çalışır gibi. Bunu yapma.”

Gözlerini gözlerime dikti. Yüzündeki ifade en ufak bir tereddüt bile barındırmıyordu.

“Belki seni istemiyorum,” dedim, kendimi duyurmaya çalışarak. “Belki… Senin sevgilin olmayı düşünmüyorum. Olamaz mı?”

Elini çenemin altından çekti. Ama beni bırakmadı. Parmakları bileğime dolandı, elimi kavradı ve kalbinin tam üzerine koydu.

“Buradasın,” dedi alçak bir sesle. “Bunu sen de biliyorsun.”

Kalbinin ritmi avucumun altında hızlanırken, sesi neredeyse yalvarırcasına çıktı.

“İnat etme, Lucia. Bu duygulara karşı koyma.”

Nefesi tenimde dans etti.

“Benim ol ve seni sevmeme, korumama izin ver.”

İçimde bir şeyler çatışıyordu. Lucas’ın karanlığı, benim ışığıma değdiğinde, beni içine çektiğinde… nefes almak zorlaşıyordu. Bu his beni ürpertiyor, aynı zamanda bağımlılık yapıyordu.

“Senin olmak…” dedim, sesi neredeyse rüzgâra karışan bir fısıltıyla. “Beni özgür kılacak mı, Lucas?”

Bakışları derinleşti. O tanıdık, otoriter ama aynı zamanda şefkatle yoğrulmuş sesiyle konuştu:

“Bir tek benimle özgür olacaksın, Lucia.”

Adımı böyle söylediğinde, kelimenin anlamı değişiyordu.

“Seni hapsetmek istemiyorum,” dedi yavaşça. “Sadece sevmek istiyorum. Birlikteyken her şey daha anlamlı, daha gerçek, daha özel olacak. Yalvarırım, korkma benden.”

Elimi nazikçe tuttu, avucumun içine bir öpücük kondurdu. O öpücükte bir yemin vardı. Sessiz ama sarsılmaz bir söz: Seni asla incitmeyeceğim.

“Aşkımı görmezden gelme, Lucia,” dedi, sesi daha yumuşak, daha içten. Gözleri gözlerimi tararken, kelimeleri ciğerlerime dolan bir duman gibi üzerime sindi. “En önemlisi de… senden asla vazgeçmeyeceğimi unutma.”

Sonra beni kendine çekti. Nefesi tenime dokunduğunda, tüylerim diken diken oldu.

“Ondan uzak dur.”

Bu sadece bir uyarı değildi. Sınırları çizilmiş, kuralları keskin bir emirdi.

“Lucas…” dedim, ama sesimdeki tereddüt, onun kararlılığını sarsmaya yetmezdi.

Lucas her zaman böyleydi—beni kendine çekiyor, bazen kendinden uzaklaştırıyor ama her zaman koruyordu. Bana zarar verebilecek her şeyi, herkesi yok etmeye hazırdı. Ona karşı koymak zordu. Belki de imkânsızdı.

Çünkü Lucas için ben, her şeydim. Bundan emindim.

“Şimdi uyu,” dedi, sesi daha yumuşamıştı ama hâlâ buyurgandı. Elini saçlarımda gezdirdi. Parmak uçları, geceye karışan bir huzur gibi tenime değdi. Sonra döndü. Kapıya yöneldi ama çıkmadan önce duraksadı. Gözleri tekrar bana kilitlendi.

“Biz birbirimize aitiz.”

Bunu söylerken, içinde sonsuz bir kesinlik vardı.

“Seninle arama girecek her şeyi, herkesi ezer geçerim. Bunu unutma.”

Sonra kapıyı açtı ve gözden kayboldu.

Lucas

Chloe’nin evinden çıktığımda yüzümde tek bir duygu bile yoktu. Ne öfke, ne şüphe, ne de tereddüt. Her şey olması gerektiği gibiydi.

Asansöre bindim, en üst katın düğmesine bastım. Burada sadece iki daire vardı—biri benim, diğeri Esther’in. Kimsenin bizi rahatsız etme ihtimali yoktu.

Eve girer girmez telefonum çaldı.

“Patron, yeni bir bilgiye eriştik.”

Sadece bir cümle. Bir uyarı. Bir başlangıç.

“Planı yarın uygulamayı düşünüyorlar.”

Sesimde hiçbir değişiklik olmadan cevap verdim. “Yani… Vaktimiz yok.”

“Evet, patron.”

“Planın detaylarını yarım saat içinde görmek istiyorum.”

“Getireceğim.”

Telefon kapanınca, elimde çevirdim bir süre. Düşündüm. Zihnimde olasılıkları hesapladım. Sonra Eduardo’yu aradım.

“Siyah tüylerin anlamı ne?”

Önce kısa bir sessizlik. Ardından alaycı bir gülüş.

“Sana anlatmadı, değil mi?”

Cevap vermedim. Eduardo sustu. Ama bu sessizlik uzun sürmedi. Derin, tanıdık bir sesle konuşmaya devam etti.

“Onu Hiçlik Kayası’nda bulduğumda, karşımda onu görür gibi oldum.”

Bunun nereye varacağını tahmin ediyordum ama dinlemeye devam ettim.

“Güçlü, güzel, adil. Annesine benziyor ama ondan tamamen farklı. Daha cesur, daha gözü kara, daha inatçı. Lucia’yı o gün uzaktan izledim. Bir grup gence kafa tutmasını seyrettim. Bunu sadece bir arkadaşını kurtarmak için yaptığını fark ettiğimde, anlamıştım.”

İstemeden de olsa gülümsedim. Bu tam Lucia’ya yakışan bir hareketti. Ama Eduardo’nun sözleri bitmemişti.

“Yenilse bile durmayacağını, geri çekilmeyeceğini görebiliyordum.”

Lucia’yı bir kez tanıyan biri, onun asla pes etmeyeceğini bilirdi. Ama Eduardo’nun ona neden siyah tüy verdiğini hâlâ anlamamıştım.

“Peki neden?” diye sordum. “Siyah tüyün onunla ne ilgisi var?”

Eduardo derin bir nefes aldı. Sesinde eski bir hikâyeyi anlatmanın yorgunluğu vardı.

“Annesi siyah tüyün onu koruduğuna inanırdı. Batıl bir inanç.” dedi. “Buna rağmen her davette, her önemli gecede siyah bir tüy takardı. Ama bana göre… siyah tüyler sadece karanlığı, gizemi ve uğursuzluğu temsil eder.”

Bir an durdu. Sesi daha düşük ama daha keskin bir hâle geldi.

“Lucia, anlamını bilmese de öğrenecek. Ve ona karanlığı ve uğursuzluğu getirecek.”

Söylediklerinden hoşlanmadım.

“Ne demek istiyorsun?”

“Bu bir oyun…” diye devam etti Eduardo, sesi karanlığın içinden gelen bir fısıltı gibiydi, “Bu bir intikam aracı, Lucia zamanla bu simgenin ne demek olduğunu anlayacak.”

Bedenim istemsizce gerildi.

“Sen hastasın.”

Beni tanıyan herkes, sesimin ne zaman ölümcül bir tona büründüğünü bilirdi. Eduardo da bunu fark etti ama umursamadı.

“Yaptığım her şeyin bir amacı var, Dante.”

Dante. Gerçek adım.

Lucas, annemin bana vermek istediği isimdi. Ama bana verilen gerçek isim Dante’ydi. Buraya gelirken, Dante ismini bir kenara bırakmıştım. Onu kullanmamaya, dikkat çekmemeye karar vermiştim. Ve Eduardo, geçmişime dokunuyordu. Hatırlatıyordu.

“Bu amacı da oyunun gibi yok edeceğim, Eduardo.”

Artık onun oyunlarına tahammülüm kalmamıştı.

“Lucia… onun hayatı benim oyun alanım.” dedi Eduardo, umursamaz bir kahkaha eşliğinde. “O, acı çekmek için doğdu.”

Bütün kaslarım gerildi. Öfkem damarlarımda dolaşıyordu ama soğukkanlıydım.

“Buna asla izin vermeyeceğim.”

O ise umursamazdı. Eğlendiğini duyabiliyordum.

“Ne o?” dedi alayla. “Yoksa ona âşık mı oldun?”

“Sınırı çoktan aştın.”

“Henüz değil.”

Eduardo’nun sesi her zamanki gibi sakindi ama içinde sinsi bir keyif saklıydı.

“Sadece onunla oynuyorum, Dante. Ama oyun bittiğinde… intikamımı almış olacağım.”

Dişlerimi sıktım. “Bunu farklı şekilde de yapabilirdin. Bu adaya, tüm bu saçmalıklara ihtiyacın yoktu.”

Eduardo hafifçe güldü. “İki sebepten dolayı kız orada Dante. Birincisi, sırlar her zaman gözler önünde saklanır.”

Öyle bir şey söyledi ki, içimde bir şeyler yerinden oynadı.

“Kız orada,” dedi yavaşça, kelimelerinin etkisini bilerek. “Kimsenin göremeyeceği, varlığından bile haberdar olmayacağı bir yerde. İkincisi her savaş fiziksel değildir. Psikolojik savaşlar… karşındaki insanı yok etmenin bir başka yoludur. Bu oyunda her şey kademeli bir şekilde ilerleyecek. Lucia, benim istediğim zamanda, benim istediğim şekilde bedel ödeyecek.”

Öfkemi bastırmak zorunda kaldım. Yumruklarımı sıktım ama sesim hâlâ kontrol altındaydı. Eduardo her zamanki gibi ipleri elinde tuttuğunu sanıyordu. Ama farkında olmadığı bir şey vardı—bu oyunun kurallarını değiştiren kişi artık bendim.

Bazı kaderler ateşle şekillenir, vazgeçilmez bir bağlılıkla mühürlenir. Lucia… Benim kayıp cennetim. Varoluşumun sebebi. Yaşamda tutunduğum tek umut.

Ama hiçbir cenneti geri almak kolay değildi. Onu tanıdığım andan itibaren, tek amacım onu hayatta ve güvende tutmaktı. Fakat onu korumak, ölümle dans etmekten farksızdı. Bunu hep biliyordum.

Eduardo’nun sesi düşüncelerimi böldü.

“Sana son bir sorum olacak, Dante.”

Bekledim.

“Hayatındaki en değerli şeyi Lucia için riske atar mıydın?”

Buna düşünmeden cevap verdim.

“Eğer Lucia’nın güvenliği tehlikeye girerse, her şeyi göze alırım.”

Sessizlik. Sonra Eduardo’nun soğuk kahkahası duyuldu.

“O zaman bir sonraki aşamaya geçelim, Dante.”

Telefon kapandı. Ardından kapının açıldığını duydum. Marino içeri girerken, elinde kalın bir dosya vardı. Masaya yaklaşıp önüme bıraktı.

“Her şeyi getirdim, patron.”

Dosyayı açtım. Gözlerim, sayfalardaki bilgilere hızla kaydı. Bazı oyunlar… kuralına göre oynandığında dikkat çekmezdi. Eduardo’nun söylediği gibi bir insanı yok etmenin binlerce yolu vardı. Ama onun gibi bir manipülatör, her zaman en sinsi yolu seçerdi. İlk hamlesi Lucia’nın zihnine zarar vermek olmuştu. Onu kırmak, kendinden şüphe duymasına neden olmak, onu yalnızlaştırmak. Psikolojik açısından dengesini bozmak.

Ama ben burada sadece izleyici değildim. Lucia’yı bu cehennemden çekip çıkaracak kişi bendim. Eduardo’nun oyununda kartları yeniden dağıtan ben olacaktım.

Bu kez… Kazanan ben olacaktım. Çünkü bu kez savaşı Lucia için verecektim.

“Lucia’nın yaralanmaması için tüm önlemleri al. Esther’e de durumu bildir.”

“İzin vermezse?”

“Eğer yaralanırsa Marino… neler yapacağımı biliyorsun.”

Cümlenin devamını getirmeme gerek yoktu. Marino beni iyi tanıyordu. Saygıyla başını eğip kapıdan çıktığında talimatları yerine getireceğinden şüphem yoktu. Balkona çıktım ve bilgisayarımı açtım. Çalışırken sabaha kadar dayanmaya çalıştım.

Ama sabırsız bir öfke ve kendi cehennemimden kurtulamadığım bir başka geceyle baş başaydım.

Lucia

Uyandığımda telefon ekranında iki mesaj vardı. Biri Chloe’den, diğeri Pedro’dan.

Chloe, geceyi Carlo’da geçirmek zorunda kaldığını yazmıştı. Pedro’nun mesajıysa sabahın erken saatlerinde gelmişti. “Uyandığında hemen yanıma gel.”

Saat henüz yediydi ama fazla oyalanmadım. Hazırlanıp asansöre doğru ilerledim. Tereddüt etsem de kapıyı çaldığımda, Pedro her zamanki gibi soğuk ve resmi tavrıyla karşımda belirdi.

“Günaydın.”

“Günaydın, Lucia. İçeri geç.”

İçeri adımımı attığımda kahve kokusu havayı doldurmuştu. Mutfağa yöneldiğimde tezgâhın üzerinde bir paket dikkatimi çekti.

Pedro, iki kahve fincanını alıp dönerken eliyle paketi işaret etti. “Kahvaltı ederiz diye seni erkenden çağırdım. Kruvasan aldım.”

“Teşekkürler.”

İkimiz için birer tabak aldım, masaya geçtik. Pedro’nun bakışları her zamanki gibi sakindi ama ben sorgulayan gözlerle ona bakıyordum. Bunun farkında olmalıydı ki kahvesinden bir yudum aldıktan sonra konuşmaya başladı.

“Henüz bir şey bulamadık.”

Sesi, konunun ciddiyetini yansıtıyordu.

“Adrian—akademideki dövüş eğitmenlerinden biri. Aynı zamanda Carlo’nun yakın dostudur. Neredeyse tüm gece bizimleydi. Araştırıyoruz, Lucia. Bir ipucu yakalayacağımızdan eminim. Chloe, Carlo ve Adrian bugün de bu konunun üzerinde çalışmaya devam edecekler. Bulacağız. Takipçini de sana bu tüyleri gönderme nedenini de.”

Sözleri içimde bir rahatlama yaratmadı. Aksine, yüzüm düştü. Sessizce kruvasanlardan birine uzandım, gözlerimi kaçırarak yemeğe başladım. Bu oyun her neyse, artık sabrımı taşırmaya başlamıştı. Dahası, psikolojik olarak beni fazlasıyla zorluyordu.

Pedro, bu ifademi görmüş olmalı ki alçak bir sesle ekledi: “Her şey düzelecek.”

Başımı kaldırıp ona baktım. “Sürekli bunu duymak can sıkıcı. Özellikle de çözümsüz bir durum varken.”

“Haklısın. Affedersin.”

Bu kez sesi alışılmışın dışında sıcaktı. Soğuk ve mesafeli Pedro, içten bir şekilde kabul etmişti sözlerimi. Bir süre sessizlik içinde kahvaltımızı yaptık. Ardından derse geçtik. Henüz bir saat bile geçmemişti ki telefonum titredi. Bilinmeyen bir numara. Ekrana düşen mesajı okuduğumda içimde tanımlayamadığım bir gerginlik yükseldi.

“Kafesin kapısı hep açıktır. Ama içinden çıkmak cesaret ister. Sen kendi kafesinden çıkmayı göze alabilecek misin, Lucia?”

Elim istemsizce sıkıldı.

“Bu da ne şimdi?”

Pedro, telefonuma uzandığında mesajı gördü. Yüzündeki ifade anında değişti. Tek kelime etmeden kendi telefonunu çıkardı ve hızlıca bir numara tuşladı.

“Kanaryayı buldular.”

Kanarya mı?

Pedro, arka arkaya birkaç kişiyi daha aradı. Cümle hep aynıydı. Sonra aniden ayağa kalktı, beni de kolumdan tutup kaldırdı.

“Pedro, neler oluyor?” diye sordum, panik içimi kavururken.

O ise gözlerime bile bakmadan cevap verdi: “Buradan gidiyoruz, K.”

Kanarya. K. Lucas… Yakında öğreneceğimi söylemişti.

Nefesim düzensizleşti. “Nereye gidiyoruz, Pedro?”

“Seni saklayacağız.”

Saklamak mı?

“Ben… hiçbir şey anlamıyorum.” dedim, başım dönmeye başladı.

Pedro kapıya yönelirken hızlıca cevapladı: “Bu diyalog için şu an zamanımız yok.”

O anda kapı çalındı. Carlo, Chloe ve tanımadığım biri içeri girdi. Uzun boylu, sert bakışlı adam Pedro’nun bahsettiği Adrian olmalıydı.

Carlo doğrudan Pedro’ya döndü. “Her şey hazır, araç da aşağıda bekliyor.”

Pedro başını salladı. “Biz de hazırız.” Sonra bana döndü. “Bu arada Lucia, Adrian ile tanışmadın.”

Adrian bir adım atıp elini uzattı. “Tanıştığıma memnun oldum.”

Elini sıkarken “Ben de,” dedim, ama sesim titrek çıkmıştı.

Adrian, gözlerimdeki endişeyi hemen fark etti.

“Endişelenme, biz yanındayız.”

Chloe bir adım yaklaşıp elimi tuttu. Dokunuşu içimdeki panik seviyesini biraz düşürdü.

“Bize güven, canım,” diye fısıldadı.

Dışarı çıktığımızda bekleyen araca doğru ilerledik. Carlo direksiyona geçti, araba harekete geçtiğinde yönümüzü ormanlık alana çevirmişti bile. Ardından dağ yoluna girdik. Nereye gittiğimizi bilmiyordum. Ne yapacağımı da. Tek bildiğim, içimde yükselen korkunun gittikçe büyüdüğüydü.

Bir noktada dayanamayarak telefonumu çıkardım. Lucas’tan bir mesaj ya da arama yoktu. Gözlerimi ekrana diktim. Boğazım düğüm düğüm olurken, parmaklarım kendiliğinden hareket etti. Lucas’a bir mesaj yazdım.

“Sana ihtiyacım var.”

Yaklaşık yarım saat olmuştu, dağın eteklerine tırmanıyorduk. Yol dar, hava ağırdı. Bir yanımız uçurum, diğer yanımız dik yamaç. Sessizliği yalnızca motorun homurtusu ve ara sıra duyulan kuş sesleri bozuyordu.

Sonra her şey bir anda koptu. Keskin bir patlama sesi! Carlo’nun eli direksiyonda sıçradı, araç yalpaladı. Arkamızdan gelen ikinci bir patlama midemi sıkıştırdı. İçgüdüsel bir korkuyla nefesim kesildi. Teker kaydı, araç savruldu. Adrian ve Chloe, farklı yönlere savrulurken, Pedro, bir gölge gibi hızla yanıma atıldı. Camın çatırdayan sesi kulaklarımda çınlarken, içeri dalan sert bir dalın hızla üzerime geldiğini gördüm. Gözlerimi kapattım.

Son hatırladığım şey, etrafımın kararmaya başlamasıydı. Her şey hızla bulanıklaşmıştı.

Gözlerimi açtığımda başım ağrıyordu, görüşüm bulanıktı. Kendimi toparlamam birkaç saniye sürdü. Ellerimi hareket ettirmek istedim ama sandalyeye sıkıca bağlıydım; bileklerim ve ayaklarım hareketsizdi. Dudaklarımın üzerinde rahatsız edici bir baskı hissediyordum, bir bantla kapatılmıştı.

Bulunduğum odanın penceresi yoktu; soğuk, taş duvarlar her yeri kaplıyordu. Sessizlik, ortamı daha da boğucu hale getiriyordu. Başım zonklarken, yaşananları hatırlamaya çalıştım. Araç kazası ve o patlama... hepsi bir anda geri döndü zihnime. Derin bir nefes aldım ve çevreme kulak kabartarak beklemeye başladım. En ufak bir kıpırtı, bir ses duymak için sessizliğe odaklandım.

Birkaç dakika sonra, koridordan gelen adım sesleri odadaki ağır sessizliği bozdu. Kalbim hızla atmaya başladı; yaklaşan ayak sesleri yavaş, kararlı ve tehditkârdı. Kapı açıldı. İçeri giren maskeli adamın yüzünde soğuk bir gülümseme vardı.

“Merhaba, kanarya,” dedi, sesi ürkütücü bir sakinlikle. “Sonunda seni buldum.”

Bir eliyle ağzımdaki bandı acımasızca çekti. Dudaklarım yanarken acıyı içime gömdüm, ona belli etmemeye çalıştım. Gözlerimi onun gözlerine dikerek, sakin bir sesle sordum.

“Sen kimsin?” Adam bir süre sessiz kaldı, bakışları benden ayrılmadan yavaşça yaklaştı. “Arkadaşlarıma ne yaptın?” diye devam ettim, sesimdeki korkuyu bastırarak. İçimdeki endişe büyüyordu, ama bunu ona göstermemeye kararlıydım.

Adam, ifadesiz bir yüzle bana baktı. “Her şeyin bir zamanı var, K,” dedi soğukkanlılıkla. “Ama bu öfkeli tavrın hoşuma gitti.”

“Bana kanarya demeyi bırak,” dedim, sabrım taşarak. Sesimde hafif bir titreşim hissettim.

Aniden saçlarımı kavrayarak başımı geriye doğru çekti. Acı bedenime yayılırken dişlerimi sıktım, ona karşı koymak için.

“İstediğin kadar bağır,” dedi fısıldayarak. “Nasılsa kimse yardıma gelemez. Çünkü hepsi benim… misafirim diyelim. Ama hepinizin sonu aynı olacak K.”

Sözleri içimde yankılandı. Vücudum öfkeyle gerildi, ona saldırmak istedim ama bağlıydım, hareket edemiyordum. “Ellerimi çöz de cesaretin varsa benimle yüzleş!” diye bağırdım, tüm gücümle.

“Kafesin içinde ne kadar dayanacaksın, kanarya? Kaçmak kolaydır. Ama saklanmak… imkânsız. Benden asla kaçamayacaksın.”

Sözleri bir tirat gibiydi, sanki karşımda bir tiyatro oyunu sahneliyordu.

“Neden buradayım? Benden ne istiyorsun?” diye sordum, gözlerimi ondan ayırmadan.

Adam ayağa kalktı, yüzünde soğuk bir ifade vardı.

“Düşündüğümden daha cesursun, kanarya. Ama bu cesaret seni kurtaramayacak.”

Adam birkaç adım geriledi, ifadesi ciddileşmişti.

“Sen bir… tehditsin, Lucia. Bir lanet,” dedi yavaşça. “Hayatın da lanetli. Bu konuda bir önlem almak gerekiyordu. Seni durdurmak. Her şey mahvolmadan önce bunu yapıyorum.”

Sözleri kafamda yankılandı, akıl almaz cümlelerini sindirmeye çalışırken kaşlarımı çattım. “Sen delisin,” diye mırıldandım. “Eğer bu bir oyunsa, derhal buna son vermelisin.”

Bir adım daha yaklaşıp eğildi, nefesi tenime değecek kadar yakınlaşmıştı.

“Bu sadece bir oyun değil, aynı zamanda senin gerçeğin, Lucia,” dedi soğuk bir tonda. “Ama sen bunun en değerli bir parçasısın. Buradan çıkış yok; burası, oyun kurucunun kurallarının geçerli olduğu bir yer.”

“Söylediklerin tutarsız ve gerçek dışı,” dedim, gözlerim dehşetle büyürken. Ama adam sadece başını eğip alayla gülümsedi.

“Bunu yalnızca bir kez söyleyeceğim. Lucia, sen bu oyunun başrolüsün... ve bu oyun, uzun sürecek. Senin için kurgulanan bu oyundan asla kaçamayacaksın.”

Adam geri çekilirken, derin bir nefes aldım. Korku, bedenimi sarmıştı, ama içimdeki umut kıvılcımını söndürmüyordum. Buradan çıkmanın ve diğerlerini kurtarmanın bir yolunu bulacaktım. Bir çıkış yolu mutlaka olmalıydı.

Telefonun tiz sesi odada yankılandı. Adam ekrana göz attıktan sonra bakışlarını bana çevirdi. Gözlerinde avını beklemekten yorulan bir avcının sabırsızlığı vardı.

“Ellerini camadan düğümüyle bağladım,” dedi, sakin ama alaycı bir tonda, “Bu düğümleri çözmen imkânsız. Boşuna uğraşma.”

Onun beklediği umutsuzluğu bakışlarımla gösterdim, ama içimdeki direnci kaybetmeye niyetim yoktu. Vazgeçmeyecektim; savaşmadan geri adım atmak benim tarzım değildi.

“Birazdan döneceğim, kanarya,” dedi, yaklaşarak gözlerimin içine baktı, “O zaman bu oyun sona erecek.”

Ağzımdaki bandı yeniden taktı ve odadan çıktı. Kapının kapanma sesi soğuk duvarlarda yankılandı. Kaç gündür süren bu esaretin sona yaklaştığını hissediyordum, ama bu sefer durum daha ciddiydi. Artık karşımdaki düşman hayal değil, gerçekti.

Aklım hızla çözüm yolları arıyordu. Pedro’nun verdiği eğitimler, Chloe’nin taktikleri zihnimde canlandı. Bu düğüm—camadan düğümü—zorla çözülecek türden değildi, ama bir yol biliyordum. Tek seçenek... baş parmağımı kırmaktı.

Acıya odaklanmamalıydım; sadece özgürlüğe. Sol baş parmağımı sağ elimle kavradım ve tereddüt etmeden sert bir hamle yaptım. Gelen o ince sızı ve ardından hissettiğim acı, dayanılmazdı, ama duramazdım. Zaman bana karşı işliyordu.

Cebimdeki bıçağı—siyah kanaryayı—çıkarıp ipleri hızla kestim. Ayaklarımdaki bağlardan da kurtuldum. Parmağımın her atışıyla zonkluyordu, ama acıyı şimdi düşünemezdim. Tişörtümden küçük bir parça yırtıp elime sardım. Geçici bir çözüm, ama şimdilik yeterliydi.

Şimdi harekete geçme zamanıydı. Kapıyı açmadan önce etrafa son bir kez baktım. Koridor sessizdi. Dışarıya adımımı atar atmaz, o karşımdaydı. Gözlerinde öfkenin izlerini görüyordum.

“Kuşlardan hiçbir zaman hoşlanmadım zaten,” dedi, hızla üzerime doğru gelirken.

İlk hamlesini savuşturmayı başardım ve yüzüne sert bir yumruk attım. Ama eğitimliydi; hemen toparlandı ve karnıma savurduğu tekmeyle beni yere düşürdü. Dizlerimin üstüne çöktüğümde, her şey bitmiş gibi görünüyordu. Ancak bıçağı bacağına saplayarak hamlesini durdurdum. Acıyla yere yığıldı. Fırsatı kaçırmadan ellerini bağladım.

Gözlerinde çaresizlik vardı, ama bu kez umursamadım. Bıçağı tehditkâr bir şekilde boynuna yaklaştırdım.

“Senden başka kim var?” dedim, soğuk bir tonda.

“Yalnızım,” diye inledi. Gözlerine dikkatle baktım, doğruyu mu söylüyordu yoksa oyun mu oynuyordu anlamaya çalışıyordum.

“Diğerleri nerede?” diye sordum bu sefer, acı içinde yüzünü buruşturmuşken.

“Koridorun sonunda, sağdaki odadalar...” dedi, sesi neredeyse fısıltı gibiydi.

Bu durum, yaşananlar, takipçinin karşıma çıkması ve bana bu kadar kolay yenilmesi… kafamda binlerce soruya neden olmuştu. Sorular zihnimde yankılanırken harekete geçtim.

Koridorun sonuna varıp sağdaki kapıyı açtığımda, gördüklerim beni tamamen hazırlıksız yakaladı. Chloe, Pedro, Carlo, Adrian ve Esther karşımda duruyordu. Chloe'nin yüzünde neşe dolu bir gülümseme vardı, sanki hiçbir şey olmamış gibi görünüyordu. Bu nasıl mümkün olabilirdi? İçimde bir şeyler yavaş yavaş koparken, Esther soğukkanlı bir ifadeyle bana doğru bir adım attı.

“Hepimizi şaşırttın, kanarya,” dedi küçümser bir tonda, bakışlarında bir soğukluk vardı.

“Neler oluyor?” dedim, içimde yükselen öfkenin kelimelerime yansımasını engelleyemeyerek. Bakışlarımı Chloe’ye çevirdim, ondan bir açıklama bekliyordum. Gözlerinde bir tür memnuniyet vardı—ama bu yalnızca bana dair değil, sanki bir tür gurur gibiydi.

“İlk sınavın için hazır olduğunu düşündük, Lucia,” dedi Chloe, gözlerinde bir memnuniyet parıltısıyla. “Seni izlemek… büyüleyiciydi.”

Bir oyun. Aylardır yaşadığım psikolojik baskı, korkular… sadece bir sınav mıydı? Bütün yaşadıklarım yalnızca bir planın parçası mıydı? İçimdeki karanlık bir parça, bir yapışkan gibi ruhuma sızdı, ardından öfke… kontrolümden çıkmak üzere sesime yansıdı.

“Bu bir delilik!” diye bağırdım, sesim koridorlarda yankılanarak. Bedenim öfkeyle titriyordu.

Esther soğukkanlı bir ifadeyle bana bakarak konuştu: “Sakin ol, Lucia. Bu, yalnızca bir sınavdı. Gerçek bir gölge olmak istiyorsan, böyle bir sınavdan geçmelisin. Burası, dünyadaki en iyi casus örgütü ve biz sizi her durumda hayatta kalmaya hazırlıyoruz.”

Onun söyledikleri zihnimde yankılanıyor ama bir anlam bulamıyordu.

“Bu nasıl bir sınav olabilir?” dedim, sesimdeki hayal kırıklığını saklamaya çalışmadan. “O adamı daha kötü yaralayabilirdim! Gerçek sandım, hepsi gerçek gibiydi!”

Esther’in ifadesi değişmedi, sanki her şey planladıkları gibi gidiyordu. “Her adımını izledik, Lucia. Ne yapacağını kontrol ediyorduk. Bu sadece bir senaryoydu. Ve sen… başarılı oldun.”

Bana doğru ilerlerken, gözlerinde yalnızca nefret, kin ve kıskançlık vardı. Soğuk ve hesaplı bakışları içimde tarifsiz bir huzursuzluk uyandırdı.

“Tebrik ederim, Lucia.” Sesi yumuşak ama zehir yüklüydü.

Elimi yakaladı. Parmakları tenime baskı yaparken, dudaklarının arasından neredeyse fısıltıyla dökülen kelimeleri işittim: “Kendi kafesinden asla çıkamayacaksın, Lucia.”

O an dünya etrafımda daraldı. Hiç kimse, o tekinsiz tehdidin şahidi olmamıştı. Nefesim kesildi, gözlerim şaşkınlıkla büyürken yüzündeki sinsi gülümsemeyi fark ettim. Bir zafer edasıyla geri çekildi, yüzündeki maskeyi yeniden taktı. Sonra başını hafifçe eğerek diğerlerine selam verdi ve hiçbir şey olmamış gibi yanımdan geçip gitti.

Oysa ben, o anın sonsuza dek içimde yankılanacağını biliyordum.

Chloe, bir adım öne çıkıp yanıma yaklaştı. Yüzünde masum bir ifadeyle elimi tuttu. “Lütfen bize kızma, Lucia. Görev ve sorumluluklarımız gereği sana hiçbir şey söyleyemezdik.”

Bu yaşananların içimde yarattığı duygusal karmaşa, derin bir yara açmıştı. Chloe ve Pedro, ikisi de benim için önemliydi, ama artık aramızda aşılmaz bir mesafe vardı. Güven, bir kez kırıldığında tamir edilmesi en zor şeydi.

Pedro, omzuma elini koydu ve sıcak bir sesle konuştu: “Harika bir iş çıkardın, Lucia. Bu zaferini gölgelemesin, başardın.”

Söylediklerinde belki haklıydı, ama içimdeki fırtına dinmek bilmiyordu. Beni bu oyunun içine çekmişlerdi ve şimdi de kutlamamı bekliyorlardı.

Carlo yanıma geldiğinde içtenlikle gülümsedi. Gözlerindeki sıcaklık, etrafımızdaki soğuk havayı dağıtır gibiydi. “Orada yaptıkların cidden harikaydı.”

Sesi samimiydi, ancak ben hâlâ zihnimde demin yaşananları tekrar tekrar canlandırıyordum. Sözleri kulağıma ulaşsa da, içimdeki fırtına dinmemişti. Yine de, yüzüne baktığımda, onun varlığının tuhaf bir şekilde beni rahatlattığını fark ettim.

Chloe, son bir kez kollarını boynuma doladı. “Seni hayal kırıklığına uğratmak istemedik. Her şeyi sonra konuşuruz. Şimdi dinlenmelisin. Elin acıyordur, hemen tedavi ettirelim.”

Sessizce başımı salladım. Fiziksel yaralarım iyileşebilirdi, ama içimdeki kırıklar? Onlar bir daha onarılabilir miydi? Bilmiyordum. Oradan çıktığımızda yol boyunca sessiz kaldım. Telefonumu çıkardım ve ekranı kaydırırken Lucas’tan gelen bir mesaj gözüme çarptı.

“Yanına geliyorum.”

Hastaneye vardığımızda, doktorlar dikkatlice muayene ettikten sonra birkaç gün gözlem altında kalmam gerektiğine karar verdiler. Röntgen sonuçları geldiğinde, başparmağımdaki kırığın sandığım kadar ciddi olmadığını öğrendim. Ameliyat gerekmiyordu, ama içimde belirsiz bir ağırlık hâlâ duruyordu.

Sessizce atel uygulanırken, bedenim yavaş yavaş iyileşmeye hazırlanıyordu. Ancak kırıkların sadece kemiklerde olmadığını biliyordum. Dinlenmem için hastanedeki odalardan birine geçtiğimde, içimde yankılanan tek soru buydu: Bedenim toparlanabilirdi… Peki ya ruhumdaki çatlaklar?

Tüm bu süre boyunca Chloe, Pedro, Carlo hatta Adrian bile yanımdan ayrılmadı. Ama Lucas... hâlâ yoktu. Görmezden gelmeye çalıştım, ama zaten yeterince kırılmıştım ve bir de onun sessizliğiyle ya da kelimeleriyle yüzleşmek istemiyordum.

Bu oyun ya da sınav bitmişti. Ama her şey yeni başlıyordu. Ve ben… geri dönüşün mümkün olmadığını hissediyordum.

Lucas

Her şeyi izliyordum. Sessiz, hareketsiz.

Oyun henüz yeni başlıyordu ve ben sadece dışarıdan izleyen biriydim. Eduardo’nun zihninde şekillenen bu planın ilk aşamasıydı. Bir sınav gibi görünse de, aslında yalnızca Lucia için tasarlanmış bir oyundu. Esther ise zaten bu işin içindeydi. O, Eduardo’nun kuklalarından—ya da daha doğru bir ifadeyle—piyonlarından biriydi.

Bir düşmanı alt etmenin en kirli yolu, onu psikolojik olarak çökertmekti. Eduardo bu tür karanlık oyunların ustasıydı. Ben de bunu, küçük yaşta acı bir şekilde öğrenmiştim.

Dışarıda kritik bir noktada arabada bekliyor, içeriye yerleştirilen kameralardan Lucia’nın her hareketini izliyordum. Sabah Eduardo’dan gelen mesaj hâlâ zihnimde yankılanıyordu:

“Müdahale etme, yoksa sonuçları olacak.”

Bu, benim harekete geçmemi engellemek için gönderilmiş bir tehdit değildi. Asıl mesele, Lucia’nın zarar görme ihtimaliydi. Eğer müdahale edersem, Eduardo bir şekilde onu incitecekti. Henüz o noktaya gelmemiştik, ama olasılığı bile beni tetikte tutuyordu.

Zor olsa da bekledim. Lucia’dan gelen mesajı gördüğüm hâlde bekledim.

“Sana ihtiyacım var.”

Öfkem içimde kaynarken, sabırsızlığımı dizginleyerek beklemek zorundaydım. Ama sadece beklemekle kalmadım. Plan böyle ilerlememeliydi, ama ben senaryoya müdahale ettim. Bu yüzden Lucia o adamı bu kadar kolay alt etmişti. Lucia’ya güveniyordum, ama en ufak bir zarar görme ihtimali bile beni çılgına çeviriyordu. Ve zarar görmüştü. Parmağı kırılmıştı.

O aptal adamın ipleri bu şekilde bağlayacağını tahmin etmiştim. Şimdi bunun bedelini ödeyecekti.

Derin bir nefes aldım.

Kapı açıldı ve Esther arabaya bindi. Yanıma oturduğunda sesi titrek çıktı:

“Eduardo beni mahvedecek.”

Ona döndüm. Gözleri beni bulduğunda içindeki korkuyu gördüm. Soğuk ve kaçınılmaz bir korku.

“Benim seni mahvetmemden daha iyidir, Esther.”

Gözleri irkildi ama itiraz etmedi. Başını çevirdi ve sessizce dışarı baktı. Marino’ya döndüm.

“Esther’i akademiye bırakalım. Sonra hastaneye gideceğiz.”

Akademiye vardığımızda Esther inmeden önce bana baktı.

“Bu işin acısını bir şekilde çıkaracak.”

Sakin bir şekilde başımı salladım.

“Sonra görüşürüz, Esther.”

Kapıyı kapattı ve akademinin kapısından içeri girdi.

Telefonumdan bir mesaj gönderdim:

“Yanına geliyorum.”

Marino arabayı hastaneye sürerken, düşünceler kafamın içinde uğulduyordu. Ben Lucia’yı korumalıydım. Ama şimdi harekete geçersem, Eduardo onu daha da fazla incitirdi. Onun kuralları yoktu. Sadece acımasız zekâsı ve şeytani planları vardı.

Ona karşı kazanmak için onun gibi düşünmeliydim. Soğukkanlı, stratejik ve sabırlı olmalıydım. Ancak bu şekilde onu alt edebilirdim. Ancak bu şekilde onu tamamen yok edebilirdim. Ve bunu yapacaktım.

Denklemdeki kimsenin canı yanmadan bu oyunu bitirecektim.

Marino, hastanenin arka kapısına geldiğinde, Cortez’den bir mesaj düştü ekrana. Parmağım, istemsizce mesajı açarken gerilmişti.

“Hemen beni ara.”

Aradığım an açtı. Sesi gergin ama kontrollüydü.

“Ne oldu?”

“Gemiyi durdurdu, teslimat gecikiyor, Dante.”

Bir an duraksadım.

“Hangi iş?”

“Sargazzolar ile olan.”

Derin bir nefes aldım. Eduardo’nun oyunlarından biri daha.

“Bana biraz zaman ver.”

Telefonu kapattım ve Marino’ya döndüm.

“Aracı daha gizli bir yere çek.”

Dizüstü bilgisayarımı açtım ve özel ağıma bağlandım. Bana gerçekten yardımcı olabilecek tek kişiye mesaj yolladım. Yaklaşık yarım saat sonra Cortez tekrar aradı.

“Halloldu. Bir sorun kalmadı. Ama nasıl?”

Kendi kendine güldüğünü duydum.

“Neden şaşırıyorum ki? Sen her zaman bir yolunu bulursun, abi.”

Soğukkanlı bir şekilde gülümsedim. “Sonra görüşürüz, Cortez.”

Telefonu kapattığımda, adama yüklü bir miktar para gönderdim. Eduardo’nun her zaman yanıldığı bir şey vardı—ben bu oyunların içinde doğmuştum, ama onun gibi kirli bir stratejide kaybolmadan kendi yolumu çizmiştim.

Onun atacağı her adımı, emrindeki piyonları, yanındaki güçlü adamları biliyordum. Çünkü her şeyi öğrenmiştim. Kendi başıma. Ve onun yolundan gitmeyi asla kabul etmemiştim. Etmeyecektim.

Bazen değerli bir şeyi korumak için geri kalan her şeyi yakmaya razı olmalısın. Eduardo’nun inandığı şey buydu: Amaca giden yolda her şey mübahtır.

Ama ben onun gibi düşünmüyordum.

Ben değerlimi korurken, yalnızca kötüyü harcardım. Bu oyunda da… Değerli olan her şeyi ve herkesi—özellikle Lucia’yı—koruyacak ve tek bir kişiyi yok edecektim. Eduardo’yu. Ve her zaman ondan bir adım önde olacaktım.

Marino’ya döndüm. “Hastanenin arka girişine gidelim.”

Hiç soru sormadan direksiyonu çevirdi. “Adam ne olacak, patron?”

Gözlerim karanlığa kaydı. “İlgilenirsin.”

Başını hafifçe eğdi. “Emredersin.”

Hastanenin arka kapısına vardığımızda, kapı kolunu kavradım ve arabadan indim.

Şimdi Lucia’yı görecektim. Sonunda.

Bölüm : 08.09.2024 21:27 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...