15. Bölüm

14

kitsudaphne
kitsudaphne

YILDIZLAR HER ZAMAN PARLASIN.

OY VE YORUMLARINIZLA DESTEK OLURSANIZ SEVİNİRİM.

INSTAGRAM, TİKTOK VE YOUTUBE'DAN TAKİP ETMEK İSTERSENİZ; @MİSTYVİBE3

 

DAHA FAZLA KARAKTER TANITIMI VİDEOSU İÇİN INSTAGRAM VE TİKTOK;

@MİSTYVİBE3

 

“Aşkın en saf hali, aynı zamanda en tehlikelisidir.” — Dante Alighieri

Lucia

İki ay…

Herkesten, her şeyden uzak geçen iki ayın sonunda bir şeyler değişmişti. Sanırım değişen bendim. Hayat, insanı kendi akışına göre şekillendirirdi; ne kadar direnirsen diren, sonunda o akışa kapılırdın. Ben de öyle olmuştum. Artık daha sessizdim. Bana gelen not hâlâ aklımı kurcalasa da eskisi gibi üzerinde fazla durmuyordum. Yine de bir şey vardı… O şey bir domino taşı etkisi yaratıyordu.

Sorun Lucas’tı. Hayatımdaki dengeyi bozan oydu. Hatta bundan çok daha fazlasıydı. Lucas ve onun kalbime yaptıkları... beni esas değiştiren şeydi.

İnsanlar, ilk aşkla değişirdi. Kalp değiştikçe, insan da değişirdi. Bu bir döngüydü. İçimde, ona doğru koşmak isteyen… hatta kanatlanıp uçmak isteyen bir kanarya vardı. Ama onun canımı yakabileceğini biliyordum. Tüm bu karmaşa içinde, kalbimi susturmaya çalıştım. Lucas’tan uzak durmaya çabaladım. Ama bu beni daha da dibe çekti.

O yüzden bu haldeydim. Dalgın. Sessiz. Kendi içine kapanmış.

Yeni Lucia’yı ne Chloe, ne Pedro, ne de Carlo -Chloe’nin erkek arkadaşı- sevmişti. Ama bana zaman tanıyorlardı. Biliyorlardı ki, tek ihtiyacım buydu. Sabırları, anlayışları ve sevgileri, aramızda kopmaz bir bağ oluşturmuştu. Onlar özellikle Chloe ve Carlo benim için hayatın en değerli armağanıydı. Ve bu yüzden kendimi şanslı hissediyordum. Geçen iki ayı, onların sayesinde sakince atlatabilmiştim.

O sabah… Güneşin ilk ışıkları odama dolduğunda, tarihi fark ettim. 22 Kasım, yani doğum günüm. Telefonum titrediğinde ekrana düşen mesaj Chloe’dendi.

“Günaydın, canım. Uyandın mı?”

Hemen cevapladım.

“Evet.”

Birkaç saniye sonra telefonum çaldı. Açtığımda Chloe’nin neşeli sesi kulağıma doldu.

“Doğum günün kutlu olsun canım! İyi ki doğdun, iyi ki seni tanıdım.”

Gülümsememe engel olamadım.

“Teşekkür ederim, Chloe. Sen de iyi ki hayatıma girdin.”

“Bugün bana gelebilir misin? Beraber güzel bir gün geçiririz. Akşam da kalırsın. Doğum gününü birlikte kutlarız.”

Derin bir nefes aldım.

“Chloe… Doğum günlerini kutlamayı sevmediğimi biliyorsun.”

“O zaman hayatımıza kattığın güzellikleri ve varlığını kutlarız canım. Lütfen, Lucia. Beni kırma. Hem Carlo da burada olacak. Söz veriyorum, her şey senin istediğin gibi olacak.”

Bir an duraksadım. Sonra pes ettim. “Peki, Chloe.”

“Harikasın! O zaman seni bekliyor olacağız.”

“Öğleden sonra gelirim.”

“Görüşürüz, canım.”

“Görüşürüz.”

Telefonu kapattığımda içimde bir huzur hissettim. Bugünü yalnız geçirmeme fikri… sanırım o kadar da kötü değildi.

Annemin hastalığını öğrendiğim gün, doğum günüme denk gelmişti. O günden sonra doğum günlerim anlamını yitirmişti. Annem hayattayken bile kutlamamıştım. Ama bugün… Belki de bir istisna yapabilirdim.

Hazırlıklarımı tamamladıktan sonra seçmeli derslerim için odadan çıkmak üzereyken… durdum. Kapının önünde, yerde iki gül vardı. Biri kırmızı. Biri siyah.

Elim titreyerek uzandım. İkisinin de anlamı farklıydı. Birlikte bırakılmış olmaları… bilinçli bir seçimdi.

Yanında küçük bir not vardı. Açtım.

“Siyah gül vazgeçilmez aşkı, kırmızı gül ise aşkın tutkusunu ifade eder S.
Hem vazgeçilmezim hem de en derin tutkumsun. Doğum günün kutlu olsun. — Lucas”

Kalbim hızlandı. Ellerim, istemsizce notu sıktı. Peki… Bugün doğum günüm olduğunu nereden biliyordu?

Bu konuda daha fazla düşünmek istemedim. Notu masama bırakırken gülleri, içi su dolu bir bardağa yerleştirdim. Lucas’a mesaj atmak istedim. Kısa bir an tereddüt yaşadım, ama vazgeçtim. Bir şey… beni durdurdu.

Kararsız kaldığım her an olduğu gibi, görmezden gelmeyi seçtim. Gerçeklere gözlerimi kapatan bir göz bandı gibi umursamamayı seçtim… Bir gün cesaret edebilirsem, o bandı çıkarırdım. Ama bugün değil.

İçimde yanıtını bulamadığım her soruyu derinlere gömdüm ve geç kalmamak için odadan hızla çıktım. Yemekhaneye gittiğimde gözlerim farkında olmadan onu aradı. Lucas’ı. Ama ne onu ne de diğerlerini görebildim. Aceleyle bir şeyler atıştırıp çıktım.

Günüm böyle geçti. Dersler, düşünceler, kaçışlar.

Derslerden sonra önce odama gittim. Bir süre dinlendim ve bir şeyler atıştırdım. Saat beşe doğru hazırlandım ve çantama birkaç parça giysi de alarak odadan çıktım. Oyalanmadan Chloe’nin evine gittim. Kapıdan içeri adım attığımda Chloe heyecanla bana sarıldı.

“Hoş geldin canım.”

Carlo yanımıza gelip yanağımdan öptü.

“Doğum günün kutlu olsun, güzelim.”

Gülümsedim. “Teşekkür ederim, Carlo.”

Chloe sabırsız bir şekilde elimi tuttu ve beni odasına doğru sürüklerken Carlo bana göz kırptı. “Chloe, neler oluyor?”

Yanıt vermedi. Odaya geçtiğimizde, yatağın üzerinde duran şey nefesimi kesti. Siyah, şık ve mini bir elbise. Etekleri çan şeklindeydi. Altında ise kalın topuk bantlı ayakkabılarım duruyordu. Ve bir kutu.

“Chloe…”

Heyecanla ellerini birleştirdi. Dudaklarını gergin bir şekilde sıktı. “Açsana.”

Carlo, Chloe’nin arkasında duruyordu. Onu bekletmeden kutuya yöneldim. Ellerim titreyerek kapağı kaldırdım.

Bu dijital bir fotoğraf çerçevesiydi. Açtığımda… Boğazım düğümlendi. Annemle olan tüm fotoğraflarımız içindeydi. Ayrıca Chloe ve Carlo ile birkaç fotoğrafımız da… Gözlerim doldu, çünkü annemle çok az fotoğrafım vardı ve ben…

“Bu, aldığım en özel hediyelerden biri.” Ayağa kalktım. Chloe’ye sarıldım. Ağlıyordum. O da. “Teşekkür ederim, Chloe.”

“Bir şey değil, canım. Anneni ne kadar özlediğini biliyorum.” Geri çekildi, gözlerimin içine baktı. “Bu çerçevenin başucunda durmasını ve onu her gün görebilmeni istedim.”

Gülümsedim. Hüzünlü ama minnettarlık dolu bir gülümsemeydi bu. “İkiniz de harikasınız. Teşekkür ederim.”

Carlo elbiseyi işaret etti. “Giyin, güzelim. Biz seni salonda bekleyeceğiz.”

Kaşlarımı çattım. “Nereye gidiyoruz?”

Carlo, hafifçe gülümsedi.

“Restoranda güzel bir akşam yemeği yiyeceğiz. Kutlamaları sevmediğini biliyorum. Bu yüzden tam sana uygun ama özel bir akşam olacak.”

Başımı salladım. İçtenlikle gülümsedim.

“Biraz makyaj yap.”

Chloe bana tatlı bir şekilde gülümsedi ve Carlo ile birlikte dışarı çıktı. Ben ise onlar çıktıktan sonra fotoğraflara bir kez daha baktım. Kalbimde bir sızı vardı, annemi özlemiştim. Aynı anda… bir neşe. Çünkü Chloe ve Carlo vardı. Onların varlığı, kaybolduğumu sandığım anlarda bile, yalnız olmadığımı hatırlatan en güzel şeydi.

Çerçeveyi şimdilik komodine bıraktım ve üzerimdekileri çıkardım. Siyah elbiseyi giyip ayakkabılarımı bağlarken, aynadaki yansımama baktım. Elbisenin beli tam oturuyordu. Etekleri çan şeklinde ve dizlerimin üzerinde bitiyordu. Belimde ise… üçgen şeklinde bir dekolte. Küçük ama fazlasıyla etkili bir ayrıntıydı.

Saçlarımı tarayıp açık bıraktım. Yüzümde hafif bir yorgunluk vardı ama Chloe için… Rimel ve nüde tonlarda bir ruj sürdüm. İşim bittiğinde gözüm yine telefona ilişti. Derin bir nefes aldım ve tek bir cümle yazdım.

“Güller için teşekkür ederim Lucas.”

Yanıt gelmedi. Belki o da benden uzak durmanın doğru bir karar olduğunu düşünmüştü. Chloe ve Carlo’yu daha fazla bekletmek istemedim. Dışarı çıktığımda, Chloe’nin gözleri parladı.

“Çok güzelsin, canım.”

Carlo gülümsedi, başını yana eğerek inceledi. “Etrafımda iki güzel kadınla işim zor olacak.”

Gülümsedim. “Teşekkür ederim.”

Chloe sabırsızca ellerini çırptı. “Hadi çıkalım.”

Evden çıktık. Restorana girdiğimizde, daha ilk adımda nefesim kesildi.

Lucas. Oradaydı. Karşısında Esther ile yemek yiyordu. Bakışları anında beni buldu. O an, içimde bir yer sarsıldı. Ama daha sarsıcı olan… o bakışların tüm vücudumda gezindiği an oldu. Gözleri elbisemde bir süre oyalandı. Ve… rahatsız oldu.

Bu kısa an yaşanırken, Chloe ve Carlo, başlarıyla Esther’i işaret edip onların yanına ilerledi. Ben de mecburen peşlerinden gittim. Masanın yanına vardığımızda, Lucas ayağa kalktı. Esther de.

Diğerleri sohbete başlarken, Lucas... bana fazlasıyla yaklaştı. Elini belime yerleştirdiği an, sıcaklığı ruhuma işledi. Dekolteyi fark ettiğinde, bir parmağı, tenime dokundu. Sonra… Kulağıma eğildi.

“Bu çok can sıkıcı bir elbise, S. Ve sen... çok güzelsin.”

Kalbimdeki kanarya çırpındı. Şakımaya başladı. Yine Lucas’a yeniliyordu.

“Ama elbisenden nefret ettim.”

Parmağı hâlâ tenimde, daireler çizerken düşünmemi engelliyordu. Nefesim hızlandı.

“Fazla dikkat dağıtıcısın. Kalbimde ve ruhumda deprem yaratıyorsun. Ardında kalan yıkımla baş edemiyorum. Seninle de. Aşkınla da.”

Beni biraz daha kendine çekti. Gözlerimi kapattım. Anın içine gömülmek istedim ama... hayır. Bu şekilde devam edemezdim. Geri çekilmeye çalışsam da beni bırakmadı.

“Gülleri beğendin mi?”

Başımı salladım. Bir an sonra fısıldayarak sorduğu soru beni şaşırttı.

“Bu gece, benimle ormandaki kulübeye gelir misin?”

Kaşlarımı çatıp fısıltıyla sordum. “Neden?”

“Senin için bir sürprizim var.”

Tereddüt ettim. “Ben… gelemem, Lucas.”

Gözlerinde bir şey vardı. Beklenti. Belki de umut. O ışığı yok etmek zordu, başka bir şey söyleyemedim.

“Düşün, S. Sonra konuşalım.”

Bana son bir kez yaklaştığında burnunu yanağıma değdirdi ve sonra öptü. Zaman durdu. Biz… bir tek birbirimize takılı kaldık. Esther ile sohbetin bittiğini anladığımda Lucas’tan uzaklaştım. Chloe ile Carlo’nun peşine takılırken Esther’e başımla selam verdim ve masaya geçtim. Yemek boyunca, Lucas’ın üzerimde gezinen bakışlarının hapsindeydim.

Bakışlarında aynı soru gizliydi. Bir yanım onunla gitmek istiyordu. Bir yanım kalmak. Neye karar vereceğimi bilemedim. Ama Chloe ve Carlo’ya bunu belli etmedim. Yemek boyu gülümsedim. Sohbete katıldım. Fakat içimde bir fırtına vardı. Yemek bittiğinde, Carlo bizi Chloe’ye bıraktı. İçeri yeni girmiştik ki, telefonum titredi.

“Binanın önünde seni bekliyorum.”

Bir an, kalbimdeki bir ses, “Git” dedi. Bu kez görmezden gelemedim. Onu susturamadım ve Chloe’ye döndüm.

“Chloe, biraz dışarı çıkmam gerekiyor.”

Kaşları kalktı. “Nereye, canım?”

Derin bir nefes aldım. “Lucas... onunla konuşmam gerekiyor.”

Önce tereddüt etti. Sonra başını salladı. “Tamam, canım. Ama sonra buraya gel.”

“Merak etme. Beni bekleme, uyu.”

Yanağımdan öptü. “Dikkatli ol.”

Gülümsedim. Üzerime montumu aldım. Anahtarları ve telefonu cebime sıkıştırdım. İçimdeki fırtınayı bastıramayarak… gittim. Giriş katına indiğimde, Lucas dışarıda beni bekliyordu. Ama… her zamanki gibi değildi. Siyah takım elbisesinin içinde, kalbimi durduracak kadar çekiciydi.

Bunu bana nasıl yapıyordu? Bir insanın bir diğerinin kalbinde hem fırtına koparıp hem de yangın çıkarabilmesi mümkün müydü? Aynı anda hem yıkım hem de tutku yaratabilmesi…

Bu nasıl bir cehennemdi?

Gözleri beni gördüğü an parladı. İçindeki mutluluk, delip geçti beni. Yanında durdum.

“Geldin.”

Sadece başımı salladım. Konuşamadım. O da bir yanıt beklemedi. Elimi tuttu. Her zaman bu kadar pervasızdı, ben de bu tavırlarına alışmıştım. Onu takip ettim. Hiçbir şey konuşmadan yürüdük. Neler olduğunu çözemiyordum ama… gitmek istedim. Zaten ben dursam kalbim onunla sürüklenirdi.

Adımlarımız aceleciydi. Kulübeye vardığımızda, Marino kapının önündeydi. Kapıyı açarken sesinde tuhaf bir resmiyet vardı.

“Hoş geldiniz, efendim.”

Bir an için duraksadım. Bu kadar resmi bir tavır… beni fazlasıyla şaşırtmıştı. Marino, bizi içeri götürdüğünde… Nefesim kesildi. Her yer siyah ve kırmızı güllerle donatılmıştı. Büyülenmiş gibi olduğum yerde kalakaldım. Bakışlarım etrafı tararken, alt dudağımı ısırdım. İçimde, adını koyamadığım bir karmaşa yaşandı.

Lucas montumu üzerimden aldı ve Marino’ya uzattı. Bakışlarını benden ayırmıyordu. O gözler… tekrar elbisemi buldu. Elbiseyi inceleyen, beğeniyle parlayan ama aynı anda onu yok etmek ister gibi kararan bakışlar. Aynı anda hem tutku hem öfke taşıyan o gözler…

Kalbim yeniliyordu. Hem de her seferinde onun çekimine kapılıp gidiyordu. Beni belimden tutup kendine çektiğinde, bakışlarında aşk, tutku ve hayranlık vardı. Nefesim düzensizleşti. Kalbimde bir yangın… büyüdü ve beni içine çekti.

Lucas eğildi. Dudakları yanağıma belli belirsiz dokundu ve kulağıma eğildi.

Buon compleanno, mia dea della luna. Doğum günün kutlu olsun, benim ay tanrıçam.”

Geri çekildiğinde aramızda oluşan boşluk… beni ürpertti.

“Gel, biraz oturalım.”

Elimi tuttu, beni koltuğa yönlendirdi. Oturduğumda Marino’ya başıyla bir işaret yaptı. Marino hızla yanımızdan ayrıldı. Lucas, bana dönük şekilde yanıma oturdu. Bir eli omzumdan kaydı, koluma indi. Dokunuşu hafifti ama içimde yarattığı etki… derindi.

Yüzüme eğildi.

“On yedi yaş sana çok yakışacak. Hayat bundan sonra sana tüm güzellikleri getirsin, S.”

Ilık nefesi bana çarptığı an… irkildim. Her şey normal gibi görünebilirdi. Onun nazik jesti. Doğum günüm için yaptığı sürpriz. Güller. Dokunuşları. Ama bizim aramızda hiçbir şey… normal değildi.

“Bunları neden yapıyorsun?” diye sordum, sesim fısıltı kadar zayıf çıkarken.

“Bugün doğum günün. Ben…” Bir an duraksadı. Gözleri gözlerimde kilitlendi. “Kutlamak istedim.”

Alaycı bir tavır alabilirdim. Ya da sinirle kalkıp gidebilirdim. Ama hiçbirini yapmadım. Sadece fısıldadım. Olabildiğince kararlı bir tonda.

“Sevgilim değilsin, Lucas. Hatta arkadaş bile değiliz.”

Bir anlık sessizlik. İfadesi asla değişmiyor, ama o ifadenin içinde saklı kalanlar beni mahvediyordu.

“Sen istemediğin için sevgili değiliz.”

Nefesim düzensizleşti. Gözlerimi kaçırdım.

“Benden uzak duracağını söylemiştin, Lucas. Ama bu… bu uzak durmak değil.” Yutkundum. “Bu… sadece kafa karıştırmak.”

Koyu bir gecenin izlerini taşıyan o bakışlar beni buldu ve belimi kavrayıp beni kendine yaklaştırdı. Gergindi. Fazla gergin. Ben… buna katlanmayacaktım. Bu haline. Ayağa kalktım.

“Kim olduğunu artık çözemiyorum Lucas, ama burada kalmayacağım. Seninle yalnız olmayacağım. Senin hakkında karar vermem gerekiyor. O güne kadar… seninle konuşmayacağım.”

Sözlerim bir bıçak gibi havada asılı kaldı. Tam arkamı dönmüştüm ki, Lucas hızla hareket etti. Beni kendine çevirirken, parmakları çenemi yakaladı. Sert. Ama aynı zamanda çaresizce tutunuyordu bana.

“Bu benim hayattan çaldığım bir gün, S. Yalvarırım… bana bir kez izin ver.”

Kalbimdeki kanarya, deli gibi çırpınmaya başladı. Ama… Ben onu bir kafesin içine kapattım ve geri çekildim.

“Hayır. Ayrıca doğum günlerimi kutlamayı sevmem.”

Lucas başını yana eğdi. Gözlerindeki gölgeyi görebiliyordum.

“Biliyorum.”

Kaşlarımı çattım. “Doğum günümü bildiğin gibi…” Cümlemi tamamlayamadım. Dudaklarım şaşkınlıkla aralandı. “Bunları nereden biliyorsun?”

Lucas, gözlerini üzerimden bir an bile ayırmadan cevap verdi. “Seninle ilgili her şeyi bilirim, S. Öğrenirim de.”

Tüylerim diken diken oldu. “Neden?”

“Çünkü benimsin.”

Sesindeki kesinlik, içimde soğuk bir ürpertiye neden oldu.

“Kalbin, aklın ve ruhundan geçen her şeyle, hayatının her bir anıyla… benimsin.”

Nefesimin yetmediği aşamaya gelmiştik. Lucas’ın bakışları dudaklarımdaydı. Beni öpmemek için kendini zorluyordu.

“Senin—”

“O cümleyi tamamlama.” Ses tonu çelik gibi sertti. “Bana yalan söyleme. Korkmanı anlarım ama yalana tahammülüm yok.”

Beni aniden kaldırıp arkamdaki masaya oturttu. Ellerini iki yanımda masaya yerleştirdi. Kaçışım yoktu. Yüzüme eğildi. Göz hizama.

“Sana yeterince zaman verdim.” Bakışları içimi delip geçerken ses tonu yavaş ve tehlikeliydi. “Bir yanıt almayı hak ettiğimi düşünüyorum.”

Tüm vücudum gerildi. Beni delirtiyordu. Sadece yakışıklılığı değil. Takım elbisenin vücudunu sarması, kasları, kokusu, sesi, dudakları… Her şeyi. Ama daha fazlası da vardı. Aramızdaki çekim. Dengemi alt üst ediyor, beni bir girdaba sürüklüyordu.

Hatıralar… can yakıcıydı. Nedense kalbimizi yaralayan anıları daha kolay hatırlardık. Beni öptükten sonra uzaklaşması gözümde canlandı. Bir sıcak, bir soğuk tavırları. Beni görmezden gelmesi. Kafamı karıştıran her tavrı. Kalbimde onun için açan çiçeklerim solmuştu. Bu… sonsuza dek böyle süremezdi. Lucas ne kadar centilmen görünürse görünsün, iyi bir adam değildi. İçindeki karanlığı hissedebiliyordum. Kanıtlayamasam da oradaydı.

“Gitmem gerekiyor.”

Lucas gözlerini kısmıştı. “Henüz değil.”

“Lucas—”

İtiraz etmeme izin vermedi. Parmağını dudaklarıma koydu. Bir an… ben sustum o da durdu. Sonra… çene kasları gerildi. Alt dudağını ısırdı ve fısıldadı.

“Bunun için… üzgünüm.”

“Ne—”

Dudakları dudaklarımı buldu. Sabırsızdı. Bencil. Bu sadece aşk ya da tutku değildi. Her hareketi gibi… beni sahipleniyordu. Artık olmazdı. Aramızda çözülmemiş, konuşulmamış şeyler varken ilerleyemezdim. Beni öpmesine izin veremezdim. Onu ittirdiğimde durdu. Bakışları, hissettiğim her duyguyu içinde taşıyordu.

“Beni öpemezsin.” Titreyen sesim, içimdeki kararlılığı yansıtıyordu. “Artık değil.”

Bakışlarındaki derin kavrayış… her şeyi anladığını gösteriyordu. Belki de ilk kez, benden bir adım geriye çekildi. Sadece bedeniyle değil. Kalbiyle de.

“Sanırım bu, bir yanıttı.”

Başımı eğdim. Fısıltı kadar zayıf bir sesle mırıldandım. “Üzgünüm, Lucas.”

Çenemden tutup başımı kaldırdı. Bakışlarındaki ifade, fazlasıyla yoğundu. Yok ediciydi. Yok ediyordu. Bir şeyleri. Ya da beni.

“Neden?”

Lucas’ın sesi, gecenin içinde yankılanan bir fısıltı kadar yumuşaktı. Dudağımı gergin bir şekilde ısırdım. Kelimelerim boğazımda düğümlendi. Ama saklanamazdım. Yalan da söylemezdim.

“Seninle ilgili her şey fazla yoğun, yapamıyorum.”

Lucas ile göz gözeydik. Bakışlarını bir an bile ayırmadı. O beni incelerken ben de o bakışlarında derinliklerinde saklı kalanları araştırdım. O bakışlar, gerçek bir yırtıcıya aitti. Bir jaguar. Vahşi. Acımasız. Yakıcı.

“Bu değil.”

“Bana bir uzak, bir yakın davranmana katlanamıyorum.”

Cümleler dudaklarımdan taşmıştı. Lucas gözlerini kıstı.

“Bu da değil. Gerçek nedeni söyle.”

Kalbim duraksadı. Lucas sadece kalbimi değil… Ruhumu hissediyordu. Gerçek Lucia’yı görüyordu. Hem de her zaman. Gözlerimi kaçırmak istedim ama kaçamadım. Ondan kaçmak kadar hislerimi görmezden gelmek de imkansızdı. Nefesimi tuttum. Doğru cevap… gözlerimin önünde duruyordu.

“Senden korkuyorum.” dedim sonunda.

Lucas’ın bakışlarındaki acımasız ve vahşi ifade yerini, bilinmez bir karanlığa bıraktı. Kalbim konuşurken, dudaklarım susmadı.

“Bana hissettirdiğin şeylerden korkuyorum. Senin gibi birine aşık olamam. Olmamalıyım. Başından beri her şey karmaşık, yoğun, yakıcı ve yok edici. Ben bunlarla baş edemem, Lucas. Seninle baş edemem.”

Bitirdiğimde, dünyanın en uzun konuşmasını yapmışım gibi nefes nefese kalmıştım. Ama Lucas’ın yüzündeki hüzün… Beni içten içe paramparça ediyordu.

“Peki, S.”

Sadece bu kadar. Sonra geri çekildi. Ceketinin cebinden dikdörtgen bir kutu çıkardı. Kutuyu açtığında nefesim kesildi. Ortasında zarif beyaz mineli bir çiçek olan kolye. O kadar ince işlenmişti ki, çiçeğin gerçek olduğunu sandım bir an.

“Bu çiçeğin adı Kaudupul.” dedi yumuşak bir sesle. “Ama sadece geceleri açtığı için ona 'Gecenin Kraliçesi' derler.”

Kolyeyi kutusundan zarif bir hareketle çıkardı. Bana yaklaştı. Ben adeta… büyülenmiş gibiydim. Lucas, kolyeyi boynuma götürdü. Dokunduğu her yer yandı ve ben bu yangında küle döndüm. Sonra çenemi tuttu. Parmakları hafifti ama bakışları… ağırdı.

“Aşk benim için tek kullanımlıktı, ay tanrıçam.”

Nefesim düzensizleşti.

“Sen… gecelerime ışık gibi doğan tek kişisin. Benim gecemin kraliçesisin. Kabuslarımı yok edensin. Bir gün bana dönmeni bekleyeceğim ama… seni tamamen bırakamayacağımı bil.”

Lucas’ın sesi, bir yemin gibi titredi.

“Seni rahatsız etmeyeceğim. Ama her zaman, bir şekilde, etrafında olacağım. Bir pervane böceği gibi.”

Söylemesine gerek bile yoktu. Biliyordum. Beni masadan indirdiğinde, ondan uzaklaşmak istedim. Yapamadım. Arkamı dönmeliydim. Ama yanından uzaklaşamadım.

Kelimeyi zorlukla çıkardım dudaklarımdan.

“Ben… özür dilerim, Lucas.”

Bazı kelimeler, ağızdan kolay çıkmıyordu. Lucas bu kez öfkeli değildi. Ama kırılmıştı. Onu yaralamıştım.

“Ama gerçekler bunlar. Her şey çok hızlı, Lucas. Karmaşık ve hızlı. Ben…”

“Anladım, Lucia. Rüyalar asla gerçek olmaz zaten.”

Söylediği son cümle havada asılı kalırken, hüznü kalbimi delip geçti. Göğsüm sıkıştı. Sonra, ona umut vermek istemediğim halde… inandığım bir şeyi söyledim.

“Belki de… bu neye inandığına bağlıdır.”

Lucas, acı bir tebessüm etti. “Benim yıllardır kabuslarım var, S.” dedi alçak bir sesle. “Tek rüyam sendin.”

Yanıt vermedim. Ne diyebilirdim ki? Onun gözlerinde aşkın en acı veren halini gördüm. Beni esas bu yakıyordu. Ama bir sonraki sözleri, içimdeki ateşi daha da körükledi.

“Gitmek zorundayım.” dedi. Sonra ekledi. “Bir süre adada olmayacağım.”

“Nereye?” diye sormadım. Soramazdım. Çünkü hakkım yoktu.

Lucas son kez eğildi. Dudakları dudaklarıma çok yakındı. Ama beni öpmedi. Belki de yaptığı sadece denemeydi. Parmak ucumda yükseldim ve yüzünü ellerimin arasına aldım. Dudağına hafif bir öpücük bıraktım. Geri çekildiğimde… Lucas’ın kendini zor tuttuğunu görebiliyordum. Bakışlarında yanan bir tutku vardı.

“Seni her bir zerremle özleyeceğim, S.”

Kalbimi alevler içinde bıraktı yine. Gözlerimi kapattım. Açtığımda… O yok oluşu gözlerinde gördüm. Zamansız çiçeklenmek, bitiş anlamına geliyordu. O yüzden zamansız çiçek açmamak gerekiyordu. Elimi kolyeye götürdüm.

“Bu çok güzel bir hediye. Teşekkür ederim. Onu saklayacağım.”

Lucas’ın dudakları kıvrıldı ama gülümsemesi ulaşmadı gözlerine.

“Sana uğur getirsin.”

Alt dudağımı ısırdığımda, Lucas’ın ilgisi dağıldı, ama kendini çabuk toparladı.

“Seni Chloe’nin evine götüreyim.”

Başımı salladım ve sessizce, yan yana, evden çıktık.

Lucas

Ben sonsuz geceye doğmuş bir adamdım. Karanlığı kucaklamış bir adam. Ama Lucia… O, sahip olduğum tek cennetti. Tek umudumdu. Ve umut… Taşıması, taşıyamamak kadar tehlikeliydi. Ürkütücü hatta yorucuydu.

Kalp, bazen sadece umutla hafiflerdi. Ama umut bir gölgeydi aynı zamanda. Tek bir sözle insan yerle bir olurdu. Tek bir sözle ruh üşürdü. Bugün Lucia, umudu ellerimden aldı. Ve içimdeki her şeyi mahvetti. Ben… dağılmıştım. Ama onu bırakma ihtimalim yoktu. Hem de hiç.

Onu hayatın, hayalbazın ellerine bırakamazdım.

Bilmese de benden korksa da ortada tek gerçek vardı. Lucia bana aşıktı. Biz aşıktık. Bu, görmezden gelinebilecek bir şey değildi. Saklanabilecek. Kaçılabilecek. Bastırılabilecek bir şey değildi.

Bir gün, o kollarıma gelecekti. Ben o güne kadar bekleyecektim. Belki o zaman… Her şey farklı olurdu. Belki o zaman, sırf onu korumak için ondan uzak durduğumu anlatabilirdim. Ona içimdeki aşkın sonsuz olduğunu söyleyebilirdim. Onu gördüğüm ilk anda çarpıldığımı. Kalbimin ve ruhumun, bir tek ona ait olduğunu. Ve onun benim cennetim olduğunu.

Ben cehennemde yaşayan bir adamdım. Lucia… o benim gözlerimi kamaştıran cennetti. Ben… o cennete ulaşmak için gerekirse tüm cehennemi ateşe verirdim. Bu oyuna. Bu kararsızlığa. Bu inkara karşı duracaktım. Çünkü Lucia benimdi. Biz birbirimize aittik.

Lucia’yı Chloe’nin evine bırakırken yüzünü inceledim. Gidemiyordu. Kalamıyordu da. Kendi içinde bir fırtına kopuyordu. Benim yarattığım fırtına. Evin önüne geldiğimizde elimi yanağına koydu. O masum bakışları gözlerime kilitlendi. Bu hali de bakışları gibi beni mahvediyordu.

Çok güzeldi.

Çok özeldi.

Kalbim bir kez daha tutuştu. Dudaklarına doğru eğildim ve fısıldadım: “Seni öpmeme izin ver.”

Dudakları aralandığında, bakışlarında geçen isteği görebiliyordum. Kalbinin fısıltılarını duyabiliyordum. Ama zihninde yankılananlar… onu durduruyordu.

“Olmaz, Lucas.”

Beni reddetmemişti. Bu kendini korumak için yaptığı bir şeydi. Yavaşça ondan uzaklaştım. Kapıyı açmasını bekledim. İçeri girdi, ama kapıyı kapatamadı. O orman yeşili gözler… yine benimkileri bulmuştu.

“Ne zaman döneceksin?”

“En kısa sürede. Zaten istesem de senden uzak kalamam, S.”

Gözlerini kapattı. Ve o güzel dudaklarını ısırdı. Bu hâli… Dayanılmazdı. Gözlerini açtı ama bana bakmadı.

“Görüşürüz, Lucas.”

“Görüşürüz, S.”

Son bakışından bile mahrum kalmıştım. Kapı yüzüme kapandığında içimdeki yangın büyüdü.

Sonra binadan çıktım ve beni bekleyen helikoptere doğru ilerledim. Adadan ayrıldım. Zihnimde o vardı. Kalbim ve ruhumu adada bırakmıştım.

Lucia hiçbir zaman benden uzak değildi. Kalbinizde taşıdığınız birinden nasıl uzak kalırdınız ki? Uzaklaşsa bile, ruhumun kıyılarında iz bırakıyordu. Ben de ondan kopamıyordum. Kopmak istemiyordum.

Mesajı geldiğinde, içimde garip bir heyecan oluştu. Parmaklarım ekrana kayarken bile, hissettiklerimi dizginleyemiyordum.

“Beni sürekli çelişkiler içinde bırakmak zorunda mısın, Lucas?”

Gülümsedim. Lucia… Hep böyleydi. Ateşle oynarken bile kendinin farkında olmayan bir alevdi. Ve ben o alevin içinde yanmaya razıydım.

“Farkında bile değilsin, S. Çelişkinin ta kendisisin. Hatta… yaşadığım en güzel çelişki sensin.”

Bekledim. Yanıt gelmedi. Ama biliyordum… Onun suskunluğu, kelimelerinden daha fazlasını anlatıyordu. Nefesinin düzensizleştiğini, kalbinin hızlandığını tahmin ediyordum—tıpkı benim gibi. Çünkü biz, sandığımızdan daha derin bir bağla birbirimize kenetlenmiştik.

Lucia… bulmayı bile ummadığım aşktı. Hayatın bana sunduğu en büyük armağan… Henüz bilmiyordu ama, biz aynı gün doğmuştuk. Bu gerçeği ona söylemek için doğru anı bekliyordum. Bazı şeyler, doğru zamanda söylendiğinde daha güçlü yankılanır, daha etkili olurdu.

Aramızda iki yıl vardı. Ve ben tüm yıllarımı, yarım bir ruhla geçirdiğimi onu gördüğümde anlamıştım. Şimdi onun ruhuyla tamamlanmışken, onu kaybetmeyi göze alamazdım. Asla.

Güzel Ay Tanrıçam… Seni beklemeye her zaman değer ve ben seni bekleyeceğim.

Telefonu son kez elime aldığımda, içimde birikenleri daha fazla tutamadım. Parmaklarım ekranda kayarken, hislerim sözcüklere döküldü:

“Ne kadar çabalasak da birbirimizi hayatımızdan silemeyiz. Çünkü biz ne kadar silmeye çalışsak, hikâyemiz daha da derine kazınır S.”

“Ne kadar uzaklaşmaya çalışsam da, yine sana dönüyorum, Lucas. Aramızdaki bağ… Bazen beni bile aşıyor. Ve bu beni korkutuyor. Peki ya bir gün… Bu hikâye bizi tamamen tüketirse?”

“Buna asla izin vermem S.”

Bir süre yanıtlamasını bekledim ama cevap gelmedi. Eve vardığımda Cortez beni karşıladı.

“Enkaz gibi görünüyorsun.”

Öyleydim. Bir şey demeden yanından geçip odama gittim. Üzerimdeki elbiselerle yatağa uzandım. Sabaha karşı beş gibi uyandığımda Lucia’dan mesaj geldiğini fark ettim ve hemen açıp okudum.

“Bazen en büyük yanılgımız seçim yaptığımızı düşünmek… Belki de çoktan yazılmış bir hikâyenin içinde kaybolmuş iki karakteriz. Ne kaderi ne de birbirimizi zorlamanın anlamı yok.”

Beni bu açıdan henüz tanımıyordu.

“Yanıldığını sana göstereceğim S. Bu hikâye bittiğinde, benim olacaksın. Birbirimize ait olacağız. Ve bunu kabul etmek zorunda kalacaksın.”

Gösterecektim. Ben asla vazgeçmezdim.

Lucia’ya daima yenilsem de ondan vazgeçmezdim.

Bölüm : 18.09.2024 17:00 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...