Rica etsem oy vermeye başlayarak bölüme başlayalım 💞 🫣 🥰
Desteklerinizi eksik etmeyin. Bölüm bende bitti artık size emanet. Size güveniyorum gerçekten güveniyorum.
Hikaye hakkında yorumlarınızı da bekliyorum.
Oy vermede sayı olmasa da bir 45_ 50 oy olursa güzel olur.
Hadi Başlayalım.
____________
Melek koridora çıkıp nefes aldı. Ofisin soğuk ışıkları altında hava daha da kasvetli geliyordu. Esila’nın odası eskiden onun için bir sığınak gibiydi, kahveler, kahkahalar, sırlar… Ama şimdi duvarlar bile yabancıydı. Nefesi üzerindeki hakimiyetini alınca içeriye tekrar girdi. Esila'ya haksızlık yapmak istemiyordu ama kendi de haksızlığa uğramış gibi hissediyordu.
Melek, kolunu göğsünde kavuşturmuş bir şekilde pencerenin önünde ayakta durdu. Arkasını dönmüştü Esila’ya. Sanki yüzüne bakarsa içinde ne varsa patlayacak gibi hissediyordu. Onu anlamak istiyordu ama harcanan niye o olduğunu anlamakta zorlanıyordu.
Esila masasının başında, elleriyle kravatı düğümlemeye çalışan biri gibi sinirle saçını çekiştiriyor, konuşmak için kelime arıyordu. Ama Melek sessizliği bozdu. “Bu, düpedüz bencillik. Bunu sende biliyorsun, bu tamamıyla bencillik.” dedi soğuk ve net bir sesle. Dönüp Esila’ya baktı. Gözleri cam gibi sertti. “Beni göz göre göre harcadın, hem de kendi planların uğruna. Şimdi ne yapacaksın benden ne bekliyorsun? Anlayış mı? Ya sen yine Salih ile evlen, ama bana sormadan hamilelik neden ya neden?”
“Melek... Lütfen...” Esila'nın sesi çatallıydı. "Ben sadece..."
“Sen sadece kendini düşündün! Ulviye hanımla minnacık bir ip vardı aramda bu sayede o da kesilip atılacak. Eminim ağzına geleni saymıştır.” diye patladı Melek. Yumruğu masaya indi. “Ben senin en yakın arkadaşındım, Esila. En yakının! Beni kullanman için değil, bana güvenmen için hayatındaydım. Ama sen ne yaptın? Beni hamile gibi göstererek ortalığı karıştırdın. O kadın gerçeği öğrendiğinde rezil olan ben olacağım. Bırak rezilliği benden daha fazla nefret edecek. İnan rezil olmak sorun olmazdı. Senin için yapardım. Bana danışmalıydın. Başka bir plan kurardık ama bu olmazdı.”
Esila ayağa kalktı, birkaç adım atıp Melek’e yaklaşmak istedi ama Melek geri çekildi. “Dokunma bana. Bir kere daha bana yaklaşma. Bu defa değil.” Esila’nın gözleri doldu, eli havada kaldı. “Salih ile evlenmeye çalışıyordum. O çok kötü durumda. Ben onunla kalmak istiyorum. Yaptıklarımın ahlaklı hiçbir dayanağı yok biliyorum."
“Sen onun hayatında kalmak için benim hayatımı kurban ettin. Bunun farkında mısın?” Melek’in sesi bu kez titriyordu ama gözyaşı yoktu. Öfkesi gözyaşlarına yer bırakmamıştı. “Senin yerinde kim olsa ben olsam, bana danışırdım. Çünkü arkadaşlıklar böyle yürür. Ama sen sustun. Arkadan iş çevirdin.” Esila gözlerini yere indirdi. “Seni kaybetmek istemedim. Bu sayede sizde hemen evlenirsiniz diye düşündüm. Allah beni kahretsin. Allah beni kahretsin.” Melek acı bir kahkaha attı. “Beni zaten kaybettin. Yalnızca biraz geç fark ediyorsun.” Bir sessizlik oldu. "Kendine beddua etme. Beddua etmek yerine bir doktora gidelim. Gerçekten artık senin adına korkmaya başlıyorum. Bu durum normal değil. İyi de değil. Güzel de görünmüyor. Hastalık bu." diye öfkeyle bağırdı.
Sessizlik sinir bozucu olmaya başlamıştı. Odadaki tek ses şirketin dışındaki inşaat gürültüsüydü “Esila artık durman gerekiyor.” dedi Melek, daha alçak ama daha soğuk bir sesle. “Senden hesap sormak değil seni anlamak istiyorum. Ama şu anda gördüğüm şey, kendi hayatının dümenine beni feda etmiş bir kadından başka bir şey değil. Sen hep bencildin. Onun aşkını isterken herkesi yakamazsın. Buna hakkın yok ”
Esila bir şey demedi. Çünkü artık söyleyecek söz kalmamıştı. Melek çantasını aldı, kapıya yöneldi. Durdu.
“Umarım bir gün senin de en çok güvendiğin kişi seni böyle yarı yolda bırakmaz. Ama bırakırsa da, seni anlayacağımı sanma. Doktora gitmek istersen seninle gelirim.” Kapıyı açıp çıkarken Esila’nın çökmüş hali gözlerinin önünde asılı kaldı ama kalbi yumuşamadı. Çünkü bazı kırgınlıkla ner özürle değil, zamanla bile düzelmezdi. Ve bu... onlardan biriydi.
Melek tam kapıyı açmıştı ki Esila yerinden fırlayıp, çaresizlikle arkasından seslendi. “Dur, lütfen Melek! Gitme böyle... Ya beni de anla. Siz apar topar evlenirseniz bende arada kaynarım. Fahri amcam ile yengem Salih'in hastalığını duyarsa beni evlendirmez. Söz doktora da giderim. Salih de benimle ölse kaçmaz. Çok çaresizdim.” Melek yarı dönerek baktı, gözleri doluydu ama hâlâ dik duruyordu. Dudaklarının kenarı titriyordu. “Esila bunun adı bencillik. Bana haber vermeden iş çevirdin. Ne söyleyebilirsin Esila? Ne kaldı ki söylenecek? Beni durdurup durma.”
Esila birkaç adım atıp onunla arasındaki mesafeyi kapattı, bu sefer dokunmadı ama sesi onunda titriyordu. “Bak, sana yemin ederim… Her şey kontrolden çıktı. Belki biraz daha düşünsem daha mantıklı bir çözüm bulurdum. Ulviye yengem sizi bu şekilde kabul edecek. Onun gözünde sen zaten…” Duraksadı, sonra kelimeleri daha acı şekilde sarf etti. “...Sen zaten hiçbir zaman gelin değildin. Murat'ın yanında seni görmek onun için başlı başına bir aşağılanma. Hep bunu söyledi.”
Melek’in yüzünde bir donukluk oluştu. Ulviye’nin sesini zihninde duyar gibiydi. O küçümseyici bakışlar, her sözcüğünde iğne gibi saplanan sözler… “Sana daha önce demiştim. O kadının bana olan kini, oğluna olan sevgisinden bile büyük. Ama ben yine de kalıp savaştım. Onu bile susturmak için çabaladım! Senin yapamadığını ben yapmıştım. Ama sen…” Nefesi kesilir gibi oldu. “Sen beni onun önüne yem yaptın.” Hala olanlara inanamıyordu.
Esila gözyaşlarına engel olamadı.
“Ben korktum Melek! Seni zayıf göstermek için fırsat kolluyordu. Eğer bu hamilelik ve hastalık hikâyesi ortaya çıkarsa, sizi kabul etmekten başka çaresi kalmayacak. Hepimizi korudum aslında." Melek başını iki yana salladı. “Koruma değil bu. Bu bana rağmen alınmış kararlarla, beni yok sayarak yapılmış bir oyun. Ulviye Hanım’ı susturmak istiyorsan ona doğruyu haykırırsın. Benim sırtımdan değil!”
O an, Esila gözlerini kocaman açarak konuştu: “Sen bilmiyorsun! Ulviye yengem geçen hafta ‘Melek gibi düşkün, ailesiz bir kızla olmaz bu iş,’ dedi bana. Murat, yengemle görüşmüyor arıyor açmıyor. Yengemde her şeyi bana anlatıyor." Melek’in gözleri bir anda karardı. Ayakta zor duruyordu.
"Tamam daha fazla konuşmak istemiyorum.”
Esila gözyaşları içinde devam etti.
“Evet… Yengem senin geçmişini, aileni, yalnızlığını yüzüne vurdu. Melek… Ben sana her şeyi anlatmalıydım, biliyorum. Ama bu söyledikleri… Beni öyle bir korkuttu ki. Murat ile ayrılırsınız diye korktum. Salih de ayrı yıkılmıştı, ama onunla bile açık konuşamadım. Ben herkesi güvende tutmak için her yolu denemek istedim. Yanlış yaptım, çok yanlış yaptım ama sevdiğim iki insanı da kaybetmekten korktum.”
Melek başını eğdi. Dizlerinin bağı çözülmüş gibiydi ama yere düşmedi. Sadece gözlerini kapattı. “Benim bir ailem var. Sen benim sırtımdan o kadına koz verdin. Şimdi kim olduğumu daha da küçümsemesi için bana sahte bir hikâye yazdın. Beni zayıf değil, sahte yaptın.”
Esila elini uzattı ama Melek geri çekildi.
“Beni sevdiğini söylüyorsan… Bir daha benim hayatım hakkında karar verme. Hele Ulviye Hanım gibi kadınlar için... Beni feda etmeye bir daha kalkma.”
Ve Melek bu kez gerçekten çıktı odadan. Ayak sesleri, içerideki ağır sessizlikte yankılanırken Esila yutkunamadı.
Çünkü en yakın arkadaşını korumak isterken, onun en büyük düşmanına istemeden hizmet etmişti. Ve bu hata, belki de bir daha telafi edilemeyecekti.
Esila kapının kapanışıyla yerinde kalakaldı. Sanki Melek’in ardından tüm hava çekilmişti odadan. Duvarlar üstüne yürüyordu, nefesi boğazında düğümlenmiş gibiydi. Masasına tutunarak ayakta kalmaya çalıştı ama içindeki suçluluk her geçen saniye daha da ağırlaşıyordu.
Esila birkaç dakika boyunca hareket edemedi. Sonra hızla çantasına uzanıp telefonunu aldı. Arama geçmişinde Melek’in numarasına baktı. Parmakları titredi ama tuşa basmadı. Ne söyleseydi geri getirebilirdi ki onu? Ne özür, ne açıklama bu kırılmayı onarabilirdi. Niyeti kötü değildi.
Melek aynadaki yansımasına bile bakmadan koridorda yürümeye devam etti. Gözleri hâlâ doluydu ama ağlamıyordu. O yaşlar kolay akmazdı.
Dışarı çıktığında şirketin önündeki bankta durdu. Derin bir nefes aldı ama göğsü hâlâ sıkışıktı. Gözleri boşluğa dalmışken, cebinden telefonunu çıkardı. İçgüdüsel olarak annesinin adını aradı listede… Ama annesi artık yoktu. Bu acılar, yalnızlığı daha da derinleştiriyordu. Kalabalık bir şehirde yapayalnız hissetmek, en tanıdık duygusuydu artık.
Tam kalkmak üzereydi ki, telefonuna bir mesaj geldi.
Esila: “Beni affet yalvarıyorum bana küsme. Melek gel konuşalım. Tamam gidip her şeyi anlatacağım yengeme de Hayri amcaya da. Yeter ki küsme. Hata yaptım."
Melek mesajı okudu, yüzü asla yumuşamadı. Ama içinde bir şey kıpırdadı. Çünkü bazen affetmekle affetmemek arasında, sadece gerçeği bilmek istiyordu insan. Şirket binasından ayrıldıktan sonra hiç düşünmeden yakındaki bir kafeye girip sade bir kahve içti. Ellerinin titrediğini fark etti. Derin bir nefes aldı, gözlerini kapattı. Göz kapaklarının ardında Ulviye Hanım’ın yüzü, Esila’nın gözyaşları, kendi hayal kırıklığı dönüp duruyordu. Bir süre sonra gözlerini açtı ve şirkete yürüdü.
Yolu düşünmeden bedenini, zihninin götürdüğü yere bıraktı. Ve birkaç sokak sonra, kendini çalıştığı binanın önünde buldu. Sekreterlikte kimseye bakmadan geçip, Murat’ın odasının kapısını iki kere tıklattı. Ardından bir saniye bile beklemeden içeri girdi.
Murat başını kaldırdığında onu gördü. Gözleri anında sevinçle alevlendi. Gülümseyerek yanına gelirken Melek’in yüzündeki öfkeyi, kararsızlığı ve yorgunluğu bir bakışta anladı ama hiçbir şey sormadan önce elleriyle yanaklarını okşadı. Aralarındaki mesafe bir anda kapanmıştı. “Melek… Karıcığım iyi misin?" Melek ağzını açamadan Murat onu kolundan çekip kucaklar gibi kendine çekti. Dudakları Melek’in alnına, saçlarına dokundu. Nefes nefese gibiydi.
“Seni böyle görmeye dayanamıyorum. Ne oldu, neyin var? Kim üzdü, güzel eşimi?”
Melek bir an gözlerini kapattı. Onun kollarında nefes almanın rahatlığını hissetti ama içindeki kasırga susmadı. Hafifçe geri çekilip onun göğsüne ellerini koydu. “Murat… Bir şey anlatmam lazım. Hem de ciddi bir şey.” Murat kaşlarını çattı, ellerini onun kollarından çekmeden dikkat kesildi. “Bugün bir şey öğrendim. Esila... Nasıl anlatılır bende bilmiyorum.” dedi yavaşça, gözlerini yere indirerek. “Bir şeyi bize sormadan yapmış. Ama niyeti kötü değilmiş, bunu biliyorum. Yine de sonuçları ağır. Özellikle benim için.”
Murat’ın çenesi gerildi, ama sesi yumuşaktı. “Ne yaptı o bedduakolik?” Melek gözlerini kaldırdı, doğruca onun gözlerinin içine bakarak devam etti.
“Esila, Salih ile evlenmek için bizi öne atmış. Yani benim hamile olduğumu söylemiş seninde hasta olduğunu.”
Bir an durdu. Derin nefes aldı.
“Murat... Bu durum beni... Yuttuğum her lokmada, attığım her adımda daha da öfkelendiriyor. Çünkü ben böyle oyunlara habersiz girmekten nefret ediyorum. Şimdi biri kendi ile beni kurtarmak adına, hayatımı yönlendirmeye kalktı.”
Murat onu koltuğa doğru çekti. birlikte oturdular. Melek başını eğmişti, ama Murat onun çenesinden tutarak yüzüne baktı. “Esila iyi bir kız, bazen kafasındaki çözüm sandığı şeyler, felakete dönüşebiliyor.” dedi. “Ama konu bu değil artık. Şimdi ne yapacağız? Senin üzerinden kime bunu söyledi?” Melek gözlerini kırpmadan konuştu.
“Annene benim hamile olduğumu. Babama da senin hasta olduğunu."
"Vay be hiç aklıma gelmemişti." Şaşkınlıkla bakakaldı. "Murat İnan bana dalga geçilecek bir durum yok." Melek tırnak etlerini yoluyordu. "Babama da senin hasta olduğunu söylemiş. İnana biliyor musun?" Bir an sessizlik oluştu. Murat düşünüyordu. "Sakince düşünecek olursak bence Esila'nın ruh hali iyi görünmüyor. Doktora gitmek istese keşke.” Murat başını salladı. “Esila, konu Salih olunca bütün ahlak kurallarını ihlal eder, bunu biliyordum. Ama ikimizi bu kadar kolay harcayacağı hiç aklıma gelmezdi. On kere vay be.”
Melek oflayarak elini başının arasına aldı. “Esila’yı düşman gibi görmek istemiyorum. Haklısın Salih için herkesi karşısına alır ama bu doğru bir davranış değil.. Ve emin ol doktora gitse ruh halinin ne kadar kötü olduğunu anlayacak. Kalbindeki aşk mantığını, gözünü kör etmiş. Salih dahil herkese zarar veriyor.” Murat, gözlerini onun gözlerinden ayırmadan elini tuttu.
“Ben senin yanındayım. Esila'ya bağırsam da anlamayacağı için ikimiz hallederiz. Annemi de babanı da arayıp gerçeği anlatırız.” Kolunu omzuna attı. "Erkenden evlendirme kulağa hoş geliyor ama durum bekletilemeyecek kadar ciddi. Sonra da en hızlı biçimde Esila'yı bir psikoloğa götürelim. Gerekirse zorla."
Melek gözlerini kısmıştı. Sözleri acı değildi ama kararlıydı. “Murat direk Esila'nın yalan söylediğini annene söylemeyelim. Yanlış anlama diyelim nasıl diyeceğiz bilmiyorum orası ayrı.”
"Hayri babamı arayalım. Farklı bir şeyler uyduralım inandırıcı olmalı. Sonra da annemi ararız olur mu?" Başıyla onayladı. Melek hemen babasının numarasını çevirip açmasını bekledi. "Kızım bende seni arayacaktım. Yarına otobüs bileti alıp geleceğim."
"Hayri baba nasılsınız ben damadınız Murat. Melek'in işi başından aşkın ben sizi aramak istedim." Melek yerinden kalkıp endişeyle volta atmaya başladı. Şu durumda sakin bir şekilde babasıyla konuşmak zordu. "Murat evladım iyiyim çok şükür. Kızımın telefonundan niye aradın? Kendi telefonundan arasaydın."
"Benimki biraz bozuk."
"Evlat... Her neyse bir şeyler duydum yarın İstanbul'a geleceğim. Akşam eve gel konuşuruz."
"Ben evinize hep gelirim babacığım." Melek'e göz ucuyla bakıp uzaktan öpücük attı. Melek ise Murat'a bakmak ne kadar onu sakinleştirse de panikten saçlarını yolacaktı. "Ama şöyle bir sorun var. Sorun değil ama yanlış anlaşılma. Yakın arkadaşımın Hemoroid'i varmış. Ameliyat olacağı için yardım istedi." Melek dikkat kesildi. "Esila bu konuşmaya şahit oldu. Arkadaşım utandığından ona depresyon belirtilerim olduğunu, konuştuğum kişinin de doktorum olduğunu söyledim." Melek, Murat'ın yanına oturup nefesini tuttu. "Yani Esila'dan durumu saklamak için bu yalanı söyledim. O da size anlatmış. Her şey koca bir yanlış anlaşılmadan ibaret."
Hayri bey sevinçle derin bir oh çekerek, "İyi vallahi çok sevindim. Esila çok korkmuş bir şekilde beni aradı. Evlilik için bu halde olduğunu söyleyince panikledim." dedi.
"İzniniz olursa yarın evlenirim. İzin vermeniz yeterli, gerekirse bulunduğunuz yerdeki nikah salonu da olur."
"Hasta değilsen beklersin birkaç ay." dedi Hayri bey. Murat karısının dudaklarını hoyratça yapışıp gülümsedi. "Tabii beklerim. Büyükler bekle dedi mi çocuklar beklemeli. Birkaç ay daha beklerim." Tekrar öptü. Dudaklarını hafifçe ayırıp "Yarın gelecekseniz sizi havaalanından alayım."
"Yok oğlum. Sorun yoksa biraz daha kalacağım. Melek orada mı?" Melek nefes nefese kalmış başımı hayır demesi için sallıyordu. "Lavaboya kadar gitti. Babacığım sizi aradığımı söylerim."
"Tamam hadi Allah'a emanet olun." Telefon kapanınca Murat kahkaha atarak koltuğa yaslandı. "Şaka gibi karımla evlenmek için izin bile vermiyor. Kayınbabam çok vicdansız biri." Melek de göğsüne başını bastırıp kıkırdadı. "Kocam... Sen niye bu kadar saçma yalanlar söylüyorsun. Hemoroid ne, başka bir şey bulamadın mı?"
"O durumda olan bir arkadaşım vardı. O konuşmada aramızda geçti, sadece Esila görmedi bilmiyor. Yani iyi bir hikaye vardı elimde amacına uygun kullandım." Melek'in belinden tutup kucağına oturttu. Murat, Melek’i kucağına oturtmuşken başını biraz yana eğdi, gözlerinin içine uzun uzun baktı.
“Güzeller güzeli karım. Seninle böyle gizli gizli evli olmak aklımın ucundan geçmezdi. Ama şimdi dönüp bakınca neredeyse bir ay olmuş, sanki dün gibi.”
Melek gözlerini kaçırdı, hafifçe başını eğdi. “Murat seni kaçırdım evlendik işte.” dedi usulca, dudaklarında belli belirsiz bir gülümseme belirdi. "Kocasını farkında olmadan kaçıran tek kadın olarak tarihe geçtim." Murat, onun saçlarını nazikçe kulağının arkasına itti. “Kabul edelim güzel kaçtım sana." Melek, Murat'ın göğsüne hafifçe vurup dudaklarını büzdü. "Beni sen kaçırdın. Burada şaka yapıyoruz diye gelecekte çocuklarıma ananız beni kaçırdı dersen seni boşarım. Ben sadece masum bir şekilde seni kaçırım dedim gerisini sen yaptın."
"Bayan Kapya güzeller güzeli benim tatlı karım Bayan Arsel oldu. Çocuklarıma göğsümü gere gere ananız az peşinde beni koşturmadı her zerresine hayranım. Ben onsuz yapamayacağım için bir an önce kaçırıp karım yaptım diyeceğim." Melek utanarak kıkırdadı." Melek dünden beri içimde başka bir şey var. İlk gecemizdi ama sanki yıllardır beklediğim sendin. Ben senden önce yoktum.” Melek’in yanağı pembeleşti, elleri kucağında usulca birbirine dolandı. Ne diyeceğini şaşırdı hafifçe mırıldandı. “Ne varmış dünde? Normaldi işte...” dediği gibi kıpkırmızı oldu.
Murat kaşlarını kaldırdı, gülerek başını iki yana salladı. “Senin ‘normal’in buysa... Ben ömrüm boyunca başka hiçbir şey istemem.” Sonra hafifçe eğilip onun alnına kısa bir öpücük kondurdu.
Melek başını onun göğsüne yasladı.
“Böyle söylersen utanırım…”
Murat bir eliyle belini sıvazladı.
“Ben senin her haline hayranım zaten. Ama işte bu hâlin. Sessiz, biraz mahcup, utangaç, seksi ve bana yaslandığında içimi eritiyorsun.”
Melek gülümsedi, sonra başını kaldırıp ona nazlı bir bakış attı. “Sanki sen masum bir adam mısın da, ben seni utandırıyormuşum gibi konuşuyorsun. Bilerek beni utandırıp sonra da keyifle izliyorsun.” Murat gözlerini kısıp hafifçe başını salladı. “Doğru. Masum falan değilim. Ama senin yanında hep düzgün biri olmaya çalışıyorum. Bir bakışınla darmadağın ettiğini fark etmesen de...”
Melek dudaklarını ısırarak uzaklaştı, sonra nazlı bir sesle mırıldandı.
“Ben de senin yanında hiç olmadığım kadar kendimim. Ama çok övme beni artık, utanacağım.”
Murat güldü. “Tamam tamam, sustum. Ama bil ki karım olduğun için değil, sen olduğun için bu kadar seviyorum seni.”
Melek, gözlerini kısa bir süre kapatıp iç geçirdi. “Ben seni sevdiğimi bu kadar belli ediyor muyum, Murat?” diye sordu, sesi pamuk gibi yumuşaktı. Murat başını iki yana sallayıp ciddi bir ifadeyle yanıtladı. “Melek bazen bakışlarından korkuyorum. Bir insan birine böyle bakar mı diyip içim titriyor. Farkında değilsin sen bana tutkuyla aşkla bakıyorsun. Farkında mısın onu da bilmiyorum bende sana ölecek gibi, tek kadın senmişsin gibi bakıyorum.”
Melek bir an başını eğdi, sonra usulca kıkırdadı. “Bence burada duralım... Artık ciddileşelim biraz. Ulviye hanımı da konuşup sakinleştirmemiz lazım.” Murat iç geçirdi. “Annem ikimizin ortasına bomba gibi düşmese şaşarım zaten.” Melek ayağa kalkarken eteğini hafifçe düzeltti, Murat ise onu izlerken yüzünde sevgi dolu bir tebessüm vardı.
Melek odada yürürken bir an durdu, başını hafifçe çevirip nazlı bir gülümsemeyle. “Bu arada söylediklerinin hepsi içimi kıpır kıpır etti,” dedi, sonra da hemen dudaklarını bastırıp Murat'ın yanına tekrar oturup yüzünü göğsüne bastırdı. Murat, saçlarını okşayarak kulağına fısıldadı. “Benim eşim, hem benim ilacım, hem benim güzelim.”
Yarım saat koltukta konuşmadan oturdular. Murat, Melek’in elini tuttuğu hâlde düşüncelere dalmıştı. Gözlerinde hem korumacı bir sevgi hem de çözüm arayışının ciddiyeti vardı. Melek, onun sessizliğinden güç alıyor ama aynı zamanda içinde hâlâ bastıramadığı kırgınlığı hissediyordu. “Ulviye Hanım ile bunu nasıl konuşacağız?” dedi Melek sessizce, kelimelerini dikkatle seçerek. “O zaten benden hoşlanmıyor. Şimdi hamile olmadığımı öğrenirse, beni mahvetmek için her fırsatı kullanır. Esila'ya benim söylettiğimi düşünür.” Murat’ın çenesi sıkıldı. “Onun seni sevmesi ya da sevmemesi, bizim gerçekliğimizi değiştirmeyecek. Ne düşündüğü çokta önemli değil.” dedi kararlı bir sesle. “Ama haklısın... Bu işin dengesi çok hassas. Özellikle annem söz konusuysa seni ortaya atamayız.”
Melek, başını öne eğdi. "Klasik Esila Altun davranışı. Beni öyle bir yere koydu ki, sanki hayatım bir senaryonun figüranıymışım gibi hissettim. Onun planı uğruna annene karşı daha da savunmasız kaldım.”
“Esila'nın bu kadar kötü olacağını tahmin etmediğine eminim.” dedi Murat, kuzenine haksızlık etmemek ister gibi. “Bunu Salih için yaptı, biliyorsun. Yanlış yaptı. Kesinlikle yanlış yaptı.” Melek gözlerini Murat’a dikti. “Salih hasta. Bu çok ciddi bir şey. Esila onun yanında olmak istiyor. Bunu anlarım. Ama bunun bedelini ben ödeyemem, biz ödeyemeyiz.”
"Salih'in neyi var da bizi yem etti?"
"Bilmiyorum sadece çok hasta dedi. Hemen evlenmek istiyormuş." Melek doğruldu. “Salih’in durumu netleşene kadar sessiz kalmak isterdim ama Ulviye Hanım en ufak bir şey sezerse... Murat, ben kaçmam. Savaşırsam, sonuna kadar giderim. Ama bu sefer annen ipleri kökünden koparır.” Murat, onun kararlılığını yüzünde okuyarak elini sıkıca tuttu. “Hiçbir zaman yalnız değilsin. Eğer bu iş patlarsa, ne annem, ne kuzenim, ne de başka biri... Seni bana karşı kullanamaz. Sen benim karımsın önceliğim sensin.”
Melek gözlerini kapattı. Derin bir nefes aldı. “Bizi saklamak, gitgide daha zor hale geliyor. Ama hazır olana kadar... Bu yalanı sürdürmek zorundayız. Evliliğimizi saklamak zaten çok zor birde bu çıktı.” Murat ayağa kalktı, Melek’i yanına çekti. “Hamilelik aslında yalan değil. Sadece vakti gelmemiş bir hakikat.” Murat vakit kaybetmeden Esila'yı odasına çağırıp bu konu hakkında konuşmak istedi.
Melek, Murat’ın odasında pencerenin önünde sessizce bekliyordu. Telefonunu masaya koyduğundan beri eline almadı. Göğsü sıkışıyordu. Bir yanıyla anlamaya çalışıyor, diğer yanıyla öfkesini bastıramıyordu. Kapı çalındı. Murat “Gel,” dedi kısa bir ses tonuyla. Kapı aralandı. Esila içeri girdi. Yüzü solgun, elleri birbirine kenetli.
“Konuşmamız gerektiğini biliyorum. Hatalı olduğumu da biliyorum. Köpekler kadar pişmanım. Hemen arayıp hallederim.” dedi Esila. Gözleri Melek’inkilerle buluştu, sonra hızla Murat’a döndü. “İkinize de çok seviyorum. Herkes mutlu olsun istedim.” Murat yerinden kalkmadı, sesi kaba değildi. “Kuzen benim hastalığım yalanını sadece katsan yeterli olurdu. Koca bir yalan yumağı ile başımıza bela açtın.” Melek bir adım öne çıktı, sesi titrekti ama dikti. “Ne bela ama."
Esila gözyaşlarına boğulmadı ama dudakları titredi. “Biliyorum. Delice... Ama niyetim kötü değildi. Yemin ederim...”
“Kayınbabam ile konuştun niye yeterli gelmedi.” diye araya girdi Murat, sesi kısık ama tehditkârdı. Esila başını eğdi. “Hayri Bey’e... Senin sağlığınla ilgili konuştum. Yani onun da evliliği kabul etmesi için bilmesi gerektiğini düşündüm. Ulviye yengeme de benim evliliğim için konuştum. O sizi kabul ederse arada kaynarım.”
“Sadece ortalığı yangın yerine çevirmiş oldun.” dedi Melek, artık sesini kontrol edemiyordu. “Benim babama, onun kızının nişanlısının hasta olduğunu söyledin. Kendi yengene de torun geliyor dedin. Ama bir tek bana hiçbir şey söylemedin.” Esila gözyaşlarını yutkundu. “Çünkü artık vakit kalmamıştı. Zamanım yok. Onları ikna etmenin başka bir yolunu bulamadım. Düğün konuşulursa benimkini konuşacak hâlleri kalmazdı. Herkesin dikkati başka yere kayacaktı.”
Murat ayağa kalktı. “Bu işi halledelim hiç itiraz istemiyorum. Ruhen rahatlaman için doktora gideceğiz. Kafanı biraz toparla sonra evlilik düşün."
“Hayır!” diye atıldı Esila. “Psikoloğa giderken de evlenebilirim. Ben sadece hepimizin birlikte evlenmesini istedim. Hepimiz aynı anda...Düşünsene, Melek. Düğünümüz aynı gün bile olabilir. Kimse kimseyi sorgulamaz. Ben sadece bir yol açmaya çalıştım.” Melek gözlerini kısıp başını iki yana salladı. “Sen sadece kendi yolunu açtın, Esila. Arkanda bıraktığın enkazı görmeden. Ulviye Hanım’ın ne yapabileceğini biliyorsun. Beni rezil edecek hamile olduğumu düşünüp her yerde küçük görecek.”
Esila ağlamaya başladı. “Bunu düzeltmek için ne gerekiyorsa yaparım. Yemin ederim... Gerekirse yengeme yalan söyledim derim. Hayri amcaya da...”
“Kayınbabamı biz halletik. Sadece annem kaldı. Bu bizim kontrolümüzden çıkmadan halletmeliyiz.”
Melek derin bir nefes aldı.
“Esila... Sana inanmak istiyorum. Ama beni hiç düşünmeden yaptığın bu plan, sadece seni güçlü kılmak için değil... Beni zayıf düşürmek için de yapılmış oldu. İçim buna ikna olmuyor.” Esila başını kaldırdı, gözyaşlarının arasından içten gelen bir sesle konuştu. “Sadece Salih’le evlenmek istedim. Tek isteğim buydu. Niyetim kötü değildi.”
“Biliyoruz.” dedi Murat, Esila’nın gözlerinin içine bakarak. “Ama iyi biri olmak bazen yetmez. Yaptıklarının sonuçlarını da göze alman gerekir.”
Melek derin bir nefes aldı, Murat’ın koluna dokundu. Daha fazla baskın konuşmak, kalp kırmak istemedi. Bugün anladığı tek şey Esila hiç iyi değildi. “Bundan sonra her şeyi biz birlikte çözmeliyiz. Bu kaosta bile yalnız kalmamalıyız. Doktora gideceğiz” Esila gözlerini kapattı, başını salladı. “Tamam... Söz veriyorum.”
Plan basitti. Esila, yengesinin yanına gidip yalan söylediğini, evlenmeleri için yaptığını söyleyecekti. Hayri bey gibi kolay kabul eden biri olmadığından zor olsa da Esila ikna edeceğini söylemişti. Murat ani çıkan toplantıya katılacak Melek de Serpil teyzeye gidip sonra Murat onu evin önünden alacaktı. Plan şimdilik çok basit ve kolay duruyordu. Şimdilik.
*****
Melek oturacak yer bulduğu otobüste başını cama yaslamış içi az da olsa ferahlamıştı. Yarın daha mutlu olacağını biliyordu. Kulaklıktan Murat'ın şirketten ayrıldığından beri attığı sesleri dinliyordu. Murat şarkı söylüyor, bugün yapacakları yemeği anlatıyordu. Keyifli bir yolculuk olmuştu.
Durağına gelince aşağıya inip manavdan iki kilo elma alıp Serpil hanımın evinin yolunu tuttu. Elmalı kurabiye yapacaklardı. Caddeden geçtikten sonra nihayet Lalezar sokağına girdi. Hava hala soğuktu. Kış kendini kapatmayı bilmediği için bu durum belli ki bir süre sonra daha devam edecekti. Sokağın başında Sima’yı gördüğünde Melek istemsizce gülümsedi. İçinde bir burukluk yoktu, sadece tanıdık bir yüz, tanıdık bir hayat. Konuşma niyeti taşımıyordu ama Sima belli ki içindekileri paylaşmaya hazırdı.
“Diğer adamla yollarımızı ayırdık. Şey..
Beni istemeye gelecekler,” dedi Sima birden, yüzüne yayılan mutluluk gözlerine taşmıştı. “Sabri’yle bir kere çay bahçesinde oturduk. Olumlu baktı.”
Melek başını hafifçe eğdi, içtenlikle gülümsedi. “Akıllı adam. Onun için en iyi kadını bulmuş. İkinizi de tebrik ederim.”
Sabri kötü biri değildi. Hatta çoğu adamdan daha adaletliydi. Sevdiği kadına kötü davranmaz, yanında olmaya çalışırdı. Belki eskiden kalma bir hayal kırıklığı vardı Melek’in kalbinde ama… O duygu çoktan sönüp gitmişti. Yerine ne sitem, ne özlem kalmıştı. Sadece dingin bir kabulleniş vardı. “Bu yıl herkes evleniyor gibi,” dedi ardından. “Mahallenin bütün kızları yuva kuruyor. Sibel, sen, ben…” Sima saçlarını savurdu, sonra tedirginlikle kaşımaya başladı.
Sormak istediği bir şey olduğu belli ama cümleye nasıl başlayacağını bilemiyordu.
“Şey... Sen… Gerçekten unuttun mu Sabri’yi?” Sesi hafif, çekingen ve samimiydi. Melek gözlerini kaçırmadı. Gülümsemesi hiç bozulmadan, net bir sesle yanıt verdi. “Evet. Unuttum.”
Sonra biraz duraksadı. “Emin ol, o da beni unuttu. Bir zamanlar sevdiğimizi sanıyorduk. Ama kalbimizi hiç vermemişiz.” Sima bir anda rahatladı. Gözleri dolu dolu ama neşeyle parlıyordu. “Ben onu mutlu edeceğim. Gerçekten... Her şeyiyle.”
Melek başını emin bir şekilde salladı.
“O da seni. Ama bir şey söyleyeyim… Ailesinin paraya karışmasına izin verme. Sabri ne kazanırsa onun ve senin olsun.”
Sima sırıttı, hafifçe burnunu çekerek. “Karışamayacaklar. Söz. Bu kez her şey herkes için farklı olacak.” Kısa bir sessizlik oldu. Sonra Melek kolundaki çantasını düzeltti. “Umarım hikâyeniz, çok uzun ve sonsuz olur.” Vedalaşıp farklı yönlere yürüdüler. Melek arkasına bakmadı. Bakmaya ihtiyaç duymuyordu.
Sevgi bittiği yerde değil, unutulduğu yerde dostluğa devrediyordu. Ve Melek bugün, tam da oradaydı.
Serpil hanımlara geldiğinde buram buram kokan patlıcan yemeğine bakmak için mutfağa koştu. Fırında fokurdayarak kaynıyordu. Serpil hanımın yanaklarına kocaman ıslak öpücükler kondurup hazırlanan tabakları masaya götürdü. "Anne kaç dakika sonra yemek hazır olur?" Yemekten yarım kaşık alıp pişme oranına bakıp su içti. "Yirmi dakikada olur." Sofra hazırdı sadece patlıcan yemeği kalmıştı. Masaya oturup odada kimse yokken Sibel heyecanla Melek'e sordu. "Evlilik nasıl gidiyor?"
Melek düşünüyor gibi yaptı. "Anlat çatlayacağım."
"Murat çok tatlı ve ilgili bir koca. Beni çok seviyor. Öyle yani ne diyeyim, onun karısıydım şimdi tamamlandım." Sibel çığlık atmamak için ağzını tuttu. "Kızımız bir tane ama damat da olay." Kahkaha atmamak için birbirlerini susturmaya çalışıyorlardı. "Ben çok aşığım ya. Kocamın kokusu da çok güzel. Saçları kıvırcık ve fazla, içinde elim geziyor. Çok tatlı."
"Yaaaa Melek ya. Senin adına o kadar mutluyum ki." Biraz önce gülüyorlardı şimdi de ikisinin de gözleri doldu. "Acı çektim çektim Allah bana Murat ile en güzel mükafatı verdi."
"Yemek hazır." Mutfağa gidip yemekleri tabaklara koyduktan sonra yemeğe başladılar. Serpil hanım menopoz yüzünden soğuk havada bile petek açmaz kısa kollu ile gezerdi. Melek ile Sibel kalın hırkaları üzerinde titreyerek yemek yerken sohbet etmeye uğraşıyorlardı
Serpil Hanım, elinde yelpaze gibi salladığı dergiyle mutfaktan salona geçti. Kıpkırmızı yüzüyle homurdanıyordu. “Sıcaktan yanan yüzümu görüp hâlâ bana ‘üşürsün’ diye hırka uzatan olursa elimde kalır vallahi! Ev sıcaktan yanıyor.” deyip pencereyi sonuna kadar açtı. Soğuk hava bir anda daha fazla içeri dolunca Melek, omuzlarına sardığı hırkayı daha da çekiştirdi. “Sibel, yemin ederim evin içi Erzurum’un yaylası gibi!” diye mırıldandı. Sibel usulca güldü, “O yayla bizim yazlık olur artık. Annem serinleyecek diye ev iglo evlerine döndü. Bizde seninle Eskimolar olacağız.” Melek içtiği suyu püskürterek dudağını ısırdı.
Serpil Hanım, ellerini beline koydu, bakışlarını Melek’e dikti. “Yavrum sen de zayıflamışsın. Şu yüzüne renk gelmiş ama o kemik yapın daha bir çıkmış. Murat seni üzmüyor değil mi?” Melek bir an dondu. Kaşığı elinde kaldı. Sibel hemen lafa atladı. “Olur mu anne ya, Melek sürekli bizimle. Hiçbir yere gitmiyor ki. Hangi ara Murat onu üzecek.” Sonra Melek’e göz ucuyla baktı, “Öyle değil mi Melek?”
"Murat beni üzmez." Serpil Hanım burun kıvırarak patlıcandan koca bir lokma aldı. “Ne dedim şimdi? Siz bir şeyler mi karıştırıyorsunuz? Gözünün içi parlayan herkesi hemen anlarım. Ama aman diyeyim Melek, evlenmeden kimseye güvenme. Kocalar ilk başta kuzu gibi olur, sonra keçiye dönerler.” Melek hafifçe kıkırdadı, “Serpil teyze, keçiler de tatlı olur bazen,” dedi ama gözlerini kaçırıyordu.
Serpil Hanım hemen karşılık verdi:
“Tatlı mı? Onlar mı? Hadi oradan. Yirmi sene aynı yastığa baş koy, sonra bak bakalım ne tat kalıyor ne keçi. Neyse ki siz akıllısınız. Ama bakın gençler, evlilik zor iştir. Eve koca diye aldığınız, ayı çıkmasın diye bolca inceleyin.” Bir anda göğsüne bastırarak kitap yelpazeyi havada sallamaya başladı. “Ay yine bastı sıcak! Sibel şu klimayı çalıştır, pencere yetmedi. Vücudumda bir yanma, anlatamam! Buzlukta ki suyumu getirin.” Sibel, annesine gülmemek için başını eğdi. “Anne, klima 14 dereceye ayarlı, donacağız!”
Serpil Hanım sinirle elini salladı.
“Donun canım, donun! Ben yanıyorum. İçim yanıyor, siz donun! Menopoz bu menopoz!” Sonra gözleri Melek’e döndü.
“Senin annen benim bu hallerimi çok iyi anlardı. Dua istedi herhal.” Melek’in gözleri doldu, kaşığını tabağa bırakıp başını eğdi. “Üç gün önce mezarına gittim selamını söyledim.” Farkında değillerdi ama konudan konuya geçişleri çok hızlıydı.
Serpil Hanım’ın yüzü yumuşadı, usulca Melek’in elini tuttu. “Sen bana emanet kaldın. Kalbinin kırıldığını da, sevindiğini de bilirim. Ama olur da bir gün o aşık oğlan canını sıkarsa bana da anlatırsın ha?” Melek Sibel’le göz göze geldi. Küçük bir tebessümle başını salladı. “Tabii ki anlatırım... Zaten belki de anlatmam yakındır…”
Sibel hemen ayağa fırladı, “Ben tatlıyı getireyim! Ağzımız tatlansın.” deyip mutfağa kaçtı. Serpil Hanım arkasından seslendi. “Çabuk gel! Bir de dondurma alalım. Sıcaktan içim eridi! Selim odada telefona gömüldün yine. Telefona olan aşkını kalbine göm bize dondurma almaya git.” Melek fısıltıyla gülümsedi:
“Bence dondurma şu zamanda hiç mantıklı değil. Hasta olmak istemiyorum.” Sibel mutfaktan başını uzattı. Melek gözlerini kocaman açtı, “Sibel sus!” diye mırıldandı ama ikisi de gülmemek için dudaklarını ısırıyordu. "Bir şey demeyecektim. Bence de dondurma almayalım."
Tatlılar masaya konmuştu ama asıl tatlı sohbet şimdi başlıyordu. Serpil Hanım, çatalla irmik helvasını karıştırırken başını iki yana salladı. “Şimdi söyleyin bana... Şu hamsi kafa nerede?” dedi gözlerini kısarak. Melek gülmemek için dudaklarını büktü. “Murat'ın toplantısı var çalışıyor.”Kaşığını Melek'in eline vurup dilini damağına bastırdı. “Çalışıyormuş... Saçları kıvırcık diye zeki sanıyoruz ama bence kafasının içi de kıvırcık. Dergilerde boy boy resimleri var. Onun yüzünden ekonomi haberleri izliyoruz. Dolanık o dolanık!” Sibel kahkahayı patlattı. “Anne ya!”
“Ne anne ya! Geçen Melek'i görmek için geldi ya hani geçen hafta. ‘Teyzeciğim nasılsınız?’ dedi, ben bir şey demeden mutfağa gidip üç tabak yedi, bir de bana ‘elinizin lezzeti başka’ demesin mi? E ben daha tuzunu koymamıştım!” Melek gülerek iç çekti. “Ne yapsın, kocama söyledim martıları hep birlikte kapattık diye o da yedi. Ne olmuş yani?” Sibel öksürerek kaşığıyla Melek'in eline vurunca ağzından çıkanı farketmişti.
"Evlenince zorlanmayayım diye alıştırma yapıyorum. Yoksa kocam tabii ki değil. Niye kocam olsun? Aylar sonra kocam olacak şimdi ne alaka?"
"Melek bence sus!" dedi Sibel.
Serpil Hanım elindeki çatalla Melek'in gözünü işaret etti. “Kendini koca demeye alıştırmak ne be? Ne kocası kız, daha nikâh yok. Bizim zamanımızda bir nişanlı iki metre mesafeden seslenirdi. Şimdikiler gözümüzün içine baka baka kol kola!” Sibel hemen araya girdi.
“Biz de nişanlıyız anne, kol kola geziyoruz.”
Serpil Hanım çatalını bırakıp döndü.
“Ha! Bende diyorum Sibel niye nişanlısını savunmuyor. Ahmet dedin değil mi sen? Onu saymıyorum. O çocuk beni bir kere kırdı. Şöyle bir merhaba dese de, ben ona kırgınım!" Melek ağzını kapatıp kıkırdadı. “Ben unuttum sen unutmadın. Önceden seviyordun.”
“Önceden bu kadar her yer sıcakta değildi. Şimdi yanıyorum, Ahmet'in de ısınacak tarafı yok. Sevmiyor değilim damadım olacak tabii ki seviyorum ama bunu bilmesine gerek yok. Sevmediğimi düşünsün. Geçen geldi, kanepeye oturdu, tam üç saat boyunca yerinden kalkmadan Sibel'i izledi. Oğlum dedim, müze geziyor gibiyim, hiç mi değişmeyeceksin? Annem annem diye peşimde dolanıyor. Böyle olsun boşver.” Sibel bozulmuş gibi yaptı. “Çocuk eski hatası yüzünden bu kadar eziyet edilmez ki!”
“Bak bak! Savunmaya geçti! Melek’in hamsi kafa kıvırcığı da sessiz ama en azından arada bir ortalığı eğlendiriyor. Geçen göz süzdü bana, sandım ki bir şey söyleyecek, meğer acı biber istemiş.”
Melek elleriyle yüzünü kapattı. “Benimle nişanlanınca adamın elit ayarlarıyla oynadık.” Serpil Hanım gözlerini devirdi. “İyi, birazda tatlı çocuk. Ama tatlıdan sonra mide yanar kızım. Gözünüzü seveyim azıcık tuzlu sevin. Tuz, gerçekliktir!” Sibel kafasını salladı. “İyi de anne, sen babamla nasıl evlendin? Seni nasıl beğendi de aldı?”
Serpil Hanım bir anda ciddileşti, sonra çatalı havaya kaldırıp dramatik bir şekilde söyledi. “Kader! Vallahi kader. O da başta tatlıydı, sonra tansiyon gibi çıktı. Ama alıştım artık.” Melek kahkahayla masaya yaslandı. “Seninle aynı evde yaşamak kesinlikle bedava terapi gibi.”
Serpil Hanım gülümsedi, ama sonra göz ucuyla Melek’e baktı. “Şaka bir yana, Murat’ı seviyorum kız. Dalga geçiyorum ama kalbi düzgün çocuk. Sibel’in nişanlısı gibi ruhsuz değil en azından. Ahmet'i de seviyorum sadece biraz gıcığım.” Melek'e göz kırptı. Kızını sinirlendirmek hoşuna gidiyordu. Sibel hemen atladı. “Anne yaaaa!”
“Ya’sı yok! Evladım, ben seni sokakta bulmadım. El kadar bebeydin, şimdi alacaksın sessiz sedasız mahalle abisi diye geçinen bir duvarı olmaz yani! Sen yüz vere vere sende verecek yüz kalmadı. Hareketlerine dikkat etsin diye ben sert davranıyorum.” Melek’le Sibel birbirlerine baktıktan sonra bir kahkaha krizi daha geldi. Melek gözlerinden yaş silerken. “Bu evde iki dakika durup da ruhu daralmayan yoktur herhalde,” dedi.
Serpil Hanım burnunu çekti, mutfağa doğru yürüdü. “Siz daha durun, hemen kahveleri köpürtün. Birazdan gerçek terapi başlıyor!” Kahveler yapılmış kahkahalar havada takla atıyordu. Serpil hanımın kocasıyla ilgili eski anıları, kavgaları ve her zaman haksız olsa da haklı davranması. Serpil Hanım kahvesinden bir yudum alıp geriye yaslandı. “Ben sizin yaşınızdayken, beş altı yıllık evliyim... Gece saat iki olmuş, adam hâlâ eve gelmemiş. Bekliyorum, bekliyorum... Eskiden kahve kültürü çok berbattı. Kahveye giden gelmiyordu. En son sabaha karşı geldi. Üstü başı soğuk, eli cebinde ‘ne var, ne oldu’ diyor. Hemen girdim role, Hiç, saat dört olmuş da ben hâlâ seni seviyorum mu diye düşündüm, dedim. Surat ifadesi böyle,” diyerek dudağını büzüp eşinin şaşkın ifadesini taklit etti. Melek ve Sibel kahkahayı bastı. “Ne yaptın sonra?” diye sordu Melek.
Serpil Hanım sırıtarak devam etti.
“Sonra ne mi yaptım? Yorganı çektim, sırtımı döndüm. Kalakaldı öyle. Sabah da çayı koymadım. Kahvaltı yok dedim. Baktı, baktı... En son kendi yaptı! Ama tabii şekeri karıştırmadan içti çayı. E ben de dedim, Bak, bensiz çay bile tam içilmiyor. Yani her zaman haklı olmasam da... Haklıymışım gibi davranırım kızım. Kadının gücü burada başlar.”
Sibel gözlerini devirdi. “Anne sen baya manipülasyon ustasısın. Bana da bir şeyler öğret.” Serpil Hanım çenesini yukarı kaldırdı. “Bu yaşa başka türlü gelinir mi? Kadın dediğin akıllı olacak, gözünü seveyim. Adamı illa dövmen gerekmez, bakışla terbiye edeceksin. Ben bir bakarım, babanızın boğazındaki lokma geri gider.” Melek gülerek Serpil hanımın bakışını taklit etti. “Böyle mi bakıyordun?”
“Yavrum, evliliğin yüzde yetmişi rol, yüzde otuzu baban için çay. Bu ikisini yapabildin mi, hayat akar gider.” Sibel fincanını elinde çevirirken konuyu değiştirmeye niyetlendi. “Peki hiç pişman olduğun bir kavga oldu mu?”
Serpil Hanım biraz duraksadı. “Bir kere... Sadece bir kere. Babanla kötü kavga ettik, ben evi terk ettim. Çıktım gittim. Ama biraz da gösteriş tabii. Kapıya kadar yürüdüm, ayakkabımı giydim, anahtarı da masaya bıraktım. Dışarısı çok soğuktu. Beş dakika içinde geri döndüm, dedim. Ben seni terk etmiyorum, soğuk havayı terk ettim. Adam şok.” Melek sandalyede doğrulup gülmekten gözlerini sildi. “Sen efsanesin teyze.”
Serpil Hanım burnunu çekip bir yudum daha aldı. “Baban hâlâ anlamadı ben niye geri döndüm. Diyor ki 'Demek ki beni seviyorsun.' Eh dedim, öyle düşün. Yani bazen çok sevince değil, çok üşüyünce geri dönersin.” Sibel kahkahayı bastı. “Ahmet bu lafları duysa iki hafta konuşmaz!”
“İyi ya işte, konuşmasın. Konuşan erkekten çok susanı daha az yorar."
"Murat ise hiç susmaz." dedi kahkaha arasında Melek.
"O çocuk sana bakınca bir şey diyor ya gözleriyle. O çocuğun içinde deli bir aşk var, ben bilirim.” Melek göz ucuyla Sibel’e baktı, gülümsemesini bastıramadı. “Vallahi Serpil teyze... Senin dediklerin hep çıkıyor. Ama bu kahveyle birlikte bir gün evlilik haberini versem, o gün ne olur acaba?” Onun diyeceği şeyi merak ediyordu. Serpil hanıma söylese önce kızar sonra güzelce Sibel ile Melek'i döver en son kimseye söylemeden onlar adına sevinirdi. Melek'i kendi kızı gibi çok seviyordu. Murat'ın da nasıl sevdiğini biliyordu.
Serpil Hanım koltuğa yayıldı, dudaklarını büzdü. “İçime bir şeyler doğuyor zaten, siz kesin gizli gizli evlenmişsinizdir." İki kızında ağızları kocaman açılıp kapandı. "Ama bana söylemeyin. Kalbim kaldırmaz. Önce yeni bir vantilatör alayım da, sonra söyleyin.” Sibel’in kahkaha krizi tuttu, Melek utanıp elleriyle oynamaya başladı. “Yok artık! Hissediyor bu kadın yahu!” dedi fısıldayarak Sibel.
Serpil Hanım gözlerini kıstı, fincanı yavaşça masaya koydu. “Bu dediğimi unutmayın. Bir gün her şey ortaya çıktığında, ‘Serpil Hanım biliyordu’ diyeceksiniz. Ama bilmemek daha iyi." Melek saçlarını kaşıyıp fısıltıyla, “Ben var ya, kalpten gideceğim bu kadının sezgilerinden.” dedi. Sibel de kulağına eğildi. “Bence annemin cinleri var ve her şeyi ona ötüyor.” Birbirlerine bakıp önlerine döndüler. "Sibel, hemen bir Fatiha üç ihlas oku. Çarpılmayalım."
Serpil Hanım kaşlarını kaldırarak ikisine döndü. “Ne fısıldaşıyorsunuz orada? Gizli evlilik planlarınızı mı anlatıyorsunuz? Ha Melek? Ha Sibel?”
Melek hemen toparlandı hırkayı bacaklarına doğru çekiştirdi. “Yok, şey... Sibel’in nişan bohçası için çeyiz bandı desenine karar veremedik de... Her şey mükemmel olmalı.” Sibel de hemen atladı. “Evet evet! Melek diyor ki çiçekli olsun, ben diyorum geometrik. Sen ne dersin anne?”
Serpil Hanım gözlerini kıstı, ayağını hafifçe yere vurdu. “Beni salak sanıyorsunuz siz. Bir şeyler var ama neyse. Benim de bir kalbim var. Şimdi duyarsam kalbime iner.” Sonra ayağındaki terliği çıkarıp usulca yanına koydu. “Yalnız bir gün ben ‘haydi bakalım’ deyip o terliği şöyle bir sallarsam, hiç şaşırmayın. Çünkü annenin altıncı hissi, FBI’ı bile ağlatır. Gizlice evlendiyseniz de haberim olmasın.” Sibel korkuyla kahkaha attı.
“Anne terliği radar gibi çalışıyor. Uzakta bile olay tespit ediyorsun. Canım anam.”
Serpil Hanım gururla başını salladı.
“Anneyim ben kızım. İkinizden de hiçbir şey istemem ama bana gelinlik fotoğrafı gösterilmeden bu dünya bitmesin. Yani Allah aşkına, bıçkın oğlan ile hamsi kafa ile evlendiyseniz de benim haberim olmazsa iyi olur." Melek kızararak araya girdi. “Ayy Serpil teyze, Allah aşkına, ne evliliği! Daha sabah evden çıkarken bile kendi kendimi ‘Murat’a çok yüz verme’ diye kendimi uyarıyorum.”
Serpil Hanım kahkaha atarak fincanı masaya koydu. “Aman kızım, Murat’ı çok da yüzsüz etme. Bak sabahları uyanınca suratına ‘kalk işe git’ demeden tatlı bir ‘günaydın koca kişisi’ dersen, o çocuk her sabah sana tekrar aşık olur.” Sibel çenesini eline dayayıp kıkırdadı.
“Seninle evlilik danışmanlık ofisi açsak yürürüz ha.”
Serpil Hanım ayağındaki terliği tekrar giydi, omzundaki bezi silkeleyip kenara attı. “Bugün çarşafları yıkayacağım. Mis gibi lavanta kokacaklar, oh. Mutfakta ki işleri bitirip başlarım.” Tam mutfağa yönelecekti ki Melek birden hızla ayağa fırladı, Serpil Hanım’ın önünü kesti. “Sana bir şey söyleyeceğim. Hatta ikinize de.”
Sibel’in gözleri büyüdü, tam ağzını açacaktı ama Melek elini kaldırarak konuşmasına devam etti. “Bakın… Esila, Murat’ın annesine benim hakkımda hamile olduğuma dair yalan söylemiş.”
Odada bir anlık sessizlik oldu. O kadar ki petekte bir tıkırtı olsa yankılanacaktı.
Serpil Hanım kaşlarını kaldırdı, gözlüklerini burnunun ucuna indirip baktı. "O niye be?”
Sibel ağzını kapatarak fısıldadı.
“Hamile misin kızım, yüreğime iner!”
Melek hemen ellerini havaya kaldırdı.
“Hayır, hayır! Değilim. Salih’le evlenmek istiyor ya... Murat’ın annesi karşı çıkar diye, benim üstümden beni ortaya atmış. Yani ‘Melek hamile, hemen evlenecekler’ demiş. Böylece o da arada kaynayıp evlenecek yani öyle akıl etmiş.”
Serpil Hanım kaşını çatıp yere çömeldiği yastığını bir hışımla koltuktaki yerine fırlattı. “Allah seni bildiği gibi yapsın Esila. Bu kızı hastaneye yatırın. Sanki ortada başka bahane kalmadı da senin yalan hamilelikle önü açılacak. Melek ne zaman senin kalkanın oldu be yavrum?” Sibel hâlâ sindirmeye çalışıyordu. “Yani senin adını vererek yalan söylemiş. Senin üzerinden yengesini ikna etmeye çalışmış ha? Şu kıza bak ya... Vallahi kafayı yediğine emin oldum. Minnacık bir tereddüt vardı o da bitti.” Melek dudaklarını birbirine bastırdı, sonra başını kaşıdı, sesi yumuşak ama kırgındı. “Kesinlikle doktora gidecek. Kendisi gitmezse biz götüreceğiz. Haberiniz olsun istedim. Bugün Ulviye hanım ile konuşup yalan olduğunu söyleyerek halledecek o da çok pişman oldu. Aramızda kalsın."
Serpil Hanım başını iki yana sallayarak iç çekti. “Çocuklar bu devirde bencil. Yani on yaşında olsa bu davranış sevimli durur ama kümeste iş çevirir.” Sibel gülmemek için dudağını ısırdı. “Yalnız o kümesteki horoz bizim Melek oldu.” Sibel elini Melek’in koluna doladı.
“Senin böyle şeylerde adının geçmesine canım sıkılıyor. Haberin bile yokken adın ortalıkta dönüyor.”
Melek başını salladı, gözleri buğulandı ama yüzü hâlâ gülerken söyledi. “Ben de istemezdim ama olan olmuş. Bugün halletsin de bari şimdi her şeyi doğru düzgün yaşayayım diyorum.” Serpil Hanım derin bir nefes aldı. “Tamam kızım. Şimdi şöyle yapalım. Önce işlerimizi yapalım sonra hep beraber Esila’yı bize çağırıp ‘sevgiyle dürteriz’. Hem de biraz uzun uzun anlatmalı... Mümkünse kapı eşiğinde, biraz da terlik yakınından geçerek.” Melek ile Sibel'in yanağını okşayarak iç çekti. “İtiraflar başladı diye siz şu gizli evliliği itiraf etmeden ben gideyim. Korkudan ağzınızdan kaçmasın.” Sonra duraksadı.
“Kalsın içinizde. Ama bir gün yüzük parmağınızda güneş ışığında altın parlayınca, bana gelip ‘biz o zaman evlenmiştik’ diyeceksiniz. O gün ben ne yapacağım biliyor musunuz?”
Melek ve Sibel aynı anda sordular:
“Ne yapacaksın?”
“Hiç. ‘Ben zaten biliyordum’ deyip, ayağımı uzatıp torun yeleği örmeye başlayacağım.” İkisi de yerlerde. Melek başını Sibel’in omzuna koydu, kahkahalarla. “Bizi evden nikahsız çıkarmazlar artık!”
"Ben zaten nikahlıyım." diye fısıldadı Melek. Serpil hanım içeriye gidip mutfaktaki işlerini yaparken dış kapı bütün gücüyle kırılacak gibi çaldı. Sibel kapıyı açtı ama karşısında duran kadını tanımadı. "Kimsiniz?" Kadın delirmiş gibi gözleriyle hole bakıyordu. Merdivenden Esila da kan ter içinde yukarı çıkıp gözyaşları ile nefes almaya çalıştı. "Yenge yemin ederim ben yalan söyledim. Melek'in haberi bile yoktu."
"Sus! Yine yalan söylüyorsun. Oğlumun aklını başından alıp yatağa nikahsız girdikten sonra kimse bana o kızı korumasın. Nerede o nerede?" Melek panikle odadan çıkıp kapının önüne geldi. Önce Esila'ya baktı harap olmuş haldeydi. Sonra öfkeden deliye dönmüş Ulviye hanıma baktı. "Ulviye hanım kendinize gelin. Burada insanlar yaşıyor. Niye bağırıyorsunuz?" dedi Melek. Koşarak Esila'nın kolundan tutup ayağa kaldırdı. Hala ağlıyordu ve yüzünde parmak izi vardı. "Sana vurdu mu?"
"Vurdum, seninle arkadaş olduğu için daha çok dayağı hak ediyordu ama ben sadece tokat ile yetindim. Terbiyesizler."
Serpil hanımda mutfaktan çıkmış direk Esila'ya döndü. "Gel kız buraya. Sen yine ne işler açtın bizim kızın başına?" Ne olduğunu kimin bağırdığını tam olarak anlamamıştı. Kollarını açıp elleriyle Esila'yı çağırdı. Esila daha çok ağlayarak Serpil hanımın göğsüne başını koyup ağlamaya başladı. O kadar fazla ağlıyordu ki Serpil hanım derinden nefes alıp sırtını okşadı. "Yemin ederim böyle olsun istemezdim. Ben sadece Salih ile evlenmek için yalan söyledim. Ama yengem bana inanmıyor." Ulviye hanıma dönüp ağlayarak titriyordu. "Yenge yemin ederim Melek hamile değil. Allah canımı alsın yalan söyledim."
"Allah sevdiğinin canını alsın Esila." dedi Ulviye hanım. Öfkenin hedefine şimdi de Melek'i aldı. "Bebeğe ne yaptın? Bu kadar ileri gidebileceğini hiç düşünmedim."
"Yeter artık ne saçmalıyorsun? Bebek yok hamile kalmadım. Kalsam bile seni ne ilgilendirir?" Artık Melek de öfkeliydi. Fırsat bulabilse Murat'ı arayacaktı. Kapı önünde kıyamet kopuyordu. Ulviye Hanım, sanki binanın sahibiymiş gibi dimdik duruyor, gözleriyle Melek’i yakmak ister gibi bakıyordu. Melek'in ses tonu titreyerek yükseldi. “Tekrar söylüyorum bebeği falan aldırmadım çünkü hiç olmadı zaten! Murat'ı arayın o da size söylesin.” Ulviye Hanım dudaklarını büzdü, burnundan küçümseyen bir sesle güldü. “Elbette olmadı. Olmadı çünkü artık yok. Utanmaz! Murat heryerden beni engellemiş seninle olduğundan beri konuşmuyor.”
Melek ileri atıldı, ama Sibel kolundan tutup geri çekti. “Melek dur, duymamazlıktan gel. Lütfen...” Serpil Hanım gözlüğünü alnına ittirdi, ellerini beline koydu. “Ne oluyor burada Allah’ın aşkına? Esila niye bu kadar perişan bir halde, sen neden bağırıyorsun hanımefendi?” Ulviye Hanım dudaklarını büzerek bakışlarını Serpil Hanım’a çevirdi. “Bu Melek senin manevî kızın mı? Ne kadar halk tipi insanlar var etrafınızda. Hayret.” Serpil Hanım'ın gözleri bir anda büyüdü, hafif öne eğilerek Sibel’e fısıldadı. “Ben mi halk oldum şimdi? Ben halk isem bu kadın ne? Terliği getir bana. Öyle halk gibi değil, kraliçe gibi fırlatacağım.”
Sibel iki eliyle Serpil Hanım’ın kollarını tutup onu zorlukla tuttu. “Ne olur bak, olay çıkacak. Kadın zaten sinir krizinde. Melek'in kayınvalidesi biraz kafadan üşütük alttan al.”
"Terbiyesiz, birde deli muamelesi yapıyorlar bana." Melek derin bir nefes aldı. “Ben Murat’la evleneceğim ve o eve adım dahi atmayacaksın. Şunu bil nikahsız kimseyle yatıp kalkmadım. Hamile de kalmadım. Esila böyle bir yalan söyledi ama en çok acı çeken kişilerden birisi de o. Çünkü onun en yakını ona inanmıyor. Pişman.” Ulviye Hanım, Melek’e doğru bir adım attı, tıpkı bir kobra gibi. “Oğlumun hayatını mahvettin. Aklını çeldin, her şeyi gizleyerek zaten beni devre dışı bıraktın. Şimdi de beni bütün arkadaşlarıma rezil edeceksin. Nereden bela ettik seni.”
Serpil Hanım gözlüklerini çıkardı, hafifçe sildi. "Arkadaş mı? Arkadaşın varsa ve senin gibiyse vay benim Melek'imin haline. Her gün birinizi dövmekten kız yorulacak. Yedi sülalene hortum bağlasalar, bir damla insanlık çekemezler! Hasbama bak, geçmiş karşımıza kendi inandığı yalanlar yüzünden ahkam kesiyor. Yolarım seni... Komşular döversem tutmayın beni.”
Ulviye Hanım bir kahkaha attı.
“Melek sizin gibi insanlar için ne büyük gurur kaynağıdır tabii, Murat gibi biriyle evlenmek en büyük başarınız olacak. Ama oğlum bu kızı seçerek kendi soyadını kirletti. Birde bizi dillere düşürdü.” Serpil hanım da kahkaha attı. "Senin dilin düşeli çok olmuş. Melek düşürmedi seni. Düşen sensin, yere kadar. Yelloz, pörsümüş sarı çiyan.” Birbirlerine bakarken hızla nefes alıp veriyorlardı. "Ağzınız da sizin gibi yerlerde. Hiç muhatap olmayacağım. Seviyenize inmeye gerek yok."
Melek’in elleri yumruk olmuştu, gözleri doldu ama ağlamıyordu. “Çok oluyorsunuz Ulviye hanım. Ben kimsenin soyadına ihtiyaç duymadım. Tek isteğim bana at gözlüğüyle bakmak yerine gerçek beni görmeniz. Sadece Murat’ı sevmedim, onunla aile olmayı da istedim. Ama siz... Siz aile değil duvar oldunuz. Yıkmaya çalıştıkça daha kalın ördünüz. Sizinle konuşmak artık imkansız hale geldi.” Ulviye Hanım birkaç saniye durdu, Melek'i umursamadan tekrar Esila’ya döndü. “Ve sen… Seni yanımda büyüttüm. Elimle besledim. Melek’in arkasında duracağına bana yalan söyledin ha? Salih aşkından öleceksin ne büyük aşağılama ailem için.”
Esila titreyerek başını eğdi, Serpil Hanım kollarını daha da sıkı sararak onu çekti.
“Yeter ama! Bu çocuk yanlış yaptı ama onun canını almayın artık. Ne biçim yengesin, kız bu hale gelene kadar bir doktora götürmek aklına gelmedi mi? Herkes hata yapar. Sen bile… Belki en çok sen. Dünürüz diye alttan alıyorum evire çevire dövmüyorsam sus artık. Vallahi yırtarım.” Kapının önünde birkaç komşu toplanmıştı, fısıldaşmalar artıyordu. Sibel hızla Melek'i içeriye çekip kapıyı kapattı, içeriyi izole etti. Ulviye hanım dışarıda diğerleri içeride kalmıştı. “Yeter bu kadar. Artık kimse konuşmasın. Belli ki kadın kafadan sakat. Bu mesele burada biter. Devam edecekse Murat burada olur, o zaman konuşulur.”
Serpil Hanım başını salladı. O anda dışarıda kalan Ulviye hanım bağırarak hakaretlerine devam ediyordu. Serpil hanım burnundan soluyarak söylendi. “Şu hale bak. Bir gün de misafir gibi evimizde oturalım dedik, kıza iftira, diğerine tokat, bize de kraliçelik taslayan kaynana geldi. Bırakın da döveyim şunu.” Kollarını tutup dışarı çıkmasın diye Sibel çekiştirip duruyordu.
"Bütün suç benim. Allah benim belamı versin. Neden yalan söyledim ki?" Serpil hanım "Tövbe Estağfurullah!" diyerek Esila'yı duvara doğru hafifçe itip kolunu sıktı. "Ağzından maşallah hiç güzel bir kelime çıkmıyor. Bir b*k yedin tamam daha fazla ne diye sıvıyorsun? En sonunda çarpılacaksın."
"Melek, çık ve aldırdığın bebeğin hesabını ver." Ulviye hanım çıldırmış gibi bağırmaya devam edince Melek yaka silkerek kapıya çıkıp ağzı açık halde onları izleyen komşulara baktı. Sonra Sibel'e dönüp kollarını önünde bağladı. "Polisi ara! Hakaret davası açacağım." Bu söz iplerin daha fazla gerilmesine neden oldu.
"Utanmaz." Ulviye hanım, Melek'i sertçe iterek vurmak için kolunu kaldırmasıyla Serpil Hanım refleksle kolunu havada yakaladı. "Sen kime el kaldırıyorsun ha?! Tutmayın beni! Sen şimdi naneyi yemedin mi?" diye bir kükremeyle Ulviye’nin kolunu kendi tarafına çekip onu bir anda denge kaybıyla merdiven başına doğru itti. Melek şoktan olduğu yerde donup kaldı.
"Anne yapma!" diyecek oldu Sibel, ama çok geçti. "Yapacağım kızım! Bu kadına söz değil dayak lazım anlaşıldı. Melek'e vurmaya kalkarsın ha." dedi, dişlerini sıkarak. Ulviye’nin saçlarını bir hamlede kavrayıp "Senin gibi kraliçe kılıklı kibir budalalarının kökünü ben kazırım! Bir tanıdığım senin gibi insanlık bilmeyen vicdan oburlarına el sallasa bile kulağını koparırım! Sen ne diye bize musallat oldun?" diye bağırarak onu merdivenin ilk iki basamağından aşağı doğru yavaş ama sürükleyici bir tempoda indirmeye başladı.
Ulviye Hanım panikle bağırmaya başladı:
"Yardım edin! Bu kadın delirmiş! Polis çağırın! Melek, Esila kurtarın beni!" Serpil Hanım aldırmadan devam etti.
"Vallahi el atarsanız sizi de döverim. Sen dur daha çok döveceğim! Kraliçe mi olmak istiyorsun, al sana taçlı muamele!"
Merdivenlerde inatla tırmalamaya çalışan Ulviye’yi bir yandan da sözleriyle hırpalıyordu. Kimse elinden kurtaramıyor kimseyi yanına yaklaştırmıyordu. "Kalkıp benim kapımda kız dövüyorsun ha! Oğlunu evlendirecek yer bulamamışsın, Melek’i buldun da şimdi karşımıza mı geçtin! Lan biz size gül gibi kız verdik onu soldurmana izin verir miyim?"
Sibel ve Esila şaşkınlıktan donmuştu ama Melek onları dürtükleyip kendine getirdi. "Komşular bakıyor, Sibel! Bir şey yap! Hızlı düşün." diye arkalarından koştu. Melek, Serpil hanımın kararlı adımlarla Ulviye Hanım’a yöneldiğini görünce hızla peşinden gitti ama içinde onu gerçekten durdurma isteği yoktu. Kalbi çok kırılmıştı. Yine de etraf kalabalıktı, göze batmamak gerekiyordu. "Serpil teyze, dur, lütfen…" dedi, sesi ne bağırıyor ne de ikna ediyordu.
Serpil Hanım çoktan Ulviye Hanım’ın saçına yapışmış etrafında döndürüyordu bile. "Senin gibi kraliçe kılıklılar, mahallemize musallat olmasın diye çocukken dua ederdik. Şimdi biri denk geldi, kaçacak yer bulamıyoruz!" diye bağırarak kadını merdivenlerden aşağıya doğru çekiştiriyordu. "Kurtarın beni, bu kadın beni öldürecek."
Ulviye Hanım çırpınıyor, ama gözlerindeki o burnu havada bakıştan bir gram taviz vermiyordu. "Yardım edin! Bu kadın kafayı yemiş! Melek, ne duruyorsun! Durdur şu kadını." Melek biraz daha yaklaşıp elini Serpil hanımın koluna koydu, ama o kadar hafifti ki durdurmaktan çok olaya dahil olmaya benziyordu. "Serpil teyze, hiç sana yakışıyor mu yapma böyle… Yanlış anlaşılacak," dedi, başını öne eğip sesi alçaltarak. Ama yüzünde gizlemeye çalıştığı belli belirsiz bir kırgınlık göze çarpıyordu.
Ulviye Hanım tırnaklarını basamağa geçirip direnmeye çalıştı. Bağırarak söylendi. "Ben senin gibi kadınlara makam değil, merhamet bile vermem! Elitlik sizin mahallenin kaldırım taşına bile uğramaz!" Serpil Hanım hışımla başını çevirdi. "Bak daha halen konuşuyor. Ne pespaye bir şey çıktın sen. Dayaktan da anlamıyorsun."
Melek tekrar araya girmeye yeltendi, bu sefer daha ciddiyetle. "Tamam artık, gerçekten yeter…Konuştuk bitti." Konuşma dediği kaynanasının yediği dayaktı.
Serpil Hanım, Ulviye’yi basamakların dibine itiverdi. Kadın sendeleyip yere oturdu, saçları darmadağın, gözleri öfke doluydu. Melek, onun haline baktı. Dudaklarını sıktı, gözlerini kaçırmadı. "Bir yanlış anlama olmuş olabilir… Ama Serpil teyzem biraz sinirlenince dozunu ayarlayamıyor. Sizin cümlelerinizi ayarlayamadığınız gibi."
Ulviye Hanım nefes nefese kalmış halde, titreyen eliyle çantasına uzandı:
"Ben bu mahallede durmam! Avukatımı arıyorum. Siz… Siz hepiniz aynıymışsınız!" Melek usulca başını salladı. "Bende avukatı ararım hiç merak etmeyin. Hakaret, eve zorla girme, namusuma edilen laflar. Eminim bunların cezası olur. Onlarca şahidim var. Herkes kendi dilinden anlar. Sizi durdurmak istedim ama…" Sözlerini yarım bırakıp omuz silkti. "Bana bakan gözlerinizi sanırım perde ile kapattınız."
Komşular pencerelere doluşmuş, kimisi videoya çekiyor, kimisi "Ayy Serpil yine manyaklaştı galiba!" diyordu. Bir tanesi "Kız vallahi bu kadından korkulur, uçanı da kaçanı da dövüyor." diye arkadan konuşunca Serpil hanım çattığı kaşlarıyla pencere kenarında tüneyen kadınlara baktı. "O telefonlardan birinde bir video göreyim. G*tünüzü koparıp videoya çekip köpeklere yem ederim. Allah'ın dünyaya gönderdiği ibretlik ucubeler. Milletin derdiyle eğleniyorlar. Kapatın telefonları." Herkes korkuyla videoları silip evlerine saklanarak girdiler.
Ulviye son bir çabayla ayağa kalkıp kendini geriye atınca, Serpil Hanım’ın elinden kurtuldu ama ayağı kayıp poposunun üstüne düştü. "Ahh!" diye bağırdı. Serpil Hanım bir yandan sinirle titreyerek üstünü düzeltti, bir yandan da Ulviye’yi işaret edip. "Bir daha Melek’in kapısına gel de seni mahalle sütçüsüne teslim edeyim, damızlık diye öküzlerin içine atsın." dedi.
Melek içeri dönüp derin bir nefes aldı.
"Bir daha kapıma gelmeyin." Kapalı pencerelere doğru bağırdı. "Tek bir video görürsem, birisi bana atılan iftirayı dillendirirse alayınızı da polise şikayet ederim! İftira bir suçtur." Sibel elini alnına koydu. "Ayyy düşüp bayılacağım. Anamı durduramıyorum."
Serpil Hanım saçını düzeltti, hırıltıyla konuştu. "Ben o Ulviye'yi indirdim içim açıldı. Hadi şimdi biri bana kahve yapsın, Türk kahvesi ama bu sefer iki şekerli!" Serpil Hanım kahve muhabbetini bitirir bitirmez elini beline koydu, diğer elini havaya kaldırarak Ulviye’nin üstüne bir gölge gibi dikildi. “Bana bak kadın. Seni evire çevire dövmüyorsam kibar bir kadın olduğum içindir."
"Bu senin dövmemiş halin mi?"
"Seni yarım bile dövmedim diye şükret. Bu kız sahipsiz değil. Allah şahit olsun, eğer elimde terlik olsaydı, ağzına sokardım da korkudan afiyetle yerdin! Aldığın gelini sen değil oğlun koluna alacak. Bitir artık bu saçmalığı. O kıvırcıkta senin tarafını tutarsa s*ktir olup gitsin. Kız mız yok ona." Ulviye, elleriyle saçını düzeltmeye çalışarak bir yandan titriyor, bir yandan da göz ucuyla Serpil Hanım’a bakıyordu. “Ben… Ben sadece oğlumun geleceği için geldim buraya…” diye kendini müdafaa etmek istedi. "Oğlum ile aramı açtı. Yetmedi bu hallere koydu beni."
"Vallahi saf ayaklarına girme beni kandıramazsın. Rezillik çıkardın, ayağını denk almadın. Sana kaç kere söyledi yalan, hamile değilim diyor. Daha ne bu tavır? Kıza inanmamak için dayak yedin." Serpil Hanım bir anda eğildi, yerden kaldırım taşı gibi duran küçük bir saksıyı aldı. “Aha bak şimdi bu çiçekli saksıyı senin kafana geçirirsem bir aya kalmadan çiçek açarsın. Çık git buradan!” Ulviye bir yandan özel tasarım pantolonunu çekiştiriyor, bir yandan da korkuyla gözleri büyümüş halde Melek’e döndü. “Sen… Ben bu rezilliği hak edecek ne yaptım?"
Melek artık dolmuştu. Sakin ama tok bir sesle, gözlerinin içine baka baka konuştu. “Ulviye Hanım, bir kez daha söylüyorum. Ne aldırdığım bir bebek var, ne de sizden medet umduğum bir aile. Esila'nın söylediği, yalandan ibaretti. Anlayın artık!” Ulviye bir an durdu. Sözlerin ağırlığıyla değil, Serpil Hanım’ın saksıyı hâlâ elinde tutuyor oluşuyla. Başını öne eğdi, ayakkabısının tozunu siler gibi yaptı ama kimse onun kendi kendine utanmasını beklemiyordu.
"Olmadığına inanacağım bir kere sana güvenmeyi seçiyorum." dedi Ulviye kekeleyerek. “Zaten çocuk yoksa mesele kalmadı. Sizinle aynı havayı daha fazla solumak istemiyorum. Düştüğüm durumu unutmayacağım.” Esila o sırada arkadan çıktı. Üstünde hâlâ gözyaşı izleri, ama gözleri fıldır fıldır olmuştu.
“Yenge… İlla bize bunu yaşatacaktın değil mi? Sana dedim yalan attım diye. Ben Salih ile evlenmek istedim diye söylenmiş bir yalandı." Sibel dirseğiyle dürttü onu. “Esila saçmalama! Sus! Anne şuna da bir vurda bir süre bayılsın.”
Esila omuz silkti.
“Yani bari madem rezil olduk, hakkını verelim.” Serpil Hanım hala saksıyla ayakta, bir adım daha yaklaştı Ulviye’ye.
“Sen gitsen iyi olur. Hem biz de şu evi bi temizleyelim. Gerilim filmi çevirdin burada. Git de üstünü başını değiştir. O pantolon sana hiç yakışmamış, dövülmüş gibi duruyorsun.” Burnunu dikti. Dövdüğü kadına acımayı reddediyordu.
Ulviye suratını ekşitti, ama hiçbir laf edemeden saçını geriye atıp burun kıvırarak döndü. “Zaten sokağınız bile çok havasız, öfkenizle kokutmuşsunuz.” deyip sokağa doğru yürüdü. Serpil Hanım onun arkasından bağırdı.
“Ağzını açma, açarsan balkon saksısını da yollarım peşinden! Vallahi şükret! O kıvırcığın anasısın.” Ulviye Hanım topuklu ayakkabılarının tıkırtısıyla yürümeye başladı ama her adımında hem dizini hem gururunu tutuyordu. Burnu havada görünmeye çalışsa da, her beş adımda bir dönüp arkasına bakıyor, Serpil Hanım hâlâ elinde saksıyla peşinden gelir mi diye tedirgin oluyordu.
Kapının önünden geçerken apartmanın karşısındaki balkonlardan bir tanesinden biri “Geçmiş olsun Abla!” diye seslenince Ulviye kıpkırmızı oldu. Kollarını kavuşturup hızlı adımlarla uzaklaştı, kendi kendine söylenerek.
“Terbiyesizler. Mahalle desen değil, hapishane. Bu ne biçim insanlar ya… Küçük çaplı ayaklanma çıktı resmen. Bitmiş burası, bitmiş.”
Bir yandan yürürken, yırtılmış pantolonunu fark etti. Dudaklarını büzdü, çantasından peçete çıkarıp yere eğildi, yırtığı örtmeye çalıştı ama rüzgar tersine esti, saçları ağzına yapıştı. Bu sırada sokaktan geçen biri ona dik dik bakınca gözlerini devirdi. Tam o sırada, mahalle bakkalının çırağı, motorla yanından hızla geçerken onu görünce frene bastı, başını eğip. “Teyze, bir şeyiniz var mı? Ambulans falan çağırayım mı?” Ulviye bakışlarıyla onu neredeyse yaktı. “Defol git işine, çocuk musun sen?! Ne ambulansı? Kendini yere atmış gibi olmuşumdur, olmuştur!” deyip elini silkeleyerek uzaklaştı.
Mahalle onu yolcu ederken arkasından fısıltılar çoğaldı.
-Bu kadının son gelişi olur buraya…
-Serpil Hanım yedi asortik kadını.
-Koca kadını döve döve murdar etti.
Ulviye sokağın başından dönüp kaybolduğunda, Melek evin kapısında derin bir nefes aldı. Sibel omzunu tuttu.
“Geçti Melek, geçti.” Esila ise hâlâ olayın etkisinden çıkamamış, gözleri parlıyordu. "Çok özür dilerim." Üçü de Esila'ya bakıp iç çekerek başlarını salladılar.
Serpil Hanım o sırada içeri girip terliklerini çıkardı, saksıyı sehpanın üstüne koydu, elini ovuşturdu. “Ben bu saksıya ‘Ulviye’ adını veriyorum. Bundan sonra evin bekçisi bu. Kim Melek’e bulaşırsa önce bu konuşacak!” Herkes bir an durup ona baktı, sonra gülmeye başladı. “Ben sadece normal bir gün istiyorum. Kahve, muhabbet bağırışsız çağırışsız.” Serpil Hanım koltuğa yayıldı.
“Ben mahalleye değil de yanlış galaksiye taşınmışım galiba. Burada normal, bizim tanımımızda yok.”
Melek derin bir nefes aldı, sonra yavaşça bıraktı. “Yani biz şimdi ne yapıyoruz?”
Serpil Hanım elini omzuna atıp güldü.
“Ne yapacağız kızım? Sana ve Esila'ya bol köpüklü bir kahve yapıyoruz. Bugünkü kaosumuzu da aldık.”
"Ya ben iki ay sonra Ahmet ile evleneceğim. Yaşadığım strese bak. Hanginize şaşıracağımı şaşırdım." Başına annesinin beyaz tülbentini sıkıca bağlayıp yere uzandı. "Bu kadar stres beni yoruyor."
Esila başını eğdi, bir yandan gülmemek için dudaklarını ısırarak. "Barıştık mı? Beni affettiniz mi? Söz bir daha kendi başıma iş açmayacağım.” Melek bugün ilk defa hafifçe gülümsedi. “Ben sadece huzur istiyorum… En yakın ikinci arkadaşımı kaybetmek istemiyorum. Hemen randevu alıp gidiyoruz tamam mı?”
"Her dediğine tamam. Aptalın gerizekalının biriyim."
"Aynen öylesin." dedi Sibel yanlarına giderek. "Salih ile evlenmek için böyle bir yalan çok sıradışı."
"Biraz abartım sanırım ama dersimi aldım. Bir daha hata yaparsam Allah benim belamı..." demeye kalmadan Serpil hanım terliği kafasına attı. "Ahhh kafam."
"Bu kızın ağzını kapatmak niye bu kadar uğraştırıcı? Beddua etme."
_________
Okuduysanız lütfen desteğinizi esirgemeyin. Beğeni yapmadan lütfen çıkmayın. Kendinize iyi bakın. Hikâyenin yazarı olarak beni de sevin☺️
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
113.08k Okunma |
9.9k Oy |
0 Takip |
127 Bölümlü Kitap |