16. Bölüm

15

kitsudaphne
kitsudaphne

YILDIZLAR HER ZAMAN PARLASIN.

OY VE YORUMLARINIZLA DESTEK OLURSANIZ SEVİNİRİM.

INSTAGRAM, TİKTOK VE YOUTUBE'DAN TAKİP ETMEK İSTERSENİZ; @MİSTYVİBE3

 

DAHA FAZLA KARAKTER TANITIMI VİDEOSU İÇİN INSTAGRAM VE TİKTOK;

@MİSTYVİBE3

 

“Beni kendine çektiği her an, aynı hızla uzaklaşıyordu. Kalbim onun etrafında bir ip gibi düğümlenmişti; ne çözebiliyor ne de koparabiliyordum. Ve işte tam da bu yüzden, ona her geçen gün daha çok bağlanıyordum.” — Lucia

Lucia

Günlerdir Lucas’ı görmüyor, hatta onunla konuşamıyordum bile. Kafam karışmış, hislerim içimde düğümlenmişti. Artık onun hakkında ne düşünmem gerektiğini, ne hissetmem gerektiğini bilmiyordum.

Lucas’ın zıt tavırları, ruhumun derinliklerinde yankılanıyordu. Bir an tüm dünyamı aydınlatıyor, gözlerinin derinliğinde kaybolurken kalbime dokunuyor; hemen ardından sanki hiç var olmamış gibi kayboluyordu. Ona ne kadar yaklaşmak istesem, o da bir o kadar uzaklaşıyordu. Bu çelişkili halleri ruhumu adeta kuşatıyor, içimde çözülmeyen düğümler bırakıyordu.

Kaybolmuş bir haldeydim. Lucas’ın varlığı beni kendine çekerken, yokluğu içimde bir boşluk bırakıyordu. O boşluğa her adım attığımda, daha derin bir çaresizliğin içine düşüyordum. Kalbimde taşıdığım yük, Lucas'ın tavırlarının ağırlığı altında eziliyordu.

Onun yokluğunda, her gün derslere gidip geldim, kafamı meşgul etmeye çalıştım, ama Lucas’tan uzak durmayı başaramadım. Aramızda yaşananların belirsizliği ruhuma bir baskı yapıyordu. Özellikle geceleri zihnimde hep o vardı. Gece, saklanmaya çalıştığım her düşünceyi, her acıyı açığa çıkarıyordu. Sessizlik, beni o hislerin içinde kaybolmaya zorluyordu. Geceler ağırdı; çözümsüz, soğuk, tekinsiz.

Bir gece kabuslarla uyandım. Rüyamda her şey alevler içindeydi; kıpkırmızı ve acımasız alevlerin arasında Lucas vardı. O, karşımda kollarını bana uzatmış, gözlerinde derin bir hüzün taşıyordu. O bakışlar, arkasında bir sır saklıyordu. İşte bu defa o sırrı çözebilmiştim: Lucas yaralıydı. İçinde sakladığı yaralar, ruhumda derin bir sızı yaratıyordu. O acının ağırlığını hissetmek, içimde tarifsiz bir boşluk bıraktı. Rüyadan sıçrayarak uyandım, kalbim hızla çarpıyordu.

Tekrar uyuyamadım ve telefonumu elime aldım. Ona mesaj atıp atmamakta tereddüt ettim. Acısını bir şekilde hissediyordum. O an, ondan uzak durmanın hiçbir şeyi çözmeyeceğini anladım. Lucas’ın sakladığı yaralara dokunmak istemekten kendimi alamıyordum. Kalbimdeki düğümler çözülmüyordu, ama artık biliyordum… Onun yaraları, benimkilerle iç içe geçmişti.

Sonunda kısa bir mesaj yazdım:

“İyi misin?”

Mesajı gönderdim, fakat “İletilemiyor” uyarısını görünce içimdeki boşluk daha da büyüdü. Daha fazla odada duramadım ve koşuya çıktım. Döndüğümde duş alıp hazırlandım. Bir şeyler yemeden Chloe’nin evine gittim. Suratımdan düşen bin parçaydı. Chloe son günlerde ne halde olduğumu bildiği için bu kez soru sormadı. Ama gün boyunca zihnim dağınık, düşüncelerim karmakarışıktı.

O rüyadan sonra daha fazla içime kapandım. Cuma günü Chloe sessizliği bozdu.

“Hafta sonu bende kalmak ister misin?”

“Olur,” diye yanıtladığımda içtenlikle gülümsedi.

“Belki ruh halini değiştirebilirim. Ne dersin?” dediğinde dudaklarımı büzerek yanıt verdim.

O sırada telefonuma gelen mesaj, ruhumu daha da karanlığa çekti. Mesaj, Lucas’tandı:

“Yaralandım S. Hat güvenli değil, iyileşir iyileşmez yanında olacağım.”

Mesajı okuduğum anda hemen onu aramak istedim. Chloe’ye balkonu işaret ederken aynı anda kapı çaldı. Balkona geçerken Carlo’nun içeri girdiğini gördüm. Ona el sallarken, Lucas’ı aradım. Kalbimdeki sabırsızlık her an büyüyordu. Hattın kullanılmadığı bilgisini aldığımda içimdeki endişeye yenik düştüm.

İçeri girdiğimde Carlo’yla selamlaştım ve Chloe ona kahve yaparken yanına oturdum. Yüzümdeki ifadeyi inceledi.

“Ne oldu?”

Daha fazla içimde tutamadım, anlattım. Mesajı gördükten sonra elimi tuttu, gözleri kararlı ve sakin bir güvenle parlıyordu.

“Onu bulmamı ister misin?” diye sordu.

“Bu mümkün mü?” dedim, neredeyse umutsuzca. İçimdeki korku, belirsizliğin yarattığı karanlıkla birleşmişti.

Carlo hafifçe gülümsedi, bakışlarında sarsılmaz bir bağlılık vardı. “Sizler için her şeyi yaparım, Lucia,” dedi, ses tonu o kadar içtendi ki içimde bir umut ışığı yandı.

“Lütfen Carlo,” dedim, sesim titriyordu. “En azından nerede olduğunu öğrenmeliyim.”

Gözlerinde kararlılıkla karşılık verdi. “Bugün öğreneceğim,” diye fısıldadı.

Carlo biraz oturduktan sonra yanımızdan ayrıldı. Ders esnasında dalgındım. Düşüncelerim hiç durmadan Lucas’ın etrafında dönüyordu. Sessizliğim bir noktada Chloe’nin sabrını zorlamaya başlamıştı; nihayet yüzüme dönüp ısrarla sordu:

“Bir şey olmuş. Lütfen bana söyle.”

Sesi şefkatle doluydu, bu sıcaklık bir anda içimdeki duvarları yıktı. Boğazımda bir düğüm oluştu, gözlerimi ondan kaçırarak zar zor fısıldadım: “Yaralanmış…”

“Ah, Lucia…” dedi, bakışlarında bir annenin şefkati vardı. Bana bir süredir “biriciğim” diyordu. Annemin bana bıraktığı bu sözcüğü, anlamını öğrendiğinden beri kullanıyordu ve ne zaman duysam içimde bir sıcaklık hissediyordum. “Her şey yoluna girecek, biriciğim,” diye fısıldadı, bana sarılarak.

O gece de beni yanında kalmaya ikna etti. Carlo, gece yarısına doğru yanımıza döndüğünde Lucas’ın yarasının ciddi olduğunu ama özel bir ekibin yanına gönderildiğini belirtti. Sözleri, içimdeki huzursuzluğu artırmıştı.

“O iyileşecek Lucia,” derken, Carlo’ya tüm kalbimle inanmak istedim.

Başımı salladım ama içimdeki korku durmaksızın büyüyordu. Onları daha fazla endişelendirmemek için yatağa gitmeye karar verdim.

“Ben içeride olacağım Chloe.”

Bana gülümsedi ve ikisini de öpüp Chloe’nin odasına geçtim. Düşünceler ağır, oda dar geliyordu. Huzursuzluk içinde karanlıkta öylece oturuyordum. Telefonuma mesaj bildirimi geldiğinde hemen açtım. Bilmediğim bir numaradan gelmişti.

“Beni merak etmişsin, S. Daha iyiyim. Endişelenme. Peki, beni özledin mi?”

Mesajı okurken yüzüme istemsizce bir gülümseme yayıldı. Ona sadece gülen bir emoji gönderdim, ama Lucas cevap vermekte gecikmedi.

“Bir gün cevabını alacağım.”

Kelimelerinin ardında derin bir kararlılık hissediliyordu. Tereddüt etmeden ona sordum:

“Peki sen beni özledin mi?”

Yanıtı neredeyse anında geldi: “Her bir saniye…”

Kalbimde bir sıcaklık dalgası yayıldı. Bu kelimeler, içimdeki buzları eritmişti, ama aynı zamanda beni daha büyük bir kaygının içine sürükledi. Onu yakınımda istiyordum, ama aynı zamanda bunun nasıl bir şey olduğunu kestiremiyordum.

“Sadece uyu, S. Yarın yanında olacağım.”

Yarın… Gerçekten gelecek miydi? Peki yarası o kadar kötü müydü? Aklımda sayısız soru yankılanıyordu ama sonunda yorgunluk ağır ağır göz kapaklarımı düşürdü. Lucas’ın mesajındaki umutla karışık endişe, rüyalarımın ortasında yankılanıyordu.

Lucas

Hayalbaz… Yani Eduardo… beni bir tuzağa çekmişti.

Costelliler ile ortak işimiz, üçüncü ve gizli ortak tarafından batmak üzereyken duruma müdahale etmek zorunda kalmıştım. Ama gizli ortağın Eduardo olduğunu ve bizimle yeniden oynadığını geç fark ettim. Oysa her zaman tetikteydim, her zaman bir adım önde olmak zorundaydım.

Eduardo’nun karşısına çıktığımda, yaralıydım. Sert, alaycı bakışları üzerimde dolanırken, odada sessizlik hâkimdi. Sanki aramızda görünmez bir ip çekilmiş, ikimiz de bu ipi germekten başka bir şey yapmıyorduk.

“Kıza yakınlaşman hoşuma gitmiyor.”

“Onu takip etmemi söyleyen sendin.”

Onun için Lucia’ya olan yakınlığım, bir zayıflık işaretiydi, bunu belli etmekten de geri durmuyordu. Kendine has bir soğukkanlılıkla, o duvar gibi duran ifadesini koruyordu, ama tüm bunların dışında aslında beni cezalandırmak, haddimi bildirmek istiyordu. Eğer ona aşık olduğumu bilse…

“Lucia,” dedi sonunda, kelimeyi özenle seçerek ve her harfinin üstünde durarak. “Onunla yakınlaşmayacaksın.”

Yanıtlamadım. Eduardo’nun gerginliği geçen her saniye artıyordu. O şeytani ifadesi yüzünde belirdiğinde tedirgin oldum.

“Beni zorluyorsun. Şartları da. Kız benim. Eğer ona bir adım atarsan, bu oyun erken biter.”

Bir süre sadece sustum. Ama bu sessizlik, fırtına öncesi o derin ve tehditkâr sessizlikti. Ona duyduğum nefretten daha fazlasını hissedemem sandığım her an, içimde yeni bir öfke filizleniyor, karanlık ve dizginlenemez bir nefrete dönüşüyordu.

Lucia’ya dokunursa… bununla yaşayamazdım.

Bazı yaralar yalnızca deriyi kesmez, ruhu parçalar. Ve bazı yangınlar asla sönmemek için başlar. Lucia benim yangınımdı. Öylece kül olup gitmesine izin veremezdim. Eduardo’nun oyuncağı olmayacaktı. Buna asla izin vermeyecektim.

Gözlerimi Eduardo’nun üzerine sabitledim ve soğuk bir fısıltıyla son sözü söyledim: “Bu oyun bittiğinde, Eduardo… Sadece bir kazanan kalacak.”

Bana yanıt vermedi. Ama bazen sessizlik, kelimelerin anlatamayacağı kadar çok şey söylerdi. Kapıyı işaret ettiğinde, daha fazla oyalanmadım. Çıktım.

Christian Costelli çoktan gelmişti. Adamlarım arabalarına geçerken ben doğrudan onun yanına gittim. Bakışları anında üzerime düştü, yaralandığımı fark etmesi yalnızca saniyeler sürdü.

“Bize gidiyoruz.”

Başımı salladım, yola koyulduk. Beni Palermo’daki evlerine götürdü. Zaten bu halde bir yolculuğa çıkamazdım. Çıkabilecek bile olsam, eve dönmek bir seçenek değildi. Cortez ve Mia beni bu halde görürse delirebilirlerdi. Eve vardığımızda, Costelliler’in ekibi hemen ilk müdahaleyi yaptı. Yorgundum. Ağrılar bedenimi kemirirken gözlerimi kapattım. Beni yalnız bıraktıklarında telefonum çaldı. Carlo’ydu.

“Bir sorun mu var, Carlo?”

“Neredesin?”

“Lucia için mi öğrenmek istiyorsun?”

“Evet.”

Gözlerimi kapattım. O da Lucia için endişeliydi.

“Sicilya’dayım. Yaralandım ama döneceğim.”

“Yardım edebileceğim…”

“Yok. Sadece Lucia’ya dikkat et yeter.”

“Bunu zaten yardımcıların yapmıyor mu?”

İç çektim.

“Görüşürüz, Carlo.”

Konuşmayı sonlandırıp telefonu yüzüne kapattım. Uyuyakalmışım. Geç saatte uyandığımda hava kararmıştı. İlk iş Lucia’ya mesaj attım.

“Beni merak etmişsin, S. Daha iyiyim. Endişelenme. Peki, beni özledin mi?”

Bir süre sonra gelen tek bir gülen emoji… Küçük ama meydan okuyan bir hareketti. Lucia’yı bu yüzden seviyordum. Bana karşı duruşunu… boyun eğmemesini.

Gülümseyerek cevap yazdım.

“Bir gün cevabını alacağım.”

Ama aslında cevabı zaten biliyordum. Sonra Lucia’dan bir mesaj daha geldi. Kalbime doğrudan hedef almış gibiydi.

“Peki, sen beni özledin mi?”

Yanıtı düşünmeden yazdım.

“Her bir saniye…”

Kalbim onu arıyordu. Bedenim, ruhum, her şeyim… Onun kokusuna, varlığına ihtiyacım vardı. Yaralıydım ama bu engel değildi. Artık Lucia’yı görme vaktiydi. Son mesajı gönderirken içimden geçeni de yazdım: “Sadece uyu, S. Yarın yanında olacağım.”

Telefonu kenara bırakıp gözlerimi kapattım. Christian içeri girdiğinde önce uyanık olup olmadığımı kontrol etti.

“Nasılsın?” diye sordu, yanımda otururken.

Acı bir gülümsemeyle omuz silktim.

“Daha iyi zamanlarım olmuştu.”

Christian başını salladı. Gözlerinde öfke vardı. Hayal kırıklığı.

“Hepimiz nasıl bu kadar yanılabildik?”

“Karşımızdaki Eduardo, Christian. Kendine kızma.”

“Oraya seninle gelmeliydim.”

“İyi ki gelmedin, yoksa beni toparlayamazdın.”

Sessizlik. İçinde pişmanlık dolu bir sessizlik.

“Birkaç gün dinlen.” dedi sonunda. “Toparlandığında Mia’yı görmene belki izin veririm.”

Başımı iki yana salladım.

“Adaya döneceğim.”

Christian bana delirmiş gibi baktı.

“Dalga geçiyor olmalısın.”

“Lucia’yı görmem lazım, Christian.”

Bakışları yumuşadı. Beni tanıyordu. Ne kadar inatçı olduğumu biliyordu. Ama bu inat değildi… Lucia benim için her şeydi.

“Ekiple gideceksin.” dedi sonunda. “Onu gördükten sonra oyalanmadan buraya döneceksin.”

“Tamam.”

Başını iki yana salladı.

“Buna izin verdiğime inanamıyorum.”

Gülümsedim.

“İzin almadım, Costelli. Kendini şimdiden lider mi ilan ettin?”

Gözlerini devirdi.

“Aptal!”

İkimiz de gülmeye başladık. Tam o an, Christian ayağa kalkmama yardım etti. Küçük bir hareket bile bedenimi sarsıyordu.

“Bu halde dayanamazsın.” dedi, endişeyle.

“Onu görmezsem de dayanamam, Christian.”

Derin bir nefes aldı. Gözlerinde anlayış vardı.

“Aşk… Karşı koyamadığımız tek şey.”

Sessizlik ikimizi de içine çekti. O gece ilaçların etkisiyle derin bir uykuya daldım. Ertesi sabah bir şeyler atıştırdım ve sonunda ekiple birlikte yola çıktım. Lucia’yı görmeliydim. Onun güzel gözlerine bakmalıydım. Ona sarılmalıydım. Başka hiçbir şeyin anlamı yoktu.

Lucia

Sabahın erken saatlerinde uyandım, Chloe hâlâ derin bir uykudaydı. Ona sessizce baktım, huzur içinde uyuyordu. Nefes alışları bile sakinliğin bir yansımasıydı. Telefonumu kontrol ettim; Lucas’tan yeni bir mesaj yoktu. Lucas’ın yokluğu, hiçlik gibi bir şeydi, insanın içini üşüten bir hiçlik.

Chloe’yi uyandırmadan hızla hazırlandım ve kruvasan almak için kapıdan çıktım. Karşımdaydı. Lucas buradaydı; yüzünde her zamanki cezbedici gülümsemesiyle, kollarını açmış bana bakıyordu. Rüyamdaki gibi.

Tereddüt bile etmeden ona doğru yürüdüm ve sıkıca sarıldım. Onu hissetmek, yeniden nefes almak gibiydi. Ancak aniden, derin bir inilti duyunca geri çekildim. Gözlerim, Lucas’ın yüzündeki acıyla karışık gülümsemeye kilitlendi.

“İyi misin?” diye sordum, sesimde istemsiz bir titreme vardı.

Bakışlarım üzerindeydi. Gözlerim, yarasını bulmak için onu tarıyordu. Bunu anladığında hafifçe elimi tuttu, dokunuşu temkinliydi. Sonra elimi yavaşça sağ karnının altına, acının saklandığı noktaya yönlendirdi.

“Burası… buradan yaralandım,” diye fısıldadı.

Lucas, her zaman güçlü ve sarsılmaz biriydi; onu böyle savunmasız görmek yüreğimi sıkıştırdı. Bir an gözlerim endişeyle doldu. Bunu fark etmiş olacak ki, hafif bir gülümsemeyle, alaycı bir tonla konuştu: “Düşüncelerindeki o endişeyi bırak, S. Sadece karşımdakiler kalabalıktı, hepsi bu. Hem…” Gözleri biraz daha ciddileşti. “Aklımdan hiç çıkmayan bir güzellik vardı; dikkatim dağılmış olabilir.”

“Lucas…” dedim, ama kelimelerim boğazıma düğümlenmişti. O anda ona ne söyleyebileceğimi bilmiyordum; hissettiğim her şey, kelimelerimin ötesindeydi.

Bir anda beni kendine çekti, boynuma eğildi. Onun sıcak nefesi tenimde yankılanırken bedenimde bir ürperti hissettim. Aramızdaki bağ, görünmeyen, sarsılmaz bir ip gibiydi; karmaşık ve derin. Kördüğüm olmuş, ipler dolanmış, ama hiçbir şekilde kopmuyordu.

“Seni özledim, S,” diye fısıldadı kulağıma. “Ama sanırım bir süre daha özlemek zorunda kalacağım.”

“Neden?” diye sordum, sesimdeki çaresizliği saklayamıyordum.

Gözlerini bana dikerek, bir an bile tereddüt etmeden, “Özel bir tedaviye ihtiyacım var,” dedi.

Bu sözler, içimde derin bir yara açtı. Beni sessizliğe sürükledi. Gözlerim dolarken, titreyen dudaklarımdan kelimeler zar zor çıktı: “O zaman neden buradasın? Tedaviye hemen başlaman gerekmiyor mu?”

Lucas bir an derin bir nefes aldı. Sözlerinin acısını hafifletmek istercesine elimi sıktı. “Seni görmem gerekiyordu,” dedi, sesi hafifçe titriyordu. “Ayrıca geleceğimi söyledim. Verdiğim sözleri her zaman tutarım.”

Sözcükleri içimde yankılandı, kalbimde hissettim. O anda birbirimize bakarken, kalbimin her vuruşu onun için atıyordu.

“Sen delisin,” diye fısıldadım, ama içimde yankılanan, ona olan sevgimi saklayamadan.

Lucas, o içime işleyen gülümsemesiyle karşılık verdi, ama acı bakışlarının derinlerine kadar işlemişti. “Evet, öyleyim. Peki, beni özleyecek misin, S?”

Kalbim ansızın hızla çarpmaya başladı, yanaklarımın ısındığını hissettim. Onun gözlerindeki karanlıkta gizli bir ışık vardı; adeta tüm dünyayı geride bırakıp, sadece beni görmek isteyen bir bakış.

Yüzüme eğildiğinde onu durdurmadım. Alevler… Yine etrafımızı sarmıştı. Lucas’la her zaman ateşin içinde gibiydik; yakıcı, tehlikeli ama kaçınılmaz. Beni öptü. Hafif ama içinde derin bir tutku saklıydı. Geri çekildiğinde, bakışlarındaki yoğunluk kadar karanlık da derinleşmişti. Çekilmiş bir yay gibi gerilmişti.

“Her adımında yanında olacağımı unutma,” dedi, sesi kararlı ve sakin. Sonra gözlerindeki o yoğun parıltı daha da belirginleşti. “Pedro'ya yaklaşmayacaksın. Eğer ona bir adım bile atarsan... sonuçlarına Pedro katlanmak zorunda kalır.”

Sözlerindeki uyarı, içimde yankılanan derin bir sarsıntı yarattı. Lucas, o tanıdık karanlığını bir kez daha gözler önüne seriyordu. Onun içindeki gölgeyi uzun zaman önce fark etmiştim, ama şimdi… şimdi bu gölge hem beni koruyor hem de benden uzaklaşmasına sebep oluyordu. Aramızda sarsıcı bir mesafe vardı. Her zamanki gibi, bir adım yaklaşıyor, bir adım uzaklaşıyordu. Ama bu kez fark ediyordum ki… bu ritim, bizi yavaş yavaş tüketiyordu.

“Gitmem gerek, Lucas,” dedim, sesimdeki hayal kırıklığı kendimi ele veriyordu. “Geçmiş olsun.”

O ise belli belirsiz bir acıyla baktı bana. “Bana kızma, S. Seni korumaya çalıştığımı görmezden gelme.”

Sözlerinin ağırlığı omuzlarımda hissedilirken, elimi yüzüne kaldırdım, parmak uçlarım dikkatlice yanağında gezindi.

“Belki de… beni görmezden geldiğin için bir şeyler yanlıştır, Lucas.”

Bakışlarında derin, yumuşak bir anlayış belirir gibi oldu. Ona bir adım daha yaklaştığımda bu kez nefesi düzensizleşen, o oldu. Sonra yavaşça fısıldadım, sesimde bir tür sitemle: “Belki de bana emirler vermesen, sürekli sınırlar koymasan her şey yoluna girerdi. Hiç bunu düşündün mü?”

Bu sözlerin ardından, beni kendine doğru çekti, sarıldı. Boynuma yüzünü saklarken kokumu içine çekiyordu, sanki kaybolduğumuz bir dünyayı yeniden buluyormuş gibi.

“Senden uzakta olmak… içimde kapanmaz bir boşluk açıyor. Yanında değilken, gözlerine bakamamak, sana dokunamamak… ve en kötüsü, seni koruyamayacağımı bilmek… bu düşünce içimde büyüyor, S. Beni tüketiyor.”

Bu içten itiraf, kelimelerinin ötesindeydi. Ama o an geri çekildi, bakışlarında aşk kadar güçlü bir kıskançlık vardı, neredeyse sahip olamayacağını anladığı bir şeyin derin kaybını hissediyormuş gibiydi.

“Onun senin yanında olmasına dayanamıyorum,” dedi, sesi içsel bir çatışmanın yankısı gibiydi. “Sana dokunabilmesi ihtimali bile… içimdeki tüm sınırları yıkıyor. Bu, içimde yanardağ gibi patlayan bir şey, bunu anlayabiliyor musun?”

Lucas’ın yüzü gerildikçe, kalbinde de bir çatlak açılıyor gibiydi. Kalbim ve ruhum ona aitti; bunu biliyordum. Ama onun sözleri, bu sahiplenici tavrı… içimdeki kırılgan yapıyı zorlayan bir ağırlık taşıyordu. Henüz bir adım atmamışken, bu kadar ileri gitmesi beni incitiyordu. Onu kırmamak, daha fazla üzmemek adına bir adım geri çekilmeliydim. Yanında kalırsam, söyleyeceğim her şey onu yaralayacaktı.

Gitmek için arkamı dönmeye kalktığımda, onun sıcak tutuşunu bileğimde hissettim. Gözlerinde, sanki gözlerimin derinlerinde bir şeyler arar gibi, tutkuyla ve biraz da acıyla dolu bir bakış vardı.

“Gitmeden önce bana bir söz ver,” dedi, sesi karanlık bir fısıltı gibi, derin ve ciddi.

Ona meydan okuyan bir bakışla karşılık verdim. “Tamam. Pedro’ya yaklaşmayacağım.”

Bu sözler dudaklarımdan dökülürken, aramızda adeta bir sessizlik yankılandı, biriken onca sözcüğün ağırlığıyla örülü, soluklarımızı yavaşlatan bir sessizlik. Asansörün düğmesine bastım, kapı anında açıldı. İçine adım atıp, Lucas’a son kez baktım. Bana o tanıdık, meydan okuyan bakışıyla karşılık veriyordu. Ama bu sefer, veda eden ben oldum.

“Sana da yaklaşamam, Lucas,” dedim, kapı kapanırken.

Kapı kapanmak üzereyken Lucas’ın çenesinin sıkıldığını, yüzündeki gerginliğin derinleştiğini gördüm. Sanki her sözcüğüm, ondan biraz daha uzaklaşmama neden oluyordu ve o, buna engel olamıyordu. Bu şekilde devam edemeyeceğimi, yavaş yavaş kendimden uzaklaştığımı biliyordum. Kapı kapanırken Lucas’ın bakışları gözlerime değdi; içinde yoğun bir acı, hayal kırıklığı ve özlem vardı.

Aramızda sönmeyen, sessiz bir yangın vardı. Alevlerini saklayan, ama bir kıvılcımla her şeyi yakıp kül edebilecek bir ateş. Bazen, en sessiz yangınlar her şeyi yok edecekleri anı beklerdi. Ve bu bekleyiş, o kadar derin ve yoğun bir acıydı ki, aramızdaki bağ her geçen saniye biraz daha zorlanıyordu. Hem uzaklaşıyor hem de dönüp birbirimize çarpıyorduk; bu, alevlerin içinde yanmak gibiydi. Her şey olup bitmişti, ama içimizde biriken kelimeler hiç dinmedi.

Bu yangını söndürmek mi gerekiyordu, yoksa korumak mı? Cevapları belki ikimiz de bilmiyorduk, ama bildiğim tek şey, Lucas’a dair hissettiğim bu yoğunluk, beni yavaş yavaş içten içe yakıyordu.

Lucas

Kapı kapandı. Lucia’nın arkasında bıraktığı boşluk, içimde koca bir girdap gibi dönmeye başladı, sanki kalbim çekilip alınmıştı. Parmak uçlarım hâlâ bileğini kavradığım, ona dokunduğum anın anısıyla sızlıyordu; o an, o ince, kırılgan dokunuş… sanki teni hala avucumdaydı, ama artık yoktu.

“Sana da yaklaşamam, Lucas.”

Bu sözler içimde yankılanıyordu, kulağımda kırık bir ezgi gibi inatla tekrar eden bir fısıltı oluşturuyordu. Lucia, o kadar yakınımdayken bile o cümle bir uçurum gibi aramızda duruyordu. Ona ne kadar uzanmak istesem, o kadar uzaklaşıyordu. Ve ben, gözlerindeki her an bir araya geldiğimiz, dağıldığımız, yeniden kavuşmak için sürüklendiğimiz o bağı çözmekten de, kaybetmekten de korkuyordum. Belki de bana dokunduğu anda hissettiğim son şey, onu tutmak için bir yol bulamamanın çaresizliğiydi.

Onu sadece korumak istiyordum; onu, benim olan her şeye sığdırmak. Onu koruyamazsam, kim koruyacaktı? O an... içime kıskançlığın zehri yayıldığında, tek düşünebildiğim Pedro oldu. İçimdeki karanlık yüzeye çıkmak için çırpınıyor; onun Pedro’nun yakınında olma ihtimali, gözlerinin ona gülümsemesi… bu ihtimaller bile içimdeki tüm dengeleri bozuyordu. Kendime ve duygulara karşı koyamıyordum, ona duyduğum aşk, sevgi ve kıskançlık her şeyin ötesindeydi. Birine bu kadar sahip olabilme arzusu, birini bu kadar içime işlemek… ve yine de onu kaybetmenin sınırında durmak.

Onu koruyacağımı söylemiştim, ama belki de ona en çok acıyı yaşatan bendim. Ona, kendi karanlığımı yüklüyordum, sanki her kaçmaya çalıştığında karşısında duran bir duvar gibi yolunu kesiyordum. Bu karanlık, onun üzerindeydi; onu sardığında, ne kadar incindiğini görebiliyordum. O adım adım uzaklaştıkça, ben kendimi kaybediyordum.

Gitmesi, içimde yanmaya devam eden o derin ateşi besliyordu. Biliyordum; içimde o varsa, bu alev asla sönmeyecekti. Sadece Lucia’nın varlığı değil, yokluğu bile içimdeki yangını körüklüyordu. Kendi ellerimle kurduğum bu sınırları, kendi içimde yıkamıyordum.

Bazen birini sevmek, ona sahip olmaktan çok daha zor olabiliyordu. Kalbimde böylesine yakıcı bir yangın varken, onu özgür bırakmayı öğrenmeye çalışıyordum… Ama başaramıyordum. Çünkü bazı yaralar yalnızca deriyi kesmez, ruhu parçalar. Ve bazı yangınlar, sönmek için değil, sonsuza dek yanmak için başlar. Lucia benim yangınımdı ve ben, o ateşin içinde yanmayı göze almıştım. Onu asla bırakmayacaktım.

Lucia

Lucas bir aydır ortalarda yoktu. Tedavi göreceğini biliyordum, ama yokluğu beni huzursuz etmişti. Sanki her şey onunla birlikte sessizliğe bürünmüştü. Bir gün aniden döneceğini hissediyordum, fakat sınıfa adım attığında, bu kadar hazırlıksız yakalanacağımı hiç düşünmemiştim.

Onu karşımda görünce bir an nefesim kesildi. Zihnimde dönen düşünceler susmak bilmiyordu, gözlerim ona takılıp kalmıştı. Bakışlarımız buluştuğu anda içimde süregelen o karışıklığın tekrar alevlendiğini hissettim. Sanki birbirimizden hiç uzaklaşmamış gibiydik. Ve onu çok özlemiştim.

Lucas hafifçe gülümsedi. Bu gülüş, yine her şeyi anladığının bir işareti gibiydi. Sakin bir tavırla yerinden kalktı ve yanıma oturdu. Hareketlerindeki rahatlık, sanki hiçbir şey olmamış gibi sıradandı.

“Nasılsın, S?” dedi, sesi alçak bir fısıltıya dönüşürken. “Beni özledin mi?”

Bir şey söylemeye çalıştım ama kelimeler boğazıma takıldı. Gözlerimi kaçırmaya çalıştım, fakat Lucas aniden belimden kavrayarak beni kendine çekti. Çenemi tutup bakışlarını gözlerime dikti. Onun varlığı, her şeyin önüne geçmişti; hareket edemiyordum. Nefesi yüzümdeydi, her kelimesi bir uyarı ve aynı zamanda dilek gibiydi.

“Özlediğini biliyorum, S. Ama bilmediğin bir şey var: Ben seni deli gibi özledim.” dedi, sesi derinden ve yumuşakça. Aramızdaki her nefes, sanki havayı tüketiyordu. Ondan uzaklaşmaya çalışsam da, Lucas beni daha da yakınına çekti. Kalbimin çarpışlarını tüm benliğimde hissediyordum.

“İyileştin mi?” diye sordum, sesim titrerken.

“Evet,” dedi kısa ve net bir şekilde. “Ama bu önemli değil.”

Pedro sınıfa girdiğinde, Lucas hala beni bırakmamıştı. Hatta daha da sıkı tutuyordu.

“Ona yaklaşmadın değil mi, S?” diye sordu, bakışları ciddileşirken.

Çenemdeki elini usulca boynuma kaydırdı ve nabzımı hissettiği yere parmağını koydu. Sanki her şey onun kontrolündeydi.

“Yanıtları bir şekilde alırım, Lucia,” dedi hafif bir gülümsemeyle. “Ve doğru olduklarından emin olurum. Şimdi cevap ver.”

“Hayır,” dedim, sesim fısıltıya dönüşürken.

“Lucia ve Lucas, orada neler oluyor?” Pedro’nun sesi sınıfta yankılandığında irkildim. Ama Lucas hiç umursamıyordu. Boynumdaki parmağını geri çekti, ama bakışları hala üzerimdeydi.

“Emin olacağım, S.” diye fısıldadı. “Bir şekilde.”

Bakışlarını Pedro’ya çevirdi, ders boyunca tek kelime etmedi. Ama ne elini belimden çekti ne de beni tamamen serbest bıraktı. Pedro’nun bakışları ders boyunca üzerimizdeydi ve Lucas bunun farkındaydı. Sessizlik içindeki gerilim, derin bir nefes gibi üzerimize çökmüştü.

“Yanlış cevap vermişsin, S. Bunun bir sonucu olacak,” derken oldukça ciddiydi.

“Lucas…” dedim, sesim titrerken ona baktım. Ama o yalnızca hafif bir gülümsemeyle karşılık verdi.

“Sakin ol, S. Her şeyin bir zamanı var.”

“Lucas, yerine geç. Şimdi!” Pedro’nun sesi sabırsızca yankılandı.

Lucas ona döndü, ama gülümsemesi yüzünde kalmıştı. “Burası iyi, Pedro,” diye karşılık verdi, sanki Pedro’nun sözleri hiç önemli değilmiş gibi.

“Sözümü dinle ve oradan kalk. İkiniz de dersi dinlemiyorsunuz.”

Aralarındaki kısa bakışma, sınıftaki havayı iyice ağırlaştırdı. Lucas, nihayet yanağıma hafif bir öpücük kondurup kalktı ve yan sıraya geçti. Yüzüm kızarırken, kalbim çılgınca atıyordu. Pedro’nun söylediklerinden hiçbir şey anlayamamıştım.

Bir süre sonra telefonuma bir mesaj geldi. Lucas’tandı.

“Fazla masumsun, S. Bu halin hoşuma gidiyor.”

Yine kızarmıştım. Telefonumu masaya bırakıp sessizliğe sığındım. O sırada Pedro sınıfa döndü, hiçbir şey olmamış gibi dersine devam etti. Zaman akışkan bir yanılsama gibiydi; varlığımdan soyutlanmış, anın içinde sürükleniyordum.

Ders bittiğinde Lucas yanımdan geçerken durdu.

“Akşam odana gelebilir miyim?”

Sesi alçak ama sarsılmazdı.

“Hayır.”

Gözleri, cevabımın ardındaki yankıyı çözmeye çalışır gibi üzerimde gezindi.

“Sadece seninle biraz vakit geçirmek istiyorum.”

Sözleri içimde yankılanırken hiçbir karşılık veremedim. Sadece baktım. Bakışlarım, içimdeki çelişkiyi belli ediyordu.

Pedro’nun sesi beni bulunduğum boşluktan çekip aldı.

“Lucia, seni bekliyorum.”

Lucas’a tedirgin bir bakış atarak Pedro’ya doğru ilerledim. Gözlerinde yanıp sönen o ifade içimde rahatsız edici bir kıvılcım bıraktı. Bunu açıklayamıyordum ama Lucas’ın gözleri her defasında beni bir girdaba çekiyor, kaçmak istesem de geri dönmekten kendimi alamıyordum.

Pedro’nun yanına vardığımda Lucas son bir bakış attı ve sınıftan çıktı.

“Bir sorun mu var?” diye sordu Pedro.

“Hayır.”

Bakışları üzerimde uzun süre gezindi, ardından başını hafifçe yana eğdi.

“Dikkatin her zamankinden daha dağınıktı, Lucia.”

“Bir daha olmayacak, Pedro.”

Ona alışmıştım artık. Soğuk ve korkutucu bakışlarına, mesafeli tavrına... Alışmış olmalıydım.

“Ek derse bir an önce başlayalım. Hazır mısın?”

Başımı hafifçe eğerek itaatkâr bir şekilde onayladım. Sessizlik içinde Ninjutsu pratiğine başladık. Zaman, Pedro’nun disiplinli ve kesin hareketleriyle şekil alıyordu. Öğrettiği her teknik, zihnimi berraklaştırıyor, karmaşadan uzaklaştırıyordu.

Bir saat sonra, dersi bitirdiğinde, sırama geçip çantamı toplamaya koyuldum. O da hazırlıklarını tamamlayıp beni bekledi. Birlikte sınıftan çıkarken sesini duydum:

“Acıktım.”

Şaşkınlıkla ona döndüm.

“Ben de.”

Gözlerinde anlaşılmaz bir ışık vardı.

“Hadi gel, restorana gidelim ve bir şeyler yiyelim.”

Tereddüt ettim. Ama sonra Lucas’ın sözleri yankılandı zihnimde. Odama gidersem oraya gelebilirdi. Yeniden... Zihnimi ve kalbimi karıştırabilirdi. Ve ben, bir anlığına da olsa bu karmaşadan kaçmak istedim.

“Olur.”

Akademiden çıktık. Gecenin meltemi tenime dokunurken Pedro’nun yanında yürüdüm. O, sessiz kalabilen insanlardandı—nadir ama kıymetli bir özellikti bu. Şu an, ihtiyacım olan tek şeydi. Restorana vardığımızda içerisi tenhaydı. Karşılıklı oturduk, ardından siparişlerimizi verdik. Sessizliği bir süre bozmadık.

“Konuşmak istersen dinlerim.”

Bunu söylerken sesi yumuşaktı ama zorlamıyordu. Başımı olumsuz anlamda salladım. Anladı. Susmaya devam ettik. Yemeklerimizi yerken, ardından kahvemizi yudumlarken, gecenin sükûneti içimdeki kaosu biraz olsun unutmama yardımcı oldu.

“Teşekkür ederim, Pedro.”

Bana baktı. Uzun, anlamlı bir bakıştı bu.

“Bir şey değil, Lucia.”

Sessizliği yine Pedro bozdu.

“Kalkalım mı? Seni akademiye bırakırım.”

“Gerek yok. Zahmet etme.”

“Gidelim, Lucia.”

İtiraz etmeme fırsat tanımadı. Suskunluğumun içinde yol aldık. Akademi kapısına vardığımızda Pedro’nun gözlerine baktım.

“İyi geceler, Pedro.”

Bakışlarında bir şey vardı. Ama çözemedim. O esnada rüzgâr hafifçe esti. Bir tutam saçım yüzüme düştü. O, dalgın bir hareketle, parmağıyla onu geriye çekti.

“Sana da iyi geceler, K.”

Aniden, ne yaptığını fark etmiş gibi geri çekildi. Gözlerimiz buluştu—ama kelimeler gereksizdi artık. Sonra, bana hiçbir şey söylemeden hızla uzaklaştı. Ve tam o anda, bir el ansızın kolumu yakalayıp beni içeri çekti. Tepki vermeye fırsatım bile olmadı.

“Biraz vakit geçirmeye ne dersin, K?”

İçimde bir huzursuzluk yükselirken, sakinleşmek için derin bir nefes aldım. “Lucas…” dedim, ama sesim bir fısıltıdan öteye geçemedi.

O, elimdeki çantayı zarif bir hareketle aldı ve asansöre yöneldi. Aramızdaki sessizlik, havayı daha da yoğunlaştırıyordu. Odamın bulunduğu kata bastığında, yüzünü bana çevirdi ve bir an sessizce baktı. Gözlerindeki dikkat, söylediklerimden çok suskunluğumu dinliyor gibiydi.

“Pedro’yla yakınlaşmaman gerektiğini söylemiştim.” Sesi o kadar yumuşaktı ki bir uyarıdan çok dostane bir hatırlatma gibiydi, ama altındaki ciddiyeti göz ardı etmek imkânsızdı.

Başımı eğdim, bakışlarımı kaçırmak istedim. “Ben…” diye başladım, ama sözlerim havada asılı kaldı. Elini çeneme koyup yüzümü ona çevirdiğinde, cümlemi tamamlamamın mümkün olmadığını anladım. Dokunuşu nazik görünse de altındaki irade sarsılmazdı.

“Konuşacaksan yalnızca gerçekleri duymak isterim, Lucia.” Sözleri yumuşaktı, ama beni yerime mıhlamıştı. Onun önünde gerçeği saklamak, ne kadar uğraşsam da mümkün olmayacaktı.

“Her zaman her şeyin cevabını almak zorunda mısın?” diye sordum, bakışlarımı yeniden kaçırmaya çalışarak. Sesimdeki kırılganlık beni ele veriyordu, ama Lucas’ın yanında direnç göstermenin zorluğunu çoktan öğrenmiştim.

“Hayır, her zaman değil.” Sesi, o tanıdık güveni taşıyordu. Bir adım daha yaklaştı. Bu kez nefesi yüzüme değecek kadar yakındı. “Ama konu sen olduğunda, her şeyi bilmeliyim.”

Ona meydan okuma cesareti bulmaya çalıştım, ama Lucas’ın yanında bu da zordu. “Aramızda bir şey yok,” dedim, sözlerime kararlılık eklemeye çabalayarak.

Lucas sustu, söylediklerimi değerlendirir gibi kaşlarını hafifçe çattı. Ardından dudaklarının kenarında o alışıldık, hafif gülümseme belirdi. “Öyle olsun, K.”

Bakışlarımı kaldırıp ona döndüm. “‘K’ ne demek?” diye sordum, bu sefer biraz daha cesur bir tonda.

Gülümsemesi biraz daha derinleşti. Sanki yanıtını vermek yerine, soru sormamın hoşuna gitmesine izin veriyormuş gibiydi. “Yakında öğrenirsin.”

“Yani sen biliyorsun, öyle mi?” diye sordum, sesi titreyen meydan okuma çabasıyla. Lucas, beni sakinleştirmeye çalışır gibi hafifçe başını eğdi. Yavaşça bana doğru eğildi, aramızdaki mesafeyi tamamen yok etti.

Onun kokusu burnuma doldu. Parmakları, saçlarımın arasında gezindi. Bu dokunuş, etkileyici olduğu kadar sahipleniciydi.

“Madem aranızda bir şey yok, bir daha onunla akşam yemeğine çıkmamalısın, S. Öyle değil mi?” Bu durumun onu rahatsız ettiği açıktı. Kelimeleri her zamanki kadar sert ve otoriterdi.

Lucas’ın her şeyi kontrol altında tutma alışkanlığı gerçekten sinir bozucuydu. İstemediği sorulara yanıt vermemesi kadar, benim içimde saklı kalan yanıtları ve duyguları anlaması da aynı derecede rahatsız ediciydi. Ama hakkımda her şeyi bilmesi, her adımımı takip etmesi en kötüsüydü. Ayrıca bu nasıl mümkündü?

Gözlerimi kaçırmak istedim ama Lucas, bakışlarımı esir almıştı bile. Bir adım geri çekilmeye yeltendim, ancak parmakları hâlâ kolumun etrafında sıkıca duruyordu.

“Sana bir soru sordum, Lucia.”

Sesi alçak ama baskındı. Ben ise yanıtını bilmek istediğim tek soruya odaklandım.

“Beni takip mi ediyorsun?”

Lucas, yüzüne yayılan yavaş bir gülümsemeyle başını hafifçe yana eğdi.

“Benim olanı gözden kaçırmam.”

Kalbim bir an durdu sandım. Öfke, şaşkınlık ve tarifi zor bir duygu içimde çarpıştı.

“Ben senin değilim, bir eşya da değilim, Lucas.”

Gözleri hafifçe kısıldı, parmakları gevşedi ama beni bırakmadı.

“Olamazsın S, sen benim ay tanrıçamsın. Ama benimsin.”

Cevap veremedim. Yine kalbimi ve aklımı çelmeyi başarmıştı. Şimdi içimdeki karmaşaya, onun içimi okuyan bakışları da eklenmişti. Onu göğsünden sertçe ittim.

“Bana böyle davranamazsın, benden hesap soramazsın. Sadece eğitmenimle yemek yedim. Ayrıca biz seninle…”

Cümlem, onun beni susturan o öpücükle yarım kaldı. Lucas’ın bakışları, içimdeki tereddüdü avuçlarının arasına almış gibi sıkıca tutuyordu. Geri çekildiğinde, tenimde hâlâ varlığının izleri kalmıştı—nefesi, dokunuşunun gölgesi, düşüncelerime kazınan hisleri…

“Bu cümleyi tamamlamasan daha iyi olur, S,” dedi, sesi kulağımın hemen yanında, ürpertici bir kesinlikle yankılanarak. “Çünkü arkasından gelecek her şey sadece bir yalan olacak.”

Sözleri içimde bir düğüm gibi çözüldü, ama aynı zamanda beni daha da sıkı sardı. Gerçek neydi? Yalan hangisiydi? En önemlisi… ben hangisine inanmak istiyordum?

Onun bu kadar yakın olması, söylediklerinin anlamını değiştirdi. Kaçmak isterken, bir adım daha yaklaşıyordum.

“Senden emin değilim, Lucas,” dedim.

Ama bu itiraf, baştan sona bir zayıflıktı. İkimiz de bunu biliyorduk. Lucas, parmaklarını dudaklarıma götürerek beni susturdu. Hareketi nazikti, ama söyledikleri kesin bir kararlılık taşıyordu.

“Aramızdaki bağı inkar edemezsin, Lucia. Sen de hissediyorsun, ben de. Sadece bunu kabul etmen gerekiyor.”

O an gözlerindeki ciddiyet beni tamamen savunmasız bıraktı. Parmaklarını yavaşça dudaklarımdan çekti.

“Bunu hissetmiyor gibi davranamazsın, S,” dedi, sesi bir yankı gibi zihnimde dolaşıyordu.

Benim içimdeki direniş, onun kararlılığından daha zayıf kalıyordu. “Lütfen, Lucas,” dedim.

Asansörün kapıları açıldığında, beni odaya yönlendirdi. Çantamı yere bırakarak, beni masanın üzerine oturttu. Yüzündeki sakin ifade, düşüncelerimi iyice altüst ediyordu.

“Bu kadar zor olmamalı, S. Seni korumam gerekiyor, ama sen bunu zorlaştırıyorsun,” dedi, elleri masanın kenarına dayalı olarak bana yaklaştı. Kalbim hızla atıyordu, ne yapacağını kestiremiyordum.

Lucas’ın karşımda duruşu, hem bir duvar kadar sağlam hem de bir fırtına kadar yakıcıydı. Sesi her zamanki gibi sakin ama alt metni her zamankinden daha karmaşıktı. Kimi zaman bir oyun gibi başlayan konuşmalarımız, farkında bile olmadan içimdeki en derin çatlakları buluyordu. Bu gece de bir istisna değildi.

Lucas’ın bakışları gözlerime mıhlanmış, nefesim ise hızlanmıştı. “Neden beni koruyorsun?” diye sordum, sesim beklediğimden daha kırılgan çıkmıştı.

“Kimden?” dedi, dudaklarının köşesinde beliren belli belirsiz bir tebessümle. “Doğru soruları sormayı öğrenmelisin.” Sesi yumuşak ama içinde anlaşılması zor bir gizem barındırıyordu.

“Zaten çoğu soruma cevap vermiyorsun, Lucas. O zaman sormanın ne anlamı var?” dedim, bakışlarımı ondan kaçırmaya çalışarak. Ama Lucas'ın bakışlarından kaçmak, bir rüzgardan saklanmak kadar anlamsızdı.

Gülümsemesi, yine bir sır saklıyordu. Her zaman olduğu gibi. “Zekisin,” dedi yalnızca.

Derin bir nefes alarak onun kurallarına göre oynamaya karar verdim. “Beni kimden koruyorsun?”

Lucas bir an sustu. Bakışları daha da karanlık bir hâl aldı, yüzü gölgelenmiş gibiydi. “Seni, sana zarar verebilecek herkesten koruyorum.”

“Pedro da bunlardan biri mi?” diye sordum, kelimelerim bir meydan okuma gibi havada asılı kaldı.

“Evet,” dedi Lucas, hiç tereddüt etmeden. Bu cevaptaki kesinlik beni ürküttü.

“Pedro bana zarar vermez,” dedim, kelimelerim neredeyse boğuk bir fısıltıya dönüşmüştü.

Daha ne olduğunu bile anlamadan Lucas belimi nazikçe kavrayıp beni kendine çekti. Teması bir ateş gibiydi, ama içinde bir sakinlik de barındırıyordu. Bu iki zıt duygu, yalnızca Lucas’ın etrafında bu kadar uyumlu olabilirdi.

“Öyle mi?” diye sordu, sesi neredeyse bir melodi kadar yumuşaktı. Parmakları belimde gezinirken, nefes almakta zorlandığımı fark ettim.

“Onu gerçekten tanımıyorsun, S.”

“Sen tanıyor musun?” dedim, kelimelerim aramızdaki gerilimi daha da yoğunlaştırıyordu.

“Fazlasıyla.”

Lucas’ın sesi, sözlerine derin bir anlam katıyordu. Bakışları, bir bulmaca gibi çözülmeyi bekliyordu. Ama ne kadar dikkatle bakarsam bakayım, cevabın ne olduğunu anlamak mümkün değildi.

“Ondan uzak durman daha iyi olur,” dedi, bu kez sesi daha nazikti ama hâlâ net bir otorite taşıyordu.

“Lucas, o benim eğitmenim ve aynı zamanda mentorlarımdan biri. Ondan nasıl uzak durabilirim?” diye itiraz ettim. Kelimelerim güçlü çıkmış olsa da Lucas’ın karşısında yeterince inandırıcı değillerdi. Bunu ikimiz de biliyorduk.

Lucas’ın diğer eli, nazik ama iddialı bir şekilde kalbimin üzerine yerleşti. Parmaklarının sıcaklığını yalnız tenimde değil, hücrelerimde bile hissettim.

“Kalbin bana ait. Başka kimsenin orada yeri yok, anlıyor musun?” dedi. Sesindeki güven ve sahiplenme, kalbimi sıkıştırdı. Bu, tartışılabilecek bir cümle değildi.

“Seni neredeyse hiç görmüyorum. Gördüğümde de sanki benden uzaklaşıyorsun,” dedim, kelimelerim farkında olmadan bir itirafa dönüşmüştü.

Lucas’ın gözlerinde bir yumuşama belirdi. “Daha önce de söyledim. Göremediğin zamanlarda bile pervanenim, S. Seni düşünmediğim tek bir anım yok,” dedi, sesi öylesine derindi ki kelimeleri içimde yankılandı.

Burnunu yanağıma hafifçe sürttü, hareketi nazikti ama etkisi büyüktü. Kalbim, sanki onun ritmine eşlik edercesine hızlanıyordu. “Beni asla unutmayacaksın,” diye fısıldadı.

Aramızdaki mesafeyi biraz açtı ama gözleri hâlâ üzerimdeydi. “Şimdi uyu ve söylediklerimi de düşün,” dedi.

“Düşüneceğim, Lucas,” dedim, sesim neredeyse duyulmayacak kadar alçaktı. Söylediğim şey hoşuna gitmiş olmalıydı; dudaklarında o tanıdık gülümseme belirdi. Her şeye rağmen, aramızdaki bağın gücünü hissetsem de bu, kolayca dile getirilebilecek bir şey değildi.

Tam odadan çıkmak üzereyken kolunu yakaladım. Yüzünde anlık bir acı ifadesi belirdi.

“Tamamen iyileştiğine emin misin?” diye sordum, endişemi gizleme zahmetine girmeden.

Lucas bana döndü ve bakışları bir anlığına yumuşadı.

“Sana bir sır vereyim mi?” dedi.

Merakla ona baktım, gözlerimin içinde bir cevap arıyormuş gibi bir hali vardı.

“Beni fiziksel bir yara kolay kolay öldüremez, S. Ama sen… sen beni yaralayıp yok edebilirsin.”

Sözlerindeki derinlik, kalbimde bir ağırlık oluşturdu. Onun gözlerindeki kararlılık ve sarsılmaz ifade beni her zaman etkiliyordu, ama bu sefer başka bir şey vardı. Aramızdaki bağ her geçen an daha da yoğunlaşıyordu. Bu bağın tehlikeli olup olmadığını ise henüz bilmiyordum.

“Beni bu kadar savunmasız kılabilen tek kişi sensin, Lucia. Umarım bunun farkındasındır… ve umarım bunu iyi kullanırsın,” dedi, sesi bu kez yumuşaktı ama altındaki ciddiyet inkar edilemezdi.

Sonra odadan ayrıldı. Giderken içimde bir boşluk bıraktı, ama aynı zamanda bir şeyleri yeniden başlatan bir his de vardı. Onun bıraktığı etki, asla kolayca unutulabilecek bir şey değildi.

Bölüm : 08.09.2024 16:57 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...