ATLAMADAN ÖNCE BURAYI OKURSAN SEVİNİRİM.
Uzun bir aradan sonra tekrar buradayız.
Lütfen oy vermeye,yorum yazmaya katılmamazlık etmeyin. Varlığınızı hissettirin bende yazma gücü bulayım. Yorumlarınızı bekliyorum unutmayın beni.
Okuduktan sonra bir şeyler yazıp BEĞENİ butonuna da basın olur mu?
Başlamadan evvel hafıza tazelemek için, eski bölümün son yerini okuyup sonra gelin isterseniz. Biz burada bekliyoruz.
Geldiniz mi?☺️ Başlayalım.
❤❤❤
_________
Melek, Murat’ın bakışlarından kaçamıyordu. Gözleri ona mıhlanmıştı, kalbi hızla atıyordu. Ellerini sımsıkı birleştirdi, kendini sakinleştirmeye çalıştı ama Murat’ın yüzündeki eğlenceli gülümseme hiç yardımcı olmuyordu. Murat, Melek’in sessizliğiyle daha da keyiflenmiş gibiydi. Ona daha da yaklaşıp başını hafifçe yana eğdi. "Söylemeyecek misin?"
Melek hızla başını salladı. "Söyleyecek bir şeyim yok." Murat gülümsedi, ama bu bildiği gülümsemelerden değildi. İçinde hem oyunbazlık hem de tehlikeli bir çekim vardı. Sonra… parmak uçlarını hafifçe Melek’in koluna değdirince kadın irkildi. Sanki üzerine sıcak bir kıvılcım düşmüş gibi vücudu tepki verdi. Murat hiç acele etmiyordu. Parmağıyla omzunun hemen altına yavaşça dokunarak konuştu. "Biliyor musun… Eğer gerçekten başka bir şey için gelmiş olsaydın, şu an bu kadar gergin olmazdın. Sen istediğin zaman oldukça soğukkanlı olabiliyorsun." Melek’in nefesi düzensizleşti. Murat’ın sesi, tınısı, ona bu kadar yakın duruşu… Kendine hâkim olmaya çalışsa da vücudu onu ele veriyordu. "Ben gergin değilim," dedi hızlıca. "Her zaman soğuk kanlı olabilirim." Murat’ın eli şimdi bileğine doğru hafifçe süzüldü. Ona dokunuyordu ama tam olarak dokunmuyordu. Bir oyun oynuyordu.
Murat bir adım daha yaklaştı, Melek artık duvara yaslanmıştı. Murat’ın elini bileğinden çektiğini hissetti ama bu sefer yüzüne yaklaştığını fark etti. "Eğer gerçekten başka bir şey için burada olsaydın," diye fısıldadı Murat, "Bu kadar nefesini tutmazdın." Melek farkında bile olmadan nefesini tuttuğunu anladı ve hızla soluk aldı. Murat kıkırdadı. "Tamam, itiraf etmeyeceksin. Sorun değil." Melek tam rahatladığını düşünüyordu ki, Murat bu kez parmaklarını çenesine götürdü. Bu iş uzun sürecekti. Hafifçe yukarı kaldırdı, Melek gözlerini kaçırmaya çalıştı ama Murat izin vermedi. "Sadece bilmeni istiyorum," dedi yavaşça. "Bana istediğin her türlü bahaneyi sunarsın. Bende sana inanırım." Melek’in gözleri Murat’ın gözlerinde kilitlendi. Kendi içinde bir savaş verirken, Murat bu savaşı çoktan kazanmış gibi görünüyordu.
Melek’in kalbi öyle hızlı atıyordu ki, Murat’ın duymamasına imkân yoktu. Ama adamın yüzünde, keyifli bir gülümsemeden başka hiçbir şey yoktu.
Murat, hâlâ çenesini hafifçe tutuyordu. Melek’in gözlerini kaçırmasına izin vermiyordu. "Gerçekten söylemeyecek misin? Herhangi bir bahane de olur." diye sordu alaycı bir sesle. Melek yutkundu. "Sana ne anlatacağım ki?"
Murat başını hafif yana eğdi, bir an düşündü, sonra yüzündeki gülümseme daha da genişledi. Başparmağıyla Melek’in çenesine yavaşça dokunarak, "Mesela… Beni özlediğini söyleyebilirsin," dedi.
Melek bir an dondu. "Ben… Şey…" Murat’ın ona bu kadar yakın durması, nefesinin tenine değmesi, gözlerinin içinde o tehlikeli ışığın yanıp sönmesi… Melek’in mantığını paramparça ediyordu. Tam bu sırada Murat, çenesinden elini çekip parmaklarını usulca yanağına kaydırdı. Melek’in vücudu istemsizce tepki verdi, gözlerini kırpıştırıp nefesini tuttu. Murat bunu fark etti ve daha da keyiflendi. Başını hafifçe eğerek, dudaklarını Melek’in kulağına yaklaştırdı. "Yoksa… Başka bir şey mi söylemek istiyorsun? Karı koca olduğumuz için söyleyebilirsin." Fısıltıyla söylemişti. Melek, sinirle başını çevirdi ama bu sadece Murat’ın dudaklarını daha da yaklaştırmasına neden oldu. Tam dudağı yanağına değecekken Murat aniden geri çekildi.
Melek’in içi bir an bomboş kaldı.
Murat gözlerini kısmış, dudaklarında oyunbaz bir gülümsemeyle ona bakıyordu. "Ne oldu? Bi öpüşme bekliyordun sanki." Melek hemen toparlanmaya çalıştı, kollarını göğsünde kavuşturdu. “Saçmalama!"
Murat bir kahkaha attı. "Uykum açıldı oh be dünya varmış." Melek dişlerini sıktı. "Sana bir şey söylemeye gelmiştim ama sen konuyu bambaşka yerlere çekiyorsun." Murat kaşlarını kaldırdı. "Ne söyleyecektin peki?" Melek nefesini tuttu. İşte, tam burada sıkışmıştı. Söyleyemiyordu. Ama Murat’ın gözleri, sabırsız ama sabırla bekleyen bir avcı gibi, ondan kelimeleri duymak istiyordu.
Murat eğilip ona biraz daha yaklaştı, sesi neredeyse fısıltı gibiydi. "Söyle, Melek…" Bu adam niye böyleydi? Normal türk erkekleri gibi sıradan davranmasını ummuştu. Saçmalık...
Melek, ne kadar inat etse de, Murat’ın bu oyununu kaybedeceğini biliyordu. Ama ona kazanmanın bu kadar kolay olmadığını da gösterecekti. Derin bir nefes aldı, Murat’ın gözlerine meydan okur gibi baktı. Ve dudaklarını hafifçe araladı… Korkacak bir şey yoktu. Sonra aniden başını çevirip yanındaki koltuğa oturdu. “Yarın işe gelecek misin?" Rahatlık en büyük kozu olacaktı. En mantıklısı buydu. "Eğer işe geleceksen çok iyi aferin sana. Çalışkan biri olduğunu düşünüyorum zaten. Çalışan insanlar... Çalışkan insanlar hep birlikte çalışmalı." Delirmiş olmalıydı.
“Sahi mi? Her gün işe geliyorum.” Melek’in nefesi düzensizleşti. Kozu uçuyordu ve tutması zor gibiydi. Murat bunu gördü ama daha fazla zorlamadı. Biraz geri çekildi, sırnaşık bir gülümsemeyle omzunu silkti. “Tamam, öyle olsun. Ama şunu bil, Melek…” Gözlerini tekrar onun gözlerine kilitledi. "Beni özlediğinde, ya da başka bir şey için geldiğinde, doğrudan söyleyebilirsin. Ben kocalık görevlerimi yapmaya hazırım." Melek’in yanakları alev aldı. Hazırdı tabii hep hazırdı.
Murat ise kahvesini almak için mutfağa yöneldi. Melek, Murat’ın mutfağa yönelmesini izledi. Kalbini sakinleştirmeye çalışıyordu ama bu adam… Bu adam ona asla izin vermiyordu. Biliyordu. Ne yaptığını, nasıl bir oyun oynadığını, Melek’in içindeki çekimi nasıl körüklediğini çok iyi biliyordu. Melek yavaşça ayağa kalktı. “Bir şey içer misin?” diye sordu. Rahatlık kozuna devam etti. Elinde başka koz yoktu. Murat arkasına bakmadan, dolaptan bir bardak çıkarırken omuz silkti. “Yok, sağ ol.”
Melek, gözlerini onun sırtına dikti. Geniş omuzları, kaslı kolları, beline oturan eşofmanının bıraktığı görüntü… Allah'ım. İçinde yükselen hisleri bastırmaya çalışsa da, Murat gibi bir adama bakıp etkilenmemek mümkün değildi. Mutfak tezgâhına yaslandı, parmaklarını ahşap yüzeyde gezdirerek masum bir ses tonuyla konuştu. “Seninle ilgili bir şeyi fark ettim.” Murat kaşlarını kaldırarak ona döndü. “Ne fark ettin?”
Melek hafifçe başını yana eğdi, gözlerini bilinçli olarak Murat’ın üzerine gezdirdi. Açıkça. Cesurca. Onu süzerek. Murat bir an durdu. Sonra gözleri kısıldı. "Melek beni süzüyorsun." Şaşkınlıkla gülümsedi. Melek hafifçe dudaklarını kıstı. "Sen de az önce aynısını yaptın." Murat bardağı bırakıp ona doğru ilerledi. Adımları yavaş ve kendinden emindi. Aralarındaki mesafeyi kapattığında, Melek’in gözlerinde bir parıltı vardı. Murat başını eğerek ona baktı. “Beni gözünle soymaya mı çalışıyorsun, Melek?” Melek gözlerini onun dudaklarına kaydırdı. “Yuh bu nasıl fantazi dünyası. Yok öyle bir şey." Murat hafifçe güldü. "Haklısın bu tehlikeli olabilir. Tavsiye etmem bayan Arsel!" Melek omzunu silkti. "Belki ben de tehlikeli olmak istiyorum. Ama gözümle seni soymadım." Kalbî kuş gibi çarpıyordu.
Murat’ın gözleri parladı. Melek’in bu cevabı beklenmedikti ama hoşuna gitmişti. Ve şimdi sınırları kim zorlayacak, belli değildi. Murat bir adım daha yaklaştı. Melek artık tezgâha yaslanmıştı, kaçacak hiçbir yeri kalmamıştı. Ama kaçmak istemiyordu. Murat parmaklarını yavaşça Melek’in elinin üzerine koydu. Hafif bir dokunuş. Ama teni sıcaktı, elektriği hissediliyordu.
“Gerçekten oynayacak mısın?” diye fısıldadı.
Melek, içinde yükselen heyecanı bastırmaya çalışmadan, Murat’ın eline karşılık vererek parmaklarını onun parmaklarının üzerine koydu. Murat’ın gözleri koyulaştı. "Denemeye değer olabilir." dedi Melek yavaşça. Murat, Melek’in elini hissettiğinde, içindeki o sabırlı bekleyiş yerini farklı bir şeye bıraktı. Onun da istediğini bilmek, kaçmadığını görmek… İşte bu, oyunun bittiği ve yeni bir şeyin başladığı andı. Melek, Murat’ın gözlerinin nasıl değiştiğini gördü. O oyunbaz gülümsemenin yerini, daha derin ve ciddi bir şey aldı. Saf tutku ve karşı konulamaz arzu. Heyecanla nefesini tuttu.
Murat, parmaklarını Melek’in elinden yukarı kaydırarak bileğine götürdü. Hafif ama kesin bir baskıyla, onu kendine doğru çekti. Melek sendeledi, ama kaçmadı. Aralarındaki boşluk tamamen kapanmıştı.
Murat eğildi, yüzü Melek’in yüzüne çok yakındı. Nefesi tenine değiyordu. "Gerçekten istiyor musun?" diye sordu, sesi derin ve alçaktı. Melek’in aklında hâlâ tereddüt kırıntıları vardı, ama vücudu onu çoktan ele vermişti. Kalbi hızla atıyordu, nefesi düzensizdi ve Murat’ın teni onun tenine değdikçe her şey bulanıklaşıyordu. İçindeki o utangaçlıkla dudaklarını ısırdı. Murat, Melek’in bu hareketini izledi ve gözleri daha da koyulaştı. Başını hafifçe yana eğip dudaklarını Melek’in yanağına yaklaştırdı. Önce hafifçe, çok belli belirsiz bir öpücük kondurdu. Sonra Murat geri çekilmek yerine, dudaklarını Melek’in boynuna indirdi. Sıcak, yavaş, sahiplenici.
Melek, nefesini tutamayıp hafifçe iç çekti. Parmaklarını Murat’ın omuzlarına götürdü. Kaçmıyordu. Artık hiçbir bahanesi kalmamıştı. Murat, Melek’in titrediğini hissettiğinde gülümsedi. Ona daha sıkı sarıldı, ellerini beline yerleştirdi ve onu tamamen kendine çekti. "Bana doğruyu söyle." dedi, dudaklarını Melek’in kulak memesine değdirerek. "Neden geldin?" Söylenmesini istiyordu. Melek gözlerini açtı. Artık saklanmanın anlamı yoktu. Onun kollarında olduğunu, kaçmadığını, kendini geri çekmediğini zaten biliyordu. Ve en önemlisi, Murat da bunu biliyordu.
Melek yavaşça başını kaldırdı, gözlerini Murat’ın gözlerine kilitledi. "Senin için geldim. Evliliğimiz için." Murat’ın gözleri parladı. Ve o an, artık oyun diye bir şey kalmadı.
Murat, Melek’in itirafını duyduğunda bir an durdu. Bakışları, Melek’in gözlerinin derinliklerine kilitlendi. Sesindeki kararlılık, utangaçlığının ardındaki cesaret… İşte, tam olarak bunu duymak istemişti. Murat, Melek’in belini daha sıkı kavradı ve aralarındaki mesafeyi tamamen kapattı. Dudaklarını önce onun yanağına, sonra yavaşça çenesine kaydırdı. Ama Melek’in sabrı tükenmişti. Artık kaçmıyordu, geri çekilmiyordu. Ellerini Murat’ın omuzlarına koyup hafifçe ona yaklaştı. Gözleri hâlâ onun gözlerindeydi. Sessizce onayını verdi.
Murat’ın nefesi değişti. Ve sonunda, dudaklarını Melek’inkilere tekrar değdirdi. Önce yavaş, keşfedercesine… Ama Melek’in karşılık vermesiyle öpücük derinleşti. Melek’in elleri, Murat’ın boynuna kaydı, parmakları saçlarına dolandı. Murat, Melek’in belini tutup onu daha da kendine çekti. Vücutları birbirine değdiğinde ikisi de derin bir nefes aldı. Melek’in dizleri güçsüzleşmişti ama Murat onu bırakmıyordu. Öpücükler boynuna, omzuna kaydığında Melek başını geriye yasladı. Gözlerini kapadı, kendini tamamen bırakmıştı. Murat başını kaldırıp tekrar gözlerine baktı. “Beni ne kadar beklettin, farkında mısın?” diye fısıldadı. Melek gülümsedi, nefesi düzensizdi. “Belki de değdi.”
Murat da gülümsedi. Ellerini Melek’in sırtına kaydırıp, yüzünü tekrar ona yaklaştırdı. "Kesinlikle değdi." Melek’in sırtı yavaşça duvara yaslandı, Murat’ın elleri belinden sırtına, oradan omzuna süzülerek onu sarmalıyordu. Öpücükler derinleşirken, aralarındaki hava ağırlaşıyor, nefesleri birbirine karışıyordu. Melek’in içi titriyordu ama bu korkudan değildi. Onu istiyordu. Oyun bitmişti, inkârın hiçbir anlamı kalmamıştı.
Murat, parmaklarını Melek’in yanağında gezdirirken, gözlerinin içine baktı. “Hâlâ emin misin?” Melek gülümsedi. Ellerini Murat’ın yüzüne koydu, başparmaklarıyla dudağını hafifçe okşadı. “Çok eminim.”
Bu cevap Murat’ın sabrını tamamen tüketti. Melek’i aniden kollarına aldı ve odasına doğru yürüdü. Melek bir an şaşırsa da, kıkırdayarak boynuna sarıldı.
Yatak odasına girdiklerinde Melek etrafa baktı. Odadaki her şey değişmişti.
Murat onu yavaşça yatağa bıraktı. Şaşkınlığına son vermek için başını hafifçe sağa eğdi. "Odada başkasına ait tek bir eşya bırakmadım. Duvarın boyasını bile değiştirdim. Bu oda tertemiz sadece senin varlığın ile süslenecek. Eşyaları beğendiğini umuyorum." Melek başını sallayarak Murat'a sarıldı. "Teşekkür ederim aklıma gelmediği halde göz ardı etmediğin için. Bana değer vermen çok güzel." Dudaklarını öpüp üzerine eğildiğinde, Melek ellerini göğsüne koydu, kaslarının altında atan nabzını hissetti. Murat eğilip kulağına fısıldadı. "Seni ne kadar sevdiğimin farkında mısın bayan Arsel! Sibel'in merdiveninde sevgili olmak için teklif ettiğim günden beri seni beklediğimi biliyor musun?" Melek hafifçe dudaklarını araladı. “Ben bilmiyordum. Beni bu kadar sevdiğini, istediğini gerçekten bilmiyordum.” Murat’ın gözleri karardı. “Artık biliyorsun.”
"Evet artık her şeyi çok iyi biliyorum." Murat, Melek’in söylediklerini duyduğunda gülümsedi ama bu gülümseme öncekilerden farklıydı. İçinde sabırsızlık, tutku ve sahiplenme vardı. Ellerini Melek’in yanına koyup yatağa biraz daha eğildi, bakışları gözlerinden dudaklarına kaydı. Melek’in nefesi düzensizleşmişti ama bu kez geri çekilmedi. Ellerini Murat’ın omuzlarına yerleştirip onu kendine daha da yaklaştırdı. Murat eğilip dudaklarını tekrar Melek’inkilere değdirdi. Ama bu kez daha açgözlüydü, daha derindi. Melek ellerini Murat’ın sırtına kaydırırken, Murat’ın teni sıcak ve sertti. O an, bu adamın gerçekliği Melek’in tüm tereddütlerini eritiyordu.
Murat, öpücüklerini boynuna kaydırdığında Melek istemsizce başını yana çevirdi, ona daha fazla alan açtı. Murat bunu fırsat bilip, dudaklarını boynuna bastırırken bir eli yavaşça beline, diğer eli uyluğuna süzüldü. Melek’in vücudu bu dokunuşlara fazlasıyla tepki veriyordu. Kalbi delice atıyordu, vücudu titriyordu ama hiçbir şeyin bitmesini istemiyordu.
Murat, Melek’in teninde iz bırakır gibi hareket ediyordu. Sanki her bir dokunuşuyla, öpücüğüyle, onun artık kendine ait olduğunu kanıtlıyordu. Melek, Murat’ın nefesinin teninde gezindiğini hissederken gözlerini kapadı, anın içine tamamen gömüldü. Murat başını kaldırıp gözlerinin içine baktı. "Aklımı kaybetmeden son kez soruyorum emin misin?” Melek, bu kez hiç düşünmeden başını salladı. Ellerini Murat’ın yüzüne götürüp, parmaklarını yanağında gezdirdi. “Sana ait olmak istiyorum, kocamm." Murat’ın bakışları iyice koyulaştı. Bir şeyler söyleyecek gibi oldu ama sonra sadece gülümsedi. Ve o an, ikisi de artık tamamen birbirlerinindi.
Saatlerce anın tadını çıkardılar. Melek, Murat’ın üzerindeki ağırlığını, nefesini, dokunuşlarını tüm benliğiyle hissediyordu. Artık aralarında hiçbir mesafe kalmamıştı. Zihninde yankılanan tek şey, Murat’ın sıcaklığı ve vücudunun her bir hücresini sahiplenişiydi. Murat, Melek’in yüzüne, boynuna, omuzlarına özenle dokunuyor, her bir hareketiyle onu keşfediyordu. Ellerini yavaşça beline yerleştirirken, dudaklarını boynuna kapattığında Melek hafifçe ürperdi. Ama bu bir korku değildi. İçinde büyüyen bir ateşti.
Melek’in parmakları, Murat’ın sırtında geziniyor, teninin her kıvrımını ezberliyordu. Daha fazlasını istiyordu, daha derin, daha yakın… Melek’in nefesi düzensizdi. Murat onu izlerken, “Bırak kendini,” diye fısıldadı. Ve Melek, o an tamamen teslim oldu. Murat, onun gözlerinin içine bakarak, hareketlerini ağırlaştırdı. Öpücükleri boynundan aşağı süzülürken, parmakları teninde yavaşça dans ediyordu. Melek’in vücudu bu dokunuşlara her seferinde daha fazla yanıt veriyordu. Melek gözlerini açtığında, Murat’ı üzerine eğilmiş halde buldu. Gözlerindeki karanlık, sahiplenme, tutku ve hayranlıkla doluydu. O an, Melek kendini hiç bu kadar arzulanmış, hiç bu kadar tamamlanmış hissetmemişti. Ellerini Murat’ın yüzüne koydu, başparmaklarıyla dudağını okşadı. “Ben seninim,” diye fısıldadı. Murat hafifçe gülümsedi, ama bu gülümsemenin ardında ateş vardı. “Ve ben de seninim.”
Sonra, ikisi de tamamen birbirlerinde kayboldu.
_____
Esila, aldığı hediyeler ile birlikte Salih'in evine varmıştı. Sıcacık bir şekilde onu karşılayan Yağmur, kucağına oturmuş bir şeyler anlatıyor Esila büyük bir dikkatle dinliyordu. İkbal hanım mutfaktan getirdiği salata kasesini masaya bırakıp Yağmur'a seslendi. "Baban gelmeden Esila'nın aldığı güzel hediyeleri odana yerleştirmek ister misin? Olur mu yavrucuğum." Her zaman sevgi doluydu. Bitmeyen bir merhameti vardı. Küçük kız heyecanla başını sallayarak koşturup poşetleri odasına götürdü.
İkbal hanım torunu gözden kaybolana kadar bekleyip koltuğa oturup iç çekti. "Salih de bir şeyler var. Seni... Ben seni Yasemin'den ayırt etmiyorum. O yüzden söylemem gerekiyor." Endişeliydi günler önce gördüğü şeyi anlatmak istiyordu. "Rüya görüyordu ama ayakta rüya görüyordu." Kafası karışık kaşlarını kaldırdı. Nasıl devam edeceğini düşündü. Kelimeleri toparlamaya çalıştı. "Salih... Oğlum ne oldu dedim, ses vermedi. Birisi ile konuşuyordu. Birisi ile gözleri açık konuşuyor ama bana tepki vermiyordu. Sonra..." Esila'nın sağ elini kendine çekip etrafa baktı. "Beni çok sonra farketti. Günlerdir uyurgezer hastalığında muzdaripmiş. Doktora git diyorum düzelecek diyor bi de inat... Neyi inat ediyor bir bilsem. Sende bir konuş kızım. Belki seni dinler erkekler sevdiği kadına karşı daha savunmasız olurlar."
Esila da endişelendi ama İkbal hanımı korkutmamak için boşta kalan elini onun elinin üstüne koyup gülümsedi. "Hiç aklın kalmasın ben halledeceğim. Zorla o doktora gönderirim. Gitmezse zorla götürürüm. Sen o tontiş yanaklarını üzüntü ile zayıflatma."
"Seni zevzek!" Biraz daha sohbet ettikten sonra Salih nihayet gelmişti. Yüzü solgun gözleri boş bakıyordu. Bir ara Esila'ya döndü tepkisiz tekrar önüne dönüp odasına ilerledi. "İnsan sevdiği insanın ölümüne şahit olması acı olmalı. Bu acıyı bugün de yaşadığı için canı acıyor. Onu anlıyorum." dedi Esila, aklına başka bir mantık gelmedi. Önce salonda beklemek istedi sonra yanlız bırakmamak, destek olmak için odasına geçti.
Salih üstünü çıkarmadan yatağa uzanmış tavanı izliyordu. Kapı açılınca gözlerini kısarak kapıya bakıp yutkundu. Karşısında duran sevdiği kadına acı çekerek "Seni özledim." dedi acınası bir halde. "Beni telefonla çok aramışsın kusura bakma dönemedim. Seni burada bulacağımı biliyordum. Ne zaman senden uzaklaşsam en büyük sığınağımda yine seni buluyorum. Evimde..." Esila kapının pervazına yaslanmış onu izliyordu. O kadar masum görünüyordu ki.
Salih toparlanarak ayaklarını yere indirdi. Dirseklerini dizinin üstüne yatırıp başını avuçları arasına aldı. Yorgundu, içi daralıyordu ama bunu belli etmek istemedi. Odayı dolduran tek ses, pencerenin hafifçe sallanan perdesinden gelen hışırtıydı. Karşısında ayakta onu izleyen Esila, gözlerini ondan ayırmadan bekliyordu. Salih’in ne söyleyeceğini bilmese de kendini tutamayıp odasına girmişti.
Salih derin bir nefes aldı. Gözleri, zihninin ona oynadığı oyunlardan kaçmak istercesine Esila’nın gözlerinde huzur arıyordu. Konuşmaya nereden başlaması gerektiğini bilmiyordu, o yüzden direkt sordu. “Beni her halimle sever misin?” Esila, anlam veremediği bu soruya önce şaşkınlıkla baktı ama sonra yüzü yumuşadı. Bir an bile düşünmeden cevap verdi. “Sevmek için bir hal seçmem gerekmiyor. Seni seviyorum, hepsi bu. Seninle olan her şeyi de kabul ediyorum. Cefa'n da güzel gelir, sefa'n da.”
Salih gözlerini kaçırdı. Esila’nın cevabı içini hem ısıtmış hem de acıtmıştı. İçinden tekrarladı, sefa olmam olsa olsa cefa olurum. Ağlasa durumun vahametini belli eder miydi? Çok belli olurdu Salih hiçbir zaman kolayca boşluğa düşmemişti. Düşse bile göstermemişti. “Peki ya ben… değişirsem? Bir gün katlanamaz hale gelirsem? Tanınmayacak biri olursam.” Esila hafifçe gülümsedi. Neden sorduğunu anlamadı düşünmekte istemedi. Sadece sevdiği adamın içini rahatlatmak istiyordu. Yavaşça ona doğru eğildi, parmaklarını Salih’in avuçlarına bıraktı. Parmakları soğuktu ama dokunuşu sıcaktı. “Herkes değişir, Salih. Ama ben seni sadece bugünkü halinle sevmiyorum ki… Seni geçmişinle, bugününle ve geleceğinle seviyorum. Ben senin her şeyini seviyorum. Ağzından çıkan bütün kelimeleri, sana ait olan her şeyi sevmeye küçükken başladım.” Salih, parmaklarının arasında Esila’nın elini hissetti. Sıkmadı ama bırakmadı da. Yutkundu, kelimeleri boğazında düğümleniyordu.
Esila’nın ne kadar içten konuştuğunu biliyordu ama ya bilmediği şeylerden sonra o aynı sevgi devam eder miydi? “Diyelim ki… bazen ben bile kendimi tanıyamıyorum. Kendi dünyama hapsoluyorum. Korkutucu oluyorum.”
Esila başını hafifçe yana eğdi. Gözleriyle onu süzdü, sanki içinde fırtınalar kopan Salih’in düşüncelerini çözmeye çalışıyordu. Sonra yavaşça, dikkatle sordu. “Kendini kaybolmuş gibi mi hissediyorsun?”
Salih gözlerini kapattı. Öylece durdu birkaç saniye. Sonra başını hafifçe salladı. “Geçen gece İkbal annemi korkutmuş olmalıyım. Uykumda hareket halindeydim gözlerim açık konuşuyormuşum. Öyle dedi..." Salih hatırlamıyordu, ayakta kendini gördüğünde o da şaşırmıştı. Odasına gidip geri kalan saatlerde ağlamış sabahında hiçbir şey olmamış gibi işe gitmişti. Kendinden nefret ediyordu. Bu hale nasıl geldiğini bilmediği için çaresiz hissediyordu. "Bazen… evet. Kendimi kaybolmuş hissediyorum.”
Esila, bir an bile tereddüt etmeden elini avucundan kurtardı, ama sadece daha sıkı tutmak için. Diğer eliyle Salih’in yüzüne dokundu, başparmağı yanağında hafifçe gezindi. “Kaybolduğunda seni bulurum,” dedi fısıltıyla. "Ya da ben seninle kaybolurum." Salih’in gözleri doldu. Bu sözün gerçek olmamasını diledi, ama içinde bir ses, “Ya bulamazsa? Ya o da kaybolursa” diye fısıldıyordu.
“Ya beni bulmanı istemezsem? Ya seninde kaybolmanı göze alamazsam? Sen sakın kaybolma Esila.” dedi, sesi titrek çıktı. Esila’nın gülümsemesi solmadı ama daha ciddileşti. Ellerini onun ellerinden çekti, ama gitmek için değil. Sadece daha rahat görebilmek için. Gözlerini gözlerine dikti, sanki ona ulaşmak ister gibi. “Ben zaten seni bulduğum için buradayım, Salih,” dedi. “Ve buradayım, çünkü burada olmak istiyorum. Sen kaybolmadığın sürece ben kaybolmam.”
"Kaybolmak istemiyorum ama kaybolursam beni hatırlama. Bana söz ver Esila. Bana bir şey olursa sadece bir hafta yasımı tut. Kendini karanlığa alıştırma senin pembe dünyan sakın kararmasın." Esila yutkunamadı. "Şu an benimle ciddi bir konuşma mı yapıyorsun? Hoşlanmadım bu durumdan hiç hoşlanmadım." Salih sadece izliyordu. Boğazı düğümlendi. Bir an hiçbir şey söyleyemedi. Bu kadar net, bu kadar saf bir sevgiye hazır olup olmadığını bilmiyordu. Ama biliyordu ki, eğer bir an bile gerçek hissetmek istiyorsa, şu an o andı.
Esila, gözlerinde onu bırakmayacağını anlatan bir ifade ile bakıyordu. Zaten hiç bırakmamıştı. Tek başına bu aşkı yıllarca sırtlamış tam Salih de destek olacağı zamanda hastalığı ortaya çıkmıştı. Salih derin bir nefes aldı, başını hafifçe eğdi. “Neden bu kadar şansız olduğunu anlamıyorum. Sana iyi gelmem lazım ama... Esila sen bu hayatta masallarda duyacağım tarzda seven tek kadınsın. Beni bu kadar sevme. Şanssız olman beni üzüyor.” diye fısıldadı. Esila, sanki böyle bir şeyi söylemesi bile gereksizmiş gibi, hafifçe başını salladı.
“Senin yanında olmayı seçtiğimde, gitmek seçenek olmaktan çıktı.” Salih başını Esila’nın omzuna yasladı. Gözlerini kapattı. O anın sonsuza dek sürmesini diledi. Ve ilk defa, belki de uzun zamandır, zihnindeki sesler bir anlığına sustu. Esila, Salih’in başını omzunda hissederken nefesini tuttu. Ona destek olmak istiyordu ama bunun için ne yapması gerektiğini bilmiyordu. Salih her zamanki gibi sessizdi, ama içinde bir fırtına koptuğunu hissedebiliyordu. Ona nasıl ulaşacağını bilemese de gitmeyeceğini, burada olacağını göstermek istiyordu.
Elini yavaşça Salih’in saçlarına götürdü, parmaklarını hafifçe arasından geçirdi. Onu rahatlatmak istediği belliydi, aceleci değildi. Sadece orada olduğunu hissettirmeye çalışıyordu. Salih, derin bir nefes aldı. Belki biraz daha rahatlamıştı ya da en azından içinde kopan savaşı bir anlığına durdurabilmişti. “Beni hep böyle mi seveceksin?” diye mırıldandı. Esila, hareket etmek istemedi. Onun bu kadar kırılgan olmasını beklemiyordu ama kırılgan haliyle bile Salih, onun gözünde güçlüydü. “Senin için bir sınırım yok, Salih,” dedi yumuşak bir sesle. “Bir gün değişeceksin, belki daha iyi olacaksın, belki daha kötü… Ama ben seni hep sen olduğun için seveceğim.” Salih gözlerini kapadı. Bir yanıyla ona inanmak istiyordu, diğer yanıyla korkuyordu. Onu kendisiyle birlikte sürüklemek ne kadar doğruydu. Kendi gerçeğini ona anlatırsa bu sözler değişir miydi? Esila hâlâ kalır mıydı? Ya bir gün onun gözlerine bakıp farklı birini gördüğünde gitmek zorunda hissederse?
“Eğer bir gün sana yabancı gibi gelirsem?” diye sordu. Soruları bitirmek istese de kendini durduramıyordu.
Esila hafifçe gülümsedi, bunu Salih göremese de hissetti. Elini saçlarından çekip, parmaklarını yanağında gezdirdi.
“O zaman da tanımadığım bir adamı severim,” dedi. “Ama o adamın da sen olacağını bilirim.” Salih’in gözleri doldu. Bu kadın neden bu kadar çok seviyordu ki... Az sevse işi daha kolay olurdu ama yok kendinden bile çok seven biriydi o. Esila Altun... Ne kadar inkar etse de Salih'in bu sözleri duymaya o kadar ihtiyacı vardı ki… Ama yine de içindeki kuşkular tam anlamıyla dinmemişti.
“Bazen kendimi bile tanıyamıyorum,” dedi. “Bazen kim olduğumu bilmiyorum.” Esila onun başını hafifçe okşadı. Eksiği tamamla isteği galip geliyordu. “O zaman ben hatırlatırım,” dedi. “Ve eğer sen hatırlamak istemezsen… sadece burada oturur ve seninle unuturum. Ben seninle unutmaya da varım.” Salih, hiç fark etmeden Esila’nın kolunu tutmuştu. O kadar sıkı değildi ama bırakmak da istemiyor gibiydi. Birinin onunla bu kadar sabırla konuşmasına, ona bu kadar doğal ve sıcak hissettirmesine alışkın değildi.
“Beni gerçekten tanıyor musun, Esila?”
Esila başını salladı. “Seni tanıyorum, Salih. Ama daha da önemlisi, senin bilmediğim taraflarını da öğrenmeye, tanımaya hazırım.” Salih iç çekti. Bir an sessizlik oldu. Sonra Esila hafifçe gülümsedi ve başını ona doğru yasladı.
“Hem belki de insan kendini tam anlamıyla tanıyamaz,” diye fısıldadı. “Ama olsun, ben seni hem bildiğim kadarıyla hem de bilmediğim yanlarınla severim.” Salih o an anladı. Esila onun zihnindeki soruların cevaplarını bilmiyordu ama bu önemli değildi. O burada yanında kalmaya karar vermişti. Salih’in kendisi bile kendisinden kaçmak istediğinde, Esila kalacaktı.
"Sana seni ne kadar sevdiğimi anlatayım mı? Benim gözümde Salih Saraç'ı dinlemek ister misin?" Cevap vermeden bekledi. Esila için bir cevaptı. Ayağa kalkıp dizleri üstüne çökerek onun önünde oturdu. Göz göze bakıyorlardı. "Seni benden dinle. Kendini çok seveceksin." Esila, komodinin üzerinde duran kum saatini hafifçe çevirdi. "Zaman yetmez ama durmasın da" Sonra yavaşça başını kaldırdı ve Salih’in yüzüne baktı. Yıllardır sevdiği adam karşındaydı, ona olan sevgisini önce içinden fısıldamak zorunda kalmış. Sonra haykırmıştı. Şimdi ise tüm kelimeleri ona anlatmak, en derinlerinden gelen duygularını saklamadan söylemek istiyordu.
“Biliyor musun Salih,” dedi yavaşça, sesi hem titrek hem de kararlıydı, “Ben seni ilk tanıdığımda da farklı olduğunu anlamıştım. Ama o zaman bunun ne anlama geldiğini tam olarak bilmiyordum. Seninle konuştukça, seni izledikçe, tavırlarını gördükçe anladım ki, sen sadece bir adam değilsin. Sen, dünyaya adım atınca insanın içinde güven duygusu uyandıran, varlığıyla huzur veren nadir insanlardan birisin. Sen bana çocuk gözüyle bakarken bile senin yanında olmak, herhangi bir yerde olmaktan çok farklıydı. Senin yanında insan, kendini tam hissediyor, eksiksiz, tamamlanmış… Ve ben, ne zaman senin yanına gelsem, hep tam olmaya biraz daha yaklaşıyorum.”
Salih, her zamanki gibi sessizce dinliyordu. Gözlerinde ne bir itiraz ne de hemen kabul edilecek bir duygu vardı. Ama Esila bunun böyle olacağını biliyordu. O yüzden devam etti. “Senin konuşmalarındaki sakinliği, kelimelerinin ağırlığını, cümlelerini kurarken nasıl özen gösterdiğini izledim hep. İnsanlar bazen aceleyle konuşur, düşünmeden laf eder, aynı benim gibi. Ama senin her kelimenin bir anlamı var. Sen sıradan bir ‘nasılsın’ bile demezsin. Çünkü sen gerçekten sorduğun kişinin nasıl olduğumu bilmek istersin. Sen insanların gözünün içine bakarak konuşursun. Sen dinlerken sadece sessiz kalmaz, gerçekten duyarsın. Ve Salih, bir insanın başka birini böyle dinlemesi… İşte bu, en büyük sevgi göstergesidir.”
Esila, gözlerini kaçırmadan devam ediyordu. İçindeki her şeyi dökmek istiyordu artık. “Ben seni nasıl sevmem Salih? Söylesene, senin gibi birini nasıl sevmem? Sen iyi bir adamsın, dürüst bir adamsın, beyefendi bir adamsın. İnsanlarla nasıl konuşacağını, nasıl davranacağını, nasıl bakacağını bilen bir adamsın. Sırf kimse üzülmesin diye kendi acını içinden yaşadın. Bir gün olsun birine yük olmadın. Bir gün olsun ‘ben yoruldum’ demedin. Herkese güç verdin, ama kendin yalnız kaldın. İnsanlar bazen sevgilerini büyük cümlelerle, gösterişli hareketlerle anlatır ya hani… Senin böyle şeylere ihtiyacın yok. Senin sevgini görmek için sadece seni izlemek yeterli. Ben seni yıllardır izliyorum Salih, ve seni her gün daha çok seviyorum.”
Derin bir nefes aldı. Komodinin üzerindeki elini hafifçe hareket ettirdi, ama Salih’in eline dokunmadı. O mesafeyi kendisi de biliyordu, ama en azından söylemek istediklerini tutmayacaktı. “Beni hep mesafede tuttun. Yaklaşmamı istemedin. Belki korktun, belki bu hayatta aşka yer olmadığını düşündün, belki de sadece yorgundun. Ama ben senden vazgeçmedim. Çünkü insan, dünyada bir kere böyle sever. Ve ben o sevgiyi senin gözlerinde gördüm. Hani insanların gözleri bazen sıradan olur, bazen boş bakar ya, senin gözlerin asla öyle olmadı. Sen birine baktığında, ona gerçekten baktın. O yüzden ben ne zaman gözlerine baksam, senin içindeki o sevgiyi gördüm. Bana değildi ama sevdiğin zaman yüzünün halini gördüm. Söylemedim, belli etmedim, hissettirmemek için elimden geleni yaptım… Ama Salih, sen sustukça ben daha çok anladım. Çünkü senin en büyük özelliğin de bu, sen konuşmadan bile anlatabilen bir adamsın.” Bir an duraksadı. Salih’in yüzündeki ifadeyi inceledi. O sessiz ve düşünceli duruşunun ardında neler döndüğünü görmek istiyordu. Ama Salih her zamanki gibi sakindi.
“Biliyor musun,” dedi Esila hafifçe gülümseyerek, “Ben çok konuşurum. Çok anlatırım. Biliyorsun zaten ve bu konuda şikayetcisin. Ama senin yanındayken bazen sadece susmak istiyorum. Çünkü senin yanında insanın konuşmasına bile gerek kalmıyor. Yanında olmak yetiyor. Ve ben, her zaman, senin yanında olmak istiyorum. Ne kadar uzağa koyarsan koy, ne kadar mesafeli durursan dur, ben buradayım. Hep buradaydım, hep olacağım.” Gözleri dolmuştu ama ağlamadı. Çünkü bu bir itiraf değildi, bu bir kabullenmeydi. O, Salih’i böyle seviyordu. Ve eğer bir ömür beklemesi gerekirse, beklerdi. Çünkü bazı aşklar aceleye gelmezdi, bazı sevgiler yıllara yayılırdı. "Bir derdin varsa kendine saklama. Esila, güçsüz kaldıramaz deme ben yıllarca tek taraflı aşkımı sahiplendim. Derdin bana yük olmaz. Ben belki senden bile güçlüyümdür. Bana güven, belki şimdi anlatmak istemezsin. Ben hep seni bekleyeceğim."
"Bana olan aşkın sana mezar olmasın." Göz yaşları yanağını ıslattı.
"Sana olan aşkım bana mezar olursa onu da kabul ederim." Salih'in yanaklarına değen yaşları öperek sildi. "Bize güven."
Salih, konuşmayı bitirmek için yavaşça doğrulup Esila’nın elini tutarak odadan çıkıp masaya doğru yöneldi. Yorgun hissediyordu ama Yağmur’un onları beklediğini bildiğinden kendini toparlamaya çalıştı. Bugün fazlasıyla yorulmuştu. Mezarlıkta olanlar hala beynini kemiriyordu. Esila, onun yüzüne kısa bir bakış attı, ne kadar bitkin olduğunu fark etmişti ama diğerlerine belli etmedi. Sessizce yanında yürüdü. "Bir ara konuşalım. Her zaman seni dinlerim."
Masaya vardıklarında, Yağmur hemen sandalyesinden kalkıp babasına doğru koştu. Minik kollarını Salih’in bacaklarına sardı. “Baba, nereye gittiğinizi şöylemeden gittiniz! Ben de şizi bekledim!” Salih hafifçe gülümsedi ve eğilip onu kucağına aldı. “Özür dilerim, minik kuş. Buradayız işte.” Yağmur dudaklarını büzüp başını salladı. Sonra birden Esila’ya döndü. “Eşila anne, bu sabah babam bana bir hikâye anlatacağını şöyledi ama anlatmadı!” Esila kaşlarını kaldırıp Salih’e baktı, hafifçe gülümsedi. “Gerçekten mi? Bunu ihmal etmen büyük hata, Salih.” Salih, Yağmur’un saçlarını düzeltti. “Öyle mi? Peki, affedilmek için ne yapmalıyım?”
Yağmur, büyük bir ciddiyetle parmağını çenesine koydu, düşünüyormuş gibi yaptı. Sonra ellerini çırptı. “Önce benimle yemek yemelişin! Şonra da bana hikâye anlatmalışın!” İkbal Hanım, torununun bu şirin hallerine gülerek başını iki yana salladı. “Baba kız ne tatlısınız böyle… Esila, bak görüyor musun? Salih’in onu bu kadar şımartmasına bir şey demiyorum ama sen de arada onu kontrol et. Konu Yağmur olunca bu koca adamı tanıyamıyorum.” Esila gözlerini kısarak gülümsedi. “Ah, İkbal anne, ben bile onların hızına yetişemem. Ama elimden geleni yaparım.” İkbal Hanım’ın gözleri parladı. “Bak, tam bir aile gibi oldunuz bile.”
Salih hafifçe gerildi ama hemen toparlandı. Esila'yı ailesi olarak görmek sorun değildi. Hastalığını saklamaya çalışırken, İkbal Hanım’ın bu tarz sözlerine nasıl tepki vermesi gerektiğini bilemiyordu. Konuyu değiştirmek için Yağmur’a döndü. “Tamam, küçük hanım. Hangi yemeği yiyelim.” Yağmur hemen parmağını kaldırıp hevesle konuştu. “Papatya çayışşı! Onu da içelim lütfen. Çünkü İkbal anaanne dedi ki, papatya çayı içenlerin düşleri güzeel olurmuş!” İkbal Hanım gülümseyerek başını salladı. “Aynen öyle, kuzum. İnsanın kalbi rahat olursa, rüyaları da güzel olur.” Sonra Esila’ya dönüp, anlamlı bir bakış attı. “Salih’in de artık rüyalarının güzel olması lazım, değil mi kızım?” Esila, onun ne demek istediğini anlamıştı. Hafifçe başını salladı. “Evet, öyle olmalı.”
Salih, onların arasındaki bu sessiz anlaşmayı fark etti ama bir şey demedi. İçinde bir burukluk vardı. Yağmur’un şen kahkahaları o burukluğu biraz da olsa dağıttı. Salih, Yağmur’un minik elleriyle bardağını kaldırışını izlerken gözleri yumuşadı. O an, hastalığıyla, korkularıyla, endişeleriyle baş başa kalmadığını fark etti. Yanında sevdiği insanlar vardı. Yanında onu hiç bırakmayan bir kadın vardı. Onu görmediği zamanlarda bile yanındaydı.
Ve belki de, bu onun için yeterli olacaktı.
Yemek devam ederken Esila hiç durmadan şirkette olanları anlatıyordu. Nefes alıp konunun ne olduğunu bilmese de Murat ve Melek’in kavgalarından bahsetmeye başladı. Salih bir süre dinledi, sonra kaşlarını hafifçe çattı. “Peki, ne için kavga ettiler?” diye sordu.
Esila, kaşlarını kaldırıp başını yana eğdi. “Bilmem.” Salih, bir an duraksayıp sabırla tekrar sordu. “Yani, sebep ne? Alışveriş merkezinde kavgaya başladılar diyorsun. Arabada devam ettiler. Sebep.” Esila omuz silkti. “Bilmiyorum, onlar zaten sürekli tartışıyor. Konunun ne olduğu fark eder mi? Bizim için önemli olan konuşulacak bir konu var.”
Bu sırada İkbal Hanım, derin bir iç çekti. Gözlerini masaya indirip üzgün bir ifadeyle konuştu. “Ah, o ikisi de çok tatlılar. Eminim hemen barışırlar. Evlenecek her çift stres altında böyle davranıyor." Bu sözler, masadaki havayı bir anlığına değiştirdi. Yağmur, büyük gözlerini açarak şaşkınlıkla sordu. “Melek yengemle Murat amcam birbirini şevmiyor mu?” Esila, hemen toparlandı ve Yağmur’un saçlarını karıştırarak gülümsedi. “Yok canım, seviyorlar tabii. Ama… şey, bazı insanlar sevgilerini biraz farklı gösterir. Onlar biraz çılgınlar.” Yağmur kaşlarını çattı, belli ki bu açıklama onu tatmin etmemişti. “O zaman niye kavga ediyolaa? Çılgın olunca kavga edilir.”
“Her tartışma kötü değildir, Yağmur. Bazen insanlar anlaşabilmek için konuşurlar ama bunu biraz yüksek sesle yaparlar.” dedi toparlamak için Salih. Yağmur düşünceli bir şekilde başını salladı. Sonra gözlerini kırpıştırıp merakla sordu: “Ama şiz niye hiç kavga etmiyorsunuz? Eşila annem herkeşten çılgın.” Salih ve Esila aynı anda başlarını kaldırıp birbirlerine baktılar.
Esila, gülmemek için dudaklarını sıktı.
“Sanırım çünkü baban çok mükemmel. Benim çılgınlığım ona işlemiyor.” Salih, hafifçe gözlerini devirdi ama gülümsemesini saklayamadı. “Hayır, çünkü ben tartışmalarımı gereksiz konular üzerine yapmamayı tercih ediyorum. Yoksa Esila ablan kavga etmeye bayılır. Beddualarını saymıyorum bile. Ağzı hiç durmaz ”
Esila hemen karşı çıktı. “Yani ben gereksiz şeylerden mi bahsediyorum? Beddua etsem de hemen tövbe ediyorum. Şimdiye kadar hiç kimse bedduam yüzünden ölmedi.” Salih başını hafifçe yana eğdi, sesi yumuşaktı ama cevabı netti. "Esila bazen ağzından çıkan cümleler başkasının hayatını etkiler. Bu doğrudan seni de etkileyebilir. Sevdiğin insanları kaybetmeden önce beddua etmekten vazgeç.”
Esila önce kaşlarını hafifçe kaldırdı ama sonra gülümsedi. "Hadi ama beddua ettim diye acı çekecek değilim. Yıllardır yapıyorum zararını görmedim. Aksine beni sinir ettiniz mi en büyük kozum oluyor." Boğazını temizledi. "Beni çekiştirmek yerine Melek ve Murat'a dönelim. Melek'i ikna edebilirsem çok büyük planlarım var. Çok gizli olsa da size şimdiden anlatayım. Ulviye yengeme Melek'in..."
Tam o anda Salih, kibar ama kesin bir ses tonuyla sözünü kesti. “Esila, insanların özel meselelerini burada anlatman doğru değil. Anlattın zaten artık çekiştirmeyelim.” Esila homurdandı. “Aman Salih, sanki tüm devlet sırlarını açıklıyormuşum gibi konuşuyorsun. Eğleniyoruz işte.” Salih başını iki yana salladı gülümseyerek ama ciddiyetini bozmadan ekledi. “Eğlenceli olabilir ama herkesin mahremiyeti vardır. Biz burada gülüyoruz, belki onlar duyduklarında hoşlanmaz.”
Esila, gözlerini kısarak düşündü. Sonra omuz silkip şaka yollu bir şekilde, “Ah, tamam, tamam! Ama Murat bana bunu anlatma hakkı verdi. Melek’i kızdırmak için tabii,” diyerek gülümsedi. Salih başını eğip hafifçe iç çekti ama gülümsemeye devam etti. Esila’nın umursamaz ama neşeli halleri bazen baş döndürücüydü.
Yağmur ellerini masaya koyup heyecanla sordu: “Eşila anne, başka kavgalaaar?”
Esila, Salih’in uyarısına rağmen başını eğip fısıltıyla, “Senin için anlatırım,” dedi.
Salih gözlerini devirdi ama gülümsemesini bastıramadı. Bu kadın kesinlikle uslanmayacaktı.
Esila omuz silkti, hala eğlenceli bir havada cevap verdi. “Tamam, tamam, dersimi aldım.” Sonra Yağmur’a dönüp gülerek ekledi, “Ama ben yine de Murat’la Melek’in atışmalarını izlemekten keyif alıyorum.”
Yağmur kafasını salladı. “O zaman ben de baba ve şeni izleyelim!” Salih ve Esila aynı anda başlarını ona çevirdi. Yağmur ellerini birleştirip heyecanla onlara bakıyordu. Salih derin bir nefes alıp sandalyesine yaslandı. “Bence böyle iyiyiz, değil mi Esila?” Esila hafifçe gülümsedi. “Evet, bence de böyle iyiyiz.”
İkbal Hanım, gözlerini Esila ile Salih arasında gezdirdi. İçten içe onların da Murat ve Melek gibi kavga edebileceğini ama sevgilerini saklamak yerine paylaşmalarını diledi.
Salih kızını uyutmak için odaya giderken Esila ve İkbal hanım sofrayı toplayıp mutfağı temizlediler. Yarım saat sonra Salih de odadan geldi. Yüzü hala solgun gözleri bir şey anlatmak ister gibi tedirgindi. "Esila hadi seni eve bırakayım."
"Daha kahve içecektik." Salih elini uzatarak nefes aldı. "Başka zaman sözüm olsun. Hadi..." Esila, Salih’in evinden çıkarken arkasında bıraktığı sıcak sohbetin etkisini hâlâ hissediyordu. İkbal Hanım’ın sohbeti, küçük Yağmur’un neşeli kahkahaları ve Salih’in güven veren varlığı… Akşamı huzur içinde geçirmişti. Ama şimdi, sokaklar sessizleşmiş, gecenin soğuğu tenlerini ürpertirken, aralarındaki sessizlik giderek ağırlığını hissettirmeye başlamıştı. Arabaya gitmek için asansör kullanılabilirdi ama Salih'in belli ki anlatmak istedikleri vardı.
Salih, onun arkasında merdivenden iniyordu. Adımları ritmik, ancak içinde kopan fırtına yüzüne yansıyordu. Bir şey söylemek istiyordu, bu belliydi. Birkaç kez nefes alıp vermiş, kelimeleri toparlamaya çalışmıştı. Ama boğazına düğümlenen cümleleri, Esila'nın onu anlayamayacağı korkusuyla geri yutmuştu.
Esila, Salih’in düşünceli halini fark etti. Göz ucuyla ona baktığında, adamın yüzündeki gölgeleri görebiliyordu. “Bir şey mi oldu? Odada konuştuklarımı dert ediyorsan etme. Seni anlamayacağımı mı düşünüyorsun?” diye sordu sonunda, sesinde endişe vardı. Salih duraksadı. Şimdi mi söylemeliydi? Bu an doğru an mıydı? Esila’yı kaybetmekten korkuyordu, ama bir yandan da saklamaktan yorulmuştu. Gerçekleri bilmeli miydi? Ya öğrendiğinde ondan uzaklaşırsa?
Bakışlarını yere indirdi, ayakkabılarının ucuna daldı bir süre. “Sana bir şey anlatmam lazım,” dedi nihayet. Esila, başını ona çevirdi. “Farkındayım, seni dinliyorum.” Salih’in parmakları istemsizce cebinde sıkıldı. “Kolay bir şey değil bu,” diye devam etti. “Kendimle ilgili… Yani… Beni nasıl görürsün bilmiyorum ama…” Derin bir nefes aldı, ciğerlerine geceyi doldurdu. “Hastayım, Esila.”
Sokak lambalarının solgun ışığı altında Esila’nın yüzü netleşti. Kaşları şaşkınlıkla hafifçe kalktı ama gözlerindeki ifadede bir korku yoktu. Şaşkınlık, merak ve biraz da endişe… Ama korku yoktu. Salih, bu sessizliği yanlış anlamaktan korkarak ekledi. “Biliyorum, insanların çoğu bunu duyunca… Uzaklaşır. Ama ben… Sadece bilmeni istedim.”
Esila, bir süre sessizce inmeye devam etti. Düşünüyordu. Sonra hafifçe gülümsedi. “Salih,” dedi yumuşak bir sesle. “Salih ruhsal bir hastalık mı yoksa vücudunda oluşan bir sağlık sorunumu? Yani seni bu kadar üzen hangisi.” Salih durdu. Kalbi bir an için yerinden fırlayacak gibi oldu. Esila’nın bu kadar doğrudan sormasını beklemiyordu. Cevap vermek zorundaydı, ama hangi kelimeleri seçeceğini bilmiyordu. Ellerini cebine soktu, parmaklarını yumruk yapıp açtı. İçinde bir düğüm vardı ve Esila’nın bu sorusu o düğümü çözüp serbest bırakmak için bir fırsattı.
Bir an gözlerini kaçırdı, sonra derin bir nefes alıp gözlerini Esila’nın gözlerine dikti. “Ruhsal,” dedi kısık bir sesle.
Esila, hafifçe başını salladı ama Salih’in tereddütünü fark etti. Bekledi. Salih’in devam etmesini istedi ama zorlamak istemedi. Salih, onun bu sabrını hissettiğinde içindeki korku biraz daha büyüdü, kaçamazdı. Esila öğrenmeliydi. “Şizofrenim, Tanı koyuldu. İleri boyutta görünüyor.” dedi aniden, sesi titremeden ama içinde fırtınalar koparak.
O an sanki zaman durdu. Sesler sustu. Esila, merdivenin ortasında donup kaldı. Gözleri büyüdü, nefesi kesildi. Duyduklarını tam olarak anlamaya çalışırken, beynindeki düşünceler birbirine çarpıyordu.
Şizofreni…
Bu kelimeyi en son ne zaman duymuştu? Hastalık hakkında bildiği şeyler bir anda zihnine üşüştü. Ama en çok da Salih’in bu kadar zorlanarak söylediği gerçeğin ağırlığı onu sarstı. Salih’in neden korktuğunu şimdi anlıyordu. Korkuyordu çünkü herkesin kaçtığı gibi onun da kaçmasını istemiyordu.
Esila, dudaklarını araladı ama konuşamadı. Salih’in gözleri onu izliyordu. İçinde derin bir endişe vardı. Kaçacak mıydı? Onu bırakacak mıydı? Şimdiye kadar onu farklı bir gözle gören herkes gibi mi olacaktı?
Esila yavaşça merdivenin korkuluğuna yaslandı. Aklına ilk gelen şeyleri söylemek istemedi. Çünkü bunlar onun hissettiklerini tam olarak anlatamayacaktı. Bunun ne anlama geldiğini bilmiyordu ama bildiği bir şey vardı. Karşısındaki Salih’ti. Onun için günlerce ağladığı adam. Onun yanında kendini güvende hissettiği adam. Küçük Yağmur’un babası. Onun hakkında ne hissediyorsa, bu hastalık bunu değiştirebilir miydi?
Bir anlık sessizliğin ardından Salih, içindeki korkunun tavan yaptığını hissetti. Esila’nın suskunluğu, onun için en büyük kâbuslardan biriydi. “Biliyorum,” dedi Salih, sesi hafifçe çatlayarak. “Şimdi her şey farklı olacak, değil mi? Bana bakışın değişecek. Kaçmak isteyeceksin. Haklısın, herkes böyle yapıyor.”
"Kaçmamı mı isterdin?" Salih tereddüt etmeden cevap verdi. "Evet arkana bakmadan koşup gitmeni isterim. Ne kırılır ne üzülürüm. Tam tersine hiç olmadığı kadar sevinirim. Esila bir kere beni dinle, kaç benden." Genç kadının birkaç basamak önüne geçti. "Hiç olmamışım gibi aklından, kalbinden beni sil." Duvara elini bastırdı. "Şimdi arkanı dönüp gidersen dur demeyeceğim."
Esila öylece kaldı. "Git dedim." diye Salih bağırınca kendine geldi. Esila, Salih’in bağırışıyla irkildi ama bir adım bile geri gitmedi. Gözlerini ondan ayırmadan nefesini düzenlemeye çalıştı. Salih’in öfkesi, çaresizliğiyle iç içe geçmişti. Gerçekten gitmesini mi istiyordu, yoksa sadece sevdiği kadını mı korumaya mı çalışıyordu bu durumu gizledi.
Genç kadın yavaşça birkaç basamak indi ve Salih’in önünde durdu. Sesinde ne bir korku ne de tereddüt vardı. “Sen istiyorsun diye gitmeyeceğim.”
Salih, gözlerini sıkıca yumup elini hâlâ duvarda tutuyordu. Parmakları titriyordu. "Esila… Şizofreni olduğumu söylüyorum. Tehlikeli olabilirim." diye fısıldadı, sesi neredeyse duyulmaz bir haldeydi. Esila, ona daha da yaklaştı. "Çaresini buluruz niye ben senden vazgeçiyorum?”
Salih’in gözleri açıldı. Karanlıkta ona bakan Esila’nın yüzündeki kararlılığı gördüğünde içindeki duvarlar çatırdamaya başladı. Ama hâlâ son bir umutla direniyordu. “İnadı bırak.” dedi kısık bir sesle. “Durum iyiye gitmiyor.”
Esila başını iki yana salladı. “Bırakmam. Sende benden hoşlanıyorken asla bırakmam. Bırakırsam üzülürüz.”
Salih'in yüzü dondu. Gözleri bir an büyüdü ama sonra hemen kendini toparladı. Hiçbir şey söylemedi. Sadece orada öylece durdu, duvara yaslanmış, nefes bile almadan.
Esila yavaşça arkasını döndü. Merdivenlerden inmeye başladı. Adımları sessizdi ama her adımda Salih’in kalbine bıçak gibi saplanıyordu. "Gidersem canımız daha çok yanar."
Tam kapıya vardığında bir an duraksadı. Geri dönecekmiş gibi… Belki de son bir şey söyleyecekmiş gibi. "Ben senden gidemem. Sende benden gitme. Elimi tut." Elini uzattı tutmasını bekledi. Salih tereddüt dahi etmeden merdivenlerden yukarı çıktı. Eli bomboş kalmıştı. Ve Salih, sevdiği kadına o kadar çok zarar vereceğini düşünüyordu ki tutmak istediği ele göz ucuyla bakıp evine doğru yürüdü.
Esila boşta kalan eline sonra da yukarı çıkan Salih'e bakmaktan başka bir şey düşünemedi. Yine tek başına kalmıştı. Ne yaparsa yapsın ona sahip olamıyordu.
_________________
YORUM VE BEGENİ BEKLEDİĞİMİ UNUTMAYIN. Lütfen güzel olmuş, eline sağlık dışında hikaye ile alakalı bir şeyler yazın.
Siz hikayenin elini tutarsanız ben hikayeyi daha fazla sırtlarım.
Yeni bölümde görüşürüz. ❤❤❤
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
113.08k Okunma |
9.9k Oy |
0 Takip |
127 Bölümlü Kitap |