YILDIZLAR HER ZAMAN PARLASIN.
OY VE YORUMLARINIZLA DESTEK OLURSANIZ SEVİNİRİM.
INSTAGRAM, TİKTOK VE YOUTUBE'DAN TAKİP ETMEK İSTERSENİZ; @MİSTYVİBE3
DAHA FAZLA KARAKTER TANITIMI VİDEOSU İÇİN INSTAGRAM VE TİKTOK;
@MİSTYVİBE3
“Kelimeler yetersiz kaldığında, geriye yalnızca kalbin fısıltıları kalır. O fısıltılar, çoğu zaman aklın inşa ettiği duvarları yıkmaya gelir. Mantığın sustuğu yerde, hislerin gerçeği haykırır.” —Lucia
Lucia
Odaya adım attığım an, içimdeki ağırlık sanki bedenime çivilenmişti. Ne kadar kaçmaya çalışsam da, peşimden gelen bir gölge gibi, düşüncelerim beni bırakmıyordu. Çıkış yolunu bulmak istercesine, kendimi duşa attım. Suyun dinlendirici etkisi bu kez işe yaramadı ve zihnimdeki düğümler çözülmek yerine daha da karmaşık bir hal aldı. Uzun süre orada, suyun akışına teslim olmuş halde kaldım—sanki beni arındırmasını, belki de bir şeyleri unutturmasını bekliyordum. Ama bazı anlar suyun bile silemeyeceği kadar derindi.
Oyalanmadım. Duştan çıktığımda giyinip hazırlandım ve kapıyı açtığımda gördüğüm manzara beni duraklattı. Boş bir koridor ve yerde duran beyaz bir gül… Yanında zarif bir el yazısıyla yazılmış bir not vardı.
“O olmadığını biliyorum. Ama haklısın. Sana bu kadar yüklenmemeliydim. Özür dilerim.” —Pedro.
Notu elime aldım. Pedro'nun özür dilemesi... Bu, ona pek de uymayan bir şeydi. Onun doğasında özür dilemek değil, belki de görmezden gelip yoluna devam etmek vardı. Ama şimdi, burada, yerde duran o beyaz gülle birlikte, her şey alışılmadık bir anlam kazanıyordu. Gözlerim boş koridora kaydı, ama orada kimse yoktu. Sessizce kapıyı kapattım, notu ve gülü masaya bıraktım. İçimde adını koyamadığım bir huzursuzluk büyüyordu—bu yalnızca bir özür değildi. Daha derin, daha belirsiz bir şey fısıldıyordu.
Pedro… Bana her zaman destek olmuştu, ama aramızda aşamadığım bir mesafe vardı. Onun bana karşı hissettiklerini görmek zor değildi, ama ben… O duygulara sahip değildim. Belki beni anlamaya çalışıyordu. Belki de kendisini anlamaya. Ama ben onun kurtuluşu değildim. Ve olmayacaktım.
Yemekhaneye indiğimde, düşüncelerim zihnimde yankılanarak içimi daraltıyordu. Kalabalığın arasına karıştığım anda, bir şeylerin değiştiğini hissettim. Havadaki o tanıdık gerilim, tenime ince bir titreme gibi yayıldı. Lucas… oradaydı.
Bazen onu görmem bile gerekmiyordu, hissetmem yeterliydi.
Her zamanki gibi ekibiyle aynı masadaydı. Gözlerimiz kısa bir an buluştu—ama bu kez hemen kaçırdı bakışlarını. Aramızdaki mesafeyi bilinçli olarak koruyordu. Bunu biliyordum. O, yaklaşmanın tehlikeli olabileceğini bildiğiniz bir fırtınaydı. Kaçmam gerekliydi ama ben çoktan o fırtınanın içinde kaybolmuştum.
Yemeğimi alıp en uzak masaya geçtim. Camın ardındaki manzaraya bakarken, içimde bir boşluk büyüyordu. Ta ki… Bir gölge yanıma yaklaşıp sessizce oturana kadar.
Sarı saçları, koyu yeşil gözleriyle tanımadığım bir çocuktu. Ama gözlerindeki ifade, onun sıradan biri olmadığını söylüyordu.
“Sen Lucia olmalısın.”
Sözleri, her şeyin önceden yazılmış bir senaryonun parçası gibi yankılandı kulaklarımda. Ona sorgulayan bir bakış attım.
“Beni tanımazsın. Buna gerek de yok,” dedi, sesinde garip bir kesinlikle. Masaya küçük bir kağıt parçası bıraktı ve ardından hızla uzaklaşıp yemekhaneden çıktı. Bir an için hareket edemedim. Sonra notu aldım. Titreyen parmaklarımla açtığımda, içimde bir dalga yükseldi.
“Her şey dünya sahnesinde oynanan bir oyun. Peki sen, sadece hayatın sana verdiği rolü mü kabul edenlerdensin, yoksa kendi rolünü kendi seçenlerden mi?”
Nefesim kesildi. Bu… Bu, Hiçlik Kayası’nda maskeli adamın bana sorduğu soruydu. Kelimeler gözlerimin önünde dans ederken, etrafıma bakındım. Biri beni gerçekten izliyor muydu? Bir gölge kadar sessiz, bir nefes kadar yakın bir takipçi… Bu not… Sadece bir rastlantı mıydı, yoksa görünmeyen bir el zihnimle oyun mu oynuyordu?
Gerçekle paranoya arasındaki çizgi gitgide inceliyordu.
Lucas tam karşıma oturduğunda, tek yaptığı notu alıp okumak oldu. Hiçbir şey söylemedi. Ne bir yorum yaptı ne de kaşlarını çattı. Sadece kelimeleri gözleriyle tüketti.
Sonunda, gözlerini benden ayırmadan sordu: “Bu… bir anlam taşıyor mu?”
Onun zihninin kıvrımlarında dolaşan düşünceleri okumak her zaman zordu. Ama gözlerine baktığımda, fırtınanın nasıl da derinlerde gizlenebildiğini gördüm. Bazen böyleydi—sakin, dingin, neredeyse soğukkanlı. Ama o sakinlik, yüzeyin altında kopan karmaşayı saklamak için vardı.
“Belki bir gün anlatırım, Lucas.”
Ayağa kalktığımda, bileğimde bir sıcaklık hissettim. Parmağını bile oynatmadan beni durdurmuştu. Gücü, yalnızca tutuşunda değil, varlığının kaçınılmaz gerçekliğinde saklıydı.
“Bana bunu açıklamak zorundasın, S.”
Sesi, bir buyruk gibiydi. Sorgulayan değil, bekleyen… Ama ben cevap vermeye hazır değildim. Kolumu kurtardım.
“Sözünü tut, Lucas. Mesafe… seninle ihtiyacım olan tek şey bu.”
O an, gözlerinde bir şey parladı ve anında söndü. Kırılmış bir ışık gibi… kısa, ama iz bırakan bir an. Ve bu, onu durdurmaya yetmedi. Lucas geri adım atan biri değildi. O, savaşmayı bilen bir adamdı. Direnmeyi, kazanmayı, asla pes etmemeyi… Çünkü bazen, benim de bir savaşım olduğunu unutuyordu.
Daha fazla konuşmadım.
Notu cebime sıkıştırıp tepsiyi bıraktım ve yemekhaneden çıkarken her adımda kalbimin hızlandığını hissettim. Odama dönerken içimde yankılanan kaos, ciğerlerimi sıkıştırıyordu.
Ondan uzak durmak zorundaydım. Ama bu, kelimelere döküldüğünde olduğu kadar kolay değildi. Lucas, benim için bir savaş demekti. Kendimle verdiğim bir savaş. Mantığımın kalbime karşı koymaya çalıştığı bir düello. Ve her seferinde, onun karşısında yenilmeye mahkûm olduğumu biliyordum.
Hazırlıklarımı yaptıktan sonra yatağa uzandım. Gözlerimi kapattığımda bile aklımdan çıkmadı.
Ne ara içime bu kadar kök salmıştı? Ne zaman canımı yakacak kadar yakışıklı bir hale gelmişti? Ne zaman kalbimi ona kaptırmıştım?
İçimde kapladığı alan fazlaydı. Çok fazla. Ben kalbimin fısıltılarını susturmayı başaramıyordum. Ama bir şekilde, görmezden gelmeyi öğrenmeliydim. Özellikle de… En doğru kararı, ondan uzak durarak alabileceğimi biliyordum.
Biliyordum. Ama yapabilecek miydim? Bundan hiç emin değildim.
Lucas
Yanımdan ayrıldığı an yerimden fırladım, masayı hızla terk edip yemekhaneden çıktım. Onu aradım. Hayalbazı...
“Ne yapmaya çalışıyorsun?”
“Sakin ol,” dedi, sesindeki o alaycı soğukluk beni daha da sinirlendirdi. “Ayrıca sesinin tonunu kontrol etmeyi öğren.”
“Bana cevap ver!”
“Bir not seni bu kadar kızdırmamalı. Neler oluyor?”
“Onunla oynamana göz yumacağımı sanıyorsan—”
“Kapa çeneni!” Sesim keskin bir bıçak gibi havayı yararak çıktı. “Kız benim ve ben ne istersem o olacak.”
Onunla tartışmanın faydasız olduğunu biliyordum. Bazen düşmanınızı kendinizden bile iyi tanımalısınız. Onun benim için ne kadar özel olduğunu öğrenirse işler daha da içinden çıkılmaz bir hâl alırdı. Ama en önemlisi... Henüz onu yenecek kadar güçlü değildim. Zamanından önce, hazırlıksız yapılan saldırılar ancak yenilgiyi getirirdi.
Bir anlık sessizlik. Sonra o tanıdık, alaycı tavır...
“Eğer bir kez daha işime karışırsan,” dedi, sesindeki tehdit göz ardı edilemeyecek kadar keskindi, “seni denklemden çıkarırım. Ve kız... onun hayatını hızla mahvederim.”
Burnumdan soluyordum. Dayan... Biraz daha…
“Tamam, karışmayacağım,” dedim.
Hat kesildi. Ekrana boş boş bakakaldım. Ellerim titriyordu. Öfkeyle, korkuyla... Lucia'ya zarar vermesinden korkuyordum. Ve ona duyduğum nefret, damarlarımda ateş gibi dolaşıyordu.
O gece… Huzursuz uykularımdan birini daha yaşadım. Kabuslar... Hep aynı kabuslar. Uykusuz geceler, bölük pörçük birkaç saatlik dinlenme... Gözlerimi açtığımda saat henüz altıydı. Düşünceler zihnimde kördüğüm hâlini almıştı. Dayanamadım. Kalktım ve bilgisayarımı açtım.
Kendi özel ağıma bağlandım. Hayalbazı yenebilmem için bu denklemden çıkarılması gerekenleri ve dahil edilmesi gerekenleri yazmaya sonra da araştırmaya devam ettim. Bu plan adım adım, sabırla ve dikkatlice yapılmalıydı. Ben sabretmeyi daha çocukken öğrenmiştim. Dayanmayı da. Vazgeçmemeyi de.
Saat yedi buçuğu gösterdiğinde ara vermeye karar verdim. Spor kıyafetlerimi giydim ve kapıdan çıkarken Marino ile karşılaştım. Elinde kahve ve kahvaltı için gerekli malzemeler vardı.
Yıllardır beslenme düzenimi değiştirmemiştim. Düşük karbonhidrat, düşük yağ, yüksek protein... Özellikle de, açlığı iliklerime kadar hissettiğim o zamanlardan beri...
Marino sessizce yol verdi. Yanından geçip asansöre yöneldim. Kapıyı kapattığında ben çoktan giriş katın düğmesine basmıştım. Asansör hızla inerken telefonumu kontrol ettim. Giriş kapısına vardığımda bir an duraksadım.
Lucia karşımdaydı. Gözlerindeki şey... kaostu.
Lucia
Lucas karşımdaydı. Gözlerindeki yoğunluk kalbimi esir almıştı. Mantığımı korumaya çalışıyordum ama nasıl? Onun bakışları ruhumu delip geçerken, aklımın sesini nasıl bastırabilirdim?
“Günaydın, Lucia.”
Otoriter, güçlü sesi havayı doldurdu. Kendi adımı onun dudaklarından duymak, derinlerimde bir yerlere dokundu.
“Günaydın.”
Benim sesimse onun aksine zayıftı. Hafifçe titredi. Kalbim deli gibi çarpıyordu, nefesim düzensizdi. Başka türlüsü mümkün değildi.
Bir adım attı, sonra bir adım daha. Mesafeyi kapattığında elini kaldırıp çeneme dokundu. Parmağıyla başımı yukarı kaldırdı, gözlerime baktı. Nazik ama sert… Sahiplenici.
Lucas hep böyleydi. Kontrolü tamamen kaybetmenin eşiğindeydim.
“İyi misin?”
Bu basit bir soru gibi görünüyordu ama değildi. O sözlerin altında bir şey gizliydi. Bir anlam. Bir tehdit. Bir talep. Yanıtlamadım. Gözlerimi kaçırdım. Kalbimin içinde kanat çırpan, ona doğru çekilen bir kanarya vardı. Özgürlüğüne koşmak isteyen, ama esaretten korkan... Bunu durdurmalıydım.
Bir adım geri çekildim, ciğerlerime derin bir nefes çektim—ve bu her şeyi daha da kötüleştirdi. Tanrım... Harika kokuyordu. Daha fazla savaşmak zorundaydım. Bakışlarımı aşağıya indirdim, duvarlarımı yeniden örmeye çalıştım. Zayıf görünemezdim.
“İyiyim.”
“Gözlerin öyle söylemiyor.”
Sesi alçalmıştı ama içinde keskin bir gözlem ve derin bir anlayış saklıydı. Ama gözleri… Gözlerindeki ifade bir uyarıydı. Kaç. Kaçmalıydım. Çünkü burada kalırsam, ona direnemezdim.
“Benden uzak durman gerekiyordu.”
“Sözümü tutuyorum S.”
Tutuyor muydu gerçekten? Bana böyle yaklaşıp, gözlerimin içine bu şekilde bakarak mı?
“Bana bu şekilde yaklaşma ve bir daha bana dokunma, Lucas.”
Sesim bu kez titremedi. Güçlü ve net çıkmıştı. Ama bakışlarım? Onlar beni ele veriyordu ve o çoktan fark etmişti. Gözlerinde bir şey parladı. Bir jaguarı andıran. Lucas'ın içinde bir avcı vardı. Doğanın en tehlikeli yırtıcılarından biri. Ve ben onun avı olmaya çok yakındım.
“İstemiyorsun, öyle mi, S?”
Lucas’ın sesi, tüylerimi diken diken eden o tehlikeli fısıltıyla kulaklarımı doldurdu. Dudaklarının kenarında beliren o erkeksi gülümseme dikkat dağıtıcıydı. Fazlasıyla…
Ama asıl tehlike buydu işte. O tehlikenin ta kendisiydi.
“Ama kaçmıyorsun da, Lucia.”
Bunu nasıl böyle rahatlıkla söyleyebiliyordu? Oysa benim içimde bir savaş vardı. Geri çekilmek istiyordum. Gitmek, kaçmak, ondan uzaklaşmak... Ama bacaklarım olduğu yere çakılmıştı. Sesi sanki zihnime dolan bir sis gibi düşüncelerimi sarıyordu.
Bir adım attı. Elini uzatıp bana dokunmak istediği an, hızla geri çekildim. Uzaklaşmak için harekete geçtiğim saniyede ise kolumu yakaladı. Sonra… beni merdiven boşluğuna çekti.
Gözlerim irileşti, nefesim düzensizleşti. Ama yine de ondan kaçamıyordum. Lucas her şeydi. Her yerde. Adeta bir girdap. Karanlık bir çekim alanı. Her hareketimde, onun okyanus mavisinde daha da derinlere batıyordum.
“Gerçekten ne istiyorsun, Lucia?”
Sesi kararlıydı ama içtendi. Öylesine içtendi ki, içimdeki duvarlar bir anlığına çatladı. Bu sesi duymamalıydım. Bu bakışı görmemeliydim. Ama en kötüsü... Beni böylesine sarıp sarmalayan bu duyguyu hissetmemeliydim.
“Çünkü ben her seferinde sana daha fazla yaklaşmaktan kendimi alamıyorum.”
Kalbim göğsümde fırtına gibi atıyordu. Lucas’ın karanlık çekimi her yanımı sarmıştı. O an ona direnmek bile anlamsızdı. Ona karşı koyabilmek? Kendimi kandırmaktan başka bir şey olmazdı. Yine de denedim. Ona dokundum. Göğsüne avuçlarımı bastırıp itmeye çalıştım. Hiç direnmedi. Ama gitmedi de.
“Bana dokunma.”
Lucas’ın bakışları kısıldı.
“Dün Pedro koluna dokunduğunda bir şey demedin.”
Tüm vücudum irkildi. Buna hakkı yoktu. Benimle böyle konuşmaya, bana böyle sahiplenici bakmaya, beni böylesine içten içe mahvetmeye hakkı yoktu. Elim havaya kalktı. Bir an duraksadım, ama çok geçti.
Tokat, yüzüne sert bir gerçeklik gibi indi.
Sessizlik çarpıştı aramızda. Bir nefeslik boşlukta, her şey değişti. Ama Lucas... sarsılmadı bile. Gözleri parladı, sanki içindeki kıvılcımı ateşlemiş gibiydim. Bir kez daha kaldırdım elimi, ama bu kez ellerimi yakaladı ve beni arkamdaki duvara bastırdı. Soğukkanlı, acımasız bakışları gözlerimi bulduğunda, iki elimi tek eliyle arkamda sıkıca tuttu. Diğeriyle çenemi kavradı. Yüzüme doğru eğildiğinde kalbim kontrolsüzce atmaya başladı.
Nefesi tenime değdiği an gözlerimi kapadım. Ağırlığını biraz olsun hafifletmek için. Ama olmadı.
“Bir daha sana dokunursa, onu pişman edeceğimi aklından çıkarma, olur mu, S?”
Gözlerindeki karanlık, içinde başka şeyler saklı olduğuna işaretti. Ne olduğunu bilmiyordum. Ama hissediyordum. Her zaman hissetmiştim. Aramızdaki bağ bir kıvılcımdan ibaret değildi. Bu bir ateşti. Beni içine çeken, yavaş yavaş büyüyen, kontrolümden çıkan bir ateş. Lucas bir fırtına gibi dünyamı altüst ediyordu. Onun yanındayken nefes almak bile zordu… Ya da belki, sadece onunlayken gerçekten nefes alabiliyordum.
“Bu uyarımı ciddiye al.”
Geri çekilirken gözlerindeki sır dolu bakış, sanki kalbimi avuçlarına almış gibiydi. Bana arkasını dönmeden önce bakışlarımız son kez buluştu.
“Gerçek Lucia bu kadar vahşi... Neden onu serbest bırakmıyorsun?”
Sesi zihnimin duvarlarına çarpıp yankılanıyordu. Dudaklarının kenarındaki hafif gülümseme, gamzesini açığa çıkararak içimde yakıcı bir kıvılcım bıraktı. Lucas her zaman böyleydi. Dokunmadan bile iz bırakan adam.
Sonra... gitti. Yanıt beklemeden. Sanki cevabımı zaten biliyordu.
Kalbim göğüs kafesimde çırpınıyordu, ama vücudum buna rağmen hiçbir hareket edemiyordu. Düşüncelerim kalbimde yankılandı. Lucas sadece kalbime dokunmak istemiyordu. Beni tamamen istiyordu. Zihnimi, bedenimi, ruhumu... Her bakışı, her sözü, içimde sakladığım en derin duyguları açığa çıkarıyordu. Beni alevler içinde bırakıyordu. O alevler asla sönmüyordu.
Nefesimi düzene sokmaya çalışarak merdivenlere yöneldim. Ama kalbimdeki çırpınışlar henüz dinmemişti. Adımlarım hızlanırken Pedro bir kez daha önümde belirdi. Bugün peşimi bırakmıyordu.
“Günaydın, Lucia.”
Her zamanki nazik sesi, bu kez bana fazlasıyla uzak geliyordu. Sanki aramızda görünmez bir duvar vardı. Ama artık aramızda bir şeyler kırılmıştı. O da farkındaydı. Bana bakarken gözlerinde beliren o sessiz hüzün... Aradığı şeyi bende bulamayacağını biliyordu.
Elini koluma koydu. Dokunuşu yumuşaktı. Dostça. Ama içimde hiçbir yankı bırakmadı. Lucas’ın yanındayken hissettiğim o yoğun çekim, Pedro'da yoktu. Asla olmamıştı. Ne zaman bu kadar uzaklaştığımızı bilmiyordum. Ama Pedro’nun kalbimde bir yer edinmesi artık mümkün değildi.
“Beni affettin mi?” diye sordu.
Ama affetmem gereken bir şey yoktu. Asıl sorun, ona hiç gerçekten yaklaşamamış olmamdı. Bakışlarımız buluştuğunda, ikimiz de aynı gerçeği kabul ettik. Ben Lucas’a aittim. Kalbim de.
Pedro, bir adım daha yaklaştı. Ama ben geri çekildim.
“Pedro, biz... bunu daha fazla sürdüremeyiz.”
Sesim alçak ama kararlıydı. Onun gözlerinde beliren acıya bakmamak için hızla merdivenleri çıktım ve onu arkamda bıraktım.
Çünkü kalbim zaten bir seçim yapmıştı. Arkamda bırakamadığım, uzak duramadığım tek bir kişi vardı. Lucas bir lanet gibiydi... O hep içimdeydi. Her bakışında, her dokunuşunda, her nefesimde... Beni yavaş yavaş tüketiyordu. Yine de ben ona gözlerim açık bir şekilde teslim oluyordum.
Chloe’nin dairesine vardığımda derin bir nefes aldım. İçimde fırtınalar kopuyordu ama yüzüme hiçbir şey yansıtmamaya kararlıydım. Kendimi toparladım, en doğal halimi takınıp içeri girdim. Chloe’nin hiçbir şey fark etmemesi gerekiyordu.
Tüm gün, derslere gömüldüm. Zihnimi temizlemek, düşüncelerimi susturmak istedim. Ama Lucas’ın varlığı, kelimelerin arasına sızıyor, sayfaların arasından fısıldıyordu. O anı, o dokunuşu, o bakışı unutmak istedim ama olmuyordu.
Dersler bittiğinde, Chloe’nin bana sorular sormasından kaçınarak tek başıma dövüş eğitimine gittim. Bugün olanlardan sonra Lucas’la göz göze gelmemek için ne gerekiyorsa yapacaktım. Bunu yapmak zorundaydım.
Salona girip yerime geçtiğimde, derin bir nefes aldım. Ellerim defterin sayfalarını yoklarken, rastgele çizgiler karalamaya başladım. Ama hiçbir şey, içimde kopan fırtınayı dindiremiyordu.
Sonra Pedro geldi. Hemen derse geçtiğinde, içimde istemsiz bir rahatlama yayıldı. Artık sadece konuya odaklanabilirdim. Böylece Lucas veya onun gözlerinde boğulmazdım.
Bugünün dersi: Kaçma, kaçırılma, kelepçe ve iplerden kurtulma.
Teorik eğitim bittiğinde pratik kısımda kendi başıma kalmıştım. Pedro, yaşadığımız andan sonra bana yaklaşmamayı tercih etmiş olacak ki, diğerleriyle ilgilenirken bana dönüp bakmıyordu bile. Buna şaşırmadım. Çünkü aramızda her şeyi değiştirecek bir adım atmıştım. Artık hiçbir şey eskisi gibi olamazdı.
Bileklerimdeki iplerle boğuşurken üzerime bir gölge düştü. Ve kokusu burnuma doldu.
Lucas.
“Yardıma ihtiyacın var gibi görünüyor.”
“Yok.”
İnatçı ve kararlı bakışlarımı ona çevirdim. O ise bana sadece hafifçe gülümsedi. Dudağındaki kıvrıma takıldım. Bir anlığına bile olsa.
“Senin yardımına ihtiyacım yok.”
Yanıtlamadı. Sadece bileklerimde gevşek duran ipe uzandı. Tenime değdiği an, ateş yine başroldeydi. Ve ben yine o ateşe çekiliyordum. Bu kadardı. Beni etkisi altına alması için saniyeler yetiyordu.
“Ben hallederim, Lucas.”
“Bu alıştırma için bir partner gerekiyor, S.”
Bileklerime, öğrendiğimiz düğümlerden birini atarken gözlerini benden ayırmadı. Sanki ipi değil de beni, bile isteye bağlıyordu kendine.
“Bu ders hakkında bir şeyler öğrenmek istiyorsan, mantıklı olmalısın.”
Sesi sabırlıydı. Ama tavrı... Kesin. Sarsılmaz. O an, üzerimde bir çift gözün varlığını hissettim. Liz. Kıskanç, nefret dolu bakışlarını üzerimize dikmişti. Onun ne kadar uzağımızda olduğunu görmek için başımı hafifçe çevirdiğimde bile nefretinin keskinliği yüzüme çarptı.
“Liz buraya bakıyor.”
Lucas’ın cevabı tereddütsüzdü.
“Senin dışında hiç kimse umurumda değil, Lucia.”
O kadar kısa, o kadar net söylemişti ki, nefes almayı unuttum bir an.
“Şimdi odaklan ve ipten kurtulmaya çalış.”
Sözleri beni kendime getirdi. İpi inceledim. Hangi düğüm olduğunu anladığımda Pedro’nun gösterdiği tekniklerden birini uyguladım ve ip açıldı. Lucas, bir başka düğüm atarken ben onu izliyordum. Parmaklarının çevikliği. Ellerinin becerisi. Düğüm attıktan sonra, bakışları beni buldu. Ben yine düştüm. Okyanus mavisinde kayboldum. Belki de sadece düşmüyordum... bilerek atlıyordum. Kendi ellerimle kendimi ona mahkûm ediyordum.
Lucas’ın üzerimde nasıl böyle bir etkiye sahip olduğunu anlayamıyordum. Bu bir yanılsama mıydı? Yoksa gerçekten, kalbimde bir sorun mu vardı?
“Bu düğümü de çözebilirsin, S.”
Sesindeki meydan okuyan alaycı tınıyı saklama gereği duymamıştı. Düğüme karşılık gelen tekniği uyguladım ve yine başardım. Ama Lucas hiçbir şeyi kolaylaştırmak niyetinde değildi.
“Daha zor bir şeye geçelim. Arkanı dön.”
Ona meydan okurcasına gözlerimi diktim.
“Bana emir verme.”
Gülümsedi. Ama bu, zaferini ilan eden bir gülümsemeydi. Beni hafifçe kendine çekip, aniden arkamı döndürdü. Yüzüm, antrenman salonunun loş ışığında gizlenirken, nefesi kulağıma yaklaştı.
“Sen sözümü dinleyene kadar, bundan vazgeçmeyeceğim. Hatta beni dinlemesen bile.” İpi bileğime geçirmeden önce bir an duraksadı.
“Ayrıca… Bana güven. Sana asla zarar vermem.”
Bunu sorgulamadım. Çünkü içten içe biliyordum. Ellerimi arkamda birleştirirken, belime dokundu. Ama bu sadece bir temas değildi. Daha fazlasıydı. Sanki beni, fiziksel sınırların ötesinde de kendine çekmeye çalışıyordu. Sonra, sesi bir yankı gibi içimde dolandı.
“Bu düğümden kurtulmak o kadar kolay olmayacak.”
Haklıydı. Ne düğümü görebiliyordum ne de tekniğimi tam olarak uygulayabiliyordum. Ama yine de denedim. Birkaç başarısız hamleden sonra, bileklerime değen parmaklarını hissettim. Yavaşça…
Düğümü çözerken daha da yaklaştı. O an kalbimde bir şey düğümlendi.
“Bu en zor olandı. Pedro bu düğümü göstermedi bile.” Sesi, bir sır fısıldıyormuş gibi alçak ve yoğundu. “Bunu unutmaman için yaptım, S.”
Parmakları bileğimden kayan ipleri takip ederken, sesi içime işleyen bir kehanet gibi devam etti.
“Biz seninle tam olarak bu şekilde birbirimize bağlıyız.”
Gözlerimi kapadım. Bu söz, tenimde daha da derine işleyen bir iz gibi kaldı. İpler bileğimden sarkarken, eli karnıma dokundu ve beni kendine döndürdü.
Karanlık alevler… Sadece dokunuşunda değil, bakışlarında da vardı. Yutkundum. Ama kelimeler boğazımda düğümlendi. Lucas yanımdayken, ben yalnızca o alevlerin içinde kayboluyordum.
“Keşke bir kez olsun düşüncelerini söylesen, S.”
Sesi, derin bir iç çekiş gibiydi. Ama yanıt veremedim. Bazı şeyler anlatılamıyordu. Bazı şeyler için bir ömür veriyor ama onlar hakkında konuşamıyordun.
“Benden kaçabilirsin, benden saklanabilirsin… Ama ne yaparsan yap, bu bağı yok edemezsin. Çünkü biz çözülmek için değil, sonsuza dek düğümlenmek için varız.”
Sözleri içimi titretti. Tam o anda, yaklaşan adım sesleri duyuldu. Gözlerimi Lucas’tan kaçırdım. Pedro, bize doğru geliyordu. Lucas da bakışlarımı takip etti ve Pedro’yu gördü. Bana döndüğünde, Lucas, varlığını unutturmayacak şekilde yaklaştı. Belimi kavradı ve beni tekrar kendine çekti. Dudakları neredeyse dokunacak kadar yakındı.
“Dikkatin bu kadar kolay dağılmamalı.” Sonra, sesi bir fısıltı gibi döküldü dudaklarından. “Uyarımı sakın unutma.”
Beni bıraktığında, Pedro tam yanımızdaydı.
“Sen gidebilirsin, Lucas. Gerisini ben hallederim.”
Lucas’ın yüzüne yayılan alaycı gülümseme, Pedro’nun çenesini sıkmasına neden oldu. Onu sinirlendirmekten nasıl da keyif alıyordu… İkisinin bakışları havada çarpıştı; biri meydan okuyor, diğeri karşılık vermek için sabırsızlanıyordu.
“Gidebilirsin, dedim.”
Pedro’nun sesi, bir bıçak gibi keskin çıktı. Lucas, gözlerini hafifçe kısarak bir adım geri çekildi. Gitmeden önce bakışları beni buldu. O an içimde bir şeyler sıkıştı.
“Güzel dersti, S. Bir ara yine denemek isterim.”
Sözleri havada yankılandı, kanım damarlarımda hızla akmaya başladı. Yüzüme yayılan ateşi hissetmemem imkânsızdı. Lucas, başını hafifçe eğip fısıldadı:
“Fazla masumsun.”
Gözlerinde o tehlikeli parıltı belirdi. İçimde bir şeyler ezildi, düğümlendi, nefes almak zorlaştı.
“Görüşürüz.”
Lucas uzaklaşırken son bir kez dönüp baktı. O bakış… Beni yakıp kavuran, içimdeki duvarları tek tek yıkan, kurtulamayacağım bir girdaba sürükleyen o bakış. Onun benden uzak durması mümkün değildi. Benim de ondan.
Biz bir kördüğümün iki ucuyduk. Çözülemez, kopmaz, hatta kesilse bile birbirine dolanacak ipliklerden oluşan bir bağdı aramızdaki. Ve bazen en tehlikeli bağlar, farkına bile varmadan kurduklarındı. Biz sonsuza dek düğümlenecektik birbirimize.
Lucas bir kurtarıcı değildi. Beyaz atlı bir prens hiç olmadı, asla da olmayacaktı. O, karanlığın içinden doğmuştu. Ve gölgeler onun gerçek krallığıydı.
Pedro’nun sert bakışları üzerime düştüğünde, içimde farklı bir yük hissettim. Onun gözlerindeki kırılganlığı fark etmemek imkânsızdı.
“Sana şimdiye dek söylediklerimin bir önemi yok sanırım, değil mi?”
Sesi soğuktu. Ama buzların altında gizlenmiş bir şey vardı. Bir acı, bir öfke, belki de bir hayal kırıklığı…
Kaşlarımı çattım. “Anlamadım?”
Pedro, gözlerini kıstı. Beni süzüyor, tartıyordu.
“Bence anladın. Ama anlamazdan geliyorsun.”
Kelimelerinin arkasına saklanmaya çalışıyordu, oysa ben aradaki boşluğu görebiliyordum. Dudaklarını sıkıp söylemek istediklerini geri çekmeye çalışıyordu. Sessizlik ağırlaştı. Öyle ağırlaştı ki nefes almak bile zorlaştı.
Derin bir nefes aldım. “Bana kızgınsın.”
“Evet.”
Gözlerimi yakaladı. Kaçış yoktu. Bakışlarının içine sıkıştım, orada boğulacağımı hissettim.
“Bundan daha değerlisin, Lucia.”
Her kelime göğsümde yankılandı. O da anlamıştı. Lucas’ın benim için ne kadar özel olduğunu fark etmişti. Başını çevirdi, Lucas’a baktı. Sonra tekrar bana döndü. Aramızdakileri görmek için daha fazla açıklamaya gerek yoktu. İkimiz de karşı koyamıyorduk. Kalbimize hükmedemeyecek kadar bağımlıydık.
Ama beni Lucas’a çeken şey, bir aşktan ya da bağlılıktan öte bir şeydi. Bambaşka bir şey… Görmezden gelmek imkânsızdı. Hissetmekten vazgeçmek daha da zordu.
Pedro’nun elimdeki ipi alıp masaya bırakırken fısıldadığı son sözler içimde keskin bir yankı bıraktı.
“Bu hislerin seni koruyacağını sanıyorsan, yanılıyorsun.”
O uzaklaşırken, gerçeğin soğuk nefesi tenime dokundu. Düşünceler zihnime doluştu. Karanlığa dokunursan, ışığın yanar. Ama bazen, yanmak bile seni kurtaramaz. Ve ben… ben çoktan karanlığa dokunmuştum.
Okur Yorumları | Yorum Ekle |