Selam arkadaşlar ben geldim.
Bu bölüm çok uzun oldu. İkiye bölecektim vazgeçtim bol bol keyifle okuyun. Hazmederek okuyun. Benim için satır aralarına yorum yapmayı unutmayın. Varlığınızı hatırlatın hikaye hakkında fikirlerinizi bekliyorum.
Kelime ve noktalama hataları varsa kusura bakmayın. Çok göze çarpıyor ise mutlaka bana bildirin, düzelteyim. Yazmaktan gözlerim çok yoruluyor ve düzenleme zamanı bazı hataları farkında olmadan göz ardı ediyorum.
Küçük yıldıza dokunarak başlayın. Bende bundan sonraki bölümü hızlıca yazmayı bitirip düzenleyerek hemen yayınlayacağım.
Yıldıza dokunmayı unutma hep destek tam destek 🥰
Başlayalım.
________________
Evlilik... Kulağa romantik geliyor, değil mi? Sonsuza kadar el ele tutuşmak, her sabah birbirine aşkla bakmak, hayatın tüm yükünü birlikte omuzlamak. Güzel bir tablo, kesinlikle. Ama hadi dürüst olalım, evlilik aslında "Ben bunu nereye koymuştum?" sorusunu sonsuza kadar bir başkasından duymaya razı olmaktır. Bazı evli çiftler, ilk zamanlar tedirginlik ve korku huzmesi altında çırpınır ve sonra özgürleşir. Çünkü evlilik aslında, iki kişinin bir ömür boyu birlikte "Ben demiştim." dememek için çabaladığı ama asla başarılı olamadığı harika bir maceradır! Macera yaşadıkça efsaneye dönüşür. Ve bu iki tarafın elindedir.
Murat Arsel birçok kadına göre bir başyapıt olacak düzeyde yetenekleri vardı. Fiziki özellikleri apayrı cümleler kurulabilirdi. Kendinden kıvırcık saçları kadınların dikkatini ilk çeken şeydi. Elleri altında saç diplerine ulaşmak isteyen yüzlerce kadın vardı. Mavi denizleri andıran gözleri, biçimli dolgun dudakları, karın kasları ve tüm vücudu... Güçlüydü, gücünü göstermek gibi saçma bir gayesi yoktu. Fazla akıllıydı, iş anlayışı herkesten farklı olduğu için birçok yeni anlaşma sağlamıştı. Şirketin yeni yüzü ve patronuydu. Eğlenceli, komikti. Kendini ve Melek'i fazlasıyla seviyordu. Dergilerde röportaj yaptığı zaman kapış kapış satılması normalleşmişti. Her yaşa hitap edecek konuşma şekli vardı. Kolaylıkla sarsılmaz her şeyi alaya alırdı. Bir şey istiyorsa onun için savaşırdı. Onu sevmemek veya hayran olmamak mümkün değildi. Çok değil bir yıl önce, sadece yakışıklı ve zengin oluşuyla herkes önünde eğilirken şimdi saygı ve güç dengesine de sahipti. İnternet anketinde, on binlerce kadının en arzulanan erkek olarak geçen hafta birinci seçilmişti.
Ama şu anda sadece bir şeye odaklanmış duruyordu. Melek'e...
Beyaz bir elbise içinde onu izlerken kalbi kendine ait değilmiş gibi çarptı. Bir kadın her şeyi silip atmış ve kendine ait bırakmıştı. Aklı, kalbi, tutkusu hepsi ona aitti. Farkında mıydı, eğer değilse neden aşkını daha fazla gösteremedi diye kendini suçlardı. Genç kadın endişeyle etrafa bakarken yutkunuşunu farketti. Korkuyordu bu korku ona göre de yersiz değildi çünkü aynısı kendi içinde de vardı. Deli gibi aşık olabilirdi ama evlenince aynı aşk sevgiye evrilmesi çok çabuk mu gerçekleşirdi? Aklı karışmıştı... Bir kadın için bütün hayatını değiştirmiş yine de ona yetemeyeceğini düşünmekten aklı karışmıştı. Yanına gidip elini uzattı. Melek dudağını endişeyle dişleyerek etrafa bakıyordu.
Melek'in kalbi yerinden çıkacak gibi atıyordu. Genç adam yanına gelip güven veren bakışları arasında onun titreyen ellerini sarmaladı. Nikah salonunun kapısında duruyorlardı. İçeriye birkaç adım atsa, kaderi tamamen değişecekti. Ama içindeki sesler susmuyordu. "Murat, yapamayız... Babam... Onu nasıl üzerim?" diye fısıldadı, sesi titrek ve mahcup. Murat gözlerinin içine baktı, o bakışta hem sabır hem de büyük bir aşk vardı. "Biliyorum... Ama seni bir gün bile beklemek istemiyorum. Seni aklının alamayacağı kadar çok seviyorum. Bizim için en doğrusu bu. Ailelerimiz zaten sonunda kabul edecek. Sadece süreci hızlandırıyoruz." Melek derin bir nefes aldı. Onun bu kadar yakışıklı, kendinden emin duruşu ve konuşması, karar vermesini daha da zorlaştırıyordu. Aklı, Ailenin rızası olmadan olmaz, diyordu. Ama kalbi... Kalbi sadece Murat diye atıyordu.
"Ya sonra? Ya ailem üzülürse? Ya bana kırılırlarsa?" Aile diye bahsettiği sadece babası değildi Serpil hanım, Konya'da ki halası da içindeydi. Murat başını eğdi, dudaklarını hafifçe gülümsetti. "Onlara ne kadar değer verdiğini biliyorum, ama sana bir şey soracağım. Beni seviyor musun?" Melek, gözlerini kaçırdı. "Biliyorsun ki seviyorum ama sorun aşk değil. Sorun, doğru yapıp yapmadığımız."
"Bence doğru yapıyoruz. Seviyorum diyebiliyorsan o zaman neden bekliyoruz?" Murat, onun çenesini nazikçe kaldırdı, göz göze geldiler. "Melek, sen benim ömrümün en güzel gerçeğisin. Şimdi nikahımızı kıysak da kıymasak da ben seninim. Ama beklemek... Sensiz her gün bana işkence gibi geliyor. Bu sadece cinsellik ile alakalı değil. Tamam o da var bunu inkar edemem ama en büyük neden o değil. Ben seni yanımda görmek istiyorum. Elini tutmak istediğim her an yanımda olmanı istiyorum. Neden sensiz yatmak zorundayım. Bu bizim kararımız bile değil. Sırf istediler diye altı ay... Kabul etmeyi reddediyorum." Melek'in içi titredi. Onun bu kadar derin ve içten sevmesi, ona duyduğu aşk... İkna etmek için çırpınması... Her şey karmaşık ama bir o kadar da netti. "Melek, güzelim." dedi Murat, elini sıkarak, "Eğer kalbinde en küçük bir tereddüt varsa, hemen gidelim. Seni imza atmaya zorlamam. Ama eğer sen de benim gibi yanıp tutuşuyorsan, sen de her saniye benimle olmayı istiyorsan... O zaman birlikte içeriye girelim." Murat çocuk değildi örf adetleri biliyordu ama bu kadar beklemek onun için çok fazlaydı.
Melek'in içinde fırtınalar kopuyordu. Bir an durdu, düşündü.
Sekiz saat önce
Murat, heyecanla telefonunu eline aldı ve en yakın arkadaşı Hakan'ı aradı. Telefon birkaç kez çaldıktan sonra Hakan nihayet açtı. "Alo? Murat, hayırdır? Sabah sabah bu arama enerjisi nereden geliyor? Birkaç saat önce kulüpten geldim, uyuyordum."
"Kardeşim, hemen hazırlan, nikah şahidim oluyorsun!" Sessizlik
"Hakan? Orada mısın?"
"Bekle, bir saniye..." Derin nefes aldı. "Şimdi, şu cümleyi bir daha kur ama daha yavaş."
"Bugün evleniyorum, sen de şahidimsin!"
"Evet, demek ki hâlâ uyuyorum... Güzel, çünkü gerçek hayatta böyle bir şey mümkün olamaz." Murat kahkaha atınca Hakan gerçekliğe döndü. "Hakan, hayal görmüyorsun. Bugün evleniyorum diyorum, nikah salonuna gidiyoruz!" Sesindeki saf heyecan telefonun diğer ucundan bile hissediliyordu. "Nasıl yani? Düğün altı ay sonra değil miydi? Hayri bey fazla ciddiydi bu konuda. Taviz mi verdi?" Yataktan ayağa kalkıp tuvalete gitti. "Kayınbabamın haberi yok. Olmaması yararıma olur."
"Hımm... Peki Melek buna tamamen razı mı, yoksa senin yakışıklılığına kapılıp bir anlık gaflete mi düştü? Kadınlar tarafından arzulanan erkek olmak panikletmiş olabilir." Sifonu çekip ellerini yıkayarak yatağa yine geçti.
"Hakan, çok ciddiyim. Ama... Benimle konuşurken çişini mi yaptın?" Kahkaha attılar. "Ne yapayım altıma mı yapayım?"
"Tamam kardeşim o konu şu anda konuşmaya kapalı olsun. Heyecanımın içine etme." Gülümseyerek devam etti. "Melek beni kaçıracağını söyledi. Bu konuda tereddüt etmeden işi halledeceğim."
"Bence biraz zor gibi. Yani Melek fazla aile bağları kuvvetli. Eğer seninle evlenirse seni birinci sıraya koyar ve bu mucize olur." dedi Hakan yastığına gömülerek gözlerini kapattı. "Beni kaçıracağını söyledi diyorum. Söz ağzından çıktı. Şimdi günlerce kaçırılmayı bekleyemem ben kaçıracağım. Melek de istiyor ama ailesine karşı mahcup olma korkusu var. O yüzden her şey gizli olacak. Belli belirsiz bir kaçırma. Yani kaçıracağım ama kaçırmamış gibi... Öyle bir şey işte."
"Yani sen diyorsun ki, ben sevdiğimi direk kaçırmıyorum, sadece süreci hızlandırıyorum."
"Aynen öyle."
"Kardeşim, senin hızına yetişemiyoruz. Dün nişanlıydın, bugün evleniyorsun, bir dahaki hafta çocuk mu bekliyorsunuz diye sorsam mı?"
"Yok artık, o kadar da değil! Ama mutluluğu ertelemeye gerek var mı? Bence yok o bana sahip bende ona. Bir şeyleri beklemek çok saçma."
"Vallahi bilmiyorum, ben daha sabah kahvaltısını bile etmeden sen hayatını değiştiriyorsun. Peki benim bu nikahta tam olarak görevim ne?" Murat öksürerek fısıltıyla konuştu. "Nikah şahidimsin. Yani "Evet" dediğim an, sen de arkada ağırbaşlı bir şekilde kafa sallayacaksın."
"Hmm... Yani büyük sorumluluk. Bak, ben orada gözyaşlarını tutamayan duygusal bir şahit olmak istemem. Güçlü durmalıyım. Ağlarsam bir deste peçete olsun cebinde. Esila da geliyor mu?" Sessizlik oluştu. "Anladım, gelmiyor sanırım. Nedeni de susmayan dili olmalı." Esila'yı tanıyan herkes biliyordu bu konuda ne kadar güvenilir olmadığını. "Esila ne durumda? Dünden beri konuşmadım merak ediyorum." Hakan'ın ağzından birden çıkmıştı.
"Merak etme kardeşim. Kendini ona bağımlı hale getirme. Bu sadece seni bitirir. Görüyorsun Esila'nın halini, ne halde olduğu çok belli. Birde sen öyle olma. Salih, Esila'ya karşı ne kadar duvar ise Esila da sana karşı o kadar duvar. Kulüpte hiç mi sana göre kız yok? Ayarla kendine, bizim yaralı kuş sadece Salih'e cıvıldıyor." Bu durum canını sıkıyordu. Ona kalsa Salih yerine Hakan olsun isterdi ama ona kalmıyordu. Esila'nın bu durumu yüzünden herkes zorlanıyordu. "Bir iki saat sonra onu ararım. Halini hatrını sorayım kendini tek hissetmesin."
"Hakan!"
"Ya merak etme her şey benim kontrolümde. O kadar da değil biraz konuşup halini sorunca etkilenmem."
Yarım saat daha konuştular. Sonra iş bölümü yapıp kapattılar. Hakan'ın tanıdıkları devreye girecekti. Kulübün müdavimleri arasında hatrı sayılır tanıdıkları vardı onları devreye sokup nikah için pürüzleri ortadan kaldıracaktı. Murat ise Melek'i nikah salonuna anlamadan götürüp sürpriz yapacaktı.
Tam da istediği gibi oldu. Önce Sibel'i arayıp olan biteni anlattı. Dedikodu sevmediğini laf taşımadığını daha evvel Melek ve Esila'dan öğrenmişti. Kuzenine de haber vermek istiyordu ama haber verdiği an herkese anlatacağına adı kadar emindi. O yüzden onu es geçti. Zaman geçsin diye bekleyen dosyaları, yüzyüze ve online toplantıları halletti. Sekreteri kusursuz her şeyi ayarlamak için canını dişine takmıştı. Hacer'in yakın bir tanıdığıydı. Güvenilir ve kendi halindeydi. Murat'ın başarılı olduğu döneme denk geldiği için hiç zorluk yaşamamıştı. Zaten Murat hatırlatılmadan günlük planına hakimdi. Sekreter işini hem çok seviyor hemde kolay görüyordu. "Murat bey raporları hazırladım toplantı saatini de yaptım. Yarın ki bütün planlar size yollandı."
"Tamamdır çekilebilirsin." Soğuk ama içten bir gülümseme ile çıkmasını istedi.
Murat odada tek kalınca elinden geleni yaptığını düşünmek için Hayri bey'i aradı. İlk aramada açılmadı. İkinci aramada da. Üçüncüye ararken Hayri bey aradı.
"Efendim oğlum."
"Hayri baba müsait misin? Bir şey konuşmak istiyorum."
"Müsaitim, salondaki ampul patlamış yenisi ile değiştiriyordum. Bir kol sakat olunca bir dakikalık iş yarım saat sürüyor."
"Gelmemi ister misiniz? Hemen gelebilirim." Bu konuda ciddiydi. Sesine de yansımış olmalı ki Hayri bey kahkaha atarak karşılık verdi. "Yok evladım. Konya'ya gitmeden halledeyim dedim." Sessizlik oluştu sonra Murat nefes alıp konuya girdi. Uzatmalardan hoşlanmadığını biliyordu. "Melek ile bir ay içinde evlensek rıza gösterir misiniz?" Karşı taraftan sessizlik devam etti. "Yani bugün Melek dedi ki, altı ay içinde evleniriz. Çok uzun bir süre diye düşündüm."
"İyi de evladım ne bu acele?" Murat nasıl derdi onunla aynı evde aynı odada aynı yatakta yatıp kalkmak istediğini. "İyi şeyler uzatılmaz derler büyükler."
"Doğru demişler ama altı ay çok kısa. Bana kalsa bir yıl sonra olsun." Şimdi sessizce dinleyen Murat olmuştu. Bu durumu yaşamak istemiyordu. Evlenmek için bile izin almak zorundaydı. Kendi istediği günü bile alamayacak bir durumda olması hoşuna gitmedi. Ne Melek bu kadar geç olsun istiyordu ne de Murat. Onlar haricinde herkese göre altı ay bile kısa bir süreydi. Yüz seksen gün bekleyen için hiçte kısa bir süre değildi. Yaptıkları fedakarlık olarak görülmese de Murat öyle hissetmiyordu. Sevdiği günden beri başka bir kadını arzulamak şöyle dursun göz ucuyla bile bakmazken sevdiği kadına bile mahrum bırakmaları kızdırmaya başlamıştı.
Hayri bey, nikâh gününü öne çekmek gibi küçücük bir isteği geri çevirmişti. Kabul etseydi tereddüt etmeden bir ay daha beklerdi ama bu konuda katı bir kayınbabaya sahipti. "Kızınız beni kaçırsa ne dersiniz? Erkenden evlenmek için... O zaman erkene alma ihtimali olur mu?"
"Yine altı ay sonra olur. Kaçırmaz zaten nerede görülmüş böyle bir şey? Bir kadın erkek mi kaçırır?" Hoşuna gitmeyen bir konuşmaya doğru gidiyordu ama Murat'ı az da olsa tanımıştı. Kötü bir çocuk değildi. "Kaçırmaz ama ya kaçırmak istediğini söylerse yine de tarihi öne çekmez misiniz? Yani kaçarak evlenmek yerine diğeri daha uygun olur sizin için."
"Kaçırmak istediğini söylemez ama kaçırsa bile yine o düğünü altı ay sonra yaparım." Hayri bey'in mantığı, ne olursa olsun o düğün altı ay sonra yapılacaktı. Murat vazgeçirmenin mümkün olmadığını düşünüp konuyu Konya'ya gitme işine çevirdi. Bir süre sonra kapattılar
*****
Şimdiki Zaman
Melek ürkek bakışlarıyla Murat'ın elini bırakıp Sibel'in koluna girdi. "Beş dakika bekleme odasına geçeceğiz." İkisi odaya geçerken Murat kapıya baka kalmıştı. Yüreği üşüyordu dakikalar geçtikçe bu durum ruhunu kemirmeye başlamıştı. Ya hayır derse ne yapardı diye düşündü. Elinden bir şey gelmezdi. İstemezse ne diyebilirdi ki, zorla nikah masasına götürüp imza attıramazdı.
Hakan da bir şeyler söylemek istiyordu ama sadece yanında kalarak daha çok yardımı olacağını düşünüp sustu. Aklına Esila geldi. Saatler önce Murat'a telefonda dedikleri... 'konuşunca etkilenmem ki, o kadar da değil ' demişti. Ama Esila ile konuştuğunda ve şarkısını dinlediğinde söylediği cümleyi yutmuştu. İçinden küfürler etse de Esila'nın ağlayarak söylediği şarkıyı sonuna kadar dinlemişti. Gerizekalı gibi, bu duruma batıyordu. Şu anda konuşmanın yeri değildi. Kendi bitmişliği yeterince nefes almasını zorlaştırıyordu. Murat'ı da bu girdaba atmak zalimlik olurdu. Koridorda bulunan boş sandalyeye oturup Murat'ı izledi.
Murat, odanın önüne geliyor parmaklarını avuçları altına gömüp kapıya tıklatmak istiyor ama eli kalktığı gibi vazgeçip yürümeye devam ediyor. Her kapının yanına geldikçe aynı tavırları devam ettiriyordu. Çaresizlik, ben buradayım der gibi omuzlarına çökmüş inmek bilmiyordu. Melek'e olan sevgisi ayrı kalamayacak kadar büyümüştü.
Melek ise odada derinden nefes alıp verme zahmetine girdi. Şu anda nefes vermek bile istemiyordu ama ölmek istediği de tartışılırdı. "Melek bu durum olması muhtemel değil. Murat geçen sosyal medyada ülkedeki en yakışıklı iş adamı seçildi. Üstüne arzulanan erkek de seçildi. Adam zaten yakışıklıydı iş ahlakı da eklenince güç para hepsi ile kombo oldu." Sıkıca titreyen vücuduna sarıldı. "Korkuyor musun? Yanında yürüyen bir ateş var. Tescillenmiş hemde." Melek başını sallayarak içine hava ile doldurdu.
"Korkmak değil aksi değişik bir his var içimde. Bu korkmanın ötesinde babam ve kalbim arasında bezen mantığım da dahil oluyor bu sohbete. Korku bunun yanında küçük bir çocuk gibi kalıyor. Yakışıklı ve arzulanan adam olması beni delirtiyor ama şu anda diğer endişelerim yarışı kazandı." Ne yapacağını ne diyeceğini şaşırmıştı. Kalbi ve mantığı evlen diyordu ama minnacık kalan vicdanı babam... "Olmayacağını söyleyeceğim. Bu şekilde olmaz, olmamalı." Kendini uzaklaştırıp aynadan saçlarını düzeltti. Sendeliyordu. Hayır dediği anda araları açılacağını iyi biliyordu. Murat tepki verirse haksız sayılmazdı ama çaresizlik sevdiği adama giden yollara mayın döşemişti. Yüzünün haline baktı kararsızlık her bölgesine yerleşmişti. Odanın içindeki pencereyi açıp önündeki koltuğa oturdu. "Murat'a güvenmiyor musun? Sorun güven ise bence de evlenme." Yanağını ısırdı ağzına gelen metalik koku ağlamayan yaşlarını akıtmıştı. Ağlamak için neden lazımdı. "Kendime güvenmiyorum ya evlenince pişman olursam. Evlenince sorumluluklarım olacak, gizlice evlenmiş olmam bunu değiştirmez. Biz evli olacağız ve... Anladın mı?"
"Anladım ve sana hak veriyorum. Evlenince birlikte olmama ihtimali yok. Sana dokunacak ve bu ikinizin de hakkı ama sen istemezsen yapmaz" Melek'in yüzüne bakınca bile anlaşılıyordu. "Sen de bunu istiyorsun ve nikah kıyılınca ona karşı koyamayacağını biliyorsun. Bence her şeyi s*ktir et ve evlen. Kocan olacak adam gerçekten adam gibi adam. Seni arzuluyor ve seni isterken nikah kıyarak bunu yapmak istiyor. Melek şunu unutmamak lazım enişte bizim yaşadığım aileler ile yaşamadı. Yaşamadığı halde sana dokunmak için nikahı bekliyor. Bu zamanda onun yaşam tarzına göre biraz zor bir durum. Sen onunla altı ay içinde bir şey yaşamak istemezsen zaten nikah kıyma. Altı ay sonra nikah olacağına razı et." Sibel üstünü düzeltip gülümsedi. "Düşüncelerin ne ile sonuçlanırsa sonuçlansın ben yanındayım. İster gizlice evlen ister buradan çekip gidelim. Sen düşün dışarıda bekliyorum." Düşünmesi için yalnız bırakmak istedi.
Melek derin bir nefes aldı. Gözleri, pencerenin dışındaki gökyüzüne takılı kaldı. İçinde bir fırtına kopuyordu, ama bunu dışarıdan kimse fark edemezdi. Sessizce, kendi zihninin içinde kaybolmuştu.
Bu gerçekten doğru muydu?
Murat'ı seviyordu. Hem de öyle bir seviyordu ki, kalbi onun yanında hızlanıyor, gözleri onu gördüğünde her şeyi unutuyordu. Onun sesi bile Melek'in içinde tarifsiz bir güven duygusu oluşturuyordu. Onunla bir an bile kaybetmek istemiyordu, ama...
Ama babası?
Melek'in yüreğine bir sancı saplandı. Babasının yüzü gözlerinin önüne geldi. Onun kendisine bakışı, gurur dolu sözleri, yıllarca üzerine titremesi... Hayatında hep bir sığınak olmuştu. Ve şimdi, ona en büyük haberi vermeden, onun bilgisi olmadan mı evlenecekti? Öyle görünüyordu. Yaşadıklarını anlatsa altı ay yine bekletir miydi? Bekletirdi geri adım atmazdı.
Murat... O, Melek'in başka bir yarısıydı. Onun sevgisi başka hiçbir şeye benzemiyordu. 'Seni her gün ilk günkü gibi beklerim,' demişti. O kadar tutkuluydu ki, Melek kendini onun yanında başka bir dünyada gibi hissediyordu. Gerçekten beklemek mantıklı mıydı? O aşkı ertelemek, onu bile bile geciktirmek?
İçindeki sesler birbirine çarpıyordu.
-Babanı üzme.
-Ama Murat senin her şeyin.
-Ailene haber vermeden bunu yaparsan pişman olabilirsin.
-Murat'la mutlu olacaksın, bunu biliyorsun.
Beyninin içinde yankılanan bu düşünceler, Melek'i daha da sıkıştırıyordu. Gözleri doldu, ama ağlamadı. Zaten bolca ağlamıştı. Kendi içinde sıkışmış gibiydi.
Bir karar vermesi gerekiyordu. Ama bu, ya hayatının en güzel günü ya da en büyük pişmanlığı olacaktı. Ayağa kalkıp kapıyı açtı. Murat kapının önünde onu bekliyordu. Genç adam yanına gelmek istedi ama sonra tereddüt ederek durdu. Adımları sevdiği kadına bıraktı, zorlamak istemiyordu. Gelecekse kendi isteği ile gelmeliydi. Yutkundu Murat kendini en kötüye hazırladı. İkisi de kendi içinde savaşıyordu. Genç kadın ayaklarının dibine kadar gelip dudaklarını kıstı. "Bay Arsel, seni kaçırdığıma göre nikahı kıyalım. Bu kadar yakışıklı bir adamı yarı yolda bırakmak olmaz." Melek'in cümlesiyle Murat rahatlayarak nefes aldı. Genç kadın yüzündeki endişeyi silmişti.
"Seni kocam yapacağım demiştim. Dediğimi yaparım." Murat başını geriye atarak kahkaha attı. Öyle yakışıklıydı ki Melek'in nefesi kesildi. "Anamın evine yollayacaksın diye kapının önünde öldüm öldüm dirildim." dedi Murat.
"Ananı unut sadece ben varım." diye şakıdı şakayla Melek. Koluna girerek başını omzuna indirdi. Ona kendinden daha çok güveniyordu. Kendine güveni ise sıfırdı. "Unuttum gitti. Anam diye biri yok hayatımda "
Sandalyelerine geçip masanın altında el ele tutuştular. Nikah memuru da yerini alınca heyecanları katlandı. Evleniyorlardı. İkisi de o kadar emin duruyordu ki kimsenin onları ayıramayacağı kesinleşmişti.
Nikah Memuru, "Bugün burada, Murat ve Melek çiftimizin nikah akdini gerçekleştirmek üzere toplanmış bulunuyoruz." Koltuğuna iyice yerleşti. Önündeki kalın kapaklı defterden isimlere bakıp başını dikleştirdi.
"Sayın Melek Kapya hiçbir baskı altında kalmadan, kendi hür iradenizle Murat Arsel ile evlenmeyi kabul ediyor musunuz?"
"Evet." dedi utanarak. Evet demişti hemde büyük bir gururla. Sesi kısık çıkmasına rağmen güçlüydü.
"Sayın Murat Arsel... Hiçbir baskı altında kalmadan, kendi hür iradenizle Melek Kapya ile evlenmeyi kabul ediyor musunuz?"
"Evet." diye ortalığı yıkacak kadar bağırdı. Melek kıkırdayarak karşılık verdi.
"Şahitler huzurunda beyan ettiğiniz bu iradeye dayanarak, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'na göre sizleri karı koca ilan ediyorum. Hayırlı, uğurlu olsun." Nikah defteri imzaladılar. Şahitler imza atarken Melek masanın altında Murat'ın ayağına basıyordu. Genç adam o kadar mutluydu ki bu olanlara inanamıyordu.
Nikah Memuru tebrik ettikten sonra nikah cüzdanını Melek'e verip,
"Size bir ömür boyu sağlık, mutluluk ve huzur diliyorum. Evlilik cüzdanınızı Melek hanıma takdim ediyorum." diyerek yanlarından geçip gitti. Boş bir şekilde elindeki nikah cüzdanına bakıyorlardı. "Evlendim!" Murat haykırarak söylemişti. "Vallahi evlendim. Dünyanın en güzel kadını ile evlendim." Melek gülmemek için yanağını ısırıp Sibel'in koluna girdi. Hakan da Murat'ın omuzuna elini atıp kulağına bir şey söyleyince Murat daha fazla kahkaha atarak Melek'in önüne geçti. "Dördümüz bir yere daha gitmemiz lazım. Biraz geç kalmış olabiliriz." Melek'e sorma fırsatı vermeden elini tutup göğsüne sardı. "Evlendik. Bu bir milat." Melek de sarılarak mutluluktan ağladı. Öne Murat ve Hakan arkaya Sibel ve Melek binip kısa bir yolculuk yaptılar. Saat sekiz olmak üzereydi gün ağarmış yollar hayli kalabalıktı. Arabayı park alanına bırakıp yürümeye başladılar.
Akşam, İstanbul'un üstüne kadife bir örtü gibi serilirken Beyazıt ve Ayasofya Meydanı bambaşka bir hâl almıştı. Gün boyu kalabalıkla dolup taşan taş yollar, şimdi daha sessiz ama derin bir nefes almış gibiydi. Ayasofya'nın heybetli silueti, gökyüzüne yükselen minareleriyle karanlığa karışırken, etrafındaki tarihi yapılar sarı sokak lambalarının ışığında yumuşak gölgeler bırakıyordu.
Meydanın köşelerinde birkaç seyyar satıcı hâlâ tezgâhlarının başındaydı. Mis gibi kestane kokusu havaya karışıyor, uzaktan ince belli bardakta çay tutan insanların sohbetleri duyuluyordu. Hafif bir rüzgâr, eski taş duvarların soğuk yüzeyinde yankılanıyordu. Boğaz'dan gelen tuzlu esintiyle birlikte martıların cılız sesleri, bu büyüleyici atmosfere eşlik ediyordu. Ayakkabılarını çıkarıp caminin içine girdiler
Caminin içi loş ve huzurluydu. Hafif bir tütsü kokusu havaya yayılmış, içerideki dinginlik insanın ruhunu sarıyordu. Melek, Murat'a dönüp kaşlarını kaldırdı. İçinde garip bir his vardı. Bugün olanlar zaten fazlasıyla yoğundu resmi nikah kıyılmış, evlilik cüzdanı elindeydi. Ama Murat durmadı, onu buraya getirdi. Melek tam anlamamıştı ama hissetmişti. Bu, sıradan bir ziyaret değildi.
Melek kısık sesle fısıldadı. "Murat... Söyler misin artık? Neden buraya geldik." Genç adam hafifçe gülümsedi. Onun heyecanlı ve sabırsız hâlini izlemek hep hoşuna gitmişti. Ama bu kez mesele daha derindi. Melek onun eşi olmuştu. Resmi olarak. Ama bu yetmezdi. Elleri arasındaki titreyen elleri dudaklarına götürüp öptü. Bir bütün olarak Melek'i istiyordu. Eksiksiz birbirlerine ait olmalılardı. Onun ruhunu, kalbini, hayatını. Ve bunu eksiksiz yapmak için buradaydılar.
Nazik ve kararlı bir sesle elini avuçları arasında sıktı.
"Küçük bir sürprizim var."
"Küçük mü?" dedi Hakan kinayeli.
"Çok tatlı bir sürpriz aslında!" Sibel heyecanla cıvıldadı.
"Üçünüzün bildiği bir sürpriz. Çatlatmayın insanı..." Burnunu kırıştırdı.
"Hoş geldiniz gençler."Hoca, ağırbaşlı ve vakur duruşuyla bulunduğu mekâna doğal bir saygı hissi kattı. Yüzünde yılların getirdiği bir bilgelik vardı, derin ama yumuşak bakışları, karşısındaki insanı anlamaya çalışan bir sabır taşıyordu. Sakalı muntazam, kaşları hafifçe çatılmış ama sert değil, aksine huzur veren bir ifadeye sahipti.
Kıyafetleri sade ama tertemizdi.
"Bugün burada çok anlamlı bir birlikteliğe bir mühür daha vurmak için toplandık. Murat ve Melek, siz zaten resmi nikahınız kıyılmış bir çiftsiniz. Ama bazı bağlar vardır ki, onları kelimelerle değil, kalpten verilen sözlerle güçlendirmek gerekir. Allah katında da evlilik için buyrun." Hocanın yüzünde bir telaş ya da acelecilik yoktu. Zamanı başka bir şekilde yaşıyor gibiydi. Gözlerinde yorgunluk değil, huzurun verdiği bir dinginlik okunuyordu. Murat resmi nikah kıyılmadan önce Hakan'ın yardımıyla hoca ile telefonda görüşüp ayarlamıştı.
Melek'in kalbi olan bitenler karşısında hızlandı. Olanları yavaş yavaş anlıyordu. Gözlerini Murat'a çevirdi. Onun bakışlarında hep gördüğü güven, kararlılık, şefkat vardı. Ama bu kez birkaç şey daha eklenmişti. Derinlik... Ağırlık... Birlikte attıkları adıma duyduğu saygı. Murat bu ilişkiye karşı çok dikkatli davranıyordu. Eksiksiz tamamlama gayretindeydi. Hemen evlenmek istiyordu ama hiçbir şeyi atlamadan olması için elinden geleni yapıyordu. Ve Melek'in içinde bir şey kıpırdadı. Aşk, coşkuyla kemiklerini sıkıyordu. "Sen... Gerçekten mi?" Titredi.
"Ben inanamıyorum." Murat nazikçe elini okşadı. Kaşlarını gülümseyerek kaldırıp göz kırptı. Melek heyecanla gözlerini kaçırdı, kısa bir an sessizlik oldu. Düşünceler zihninde uçuşuyordu. Resmi nikah yetmez miydi? Kağıtlar, imzalar, şahitler? Ama içindeki bir ses cevap verdi. Kağıtlar duyguları mühürlemez. Ve o an fark etti. Bu, sadece Murat'ın isteği değildi. Bu, içinde bir yerlerde, kendisinin de ihtiyacı olan bir şeydi. Tamamlanma. Melek derin bir nefes alıp gülümsedi.
Hoca başını hafifçe sallayıp onları rahat edecekleri yere çağırıp oturarak duasını etti. Murat her şeyi düşünmüştü. Sibel arabadan beri taşıdığı çantadan beyaz bir başörtü ve üstünü örtmek için uzun ve geniş bir şalı çıkarıp giymesi için yardımcı oldu. Melek, Murat'ın elini bıraktı ve gözlerini kapattı. Artık hazırdı. Camide hafif bir esinti dolaştı, bir an için dünya sessizleşti. Sadece onların varlığı, onların sözü kaldı geriye. Dua bitip nikah tamamlandığında, Melek gözlerini açtı. Murat ona bakıyordu. O an her şeyin değiştiğini hissetti. Artık resmî bir evlilikten öte, paylaştıkları bir bağ daha vardı. Kelimeler olmadan da hissedilen bir bağ. "Allah bir yastıkta bahtiyar etsin." Hep birlikte ayağa kalkıp hocanın gidişiyle birbirlerine baktılar. Hakan gülerek Murat'ın omuzuna vurdu.
"Kardeşim, resmî olarak da, Allah katında da bitti bu iş! Evli adamsın artık. Bütün bekarlara öncülük edersin." Sibel zıplayarak Melek'e sarıldı. "Ya çok mutluyum. İkinizi de çok tebrik ederim!"
Melek, Murat'a bakarak, hafifçe başını salladı. Aptal bir gülümseme gelmişti ikisine de. Elleri sıkıca sarılmış karı koca olmuşlardı. "Sizi eve bırakalım." dedi Murat, bugünlük bu kadar yeterliydi. Daha fazlası için az biraz daha bekleyebilirdi. Melek'in istemesi lazımdı, nikah ile değil kalben istemeliydi.
Arabaya binip sohbet ederek Lalezar sokağının başına geldiler. Hakan yarı yolda ayrılmıştı. Sibel de iki dakika önce kapısına bırakılmış baş başa kalmışlardı. Bir an önce dudaklarına yapışan gülümsemeyi silmelilerdi. Ama imkansız gibiydi dudakları ikisininde kıvrılmış duruyordu. "Evlendik." Direksiyona kafasını yan koyup Melek'e baktı.
"Öyle oldu." Kızardı.
"Kocam diyecektin şimdi tam zamanı." Gözlerini kırpıştırıp yalandan kaşlarını çattı. "Şimdi mi? Burada..."
"Evet karıcığım şimdi." Hangisini düşüneceğini şaşırdı. Ağzına ne çok karıcığım yakışmıştı. Bütün vücudu bunu kabullendi. Direksiyona doğru yaklaşıp dudaklarını birden öptü. Kısa ama tutkulu. Dudaklarından çekilmeden fısıldadı. "Kocammm!" Murat mıh gibi çakılmıştı. İşveli çıkan cümleler ruhunu okşuyordu. Melek geri çekilince Murat heyecanla titreyerek başını salladı.
"Hadi kendi evimize gidelim." Melek kahkaha atarak Murat'ın kolunu sıktı.
"Saçmalama." Araba hareketlenince Melek'in kahkahası çoğaldı, Murat'ın beline sokuldu. "Saçmalama kocamm! Boşanmak mı istiyorsun?"
"Ölsem boşanmam." Arabayı durdurdu bir iki metre gitmişti. Gözlerini kırpıştırıp gülümsedi. "Ee ben seni nasıl bırakacağım? Babanlarda kalayım mı?"
"Evimde kalamazsın."
"Artık senin evin benim. Benim evimde sensin."
Melek'in telefonu çalınca irkilerek çantasından çıkardı. Telefonu Murat'a gösterip açtı. "Efendim baba." Hayri bey'i dinlerken kendini düzeltti. "Murat ile beraberim eve bırakıyor beni." Yine dinledi. Dinlerken Murat'a bakıp saçlarını parmakları arasına alıp okşadı.
"Geliyorum. Tamam tek geliyorum." Telefonu kapatınca söyleme ihtiyacı hissetti. "Babamı biraz kızdırmış olabilir misin?" Başını onaylayarak salladı.
"Nişanlın yemeğe gelmesin dedi. Ama naz yapar gibi söyledi."
"Bir ay içinde evlensek rıza gösterir misiniz dedim. Olmaz dedi. Kızınız beni kaçırmak isterse bir ay içinde izin verir misiniz dedim hayır dedi. Altı ayda kararlı." Melek şaşırmıştı. Murat önce herkesin istediği şekilde olsun diye uğraşmış sonra gizli olmasını sağlamıştı.
"Kocamm iyi ki seni kaçırmışım." Yanağını okşadı.
"Mükemmel bir kocaya sahibim. Oh be hemde zengin."
"iyi ki seni kaçıracağım dediğinde sana kaçmışım. Oh be dört dörtlük bir karım oldu. Hemde güzel ve akıllı." Etrafta kimseler yoktu. Murat, Melek'i kendine çekip boynuna gömüldü. Kokusunu içine çekip dudaklarını boynuna bastırdı. "İşte şimdi işler benim için zorlaşıyor. Kokun bana ait ve ben ondan mahrumum. En iyisi eve git. Yoksa..." Başını geri çekip parmaklarıyla direksiyonu sıktı. "Evlenince bazı engeller kafada bitiyor. Bu da durumu zorlaştırıyor."
"Ben eve gideyim." Söylediği şeyi onaylarcasına başını sallayarak dışarı çıktı. "Eve gitmem lazım."
Melek bir şeyi farketmişti. Murat kendi evine gitmek için diretseydi sesini çıkarmayacaktı. Babasına bahane uydurup kocasıyla gidecekti. Murat nasıl Melek'i istiyorsa Melek de o denli Murat'ı istiyordu. Ve bunu yeni fark ediyordu. Hızlıca koşup eve girdi. Merdivenlerden çıkarken dışarı çıkıp arabaya binmek istedi ama kendini durdurdu. Kalbi ile aklı artık Murat diyordu vicdanı ise babasından yanaydı. Eve girip babasına sarıldı. Dört kişi bilse de artık evliydi.
*****
Üç hafta sonra
Trafiğin yoğun olduğu sabah saatlerinde Salih, sürdüğü arabasının klimasını kapatıp pencereyi yarım açtı. Nefes almakta zorluk çekiyordu. Hızını arttırıp bir an önce vücuduna baskı yapan ağırlıktan kurtulmak istedi. Ne çare, kurtulmak için ne yapacağını bilemeyecek kadar çaresizdi. Nihayet büyük demir parmaklıklı mekana gelmiş arabaların park ettiği yere bırakmıştı. Kimseler yoktu zaten bu saatlerde kim olacaktı? Hava daha yeni yeni aydınlanıyordu.
Bir süre elleri ceplerinde mıcırlı yolda yürüdü. Eskimeye başlamış çeşmenin yanına yaklaştı. Akan buz gibi suda ellerini yıkayıp ıslak ellerini sızlayan alnına götürdü. Başı fazlasıyla ağrıyordu. Ağrı eşiği yüksek olsa da bu ağrı farklıydı. Aylardır çektiği ağrı ne ilaç ile ne masaj ile azalıyordu. Çamur olmuş mermeri avuçlarına aldığı suyla yıkamayı her zamanki gibi es geçmemişti. Çeşme şimdi daha temizdi.
"Hoşgeldin amca, şişeye su doldurup getireyim mi?" On yaşlarındaki küçük çocuğun sesiyle zor olsada gülümsedi.
"Sabah sabah yatakta veya okulda olman gerekmiyor mu? Afacan okulun yok mu? Bu işlere abin bakmıyor muydu?"
"Ehh be amca, ha o, ha ben, ne farkeder?" dedi yaramaz küçücük aklıyla... Salih, arada abisine yardım ederken gördüğü çocuğun haline acımış gibi görünmemek için beş kiloluk boş şişeyi parmağıyla gösterdi. "Doldur bakalım aslan parçası..." Çocuk verilen görevi çabucak yapmak için şişeyi alıp çeşmenin ağzına verdi. Siyah saçları berbere hiç gitmediği için omuzuna kadar inmiş. Gözleri de saçlarının karalığıyla birebirdi. Yanakları soğuktan kızarmış, dudakları titriyordu. Üflesen düşecek gibi zayıftı. Şişenin dolmasıyla siyah gözleri ışıldadı. Kucağına alıp tutmayı düşündü ama biraz ağırdı. Küçük kollarını iki yana açıp esneterek tekrar kucaklamak için şişeye sarılmıştı ki, Salih bir çırpıda bir eline şişeyi, bir eline çocuğun elini aldı. "Bu işleri amcalara bırak. Senin görevin benim elimi tutmak olsun." demesiyle çocuğun kaşları çatılmıştı. "Amca, öyle para kazanılmaz." diyerek atarlandı. Rengi solmuş dudaklarını büzüp başını kaldırdı.
"Benim görüşüme göre kazanılır. Sen biliyor musun kaç yıllık ticari deneyimim var? Daha dere'sin, deniz gibi bütün ağırlığı omuzlarına almaya gerek yok. Hadi bakalım aslan parçası." diyerek göz kırptı. Çamurlu yola girmeden çocuğun elini bırakarak cebinden beş tane iki yüz lira çıkarıp avuçlarına sıkıştırdı.
"Hadi bugün evine git. Hava soğuk sende hasta olma. Tamam mı küçük adam." Çocuğun elindeki paraya şaşkınlıkla bakması görülmeye değerdi. Tam olarak anlamadığı içinde biraz tedirgindi. Annesinin daha dün diktiği küçük cebinde iki liradan başka parası yoktu.
"Amca, bu parayı nerede bozduracağım? Bozuk paran yok muydu?" diye dudaklarını bükerek paraya döndü. Salih küçük çocuğun ara sırada sevildiğini düşündüğü saçlarını okşayarak gülümsemişti. "Hepsi senin hakkın. Okulunu sakın işe girmek pahasına terk etme. Abine de söyle kazandığınız bütün paranın iki katını size her ay ben vereceğim. Tek şart okula gitmeniz." Çocuğu oracıkta bırakıp sabah yağan yağmurun çamurlu hale getirdiği yola girdi.
Nihayet gelmişti. Haftalardır gelmiyordu gelmediği için de rüyaları kabusları ağrıları bitmek bilmemişti. Yine karısının dediği olmuştu. Ayağına kadar getirmişti. Mermere oturup gözlerini yumdu. Yasemin Saraç yirmi altı yaşında ölen biricik karısı. Öfkesini, nefretini, çığlıklarını hatırladı. Ölmeden günler önceye kadar süren hakaretleri... Doktor demişti kullandığı ilaçlar ağır olduğundan alttan almanız gerekiyor. Almıştı da... ne derse desin ses etmeden sakinleştirmek için sarılıp konuşmaya çalışırdı. Çoğu zaman işe yaramazdı. Eskiyi hatırladı sanki unutması mümkünmüş gibi.
"Esila hangi cehennem de kalıyorsa orada gebersin. Gebersin o kadın." Salih hala Yasemin'e sarılmaya çalışıyordu. Yasemin geri çekilip öfkeyle yüzüne tokat atarak itti. "Sen benim kocamsın. Lanet olası bir bebeğimiz var. Ve onun mektupları bu evde. Aşağılık bir o*rospu o." Salih ne diyeceğini şaşırmıştı. Esila ve evlenmeden önce yazılan mektuplar yüzünden günlerdir zorluk çekiyordu. Bugünlerde Yağmur'u da korumak zorundaydı. Ne zaman kavga etseler Yasemin gerekçe olarak Esila veya kızını sebep gösteriyordu. Yasemin söylemese Esila'nın tek taraflı aşkından haberi bile olmazdı. Mektupları o bulmuştu o göstermişti ama suçlu olarak Salih'i gösteriyordu. Her gün ettikleri kavgalara rağmen yine de umursamadan devam etmek istiyordu ama karısı izin vermemek için elinden geleni yapıyordu. "Emin ol mektuplarda yazan şeylerin onda birini Esila da hatırlamıyordur. Başkasını sevmiştir. Yurtdışında yaşıyor alakamız yok anla artık. Kimse bu kadar uzun zaman tek taraflı bir aşkı istemez. Sakinleş lütfen. Hadi dışarı çıkalım. Yağmur'a da iyi gelir sana da." Salih ne derse desin onu duymak istemedi. Mektuplardan birini çıkarıp öfkeyle çığlık attı. "Ondan nefret ediyorum. Yazdıklarından nefret ediyorum. Yağmur'dan da nefret ediyorum." Kağıdı yırtmak istiyordu ama Salih'in canını yakmak için etrafta dönerek okumaya başladı.
{ Sevgili...
Sana nasıl sesleneceğimi bilmiyorum. En iyisi Saygıdeğer Salih Saraç...
İsmini her andığımda içimde bir yangın kopuyor, dudaklarıma hapsolmuş bir dua gibi yankılanıyor. Bilmeden, istemeden seni sevmenin günahını işledim belki de... Ama bilsen de bilmesen de, ben seni kalbimde bir sır gibi saklıyorum. Seni korkutmadan, canını yakmadan canım yana yana seni kendime sakladım.
Sana bakarken içimde çiçekler açıyor, gözlerin gözlerime değdiğinde dünya duruyor sanıyorum. Ama sen bana hiç benim baktığım gibi bakmıyorsun, bakmayacağını da biliyorum. Yine de her anını ezberledim. Kahveni nasıl içtiğini, hangi şarkıyı dinlerken iç çektiğini, yorgunluğunu saklamaya çalışırken yüzüne düşen o gölgeyi... Hepsini ezbere biliyorum. Ama sen benim seni sevdiğimi bilmiyorsun, görünen o ki bilmeyeceksin.
Bir gün, bir an, en ufak bir ihtimalle beni fark edersin diye yaşıyorum. Adımı sevgiyle söylesen, bir kez gülümsesen, dünya benim için dönmeye değer olurdu. Ama sen başka bir dünyada yaşıyorsun. Bana ait olmayan, asla da olamayacak bir dünyada...
Sana kızamıyorum, senden vazgeçemiyorum. Seni unutamıyorum. Kendimi avutuyorum bazen, belki başka bir zamanda, başka bir hikâyede... Ama hayır, biz hiçbir hikâyede yan yana yazılmadık. Sen buna izin vermezsin. Ben, sevdiği masalın içinde tek başına kalmış bir çocuğum. Sen bana çocuk gözüyle bakıyorsun.
Bir gün bu mektubu okur musun bilmiyorum. Diğer mektupların yanına koyup saklayacağım. Ama eğer bir şekilde ellerine ulaşırsa, bil ki ben seni sevdim. Hem de hiç karşılık beklemeden, hiçbir şey istemeden, sadece sevdim. Ve seni hep uzaktan izleyen biri olarak kalacağım. Birgün evlenirsen çok mutlu olman için senden uzaklaşacağım.} Mektup bittikten sonra buruşturup Salih'in yüzüne attı.
"Ne hakla sana bu kadar aşık olur? Bu hakkı ona kim verdi?"
"Güzel karıcığım çoktan beni unutmuştur." Sakinlikle gülümsemeye çalıştı. Çıldırmamak elde değildi. Küçük bebeğini odada yeni uyumuştu. Korkarak kalkmasını istemiyordu ama mümkün değildi. Karısının hastalığı ağırdı kullandığı ilaçlar aklını bulandırıyordu. "Tamam gel yatalım uyumak iyi gelecek. Akşama doğru temiz hava almaya çıkarız."
"Hayır... Tek dileğim ölene kadar acı çek Salih Saraç! İnim inim inle Salih Saraç!"
İrkilerek geçmişten sıyrıldı.
Bir saattir Yasemin'in mezarına buğulu gözlerle bakıyordu. Soğuk rüzgarın uğultusu genç adamın titreyerek taşa oturmasına neden olmuştu. Önünde durduğu kuru toprağı eliyle eşeliyerek üstünde biten çalı çırpıyı temizledi.
"Nihayet bugün geldim. Bir aydır ne diyeceğimi bilmediğimden gelmeye cesaretim yoktu. Çok içten ettiğin duan kabul oldu. Acı çekiyorum... Artık bana görünüp acıyan gözlerle bakmanı istemiyorum. Seni hep beni seven benim sevdiğim, çocuğumun annesi olarak hatırlamak istiyorum. Belki diyeceksin benim ne suçum var diye! Bu hastalık seni benden uzaklaştırmasaydı ben senden geçmezdim." Ayağa kalkmasıyla rüzgar yüzünü yalayıp esti. Ağaçların ötesinde bir gölge onu izlediğini o anda görmüştü. Birkaç adım yaklaşarak dikkatli bakmaya uğraştı. Mezarda yatan birinin yakını mıydı diye içinden geçirmeden edemedi. Aklına farklı şeyler getirmek istemiyordu. Biraz daha oyalanıp yine izlendiğini düşünüp başını çevirdi.
İzliyordu... Yüzü belli olmasa da ağaçların arkasından, yaprakların arasında izliyordu. Siyah, tiril tiril bir elbisenin içinde saçları dağılmış göz ucuyla ona bakan kimse merak etmişti. Merakına söz geçiremeyip adımlarını oraya yöneltti. Ağaçların yanına yaklaştıkça rüzgarın sesi kulakları sağır edecek gibi hızını arttırıyordu.
"Kimsiniz?" dedi ses yoktu. O yaklaştıkça ağaçlar uzaklaşıyor gibi his veriyordu.
"Kimsiniz?" dedi, yine ses çıkmadı ama saçları yüzünden çekilmeye başlamıştı.
"Yasemin!" demesiyle ağacın arkasında ki gölge iyice ne belirginleşti. Salih olduğu yerde kalmış dizleri üstüne çöktü. Çamurlu yol, dizlerini bir anda toprağın içine soktu. "İzleme artık beni! Ettiğim yemini tutmak çok zor. Seni böyle hatırlamak istemiyorum." diye avazı çıktığı kadar bağırdı.
Yağmur bardaktan boşalırmışcasına birden bastırdı. Salih su içinde kalmış olmasına rağmen Yasemin kupkuruydu. Sadece izliyordu.
"Dayanamıyorum! Yasemin, bana yaptığın eziyete dayanamıyorum. Esila'yla üç hafta oldu başlangıç yapalı. Yeter artık, bırak beni mutlu olayım." diye konuşmasını bitirip yüzünü yere indirdi. Başını ıslak toprağa vururken tek düşündüğü kulağına dolan Yasemin'in sesiydi. Çok yakın bir o kadar uzaktı, sesi... Başını kaldırıp bakmaya bile gücü yokken yumruklarını da toprağa sürüp havalandırdı.
Saliseler, saniyeler, dakikalar geçmişti ki, Yasemin'in adımlarını akabinde her kelimede şaha kalkan sesini duydu.
"Beni burada yalnız bırakma! Beni burada yalnız bırakma! Yanıma gelmen gerekiyor. Eski günlerdeki gibi, beni sevmen gerekiyor. Sadece beni, sadece beni, sadece beni..." dedi tekrar tekrar... Salih kulaklarını sıkıca kapatıp başını toprağa vuruyor. Bir yandan da başka anılar düşünüyordu. "Kızım beni bekliyor. Esila beni bekliyor. İkbal anne beni bekliyor. Yalvarıyorum bırak..." Birden sağanak misali yağan yağmur kesildi. Kararmaya başlayan gökyüzü, bulutlara emanet ettiği güneşine kavuştu. Salih çamurlanan saçlarına aldırış etmeden gözlerini kısarak yere indirdiği başını hafifçe kaldırıp etrafına baktı. Titriyordu. Kimseler yoktu. Yetmezmiş gibi üstü ıslakta değildi. Delirdiğini içten içe düşünüyordu. Eli kalbinde, gözü her an gelecekmiş gibi etrafta, arabasına binerek uzaklaştı.
Sürdüğü arabanın direksiyonu kendi ellerinin titremesi yüzünden kontrolü tam anlamıyla ele alamıyordu. İki kere kazaya sebebiyet verecekti. Dişlerini sıkıp sağa sonrada ışıklardan sola döndü. Tek yaptığı tabelalara bakmaktı. Daha önce geldiği doktorunun özel muayenesini tam olarak nerede olduğunu bilmesede arıyordu. Telefonundan doktorun numarasını aramak için eline almıştı ki, büyük binanın üstüne konumlandırılmış yazıyı gördü. Nöropsikiyatri, Yavuz Akat... Arabayı yasak olduğu halde caddenin ortasına bırakıp binaya girdi. Üçüncü kata gelene kadar koştu. Nefes almakta zorluk çekerken bile devam etti. Hastalar için yarım açık bırakılan kapıdan içeriye girip sekreterine randevusu olmasa da görüşmek istediğini belirtip boş koltukların birinde beklemeye başladı. Bir saat sonra hasta odadan çıkmış sıradaki hastayı almak için sekreter, doktorun odasına geçmişti.
"Salih Saraç, doktor bey sizi bekliyor." diyerek gidilmesi gereken yolu gösterdi. Genç adamın elleri titreyerek ayağa kalkıp başı dimdik sekreterin arkasında yürüdü.
Uzman doktor Yavuz Akat, koltuğunda iki ay önceye kadar sık sık gelen, tanı koyulduktan sonrada hastalığını kabul etmeyip ortadan kaybolan hastasının kaydına bakıyordu. Kapının açılmasıyla yaşlı yüzüne geniş bir gülümseme sundu.
"Hoşgeldiniz Salih bey, buyrun lütfen." Genç adamın oturması için belirttiği sandalyenin karşısına da kendisi oturup arayı açmamaya çalıştı.
"Nasılsınız?" Elli beş yaşlarında burnunun üstündeki gözlükle kahverengi gözlerini kıstı. Güleç bir suratı genetik kır saçları vardı.
"İyi değilim! Söylediğiniz hastalığı kabul ediyorum. Tam emin değildiniz eğer teşhisiniz doğru ise lütfen yardım edin. Kurtulmak istiyorum, iyileşmek, sevdiğim kadın ve çocuğumla mutlu olmak istiyorum. Yardım edin! Bazen etrafımda sadece bana bakıp susuyor, bazen yanıma doğru adım atarken bazen de dudakları sussada kulağıma onun beni yanına çağırma sesi geliyor. Yağmur yağıyor ama sanki birden hiç yağmur yağmamış gibi her yer kupkuru oluyor. Yerimden kıpırdamadan düşüyorum." demesiyle başını elleri arasına alıp sıktı.
"Başım durmadan ağrıyor. Patlayacak gibi." Doktor Yavuz, yerine geçip bilgisayar'daki kayıttan geçmişine baktı.
"Sadece hanisülasyon görüyorsunuz öyle değil mi?"
"İki ay önceye kadar evet... Şimdi ise farklılaştı." dedi keskinlikle. Doktor Yavuz, genç hastasını sessizce dinleyip gözlerini anladım manasında kapatıp açıyordu. Salih'in anlattıkları bitince gülümseyerek konuşmayı kendisi devraldı. "Size sorduğum sorulara içtenlikle cevap vermeniz çok önemli. Emin olmam gerekiyor. Hangi boyuta geldiğinizi anlamam gerek." dedi, eline kalem alarak boş kağıda tarih ve saati yazdı. Bilgisayara yazmayı sevmezdi. Hastalarla aralarındaki bağı kuvvetlendirmek, robot gibi davranmamak için bu şekilde davranıyordu. Para çeken doktor olarak anılmak yerine hastaya arkadaş edasıyla yaklaşıyordu. Elini yumruk yapıp öksürürken ağzını kapadı.
"Başlayalım mı?" diyerek Salih'e baktı. Başlaması için kendisinden önce hastasının hazır olması gerekiyordu.
"Başlayalım." Aldığı cevapla mutlu olduğunu belli ederek ilk sorusunu sordu. "Sanrı, varsanılar hangi sıklıkla devam ediyor." demesiyle Salih hiç düşünmeden cevapladı. "Haftanın her günü olduğu da oluyor. İki haftada bir olduğu da. Son günlerde çok sık!"
"Karmaşık, anlamlandırılamayan konuşmalar yaptığınız oluyor mu?
"Son günlerde yapmadığım şeyler yapmaya başladım." diyerek geçen gittiği toplantıyı hatırladı. "Gittiğim toplantıda iş ile alakası olmayan her konuda konuştum. Ne dediğimi tam olarak hatırlamıyorum ama saçmalamaktan patronum Murat kurtardı.
"Davranışlarda bozulma, mesela değişik tavırlar sergilediniz mi? Sesler duyuyor musunuz?" dedi Salih'in yüzüne bakarak genç adam öylece düşünüyordu. Doktor başını sallayıp cevabını almış kağıda bir şeyler daha ekledi. "Duyuşsal donukluk, konuşmama gibi sorunlarınız da var." diye noktayı koydu.
Salih, hasta olduğunu artık kabul ediyordu. Üzüldüğü tek şey sevdiği kadına verdiği ümitti. Keşke öpmeseydim dedi beyni her zerresine kadar... Günlerdir birlikte vakit geçiriyorlardı. Baş başa restoranlarda yemek yemek birlikte sohbet etmek. Korkuyordu... Hastalığının ne denli tehlikeli olduğunu bilmemek dahada korkutuyordu. Dudaklarını yalayıp gözlerini sımsıkı kapattı. "Hastalığım gerçekten geçen anlattığınız gibi tehlikeli mi? Sevdiğim insanlara zarar verebilir miyim?"
"Hastalığınız paranoid şizofreni, hastalık sınıflamaları içerisinde, en kesin tanı koyulabilen ve özellikleri en az değişkenlik gösterenlerden biri. Artık teşhisten eminim. Bu hastalığın başlangıcı genellikle sinsidir ve farkına varılması çok zor olabilir. Hastalığın başlangıcı diğer şizofreni tiplerine benzer, ancak diğer alt tiplere göre biraz daha ilerleyerek kendini gösterir. Ayırt edici özellikleri daha sonra sabitleşerek netleşir. Daha önceki gelişinizde yaptığımız nöropsikolojik test ve bilişsel testlerde belirtiler azda olsa vermişti." diyerek teskin edici kelimeler bulmaya çalıştı. "Hafiflesin diye elimden geleni yapacağım." Birçok söze gerek vardı ama genç adamın çaresiz eğdiği başı, hiç durmadan akan yaşları sakinleşmesini beklemeye itiyordu.
"Şizofreni miyim? Yasemin'i beynim mi görmemi sağlıyor? Ben mi onun gelmesine aracı oluyorum?" dedi, kendine inanamıyordu. "Eski eşim benim kollarımda öldü. Sonra kızım, hastalık yüzünden yıllarca acı çekti. Yeni yeni kendine gelmeye başladı. Beni çok seven, herkesten, her şeyden çok seven kadına aşkımı itiraf ettim. Olacak şey değil. Ben nasıl kızıma derim ben hastayım? Nasıl sevdiğim kadına delirdiğimi açıklarım. Yıkılır..." demesiyle ayağa kalktı.
"Ben hasta değilim. Sadece mutlu olmak istiyorum." Ruh hali değişkenlik gösteriyordu.
"Sakın vazgeçmeyin elimden geleni yapacağım. İlaç tedavisiyle başlayalım. Lütfen siz düşünün lakin reçete yazdığım bu ilacı mutlaka alın ve kullanın." Salih, binadan çıkmasıyla arabasına atladı. Reçete elinde buruşmuştu. Binanın altında ki eczaneye gitmek için bindiği arabadan indi.
****
Murat, alışveriş merkezinde Melek'i her an kaybedekmiş gibi sarmış, yürüyordu. Önünde çocuklar gibi şen Esila da arkasına dönüp yerinde duramadan zıplıyor. Gelip geçenlerin kınayan yüzlerine aldırış dahi etmiyordu. "Bu kızı peşimize ne diye aldık ki? Çikolata versem deli danalar gibi koşmayı keser mi? Salih ile sevgili olduğundan beri huyu suyu değişti. Ele avuca sığmıyor." demesiyle Melek'e göz kırptı. "Burada hiç çikolata satan yer var mıdır?"
"Abartma Murat, Esila kimseyi rahatsız etmeden eğleniyor. Hem her zaman ele avuca sığmıyordu. Yıllardır istediği şey oldu diye kızın burnundan getirme." demesiyle başka yöne baktı.
"Sen Salih ile sevgili oldular diye niye bu kadar dert ediyorsun? Abi kıskançlığı gibi ama, neyse." Melek sevdiği adamın burnunu sıkıp göz kırptı. "Bütün abiler böyle, biraz sinir bozucu oluyor mu? Yani ona göre uzaklaşalım." Murat tatlı bir gülüşle karşılık verip iç giyim mağazasının yanından geçerken dudaklarını bastırdı. "Yüzde elli indirim, yeni sezon yazan yerde mutlaka satılıyordur. Tıklım tıklım çikolata almak için içeriye giriyorlar. Hele hele vitrinde ki cansız mankenlerin giydiği kıyafetlere bak sen! Kıyafeti biz giydirdik çikolatayı da siz hayal edin diyorlar herhalde." Melek'in kızaran yanaklarını sıkıp üst katı işaret etti. "Yemek katı yukarıda olduğuna göre bu kat konuyu değiştirme katı olmalı."
"Off Murat, anladık! Her zaman nasıl konuyu utanacağım şeye getirebiliyorsun bravo."
"Esila iyi ki gelmiş. Yoksa seni alışveriş merkezinde her bulduğum kuytu köşede kıstırıp..." diye devam ediyordu ki, Melek yanından koşarak Esila'nın koluna girdi.
"Demek istediğim alışveriş merkezinde o işlemi yapacak yer yok. Hem ben ne dedim? Kendisi konuyu açtı ben devam edince kaçıyor."
Bugünkü plan, sinema, yemek en sonunda da dışarıda gezme olacaktı. Film seçmek için afişlerin olduğu yere gittiler. Murat, gerilim filmi olmasını, Esila romantik dram olmasını istemişti. Melek, hangisinin isteğini kabul edeceğini düşünüp kollarını önünde bağladı. Romantik filmleri çok severdi ama dram olması mutlaka birinin ölüp gideceğini gösteriyordu. Gerilim filminde ise sevdiği hiçbir şey yoktu. "Çiçeği burnunda nişanlı ben olduğuma göre isteğim oylama yapılmadan onaylanacak." diyerek ikisini de seçmeyeceğini belirtti. "Kötü Kedi Şerafettin'i izleyeceğiz. Biletler bitmeden alalım." diye sırıttı. Esila afişe bakıp kaşlarını kaldırdı. "Ya ben animasyon sevmem ki! Başka seansa gireceğim."
"Kuzen ağzına vuracağım. Ben bütün karizmamı yerle bir edip kabul ediyorsam sen hayli hayli kabul etmelisin. Şimdi bu çirkin kedinin filmini izleyelim." demesiyle Melek'in gülen yüzünü avuçları arasına alıp Esila'dan uzaklaştırdı. "Karıcığım seni burada bir kere öpeyim mi?" Burnuna burnunu değdirip genç kadının kızarmasına sebep oldu. "Hayır Murat! Çenesini dikleştirdi.
"Bana bak kocamm beni kendinden boşanmak zorunda bırakma. Sırnaşıp durma evli olduğumuzu anlayacak." Cilveyle söylemişti. Göz kırparak elini uzattı. "Hadi, filmi izleyelim." dedi aynı tatlılıkla.
"Ben seni izlerim sende filmi. Zaten evlendik yine aynı her şey. Ne anladım bu işten. Tek değişen şey köşe bucak benden kaçıyorsun. Aynı odada ikimiz varsak da kaçıyorsun. Ekseriyetle benden kaçıyorsun."
"Hışş! Duyacak sessiz ol."
"Aman kimse duymasın. Karı koca mıyız yasak aşk mı yaşıyoruz belli değil. Ödün patlıyor." Esila'ya üç haftadır söylememişlerdi. Melek bir ara söylemek istemişti ama bir deneme yapıp sonra vazgeçmişti.
Melek evlendiğinin dördüncü günü Esila'ya Murat ile kaçmak istediklerini söyleyip iki saat beklemiş. Esila nefes almadan Fahri bey, Serpil hanım, Hakan, Sibel'i arayıp bu heyecanlı haberi paylaşmıştı. Aslında niyeti hiçbir zaman kötü değildi ama ağzını tutamıyordu. Murat, Fahri bey'i Melek de Serpil hanımı sakinleştirmek için şaka yaptıklarını söyleyip çaba harcamışlardı. Yani evlendiklerini söylerseler ne olacağının küçük bir gösterisiydi. Esila ağzını tutamıyordu.
Murat, elleri cebinde Melek'in biraz ilerisinden yürüyordu. Göz ucuyla ona baktı, Melek ise çevresine dikkatle bakarak ondan uzak duruyordu. Murat bunu başka türlü yorumlamıştı. Biraz yanına yaklaşıp omuzlarını kaldırdı. "Beni bu kadar göz ardı etmene gerek var mıydı?" diye sordu, sesi hafifti ama alttan alta sitem doluydu. Melek duraksadı, bir an göz göze geldiler. "Ne diyorsun öyle bir şey yok?" dedi, anlamazlıktan gelerek. O da farkındaydı bu tavrının sinir bozucu olduğunun. Murat gülümsedi ama içinde bir şeylerin burkulduğu belliydi. Sinema salonuna girdiler. "Öyle bir şey yok mu? Sen buna inanıyor musun?"
"Evet Murat."
"İyi... Sen önden yürü, ben de rastgele bir koltuk bulup otururum artık." Melek kaşlarını çattı. Onun gönül koyduğunu anlamıştı ama Murat doğrudan dile getirmeyecekti, bu belliydi. Derin bir nefes aldı, biraz yaklaşarak alçak sesle konuştu. "Yan yana oturacağız tabii ki, yanlış anlama..."
Murat gözlerini kırptı, dudaklarında belli belirsiz bir gülümseme vardı. "Yanlış mı anlamışım, emin misin? Benim yanımda oturunca seni yememden korkmuyor musun? Kaç haftadır hırsız polis oynuyoruz seninle." Melek gözlerini devirdi. "Murat..."
Murat hafifçe başını eğip gözlerini devirdi. "Tamam, tamam. Ama evli olduğumuzdan bu kadar kaçmasan da olurdu. Büyük bir günah işlemişiz gibi davranmam üzüyor." Melek derin bir nefes aldı. "Görmesinler diye dikkat ediyorum. Esila duyarsa olay çıkar." Murat başını salladı, sesi hala aynı tatlı alaycılıkla çıktı. "Haklısın. Sonuçta ben sadece gizli saklı, adı var kendi yok bir kocayım." Melek ters ters baktı ama Murat yine de gülümsedi. "Tamam, takılma. Hadi oturalım yerimize. Şu kediyi izleyelim." Melek iç çekti. Murat'ın kırıldığını biliyordu ama bunu böyle kapatacağını da...
Esila, arkada Salih'e mesaj atmakla uğraştığından film başlayana kadar aramalarına cevap bekleyecekti. Beş aramasına da cevap verilmemiş olması canını sıkmıştı. Yasemin'in mezarına gideceğini biliyordu. Son zamanlarda konuşurken uzun bir süre dalıyor alakasız sohbetler ediyordu. Esila her konuda destek olmaya çalışıyordu ama bazen bu da işe yaramıyor gibi görünüyordu. İlişkileri hafif çatlıyor gibi olunca Esila tatlı tatlı düzeltmek için çaba harcıyordu. Sevgililerdi ama, aması vardı. Ve kimse buna tam olarak kafa yormuyordu. Belki Salih'in anlatmayacağını bildiklerinden izlemek ile yetiniyor olabilirlerdi.
Sonbahar olmasına rağmen geçen yaz aldığı yazlık, sıfır kollu elbisesinin omuzundan düşen askısını yukarı çekti. Herkesin hırka giydiği şu zamanda. Yaşadığı karmaşık aşk, sıcak yaz güneşi gibi vücudunu kavuruyordu. Dudaklarını yalayıp Salih'in geçen haftalarda yaptığı öpücüğün tadını almaya çalıştı. Mutluydu... Dudakları düşündüğünden daha çok onu benimsemişti. Ondan aldığı tek öpücüğü oydu. Sevdiği erkek en sonunda buzlarını kırıp kalbini açmıştı. Araları eskiye göre çok iyiydi. Sesli mesaj gönderip kapı kapanmadan salona girmeye karar verdi.
"Salih, seni aradım, açmadın? Merak etme, niye cevap vermiyorsun diye sormayacağım. Seni sıktığımı düşünmeni istemem. Bugün pazar günü ya, belki gezmek istersen ve kimseyi bulamazsan ben burdayım demek istedim. Mesela yemek yeriz, sohbet ederiz belki bana evlenme teklif etmek istersin belki ben ederim. Yanlış anlama, bu konuda sıkıntıya sokmak değil amacım. Sadece güneş odama vururken göğsünde kalkmak, Yağmur, kızım olacak ya, şen sesiyle kahvaltı hazırlamak, kocacığım demek, karıcığım sesini duymayı merak ediyorum. Neyse Melek, Murat ve ben animasyon izlemeye sinemaya geldik. Aslında girmeye bilirdim ama evlenirsek ailece film izlemeye geliriz diye öyle gelen aileleri izleyip bende böyle olacağım diyeceğim. Kafan karıştı değil mi? Karışmasın ben her şeyi hallederim. Kendi kendimi mutlu etmeyi çok iyi biliyorum. Seni seviyorum, biliyorum sende beni sevmek için elinden geleni yapıyorsun. Merak etme beni seveceksin, benim aşkım ikimize de yeter." Sesli mesaj gönderip hızla salona koştu.
Film bitmiş herkes mutlu bir şekilde salonu terk ediyordu. Murat bir an olsun elini bırakmadığı karısının keyifle etrafı izleyen yüzüne odaklandı. Kalbini volkan misali çarptıran bu kadınla hemen herkesin bileceği şekilde tekrar evlenmek istiyordu. Arada kırılıyordu sonra onu da anlayıp kırgınlığı geçiyordu. "Akşam babanla evlilik tarihini konuşalım mı? Sonrada evlenelim." dedi ciddiyetle, Melek gözlerini devirerek şakaya vurdu. "Oldu, haftaya düğün olsun ister misin?" Esila burada diye sıradan konuşmalar dışına çıkmıyorlardı.
"Olsun..." diye cevap verdi. Melek, Murat'ın ciddi olduğunu anlamış belli etmemeye çalışıyordu. "Eve geç kaldım." dedi konuyu kapatıp, Murat içinden kopan fırtınalara dayanamayıp Melek'e sarıldı. "İşte bunun olmasını istemiyorum. Eve geç kaldım lafı benim yanımda değil ben yokken söylenmeli. Ben artık rahat bir şekilde karıcığım akşam ne yemeği yapalım diyeceğimiz an'a geçmek istiyorum. Sürpriz olarak küçük patiklerle hamile olduğunu duymak istiyorum. Elini sıcak sudan soğuk suya dokundurmayacağım demek istiyorum. Çocuk ruhlu bir kadının ruhuma, benligime işlemesini istiyorum. Kadınım olmanı, erkeğin olmak istiyorum. Soyadının Kapya değil Arsel olarak değiştirmeye nüfus müdürlüğüne seninle gitmek istiyorum. İstediklerim çok gibi görünüyor ama değil." diyerek yüzünü astı. "Benimle bu ay bitmeden birde herkesin önünde evlen... Seni eve bırakmak içimden gelmiyor. Senin yatacağın oda gezeceğin yer bizim evimiz olmalı."
"Bu kadar sabırsız olman, işleri zorlaştırıyor. Bir ay içinde evlenmek demek, yangından mal kaçırmakla aynı. Bizi belli ediyorsun. Zaten evliyiz bu yetmez mi?"
"Yetmiyor! İşleri zorlaştıran ben değilim sensin. Kağıt üzerinde karım olmaya devam ediyorsun." diye tavrını koydu. Evlenmişti ama kağıt üzerinde evlilikti.
"Senin kokunu rahatça içime çekemiyorsam, bu yetmiyordur. Ya evliyiz biz evli." diyerek Melek'in yüzünü kendine yakınlaştırdı. Esila'yı bir an unuttu. Neyse ki, uzakta telefona o kadar dalmıştı ki ikisini fark edemiyordu. Öpmek için eğildiği anda genç kadın itekledi. "İşte bu yüzden benimle evlenmen gerek. Benim olduğunu söylediğin halde öpmeme karşı çıkıyorsun. İnanılmaz kuralların var, yıkamıyorum. Yıkmama izin vermiyorsun. Bir an duvarların olmuyor sonra günlerce o duvarları aşmak için çırpınıyorum." demesiyle karşısından çekildi. "Altı ay mı bekleyelim? Tamam bekleyelim lanet olası altı ay bekleyelim. Evli değilmiş gibi nişanlı gibi davranacağım. Hiç endişen olmasın. Herkesin içinde evlenene kadar eşim olarak görmeyeceğim seni."
"İyi olur." diye söylenerek çenesini dikti. "Bu sayede evli olduğumu düşünmeden rahat bir uyku uyurum."
"Ben gerçekten de seni anlamıyorum. Bu kadar dert olduğumu bilseydim keşke." Melek şaşkınlıkla başını mozaik cam desenlerinin biçimlendirdiği tavana dikti. Oflayarak gözlerini kıstı.
Murat, Melek'in düşünmesini ona hak vermesini umut ederek birkaç dakika yalnız bırakmak için gitmeye karar vermişti. "Ben arabada bekliyor olacağım. Esila'yı da alıp gelirsin zahmet olmazsa." Cevap beklemeden ayağıyla yere vurup yürüyen merdivene yöneldi.
Murat gözden kayboluncaya kadar başını tavandan kaldırmamıştı. Esila ile birlikte lavaboya gidip kıstığı gözlerini devirerek çantasından telefonunu çıkarıp babasını aradı. "Kimi arıyorsun?"
"Babamı..." Hayri bey bir buçuk haftadır Konya'daydı. Tatilini uzatmıştı köyünü o kadar özlemişti ki ayrılmak içinden gelmiyordu. "Eve dönsün artık bir hafta içinde herkesin önünde evlenmek istiyorum. Babam kabul etmiyor ama edecek." Telefon kapalıydı. Köyde birçok yerde telefon çekmiyordu.
Esila, arkadaşı konuşurken tek yaptığı elini çenesinin altına yerleştirip düşünmekti. Aklına biri geliyordu ama nasıl söyleyeceğini bilmiyordu. Yengesini çok iyi tanırdı. Yanlarında olmak şöyle dursun arayı açmak için her şeyi yapabilirdi. Daha mantıklı bir çözüm gerekiyordu. Dudağını yalayıp elini şıklattı. "Buldum! Mükemmel, dahiyane bir çözüm."
"Ne?"
"Hamile olduğunu söyle. Yengemi en savunmasız bırakan küçük bir bebek olur. Hemen evlendirir. Birde kaynananı arayıp oğluyla evlenmek istemediğini söyle... Bebeğe tek başına ben bakacağım de... Sonrada aldıracağım de... Hassas noktası olduğu bizzat benim tarafımdan kanıtlanmıştır. Bu tarz olaylarda bebek için en iyi olanın yapılmasını söyler."
"Ya babam! Saçmalama lütfen! Zaten yengenin gözünde önemsiz biriyim iyice değerim alt üst olsun." dedi kızgınlıkla.
"Babana da şöyle diyelim. Yengeme hastalık etki etmez ama Hayri amcaya Murat'ın hasta olduğunu söylersek işe yarar. O zaman bahaneler üretiriz." Melek şaka yaptığını düşündü. Ama Esila saçmalarken şaka yapmazdı.
"Hayır böyle bir şey yapmayacağım. Ne saçma şeyler buluyorsun."
"Denemekten ne çıkar. İzin vermezse şaka yaptığını söylersin."
"Ya öyle kolay oluyor mu bu işler? Bu işi unut." Ellerini yıkayıp dışarı çıktılar. Arabaya bindiklerinde Murat gülümsedi ama kırgın olduğu belli oluyordu. Evliliklerinin böyle olacağını biliyordu ama yine de kabul etmek istemedi. Büyüklerin her dediği doğru değildi. Seven sevdiği ile beraber olmalıydı. Onların belirlediği tarihte değil kendileri istediği tarihte olmalıydı.
Esila ilişkilerindeki soğuk havayı farketmişti.
"Eee Murat bizi bıraktıktan sonra ne yapacaksın?"
"Uyuyacağım."
"Sonra kalkıp ne yapacaksın?"
"Kalktığım için küfür edip yine uyuyacağım."
"Sonra."
"Esila hep uyuyacağım. Bir Allah'ın kulu da beni uyandıramayacak." dedi trip atarak nefes aldı. Melek yanındaki koltukta konuşmadan dinliyordu. Esila da arka koltukta aradan sızmış düşünüyordu.
"Sorununuz ne sizin?"
"Sorun morun yok kuzen. Mükemmeliz, nişanlıyız mutluyuz birilerine yetiştirmek için haber arama." Sahte bir sırıtma yaptı. "Bizden dedikodu malzemesi çıkmaz. Mutluluktan ölüyoruz." Esila kollarını önünde bağlayıp gülümsedi. "Bu tavrınızdan ala malzeme mi olur? Görürsün herkese anlatacağım. Murat ile Melek mız mızlık yapıyor." Murat tek eliyle direksiyonu tutup göz ucuyla Melek'e baktı. "Git herkese duyur. Bak şunu da söyle, Murat ne yaparsa yapsın aynı yerde saymak zorunda bırakılıyor. Çünkü sevdiği kadın biz dışında her şeyi herkesi düşünüyor." Melek pencereden dışarı bakmanın en doğru seçenek olduğuna emindi. Gözlerini devirdi. Neden Murat bu kadar haklıydı diye kendine kızdı. Güveniyordu, seviyordu, en az onun kadar istiyordu ama o çizgiyi nasıl aşacağı konusunda kafası karışıktı. Eve yaklaşınca Esila'ya döndü.
"Hadi gel Sibel'e gidelim."
"Yok benim işlerim var. Yağmur'a söz vermiştim fırça, boya ve tuval alacağım." Onaylayarak çantamı tuttum.
"Köşede ineceğim." Murat arabayı durdurup Melek'e döndü ama hiç bakmadan dışarı çıkmıştı.
***
Melek, camın önünde kollarını kendine sararak duruyordu. Dışarıda sokak lambasının ışığı kaldırıma vuruyor, hafif esen rüzgârla plastik bir poşet oradan oraya savruluyordu. Kendi içindeki gelgitlere benziyordu bu görüntü. Kararsız, yönsüz, her an başka bir köşeye sürüklenmeye hazır.
Sibel, yatağa oturmuş ona bakıyordu. "Hadi anlat, yine kendi kafanın içinde kayboldun. Seni dinliyorum."
Melek başını çevirip ona baktı. "Ben... Murat'la artık gerçek karı koca olmak istiyorum." Sibel gözlerini kısarak arkadaşını inceledi. "Ve..."
"Ama nasıl olacağını bilmiyorum. Odun gibi davranıyorum. O çok romantik, istekli ben ise odun, kalas, talaş hepsiyim. Sevgiliyken daha çok sarılıyordum. Hep kavga içindeyim kendimle kavga edemediğim için kurban o oluyor." Yere oturdu. Kelimeler hızlı bir şekilde dökülüyordu. "Şimdi sarılırsam ümit eder diye köşe bucak kaçıyorum. Yani bir yandan da karşı koyamam diye kaçıyorum. Bir gülüyor aklımda binbir senaryo. Adamı aşeriyorum resmen bu felaket! Vallahi günaydın demesine bile insan erir mi, ben eriyorum. Adam bir şey yapmadan beni bu hale koydu. Ben bu haldeyken nasıl yakın olabilirim. Üzerine atlarım diye ödüm patlıyor. Birde evliyiz bunun rahatlığı da olur bende." Derin bir nefes aldı. "Ben de istemeye başladım. Bu utanç verici."
Sibel ayağa kalkıp ona yaklaştı. "Neden? Yani neden kafan karışık zaten evlisiniz. Gizli olması evliliğin sahte olduğunu göstermez. Tabii ki isteyeceksin kocan kızım ya." Melek ayağa kalkıp camdan dışarı bakmaya devam etti. "Onu istediğimi anlaması hayatımı kötü etkileyebilir." Çünkü bu bir sınır çizgisi gibiydi. O çizgiyi geçtiğinde artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı. Şimdiye kadar bu evliliğin ağırlığını tam anlamıyla hissetmemişti. İlişkiye girmek, Murat'a gerçekten ait olmak demekti. Ve bu düşünce hem içini ısıtıyor hem de korkutuyordu.
"Ya yanlış yapıyorsam?" diye fısıldadı.
Sibel kaşlarını çattı. "Yanlış olan ne? Zaten evlisiniz. Belirlenen tarihte de evlenseniz aynı şekilde nikah kıyılacaktı."
"Biliyorum ama... Her şey çok hızlı oldu. Murat'ı seviyorum diye günün birinde pişman olursam? Ya işler değişirse? Ya ona karşı çekimim kafam karıştığı içinse? Geri dönüşü olmaz." Sibel kollarını kavuşturdu. Melek'in bu denli düşünmesi Murat'a karşı koymasının imkansız hale gelmesi yüzündendi. Kendini cezalandırıyordu farkında değildi. "Peki, ya böyle devam edersen? Hep böyle tedirgin kalırsan, bunun da bir dönüşü yok, Melek. Bir noktada karar vermen gerekiyor. O senin iki şekilde de kocan. Belli ki kocan bütün benliğini ele geçirmiş. Karar vermişsin sadece gerçekleştirmeye korkuyorsun. Kararsızlığın o yüzden." Melek gözlerini kapattı. Bir noktada karar vermesi gerekiyordu. Ama içindeki sesler susmuyordu. Ya Murat'la arasında bir şeyler değişirse? Ya o, Murat'ı sevdiği kadar Murat onu sevmezse? Ya Murat ilişki sonrası sıkılırsa, gitmek isterse?" Bütün bu korkuların arasında, Murat'ın gözleri aklına geldi. Ona baktığında hissettiği sıcaklık, güven... Onun yanında olmak huzur vericiydi. Ve belki de ilk kez bu kadar derinden istediğini fark etti.
Sibel elini omzuna koydu. "Ne hissediyorsun?" İrkilerek baktı. "Sadece... Artık korkmaktan sıkıldığımı hissediyorum." Melek'in zihnindeki o sesler yavaş yavaş duruldu. Hayat, cesur olanları severdi. Bazen en büyük adımları atarken insan korkuyu da yanında taşırdı. Ama önemli olan, korkuya rağmen yürüyebilmekti.
Ve belki de Melek'in yapması gereken tek şey, yürümeye başlamaktı. "Ben gidiyorum."
"Annem birazdan gelir otur yemek yiyelim. Birlikte sizin eve geçeriz." Melek dudaklarını bastırdı. "Babamın evine değil kendi evime kocamın yanına gidiyorum." Sibel ağzını kocaman açıp eliyle kapattı. "Evlilikten beklentilerimiz olması gerekli. Bunu kocamla enine boyuna konuşayım. Bugün kocamla kalabilirim." Kalbi ürkek bir kuş gibi kanat çırparak yükseğe uçtu. "Caddede taksi çeviririm. Serpil teyzeme söylersin eve gidip uyuyacak. Seni bize göndermeye kalkarsa uyuyor de."
Vedalaşıp caddeye doğru yürüdü. Beş dakika sonra taksiye binmişti. Farkında değildi tırnaklarını yiyor etrafa mahcup gözlerle bakıyordu. "Abi klimayı açar mısın?" Adam sıcak tarafı açtı. Melek soğuk tarafını istiyordu. Zaten bir şeyleri düşünmekten alev almıştı. Klima da ateşi harladı. Hava soğuktu ama Melek kırk derece ateşe meydan okuduğuna emindi. Sitenin önünde taksiden inip güvenlik görevlisine el sallayarak kapının açılmasını bekledi. Murat haftalar önce siteye rahatlıkla girsin diye ismini verip haber vermişti. Kapı açılıp villaya doğru yürüdü. On dakika sonra kapının önünde durmuş kesik kesik nefes almaya çalışıyordu. Doğru şeyi yaptığına emindi. Adımlarını attığı kişi hem dini hem resmi nikahlı kocasıydı. Kim ne diye bilirdi? Kapıya yavaşça vurup bekledi. Bir dakika sonra tekrar vurdu. Kulağını kapıya yaslayıp içeride ses var mı diye dinledi. Yoktu... Tekrar vurdu sonra zile bastı. Uyuyacağım demişti kimse beni kaldıramaz demişti. Uyumuş olmalıydı.
Melek, villanın önünde durup derin bir nefes aldı. Ellerini montunun cebine soktu, yanan parmaklarını ovuşturdu. Kalbi deli gibi atıyordu.
Buraya neden gelmişti? Şu anda onu sorguluyordu. Birde sap gibi kapıda kalmanın ezikliği de hiç yardımcı olmuyordu.
Aslında cevabı biliyordu ama kendi kendine itiraf edemiyordu. Onun yerine, uydurduğu bahaneleri tekrar edip durdu. "Sadece bir şeyler konuşacağız. Belki biraz otururum, sonra dönerim. Hava soğuk, sıcak bir çay içerim." Ama gerçek, bütün bu bahanelerin arkasında, yüzüne gülerek ona bakıyordu.
Kapıyı bir kez daha çaldığında birkaç saniye içinde içeriden sesler geldi. Ayak sürtmeler, kapıya yaklaşan ağır adımlar... Ve ardından kapı açıldı.
Murat, gözlerini ovuşturarak karşısında duruyordu. Uykulu, hafif dağınık saçlarıyla ve Melek'in yutkunmasına sebep olacak şekilde yarı çıplak. Üzerinde sadece gri bir eşofman vardı. Göğsü geniş, kasları belirgindi. Uyku sersemliğiyle kaşlarını çatıp hafifçe başını eğdi. Dağılan kıvırcık saçlarını şaşkınlıkla karıştırdı. "Melek?" Sesindeki boğukluk, az önce uykudan uyandığını gösteriyordu. "Hayırdır? İki buçuk saat önce birlikteydik." Melek gözlerini kaçırdı. Gözlerini kaçırmasa bile, o kasların üzerine konuşlanıp mantıklı düşünmesini engelleyen gölgelerden kaçamayacağını biliyordu. Bir şey söylemesi gerekiyordu. Ama gerçek sebebi söyleyemezdi. Söyleyecekti ama şimdi vazgeçmişti.
"Şey... Uyandığını görünce kapıyı çalmayayım dedim ama... Çalmış bulundum," diye saçmaladı. Söylediği cümlenin mantıklı bir tarafı yoktu.
"Bir uğrayayım dedim." Bir saatlik mesafe vardı aralarında ve daha yeni görüşmüşlerdi. Yine saçmalamıştı. "Hava da baya güzel." Saçmalamaya devam ediyordu.
Murat'ın kaşları daha da kalktı. Gökyüzüne bakıp düşündü soğuk ve bunaltıcı bir hava vardı. Gözleri bir an onun üzerine gezindi, sonra hafifçe gülümsedi. "Öyle mi?" Gözlerini ovuşturarak dudaklarını bastırdı. Kollarını kaldırdığı için kasları daha öne çıkmıştı. Melek'in içi sıkıştı. Bu bakışları tanıyordu. Murat sanki bir şey anlamıştı.
Hayır, lütfen... Lütfen sorma. Lütfen üstüme gelme... Ve ben eve gideyim. dedi içinden.
Murat yana yaslanarak kapıyı açtı. "İçeri gel. Dışarısı baya soğuk ve hava güzel değil." Melek tereddüt etti ama sonra içeri adım attı. Evin içi sıcaktı. Hatta fazlasıyla. Murat muhtemelen yatarken kaloriferi sonuna kadar açmıştı.
"Burası elli derece olmuş. O yüzden yarı çıplak yatıyorsun. Isı ayarını sıfırlasana." dedi Melek. Eliyle yüzünü yellendirdi. "Bir şey açık değil o sıcaklık içindeki alev olmalı. Evli çiftlerde olur, bende de var o sıcaklık." Elini indirip yutkundu. Murat'a şaşırarak baktı. Ne kadar rahat konuşuyor bu da yetmezmiş gibi üstüne sırıtıyordu. Komik bir şeyden bahsediyor gibi ne diye eğleniyordu. Hiçte komik değildi. Burnunu kırıştırdı. "Gece gece aklına ne esti?" diye sordu Murat, mutfağa yönelirken.
İşte şimdi... Şimdi yalan uydurma kısmı geliyordu. Melek derin bir nefes aldı ve ilk bahanesini öne sürdü. "Şey... Şarj aletimi unutmuşumdur belki diye düşündüm. Şarj aleti önemli. Bir yere bıraktıysam gece de olsa alınması lazım." Murat, dolaptan bir bardak alırken hafifçe gülümsedi. Melek görmemişti. "En son Esila ile birlikte gelmiştiniz. Bir buçuk hafta önce. Şarj aletin mükemmel bir şekilde çantanda durduğuna eminim." Melek sıkıntıyla elini cebine soktu.
Bir bahanesi gitti.
"Ee..." diye devam etti Murat, sesi hafif alaycıydı. "Başka?"
Melek boğazını temizledi. "Düşünüyorum... Şey... Açtım, mutfağında bir şeyler atıştırırım sandım. Tüh sende uyumuşsun haberim yoktu." Murat döndü, tezgaha yaslanıp kollarını göğsünde kavuşturdu. "Melek, ikimizin de bildiği bir şey var." Melek başını kaldırdı. "Ne? Ne biliyor olabilirsin? Hiçte bile..." diye omuzlarını dikleştirdi. Alnındaki ter yanağına doğru kaydı.
Murat gülümsedi. O alaycı, şeytanca gülümsemesiyle... "Sen acıkmazsın. Uykun da kolay kolay kaçmaz. Rahat da uyursun. Benim uyuyacağımı da biliyorsun arabada söylemiştim. Gece vakti durduk yere gelmezsin. Hadi söyle niye geldin?" Melek nefesini tuttu. İçinde sıcak bir şeyler kıvrıldı. Eve geri gitmesinin daha iyi olacağını düşünmeye başladı.
"Eee?" dedi Murat, ona doğru bir adım atarak. "Ne için geldin, Melek?" Melek gözlerini kaçırdı. "Öyle... İşte... Bilmiyorum." Murat bir kahkaha attı. Sonra ona daha da yaklaştı. Melek'in nefesi kesildi. "Bence biliyorsun." Melek bir şey söylemeye çalıştı ama sesi çıkmadı. Murat eğilip ona fısıldadı. "Ama hadi bakalım... Ne zaman itiraf edeceksin?"
"İtiraf ne? Ben korkmadan yüzüne her şeyi söylerim hiçbir şeyi saklamam." Yutkundu. "Geçerken uğradım olamaz mı? Eve gidiyorum ben." Murat yarım bir gülüşle kapının önüne geçip gayet rahat koğuşlandı. "Seni bu gece bu evden çıkarırsam bana sövsünler. Zaten evine geldin." Yavaşça Melek'e doğru yürüdü. "Evindesin. Seni geri göndermeyeceğimi bilecek kadar beni tanıyor olmalısın. Karım ait olduğu yerde eksiği tamamlamaya gelmiş, kendi isteğiyle." Gülmesini engel olamıyordu. "Şimdi karıcığım niye geldin? Kocandan utanma sen söyle." Gözleri parladı. "Bekliyorum güzelim."
Melek, içindeki fırtınaya direnmeye çalışırken, Murat'ın gözleri muziplikle parlıyordu. Çünkü sabırla beklediği o anın geldiğini görüyordu. Gülümseyerek nefes aldı. Bu gece bu evden kimse çıkmadığından emin olacaktı. Sabah sevdiği kadına doymuş bir şekilde kalkacaktı. Ama biraz daha Melek'i utandırmak için elindeki fırsatı kaçırmadı.
__________
Beğeni ve yorum yaptıysanız evinde havalara uçan biri olacaktır. Yani ben...
Nasıl bir bölüm oldu sizce, çok uzun olduğu için sıkılmadınız umarım.
Salih'in bir hastalığını olabileceğini tahmin eden var mıydı?
Murat ve Melek'i yazarken yüzüm hep sırıtıyor.
Bu haftaki performansımı ben beğendim siz beğendiniz mi? Çok uzun ve dolu dolu bir bölüm yazdım.
Diğer bölümde görüşelim mutlaka görüşelim ama. Lütfen yorum atmaktan çekinmeyin inanın sayenizde heyecanla yazıyorum tepkinizi bekliyorum. Beğeni de verin ki diğer bölümü hep birlikte görelim.
Kendimize iyi bakalım.💐💞
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
113.08k Okunma |
9.9k Oy |
0 Takip |
127 Bölümlü Kitap |