24. Bölüm

19. Bölüm

Deniz
kaoscandiraskiimm

Uyandığımda gözlerimden yaşlar süzülüyordu. Ne kadar durdurmaya çalışsam da bir işe yaramadığı için pes ettim ve başımı yastığa gömerek hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladım.

 

Rüyamda Gökçe'min ölümünü görmüştüm. Attığı çığlıkları duymuş, gözlerindeki çaresiz bakışlara ve canlı canlı uzuvlarının koparılışına tekrar tekrar şahit olmuştum.

 

Tırnaklarımla yüzümü parçalamak, ufak bir bıçakla bileğime küçük bir kesik atıp anneme ve Gökçe'me kavuşmak istiyor ama yapamıyorum. Anneme bir söz vermiştim ve bu sözü tutmak zorundayım, kendime zarar veremem.

 

Uzun bir süre ağladıktan sonra ilaçlarımı içip kalktım ve lavaboya girdim. Odamın kapısı kilitli olsa da ne olur ne olmaz banyonun da kapısını kilitledim ve kısa bir duş alıp çıktım.

 

Uzun boy kot ve krem rengi bir kazak giyip bahçeye çıkmak için aşağı kata indim.

 

Bahçeye çıkıp en ön basamağındaki karları silkeleyip oturdum ve elime kar alıp eritmeye başladım.

 

Soğuk havaları severdim, özellikle de kar yağdığı zaman. Aslında kışı yazdan daha çok sevmemin bazı sebepleri vardı. Birincisi, kışları kar yağdığında karları alıp yaralarıma koyabiliyor, bu da acısını hafifletiyordu. İkincisi kışın soğuktan dolayı yaralarım daha az acıyor, yanıkları daha az hissediyordum ama yazın yaralar kışa göre çok daha fazla iltihap kapıyor ve bunaltıcı havayla beraber yaralar çok daha fazla hissediliyordu. Üçüncüsü de kışın yaraları saklamak çok daha kolay oluyordu.

 

Ama bu sebepler olmasa bile kesinlikle kışı yazdan daha çok severdim.

 

Uzun sayılabilecek bir süre boyunca oturduğum yerde kendi çapımda karla oynamaya devam ettim.

 

Tam kalkmaya karar verdiğim sırada yanıma biri oturdu. Göz ucuyla baktığımda Cihan bey olduğunu gördüm. Okyanus gibi kokuyordu.

 

Okyanus kokusunu nerden biliyorsun acaba?

 

Cihan beyin bakışlarını üzerimde hissetsem de ona bakmadan ayakkabımın ucuyla yerdeki karları ezmeye devam ettim. Uzun sayılabilecek bir süre sonra Cihan bey ayaklandı "Hadi içeri girelim. Zaten yeni iyileştin tekrar hastalanma." Başımı onaylar anlamda salladım ve oturduğum basamaktan kalktım.

 

İçeri girip salonun koltuklarına oturduğumuzda Cihan bey derin bir nefes aldı ve sanki düşünürse söylemak istediği şeyi söyleyemeye cesaret edemeyecekmiş gibi aniden lafa girdi.

 

"Abicim, psikolojik destek almak istermisin?"

 

Bakışlarımı ona çevirdim ve sanki ne düşündüğünü anlayabilecekmişim gibi gözlerimi gözlerine kenetledim.

 

O adamların bana yaptıklarını mı öğrenmişti?

 

Bunu düşünmek bile tüylerimi diken diken ederken ne cevap vermem gerektiğini bilmiyordum. Düşünmeden bir cevap veremek istemesem de dudaklarım bana ihanet ederek "Neden?" diye sordu.

 

Cihan bey gözlerini gözlerimden bir saniye bile ayırmadan konuşmaya başladı. "Ne yaşadığını, geçmişinde nelerin olduğunu bilmiyorum ama iyi şeyler olmadığı ortada. Gerek vücudundaki yaralar, gerek davranışlarından anlaşılıyor."

 

Tam ağzımı açıp 'Ne varmış davranışlarımda?' diye soracakken Cihan bey konuşmama fırsat vermeden devam etti.

 

"Şimdi 'Ne varmış davranışlarımda?' diye sorup salağa yatmaya çalışacaksın ama iyi olmadığın ortada.

 

Bağırdığımızda, kaşlarımızı çattığımızda ya da kızgın olduğumuzu gösteren herhangi bir şey yaptığımızda titremeye başlıyorsun. Bu kızgınlık sana olmasa bile. Annem olmadığında bizimle aynı odada, arabada, herhangi bir kapalı alanda durmaktan rahatsız oluyorsun. Bizimle göz teması kurmaktan bile korkuyorsun.

 

Şiddet gördüğü anlayabilecek kadar aklım başımda. Bunu kimin yaptığını, ne zaman yaptığını ve ne kadar süre yaptığını bilmiyorum ama bunu yapan kimse cezasını çekecek, bunu da bilmeni istiyorum."

 

Boğazıma bir yumru oturdu. '...bunu yapan kimse cezasını çekecek...'

 

Eğer davayı onlar açarsa o adamlar hapse girerdi. Çünkü tanınıyorlar, çünkü şirketleri, holdingleri var, çünkü göz önündeler, çünkü paraları var. Ama davayı ben açınca hiçbir şey değişmiyor, hatta dalga geçiliyordum. Sonuçta bir kızın, bir kadının işkence yada istismar görmesi kimin umurunda ki?

 

Her darp raporu alıp polise gittiğimde ya dalga geçiyor, ya 'Ailen onlar senin, severler de döverler de. Hem sen de biraz huyuna suyuna git adamların. Ayrıca boşu boşuna dövmez, tecavüz etmezler sen yaramalık yapmış, aranmış yada tahrik etmişsindir adamları.' diyorlar, ya da vicdanlı bir insana denk geldiysem -ki bu neredeyse hiç olmaz- acıdıkları için zar zor mahkemeye çıkarıyorlardı.

 

Fakat mahkemeye çıkınca da pek bir şey değişmiyordu. Her seferinde aynı şeyleri zırvalayıp para cezası verdikten sonra beraatlerine karar veriliyordu. Ki o adamlar onlara verilen para cezasını da benim canımı dişime takarak kazandığım parayla ödüyorlardı.

 

"Neden bize bunları anlatmadığını da anlıyorum. Bizimle yeni tanıştın, gerek abilerimiz ve kardeşlerimizin davranışlarından gerek de bizi tanımadığından bize güvenip anlatamıyorsun. Zaten bu yüzden sana altı ay zaman verdim. Yoksa hemen gidip darp raporu çıkarttırırdım."

 

Bir süre susup derin nefesler aldıktan sonra devam etti.

 

"Bize anlatmasan da belki de bir uzmana anlatmak sana iyi gelebilir diye düşündüm."

 

Boğazımdaki yumruyu geçirmek için yutkunsam da bir işe yaramıyordu.

 

Şu an bildiğim tek bir şey var, istemiyorum.

 

Nasıl isteyebilirim ki? Tanımadığım bir insana yaşadıklarımı nasıl anlatabilirim? O adamlar hala ensemdeyken nasıl anlatabilirim? Anlattıklarımı hemen Cihan beye yetiştireceğini bilerek nasıl anlatabilirim? Anlatarak daha kabuk bile tutmamış yaralarıma nasıl tuz basabilirim?

 

Yapamam, anlatamam.

 

"İstemiyorum."

 

Bir şeyler söylemek için ağzını açtığı sırada konuşmasına izin vermeden "Lütfen bu konuyu kapatalım." dedim.

 

Yaklaşık yarım saat sonra kahvaltı saati gelince mutfağa geçtik ve yerlerimize oturduk.

 

Açıkçası hala her gün en az iki öğün yemeye, yediğimin önümde, yemediğimin arkamda olmasına, işe gitmemeye, okula gitmeme izin verilmesine, dövülmemeye, işkence ve istismar edilmemeye alışamamıştım.

 

Olması gereken şeylere alışamıyorsun Açelya.

 

Cihan beyin bana bakmasına rağmen ben ona bakmıyor, sadece elimdeki çattala boş tabağı turluyordum.

 

Bir süre sonra herkes teker teker gelmeye ve sofraya oturmaya başladılar.

 

Sofra tamamlanınca Halit bey 'Afiyet olsun.' dedi ve herkes tabaklarına bir şeyler alıp yemeye başladı.

 

Kahvaltı devam ederken Umay hanım aklına bir şey gelmiş gibi heyecanla bana baktı ve "Kızım kahvaltıdan sonra alışverişe çıkalım mı? Hem birlikte vakit geçirmiş oluruz." dedi.

 

Her ne kadar dışarı çıkmayı, kalabalık ortamlara girmeyi istemesem de bu çocuksu heyecanını söndürmek istemediğim için başımı onaylarcasına salladım.

 

Benim bu hareketimle Eren bey gözlerini devirip "Tabi bulmuşsun seni masum sanan zengin aileyi, soyup soğana çevir. Acaba böyle böyle kaç kişinin rızkını yedin?" dediğinde Halit bey elini masaya vurup "Eren haddini bil!" dedi.

 

Hafif hafif titremelerim başlamışken hiçbirine bakmadan başımı masaya eğdim.

 

Yine benim yüzümden kavga ediyor, huzurları kaçıyordu.

 

Halit beyin söylediği şeyle Pars bey hızla ayağa kalktı. Bu yaptığı şeyle sandalyesi yere devrilmişti. Ben çıkan sesle daha da titremeye başlamışken Pars bey Halit beye bakarak bağırmaya başladı.

 

"Baba bu kız da aynı eski kız gibi ailemizi dağıtacak, hatta bakın dağıtmaya başladı bile! Şimdiden bizi ikiye böldü, huzurumuzu kaçırdı! Nasıl anlamıyorsunuz?! Nasıl bu kadar saf, gerçeklere bu kadar kör kalabiliyorsunuz?!"

 

Ben iyice titremeye hatra nefeslerim düzensizleşmeye başlamışken odayı Umay hanımın bağırmayan ama fazlasıyla ürkütücü olan sesi kapladı.

 

Umursamaz ve bıkmış ama bir o kadar da sert ve delici olan bakışlarıyla kısa bir an masadaki herkesi süzdü ve bakışlarını önündeki yemeğine çevirip bir yandan yemeğini yemeye bir yandan da konuşmaya başladı.

 

"Bu sorunun cevabı aranacak kişi biz değiliz, sizsiniz." dedi. Bunu Eren bey, Miraç bey, Pars bey ve Aras beye söylediği çok bariz bir şekilde anlaşılıyordu.

 

Bu noktada sakinliğini bir kenara bıraktı ve elindeki çatalı sert bir şekilde masaya bırakıp bağırmayan ama fazlasıyla yüksek bir sesle "Oturun oturduğunuz yerde, benim asabımı bozmayın! Burada oturup koca koca adamların ergen triplerini çekemeyeceğim! Ayrıca bu kız size ne yaptı lan?! Ha, ne yaptı?! Vurdu mu, küfür mü etti, bir şeyinizi mi çaldı?! Aklınızı başınıza toplayın yoksa ben toplamasını bilirim!"

 

Elindeki çatalı bir kez daha masaya savurduktan sonra tabağını da alıp bir hışımla masadan kalktı ve "İnsanda iştah miştah bırakmadınız." diye söylenerek gitti.

 

Umay hanım gerçekten fazlasıyla hayran olunacak bir kadındı. Hem duygusal hem hırçın, hem nazik hem dobra, hem neşe dolu hem de huysuz olmayı nasıl başarıyor bilmiyorum ama Halit bey kesinlike doğru bir karar vermiş ve Umay hanımla hayat evine girmişti.

 

Ben arkasından şaşkınlık ve hayranlıkla bakarken diğerleri de, başta Eren bey, Miraç bey, Pars bey ve Aras bey olmak üzere tek tek masadan kalkmaya başladılar.

 

Masada bir tek ben ve Mert bey kalınca tabağımı da alıp masadan kalktım. Mutfağa girip hiçbir şey yemediğim için temiz olan tabağımı yerine koydum ve bir bardak su içip odama çıktım.

 

Odama girdiğimde kapıyı kilitledim ve yatağımın ucuna, sanki yatak iğnlerle kaplıymış da sadece benim oturduğum yerde iğneler yokmuş ve biraz bile hareket etsem iğnlere batacakmış gibi oturtdum.

 

Sanırım bizim Umay hanımla dışarı çıkma işi yatmıştı ve ne yalan söyleyeyim çok da üzülmemiştim.

 

Üzülmememin sebebi Umay hanımla vakit geçirmek istememem değil, dışarıya çıkıp insan içine girmek istememem.

 

Derin bir iç çektim ve hiçbir şey düşünmeden öylece oturmaya devam ettim.

 

Bir süre sonra kapım tıklatıldı.

 

Hızlıca önce kilidi ardından da kapıyı açtım. Umay hanım kapının önünde, giyinmiş, hafif bir makyaj yapmış ve tüm güzelliğiyle dikilmişti.

 

Yüzüne, sanki kahvaltıda ki olay olmamış gibi kocaman bir tebessüm yerleştirdi ve şen şakrak bir şekilde "Hazırsan çıkalım kızım." dedi.

 

İlk birkaç saniye şaşırdığım için kala kalsam da hızla toparlanıp başımı olmlu anlamda salladım ve evden çıkıp arabaya bindik.

 

Umay hanım sürücü koltuğuna, ben de onun yanına oturdum.

 

Umay hanım kemerini taktıktan sonra telefonunu arabaya bağladı. Birkaç saniye sonra arabanın içi Serdar Ortaç'ın sesiyle doldu.

 

"Bu gece gel benim ol", diyemem

Sana ben aşkımı söyleyemem

Utanırım, "Beni öp" diyemem

Ele güne sorma beni

Yaralama, vurma beni

 

Umay hanım bir yandan arabayı sürüyor bir yandan da şarkıya eşlik ediyordu.

 

Kırmızı ışıkta durduğumuzda Umay hayım olduğu yerde hafif hafif kıvırtmaya başladı.

 

Hani o tatlı gönül çiçeğim?

Hani kanatlı beyaz meleğim?

Bu gece zevki sefa edelim

Şerefine vur kadehi meze yapıp harca beni.

 

Umay hanım kıvırtmaya ve şarkıyı söylemeye devam ederken ben ufak tebessümümle Umay hanımı izliyordum.

 

Trafik ışığı kırmızıdan yeşile dönerken Umay hanım kıvırtmayı bıraktı ve tekrardan gaza bastı fakat hala şarkıyı söylemeye devam ediyordu.

 

Karabiberim, vur kadehlere

Hadi içelim, içelim her gece

Karabiberim, vur kadehlere

Hadi içelim, içelim her gece

Zevki sefa doldu gönlüme

Hadi içelim acıların yerine

•••••••

Şu anda AVM'den dönmüş Umay hanımın bana zorla aldırdığı şeyleri yerleştiriyordum.

 

AVM'ye gittiğimizde önce Umay hanım kendine birkaç parça kıyafet almıştı, bana da almak için ısrar ettse de -bu ısrar tüm alışveriş boyunca devam etmişti- yeterince kıyafetim olduğunu söyleyerek reddetmiştim.

 

Sonrasında kırtasiyeye girip bana sayısal ayt ve tyt test kitabı almıştık.

 

Oradan çıktıktan sonra da bana ufak, kablolu bir kulaklık alıp -Umay hanım her ne kadar kablosuz alalım dese de kabul etmemiştim- eve gelmiştik.

 

Her şeyi yerleştirdikten sonra ders çalışmak için masanın başına oturmuştum ki kapım çaldı. Hızlıca kilidi sonra da kapıyı açtım.

 

Kapıyı açtığımda kapının önündeki Halit bey her ne kadar tebessüm ediyor olsa da kapımın önünde onu görmek kaskatı olmama sebep oldu.

 

Üvey babamı kapının önünde görmek felaket anlamına gelirdi, dünyada cehennemi yaşayacağım anlamına.

 

Benim gerildiğimi gören Halit bey uzatmadan "Yemek yiyeceğiz, hadi hazılan da gel kızım." dedi ve aşağı kata indi. Ben de üzerime çeki düzen verdikten sonra aşağı kata inip yemek odasına girdim.

 

Masada her zamanki yerime oturduğumda -Mert bey ve Aras beyin arası- Halit bey 'Afiyet olsun' dedi.

 

Herkes tabağına bir şeyler alıp yemeye başlamışken yemek yemeyen iki kişi vardı masada. Biri yemeklere baktığında bile midesi bulamadığı için ne yiyeceğini bilen ben bir de bana kitlenmiş olan Eren bey.

 

Eren bey bana baktığı için gergince tabağıma birkaç parça şey aldım ve aldığım yemekten kaşığımın ucuyla küçük bir parça aldım. Yemeği tuttuğum anda ufak bir öğürme sesi çıkarsam da bunu Eren bey dışında kimse fark etmemişti.

 

Eren bey tam konuşmak için ağzını açmışken Umay hanım bunu farkedip hızlıca lafa girdi.

 

"Ee kızım, sen hangi bölümü okumak istiyorsun?"

 

Umay hanımın sorduğu soruyla tüm bakışlar bir anda üzerime döndüğünde gerginliğim daha da arttığından ağzımdaki yemeği birden yutmaya çalıştım.

 

Fakat pek de başarılı olamadım ve yemek boğazım kaçtığı için öksürmeye başladım. Ben öksürmeye başladığımda yanımda oturan Mert bey de hafifçe sırtıma vurdu.

 

Mert bey her ne kadar hafifçe vuruyor olsa da sırtımdaki yaralar hâlâ geçmediğinden gözlerim dolmuştu.

 

Öksürüğüm geçtiğinde bir iki yudum suyumdan içtim. Cihan bey, Halit bey ve Umay hanım bana endişeyle bakarken Cihan bey "İyimisin abicim?" dedi.

 

Cihan beyi başımı sallayarak onayladığım sırada Pars bey konuşmak için ağzını açsa da bu sefer de ben söze atladım.

 

"Cerrah Paşa Tıp istiyorum Umay hanım. Ama büyük ihtimalle bu sene mezuna kalırım diye düşünüyorum, fazla konu eksiğim var."

 

Buraya geldiğimden beri kurduğum en uzun cümle buydu sanırsam. Onlar da bunun şaşkınlığını yaşarken Miraç bey "Birilerinin altına yatmaktan derslere vakit kalmadı diyorsun yani." dedi.

 

Böyle cümlelere alışkındım ama Miraç beye az da olsa güvenmiştim ve güvenim yine benim canımı yakmıştı.

 

İç çekip başımı masaya eğdim ve masanın altından yumruklarımı sıkmaya başladım.

 

Benim bu halimi gören Halit bey bana bakıp şefkatli bir sesle "Odana çıkarmısın kızım?" dedi.

 

Neden böyle bir şey rica ediyordu? Masadakilere zarar mı verecekti? Dövecekmiydi? İşkence mi edecekti? Yapmasındı. Umay hanım ve Cihan bey dışındakilerle bir bağımız olmasa ve hatta bazıları bana kötü imada bulunsalar da hiçbirinin zarar görmesini istemiyordum.

 

Biraz mantıklı düşün Açelya. Hepsi koca koca adamlar kendilerini bir hayli koruyabilirler. Asıl sen şu an Halit beyi dinlemezsen sana zarar gelebilir.

 

İç sesim haklıydı hepsi kendini bir hayli koruyabilirdi. Şu anda en önce kendimi düşünmeliydim, bu yüzden başımı onaylar anlamda salladım ve masadan kalktım.

 

Bu sırada Aras bey yanımdan sadece benim duyabileceğim bir sesle "Tabii hemen kaç sen de, korkak." diye mırıldandı.

 

Onu takmadan hızlıca odama çıktım ve kapımı kilitledim. Hızlıca kremimi sürdüm, akşam içmem gereken ilaçlarımı içtim dişlerimi fırçaladım ve ışığı kapatıp yatağıma girdim.

 

Yine her zamanki gibi annemin bana anlattığı masallardan birini anlatarak uykuya daldım.

•••••••

1986 kelime

Bölüm : 24.06.2025 13:01 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...