Asena'dan
O günün üzerinden neredeyse bir hafta geçmişti. Annem ve babam her ne kadar benimle konuşmak isteseler de, kendimi buna hazır hissetmediğimi söyleyip geri çevirdim. Buna hazır değildim. Ne zaman hazır olurum bilmiyorum ama uzun bir süre onlarla konuşmayacaktım, en azından kafamı toplayana kadar.
Her ne kadar benden bunu gizlemeye çalışsa da ona kızamıyorum. O benim can parçam, abim. Ona bir şey olsa nefes alamam, ondan önce ben ölürdüm. Abimle yaklaşık bir haftadır doğru düzgün konuşmuyorduk. Sadece ona trip atıyordum. Ama bu sabah göreve gideceklerini öğrendiğimde onunla konuşmak istedim. Nedense içimde kötü bir his vardı. Gitmesini istemiyordum, ama bu ona bağlı değilmiş. Kafalarına estiğinde görev seçemiyorlarmış. Bu onun mesleğine leke sürebilirmiş. Görevden kaçan binbaşı damgası yemek istemediğini söyledi. Bu yüzden gideceğini, ama bana sapasağlam döneceğini belirtti. Ben de bu sözüne inandım.
Şimdi gitmek üzereydi. Benimle vedalaşmaya geldi.
"Abi, dikkatli ol olur mu? Sen benim tek dayanağımsın, bunu biliyorsun değil mi?" dedim.
"Canım kardeşim, sen de benim canımsın. Senin için sağlam dönmeye çalışacağım. Ama biliyorsun ki bu bizim elimizde değil. Eğer takdiri ilahi bunu bize layık gördüyse, boynumuz kıldan incedir," dedi abim.
"Ne diyorsun abi, ağzını hayra aç!" dedim, gözlerim dolarak.
"Benim gitmem gerek, kendine dikkat et. Allah'a emanet ol," dedi abim son kez.
"Sen de abi," dedim.
Abim evden çıkmıştı. İnşallah bu hissettiklerim sadece bir kuruntudan ibarettir...
Gece olunca yorgunluktan erkenden uyuyakaldım. Uykumda boğuk sesler duymaya başladım. Birileri ağlıyordu. Sesler giderek yaklaştı. Bir anda kendimi hastane koridorunda buldum. Etrafımda koşuşturan hemşireler, panik içinde ağlayan insanlar vardı. Gözüm, sedyede yatan birine takıldı. Kalbim yerinden fırlayacak gibi atıyordu. Sedyeye yaklaştım. Yüzü kanlar içinde, hareketsiz yatan kişi... Fırat'tı!
"Hayır!" diye çığlık attım, gözyaşlarım sel olmuştu. "Abim! Hayır, lütfen!"
Yanıma bir hemşire yaklaştı. Başını iki yana sallayarak, "Başınız sağ olsun," dedi. Dünya başıma yıkılmıştı. Dizlerimin bağı çözüldü, yere çöktüm. Nefes alamıyordum. İçimden bir şeyler kopuyordu.
Tam o anda, derin bir çığlıkla uyandım.
Odamın loş karanlığında nefes nefese kalmıştım. Ellerim titriyordu, alnımdan soğuk terler akıyordu. Kalbim hâlâ deli gibi çarpıyordu. Etrafıma bakındım, gerçek dünya sessizdi. Rüyaydı... Sadece bir kâbustu.
Elimi kalbime bastırarak derin derin nefes aldım. "Sadece kötü bir rüya," dedim kendi kendime. "Gerçek değil... Gerçek değil..."
Ama içimdeki sıkıntı hâlâ geçmemişti. İçim rahat etmemişti. Sanki bir şeyler olacak gibiydi.
Kendimi toparlamaya çalışarak yataktan kalktım. Bugün hastaneye gitmeye karar vermiştik. Abim görevdeyken, annemle babamla birlikte rutin kontroller için hastaneye uğrayacaktık. Belki biraz hava değişikliği iyi gelirdi.
Üzerimi değiştirdim, hafif bir makyaj yaptım. Aynada kendime baktım; gözlerim hâlâ uykusuzluktan ve korkudan şişmişti. Derin bir nefes aldım.
"Toparla kendini Asena," dedim kendi kendime. "Her şey yolunda olacak. Olmak zorunda."
Çantamı aldım, hastaneye gitmek için hazırdım. İçimdeki huzursuzluk kıpır kıpırdı ama kendimi güçlü tutmaya çalışıyordum.
Fırat'an
Operasyonun ortasındaydık. Sessizlik, fırtınadan önceki o ürkütücü sessizlikti. Kuş yok, rüzgar yok, nefes bile almıyordu sanki doğa.
Telsizden gelen cızırtılar kesilmişti. Herkes yerini almıştı. Ben de öyle sanıyordum... ta ki kafamı kaldırana kadar.
Karşımdaydılar. Yıllardır peşinde olduğumuz, bize her seferinde bir cana mal olan o teröristler. Biriyle göz göze geldim. Öfkesini, nefretini... doğrudan bana doğrultulmuş silahı kadar net hissediyordum.
Silahımı doğrultmaya çalıştım. Yemin ederim parmağım tetiğe gidiyordu. Ama benden hızlıydı.
Patlayan kurşun bedenimi deldiğinde, önce anlamadım. Bir sıcaklık yayıldı içime, sonra bir soğukluk... Dizlerim beni taşımayı bıraktı.
Yere yığıldım.
Dünya sessizleşti. Tek duyabildiğim, çamura bulanmış nefesimdi. Uzakta bir yerde birilerinin bağırdığını duydum. “Fırat!” diye yankılanan bir ses... Yaman’dı o.
Gözlerim bulanık, gökyüzü kırmızı. Ya da ben kan kaybediyorum, bilmiyorum.
Düşüncelerim darmadağın. Kafamın içinden Asena geçiyor. Küçükken elimi tutan o minik hali... Sonra büyüdüğü hali... Sonra yalnız kaldığı hali.
“Ben ölürsem... onu kim koruyacak?”
İçimde boğuk bir pişmanlık var. Sanki bir şeyleri eksik bırakıyorum. Söylemem gereken sözleri, yaşanmamış anları, tutulmamış sözleri...
Yaman geliyor yanıma. Gözleri panik içinde. Ağzı bir şeyler söylüyor ama ben duyamıyorum. Zaman benim için yavaşlıyor. Her şey flulaşıyor.
Gözlerimi kapatmak istemiyorum ama ağır... çok ağır bu dünya.
"Asena..."
Son sözüm o oluyor belki de. Çünkü başka hiçbir şey bu kadar canımı yakmıyor şu an.
Yaman'dan
Kurşun sesi havayı yırttı. Hemen ardından bir beden yere düştü.
"Fırat!"
Tüm dünyam dondu. Silahımı elime nasıl aldım, hedefi nasıl indirdim bilmiyorum bile. Tek hatırladığım, onun yere düşüşü… sırtının üzerine değil, dizlerinin üstüne kapanışı. Gözleri, boşluğa değil... bana bakıyordu.
Yanına koşarken kalbim göğsümden çıkacak gibiydi. Dizlerim onun yanına çöktüğünde, ellerim kanına bulanmıştı.
“Sakın... sakın gözlerini kapatma, tamam mı?” Sesim titriyordu. Kendi titrediğimi fark etmedim bile.
O, dudaklarını kıpırdattı. “Asena…” dedi.
Gözlerimi kapattım bir an. Lanet olsun!
Asena...
Onu ne zaman incitse hayat, Fırat olmuştu siper. Şimdi o siper çökmek üzereydi.
“Dayan! Ambulans geliyor, biraz daha sabret!” dedim, ama o sadece bana baktı. Gözlerinde tuhaf bir dinginlik vardı.
Sanki kabullenmişti.
“Yaman…”
“Konuşma, lütfen konuşma!”
Ama beni duymuyordu artık. Bakışları sabitlendi bir noktaya. Son nefesini verir gibi içine çekti havayı, sonra…
“Hayır! Hayır, Fırat! Lanet olsun, hayır!”
O an, çevremdeki savaş alanı sessizliğe büründü. Kurşunlar susmuştu, insanlar yok olmuş gibiydi. Sadece onun cansız bedenini tutuyordum kollarımda. Ve içimde... bitmek bilmeyen bir suçluluk, koca bir boşluk.
Kurşunlar etrafımızda dans ediyordu.
Damarlarımda kan değil, barut akıyordu sanki.
İlerliyorduk...
Ta ki Fırat vurulana kadar.
Bir patlama, ardından çığlık gibi gelen bir ses:
"Komutan! Fırat vuruldu!"
Başımı çevirdiğimde, Fırat’ın bedeninin yere düştüğünü gördüm.
Zaman durdu.
Kalbim yerinden fırlayacak gibiydi ama ayakta kalmalıydım.
Dizlerimin üzerine kayarak yanına vardım.
Göğsü kan içindeydi.
"Dayan kardeşim," dedim dişlerimi sıkarak.
"Dayan!"
Telsize sarıldım.
"Destek ekibi, acil tahliye gerekiyor! Yaralımız var!"
Cevap gecikmedi.
"Geldik. Konumunuza yaklaşıyoruz."
Başımı göğe kaldırdım.
Helikopterin sesi, cılız bir umut gibi çarptı kulaklarıma.
Sisleri yaran o silueti gördüğümde derin bir nefes aldım.
Helikopter alçaldı.
Destek ekibin başında, yüzünü ilk kez gördüğüm bir adam vardı.
Sertti. Soğukkanlı.
Göğsünde bir isim parlıyordu:
Savaş A. Ekin
O an tanımadım onu.
Sadece bir askerdi gözümde.
Fırat’ı taşıdık, helikopterin içine attık adeta.
Savaş yanımıza geldi, kısa bir bakış attı bana.
"Fazla vaktimiz yok, operasyonu tamamlayalım." dedi tok bir sesle.
Başımı salladım.
Öfkeyi, endişeyi içime gömdüm.
Şu an sadece savaşmalıydım.
Yan yana ilerledik.
Kurşunların, kanın, sisin içinde.
Savaş iyi bir askerdi, bunu ilk on dakikada anlamıştım.
Duruşunda tereddüt yoktu.
Gözlerinde tanıdık bir karanlık vardı.
Operasyonu birlikte bitirdik.
Son kurşun sıkıldığında, gece sessizliğe gömüldü.
Helikoptere doğru yürürken, yorgunluk bütün kemiklerime çökmüştü.
Savaş da sessizdi.
İkimiz de susarak anlaşıyorduk sanki.
Helikoptere bindim, yanımda oturdu.
Motorlar çalışırken bir an göz göze geldik.
Ne ben kim olduğunu sordum, ne o anlattı.
Ama içimde garip bir his vardı.
Bildiğim bir şey, ama adını koyamadığım bir şey.
Gökyüzüne yükselirken, içimden sadece şunu geçirdim:
"Bu adam kim?"
Ve en önemlisi bunu asenaya nasıl söyleyecektim gerçi helikopter hastane iniş yaptığın da görecekti ve bu onda büyük bi yıkıma sebep olucaktı.
Asena'dan
Beyaz önlüğüm üzerinde, hastaların acil bakımını yapmak için bir saat önce odalara dağılmamız gerekti. Yorgundum, uykusuzdum ama alışkındım. Her gün aynı ritüel.
Küçük bir çocuğun alnındaki ateşi kontrol ederken, tam da işimi yaparken, acil servisin kapısı aniden açıldı.
“Travma! Mermi yaralanması!”
O an, her şey bir anda değişti. Hızla yerimden fırladım, ama kalbim önceki hızını kaybetmiş gibi… bir adımda her şeyin sona ereceğini hissettim.
İleriye doğru koşarken, sadece bir hayalet gibi, sedye odasının kapısına odaklandım.
O kapı açıldığında gözlerim, beynim, vücudum birdenbire dondu.
Fırat.
“Fırat?” Sesim bir çığlık gibi havada asılı kaldı. O kadar netti ki, gözlerimdeki odaklanma, her şeyin en keskin anında beliriverdi.
Fırat’ı gördüm. Kanlar içinde, titreyen bedeniyle, solgun yüzüyle… Bir de gözleri vardı, hâlâ beni tanıyormuş gibi bakıyor gibiydi.
Yaman, sedyenin başındaydı. Ama o an, ona ne kadar da yabancıydı. Beni gördü, gözleri ne yapacağını bilemedi, “Asena… sakin ol, lütfen...” dedi.
Ama ben…
Gözlerim Fırat’ta takılı kaldı. Elimle yüzümü, sonra gözlerimi sildim, bir rüya gibi…
“Fırat… lütfen… beni duyuyor musun?”
Sesim korkunç bir şekilde titriyordu, ellerim titriyordu. Zaten fark ettiğim bir şey vardı; o an vücudumda bir yer yoktu, kalbim, beynim, ellerim… hepsi çığlık atıyordu.
Paramedikler, bana karşı aldırmaz bir tavırla Fırat’ı yatakta tutuyorlardı. “Asena, çekil lütfen, acil müdahale gerekiyor.”
Ama ben duramadım, yapamadım. O benim kardeşimdi, ona dokunmamı istemek ne demekti?
Fırat’ın gözleri kapalıydı ama dudakları kıpırdadı. Bir şeyler söyledi ama sesi yoktu.
“Fırat! Uyan! Beni duyuyor musun?”
O an, boğazımda bir şey düğümlendi. Sadece tek bir kelime vardı… ve onu sadece kendime soruyordum: “Yaşıyor mu?”
Yaman, gözleriyle bana tekrar bir şeyler anlatmaya çalıştı ama başaramıyordu. Bir anda ona yaklaştım, yakından baktım… “O… ölmemeli. O ölmemeli, Yaman!”
Yaman’ın gözleri çaresizdi. Hiçbir şey diyemedi.
Ellerimi Fırat’a doğru uzattım, ama o kadar korktum ki… Titreyen ellerim ona dokunmaya cesaret edemedi. Bir şeyler boğazımda sıkıştı, kalbim o kadar hızlı atıyordu ki, tüm sesler kaybolmuş gibiydi.
“Fırat, ben buradayım. Lütfen… lütfen beni duy!” diye fısıldadım, fakat o sadece gözlerini hafifçe araladı.
Bir an daha dayan.
“Lütfen dayan…”
Sedyeyi hastane odasına taşırken içimdeki o boşluk, büyüdü. Fırat’ın kanı gömleğinden sızarken, benim içimde hissettiğim şey ölüm kadar ağırdı.
Fırat… Ne zaman seni kaybedeceğimi düşündüm, ama işte burada…
Sedye odasına girmeleriyle birlikte her şeyin yavaşladığını hissettim. Yaman’ın sesini duydum ama kelimeleri kayboldu. Gözlerim Fırat’ın bedenini bir daha bırakmamak için son bir kez ona odaklandı.
Ama… bir şeyler parçalanıyordu.
Eğer bir şey olursa, o zaman... kimse Asena’yı koruyamaz.
Ve bu söz aklıma takıldı. Eğer Fırat ölürse… beni kim koruyacak? Her şey sona erecek mi? Yoksa bir ben mi kalacağım bu karanlık dünyada?
YORUM YAPMAYI UNUTMAYIN!VE OYLAMAYI DA !
GÖRÜŞMEK ÜZERE.
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
101.25k Okunma |
11.04k Oy |
0 Takip |
85 Bölümlü Kitap |