158. Bölüm
Yalives Doğan / Resmen Aşık / 72. Zamansız Gelen

72. Zamansız Gelen

Yalives Doğan
kambersizyazar

Hoşgeldiniz.

Başlamadan evvel beğeni butonuna basalım 🫶

40 ile 50 arası beğeni olursa sevinirim. Ben diğer bölümü yazmaya başladım.

Yorumlarınız ve beğenilerinizle siz de destek olabilirsiniz, unutmayın desteğiniz benim için çok değerli!

Şimdi bölüm size emanet. Yorumlarınızı bekliyorum. Yeni bölüm ne zaman, çok iyi tarzı yorumlar değil. Bölüm hakkında, okudukça fikirlerinizi duymak istiyorum.

Hadi başlayalım.
___________________

Esila, keyifle oturduğu sahildeki banktan kalkıp küçüklü,büyüklü taşların olduğu yere kadar yürüdü. Üç adım daha gitse su ayaklarına çarpacak diye durdu. Tam istediği yer burasıydı. Elindeki simit'den bir parça koparıp hızla denize attı. Ardından bir parça daha kopardı. İki üç martı simitlerin kokusuyla denizdeki parçaları midelerine indirip yine gökyüzüne kalkıyordu. Martılar hepçil besinleri tükettiği için doğada aç kalmayacak canlılar arasında yer alıyordu. Gözlerini kırpıştırıp etrafı kolaçan ederek kalan parçaları da fırlattı. "Hadi martılar karnınız doyduysa, söyleyin Salih'e beklemekten yoruldum. Hemen gelsin. Yediğiniz ekmeğin hakkını verin. Tek başıma çok sıkıldım." dediği gibi omuzuna bir el dokundu.

Sağ tarafına döndü kimse yoktu sol tarafına tam dönecekken Salih, Esila'nın yanağına öpücük kondurup gülümsedi. "Martılar binlerce insanın içinde beni nasıl tanıyıp, beni beklediğini söyleyecekler? Sen bana gel de, ben dünyanın diğer ucunda olsam gelirim. Yani hemen gelmesem de denerim." demesiyle genç kadının gözlerinin üstünden öpüp elini tuttu. Esila'nın her harekette nefesi kesiliyordu. Salih'in kalbinin üstüne elini koyup zorlukla nefes aldı. İki haftadır çift terapisine gidiyorlardı. Ve gözle görülür farklar vardı.

Salih'in sevgisini gösterme biçimi değişmişti. Daha sıcak daha anlamlı bakıyordu. "Benim için atan bu kalpten seni tanırlar." diyerek sarıldı. "Evlenince eminim çok mutlu olacağız. Salih, biliyor musun check up yaptırdım!" dedi heyecanla gözlerini kocaman açarak devam etti. "Hiç hastalığım yokmuş. Sapasağlam olduğum için yetmiş yıl seninle aynı yastıkta uyuyacağım. Ayy ne kadar mutluyum. Aslında bu kadar mutlu olduğum için korkuyorum. Bünyem bu kadar mutlu olmaya alışkın değil. Sen ne düşünüyorsun? Benimle bir ömür yaşamak için sabır kotan var mı?" demesiyle panikle dudaklarını büzdü.
"Çok mu konuşuyorum? Evet evet çok konuşuyorum. En iyisi az konuşmak. Nasıl az konuşulur? Abdullah bey, konuşurken az ve öz konuşmaya çalışmamı söyledi. Az konuşunca her şeyi nasıl tam olarak anlatabilirim?Düşünsene yarım konuştuğumu... Kısa ve öz konuşmak kadınlara özgü değil. Uzatmadan, kısa keserek konuşulur mu ya? Aaa unuttum söylemeyi! Balayına gideceğimiz yeri buldum. Adalarıyla meşhur ülke Endonezya. Melek ve Murat'a da oradan yer ayarladım. Aynı otel değil ama... Onların ikinci balayı olur. Ama daha onlara söylemedim."

"Neden?"

"Çünkü sürpriz yapmak istiyorum. Sanırım sürpriz yapmamam lazım. Hoşlanmaya bilirler. Onlarla konuşmadan rezervasyon yapmayacağım. Abdullah bey kontrolümü kaybetmemem için her hafta bir saat anlatıyor da anlatıyor. Onun dediklerini dikkate almam lazım. Karşı tarafın fikirlerine saygı duymam gerekiyor. Melek de benden gelecek sürprizlere karşı bağışıklık yaptı. Yine de dövebilir." dedi küçük bir kız çocuğu tatlılığında.

"Aferin sana Esila! Kendi kararlarını kimseye dikte etmemeye dikkat etmen çok güzel." diyerek genç kadını omzuna doğru yasladı. Esila, ismiyle hitap edilmesi moralini çok olmasa da biraz bozmuştu. Yaslandığı omuzdan kendini toparlayıp ellerini önünde birleştirdi.
"Benim ismim ne?"

"Esila! İsmini mi unuttun?"

"Şimdi sen sor." demesiyle Salih başını anlamsızca geriye atıp gözlerini yumdu.
"Tamam senin dediğin gibi olsun. Benim ismim ne?"

"Senin ismin herhangi birisi için Salih ama benim için mutlaka isminin yanında aşkım, hayatım, ömrüm... Ya senin için benim ismim ne?" dediği anda Salih ne demek istediği anlamıştı. Esila'nın aşk'la alakalı davranış ve düşünceleri Salih'in zıttıydı. Salih söylemeden de sevebilirken Esila her an duymak istiyordu. Hitap ediş şekli bile onun için önemliydi. Genç adam, boğazını temizleyip gülümsedi. "Şimdi ne demek istediği anladım. Sen benim en güzel imtihanımsın. En güzel hikayem, en güzel sonumsun. Sen dilimde Esila olsa'nda kalbimde canım, kanım, huysuz nişanlımsın." demesiyle Esila kendini tutmadan ağlamaya başladı. Dudakları titriyordu. Bu adamın soğukluğuna, sıcaklığına, varlığına, yokluğuna her şeyine aşıktı.

Her şeye ağlıyordu ama fazla utanmaya alışık olmadığından utanma numarası yapmaya çalıştı. Başını mağrur bir tavırla aşağı indirip yanakları kızarsın diye Salih'i yarı çıplak hayal etmek için bütün çakralarını serbest bırakıp hayalini kurdu. Dün izlediği bir filmdeki kadın gibi utanırsa erkeğin daha fazla kalbini çalacağını düşünüyordu. Serpil hanımda, güçlü kadından erkekler korkar demişti. Esila, kuzenim Melek'den korkmuyor tam tersine daha aşık oldu dediğinde. Murat değişik demişti. Salih'in aşk dolu cümleleri ruhunu okşamasına okşuyordu ama bu yeterli değildi. Daha fazla kendine aşık etmeli. Yaşadığı bütün sıkıntıları için elinden gelen, gelmeyen bütün aşkı yaşamalıydı. Bu hakkı istiyordu. Güçlü görünmemesi gerekse bile bunu yapabilirdi.

Yanakları istediği tona gelince Salih'in yüzüne doğru başını kaldırdı. "Bu sözlerle beni utandırma. Sonra böyle devam etmesini isterim." diyerek gözleriyle Salih'in bütün yüzünü inceledi. Genç adam sırıtarak Esila'nın alnına öpücük kondurdu.
"Nazlı, naif bir hanım olmak sana göre değil, Esila. Yüzünün haline bak! Ne düşündün de bu kadar kızardın?"

"Seni çıplak olarak... Ayy, ne dedim ben!" Söylediklerine inanamıyordu. Saniyeleri geri alma yeteneği olsa tam şu anda kullanırdı. "Ne düşündüğümü bu kadar yalın söyleme niyetinde değildim. Ağzımdan kaçtı. Daha halen saçmalıyorum." diyerek gerçek manada utandı. Kızarmış bir yüz gibi değilde morarmış bir ifade vardı.

Salih öksürüp ceketiyle uğraşarak etrafına bakındı. "Esila ne kadar yardım alsan da, içtiğini su da mı, yediğin yemekten mi bir şey var bilmiyorum. Dilinin ayarı hiç yok. Şimdi o güzel aklını bu konularla yorma." dedi fısıldayarak, oralı olmuyor gibi davranıyordu. İkisinin yüzü renk değiştirmişti. Beş dakika boyunca ayrı ayrı yürüdüler. Salih iki adım önde Esila yüzüne bakamadığı için arkasında. "Böyle yürümek hoşuma gitmedi." diyerek genç adam birden durup kolunu Esila'nın beline koydu. Esila koşarak koluna sokuldu. Konunun tamamen unutulması için başka konu açtı.

"Ne durumdasın. Beni kendinle doktora da götürmüyorsun. Doktor ne dedi?" Salih bir aydır Esila ile doktora gitmiyordu. Salih tek başına gidip geliyordu. "İyiye gidiyorum." dedi yalan söyleyerek. "Doktor düğüne kadar daha iyi olacağımı söyledi. Elimden geleni yapıyorum." Elinden gelenin fazlasını yapıyordu ama sanrıları geçmiyordu. Esila'yı korkutmak istemediği için ona anlatmakta zor geliyordu.

Esila, Salih’in sözlerine başını salladı ama yüzündeki tedirgin ifade kolayca silinmedi. Koluna yaslanmışken içinden geçen onlarca soruyu susturmaya çalıştı. “İyiye gidiyorum” demesi, ona yetmemişti. Doktorun ne dediğini duymadan rahat edemiyordu. Ama Salih’in inatla yalnız gitmesi içini kemiriyordu. Gelmek istese de bir bahane ile geri çeviriyordu.

“Salih…” dedi usulca, gözleri yerde. “Gerçekten iyi misin? Bu düğün işi seni zorluyorsa bana anlat. Ben bir ömür seni dinlerim, yeter ki sen…” Salih birden durdu. Esila'nın sesi, kalbine sızan ince bir çizik gibi canını acıttı. İçinde kopan fırtınaları susturmak için gözlerini kapattı. “Esila... Kendini korkutmaktan vazgeç.” dedi nazik ama kesin bir tonla. “Ben o düğün gününü seninle yaşamak istiyorum. Sana sağlıklı bir damat lazım. Düğün günü sağlıklı orada olmak için canımı dişime takacağım. İnan bana...” Sözünü yarıda kesti. Esila’nın yüzüne bakınca, o gözlerdeki korkuyu daha da büyütmek istemedi.

“Zaten yeterince vakit kaybettik,” diye ekledi zorla gülümseyerek. “Bu düğün senin hayalin. Ben de o hayali yaşatmak istiyorum. Senin yıllardır beklediğin hayalini yarım bırakmana izin vermem.”
Esila'nın gözleri doldu ama ağlamadı. Ağlamak, bu anı ağırlaştırmak olurdu. Salih’in parmaklarını kendi parmaklarının arasına aldı. “O zaman birlikte yapalım her şeyi. Düğünü de, tedaviyi de… Beni dışarıda bırakma. Lütfen. Ben her şeyimle sana geliyorum. Sende öyle bana gel. Kabulümsün.”

Salih, başını salladı ama bu sessiz onay bir uzlaşmadan çok, onu oyalamaktı. Ona her şeyi anlatmak istemiyordu. Çünkü anlatırsa, hastalığının ağırlaştığını anlar Esila'nın hayali olan o düğün bir vedaya dönüşebilirdi. “Bu arada…” dedi Esila, konu değiştirirmiş gibi yaparak. “Nikâhta 'evet' dedikten sonra ilk dansı sen mi seçeceksin ben mi?” Salih gülümsedi. “Sen. Ama eğer çok ağır bir şarkı seçersen dansın ortasında bayılırsam sorumluluk sana ait.”

“Anlaştık. Şimdiden aklımda bir liste var.” dedi Esila. “İnan bana seni ayakta tutacak bir şarkı bulacağım.”

"Kulağa hoş geliyor." Esila’nın yüzü, gökyüzüne açılan bir pencere gibi aydınlandı. Salih ise o pencereye baka baka, sonuna yaklaştığı hikâyesinin içinde bir süreliğine kayboldu. Esila, düğünden söz ettikleri o anın büyüsünden ayrılmadan, başını Salih’in omzuna yasladı. İçinde günlerdir döndürüp durduğu bir dileği, artık saklayamayacağını anladı. “Bir şey isteyeceğim,” dedi usulca.

Salih kaşlarını hafifçe kaldırdı, meraklı bir ifadeyle yüzüne baktı. “İstediğin şey emirdir, biliyorsun. Söyle bakalım.”
Esila, gülümsedi ama gözleri ciddiyetle doluydu. “Biliyorum ama bu biraz… Mahcup edici. Düğün günü, hani herkesin bir anısı olur ya, ben de bir tane istiyorum. Senden.”

“Ne mesela?” dikkatini ona vermişti.
Esila derin bir nefes aldı. “Murat, düğününde zeybek oynamıştı ya... Herkes unutamadı o anı. Aylar geçti ama şirkette herkes onları konuşuyor. Melek de çok mutlu olmuştu. Ben de, senin bana bir şarkı söylemeni istiyorum. Sahneye çıkıp değil, sadece bize. Bize özel. Belki salonda herkes susar, belki de kimse fark etmez. Ama ben hissederim. O anı bir ömür saklarım.”

Salih'in gülümsemesi sarsıldı. Gözlerinin içindeki parlaklık bir anlığına soldu. Şarkı söylemek… Belki de yapabileceği en zor şeydi şu an. Nefesi, boğazı, zihni hiçbiri kontrolünde değildi ki. Ama Esila’nın gözlerindeki heyecanı, içtenliği, sevgiyi görünce hayır diyemedi. “Olur.” dedi yavaşça, sesi boğuk ama kararlıydı. “Senin için her şey olur. Şarkı da. Senin yanında sana bakarken söyleyemem ama şarkıyı telefona kaydederim. Salonda açıp dinleriz. Belki ilk dans şarkımız o olur.” Esila'nın gözleri parladı, kollarını boynuna doladı. “Gerçekten mi? Ama söz ver, düğün günü kaçmak yok. Sahneye çıkmana gerek yok, ama bana dönüp şarkı çalarken mırıldan. Sadece ben duyayım yeter.”

Salih başını eğdi, alnını onun alnına yasladı. Kendi içindeki savaşı bastırarak fısıldadı. "Sana dönüp birkaç yerini söylerim, Esila. Hayatımın son cümlesi bile olsa seni şarkıyla anlatırım.” Esila, Salih'in omzuna başını yaslamış halde, sessizliğin tatlı bir anını bozarak hafifçe mırıldandı. “Peki… Hangi şarkıyı söyleyeceksin?” Salih gülümsedi ama cevap vermedi. Bakışlarını gökyüzüne çevirdi, sanki kelimeler diline değil de, aklına kilitlenmişti. Esila dudaklarını büzerek başını kaldırdı, onun yüzünü görebilmek için yana doğru eğildi.
“Yani bu kadar konuştuk, ben sana içimdekileri döktüm, sen ‘tamam’ dedin ama... Hangi şarkı olduğunu bilmeden nasıl düş kuracağım? Hadi, ipucu ver.”
Salih başını iki yana salladı, gözlerinde muzur bir parıltı vardı. “Yok, söylemem. Sürpriz bu.”

“Salih…” dedi Esila, adını biraz uzatarak. “Bak merak etmekten günlerce uyuyamam. Düğün günü baygınlık geçiririm. Gelinliğimle bayılırım, bu senin suçun olur.” Salih gülümsedi ama ağzını sıkı tuttu. Sadece başını salladı, yanıt vermedi. Esila’nın ısrarı tatlıydı ama cevabı kalbinde saklamak istiyordu. Mümkünmüş gibi. O konuşmazken, içi çalkalanıyordu. Aklına üç şarkı takılmıştı…

“Her şey seninle güzel…” diyordu bir ses içinde, çok eskiydi ama hâlâ etkili. Söylerken sesi titrer miydi? Kesinlikle heyecandan tek başına söylerken bile sesi titrerdi. Sonra Yalnızlık Senfonisi" geldi aklına, derin ve anlamlıydı.

En son aklına gelen doktora gittiğinde radyoyu değiştirirken duyduğu şarkıydı, tam onu ifade ediyordu. Belki de onu söylerdi. Kalbine en yakın olan. Ama bu şarkı fazla çıplaktı. Fazla dürüst. Bütün duygularını bu kadar açık etmekten rahatsız olacağını düşündü. Sonra Esila'nın onun için yaptığı her şeyi düşünüp bu bile az geleceğini düşündü.

“Yani söylemeyecek misin?” diye sordu Esila yeniden, şaka ile karışık sitemle.
Salih yanağına bir öpücük kondurdu. “Düğün günü, herkes susunca… Sen duyacaksın.” Esila gözlerini devirdi ama içten içe mutlu oldu. O anı düşündü, hayal etti… Ve kendi içinden, “Bu anı unutma,” dedi kendine. “Bu bakışı, bu sözü, bu sessizliği sakla.”

Esila, yarım saattir kollarını göğsünde kavuşturmuş, bir adım geriden Salih’e bakıyordu. Artık ısrar edecek gücü kalmamış gibiydi ama inadından da vazgeçmek istemiyordu. Hafifçe başını yana eğdi, çocuk gibi sordu. “Salih… Hâlâ bana hangi şarkıyı söyleyeceğini söylemedin.” Salih derin bir nefes alıp başını çevirdi, onun bu hâlini çok seviyordu. Hafifçe gülümsedi ama yine de cevap vermedi.

“Bak… Murat zeybek oynayarak mükemmel bir açılış yaptı. Benim deli kuzenim bile öyle şeyler düşünmüş. Melek fazlasını hak ediyor o ayrı. Senin gibi biri için şarkı nedir ki. Beni kendinle doktora götürmüyorsun, onu geçtim… Bir şarkıyı da mı çok görüyorsun? Hangi şarkıyı söyleyeceğini ve ismini istiyorum." Gözlerini kocaman açtı, dudaklarını büzdü. “Lütfen…”

Salih sonunda dayanamayıp cebinden telefonunu çıkardı. Göz ucuyla ona bakarak sessizce bir şeyler aradı. Esila yaklaşmaya çalıştı, ama o hâlâ göstermemekte ısrarcıydı. “Ne açıyorsun? Söyle hadi. Söz gülmeyeceğim… Şarkıyı kimseye söylemem bak. Yeter ki söyle… O gün ilk defa duymuş gibi yaparım.” Cebinden kablolu kulakliğını çıkarıpbir tanesini Esila'ya digerini kendi kulağına takıp bastı, telefonundan şarkı çalmaya başladı. Ses yükseldikçe, Esila’nın yüzüne tatlı bir şaşkınlık yerleşti.

Senin adınla uyandım bu sabah...
Varlığına teşekkür ederim.
Senin adınla uyandım bu sabah...
Varlığına teşekkür ederim. Esila’nın gözleri büyüdü. “Bu şarkı mı?”
Salih başını eğdi. “Evet.” Esila şarkının sözlerini hafifçe mırıldanarak ona döndü. “Bunu bana mı söyleyeceksin? Gerçekten bana mı söyleyeceksin? Ama ben ağlarım.” Salih başını yana çevirip dudaklarını kıvırdı. “Senin gibi biri için daha azı yetmez.”
İyi günde sen, kötü günde sen,Nasıl özlemiştim bir bilsen,
Yokluğun anlamsız, bu dünya vefasız.
Ruhuma hapsettim adını.

Salih mırıldanarak eşlik ediyordu. Gözlerini sevdiği kadından kaçırmıyordu. Esila, kıkırdadı. "Gerçekten orada düşüp bayılırım. Bana bu güzel şarkıyı söyleyeceğini hiç düşünmedim.”

Salih yavaşça tekrar etti.
iyi ki hayatımdasın,
Sensiz kimler anlasın,
Attığım her adımdasın,
Sol yanımsın. Esila iç çekti. “Ben sensizken çok boş yaşıyormuşum. Seni hep istedim hep isteyeceğim. Kafam seni sevdiğimden beri hiç karışmadı. Aşk mı, bağlılık mı bilmiyordum. Ama sen… Benim tüm hayatımsın. Sana olan sevgim, hem sessiz, hem çok gürültülü içimde…”

Salih hafifçe başını eğdi. “Ben susuyorsam... Senin içini daha net duyabileyim diyedir. Senin iç sesin benim sesim oldu, Esila.” Sıkıca sarıldı sevdiği adama. Şarkı arkadan devam ediyordu.
İyiki hayatımdasın,
Sensiz kimler anlasın,
Attığım her adımdasın,
Sol yanımsın.

Gönlünü gönlüme nasip eden Rabbime
Şükürler olsun sevdiğim.
Gönlünü gönlüme nasip eden Rabbime
Şükürler olsun sevdiğim.
Esila gözleri dolu dolu döndü. “Bu kısmı bir kez de sen söyle!” Salih zorla gülümsedi ama ciddiyetle aynı sözleri tekrar etti. “Gönlünü gönlüme nasip eden Rabbime Şükürler olsun sevdiğim.”
Esila fısıltıyla, “Benim için söyledin değil mi?” Salih başını eğdi. “Senin dışında kimse bana bu şarkıyı söyletemez.”

Şarkı yavaşça sona yaklaşırken, Salih telefondan sesi kapattı. Kulaklıkları çıkarmadan şarkıyı mırıldanmayı sürdürdü. Esila onun yanına iyice sokuldu. “Ben seni sevdiğim için çok şanslıyım. Ve sana hiç benzemediğim hâlde senden başka hiçbir şey olamadım. Düğünde bu şarkıyı söylersen, hayatım boyunca susmam artık, ona göre.” Salih gülümsedi. “Zaten senin susman bana ceza olurdu.”

Birbirlerine baktılar. Konuşmadılar. Çünkü o an, şarkı her şeyi anlatmıştı. Her kelimesiyle, her melodisiyle kalplerinin tam ortasına dokunmuştu. Esila başını onun omzuna yasladı.
“İyi ki seçtin bu şarkıyı. Herkes senin bana olan hislerini duyacak. Esila'nın kalbine sığdıramadığı aşkı karşılık buldu diyecekler.”

******

Yepyeni bir sabahla Melek yatağından esneyerek gözlerini açtı. Dünden beri hafif yağmurlu, esen rüzgarın aksine sıcacık bir hava vardı. Dün Sibel ve Esila'yla manikür yaptığı tırnaklarına bakıp, ayağını yukarı kaldırdı. Hayatında ilk defa pedikür de yapmıştı. Başını sağa sola çevirip kırtlattı. Saat sabahın yedisiydi. Gece üçe kadar Murat'la film izlediği için başı hafiften zonkluyordu. Bugünlerde bazı kokular da burnuna çok fazla geliyordu. Melek, annesinin tülbentlerinden birisini incecik yapıp başına sarmalayarak gözlerini kırpıştırdı. "Murat!"

Murat, çıplak sırtı, bol pijama altı ile mutfakta tezgâhın önünde ayakta duruyordu. Bir yandan Serpil hanımın verdiği sucukları ince ince doğruyor, bir yandan da çırptığı yumurtayı tavaya döküyordu. Cızırdayan yağın sesi mutfağı doldurmuşken, bir çift çıplak ayak zemine bastı. Melek, uykulu gözlerle içeri girdi. Başına annesinin tülbentlerinden birini bağlamış, üstüne sabahlığını geçirmişti. Gözleri hâlâ mahmur ama yüzünde o tanıdık yorgunluk ifadesi vardı.

Murat, omzunun üzerinden dönüp baktı. Sonra kaşlarını kaldırdı, tavayı bıraktı, yavaşça yürüyüp Melek’in tam karşısına geldi. Gözlerini yukarıdan aşağıya süzdü, sonra dudaklarını büzüp başını yana eğdi. “Sen ne tatlı olmuşsun öyle? Şu tülbente bak…Bayıldım... Tatlı bir yandanda çılgın duruyorsun.”
Melek bir gözünü kısıp yandan baktı. “Sakın. Şu an komik şaka zamanı değil. Bu sucuk kokusu da beni öldürecek.” Murat, gülümseyerek eğildi. Burnunu onun burnuna dokundurdu. "Ne hassas burnun var senin. Sinirlenince bile ağrıyor."

"Başımda zonkluyor." dedi çocukça bir gücenmeyle. “Zonklamanın sebebi ben olsam keşke.”

“Murat, çok konuşuyorsun.”

“Ve sen hâlâ çok güzelsin. Kesinlikle araştırılman gerek, bu halde bu kadar güzel olmak imkansız gibi görünüyor ama sen imkansızı başarmışsın.” Ellerini Melek’in beline koydu, başını onun boynuna gömdü. Birkaç saniye sadece kokladı. Ardından yumuşacık bir öpücük bıraktı ensesine. Melek irkildi. “Murat! Yumurtayı yakacaksın! Ve ben kesinlikle bu tavadaki hiçbir şeyi yemem.” Kahkaha atarak başını geriye eğdi. “Sen daha çok yandın bence.” diye fısıldadı ve usulca geri çekildi.

Melek arkasını döndü ama gülümsediği belliydi. Ocaktaki tavaya yaklaştı, bir çatalla kenarından aldı. “Bunu sen yersin. Yumurtayı bile cinsellik şakasıyla yakıyorsun. Üç buçuk aydır evliyiz işin gücün benimle eğlenmek.”

“Ya karısını tülbentli görünce kendinden geçmeyen biriyle evli olsaydın, belki o zaman yumurtalar mükemmel olurdu. Ama kalbin bu kadar hızlı çarpar mıydı?” Melek başını iki yana sallayıp gülümserken Murat arkasından yaklaşıp arkadaki saçlarını okşadı “Ne yapıyorsun ya!”

"Bebeğimiz sana benzerse taliplerinin canına okur. Hem güzel hem savaşçı ruhlu. Çok güzel olduğunu söyleyen erkeklere harakiri yapar."

"En az iki yıl çocuk istemiyorum. İki yıl sonra düşünürüz."

"Şimdi düşünsek iki yıl sonra bir daha düşünürüz. Olmaz mı?"

"Olmaz."

Murat çekmeceyi açtı, iki tabak çıkardı. Bir yandan Melek’in yanından geçerken hafifçe dokunarak yürüdü, her adımında onun sabrını test eden bir çocuk gibiydi ama gözlerinde sadece sevgi vardı. Taşkın, şakacı, ama yumuşacık bir sevgi.

Melek, “Seninle yaşamak huzurlu falan değil. Kalbim her gün yarışa kalkıyor,” dedi. Murat çaydanlığa su koyarken arkasından döndü. “Ama hep kazanan sensin, biliyorsun değil mi?” Sonra çay kaşıklarını birer birer bardağa koydu. “Bir de şu var,” dedi, çenesini kaldırıp Melek’e bakarak. “Sen sabah sabah başına tülbent sarıp karşımda böyle durursan, bu konuda işkillenmemem anormal olur. Kendini daha fazla aşık etmek için planın bir parçası olmadığı ne malum.”

"Yok artık daha neler." Melek, suratına düşen birkaç saç telini geriye attı. Gözlerini tatlı bir öfkeyle kaçırdı. O kaçırdıkça Murat daha da yaklaştı. Bir an, zaman durmuş gibiydi. Dudakları tekrar boynuna dokunduğunda, Melek’in tüyleri ürperdi. “Tamam, tamam! Kahvaltıyı edelim mi artık.” dedi Melek, çatalı havaya kaldırıp tehdit eder gibi.
Murat kahkaha attı, sonra sessizce masaya oturdu. Ama gözleri hep Melek’teydi. O ne yaparsa yapsın, Murat’ın gözleri onun üstünden bir an olsun inmiyordu.

Çünkü o sadece Melek’in kocası değildi. Onun sabah neşesi, gece uykusuzluğu, tutkusu, hayaliydi. Ve yetmiş beş gün değil, elli yıl geçse, her sabah komik bir şekilde başına sardığı tülbente bile âşık olmaya devam edecekti. Kahvaltılarını yaptıktan sonra öğlene kadar eve getirdiği dosyaları incelediler. Aslında Murat eve iş getirmeyi sevmiyordu ama Melek haftanın iki günü birkaç dosyaya göz atmak için getiriyordu. Murat'dan da bol bol akıl alıyordu.

Esila'nın başı çektiği kumaş pazarlaması tahmin ettiklerinden daha iyi gidiyordu. Melek ile birlikte mükemmel bir şekilde çalışıyorlardı. Hindistan'da ki yapılan hatadan sonra başka bir şirketle anlaşıp sekizinci gemiyi de ülkeye getirmişlerdi. Rengarenk kumaşlar ile Türkiye pazarının yüzde doksanı Arsel holding tarafından idare ediliyordu. Murat önderliğinde holding çağ atlamıştı.

Murat, Melek’in sunduğu dosyaya göz gezdirirken kaşlarını hafifçe çattı. “Bu renk paleti Hindistan’daki pazarda tutmuştu ama Avrupa için fazla iddialı olabilir,” dedi. Melek hafifçe gülümsedi. “Zaten o yüzden sana gösteriyorum. Bu sefer tasarım ekibi farklı düşünmüş, senin fikrinle netleşsin istedim. Fikirlerin çok önemli.”

Murat dosyayı kapattı, çayından bir yudum aldı. “Renkler güzel ama pazarlama stratejisini yumuşatmak gerek. Türkiye pazarı daha klasik gidiyor. O yüzden belki Esila ile beraber yeni bir sunum hazırlarsınız.”

Melek başını salladı. “Esila zaten bu sabah beni aradı, İstanbul'da bir butik zincirle görüşme ayarlamış. Kumaşlardan örnek göndereceğiz. Almanya ve Avrupa'nın birkaç ülkesi ile de görüşmelerimiz devam ediyor. Gönderdiğimiz kumaşları çok beğendiler.” Murat memnuniyetle başını salladı. Arsel Holding’in sadece ihracat değil, markalaşma alanında da ilerliyor olması hoşuna gidiyordu. Üstelik bu yükselişin merkezinde Melek’in olması onu ayrıca gururlandırıyordu.

Tam o sırada Melek’in telefonu çaldı. Ekranda “Esila” yazıyordu. Aramayı cevapladı. “Esila, ne oldu?” Esila’nın sesi biraz heyecanlıydı. “Melek, acilen seninle görüşmem lazım. Ama yalnız gel. Yanında kuzen olmasın.” Melek’in kaşları çatıldı. Murat hemen karısının yüz ifadesini fark etti. “Ne oldu?” diye sordu sessizce. Melek, telefona geri döndü. “Tamam, şimdi çıkıyorum.”

Telefonu kapatıp ayağa kalktı. “Bir şey olmuş. Yüzünü bile görmeden anladım. Esila bu sefer bir hata yapmadıysa, biri ona yaptı. İnşallah Salih ile kötü bir kavga yapmamıştır.” Murat da yerinden kalktı. “Ben de geliyorum. Psikolağa gidiyor ama onun sağı solu belli olmaz. Duygu durumu çok hızlı değişiyor.”
Melek başını iki yana salladı. “Hayır, yalnız gelmemi istedi. Ama oraya vardığımda seni ararım. Söz.”

Murat istemese de kabul etti. Melek, çantasını alıp hızlı adımlarla kapıya yönelirken Murat karısının havaya kaldırıp ayaklarını yerden keserek öptü. "Depresyondaysa getir buraya. Yanlız kalmasın."

"Tamam canım."

Melek, arabayı hızla sürdü. Esila’nın sesi aklından çıkmıyordu. "Yalnız gel" demesi, Melek’in içini kemiriyordu. Başına bir şey mi geldi? Yoksa işler mi sarpa sardı? O kadar yoğun bir dönemde Esila’nın onu bu şekilde çağırması, sıradan bir meseleye benzemiyordu.

Kısa süre sonra telefonuna bir mesaj düştü. "Sibel’i de çağırdım. At çiftliğinde buluşalım. Lütfen çabuk gelin." Melek’in kalp atışları biraz daha hızlandı. Esila’nın ciddiyeti, olağan tavrının çok dışındaydı. Üstelik Sibel’i de çağırması işin içine daha duygusal bir mesele karıştırdığını gösteriyordu. Hemen Sibel’i aradı. Çok korkmuş olmalıydı.

Sibel’in sesi telefonda yorgun ve gergindi. "Melek, ben de anlamadım. Arabayı gönderdi, aldırdı beni. Kustum az önce, hâlâ da ağlıyorum. Yolda kedi gördüm arkasına dönüp miyavladı diye ağladım. Şu hormonlar beni mahvetti."
Melek iç geçirdi. “Yoldayım. Sen de kendini zorlama. Derin derin nefes al.”

At çiftliği, şehirden biraz uzakta, büyük bir araziye kurulmuştu. Geniş çayırlık alanlar, beyaz ahırlar ve uzakta dolanan birkaç asil at manzarası… Bahar esintisiyle hafifçe savrulan çiçek kokuları, bir kartpostalın içine düşmüş hissi veriyordu. Melek geldiğinde Sibel çoktan varmış, bir bankta oturuyordu. Gözleri kıpkırmızıydı, burnunu çekiştiriyor, bir yandan da önündeki şişeden su içmeye çalışıyordu. Melek ona doğru koşar adım yaklaştı. “İyi misin?”

Sibel başını salladı. “İyiyim, iyiyim. Yine kustum ama geçti. Sadece çok duygulandım. At bana bakarak kişnedi. Bir derdi olmalı. Esila da bizi buraya çağırdı neler oluyor, hiçbir şey söylemedi.” Tam o anda ahırın yanında beliren Esila, iki elini cebine sokmuş, yüzünde ciddi ama dingin bir ifadeyle onlara doğru yürüdü. “Geldiniz mi?” diye sordu.

Melek hemen lafa girdi. “Esila, ne oluyor? İyi misin? Bize çağırınca kötü bir şey oldu sandık. Salih ile aran iyi mi? Küsmedin değil mi? Panik atak mı geçirdin?” Sibel başını sallayarak ona katıldı. “Eğer kötü bir varsa alıştıra alıştıra söyle. Ağlamaya yer arıyorum zaten fazla dertli bir durum ise eyvah ki ne eyvah. Kaç gün ağlarım Allah bilir.” Esila dudaklarını büzüp derin bir nefes aldı. “Hiçbir sorun yok. Ne zaman buluşmak istesem Sibel kusuyorum diyor Melek de şirkette birbirimizi gördüğümüzü söylüyor. İkinizin kocaları var diye hep meşgulsünüz. O yüzden bu yola başvurdum." iki kadında şaşkınca Esila'ya bakıyordu. "Ben bir karar verdim ve önce size söylemek istedim.” İkisi de susmuştu.

Melek bu tarz hareketleri sevmiyordu ama Esila'ya ne derse desin bazı durumlarda değişmesi belli ki zaman alacaktı. Akışa bırakıp gözlerini yumdu. "Esila hadi ben neyse de. Sana demedim mi bu tarz hareketler Sibel'in durumu için tehlikeli. Çok korktu. Bende korktum. Allah aşkına şu panik konuşma şeklini ayarla. Sayende hop oturup hop kalkıyoruz." Esila hiç oralı olmadan kaldığı yerden cümlesine devam etti. "Ben kına gecesi yapmak istemiyorum. Gelinlik giyerim, nikâh yaparız, düğün bile olur ama o kına... O bana göre değil. Salih de istemiyor gibi. Benim içime sinmiyor. Yani o istese ben yapardım ama bu konuda hiç ilgili değil.”

Sibel aniden burnunu çekti ve birden ağlamaya başladı. “Ben... Ben zaten duygusalım, bu çok saçma, niye ağlıyorum? İstemeye bilirsin senin kararın. Ama annem senin kına gecen için alışveriş yapıyor.” diyerek ağlamaya devam etti. "Ona söylediğinde üzülebilir. Senin kına geceni yapmak istiyordu." Esila'nın gözleri doldu. Birazda annesi yok diye istemiyordu. Onun yokluğu canını acıtacağı için bu kararı vermişti. "Yani üzülmez bence. Akrabam bile yok. Kimse gelmez." demesiyle Sibel daha çok ağladı. Melek de ağlamaya başlayınca Esila yere çökerek avazı çıktığı kadar ağlıyordu. Dışarıdan bakan biri için görüntüleri oldukça komikti. Ama onlar dram yaşıyordu.

Melek gözyaşlarını silerken Sibel'e yanaştı. “Ya bak, ağlama ama böyle olmaz ki. Ota b*ka ağlıyorsun. Esila kına yapmasın Serpil teyze durumu anlar. Şu halimize bak konu ne olursa olsun ağlamaya hazırız biz zaten.” dedi, burnunu çekerken. O sırada yerde oturan Esila, başını kaldırıp arkadaşlarına baktı, burnu kıpkırmızıydı. “Ben sizin bu kadar duygusal olacağını bilsem söyler miydin.” diyerek kendi de güldü.

Tam o anda çitlerin oradan bir kişneme duyuldu. Üçü de bir anda sustu. Sibel Melek’in koluna yapıştı. “O neydi be?”
Melek başını yavaşça çevirdi. “Yani bu kadar ağlama sesine gelen sadece biz olmayız herhalde. At çiftliğinde timsah olacak değil, at sesi.” Çitin arkasından kocaman beyaz bir at başını uzatmış, merakla onlara bakıyordu. Gözleri parlıyordu. Üçlü, bir an sessizce ata baktı.

Sonra at bir daha kişnedi. Bu kez üçü birden “AAAA!” diye bağırarak yerlerinden fırladı. Esila'nın paçaları yeri süpüren pantolonu ayağına takılınca düşecek gibi oldu, Melek kolundan tuttu. Sibel zaten çoktan Melek’in arkasına geçmişti. "Manyak mısınız? Arkama geçmek nedir ya. Her yerde en önde hep benim."

“Geliyor!” diye bağırdı Sibel.

“Ya ne gelmesi, at sadece bakıyor! Gelse önüne atılacak kurban belli ki ben olacağım.” dedi Melek ama o da geri geri gidiyordu. Esila panikle çığlığı bastı. “Bu kesin Serpil teyzenin yolladığı bir testti! Ben kına yapmıyorum dedim ya, bak bak, üstüme at saldı! Onun cinleri olduğunu düşünüyorum.”

“Abartma Esila! Senin yüzünden etrafımızı sarıp bize musallat olacaklar. Onların en sevdiği kişi sen olabilirsin. Sağı solu belli olmayan az buçuk üşütük onlar için biçilmiş kaftansın.” dedi Melek kıkırdayarak ama hala bir yandan geri yürüyordu. Sibel çığlık attı. “Melek o ağzını açtı bak, kesin ısıracak!”

"Sibel drama yapma. Çit var önünde. İşi gücü yok bizi ısıracak. Dişleri o kadar acıtmıyor." dedi Melek. Dokuz yaşındayken Konya'ya gittiğinde evinin önündeki komşunun atı kolunu ısırmıştı.

Sibel hala arkasına bakıyordu, çitin ardındaki beyaz at başını uzatmış, onları incelemeye devam ediyordu. “Bize bakıyor Melek. Göz göze geldik. Kalbim sıkıştı. Bu bakış... Tehdit değilse ne?”
Melek kollarını kavuşturup başını iki yana salladı. “Sibel drama yapma diyorum. Gözlerini aç bak önünde çit var. Dişleri gerçekten o kadar da acıtmıyor. Hem bize doğru gelse kendimi sana siper ederim.” Sibel gözlerini büyüttü. “Ne demek dişleri acıtmıyor? Sen nereden biliyorsun?”

Melek gözlerini kaçırdı. “Biliyorum işte. Teorik olarak. Araştırmıştım bir ara.” diyerek konuyu hızlıca geçiştirdi. Esila kaşlarını çattı. “Sen birini gördün, değil mi? Birini ısırdığını?”

“Yok canım, nereden çıkarıyorsunuz?” Melek yere baktı, hafifçe burnunu çekti, sonra ciddi bir tavırla Esila’ya döndü. “Ben bilimsel konuşuyorum. Mantık yürütüyorum. Atların çiğneme şekli düz, koparma dişleri yok. O yüzden en fazla cilt tahrişi yapar. Tıbbi olarak böyle yazıyor.” Dokuz yaşındaki halini anlatıp herkese duyrulsun istemiyordu. Esila'nın bilmesi demek bütün tanıdıkların bilmesi demekti.

Sibel kaşlarını kaldırdı. “Melek sen ne zaman atların çene yapısıyla ilgilenmeye başladın?” Melek başını çevirdi. “Ben her şeyle ilgilenirim. Genel kültür işte. Bir gün lazım olur diye.” Esila sırıtarak fısıldadı: “Kesin çocukken bir şey oldu ama anlatmıyor...” Melek onları duymuştu ama hiç renk vermedi.
Tam o anda at yeniden kişnedi. Bu kez biraz daha yüksek bir sesle. Sibel, “Ayy ben gidiyorum!” diye arkasını dönerken ayağı çimenlere dolandı. Melek kolundan tuttu. “Aman dur, dramla başladık, ambulansla bitmeyelim. Sana bir şey olursa Ahmet bizi öldürür.”

Esila göz kırptı. “Olay yerinde dramatik düşüş. Sibel’in Kına Öncesi Krizi.” Sibel gülerek kendini toparladı. “Tamam tamam. Ama o atın aklında bir şey var. Bakışı fazla derin.” Melek hafifçe gülümsedi. “Kim bilir. Belki de bizden biri gibi hissetti. Kimseyi umursamadan ağlayınca bize destek olmak istedi.” O sırada uzaktan bir keçi sesi duyuldu. Üçü de aynı anda sustu.

Sibel, “Lütfen... Bu çiftlikte bir canlı daha üstüme gelirse nikahı telefonda yapın, ben uzaktan katılırım.” dedi. Üçü birden arka arkaya koşmaya başladılar. Esila topuklu ayakkabısıyla zemine takılıp yine düşecek gibi oldu. “Ben ayakkabılarımı çıkarıyorum! Ayakkabılarımı bırakın, beni kurtarın!” diye bağırdı. O sırada çiftliğin köpeği de havlayarak yanlarından geçti. Bu sefer hep birlikte bağırdılar: “KÖPEK DE GELİYOR!”

Panik halinde çiftliğin restoranına daldılar. Kapıyı kapatıp birbirlerine baktılar. Üçü de soluk soluğa, saç baş dağılmış haldeydi. Melek derin bir nefes aldı. “Bak Esila kararların önemli ama... Bir dahaki duyuru toplantısını WhatsApp grubunda yap olur mu?”
Sibel gülmeye başladı. “Ağlamaktan kaçarken, at kovalamasına döndü günümüz.”

Restoranda üç aile dışında kimseler yoktu. Köşede daha sessiz tarafa geçip oturdular. Sibel elini yüzünü yıkamak için lavaboya gitmişti. Esila, masanın ucunda Salih’le fısıldaşarak telefonda konuşuyordu. Melek ise telefonunu açıp Murat’a mesaj attı. “İki saate evdeyim. Esila'nın hiçbir derdi yok kendinden başka. Merak etme yani. Sibel de yanımızda bir şeyler yemek istedi.”
Mesajı gönderdikten sonra telefonunu çantasına attı, derin bir nefes aldı ama pişman oldu. Sipariş ettikleri yemekler birer birer masaya geldikçe burnuna yoğun bir koku doldu. İlk başta sadece biraz ağır geldi, ama sonra midesi hafifçe bulanmaya başladı.

Yan masadan gelen tereyağlı karidesin kokusu, tam önüne konan bol sarımsaklı beyti, garsonun taşıdığı soğan halkaları... Her biri ayrı bir saldırı gibiydi. Melek yüzünü buruşturdu. “Elim ayağım titriyor yeminle, biri şu sarımsağı alsın götürsün,” diye mırıldandı kendi kendine. Esila başını çevirip baktı. “Ne oldu? Midene mi dokundu?”

“Yok ya...” Melek dudaklarını birbirine bastırdı, gözleri hafif sulanmıştı. “Garip bir şey. Burnum sanki on kat hassas. Ne pişiyorsa burnuma geliyor. Hele şu balık... Yan masaya ben mi sipariş verdim diye düşündüm bir an.”
Esila gözlerini kıstı. “Senin alerjin mi vardı balığa?”

“Yok ama şu an düşmanım gibi. Midem ters döndü.” dedi Melek ve hızla su bardağını eline alıp bir yudum içti. Boğazını yakan o sarımsak kokusu hâlâ burnundaydı. Eliyle yüzünü yelpazeler gibi sallamaya başladı. Sibel geri geldiğinde Melek’i öyle görünce kaşlarını kaldırdı. “Hayırdır senin surat solmuş?”

Esila lafa atladı. “Her yemeğin kokusunu tek tek hissediyor. Biraz rahatsız oldu.”
Sibel hemen ciddileşti. “Aç mısın? Şekerin mi düştü yoksa? Yoksa hasta mı oluyorsun?”

Melek başını iki yana salladı. “Hayır ya, saçma bir şey bu. Belki migren geliyor olabilir. Burnum roket gibi çalışıyor bugün. Sabahta başım çalıyordu. Yeminle pizzanın içindeki kekik oranını bile hissediyorum.” Sibel ciddiyetle, “İyice garip oldun. Ne garip garip kokulara duyarlılık gösteriyorsun. Bana kalırsa vitamin eksikliği var.” Esila masaya eğildi. “Benim fikrim kesin havalandırma kötü. Ya da o burun spreyi kullandığın zamanlarda vardı ya, onun etkisi sürüyordur. Belki sinüslerin açılmıştır.”
Melek güldü. “Evet evet, sinüs patlaması... Bu durumu da yaşadık sonunda.”

Ama içten içe Melek hâlâ hafif bir mide bulantısı hissediyor, ağzında garip bir tat dolaşıyordu. Daha önce böyle hissettiğini hatırlamıyordu. Ama kimsenin aklına "hamilelik" gelmiyordu.

Henüz onun bile…

Çocuk düşünmediği için ilaç kullanıyordu hamile olmayacağına emin olduğu için başka şeylerden şüphe duyuyordu. Yemeğini yiyemedi. Biraz hava almak için dışarı çıkıp Esila ve Sibel'in yemeklerini yemesini açık havada bekledi. On beş dakika sonra ikisi de tıka basa yemişti. Sibel doktoruna danışmadığı için ata binmedi. Esila iyi bir biniciydi. Sakin bir ata binip tek başına belirli bölgede turladı. Melek ise eğitmen eşliğinde at ile kısa bir tur yaptı.

Çiftlikte yürürken Sibel, Ahmet ile olan yaşantısını anlatıyordu. Ona bebek gibi baktığını, sevgisini gösterme biçimini dışarıda soğuk dursada evinde kedi gibi olduğunu o andan hiç çıkmamış gibi anlatırken Melek, sevdiği adamı düşündü. O dışarıda aşkını hiç çekinmeden gösteriyordu. Her yerde sarılıyor her kuytu köşede öpüyordu. Aynı ortamda olduklarında hep gözleriyle onu izliyordu. Sevgisi çok derin ve şefkatliydi. Melek'i herkesin önünde övüyor ve desteklerdi.

Melek, Sibel’in anlattıklarını dinlerken yavaş yürüyordu. İçinde bir yer, Sibel’in sözlerine gülümseyerek eşlik ederken, bir başka yanı usul usul Murat’a kayıyordu. Murat’ın onu sevme hali bambaşkaydı. Sevdiğini söylemekle kalmazdı, gösterirdi de. Kalabalıkta bile sıyrılıp ona dokunmanın bir yolunu bulurdu. Kimi zaman Melek'e sarılırken bir çocuk gibi masum, kimi zaman sokak arasında aniden dudağından öperek delice olabiliyordu. Onunla yürürken bile elini sıkıca tutar, ellerini hiç bırakmazdı. Gözleriyle konuşur, gözleriyle sarılırdı. Melek şimdi, Sibel’in “evde kedi” dediği adamın aksine, dışarıda bile kedi gibi sırnaşan Murat’ı düşündükçe içi ısındı.

Sibel bir kahkaha attı, ardından hafifçe başını Esila’nın omzuna yasladı. “Ahmet’in sabah kalktığında saçlarım dağılmış diye yüzüme bakıp ‘korktum’ deyişi bile tatlı geliyor artık.” dedi gülerek. “Sonra gidip o dağılan saçlarımı eliyle düzeltiyor. Ev haliyle bile beni seviyor... Ne bileyim, tuhaf huzur veriyor.” Esila başını salladı. “Salih'in bana bir şey söylemesine gerek yok. Mimikleri her şeyi anlatıyor. Bazen de sessizce yanımda oturup elimi tutması yetiyor.”

Melek gülümsedi ama bir adım geride kalmaya devam etti. Onların sevgiyle örülü kelimeleri arasında yürürken, kendi içindeki fısıltı gittikçe büyüyordu. Dışarıdan hafif bir rüzgâr yüzünü okşarken, içindeki sarsıntı daha da derinleşti. “Sanki bana her şey fazla geliyor,” dedi kendi kendine usulca. “Yemek kokusu, yürüyüş, hatta rüzgarın sesi bile…” Bir adım daha attı. Sonra durdu. Gözleri yere sabitlendi. Bir düşünce… Önce imkânsız gibi gelen, sonra içini titreten bir düşünce. “Yok artık! Hamile olabilir miyim?”

Eli yavaşça karnına gitti. Farkında olmadan okşuyordu orayı, sanki cevabı parmak uçlarında hissedebilirmiş gibi. Aklı hesaplamaya çalıştı. “Yok, ben ilaç kullanıyordum. Her şey kontrollüydü. Planlıydım. Olamam. Olmamalıyım.” Ama yine de o his... O sinsi, içten içe büyüyen his onu almıştı. “Ya o ilaçlar işe yaramadıysa?”

Bir kaç gündür her kokudan rahatsız olmuştu. Sevdiği yemekler itici gelmişti. Yorgunluk? Mide bulantısı? Ani duygusal iniş çıkışlar? Hepsi bir araya gelince… Boğazı düğümlendi. O an, Esila kahkahasıyla Melek’in düşüncelerini kesti. “Salih bir gün uyandığında ‘Benim rüyamda bile sen vardın.’ diye mesaj attı. Hiç romantik biri değildir ama... O sabahı hiç unutmam.” Sibel gülümsedi. “Ahmet de rüya görmüş, bana anlatırken utandı. İkimiz de sustuk ama anladık birbirimizi.”

Melek gülümsemeye çalıştı ama gülümsemesi gözlerine ulaşmadı. Onlar konuşurken, o kendi içine çekiliyordu. Kalbi hem korkuyla hem de tuhaf bir merakla çarpıyordu. Yüzüne tatlı bir hüzün oturdu. “Ya gerçekten hamileysem? Ya içimde bir şey büyüyorsa?” Gözlerini Sibel ve Esila’ya çevirdi. Onların sevgiyle dolu sözlerine, sıcak kahkahalarına. Birden düşüncesi yumuşadı. Eli hâlâ karnındaydı. Belki de içgüdüydü bu. Belki de...

“Bilmeden bile sevmeye başladım mı?”
Ama bunu onlara söylemeye henüz hazır değildi. Gözlerinden sıyrılan küçük bir damla yaş, rüzgârla birlikte kayboldu. Dudaklarında hafif bir fısıltı vardı.
“Eğer varsan lütfen iyi ol.” İstemediği hamileliğin ihtimali bile heyecanlandırmıştı.

Yürüyüş boyunca Melek kafasındaki düşünceleri bir türlü aşamıyordu. Esila, arabasının anahtarlarını çantasından çıkarırken Sibel’e döndü. “Serpil teyzeyle kınayı konuşacağım. Hadi gidelim.”
Sibel başta yük olmamak için itiraz edecek gibi olduysa da sonra gülümsedi. “Tamam. Ahmet beni çok merak etmiş olabilir, bende iki gündür anneme uğramadım.” İkisi arabanın olduğu yöne doğru yürümeye başladılar. Sibel dönüp Melek’e seslendi. “Yüzün bembeyaz bir şey mi oldu? Hala burnuna koku mu geliyor?”

Melek başını hafifçe salladı. “Yok, gayet iyiyim. Biraz yürüyüp arabaya geçerim.”
Esila ona bakarak kaşlarını hafif çattı. “İyi misin sen? Bir garipsin bugün.”
Melek gülümsedi, yorgun ama tatlı bir gülümsemeydi. “İyiyim. Sadece biraz başım döndü. Temiz hava iyi geldi. Murat halsiz olduğumu fark ederse doktor doktor gezdirir.”

"Biz doktora götürelim. Melek, burnun bozulmuş olmasın." dedi Esila kıkırdayarak. "Yani işlevini kaybetmiş olabilir." Melek kaşlarını kaldırdı, Esila’ya yan gözle baktı. “Burnum gayet iyi çalışıyor, fazla iyi hatta. Restorandaki soğanlı tavukla, senin parfümü karıştırınca neredeyse üçüncü dünya savaşı çıktı burnumda.”

Sibel güldü. “Seninki burun değil, NASA radarına dönmüş. Koku almadığı şey yok. Bir ara yürürken çimenler için 'bu sabah çiğ düşmüş' dedin.” Esila gözlerini devirdi. “Yengeciğim, kaybolan çocuğu ararken seni çağıracaklar. Melek, al çocuğun çorabını kokla, hangi yöne gittiyse bul.” Melek kıkırdayarak elini salladı. “Siz iyice delirdiniz. Benimle alakalı bir şey oldu ya zorbalayın.”

Sibel ciddi bir ses tonuyla konuştu: “Ben sana söyleyeyim, burunla gelen hassasiyet hayra alamet değil. Ya alerji... ya da…” Üçü birden sustu. Esila gözlerini kısarak Melek'e döndü: “Yoksa... Hamile falan mısın?” Melek’in gülümsemesi dondu. Bir anlık sessizlik oldu. Sonra itiraz etti. “Yok canım, yok. Öyle olsa ilk siz bilirdiniz zaten. Burnum sadece... Kariyer değiştirmeye karar verdi.”

Sibel’in kaşları çatık, düşünceli yüz ifadesi giderek tedirginliğe dönüştü. “Kusma var mı?” Melek başını hayır anlamında salladı. Kusma yoktu, ama sabahları karnının içinde tuhaf bir boşluk hissi, mide bulantısına yakın bir titreşim oluyordu. Gözlerini kısarak uzaklara baktı. “Kusmadım ama arada midem bulanıyor. Çok hafif.” Sibel’in gözleri kısıldı, tıbbi bir ciddiyetle bakıyordu ona. Duraksadı, sonra kısık sesle sordu. “Hormonlar yüzünden kocandan nefret ettiğin oluyor mu? Ya da tam tersi kudurmuş gibi onu istiyor musun? İkisi bende olmadı ama çoğu hamile de oluyor.”

Esila kahkahayı bastı, boğazını temizleyerek bir adım geri attı. “Murat, Melek’in bir uzvu gibi kıza yapışık! Nefret etmesine izin vermez ki. Bence ikinci şık.” Melek ona sinirle bir bakış attı. Ne zaman ciddi bir şey konuşulsa, Esila işin geyiğini kaçırırdı. Ama bu kez, bu hafif şakalaşmanın içinde bile rahatlayamıyordu. Gerçekten de son zamanlarda duyguları karmakarışıktı.
Bazen Murat’a bakınca onu tekmelemek istiyor. Ama sonra geceleri yanına sokulduğunda elleri tenine dokunduğunda sanki dünya sadece onun teninden ibaretmiş gibi hissediyordu. Ya da Murat’ın kokusu birden bir krizin eşiğine getiriyordu onu ya öpmek istiyordu ya da bağırmak. Daha çok Murat'ın göğsünde yaşamak isteği vardı. Bu hislerin normal mi, hormonal mi, delilik mi olduğuna karar verememişti.

“Hamile olabilir miyim?” diye sordu, bu kez daha çok kendi kendine. Sesini duyunca kendi bile ürktü. Sanki bu cümleyi yüksek sesle kurunca gerçeklik kazanacaktı. Sibel hemen atıldı. “Korunuyor musun?” Melek başını onaylayarak salladı. “Evet. Hem de düzenli. İlacı da alıyorum. Aksatmadım hiç.” Sibel aldığı cevapla omuz silkti. “Korunma yüzde yüz işe yaramaz. Bu da bilinen bir gerçek.”

Melek gözlerini kısmıştı. Kalbi sanki göğsüne sığmıyor, kaburgalarının arasında genişlemek için çırpınıyordu. İçinde bir panik vardı ama daha yüzeye çıkmamıştı. Bir şeylerin yolunda gitmediğini hissettiği andan beri o duyguyu bastırmıştı. Şimdi kelimelere dökülünce bastırdıkları yavaş yavaş sızmaya başlamıştı. Esila ise hemen atıldı. “E peki niye sordun o zaman, Sibel?”

“Bilmiyorum Esila! Sordum işte, herkes böyle sorar.” dedi Sibel, savunmaya geçerek. İki kadının arası geriliyordu ama Melek aralarındaki tartışmayı neredeyse duymuyordu. İçinde bir uğultu vardı. Giderek yoğunlaşan bir kaygı dalgası. Esila ellerini iki yana açtı. “Tek hamile sensin şu an ama senin de bir b*k bildiğin yok.” diye söylendi, sonra döndü Melek’e. “Hamile olduğunu düşünüyor musun? Elin karnında duruyor da…” Melek o an fark etti. Gerçekten de eli karnının üzerindeydi, istemsizce. Sanki içgüdüsel olarak oraya gitmişti eli. Hemen elini çekti ama geç kalmıştı. Bakışları yavaşça o eline, sonra karnına indi. Orada mıydı? İçinde gerçekten biri var mıydı?

Gözleri doldu.
Dudaklarını titreterek fısıldadı. “İki yıl sonra... iki yıl sonra hamile kalmak istiyordum…” Bu cümleyle birlikte içindeki duvarlar yıkıldı. Ama şimdi bu ihtimal, plansızlığın, belirsizliğin, sorumluluğun ve korkunun kucağında duruyordu. Korkuyordu. Sanki daha hazır değildi. Bir çocuk büyütmek sadece fiziksel değil, ruhsal bir yük gerektiriyordu. Ya da Murat gerçekten hazır mıydı? Ona belli etmeden, bu ihtimalin ucunu açmadan önce bile içinde panik çanları çalıyordu.
Ya Murat çok sevinirse ve o istemezse?
Ya Murat istemezse ve o severse?

Gözyaşları bir anda boşaldı.
İçinde tuttuğu bütün endişe, korku ve bilinmezlik yavaş yavaş gözlerinden döküldü. Her gözyaşı bir düşünceydi.
Ya gerçekten hamileysem... Ya değilsem ama sonra pişman olursam? Ya bebeği hissedersem ve sonra kaybedersem? Ya bu hisler sadece strestense? Ya sadece yorgunsam? Sibel de dayanamadı.
Gözleri doldu, sümüğünü burnundan çekerek bir peçeteyle sildi.

Esila birden aklından geçenleri söyledi. Sessizliği yırtan bir ifadeyle, “O zaman aldır. Hemen gidelim, tanıdığım doktor var. Üçümüz dışında kimsenin haberi de olmaz.” dedi. Sesi çok rahattı, sanki sıradan bir alışverişe gidiyormuş gibi. Bir anlık içgüdüyle, duygusuzca söylediği bu cümle havayı tamamen değiştirdi.

Sibel olduğu yerde irkildi, öne doğru eğilip gözlerini kocaman açarak Esila’ya baktı. Dudakları aralandı ama ilk anda kelimeler dökülmedi, bakışları yetti zaten. Ardından, gözleri yaşlı ama sesi titremeyen bir tonda. “Salak mısın sen?” dedi. O kadar doğrudan, o kadar çıplak bir tepkidir ki bu, ne başka bir kelimeye ne de açıklamaya yer bıraktı. Esila bir an ne dediğini düşünmeye başladı. Kaşlarını çattı, elini saçlarına attı, başını kaşır gibi yaparken dudaklarını ısırdı. Sanki yaptığı hareketlerle geri alabilirmiş gibi. Sonra, mahçup bir ifadeyle mırıldandı. “O zaman doğursun…”

Sibel bu sözleri duyarken ağlamaya devam ediyordu ama hâlâ ciddi görünmeye çalışıyordu. Burnunu çekti, gözlerini kapatıp derin bir nefes aldı. Sesi kederle karışık bir öfke taşıyordu. “Niye hemen aldırmaya koşuyor! Bu öyle hemen verilmiş bir kararla geçiştirilecek bir şey mi? Kocasını seviyor. Evet, şu an kafası karışık olabilir, ama fark ettiği an aldırsa, ya sonra pişman olursa? Geri dönüşü yok ki bunun! Bırak düşünsün. Zaman tanımalıyız. Biz onun yanındayız, destek oluruz. Ama sen…” Sibel’in sesi yükseldi, titreyen eliyle gözyaşlarını silerken diğer elini salladı. Parmak ucu, doğrudan Esila'nın yüzüne uzandı. “Sen o çeneni kapalı tutmalısın!”

Bu çıkış Esila’yı bir anlık susturdu. O kadar sertti ki tepki veremedi. Sonra gülmekle ağlamak arasında sıkışan o garip ruh hali bastı. Elini ağzına götürüp dudaklarını kapadı, sonra ağzını göstererek hayali kilitledi. “Söz kimseye söylemem. Yemin ederim. Bak bak...” dedi, sonra hayali anahtarı Sibel’in ceket cebine atar gibi yaptı. “Kilit sende.”
Sibel gözlerini devirdi, burnunu silerken homurdandı. “Eğer birinden duyayım vallahi küserim. Hem de büyük küserim. Duydun mu? Kız kendi isterse söylesin kocasına da, diğerlerine de. Kimsenin ağzından çıkmasın.”

Esila başını hızla salladı, “Tamam,” dedi. “Söz veriyorum. Sadece biraz şaka yaptım. Ama cidden bu ciddi bir mesele. Beni de korkuttu.” Gözleri bir an Melek’e kaydı. Melek hâlâ sessizdi. Gözlerinde hâlâ yaşlar vardı, ama ağlamıyordu artık. Daha çok içine kapanmış, dalıp gitmişti. Esila, Melek’in yüzündeki ifadeyi görünce kendini affettirmek ister gibi yaklaştı. “Melek? Bak, ne olursa olsun biz buradayız. Ben şaka yaptım, biliyorsun değil mi? Gerçekten yapmam öyle bir şeyi sadece ben de panikledim.”

Melek başını salladı ama ses etmedi. Gözleri donuktu. O anda zihninden geçenler sadece bir bebeğin varlığına dair değil, bir hayatın nasıl değişebileceğine dairdi. Hayat planları, kariyer hedefleri, hayal ettiği özgürlük hepsi sarsılmıştı bir anda. Üstelik korkuyordu. Bebek fikri bir yanda onu heyecanlandırıyor, bir yandan da boğuyordu. “Ben daha hazır değilim...” diye geçirdi içinden. “Anne olmak için değil, korkularımla yüzleşmek için bile hazır değilim.”

Sibel, Melek’in dalıp gittiğini görünce tekrar toparlandı. Esila’nın omzuna bir şaplak attı. “Tamam! Şimdi hemen eczaneye gidiyoruz. İki tane gebelik testi alacağız. Hatta üç tane alalım, biri yanlış çıkar filan, kafamız rahat olsun. Sonra da hastaneye gidiyoruz. Kan testi şart. O net sonucu verir.” Esila başını sallarken çantasını alıp ayağa kalktı. “Üç test iyi fikir. Hem sabah yapılan daha doğruymuş diyorlar. Ama biz hepsini yapalım, içimiz rahat etsin.”

Melek başını hafifçe salladı. O an ne kadar yalnız hissetse de, yanındaki bu iki kadının varlığı ona güç veriyordu. Ama gözleri yine doldu, dudakları yine titredi. İçinde tuttuğu korku, bilinmezlik ve o boğuk heyecan bir kez daha yükseldi. Düşünceler kafasında fırtına gibi dönüyordu.

Arabaları hastane otoparkına bıraktıklarında günün kasveti üzerlerine çökmüş gibiydi ama üç ayrı marka hamilelik testi Sibel’in elinde neredeyse savaş aleti gibi taşınıyordu. Hastaneye girerken aralarındaki ruh hali karmakarışıktı arada bir gülüyorlar, sonra durup gözleri doluyordu. Melek’in kalbi, göğsüne sığmıyor gibiydi. Esila ve Sibel arasında yürürken, annelik düşüncesi henüz kelimelere dökülmeden varlığını duyurmuştu.

Acile girdiklerinde hemşirenin şaşkın bakışlarına rağmen yönlendirmeleri takip ettiler. Kan verme işlemi kısa sürdü ama bekleme süresi bitmek bilmeyecek kadar uzundu. Sibel sabırsızlanıyordu. “Kan testi kesin sonucu verir ama yine de sen şunları bir yap,” diyerek test kutularını salladı. Lavabo kapısında beklerken Esila’nın gergin elleri sürekli saçlarıyla oynuyordu. Sibel kollarını göğsünde kavuşturmuş, ciddi ama gözleri dolu bir ifadeyle kapıya odaklanmıştı. Melek içeri girdiğinde elleri titriyordu. Parmaklarıyla kutuları açtı, su sesi bile ona yankı gibi geliyordu. Testleri yaparken gözleri doldu, içeride sadece bedeninden değil, hayatından da bir şeyler dökülüyormuş gibiydi. Test çubuğundaki her çizgi, onun için yalnızca tıbbi bir veri değil, kaderin kalın bir cümlesiydi.

Kapıyı açtığında üç test de ellerindeydi, avuç içlerinde sıkıca tutuyordu. Gözleri büyümüş, dudakları titriyordu. Sibel hemen testleri aldı. “Üçüne de dediğim gibi yaptın mı?”

“Hı hı yaptım...” Birinci çizgi hemen çıkmıştı ama o ikinci çizgi yavaş yavaş, çekingen bir umut gibi belirmeye başlayınca Melek'in nefesi kesildi. Boğazına bir düğüm oturdu. Gözlerini ovuşturdu, sonra tekrar baktı. "Hamileyim sanırım," dedi, sesi o kadar hafifti ki, duyulması zorlaşmıştı.
Esila’nın yüzünde şaşkınlıkla karışık bir neşe belirdi. “İkinci kez teyze oluyorum.” dedi. Sibel, gözleri yaşlı ama dudaklarında bir tebessümle Melek’in karnına doğru eğildi. “Orada mısın? Hoş geldin minik. Bebeğime kardeş olacaksın.” dedi fısıltıyla, sonra kahkaha ile karışık bir hıçkırıkla doğruldu.

Bir süre hiçbiri konuşmadı. Üç kadın, hastanenin koridorunda, zamanın dışına çıkmış gibiydiler. O an, birbirlerine duydukları bağlılığın ve hayatın beklenmedik sürprizlerinin kanıtıydı.
Doktor odasına gittiklerinde Melek’in adımları yavaştı. Ellerini karnına bastırıyor, sanki içerideki minicik varlığı korumaya çalışıyordu. Doktor kesin sonucu söylediğinde, başıyla onayladı ama kelimeler boğazına takıldı. Sanki her hücresi “evet” diyordu ama aklı hâlâ şoktaydı. Gözleri bulandı, sonra midesi de.

Koridora çıktıklarında her şey aynı görünüyordu ama Melek için dünya artık bambaşkaydı. Yürürken karnını farkında olmadan okşadı. Henüz hiçbir şey belli değildi ama o içinde bir can taşıdığını tüm ruhuyla artık biliyordu. Doktor.uayene etmişti. Çok yeni olduğundan iki hafta sonraya tekrar gelmesini soyledi. Bir buçuk haftalık bir hamilelikti. O can daha birkaç saat önce düşünülmüyordu, şimdi ise tüm benliğiyle ona aitti.

“Olmayan bir şeyi sahiplenmek.” diye düşündü, “Ama artık o şey var.”
Ve garip olan, bu sahiplenme ona dünyadaki en doğru şey gibi geliyordu.
Hastanenin önünde Sibel, Esila’ya on defa tekrar ettirdi. “Bak, kimseye söylemeyeceksin. Melek söylemeden ağzını açmayacaksın. Hatta unut, tamam mı? Rüya gibi düşün.” Esila, ciddiyeti bozup bir daha yemin etti. “Bak yutuyorum... Kelime bile yok. Hadi bana güvenin biraz! Ağzım sıkı artık.”

Melek, Esila’nın samimiyetine rağmen her cümlesinde hafifçe başını salladı. Sibel’e döndü, ikisini birden sıkıca kucakladı. “İyi ki varsınız.” dedi fısıltıyla.
Arabasına binmeden önce son kez dönüp onlara baktı. Üçünün de gözleri doluydu. Ağlamaktan yorulmuş ama aynı zamanda güç bulmuşlardı.

Eve doğru sürdüğünde camdan içeri giren hafif rüzgar, saçlarını okşuyordu. İçindeki küçük kalp henüz duyulacak kadar atmıyordu ama o, sanki onu duyuyormuş gibi ellerini karnına götürdü. “Merhaba,” diye fısıldadı.
Hiçbir cevap gelmedi ama içi ısındı.
İlk defa hayatında bu kadar çok korkup, aynı anda bu kadar huzurlu hissediyordu. Bu iki duygunun bir arada mümkün olabileceğini bilmiyordu.
Ama şimdi biliyordu.

Murat’a hemen söylemeliydi. İçinde bir yerden kıpır kıpır eden o heyecanı daha fazla bastıramazdı. Çok sevineceğini tahmin ediyordu. Gözlerinin içi parlar, onu kucağına alır döndürürdü belki. Belki başını göğsüne bastırıp dakikalarca sarılırdı. Onun böyle anlarda verdiği tepkiler, Melek’in yüreğine su serpiyordu. İçeriye girip hemen seslendi. “Murat? Ben geldim.” Sessizlik... Evde değildi. Ayakkabılığına baktı, ayakkabıları da yoktu.

Biraz hüzünle banyoya yöneldi. Ilık suyun omuzlarından süzülüşü iyi gelmişti. Tüm günün ağırlığını üzerinden atmaya çalıştı. Aynaya baktı uzun uzun, karnına dokundu. Ellerini hafifçe karnına bastırdı. Henüz bir belirti yoktu elbette, ama hissediyordu. Bir şeylerin içinde filizlendiğini... Kısa sürdü hazırlığı. Saçlarını toplamadan, yüzüne nemlendirici bile sürmeden, geniş kesim, yumuşak kumaştan bir eşofman takımı geçirdi üzerine. Her zamanki gibi, konforlu olanı seçmişti. Yorgundu. Ama daha çok, zihni yorgundu.

Oturma odasına geçti. Salonun ışığını açmadan, yalnızca abajuru yaktı. Hafif sarı ışık, loş bir huzur yaydı odaya. Koltuğa kıvrıldı. Ayaklarını kalçasının altına alarak, bir çocuğun karnındaki gibi kısıldı. Küçücük kaldı. Kendi düşüncelerinde büyüyen bir çocuk gibi...

Bir yanıyla mutluydu. Kalbinin içi kıpır kıpırdı. Ama diğer tarafı, hep konuşan, hep sorgulayan tarafı ağır basıyordu. Bu kadar erken miydi? Hayatları tam yerine oturmamışken, bu haberi taşımak doğru muydu? Daha Ulviye Hanım’la arası bile düzelmemişti. Murat’a kalsa, gerek bile yoktu. “Bırak annemi, biz bize yetiyoruz.” derdi hep. Ama Melek, içten içe bu kopukluğu düzeltmek istiyordu. Aile tam olmalıydı. Şimdi işler daha da karmaşık hale gelecekti. Ulviye Hanım’ın torun fikrine nasıl bakacağı bile muamma idi.

Kendi kendine içinden geçirdi. "Neyse ki Murat çocuk istiyordu…" Göz kapakları ağırlaştı. Koltuğun yumuşaklığı, evin sessizliği ve zihnindeki düşünce girdabı birleşince, bir saat boyunca yerinden kıpırdamadan uyuyakaldı. Kapı açıldığında Melek’in uykusu derinleşmişti. Murat içeri adım attığında, ışıkların loşluğunda karısını koltukta öylece görünce yüzünde bir tebessüm belirdi. Ceketini usulca çıkardı, ayakkabılarını sessizce bıraktı. Gidip yavaşça Melek’e yaklaştı. Uyumaktan yüzü hafifçe kızarmıştı. Bir tutam saçı yüzüne düşmüştü. Murat o saç telini nazikçe geriye itti. Yavaşça eğilip onu kucağına aldı.

Melek, bir kadının sevdiği adamın kucağında hissedeceği güvenle başını onun göğsüne yasladı. Yatağa taşıdı. Üzerine pikeyi örterken, Melek hafifçe gözlerini araladı. Gözlerinde bir ışıltı değil, buğulu bir bakış vardı. Ağlamaklıydı. Murat’ın kalbi cız etti. “Uyandırdım mı? Ne oldu hayatım? Niye üzgünsün?” diye fısıldadı. Melek dudaklarını büzdü, kelimeler boğazına düğümlendi. Birkaç saniye sustu. Sonra hafifçe konuştu, sesi kırık cam gibi. "Yine uyuyacağım. Sen neredeydin?"

“Hakan’a uğradım… Biraz sohbet ettik. Arabadayken ne düşündüm biliyor musun? Haklıydın, biz çok genciz bebek için.” Murat, onun gözlerinden dökülen birkaç damlayı işaret parmağıyla sildi. İçten bir tebessümle gülümseyerek devam etti. “Biliyorum birkaç yıl bebek istemiyorsun. Bu konuda sana hak vermediğim her gün için üzgünüm.” dedi. “Ama bil ki, eğer bir gün çocuk sevmek istersem, karım bana yeter. Bebek gibi onu severim.” Sonra eğilip burnuna minicik bir öpücük kondurdu. Ardından yavaşça yatağın üzerine bağdaş kurdu.

Melek hala gözlerini ondan alamıyordu. Yutkunuyordu. Dilinin ucuna gelen cümleleri birer birer geri gönderdi. Edeceği kelimeleri yutmuştu. Kalbinin ortasına bir yumru oturmuş gibiydi.
“Seni kim üzdü?” diye sordu Murat. Sesi yumuşaktı, ama içindeki endişe çok netti. Melek’in dudakları titredi. Sen demek istedi. Ama sadece başını sallayarak cevap verdi. Gözlerini kaçırdı. Yutkundu.

Murat, bakışlarını ondan ayırmadan başını yana eğdi. “Ne zaman kendini kötü hissetsen, lütfen önce bana söyle.” dedi. “Elimden gelen her şeyi yaparım.”

Melek’in gözleri tekrar doldu. Kendini ona anlatamadığı, düşündüklerini bastırmak zorunda kaldığı için… Murat’a kaç kere çocuk istemediğini söylemişti. Kaç kere hamilelik için erken demişti. Hayalleri vardı daha. Yarım kalmış planları. Şimdi Murat da istemiyordu çocuk. Ve onun bu fikre alışmış hali, Melek’i hem üzüyor hem de bir şekilde içini burkuyordu.

Murat yerinden kalktı, elini Melek’in saçlarına daldırdı. Hafifçe okşadı.
“Yemeğe gidelim. Hadi hazırlan. Dışarıda hava güzel. Hatta istersen balık yeriz. Ya da sen ne istersen…” Melek yan döndü. “Yorgunum başka zaman gidelim,” dedi. Pikeyi üzerine çekip sırtını döndü. Sesinde kırıklık vardı. Belki biraz pişmanlık, belki biraz çekingenlik.

Murat tekrar yatağa oturdu. Onun arkasına yanaştı. Usulca uzandı. Pikeyi nazikçe kaldırdı, Melek’in beline sarıldı. Başını onun ensesine yasladı. "Uyumak istiyorsan birlikte uyuruz. Uyandığımız zamanda bir şeyler hazırlar yeriz." Elini Melek’in karnına koydu. O anda Melek’in içi titredi. Gözlerini kapattı ama yanaklarından iki damla yaş daha süzüldü.

Murat fısıldadı. “Ne olursa olsun seninle büyümek istiyorum. Bebekle değil, seninle...” Neden bu kadar üzgün olduğunu bilmiyordu. Verdiği haberle mutlu olacağını düşünmüştü. Hakan ile konuşurken çok fazla bebek istediğini ama Melek'in istemediğini söylemiş. O da bir süre sende isteme diye fikir sunmuştu. Kadını kendinden uzaklaştırma dediği için karısına istemese de bebek için erken olduğunu söylemişti. Şimdiden pişman olmuştu ama Melek'i o kadar çok seviyordu ki bebek bir süre bekleyebilirdi.

Gecenin bir yarısı birbirlerine sıkıca sarılmış halde uyandılar. Melek biraz daha toparlanmıştı. Murat sevdiği kadına daha sıkı sarılıp çenesine minik bir öpücük kondurdu. "Şimdi daha iyi misin?" O an, dünya durmuş gibiydi. Melek’in gözleri yavaşça aralandı. Başını hafifçe kaldırıp kocasının hafif sakallı yanaklarına bir öpücük kondurdu. Sonra elleriyle yüzünü avuçladı, Murat’ın kirpiklerine, alnına, burnuna usulca dokundu. "Kocam..." Onu öpme isteğine karşı koyamıyordu. Belki de kocasına sitem etmesi gerekiyordu ama öyle bir zaman değildi. İçinde kıpırdayan minik şüphe, büyüyen bir gerçekliğe dönüşüyordu. Hormanları da hiç yardımcı olmuyordu. Gözleri yeniden doldu, bu sefer korkudan değil, heyecandan.

Murat’ın boynuna küçük öpücükler kondurarak kulağına doğru eğildi. Nefesi boynunu ısıttı. “Sanırım hamileyim.” dedi fısıltı gibi bir sesle. Ardından sesi biraz daha ciddileşti. “Ama istemezsen seni boşarım.” Bunu söylerken ellerini Murat’ın yüzünden çekmedi. İstemesi için bütün bildiği duaları içinden ediyordu. Dudakları titredi. Kocasının tepkisini beklerken kalbi yerinden çıkacak gibiydi. Sessizlik sadece birkaç saniye sürdü ama Melek’e saatler gibi geldi. Sonra… “Allllahhhhhhhhhhhhhh!” diye bağırdı Murat, bir anda uyanmanın da ötesinde bir ruh haliyle. Gözleri kocaman açılmıştı. Yüzünde şaşkınlıkla mutluluk arasında gidip gelen çocuksu bir ifade belirdi. Gözleri yaşarmıştı. “Yalan, şaka, espri yapmıyorsun değil mi? Melek, lütfen doğruyu söyle! Şaka kaldıracak hâlim yok!”

“Şu halimle sana şaka yapar mıyım? Şaftım kaymış durumda,” dedi Melek, nazlı bir sitemle. Murat daha fazla beklemedi. Karısını kucağına aldı, sanki bir ödül gibi, bir mucize gibi. “Sen… Sen gerçek misin ya? Sen benim karımsın, ben baba mıyım şu an?” Kucağındaki Melek’in karnına başını yasladı, derin bir nefes aldı. “Saçmalama karıcığım,” dedi fısıldayarak. “Senin içinde bizim bir parçamız var öyle mi? Bir biz daha? Melek… Melek, bu gerçek mi?”

Melek elleriyle onun saçlarını okşadı. “Doktor var dedi. Ağlayasım geliyor, midem garip. Ve seni her zamankinden daha çok istiyorum, bu da hiç normal değil.” Murat başını kaldırdı. Gözleri ışıl ışıldı. “Bu… Bu hayatımın en güzel haberi olabilir. Ben… Ben gerçekten baba mı oluyorum? Bebek mi geliyor? Melek! Sen bana en büyük hediyeyi verdin.” Onu yatağın ortasına bıraktı, yere diz çöktü ve karnına konuşmaya başladı. “Merhaba küçük mucizem. Baban benim. Daha adını bilmiyorum, seni neye benzeteceğim onu da bilmiyorum ama anneni çok seviyorum. Ve seni de. Gelmeni sabırsızlıkla bekliyorum.”

Sonra başını kaldırdı, gözlerinde hâlâ inanılmaz bir parıltı vardı. “Bugün duyduğun bütün konuşmaları unut. Bebek istemediğimi falan söyledim ben ama yalan. Hep istedim. Annen de hep istedi. Sadece zamanı düşünüyordu. Ama sen geldin. Çok hoşgeldin. Annen de bende seni çok seviyoruz.”

Melek gülümsedi. Gözyaşları çenesinden süzülüp yastığına düştü. “Korkuyorum biraz.” dedi dürüstçe. "Ben senin hep yanındayım. Hiç korkma. Sen çok güçlüsün. Benim karım çok güzel ve güçlü." Karnına bir öpücük daha kondurup sonra tekrar Melek’in yanına uzandı. “Sabaha kadar konuşabiliriz. Cinsiyetini merak ediyorum mesela. Sence kız mı erkek mi?”

“Bilmiyorum ama kız olursa babacı olacağı için beni çekiştirip duracak, tıpkı senin gibi inatçı olacak. Erkek olursa da biz seni çekiştirip duracağız.” dedi Melek, tatlı bir gülümsemeyle. Gözlerinde hem korku hem de umut vardı. Murat ise onu büyük bir şefkatle izliyordu. Gözlerini kapadı, bir eli Melek’in ellerine dolanmışken diğer eli nazikçe karnının üzerinde dinleniyordu. Sanki içerideki minik hayatla konuşuyordu parmak uçlarıyla.

“Evet işin birde bu boyutu var ama yeter ki sağlıklı olsun. Ama sen de söz ver, ne olursa olsun yalnız hissetmeyeceksin. Her şeyi birlikte yapacağız. Tam hayalindeki baba olacağım. Uyutmayı, alt değiştirmeyi öğrenen, gece ağlamalarına uyanan… Her şeyiyle.” Melek’in gözleri yeniden doldu. Birkaç damla daha yanağından süzüldü ama bu kez hüzünden değil. “Sen mükemmel bir kocasın.” dedi kısık sesle, başını Murat’ın göğsüne yaslayarak. “Eminim mükemmel bir baba da olursun.”

Uyku yavaş yavaş Melek’in kirpiklerine konmaya başladığında Murat usulca fısıldadı. “Benden boşanmayı neden söyledin?” Melek gözlerini araladı, uykunun tatlı sersemliğiyle dudağını bükerek cevap verdi. “Bebeği kabul et diye söyledim. Korktum istemezsin diye.”
Murat başını iki yana salladı, Melek’in alnına yumuşacık bir öpücük kondurdu. “Senin içinde büyümeye başlayan bir şeyi, seni seven bir adam nasıl istemez? Hem seninle bir çocuk demek, senden bir parça daha demek. Hayatımın en güzel hediyesi bu.” Melek hafifçe gülümsedi. “Yani boşanmak yok?”

Murat kahkaha attı, ama sesi yumuşaktı. “Ancak beni öldürürsün."

"Ciddi bir tehdit. Sanırım bir yetmiş yıl daha evli kalacağız." Son bir kez karısının saçlarını okşayıp, iyice karısını sarıp sarmaladı. Gözlerini kapatmadan önce usulca fısıldadı. “Hoş geldin küçük mucizem. Seni bekliyoruz.”

_________________

Beğeni ve yorum yapmadan lütfen ayrılmayın. Hayalet okuyucular lütfen sadece okumayın. Destek verirseniz sevinirim.

Bölüm : 23.05.2025 07:55 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
Yalives Doğan / Resmen Aşık / 72. Zamansız Gelen
Yalives Doğan
Resmen Aşık

113.08k Okunma

9.9k Oy

0 Takip
127
Bölümlü Kitap
1. Ne var ne yok2. Geri Dön3.Dost4.Haber Gelir Geriden5.Tembel Patron6.Melek7. Korkusuz Korkak8.Ağzı Bozuk9.Baş Belası10.Zorla Geleceksin11. Çelişki12. Kovuldun Sözde Kaldı13. Dostluk14. Düzmece Düzen15. Çapkın16. Tehdit17. Yalan Makinesi18. Melek Ve Yalancı Aşk19. Kimler Gelmiş20.Görev Bakışlar Hücum21. Saldırı22. Çöküntü23. Yoksa Kafayı Yiyeceğim24. Kılıçlar Fora25. Ağır Yaralar26. Yeniden27. Esila ve Sonsuz Aşk28. Bela Geldi Hoş Geldi29. Sabır30. Kum Torbası31.Başlangıç veya Bitiş32. Ölüm KalımÖnyazı33. Kalbe Şiddet AğırdırÖnyazı34.Seni Kimler AldıÖnyazı35. Yük DeğilsinÖnyazı36. Sevdiğim KadınÖnyazı37. O olabilir miydi?Önyazı38. Benimle Çıkar Mısın?Önyazı39. Unutulmaz TeklifKısa BilgiÖnyazı40. SalihÖnyazı41. Sen Miydin?Önyazı42.Cadı ile PazarlıkÖnyazı43. Kural 1 Hadi OradanÖnyazı44. Nefret Aşkı GüçlendirirÖnyazı45. Dalgacı KıvırcıkÖnyazı46. Tek Kıvılcım Bin Tutku47. Aşk Bildiğin YakarKalıcı BilgiÖnyazı48. Evlerden Irak OlsunÖnyazı49. Huysuz oğlunuzla ilgileniyorumÖnyazı50. Öptüm NefesindenÖnyazı51. GİTMEÖNYAZI52. Ben Yanında DeğilimÖnyazı53. Bitti Derken BaşlamakÖnyazı54. Her Zaman Deli Gibi SeveceğimÖnyazı55. Biz Kime Ait OlacağızÖnyazıKapak Tasarımı56. Yasak MeyveÖnyazı57. İntikam ÇanlarıÖnyazı58. Bana aitsinÖnyazı59. Zaten AşığızÖnyazı60. GüzelimSAHTE EŞLEŞME kitap tanıtımı🫶Önyazı61. Yemişim KaslarınıYeni Hikaye Tanıtımı: Köle🫶💞Biraz Ondan ŞundanÖnyazı62. Unutulan GerçeklerÖnyazı63. Ben İyiyim Baba📸 Gülümse ÇekiyorumÖnyazı64. Ömürlük NüfusumÖnyazı65. En Çok OÖnyazı66. Sürpriz KaçırmaÖnyazı67. Kendimden KaçarÖnyazı68. Tamamlanma HissiÖnyazıAramızda Kalsın 👌69. Sonsuz İsteklerÖnyazı70. Yalanlar ve YalancılarÖnyazı71.Evlere ŞenlikYeni Hikaye| Gülümse ÇekiyorumÖnyazı72. Zamansız GelenÖnyazı73. Benim İçin Yaşa, Söz mü?Davet Ediyorum SiziÖnyazı74. Kazanılmayan Savaş
Hikayeyi Paylaş
Loading...