Farkındayım kitap okurken beğeni yapmayı çoğu zaman unutuyoruz. Bende çok olmasa da arada unuttuğum oluyor. Bölüm bir buçuk hafta sonra geldi beğeni kotası dolmadığı için ama sorun yok hep birlikte hallettik. Hikayeye başlamadan evvel beğeni vermeyi unutmadan şimdi verirsen sevinirim.
Bölümü sindirerek okuyun. Bol bol yorum yapın bende sizinle bağ kurayım. Beni bu yolda yalnız bırakmayın.
Şimdi gelelim şu konuya, karakterler ile bağ kurmanızı anlıyorum. Bende kuruyorum hemde sayısız şekilde, herkes bizim gibi hayata bakmak zorunda olmadığını da biliyorum. Bakış açısı hepimizin aynı işlemiyor.
Yazdığım Esila karakteri bence de çok problemli. Aşk olarak gördüğü durum için canını ortaya koyacak kadar delirmiş durumda. Tehlikesi kendini bitiriyor ama durmuyor. Etrafındaki herkes bu durumdan memnun değil. Salih bile bıkmış, kimse ondaki saplantılı aşkı yerinden çıkaramıyor. Şimdi yazar ben olduğum için düzeltmemi istiyorsunuz🫣 Ama bu karakter sekiz yıl önce yazılan aynı karakter. Şimdi Hakan'a his beslese hikaye karmakarışık olur. Birde bu kız birden aşık olmadı ilmek ilmek oldu. Kopması kolay değil hemde hiç değil. O yüzden sabır gösterin kalemime inanın ben sekiz yıl önce onlarla alakalı yaptığım planlar var. Final de sizi beklenmedik bir şeye iteceğimi bilin ama Esila takıntılı veya hastalıklı olsa da aşık olduğunu düşündüğünü unutmayın. Haaa unutmadan Hakan çok canlı daha tatlı ve sevgi gösterme biçimi güzel. Salih biraz daha sakinlik istiyor. Adamın içinde yetmişlik dede ruhu var. Ama Esila seviyor. Ve hikaye karakterleri çoğu zaman hayal ürünüdür.
Yorumlarınızı bekliyorum. Herkesin söyleyeceği cümleler vardır. Ben o cümlelere talibim.
Başlayalım
________
"Murat, lütfen şimdilik buradan git! Sonra konuşuruz."
"Konuşalım sonra, lanet olası sonra güzelce konuşalım. Ya da güzelce konuşmayalım ne de olsa sen kavga etmeyi kaosu daha çok seviyorsun." Melek ona bakmayı reddediyordu.
"Bu da iyi oldu. Değerim bir tokat ile güzelce anlaşıldı."
"Öyle bir şey olmadığını çok iyi biliyorsun. İstemeden oldu şirkette konuşuruz."
"Konuşacağız zaten." Öfkeden deliye dönmüştü. Sabri'ye tek kaşını kaldırıp baktı. Melek yanında daha fazla durmasın diye kolunu tutup ayağa kaldırdı.
"Parmak uçlarını dahi Melek'e sürme yemin ederim seni asfalta yapıştırırım."
"Geç kalma şirkette bekliyorum." Yanlarından uzaklaşıp şirkete gitti. Şu anda cehennemi yaşıyordu ama ses çıkarmadı.
****
Murat gittikten sonra ikisi başbaşa kalmıştı. Melek bir süre konuşmadan izledi. Vurmak istiyordu ama içinden de gelmiyordu. Bu yaptığının anlamı yoktu. Yıllar önce ayrılmışlardı ayrıldıklarında Murat yoktu bile. Ayrılığı yalanla da olsa Sabri istemişti. Melek ile konuşma fırsatı bile verilmeden ayrılık olmuş. Yıllar sonra yine konuşulmadan sarılmıştı. Bu affedilmesi zor bir şeydi ama ona acıyan tarafı ağır basıyordu.
"Ben sana ne diyeyim, sen akıllı bir adamdın. Şirazen mi kaydı ne bu akıl tutulması? Gerizekalı mısın? Neden yaptın? Niye yani niye ne gerek var? B*k mu vardı sarıldın?" diye öfkeyle bağırıp sordu. Kelimeler küfür edermiş gibi çıkıyordu. Sakince halletmek istese de kendini durduramıyordu.
"Bilmiyorum. Giden bendim kalmanı yüzsüzce isteyen yine ben. Murat öldürse hakkı vardı. Yine insanlık edip öldürmedi. Bu durum için özür dilerim."
"Başkasının duygularını niye düşünmüyorsun? Beni takıntı haline getirmek kimse için iyi bir fikir değil. Ne sanıyorsun sarılınca hop eskiye mi döneceğiz."
"Takıntı haline getirmedim. Bir anda oldu yemin ederim bir anda oldu. Eskiye dönülmeyeceğini biliyorum vallahi biliyorum. İçimde ki pişmanlık hata yapmama neden oluyor. Bir anda oldu. Bir daha olmayacak yemin ederim."
"Olmasın, olmaması lazım. Murat'ı korumak için sevdiğim adama tokat attım. Sen bunun ne demek olduğunu biliyor musun? İlişkim senin yüzünden bitme aşamasına gelirse o zaman benden çekeceğin var. Bize ait bir şey kalmadı bu konuda diretme. Gerizekalı!"
"Her dediğinde haklısın ama Allah biliyor ya aklım karıştı. Niyetim sarılma değildi nefsim önüne geçti."
"Kafanı topla yoksa o kafanı duvardan duvara vurup ben toplarım." Yanından geçip gitti. Melek yolda sıkıntıyla yürüyordu. Sabri bu ayrılığı içselleştirmeye başlamıştı. Başkasıyla ilişki kurmaya korkuyor olmalıydı.
Melek farkında değildi ama iş yerine giden yolunu değiştirmiş kendi mahallesine yine gelmişti. Sokağın yalnız silüetine bakıp etraftaki sisi içine çekip üfledi. Neden kimse çaba gostermiyordu? Kendi binasından altı bina sonrasına gidip zile bastı. Yine çaba gösterecek kişi kendisi olacağını biliyordu. Basılan otomatik kapıdan içeriye girdi. Merdivenden çıkıp yukarı da açılan kapıya doğru ilerledi. Bazen iş başa düşüyordu. Eski sevgilisine evlenecek kız ayarlayacağını söyleseler öyle şey mi olur derdi, oluyordu. Sabri de o aile varken bal gibi olması gerekiyordu.
"Kız Melek hayırdır sen bizim eve gelir miydin? Hangi rüzgar attı seni."
"Boran, yağmur, fırtına hepsi attı. Sima evde mi?"
"İçeride... Ne olmuş Sima'ya bir açığını gördün de yayacağını söylemek için mi geldin?"
"Kız ben sen miyim? İlahi Nezaket abla çık kapıdan gireyim. Arkamdan da büyü müyü yapma vallahi bir arkadaşım var bedduası bir haftada tutuyor gidip bizzat çarptırırım seni. Üstüne oynarım." Kadın dehşetle dinliyordu. Çarpılmaktan çok korktuğu için ürkek gözlerle yutkundu.
"Melek kızım ne büyüsü? Ben öyle şeyler bilmem." diye kıvırdı.
"İyi öyle olsun. Cemil'e yaptırdığın evlilik büyüsünü komşular söylüyor haberin olsun. Ama merak etme tutmamış bil diye söylüyorum." Melek'in arkasından boş gözlerle içeriye girişine bakıp kapıyı kapattı.
"Ben büyü bilmem yanlış duymuşsun Melek! Eve büyü, muska filan bırakmayacaksın değil mi? Çarpılmayalım." dedi ciddiyetle.
"Kişi kendinden bilirmiş işi. Kız büyüye ne gerek var. Ben birini çarpmak istersem arkadaş var o da olmazsa yumruğum ile de yaparım." Sevimli bir şekilde göz kırpıp dil çıkardı.
"Sima hangi odadasın?" Bu eve ilk gelişi değildi. Küçükken çok gidip gelmişliği vardı. Sima onlara gelmeyince Sibel ile hep gelirdi. Sima odasından kafasını uzatıp Melek'i gördü.
"Hayırdır!"
"Bende öyle dedim, hayırdır bu kız niye bize geldi." Nezaket hanım şüpheyle yaklaşıyordu.
"Ya korkulacak bir şey yok. Sima'ya işim düştü. Çok önemli bilgi ve akıl alma paylaşımı." Nezaket hanım kocaman açtığı ağzını kapatamıyordu. Kızı akıl mı verecekti Melek'e, Melek Kapya'ya... Bu gururdu. Mahallenin saygı duyulan, deli kızına akıl verecekti.
"Tamam o zaman ben sizi yanlız bırakayım. Sen bolca kızımdan akıl al." Herkese anlatmalıydı, kızı önemseniyordu.
Melek, Sima'yı içeriye sokup kapıyı kapattı. Odası hala aynıydı, yatak örtüsü değişmişti önceden Barbie örtüsü vardı ve bunu herkese gösteriyordu. Yatağın üzerine oturup Sima'ya gel işareti yaptı. Gelmeyince de boğazını temizledi.
"Cemil işi ne oldu? Hallettin mi, baş kaldırdın mı? Büyünüzde işe yaramamış." Sima da yatağa oturdu.
"Annem yapmış benim haberim bile yeni oldu. Ama evleneceğim." demesiyle Melek bir an umutsuzluğa kapıldı.
"Ben gitsem Sabri'nin ailesinin kulaklarına su kaçırsam fikrin değişir mi? Bunu yapabilirim." Başını olumsuz manada salladı.
"Sabri kafayı yemiş gibi." Dikkatini çekmek için başka bir şeye başvuruyordu. Önce Sima'nın inadını kırmalıydı.
"Kafası karıştığı için bana sarıldı hemde sokak ortasında. Neymiş aklı karışmış bende dedim önüne seni seven, akıllı, güzel bir kadın çıksın bak bakalım nasıl düzeliyorsun?"
"O ne dedi?" Kıvam alıyordu.
"Öyle akıllı güzel bir kız beni sevmez dedi." Bir şey söylemeden bakıyordu. Düşünmeye başlamıştı.
"Bence salaklık yapma. Sabri ile bir kere konuş onu sende tanıyorsun. Kolayca umut vermez bir ışık görürsen başlangıç yaparsınız. Kimse sana zorla evlen demiyor ama bir konuş bakalım ne olacak. Sabri birisine söz verdi mi tutar. Evlenince karısı onun baş tacı olur. Cemil ile evlenirsen bilirsin seni aldatacak." Sabri'den bahsederken çocuğunu öven anne gibi anlatıyordu.
"Cemil ile olmaz." Cemil'in babası, abisi eşlerini aldatıyordu. Cemil dahil hepsi bunu normal görüyor birde kahveler de anlatma fırsatlarını kaçırmıyordu. Hayri bey kaç kere Cemil'in ağzını yaya yaya kadın aldatılınca akıllanır tarzından cümleler duymuş, Sima'yı uyarsın diye kızına anlatmıştı.
"Kahve köşelerinde Cemil, eşek gibi kadın aldatılmalı diye anırıyor haberin olsun. Sırf parası var diye bunu çekmen günah değil mi?" Ellerini dostça elleri arasına aldı.
"Sen bile bile bu ilişkiye evet dersen nikahta o imzayı atarsan seni ne kadar aldatırsa aldatsın neden yaptın deme lüksüne sahip misin? Söylesen de demeyecek mi sen her şeyi bile bile kabul ettin. O zaman Cemil para s*çsa bile seni mutlu etmez." Yine cevap vermedi. Gözlerini odanın içinde gezdirdi. Melek daha fazla dayanamayıp kafasına bir tane geçirip ofladı.
"Salak ne düşünüyorsun?"
"Kafamı acıttın Melek ya."
"Gerizekalı gözünü açamıyorum ki aldatır diyorum Sabri işini istemesen de o adam sana göre değil. O adam kimseye göre değil. Babası abisi ve o tecrit edilmeli." Biraz önce beş parmağını geçirdiği saçları okşamaya başladı. Yumuşak davranmalıydı.
"Sabri'nin ailesine onların sözünden çıkmayan iyi huylu tatlı bir gelin adayı gibi davranacaksın evlendikten sonra da Sabri'yle onlarsız mutlu bir hayat yaşayacaksın. Yapamazsan söyle yaparsan da bugün Cemil'in ailesine olmayacağı haberini ver. Hiçbir şekilde o salak ile evlenme!"
"Onlar beni tanıyorlar onların sözünden çıkmayan bir gelin olmayacağımı bilirler. Kabul etmezler Sabri de istemez." İsterdi Sabri'nin tek istediği onun yanında onu seven bir kadın olmasıydı. Kimse destek olmuyordu Melek dışında hiç olmamıştı. Melek de gidince iyice içine kapanmış sadece çalışıp ailesini geçindirmeye uğraşıyordu. Günde iki işe gitmek bile olsa bunu yapıyordu.
"Ben onların fikrini hemen değiştiririm. İster misin sonra vazgeçmek yok." İlk defa düşünmeden cevap verdi.
"Tamam onlar beni istemeye gelirse bende dediklerini yapacağım. Cemil'e de bugün haber yollarım." Annesini sonra kalbinden geçenlere inandıracaktı. İlkinde kabul etmezdi ama başka çaresi de yoktu.
Melek, Nezaket hanımın bütün ısrarlarına rağmen konuşmadan oradan ayrılıp koşar adımlarla Sabri'lerin evinin önüne geldi. Fazla zamanı yoktu Murat'ın onu beklediğini biliyordu. Hemen zile basıp nefes aldı. Çok geçmeden açılan kapıdan içeriye girip Serhat'ın anlamsız bakışlarıyla karşılaştı.
"Niye geldin?"
"Gülsüm abla evde mi?" Serhat cevap vermedi ama içeriden sesi geliyordu. Onu iterek içeriye girdi. Bu şımarık çocuğa az dayak atmamıştı. Dayak arsızı olduğu için üzerinde durmadı. Salona geçip Gülsüm hanımın önünde dikildi.
"Oğlun peşimi bırakmıyor." Abartmalıydı yoksa para kaynakları gitmesin diye evlendirmek istemiyorlardı.
"Nişanlım ile bu yüzden ayrılırsam bu eve çöreklenir üçünüzüde hapise tıkar Sabri ile yaşarım." Kadının dizlerinin bağı çözüldü. Melek istemedikleri tek gelin adayıydı. Serhat da kapıda bayıldı bayılacak gibi endişeyle duruyordu. Melek'in dediğini yapacağını bildiğinden fazla inandırıcı gelmişti.
"Huzurum bozulursa huzurunuzu bozarım. Sabri'yi sizin yüzünüzden kimse de almaz. Bana kalmayın canınızı çok sıkarım." Şimdi işin içine Sima'yı da katmalıydı.
"Oğlunuzu tek seven Sima dışında kimse yok, o da Cemil hıyarı ile evlenme ihtimali var. O salaktan önce davranıp Sabri'ye Sima'yı isterseniz belki benden kurtulmak için bir şansınız olur. Yoksa diyeceğim ama siz ne olacağını biliyorsunuz. Sima cazgır durur ama siz onu tanımazsınız garibanın tekidir. Sabri ile aynı kafada çalıştığı parayı birilerine hibe etmek için çırpınıyor."
İsteyecekleri kızın aptal gibi olup onlara boyun eğmesini bekledikleri için Gülsüm hanımın duymak istediklerini söyledi. Bu ayaklanmaları için yeterliydi. Akşam ısrar ile Sabri'yi zorlayacaklardı. Sabri hatasından dolayı bu durumu kabul edecekti. Melek ikisininde birbirlerini sevmediği biliyordu. Sabri farkında değildi ama onun için Sima iyi bir eş olurdu. Bu odada olan konuşmayı Sabri'ye anlatmayacaklarını çok iyi biliyordu. Arkasına dönüp Serhat'ın ayağına tekmeyi geçirip kapıdan çıktı.
"Sabri'nin üzerinden geçinme camış! Git çalış paranı kazan."
****
Artık şirkete gidip sevdiği adamın gönlünü alabilirdi. Çok ileriye gitmişti, uzatmadan kendini affettirmek zorundaydı. Hızla bir taksi çevirip daha fazla yolu yolda zaman kaybetmeden şirkete gitti. Çok yorulmuştu. Sabri'nin ileriye gitmeden düzeltilmesi şarttı. O anne babaya bırakılsa inek gibi etinden sütünden yararlanacaklar diye evlendirmezlerdi.
Şirkete girip etrafa baktı. Biraz geç kalmıştı. Esila'nın takılmayacağını bildiğinden önce olan durumu yoluna koymalıydı.
Murat asansörden birkaç çalışan ile çıkıp güvenlik odasına doğru yöneldiler Üzerindeki tişört ve pantolonu değiştirmişti. Siyah lacos bir tişört altına da keten krem bir pantolon giymişti. Fiziği aşırı güzel göz dolduruyordu. Saçlarının kıvırcık duruşu her zamanki gibi mükemmeldi. Duruşu, konuşması ile de görüntüsünü her şekilde tamamlamıştı. Çalışan ne dediyse gözleri kısılacak kadar gülümsedi. Melek'in içi titredi. Murat da bir şeyler söyledi gülüşmeler arasında adamın sırtını sıvazlayarak içeriye girdiler. Herkese güven veriyordu. Melek arkasından hayranlıkla baka kalmıştı. Beklediği görünmesin diye kapıdan uzakta beklemeye başladı.
Esila'ya da şirkette olduğunu yazmadan geç kalacağını belirten bir mesaj yazdı. Şirkette olduğunu öğrenirse mutlaka yanına gelip dünün konuşmasını yapmaya başlardı. Uzun olmayan bir süre kendini sorguladı. Bu adam gerçekten de onun için önemli miydi? Bir sandalyede oturmuş dakikalardır onu hayal edecek kadar önemli olan neyi vardı? İlk gördüğü zaman aşırıya kaçan tavırları yüzünden işi bırakmak istiyordu. Şimdi ise... Parmağında ki koca taşlı yüzüğe baktı. Dün nişanlanmıştı, bugün şirkette duyuru yapacaklardı bunu konuşmamıştı ama Murat mutlaka herkese duyurmak isterdi. Murat duyurmasa Esila en fazla iki gün dayandırdı. Etrafın sakinliğinden bir şey konuşulmadığını anladı.
Tokat atmamalıydı Murat haklı olduğu halde yüzüne bir tokat atılmıştı. Bunu affetmezse onu anlardı. Affettirmek için günlerini harcar yine de bu yüzüğü parmağından çıkarmazdı. Yani bu yüzüğü çıkarıp sade bir yüzük takmak istiyordu ama ona ait olmalıydı.
Ne kadar beklediğini bilmeden kapıya dalmışken birden açılıp konuşarak Murat çıktı. Yanındaki iki çalışandan biri hala içerideydi biraz daha konuşup baş selamı ile ayrı yollardan yürümeye başladılar. Murat geldiği yöne geri dönmüştü. Telefonunu çıkarıp bir numaraya basıp uzaklaşırken Melek'in telefonu çaldı. Hızla açıp bekledi.
"Hala orada durmaya devam edecek misin?" Görmüş müydü yutkunarak Murat'ın sırtına baktı. Arkasına dönük asansöre doğru yürüyordu. Birden durdu telefondan bile anlaşılıyordu üzgün olduğu.
"Bayan Kapya yanıma gelmeyi düşünmüyor musun?" Oturduğu yerden ayağa kalkıp koşar adımlarla yanına gitti. Tam arkasında durdu ses etmedi. Murat telefonu kapatıp cebine yerleştirip asansörün önünde bekledi. Ellerini cebine atıp başını tavana çevirdi. Asansör gelince bir çalışan selam vererek dışarı çıktı. Murat asansöre girmesi için Melek'e yer açtı. Elleri hala cebinde konuşmadan Melek'i izledi.
"Geçecek misin?"
"Hayır." Melek arkasındaydı konuşmadığı için önce kendinden sonra da ondan nefret ediyordu.
"Ben merdivenden gelirim." Murat içeriye girip oflayarak sırtını demir plakaya yasladı.
"Yanlışlıkla tokat attım. Çok uzatıyorsun."
"Çok uzatıyorum şaka sanırım. Bende öyle diyordum. Dün evlilik yoluna girdiğim kadından alakasız bir şekilde yüzümde beş el izi görsem uzatmış olurum." Konuşmaya devam ederse daha fazla sinirlenecek diye ellerini ceplerine tekrar koydu. Melek ne diyeceğini şaşırmıştı haklıydı ama yüzsüzce hiçbir şey olmamış gibi affetmesini istiyordu.
"Küstük mü?"
"Sadece ikimizin olduğu bir yerde tokat atsan vallahi sorgularım ama anlarım. Sen o Sabri denilen adamın yanında ben haklıyken bana tokat attın. Nedenini sorguluyorum çünkü bu çok saçma. Sen benim karım olacaksın bunun farkında mısın?" Karım lafını uzun uzun heyecanla düşünmek isterdi. Bu adama bu kelime çok yakışıyordu. Şu durumda bile bir kere daha karım de diyecek kadar şuursuz olmak istedi.
"Özür dilerim." Murat'ın içi gitti. Melek o kadar tatlı özür dilemişti ki sarılıp öpmek istedi.
"Özrünü kabul etmiyorum." Bu durumun tekrar edilmemesi için ikinci şıkkı seçti.
"Affetmeyecek misin?" Kaşlarını yukarı kaldırdı.
"İyi affetme."
"Sence sadece özür mü sorun. Tamam anlıyorum kaba kuvvet seviyorsun bende bu halini bilerek seni sevdim ama haklı olduğum zaman bu halini kabul etmemi bekleme. Bu ilişki içinde kötü bir dinamik olur. Ciddi olduğumun farkında mısın? Biz evlilik yolundayız."
"Bir daha yapmam. Seni o durumdan korumak istedim olmadı. Git dedim gitmedin."
"Sende vurayım dedin. Bravo iş bitirici olmanı taktir ediyorum." Kollarını önünde bağladı.
"Gerçekten tokat atmak yerine birlikte oradan ayrılamaz mıydık? Bence öyle yapılması gerekti. Tokat attıktan sonra sonra konuşalım demek... Bana mı sadece saçma geliyor?"
"O anda öyle oldu. Sende bana tokat at."
"Saçmalama! Karşılık verince kendimi adam mı göreceğim? Beni kendimden nefret ettirme."
İlişki kötüye gidecek diye genç kadının soğuk elleri buz tutmuş, titriyordu. Tokat atmasının arkasına sığınacağı mantığı yok olsa da o anda gerekli gelmişti. Şimdi pişman ve af edilmeye muhtaçtı.
"İnatçıyım diyen insana ibretsin, Murat! Ben seni kaç kere affettim. Senden de bir kere yaptığım hata için beni affetmeni istiyorum. Bir daha yapmam. Bende senin gibi hatalarımdan ders çıkarırım." dedi sinirle.
"Melek, yukarı çıkalım çok ortadayız." Murat gülümsemeye çalıştı ama olmuyordu.
"Bu kadar konuştum bunu mu söylüyorsun?
"Asansörle geleceğimi kim söyledi? Merdivenlerden geleceğim. Hata yaptım diyorum bunu tokatı attığım an anladım ama olmadı mı olmuyor. Bir kere elim gitti geriye alamıyorum ki zamanı."
"Bu kadar kolay mı? Ben o tokatı haklı olduğum anda yedim. Kırılmama bile izin vermeyecek misin?"
"Vermeyeceğim bana kırılma!" Bencilce bir cümle gibi duruyordu ama Melek hatasını nasıl telafi edeceğini bilmiyordu. Bu durumu düzeltene kadar Murat'ın kaş çatmasını bile istemiyordu. Haksız olabilirdi zaten haksızlık yapmıştı.
"Daha dün nişanlandık birbirimize küs olmamız gerekmiyor."
"Ne yapmamı bekliyorsun? Melek ben şu anda ne yapmam gerekiyor sen söyle?" dediği gibi, Melek ayağını kendine doğru çekti.
"Tamam haklısın istediğin gibi olsun." Gözlerini kaçırmadan başını dikleştirdi. Kırıldığını göstermek istemiyordu. Kırıldığından daha fazla kırmıştı. Attığı tokatın tabii ki bir bedeli olacaktı ama kaç gün süreceği belli değildi. Çekilecek her düzenlemeyi yapmaktan vazgeçip kaçmak istiyordu. Gözlerini bir an olsun kaçırmadan asansörün kapanması için iki adım arkaya doğru gitti.
"Ben sizi rahatsız ettim Murat bey!" Sesi, gösterdiği tavrın tam tersine güçsüzdü. Bakışları, kırgın kalbinin alaşağı oluşunu göstermeyecek şekilde düzgün duruyordu. Dudağını yalayıp elini göbeğinin üstünde birleştirip eğildi.
Murat, parmağı düğmenin üstünde oyalanırken Melek ayağını iki kapının birleştiği yere birden koydu.
"Vazgeçtim seni kendi haline bırakmak istemiyorum. Cezama razıyım seni bırakmam." Burnunu dikleştirdi.
"Murat beni affetmek zor mu geliyor?" Yaramazlık yapmış bir çocuk gibi söylüyordu.
"Yaptığım yanlışlar, yaptığın yanlışlar da hatalarda birbirimizi affetmezsek yavaş yavaş yorulacağız diye korkuyorum. Tamam ben haksızım ama beni affetmek zorundasın. Senin gözünde önemsiz biri olmak istemiyorum. Seni gerçekten seviyorum." dedi ayağını yavaşça çekerek. Murat'ın parmağı halen düğmenin üstünde geziniyor ne yapacağını düşünüyordu.
İlk aklına geleni söylemenin en doğru olduğunu düşünmüş asansörün yarısına vücudunu çıkarıp Melek'in kolunu tutarak içeriye çekmişti.
"Sen önemsiz değilsin. Biraz kabasın! Sahi dağda kalıcı olarak kaldın mı? Dağ kuralları biliyor gibisin. Her şeye höt möt yada kalıcı izler bırakan yumruklar atıyorsun." demesiyle Melek'in somurtkan yüzünü gülümseyerek okşadı.
"Bela seven nişanlım, aklının bu soruyla bulanması bile kalbimi kırar. Sen herkesten daha önemlisin. Yaptığın şeyin geri dönüşü olmayan bir duruma dönmesin diye bu kırgınlığım. Ben ömrüm yettiğince senin yanında kalacağım. Benimle evlenmek istemediğini bazen düşünüyorum. Bana güvenmiyorsun bu çok açık ben bu durumda bile her zaman yanındayım." Kollarının altına sıkıca sardı.
"Bizim için ne olursa olsun asla ayrılmaz demelerini istiyorum. Ne kadar bencilim değil mi?" Saçlarına küçük öpücükler kondurdu.
Melek, yine kırgınlıklarının uçuşunu hayal ederek sevdiği adama sıkıca sarılıyordu. Yaşadıkları bir hastalığın belirtisi gibi sevinç yüklüyordu. Alzheimer olmalıydı biraz önceki her şey nerdeydi ve nereye gitmişti. Bu adam onun aklıyla, ruhuyla oynuyordu. Beynini kemirmediği belliydi çünkü aklında sarılmaktan başka daha fazla nasıl sarılabilir diye düşündüğüydü. Ona güvenmediğini nasıl düşünürdü. Bütün kalbiyle güvendiğini göstermek istedi.
"Babam Konya'ya gidecek bir iki hafta orada kalacak. Sonra da düğün hazırlığı, altı ay içinde evleniriz." Murat sıkıntıyla üfledi.
"Ama bence biz hemen evlenelim." Şaşkınlıkla genç kadına bakıyordu. Melek'in ne dediğini anlamadı. Kendini geri de çekmedi.
"Anlamadım güzelim."
"Hangi tarafını anlamadın? Biz evlenelim dedim." Başını adamın göğsünden kaldırıp mavi gözlerine baktı.
"Ben Melek Kapya... Seni kaçıracağım sonra da sana nikahı kıyacağım. Kimseye de haber vermeyeceğim. Nasıl fikir?" Murat boş bir şekilde Melek'e bakmaya devam ediyordu. Algılayamayacak kadar kafası karışmıştı.
"Sen mi beni kaçıracaksın? Bayan Kapya cesaretine hayran kaldım."
"Kaçırırım kim ne karışır." Dudaklarına minik bir öpücük kondurup başını omuzuna eğdi.
"Ciddisin! Sen beni kaçıracaksın?" Kahkaha attı.
"Seni kaçıracağım. Yıldırım nikahı kıyarız bana hep karım diye hitap edersin. Bende sana kocamm derim." dedi uzatarak kıkırdadı. Melek ciddi değildi. Evlenmek istiyordu ama her şeyin usulüne uymasını da istiyordu. Sadece ona güvenmesini istediği için böyle demişti ama Murat çok ciddiye aldı. Bu konu hakkında konuşmadı ama saçlarını, yüzünü öpmesi mutlulukla gülmesi belli ediyordu.
"Ben o zaman bohçamı hazırlayayım."
"Ayy kocam olmak için dünden razı oldun, hiç naz da yapmıyorsun. Ne meraklı çıktın? Tamam bir ay'a kaçırırım." dedi işveli bir şekilde zaten iki güne unuttururdu.
"Sözü aldım ben kimse beni bu andan itibaren durduramaz."
Dakikalarca böyle kalmayı isteselerde iş denilen bir gerçek vardı. Melek kendini uzaklaştırıp Murat'ın dudağını öptü.
"Canım hem sözlüm, hem nişanlım, beni affettiğine göre bu öpücük hakkın." dedi tatlı bir üslupta. Murat, kadın geri çekilmeden bir kez daha sıkıca öpüp gülümsedi. Bu onun hakkıydı ve söke söke alacaktı.
"Al öptüm işte! Şimdiden böyle olursan Allah bilir evlenince ne yaparım seninle." demesiyle yersiz konuşması yüzünden ağzına kürekle vurmak istedi. Belli etmemeliydi, kendinden emin bir ifadeyle bakmaya çalıştıysa da yutkundu. Murat'ın üstüne laf söylemeyeceğini düşünmek istiyordu. Düşündüğü gibi olmadı. Murat'ın mavi gözleri ışıldayarak Melek'in ellerini tutup kalbinin üstüne koydu.
"İlk bir ay temel ihtiyaçlar hariç yataktan çıkmayacağız. Sonraki bir ay arada koltukta da yatabiliriz. Çalışmaya başladığımızda ise seni gördüğüm her an, her dakika dudakların dudaklarımda olacak. Bazen boynunu da öpeceğim. Şirkette çok ileriye gitmem."
"Edepsiz seni duyan da aşk nağmeleri fısıldıyorsun sanacak. Murat, hayallerini kendine sakla! Bırak elimi, Esila'ya yetiştirmem gereken iki sayfalık yazı hazırlamam lazım. Çok geç kaldım." diyerek karşı koydu. Melek'in tavrı genç adam tarafından hayranlıkla karşılanmış ve inanılmaz gülüşle geri yollanmıştı. Melek gün geçtikçe alışıyordu çok konuşan, bazı zamanlar boş konuşan, çıldırtan, konuşarak tutkuya boğan bu adama.
Zenginliğiyle, yakışıklı oluşuyla övünmesini bile çok seviyordu. Hiç kimseye benzetmiyor. Hiç kimse onun gibi olmadığını içinden kabul ederek tekrarlıyordu. Kalbini binlerce hayal cümlesine ait kelimelerle çarptıran adamın benliğine kuracağı tahtı şimdiden görebiliyordu. Çok çocuk, çok kahkaka, çok tutku, çok aşk, çok tartışma olacaktı. O sevdimi çok seven kadındı, karşısında ki ise sevmeye doyamayan adam...
Melek, öpücekmiş gibi sokulurken Murat dudaklarını öne doğru uzatmıştı. Daha fazla durmak ateşin nasıl barutu perişan ettiğini flaş gelişme olarak göstereceğinden Melek kıkırdayıp Murat'ın yanağını öpüp kaçtı. Beklentilerini karşılamayı hiç düşünmüyordu.
"Ya, öyle yaklaşıp yanaktan mı öpülür? Hile yapıyorsun. Sana diş bilememi istiyorsan, tamam... Seni elime geçirirsem evlenmeden ilk çocuğa hamile bırakacağım." dedi Murat, Melek'in duymadığını bilmediğinden sözünü geri aldı, panikle lafı değiştirdi.
"Şaka yaptım şaka... Hemen nikah günü alırız böylece nikahtan sonra hamile kalırsın. Tabi sende çocuk istersen. Karnında büyüten sensin önce senin istemen lazım. Ben zaten istiyorum. Beni kafana takma!" demesiyle ağzını öldürecekmiş gibi sıktı.
"Allah'ım inşallah hamilelik meselesini duymamıştır. Duyduysa kafama yüzüğü atmıştı. Ya duyduğu halde yüzüğü atmadıysa! O zaman daha kötü. Allah'ım güç ver kuvvet ver. Ağzımdan kaçtı." Olduğu yerde ileri geri yürümeye başladı.
"Acaba benim için planlar kurmadan peşinden mi gitsem? Ya duymadıysa kendimi ifşa etmiş olmaz mıyım? Böyle bir ihtimal de var demek isterdim ama hiç sanmıyorum. Kulaklarında bütün sesleri duyan karınca kolonisi olduğuna eminim." Odasına geçip yerine oturarak masaya alnını yasladı. Sonra kahkaha atarak Hakan'ı aradı.
*********
"Gideceksin ve takır takır laflarını söyleyeceksin. Ne cevap verirse versin kızmak, sinirlenmek yok." dedi, söylediği lafa kendi bile inanmıyordu. Oturduğu koltuktan ayaklarını yere vurup, odanın bir kenarından diğer kenarına doğru ayaklarından yardım alarak koltukla kendini götürdü. Esila odada tek başına oturmuş Salih ile yapacağı konuşmayı düşünüyordu. Odanın ortasında durup başını iyice ne koltuğa yasladı. O kadar yaslanmıştı ki koltuk aşağı doğru aheste aheste yere iniş yaptı
"Aaaaa!" Ayakları kısa süre ayakta havada kalmasıyla yere düştü. Büyük bir şey atlatmış gibi sürünerek koltuktan uzaklaşmasıyla soludu.
"Başıma gelenleri hemen Salih'e anlatmam lazım. Bu bahane değil bu yaşadığım acıları başka birine anlatmaya ihtiyaç duymamın davranış biçimi." Sevdiği adamla konuşmaktan bile korkuyordu. Bahaneye ihtiyacı vardı.
"En sonunda kolay bir şey atlatmadım. Yere düştüm ve canım acıdı. Koltuğu merdiven diye değiştireyim ki daha inandırıcı olsun." Gözleri doldu. Nefes alırken Salih'in arabada dediklerini düşündü.
"Ağlamayacağım. Bu aşkı ben kazanacağım umurumda değil gururum. Ezik oluşum, aptal gibi görünmem gerekse bile Salih benim canım. O kadar sabır gösterdim biraz daha göstermek zor değil." Telefonu çalınca irkildi. Salih'in aradığını düşünüp masanın üstünden aldı. Gördüğü numara ile gözyaşlarını tutamadı.
"Hakan! Ben düştüm."
"Dikkat etsene yavrucuğum nereden düştün? Geleyim mi hastaneye gideriz. Canın acıyor mu?" Hakan nefes almadan konuşmuştu. Panik bir halde,
"Ağlıyor musun? Ağlama lütfen!" dedi, incitmemek için çırpınıyordu.
"Evet! Çok ağlıyorum." Çocuk gibi konuşuyordu ama Hakan biliyordu böyle konuşsa bile deli gibi ağlamış olmalıydı.
"Beni çok ağlatıyor. Ben onu hiç ağlatmadım. Kıyamıyorum. Ben çok ağlıyorum Hakan."
"Ağlama!" Öfkelenmişti.
"Başkasını sev sende. Seni her halinle seven biri vardır. Yoksa da ben sana bulurum." Kendisini kastetmedi.
"Onu istiyorum." Ağlaması şiddetlendi.
"Ben hep onu istedim."
"Ağzına tüküreceğim onun. Ağlama yanında değilim. Melek veya Murat'ı bul onların yanında ağla sana destek olsunlar." Murat ne kadar söylense de en büyük destekçisi onun olduğunu çok iyi biliyordu.
"Melek ağladığımı görürse o da ağlar. Hemde benden fazla ağlar. Murat da Salih'den nefret eder. Kimse ondan nefret etmesin o hep beni istemedi. Onun da suçu yok."
"Ulan senin ne suçun var? Yılların gitti yılların. Bir şey yaşamadan ömrünü verdin çıldıracağım." Uzun bir nefes verdi.
"Ağlamanı ne durdurur? Hemen yapacağım."
"Şarkı söyle! O hiç bana şarkı söylemedi ben hep ona söyledim telefonla. Yüzüme kapattı her zaman. Çok kırıldım ama belli etmedim."
"Çünkü salaksın!" Yine nefes aldı.
"Hangi şarkı!"
"Gözlerin yeşilini özledim. O olsun " Burnunu çekti.
"Geçenlerde radyoda duydum. Çok sevdim bu şarkıyı." Hakan hangi şarkı olduğunu anlamadı hemen telefondan sözlerine bakıp yüzünü ekşitti. Salih'in gözleri yeşil diye hatırlıyordu. Dikkatli bakmamıştı ama renkli olduğunu biliyordu.
"Ona ithaf ettiğin şarkıyı ben mi söyleyeceğim? Vicdansız tekir kedi. Başka şarkı bul."
"Lütfen Hakan! Ben bu şarkıyı on defa Salih'e telefonda söylemek istedim izin vermedi. Lütfen." Ağlaması kesilmişti ama sesi hala çatallıydı.
Hakan etrafına kısa bir süre bakıp çalışanlardan uzaklaştı. Klüpteydi akşama gelecek misafirler için dün geceden kalan dağınıklık düzeltiliyordu. Garsonlardan birinin telefonunu alıp kulüpten çıkarak arabasına geçti. Kimsenin bu şekilde şarkı söylediğini duymasını istemiyordu.
"Sen bu tarzı bile sevmezsin. Bende sevmem. Birine aşık olunca bu hale niye gelir insan?" Koltuğu iyice arkaya kaydırdı.
"Sözlerini seviyorum."
"Yarısından sonra başlayacağız baştan itibaren söyleyemem. Birlikte söyleyeceğiz eşlik edeceksin. Şarkıyı da bilmiyorum ben sana ayak uyduracağım. Tamam mı?"
"Tamam." dedi heyecanla. Hakan garsonun telefonundan şarkıyı ayarlayıp telefonu da hoparlöre aldı. Bu tarz şarkılar hiç dinlemezdi Esila da dinlemezdi. Radyodan bulup kendini acıya bağımlı ettiğini de anlamıyordu. Sevmediği zaman bile söylüyordu Salih ile olmaz kendi yoluna bak diye. Hiçbir zaman dinlemedi üstüne daha bağımlı hale geldi. İnsan yaşamadığı aşkın bağımlısı olur muydu Esila olmuştu. Hakan ne derse desin işe yaramadığını bildiğinden mutlu olsun diye şarkıya tıkladı. Yarısına kadar götürüp başını koltuğa stresle yasladı. Şarkıcı sözlere başladığı gibi Esila da eşlik etti. Ezberlemişti Allah bilir kaç kere dinlemiş kaç kere ağlamıştı. Hakan pencereyi açıp başını ağır ağır koltuğa vuruyordu. Esila ise söylüyor.
Her yerde hayal yine aldı beni, rüzgar olup sana döndürdü bu bedeni.
Gittiğimiz hayallerde canlanır yine düşlerim.
Kurdum yine boş hayaller bilirim.
Dönmen çok zor ah ölürüm yine, dayanmaz bu kalp gidişine almaz kalbim birini.
İçimden seni atmak kalpsiz yaşamak kadar zor, ben değil her yer sen kokar sevgilim
Gözlerini çok özledim.
Sen ellerin oldun her yerde doğruyu duydum.
Bilirim ben seni vurdum çok pişmanım ne olur dön gözlerinin yeşilini özledim.
Olamaz olamaz, sensiz yarim
Kabir azabından beter halim
Acılar, bütün derdim
Sensiz bir dünyayı neyleyim.
Hakan sadece dinledi. Esila'nın acısını, yakarışını, aşkını bir şarkıda usulca dinledi. Esila sözler başladığı gibi transa geçmiş bir şekilde söylemişti. Şarkı bitince bir sessizlik oluştu.
"Sakinleştin mi? Şimdi daha iyi misin?"
"Çok İyiyim. Şimdi gidip Salih ile konuşacağım. O kim ya? Benim kalbime onun yüzünden öküz oturuyor. Onun kalbine de ben oturacağım. Aramızda bir şeyler oldu kabul etmiyor. O korkak diye ben yıllarımı çöpe atamam. Sen dedin yıllarını verdin, demek ki sende bu aşkı hak ettiğimi düşünüyorsun."
"Yoo öyle bir şey demedim. Kendini harap etme diyorum. Sen, seni değerli gören her aşkı hak ediyorsun o bambaşka mevzu. Yavrucuğum bazen gidene el sallamak gerekir. Sen hep gitse bile peşinden koşuyorsun. Öyle bir koşuyorsun ki kimse seni tutamıyor. Çok canın yanıyor bunu bile Salih'e belli etmiyorsun. Sen duracağın durağı kaybettin bulmak istediğini de düşünmüyorum. Şayet istesen arkadaşın olarak ben yardım ederdim."
"Aaaa unuttum!" Kahkaha attı.
"Biraz önce düştüm ya onu gidip Salih'e anlatayım."
"Genlerinizde ne varsa ondan istiyorum. Murat da sende sevdiniz mi gözünüz hiçbir şey görmüyor. Sizin sevdikleriniz yaşadı, Murat'ın ki karşılıklı seninki sana eziyet." Nefesini bıraktı.
"Ben biraz önce olanları bir iki gün hazmedeyim yine konuşuruz. Bana arabesk fantazi şarkı dinlettin pes vallahi pes."
Telefonu kapatınca Esila daha iyi bir haldeydi. Saçlarını düzeltip kendisiyle konuşa konuşa Salih'in odasına gelmişti. Kapıyı yavaşça vurup bir süre bekledi. Sonra daha fazla beklemeden kapıyı açtı. Odada kimse yoktu. Masanın yanına yaklaşıp Yasemin ve Yağmur'un çerçevedeki resmine baktı. Kaç defa bakmış kaç defa ağlamış olsa da yine elinde inceliyordu.
"Salih seni neden çok seviyor? Neden sana olan aşkının onda birini bana vermekten kaçıyor? Sanırım çok güzel olduğun için. Birde mükemmel bir kızınız var. Yağmur'u bende çok seviyorum. Çok tatlı, aramızda kalsın o da babasıyla evlenmemi istiyor." Kıkırdadı.
"Çok komik değil mi? Bir oyunlar yapıyor sorma. Ben kötü biri değilim hiç olmadım. Biraz aptalım ama iyi bir anne olacağımı biliyorum çünkü Yağmur'u çok seviyorum." Tebessüm ederek resmi yerine koymak için uzandığı anda telefonun çalmasıyla korkup elinden düşürmüştü. Üç parçaya ayrılmış çerçeveyi görmesiyle masaya tutundu. Korkarak yutkundu.
"Ne yaptım ben! Allah'ım ne yaptım ben!" dedi yerdeki kırılan çerçeveye bakarak, sakince oradan uzaklaştı. Kimseye aldırış etmeden dışarıya kadar koştu.
Uzun cadde boyunca koşarak Salih gelmeden her bujiteri, ev dekorasyonu ve züccaciye'ye girip çerçeve bakıyordu. Ayakları koşmaktan hitap düşmüştü. Yüreği yangın yeriydi. Her zaman kırmak istediği çerçeveyi istemeden kırmıştı. Salih'in ne diyeceğini düşünmekten kafayı yemek üzereydi. Hoş karşılamazdı bunu çok iyi biliyordu. En son girdiği dükkandan çerçevenin sadece rengine uyan bir tane çaresizce aldı. Hemen değiştirmeli sonrada özür dilemeliydi.
Hiç beklemeden elindeki poşetle şirkete yine koştu. Kapıyı açıp yerde kırılmış camları temizledi. Parmaklarına çam battı canı acıdı ama umursamadı. Parmaklarından sızan kan ile sonra ilgilenecekti. Salih gelirse yanlış anlar diye çok korkuyordu. Resmi eline alıp yeni aldığı çerçeveye yerleştirirken Salih dün konuştuğu Dilber'le içeriye girmiş Esila'nın resmi yırtmaya çalıştığını düşünüp kızgınlıkla resmi elinden çekmişti.
"Sen ne yapıyorsun? Esila bunu yapmış olma! Gerçekten mi ya! Bu nasıl bir saygısızlık? Resimlere zarar verecek kadar delirdin mi?"
"Şey, yemin ederim kötü bir niyetim yoktu. Sandalyeden düştüm onu sana anlatmak için geldim. Sonra biraz Yasemin ile konuştum birazcık konuştum. Seni şikayet etmedim onun güzel bir kadın olduğunu söyledim. İsteyerek kırmadım istemeden oldu. Bakarken telefon çalınca elimden kaydı." Ardı ardına cümleler kurmaktan yutkunamadı.
"Tamam ben hallederim sen dışarı çık. Bana ait olan hiçbir şeye de bir daha dokunma! Esila şekeri elinden alınmış çocuk gibisin." dedi, kendini sakinleştirmek için zorlayarak Dilber'e döndü.
"Dilber hanım, toplantı odasına geçin. Hacer ve Melek hanım orada sizi bekliyor."
"Öğle yemeği için işiniz yoksa bekleyeyim mi?" Kalçasını sanki vücuttan ayrı duruyormuş gibi çıkardı. Giydiği popo büyütücü korse de istediği şekle gelmesinden yardımcı olmuştu. Salih çattık belaya diyen bakış atıp nazikçe kapıyı gösterdi.
"İyi günler. Patronunuza aldığınız dosyaları mutlaka gösterin."
"Merak etmeyin. Başka zaman yemek sözünüz olsun." Avına ulaşamadığı için sinirle çıktı odadan. Odada Salih ve Esila kalmıştı.
"Yemin ederim isteyerek kırmadım. Baksana halime, o kadının sana yaptığı cilveyi sessizce izledim. Yalvarıyorum, inan elimden kaydı." Salih, Esila'nın gözlerinden akan iki damla yaşa sinirlenmiş dişlerini sıkarak yere bakıyordu. Genç kadının birden boynunu tutarak kendine yaklaştırıp gözlerine kenetledi.
"Sana tam inanmıyorum. Bana duyduğun hastalıktan vazgeç. Bu dünyada tek erkek benmişim gibi davranmaktan vazgeç! Kendine güzel bir hayat kur bunu hak ediyorsun. Ben sana iyi gelmem." Esila'nın ağlaması her kelimede çoğalmıştı. Gözlerini kısarak başını eğmeye çalıştıysa da Salih'in sıcacık ellerinin boynuna yaptığı baskıyla mümkün değildi.
"Özgür olmak varken bana duyduğun hastalıkla savaşma!" dediği gibi Esila itiraz etti.
"Özgür olmak istemiyorum ki! Keza seni sevdiğim her an özgürüm. Ben senin yanında, kalbinden geçen zerre olmaya razıyım. Kabul etmeyeceğini bile bile, bunun için sana yalvarıyorum. Sana olan aşkımdan korkup gitmen benim özgürlüğümü alır. Beni kabul etmek için bazen uğraş verdiğini görünce umut etsem de kokuna da razı olduğum için ses çıkarmıyorum. Yeter ki ben gidiyorum deme... Deme ki belki bir gün beni sevdiğini düşünüp seversin. Ne olursa olsun sevmesen bile seni görmeyeyim diye uzaklara gitme. Sen gitme, sadece yanı başımda izle beni, bak nasıl göğsünü gere gere koluna takacaksın." Ona tutunmak istedi. Gözleri o kadar boş bakıyordu ki ne diyeceğini bilemedi.
"Salih bırakma acı veren cümleler içinde beni. Aramıza ölüm dahil ne girdiyse kabulüm, yeterki gitme! Beni sensiz, sessiz, bencil dünyamda tek başına bırakma. Aşkımdan haberin olmamasını istiyorsan onada razıyım. Belli etmeden severim. Hep sevdim yine öyle severim." Salih uzunca kurulan cümleler içinde nokta gibi küçücük kalmıştı. Esila, kalbinde her dakika dur durak bilmeden yükseliyordu. Ne yaptıysa kendinden uzaklaştıramadığı kadına baktı. Adeta bu aşk için tek başına çırpınıyordu. Elini uzatsa daha geri çekmeyeceğini biliyor o yüzden Esila'ya kötü davranıyordu. Esila bambaşkaydı onun sevgi dolu kalbî Salih için büyük hazineydi. Bu hazine zarar görmesin diye yaptıklarına kendi bile inanamıyordu. Kaç kere kalbini kırmış kaç kere hakaret etmişti. Başka biri gider geri dönmezdi. Esila ise gitmeyi düşünmüyordu, gururunu bu uğurda harcıyordu.
Salih'in kalbi, Yasemin'e duyduğu aşkın daha fazlasını Esila'ya vermeye hazırdı. Korkuları baş göstermişti. Masanın üstünde sahipsiz gibi duran resime haksızlık yaptığını düşünüp elini titreyerek Esila'nın boynundan çekti. Koltuğa oturup çerçeveye resmi yerleştirerek telefonla Suzan sekreteri aradı.
"Temizlik için birisini yollar mısın?" dedi, telefonu kapatıp bilgisayarda yarın ki program ayarlamasına göz gezdirdi.
Esila, geri geri yürüyerek kapıya ulaşmış sessizce odadan çıkmıştı.
Uzun koridorda Melek'e çarpana kadar yürüdü.
"Hangi dağda kurt öldü. Bu halin ne?" demesiyle nihayet sabit bir şekilde durdu.
"Ağlaya bilir miyim?" Melek şefkatle gülümsedi.
"Ya sen niye bu kadar güzel bir patronsun." Karnını gıdıkladı.
"Gözlerin ağlamaktan bitap düşmüş biraz gül bakayım." Dudaklarını büzdü Melek de aynısını yaptı. Gözlerini devirdi o da tekrar etti. En sonunda gülümsedi.
"İşte bu! Ben varım ya ağlamak istediğin zaman yanıma gel seni güldürürüm. Anlaştık mı?"
"Sen ne yapıyorsun? O şıllık'ın yanına mı?"
"Hı hı."
"Bende geliyorum." demesiyle Esila ellerini saçlarına götürüp kaşıdı.
"Sen benim sekreterim değil misin? Ne diye benim içinde bulunmadığım işin içinde çalışıyorsun?"
"Sabah telefonda yağ yapıp gözünde iyi olmak için Salih'e sen demişsin ya!" diye sesini yükselterek ayağını yere vurdu.
"Hacer dedi Salih'e yalvarmışsın yardımcı olmam için... Ne utanç verici bir patronice olduğunu düşün! Kafanda neler geçiyor bir anlasam. Sen dövme diye topu bana atıyorsun. Birde beklediğin iki sayfalık sunumu akşam veya en geç yarın sabah masana bırakırım. Senin yüzünden çok yoruluyorum." dedi imalı bir tavırla. Kucağındaki dosyalara sıkıca tutup yanından giderken Esila'da peşine takıldı.
"Kafam biraz karışık, bende geleyim." Koluna girdi yanaklarını sulu sulu öpüp kıkırdadı.
Dilber karşısında ki sekreteri soğuk terler akıtmaya başlamıştı ki içeriye yeni kurbanlarının geldiğini görünce hoşnut bir tavırla gülümsedi. Salih'e olan sinirini herkesten misliyle almak, bütün hırsını kusmak istiyordu.
Melek, Hacer'in yanındaki sandalye'ye Esila da masanın kenarına oturdu.
Dilber kıstığı ela gözlerini masanın kenarına oturan Esila'ya döndürüp eline kalemi alarak oynamaya başladı. Dakikalar önce Salih'in yanında görmüştü. İlk izlenim olarak korkak ve aciz duruyordu. Şimdi ise kendinden fazlasıyla emindi ve bu Dilber'in hoşuna gitmedi. Dilber, kendi yaptığı saygısızlık hariç saygısızlığa tahammülü yoktu. Hele ki, karşısında bunu yapan alt kademedeki bir sekreterse olmayan sınırlarını bir kademe daha mafetmek anlamına geliyordu. Esila'yı tanımıyordu.
Kısa, kestane rengi boyattığı saçlarını arkaya doğru itti. Melek'in önündeki dosyaları kusur aramak için kendi tarafına çekti.
Elindeki kalemi okuyormuş edasıyla sayfalarda gezdirip kaşlarını kaldırdı.
"Bu çocukça modelleri siz mi çizdiniz?" Hacer cevap verecekken Melek başladı.
"Beğendiniz mi?"
"Ne kadar basit, Arsel holdingin bana sunacağı modeller bunlar mı? Patronumu arayıp önce burdaki çalışanları..." demesiyle Hacer ellerini sallayarak özür diledi. Esila, sinirle Hacer'e bakıp dişini sıkıyordu.
"Omuzlarını dik tut tatlım." diye Hacer'e doğru fısıldadı.
"Dilber önce o tiz sesini alçalt!" dedi Melek, yanına saygı ifadesi koymadı. Direk adıyla hitap etti.
"Benimle konuşurken hitaplarınıza dikkat edin." Tekrar dosyaya döndü. Melek'i sevmemişti sert duruyordu.
"Sizi affediyorum." Büyüklük gösterdiğini düşünmelerini istedi.
"Ayy canım benim bizi affediyormuş. Hoştt diyeceğim de denmez." Ağzına yalandan vurdu.
"Tüh unutmuşum etrafta havlayan köpek olunca denir. Bu bilgi işe yarar." Melek bir yandan da konuşurken ayağa kalkıp Dilber'in arkasına geçti.
"Hadi işini yap! Biz sekreteriz laf dalaşına girerken bile saygılı olmalıyız. Şirketi temsil ediyoruz. Hadi beni zorlama şirketi temsil ediyorum." Tıslayarak söylemişti. Esila kahkaha atarak Hacer'in yanağından makas aldı.
"Melek güzel temsil ediyor değil mi kız?"
Dilber'i dövmek istiyor olsa da Salih onu dövdüğünü duyarsa yine azarlar diye sabır ederek başka şeylere bakmaya uğraştı.
Melek zaten icabına bakıyordu. Kendi ayakkabısını ele alabilirdi. İnce kırmızı topuklu, siyah rugan ayakkabı... Bir yıl önce kırk bin vererek aşık olmuş bir halde ayakkabıyı almıştı. Ayakkabıya verdiği paraya acıdığı söylenemezdi. Gözlerinden kalpler fışkırarak baktı ayakkabısına... Kulağına Melek'in sesi gelmese devam da edecekti.
"Dilber hanım, Hacer'den özür dinleyin."
"O dosyayı yüzüne atmamı haketti. Sizde istiyorsunuz herhalde!" dedi, tehlikeli olduğunu belli edercesine, Melek, Hacer'in yüzüne atılıp yere düşen dosyaları toparladığı gibi Dilber'in memnuniyetsiz yüzüne hışımla vurdu. Dosyaların yarısı yine düştü yarısı elindeydi.
"Bu aptal çizimler sizin şirketten gönderdikleriniz. Arsel holdingin bünyesinde bu çizimleri çizecek adam yok. Olsa bile sizin gibi davranmayız. Şimdi burdan gidin. Saçını başını yolmadan Hacer'den özür dile ve git!" diyerek kapıyı işaret etti. Dilber'in göz bebekleri seyirerek dudağını dişledi.
"Sen bana vurdun mu?" Melek dilini damağına bastırıp ses çıkarıp sandalyesine tekme attı.
"Şimdi vurdum."
"Şu dakikadan sonra bittin, patronu arayıp bu rezilliği anlatacağım. Sekreter bozması bana dosya atıp kapıyı mı gösterdi? Yaktım seni ismin ne?"
"Melek Kapya! Ağzına s*çarım beni şikayet etmezsen." Sesi yükseldi.
"Bekliyorum hemen et!" demişti ki, Esila, kadına doğru telefonunu sallayıp gününü görürsün bakışı atarak kulağına götürdü.
"Alo! Ben Arsel holding Fahri Arsel'in yeğeni Esila Altun, gönderdiğiniz sekreter ne beceriksiz, ne aptal, ne kancık bir karakter. İş yapmak yerine kur yapıyor. Bu şekilde titiz çalıştığınızı cemil cümle aleme yaymaya mı çalışıyorsunuz? Ya sekreteri değiştirin yada anlaşma fesedilsin. Küçük düşünen şirketlerle anlaşma yapmayız." dediği anda cevabı beklemeden kapattı. Herkes pür dikkat Esila'nın konuşmasını dinlemiş telefonu kapattığı gibi de Dilber inanamaz gözlerle bakmıştı.
"Ne oldu Dilber'ciğim? Canım sekreterime başka bir şeye daldığım anda yüzüne dosya fırlatıp birde Melek'e hakaret ettikten sonra aval aval bakıp görmemezlikten geleceğimi mi düşündün? Yok öyle zengin görüp pantolon çıkarmak. Abimin biricik nişanlısı sana defol dedikten sonra karşı atağı bekleyeceğimi sanmışta olabilirsin. Yanıldın kedicik! Birazdan patronun seni arar. Sonra şirketten naş!" der demez Dilber'in telefonu çaldı. Eli titreyerek telefonu kulağına götürerek konuşma boyunca, patronunun her cümle bitiminde sadece 'tamam efendim' dedi. Gözleri sinirden kızarmıştı. Afallamış bir halde telefonu çantasına yerleştirip Melek'in yüzüne attığı dosyaları toplama sırası ona gelmişti. Yere çöküp hepsini topladıktan sonra Esila'ya başı önünde eğildi.
"Özür dilerim."
"Patronun işlerin nasıl yürüdüğünü biliyor. Senin gibi erkek delisi sekreteri gözüm görmesin bir daha. Şimdi Hacer ve Melek'den özür dile." İkisinden de özür diledi.
Dilber gittikten sonra Hacer de mutlu olduğunu yüz ıfadesiyle gösterip toplantı salonundan çıktı. Melek'in nişanlı olduğunu kimseye söylemeyecekti.
Odada ikisinden başka kimse kalmamıştı.
"Salih inadına yaptığımı sanabilir. Zaten nefret ediyor nefreti haksız yere katlanacak. Ne dertli başım var. Seviyorum diyorum adam kulağına küpe bile yapmıyor."
"Erkek adam küpe mi takar?" dedi güldürmek için, terleyen saç diplerini kaşıyıp sandalyesine oturdu.
"Mecazen söyledim. Biz uğruna günaha girip ölecek kadar seviyoruz ama onun ne sevdiği belli ne sevmediği... Ben kaçtım, birkaç dakika odamda inzivaya çekileyim." Arka arkaya nefes egzersizleri yaparak odasına geçmesiyle L koltuğa uzandı.
"Kendini toparla Esila! Sen bu değilsin!" Sinirleri boşalmıştı. Dakikalar önce gülerken şimdi ağlaması yağmur bulutu gibi yanaklarını ıslatıyordu.
"Sen tamamıyla busun, bu! Aciz ve her insan için ibretliksin. Adam seni yere yere bitiremedi. Sen bir dakikalık sevgi gösterisi gördün diye kaç gündür aşk dileniyorsun." dedi, bu aşktan kurtulmak istiyordu. Salih'e yaşattıkları normal değildi. Kendi yaşadıkları da normal değildi.
"Dilber'e yaptıklarımı öğrendiği gibi kızacak. Kaç gündür uğraşıyor ve ben sekteye uğratmış olabilirim. Acaba başkasıyla evlensem mutlu olur mu? Mutlaka olur, en iyisi evlenmek. Herkes aşk evliliği yapmıyor ki, ben yapayım. Eminim beni seven bir erkekle çok mutlu olurum. En mutlusu belki ben olurum. Hem Salih mutlu olacaksa benimde o evlilikte mutlu olacağım kesin." Kendiyle konuşmaya devam ederken Salih yanına oturmuş. Esila'nın durmadan konuşan dudaklarına bir anda şefkatle öpmeye başlamıştı. Genç kadının öpücük karşısında akan yaşları, Salih'in kirli sakallarına değdikçe dudaklarındaki baskıyı artırıyordu.
"Başkasıyla evlenmen beni mutlu etmez. Kahreder budala kadın, kahreder." dedi dudakları dudaklarındayken...
Salih, kendini geri çekip avuçları arasına genç kadının ürkek yüzünü aldı. Yanaklarına sayısız öpücük bırakıp burnunu burnuna sürttü.
"Yemin ederim Dilber haketti. Yoksa senin işini bozar mıyım? Yalvarıyorum gideceğini söyleme... Salih, bu öpücük son veda gibi bir şey mi? Eğer öyleyse... Keşke hiç öpmeseydin!" demesiyle adam tekrar öperek susturdu.
"Biliyorum sana karşı hoş davranmıyorum. Ama elimden geleni yapacağım. Her şeyi unut... Sadece bunu düşün, bizim de bir başlangıç yapmamız hoşuna gitmez mi?" Nefesleri birbirine ilk defa değiyordu.
"Gi...der hem...de çok ho...şuma gi...der." dedi heyecandan kekeliyerek, Salih'in göğsüne sıkıca kendini sarıp gözlerini genç adama kilitledi.
***
Mesainin bitmesine çok az kalmıştı. Melek iki sayfalık sunum dosyasını tamamlamış hızla üstten okuyarak kenara koydu. Hemen dosyayı Esila'ya bırakıp toparlanmaya başlamalıydı. Odasına girdiğinde salak bir gülümseme ile onu karşıladı.
"Güzel bir şey olmuş."
"Beni öptü dudağımdan. Şap diye öptü. İnana biliyor musun beni öptü." Arkadaşına gülümseyerek karşılık verdi. Salih ile konuştuğunda kafası karışık olduğunu düşünmüştü. Durumu toparladığı için çok mutluydu. Salih ile Esila'yı damatlık ve gelinlikle hayal edip sıkıca sarıldı.
"Gelinlik sana çok yakışacak. Senin dediğin oldu Salih seni çok seviyor sadece göstermekte zorlanıyor."
"Şimdi ne yapacağım biliyor musun? Pasta alıp evine gideceğim eminim çok mutlu olacaklar. Sonra da uzun uzun bu konuları konuşuruz. Kimseye anlatma dedi ama ben herkese anlatacağım. Çünkü neden olmasın." Melek'in yanaklarını öpüp paltosunu giyip koluna girdi.
"Seni de eve bırakayım."
"Murat ile eve giderim. Sen keyfine bak. Bence bir süre kimseye anlatma."
"Dayanamayıp anlatırım. Bir ara mutlaka Sibel sen ben kutlayalım. Hem nişanı hem benim işimi." Gözlerini kırpıştırıp gülümsedi.
Esila odadan çıkarken odadaki dağınıklığı toplayıp sekreter odasına geçti. Göz ucuyla Murat'ın odasına bakıp önüne döndü. Murat eskiye nazaran uzun saatler çalışıyordu. Dosyalara gömülmüş olmalıydı diye içinden geçirdi. İşlerine devam etti. Masanın üzerinde ki bütün kağıt ve kalem topluluğunu yerlerine koyup kasılan sırtını geriye doğru gerdi.
"Güzelim hazır mısın?" Murat tam dibinde sessizce dururken bu da yetmezmiş gibi gülümserken hazır olacak gibi değildi.
"İşte bundan bahsediyorum." Melek kaşlarını hafifçe kaldırdı.
"Bayan Kapya beni incelemene bayılıyorum. Biraz önce yaptığın gibi." Çok belli ediyordu işin kötü tarafı artık bu durumun önünü de kapatamıyordu.
"Saçmalama lütfen ben niye seni inceleme yapayım."
"Arzu ettiğin için." dedi arsız bir şekilde.
"Yok artık en iyisi konuşmayalım." Tükürüğünü yutamadı.
"Tamam sustum!" Ağzına fermuar gibi çekip dudaklarını bastırdı.
"Geç kalmadan gidelim." Murat üstüne daha fazla gitmek istemedi sevdiği kadının bu kadar kızarması onun için yeterliydi. Hoşuna gidiyordu onu her şekilde izleyen bir kadına sahip olduğu için çok şanslı hissediyordu.
Arabayla giderken biri arabaya taş atınca su birikintisini üzerinde araba birden durdu. Murat konuşmadan aşağıya inip arabaya ne olduğuna bakıyordu. Melek de indi hava soğuktu ama yağmurlu değildi.
"Milletin yaramaz çocukları da hep bizi buluyor. Biraz öteye çeksene! Burası su içinde." Hava aydınlık ve temizdi. Bugün yağmur da yağmamıştı ama geniş bir su birikintisinin üstünde araba durmuştu. Bu su da neyin nesiydi diye kendi kendine düşünürken bir araba onlara doğru sürüp son hızla tekerlekleri suya girip püskürterek yanlarından geçti. Melek yüzü ve saçları hariç çamurlu su içinde kalmıştı. Melek yol tarafındaydı Murat'a da kaldırım tarafında. Adamın paçaları sadece ıslanmıştı.
"Koca yol var ve adam bilerek çamura sürdü. Şu halime bak!" Sinirden gözlerini yumdu. Şıp şıp su kıyafetleri üstünden yere akıyordu. Ve ses sinirlerini alt üst ediyordu.
"Bakkaldan mı aldın ehliyeti manyak herif! Biri taş atar biri çamur sıçratır bu ne ya?" Üzerine baktı.
"Şu halime bak!" Murat'a döndü kendisinden daha iyiydi. Pantolonu sadece çamur olmuştu. Melek de kaldırıma geçip ağlamamak için burnunu çekti.
"Araba duracak yer mi burası? Suya araba mı koyulur?"
"Çocuk taşı atınca kafam karıştı. Hemen üzerimize bir şeyler alalım."
"Yok evde hallederim."
"Eve gitmeden hemen yeni bir şeyler alacağız itiraz yok." Melek itiraz etmek istedi sonra vazgeçti. Eve bu halde gitmek istemiyordu.
İki dakika sonra büyük bir giyim mağazasına girdiklerinde Melek en ucuz kıyafetlere bakmak için reyonlarda gezmeye başladı. Murat da göz ucuyla etrafa bakıyordu. Gözüne ilişen beyaz elbiseyi eline alıp havaya kaldırdı. Güpürlü uzun kolları, dizlerine kadar uzanan elbiseye hayranlıkla baktı.
"Hadi bunu giy." Melek de beğenmişti. Sonbahar için uygun bir renk değildi ama Murat'ı da kırmak istemedi. Tezgahtardan rica ederek lavabolarını kullanıp yüzünü kirlenen her yerini temiz bez ile sildi. Eskiye göre çok daha iyiydi. Giyinme kabinine girip elbiseyi giydi. Aşırı rahattı ve oldukça güzel olmuştu. Saçlarını dağıtıp öyle kendine baktı. Bu elbiseye açık saç yakışmıştı.
Murat dışarıda beklerken dudaklarını bastırıp dışarı çıktı. Kendi etrafında dönüp kollarını nasıl olmuşum der gibi gerdi. Adamın nefesi kesilmişti. Gözleri haylaz bir çocuğun şeklini aldı. Bakmaya doyamıyordu.
"Nasıl olmuşum?"
"Dünyanın yaşanılabilir olduğunu kanıtlar gibi. Fazla güzel."
"Şaka mı yapıyorsun?" Şımardı.
"Şu durumda şaka yaparsam çarpılırım. Çok güzelsin kimse sana benim gözümden baksın istemeyecek kadar güzelsin." Ayağa kalkıp,
"Bence bu üstünde kalsın." dedi.
Üstündeki kıyafete dakikalardır bakıyordu. İlk defa bembeyaz bir elbise giymişti. Sade oldukça güzel rahat bir elbise içinde kendini prenses gibi hissediyordu. Murat da beyaz bir gömlek ve pantolon almıştı. Gülümseyerek etrafa bakarken kapalı otoparka girip ilk katta arabayı bıraktılar. Nereye geldiklerini bilmiyordu Murat arabada bitmek bilmeyen iltifatlar ederken aklı uçup gitmiş yola dikkat etmemişti.
Genç adam elini uzatıp gülümsedi. İç çekerek elini tuttu. Hiç konuşmadan asansöre bindiler asansör açıldığı gibi Sibel kapıda el çırparak onlara doğru koştu. Melek şaşkınlıkla bakıyordu. Ne olduğunu anlamamıştı. Hakan da buradaydı tokalaşıp etrafa şaşkın bir kedi gibi bakındı. Duvarda yazan yazıya gözü kaydı.
Nikah salonu. Üstüne baktı bembeyaz bir elbise, nikah elbisesi. Hakan ve Sibel dışında kimse yoktu, iki şahit. Arabaya taş atılması, su içinde bir yerde aniden durması, bir arabanın üzerlerine gelip Melek'in dibine kadar girmesi. Bütün elbisesi çamur içinde kalması bile oyundu. Üzerindeki elbiseyi giymek için oynanan oyun. Ağzı açık bir şekilde etrafa baktı. Nefesi kesildi Murat'a döndü. Genç adam o kadar güzel gülümsüyordu ki aklı gitti.
"Seni bir gün kaçıracağım demiştim. Sen kaçırılmak istedin bende isteğini gerçekleştirdim. Bizde hanım ne derse o." Asansörde ki konuşmayı hatırladı.
"Seni kaçıracağım. Yıldırım nikahı kıyarız bana hep karım diye hitap edersin. Bende sana kocamm derim." Tükürüğü boğazına kaçtı. Murat'ın bunu yapacağını nasıl düşünmezdi. En çok istediği şeyi söyledikten sonra geri dönülmez bir yola girdiğini şimdi anlıyordu. Murat'ı hafife almış unutturur sanmıştı. Şimdi nikah salonunda üstünde nikah elbisesi ile Murat'a bakıyordu. O tokatın hesabı sorulmaz her şey gibi unutulur diye düşünmüştü. Yanıldığını Murat'ın çarpık gülüşünde tek kaşını kaldırıp elini ona doğru uzatmasıyla unutulmadığını anladı. Bir şekilde kaçırılmıştı ve buna öncülük yapanda farketmeden kendisi olmuştu.
Nikahtan kaçsa Murat'a kendini affettirebilir miydi? O kadar heyecanlı duruyordu ki genç adamı izlerken gözleri doldu. Ağlamak istedi hemde tam şu anda... Oturup ağlasa vazgeçer miydi? Vazgeçerdi ama onun kalbi de kapanmayacak şekilde kırılırdı.
Kimseye haber vermeden imza atmak büyük bir hata olabilirdi. Yutkundu söyleyecekti şu anda evlenmek istemediğini, gözlerini kıstı. Tam yanına giderken görevli.seslendi.
"Sayın Melek Kapya ve Murat Arsel nikah için yerlerinizi alın."
İşte şimdi işler gerçek dışı olamayacak şekilde kararmıştı.
________
Şimdi artık her okuyucu birkaç cümle yazar diye düşünüyorum. Sizce nikah olur mu? Melek kendini bu durumdan kurtarabilir mi?
Bu hikâyenin otuz sayfalık bölümünü okudunuz. Gözlerinize sağlık 😶🌫️ Yeni bölüm de görüşelim.
YORUM VE BEĞENİ yapmayı unutmayın. Ben yazmaya devam ediyorum sende yanımda olmaya devam et.❤❤❤
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
113.08k Okunma |
9.9k Oy |
0 Takip |
127 Bölümlü Kitap |