55. Bölüm

Özel Bölüm-2

uranüs
justtbirisii

 

Can Ozan - Toprak Yağmura

Ya da tam olarak bu kitabı yansıtıyor dediğiniz herhangi bir şarkıyı açarak okuyun bölümü, hatta o şarkıyı da bırakıverin şuraya :)

——

Gurur duymak. Son bir kaç saattir hissettiğim en yoğun duygu buydu sanırım.

Toprak son üç senedir ülkenin en iyi takımlarından birindeydi ve son bir yılda da fazlasıyla ilk 11 şansı bulmuştu. Ve bu yüzden de şu an içinde bulunduğumuz şampiyonluk kutlamalasında onun da payının büyük olması, gurur vericiydi.

Hatta tüm takımın adı anons edilirken o kendisinden daha büyükler olmasına rağmen gençlerin arasında değil, katkıda bulunanların arasında anons edilecekti.

Spikerin dizdiği maninin ardından numarsıyla beraber onun ismini anons ettiğini duymak, çok güzeldi.

Her şeye rağmen hayallerini gerçekleştirdiğine şahitlik etmek tek kelimeyle mükemmel bir duyguydu.

Podyuma kendi seçtiği şarkı eşliğinde çıkıp madalyasını aldı ve diğer takım arkadaşlarının yanına geçti. Ondan sonra bir kaç kişi daha ve en son da kaptanlar çıkınca kupayı kaldırmışlardı.

Tuttuğum takımın şampiyon olmasının sevinci bir yana, sevgilimin -hatta artık nişanlımın- bu anın içinde olması tek kelimeyle harikaydı.

Aklıma gelen detayla parmaklarım istemsizce yüzük parmağımdaki tek taş yüzüğe kaydı. Yaklaşık altı ay öncesinde, doğum günümde aldığım evlilik teklifi hayatımdaki en güzel doğum günü hediyesiydi. Şimdi de evlenmek için benim mezun olmamı bekliyorduk ki ona da bir aydan kısa bir süre kalmıştı.

Podyumdakiler bir süre sevincini yaşadıktan sonra Toprak beni de yanına almış ve tekrar takım arkadaşlarının yanına dönmüştü. İlk başta podyuma çıkarken de benimle çıkmayı düşünse de ben saçmalamamasını söyleyerek onu vaz geçirmiştim.

"Bence sen de benimle çıkmalıydın," diye ısrar etti Toprak.

"Saçmalama istersen, ne yapaksın beni de çıkartıp? Hem göz önünde olmayı sevmediğimi biliyorsun."

Belimden kavradığı eliyle beni iyice kendine çekip yanağımdan öptü. "Herkes kucağında bebeğiyle çıktı ama."

"Ben senin bebeğin miyim Toprak?"

"Evet, bebeğimsin tabii ki."

Yüzündeki çapkın ifade beni güldürürken bu sefer ben onu yanağından öptüm. "Neyse artık, çocuğumuz olduğunda sen de onunla çıkarsın," dedim tepkisini ölçmek için.

Dediğim şeyle Toprak'ın gözleri parlamıştı. "Çocuğumuz..." demişti mırıldanır gibi. Hayallere daldığını anlamak çok da zor değildi.

Onun bu halleri benim yüzümde aptal bir sırıtış oluştururken içinde bulunduğumuz büyülü an uzaktan birinin onun adını seslenmesiyle bölündü.

"Hazar," dedi bir erkek sesi aksanlı bir Türkçeyle. Takım arkadaşlarından biri olduğunu anlamak zor değildi.

Toprak geçtiğimiz yıllarda babasına olan nefretiyle beraber onun koyduğu isme olan nefretini de öldürmüştü. Gerçi isim konusunda ona bu isimle hitap eden koca bir taraftar kitlesinin olması da yardımcı olmuştu.

Babası konusundaysa ona yardımcı olan şey küçük kardeşiydi. Esra abla üç sene önce hiç beklemediğimiz bir anda hamile kalmıştı. Sonuç olarak da küçük bir görümcem daha olmuştu.

Toprak kendisiyle beraber beni de takım arkadaşının yanına sürükleyip adamla İngilizce sohbet etmeye başladı. Arada bir beni de gösterip bir şeyler diyordu ama ne dediğine dikkat etmiyordum.

Lisede İngilizcede benden kopya çeken çocuk, şimdi sular seller gibi konuşuyordu İngilizceyi.

Dahası, lisede yanıma oturduğunda kalkması için zorladığım çocuk bir kaç ay sonra kocam olacaktı.

♡°♡°♡

Üzerimdeki gelinliğin eteklerini düzelterek aynada kendime bir kez daha göz attım. Askılı, göğüs kısmında dantel işlemeli detayları bulunan çok da süslü olmayan bir gelinlikti.

Beklenen gün gelmişti, evleniyorduk.

"Ay vallahi çok güzel oldun," diye cırladı arkamdan Ecrin. Liseden mezun olduktan sonra çok sık olmasa da görüşmeye devam etmiştik ve şimdi de hazırlanmama onlar yardım yetmişti.

"Toprak olsam düşer bayılırdım şu görüntüye," diye arttırdı iddiasını Elif.

"Abartmayın," dedim göz devirerek. "Sadece bir gelinlik."

Benim dediğime bu sefer onlar göz devirdiler.

Düğün sadece birinci derece akrabaların ve yakın arkadaşlarımızın olduğu ufak bir organizasyon şeklinde olacaktı. Ben çok şaşalı bir şey istememiştim ve Toprak da zaten benimle aynı fikirde olduğundan bu sonuca varmıştık.

Arkamı dönüp tekrardan aynadan kendime baktım. Bu görüntünün ve şu anın gerçekliğinden emin olmak istiyordum.

Daha da çok istediğim bir şey varsa, o da bir an önce şu stresli dakikaları geçip Toprak'la baş başa kalmaktı.

Kapının tıklatılmasıtla başımı o tarafa çevirip "Gel," dedim. Kapı aralanıp içeri turuncu bir kafa girdi.

"Toprak'ı zor tutuyorlar girmemesi için, gelebilir mi?" diye sordu Emir.

"Tabii ki gelsin," diyerek soruyu benim yerime cavapladı Elif. Sonra da üçü de ayaklanıp odadan çıkmak için hareketlendi. Bizi yalnız bırakmak için mantıklı bir hareketti.

Onlarla beraber Emir de çıktıktan sadece bir kaç saniye sonra kapı yavaşça aralanmış ve içeri Toprak girmişti.

Üzerinde bugün için alınmış damatlık vardı. Her zaman dağınık şekilde alnına dökülen saçları özenle şekillendirilmiş ve biraz da kısaltılmıştı. Onu görünce ağzımın açık kalmaması imkansızdı.

Onu süzmeyi bırakıp gözlerimi hastası olduğum yeşillere çevirdim. Gözleri hayranlıkla bakıyordu gözlerimin içine.

Bir kaç adım atarak aramızdaki mesafeyi kapattı ve hemen önümde durup ellerimi tuttu.

"Çok güzelsin," dedi büyülenmiş sesiyle.

"Senin de benden aşağı kalır yanın yok yalnız," dedim gülerek.

Ellerini ellerimden çekip yüzümü avuçladı ve yeşillerini tüm yüzümde gezdirmeye başladı. En son gözlerimde durduğunda gözlerindeki o bakışı görmüştüm.

"Öpemezsin, rujum bozulur."

"Ama bu haksızlık," dedi yüzünü yüzüme iyice yaklaştırarak.

"Şu düğün bitsin, istemediğin kadar öpeceksin emin ol," dedim dudaklarımı onunkilere değdirerek. Dudaklarımı kavramak için bir hamle yaptığında geri çekilerek ona eziyet çektirmeyi seçtim.

"Emin ol seni hiç bir zaman istemediğim kadar öpemem, çünkü hep istiyor olacağım."

Dedikleri sanki içinde bulunduğumuz andan dolayı yeterince hızlı atmıyormuş gibi daha da hızlandırmıştı kalbimi. O hep bana iltifat ederdi, ben de hep ettiği iltifatlara kendi içimde erir giderdim.

Kapı tıklanıp yavaşça açıldığında aramızdaki mesafeyi birer adım açtık ve kimin geldiğine baktık. İçeri giren kafa İlkin'e aitti.

"Hadi, gelin artık."

Toprak İlkin'in kapıyı kapatmadan çıkmasının ardından kolunu kıvırıp bana doğru uzattı. Koluna girip onunla beraber odadan çıktım.

Beraber misafirlerin alkışları eşliğinde dans edilmesi için açılan alana geçtik.Toprak elimi kolundan nazikçe çekip avucunun içine aldı ve çalan şarkıyla dans etmeye başladık.

Can Ozan - Toprak Yağmura çalıyordu. Bu, bizim şarkımızdı. Yaklaşık altı sene önce ona hislerimi ilk açtığım zaman söylediğim şarkıydı. Bizi anlatan şarkıydı. Ve ben bu gün bu şarkıyla dans etmeyi özellikle istemiştim.

Her şeyiyle bu an mükemmeldi. Sadece, annemin ve abimin de, hatta hiç tanıma fırsatı bulamadığım babamın da, burada olup mutluluğuma ortak olmasını isterdim. Yine de olmuşla ölmüşe çare bulunmuyordu işte.

"Sen de çok heyecanlı mısın yoksa bende mi sıkıntı var?" diye fısıldadı kulağıma doğru Toprak.

"Emin ol senden bile heyecanlıyım," dedim onun gibi sessizce.

Şarkı bitip yerine yenisi başladıktan biraz sonra etrafımızda bir kaç kişi daha dans etmeye başlamıştı.

Sonrasında olanlar, nikahımızın kıyılması da dahil, hepsi birer hatal gibiydi benim gözümde. Sanki anın içinde değilmişim gibi hissettirmişti tüm dakikalar.

Her ne kadar hayal gibi olsa da bu yaşadıklarım gerçekti ve ben o gün attığım imzayla tüm hayatımı hayal gibi geçirmekteki ilk adımı atmıştım.

Çünkü Toprak'la geçirdiğim her dakika on altı yaşındaki Yağmur'un kurduğu hayallerin birer parçasıydı.

♡°♡°♡

Sabah alarmımın sesine uyandıktan sonra yataktan kalkmak için hareketlensem de karnıma sarılan güçlü bir kol tüm hareketimi kısıtlamıştı.

"İşe gitmem gerekiyor Toprak," dedim hayıflanarak.

Ağzından anlayamadığım bir kaç şey çıktı ve bedenimi iyice kendininkine bastırdı. "Benim de antrenmana gitmem gerek ama sen daha cazip geliyorsun."

Ellerimi kolunun üzerine sararak üzerimden atmaya çalışsam da o kas kütlesine bu halimle karşı koyabilmem imkansızdı.

"Sevgilim," dedim onu yumuşatmak için. "Hadi kalk bak, geç kalacağız."

Oflayarak kolunu üzerimden çekti ve yerinde doğruldu. Saçlarını karıştırıp kendine gelmeye çalıştıktan sonra yarı aralık gözleriyle yatakta uzanan bana bakmaya başladı.

Ellerini iki yanıma dayayarak üzerime çıktı ve çapkın gülüşüyle "Yalnız, sevgilin değil kocanım, hatırlatayım dedim," dedi.

"Sevgili sevilen kişiye denir," diye yaptım açıklamamı. "Yoksa tabii ki biliyorum kocam olduğunu."

"Yok bir de bilmeseydin," diyerek göz devirdi.

"Sen bana göz mü devirdin?"

"Yok canım, ne münasebet? Ne haddime öyle bir şey?"

Alayla kurduğu cümleye gülerken gülüşüm onun dudaklarıyla örtüldü. Anında öpüşüne karşılık versem de biraz sonra aklıma gelen gerçekle geri çekilmiştim.

"Saat neredeyse sekize geliyor," diye hatırlattım ikimize de. Toprak üzerimdeki bedenini yanıma bıraktı ve boylu boyunca uzanmaya başladı.

O yatakta öylece yatarken ben de banyoya gidip işlerimi halletmiştim. Çıktığımda hala aynı şekilde yattığını görünce artık aldırış etmemeyi tercih ettim. Ne de olsa bir raddeden sonra kendisi kalkmak zorundaydı.

Dolaptan giyeceğim kıyafetleri çıkarttıktan sonra yatakta onun yatmadığı kısma koydum. Ben üzerimi değiştirirken yatakta öylece uzanıp tavanı izleyen Toprak oturur pozisyona geçmiş ve gözlerini üzerimden bir saniye bile ayırmadan beni izlemişti. Artık alıştığım için çok üstelemeyip işimi hallettim ve tekrar onunla uğraşmaya başladım.

"Kalk hadi," dedim bir yandan kolunu tutup kaldırmaya çalışırken. Tabii beyefendinin devasa cüssesi buna asla izin vermiyordu ama...

Bir müddet daha uğraşmamın ardından en sonunda pes edip ayağa kalkmıştı. O banyoya girerken ben de makyaj masasının başına oturup makyajımı yapmaya başladım. Yemeği hep bereber hazırladığımız için mutfağa geçmek için onu bekliyordum.

En sonuna her şeyi halledip evden çıkacağımızda feci şekilde midemin bulanmasıyla koşar adım tuvalete girip kahvaltıda yediğim ne varsa boşaltmıştım. Toprak endişeyle arkamdan banyoya girdi ve yanı başıma çömdü.

"Bir şey mi oldu güzelim?" diye sordu saçlarımı okşayarak.

"Üşüttüm herhalde, geçen yağmur yağdığında ıslanmıştım ya," dedim tahmin yürüterek.

"Emin misin bak? Bir doktora görün istersen." Sesindeki endişeyi anlamamak mümkün değildi.

Neredeyse üç senelik evliliğimiz boyunca bir kez bile çok ağır şekilde hasta olmamıştım ve kendimi asla son bir kaç gündür hissettiğim kadar halsiz hissetmemiştim. Toprak'ın tabii ki son bir iki gündür sürekli başımın dönmesinden, aniden düşecek gibi olmalarımdan haberi yoktu. Özellikle son zamankarda antrenmanları daha da sıklaştığı için evde olduğu günler sayılıydı çünkü. Ben de endişelenmesini istemediğim için söylememiştim.

"İyiyim," dedim ısrar ederek. "Zaten bu gün sadece iki hastam var, sonra eve gelip yatarım. İçin rahat olsun yani."

Hafifçe gülümseyerek onu yumuşatma çabam başarılı olmuştu. Bakışları endişe yok olmuştu. Kendisi ayağa kalkarken beni de kolumdan tutarak kaldırdı ve benim yerime yüzümü yıkadı. Yaptığım makyaj zaten çok değildi ve yüzümü de yıkayınca tümüyle silinmişti. Gerçi şu an bunu önemseyecek halde de değildim.

"Ben bırakayım mı seni, yürüme bu halde."

Toprak'ın önerisini reddedemeyecek durumdaydım. Hiç bir şey söylemeden sadece arabayı park ettiği yere kadar onu takip ettim. O şoför koltuğuna otururken ben de yanındaki koltuğa kuruldum.

Arabayı çalıştırmadan önce son kez iyi olduğumu tayit etmek istercesine bana baktı. Gülümseyerek ona iyi olduğum mesajını vermeye çalıştığımda bu mesajı almıştı.

Evle çalıştığım kliniğin arası çok olmadığı için yolculuk on dakika civarında sürmüştü sadece. Toprak ben arabadan inerken bir kez daha iyi olup olmadığımı sormuş ve en ufak bir şeyde onu aramam için söz verdirtmişti.

Klinikte sürekli hastam olan iki kişiyle olan randevularım bittiğinde yarım saati bulmayan bir yürüyüş sonrası evimize varmıştım. Küçük bir bahçesi olan iki katlı müstakil bir evdi. Benim için yuvaydı.

Eve girdikten sonra saati kontrol edip Toprak'ın gelmesine ne kadar olduğuna baktım. Henüz yaklaşık iki saat vardı, bir de İstanbul trafiğinin sağının solunun belli olmadığını hesaba katarsak iki buçuk saatten önce eve gelmezdi.

Çok uykumun olduğuna karar vererek odamıza çıktım ve üzerimdekilerden kurtulup evde giydiğim rahat kıyafetlerimi geçirdim üzerime. Telefonuma bir saat sonrası için alarm kurduktan sonra yatağın içine girmeye dahi tenezzül etmeden uzandım ve çok uzun süre geçmeden kendimi uykunun kollarına teslim ettim.

Ne kadar uyuduğumu bilmesem de beni uyandıran şey alarmımın sesi değil, Toprak'ın ismimi seslenmesiydi. Göz kapaklarım ağır ağır aralandığındq karşımda gördüğüm yeşil gözler de zaten ondan başkasına ait olamazdı.

"Yağmur, iyi misin?" diye sordu endişeli sesiyle.

"İyiyim de, bir şey mi oldu?"

"Yavrum yarım saattir sesleniyorum uyan diye, uyanmayınca haliyle endişelendim." Sesi biraz daha yumuşamış olsa da endişesinin hala olduğu yerde durduğunu görebiliyordum.

"Gece uyuyamadım, ondan şimdi uyanamadım herhalde," dedim yataktan kalkarken. Toprak hala ikna olmamış gibiydi ama ben kendimi gerçekten iyi hissediyordum.

"Yine kabus mu gördün?"

"Hayır, sadece uyku tutmadı." Çok sık olmasa da bazen geceleri eskiden yaşadığım bazı şeylerle ilgili kabus görüyordum ve bu kabuslar genelde beni gece boyu uyutmuyordu. Toprak da böyle bir şey olduysa onu neden uyandırmadığımı düşünmüştü büyük ihtimalle.

Yanıma kadar geldi ve yüzümü avuçlayarak alnımı öptü. "Hadi yemek yapmaya o zaman, ben çok açım."

O diyene kadar fark etmesem de ben de kurt gibi açtım. Sabah yedikten sonra çıkarttığım kahvaltımdan başka bir simit ve bir bardak kahve dışında bir şey yememiştim.

"Sen klinikte tekrar bir şeyler yedin değil mi?"

"Yedim ama şu an kurt gibi açım."

Gülerek beni kucağına aldı ve merdivenlerde aşağı indik. Mutfağa girdiğimizde Toprak beni yere bırakıp buzdolabına yöneldi.

"Ne yiyelim?" diye sordu bakışlarını buzdolabından ayırmayarak.

"Aslında, köfte olabilir," diye mırıldandım.

Toprak buzdolabına biraz daha bakımdıktan sonra kafasını kaldırdı ve bana baktı. "Hazır köftemiz yok ama."

"Olsun, yaparız. Ne var sanki bir köfte yapmakta?"

O buzluktan kıymayı çıkartıp mikrolagada çözdürürken ben de ekmeklikten ekmek alıp blendırda çektim. "Sen yanına patates soysana, ben de köfteyi yapayım."

Toprak dediğimi yapmak için patatesleri almaya gitti, ben de kıyma ve ekmekleri bir leğene koyup üzerlerine de baharatı ekledim. Tam karacakken aklıma yumurta kırmadığım gelince hızlıca dolapta yumurtayı alıp kırdım.

Burnuma gelen çiğ yumurta kokusu midemin bulanmasına sebep olurken koşar adım mutfaktan çıkıp hızlıca banyoya ilerledim. Toprak da arkamdan benimle beraber gelmişti.

Klozetin önüne çöküp midemdeki az miktardaki şeyi de çıkartmıştım. Ayağa kalkıp yüzümü yıkarken Toprak'ın bakışlarını üzerimde hissetsem de ona dönüp bakmamıştım o an.

İşimi bitirip banyodan çıkacakken kapıda dikilen Toprak yüzünden başarısız oldum.

"Sen emin misin iyi olduğundan?" diye sordu beni baştan ayağa süzerken.

"Kendimi iyi hissediyorum."

"Yağmur," dedi omzunu kapının pervazından çekip dibimde biterken. "Benim aklımda bir şey var ama emin değilim."

Anlamadığımı bakışlarımla belli ederek yüzüne bakıyordum sadece. "Ne?"

"Hamile olabilir misin?"

Aklıma yeni gelen bu ihtimal bana da mantıklı gelmişti o an. Kafamdan hızlıca reglimin ne zaman olması gerektiğini hesaplayıp bir hafta kadar geciktiğini fark edince de bu ihtimal daha olası olmuştu.

"Sanırım en mantıklı açıklamamız bu," dedim kendi kendime konuşur gibi.

Toprak'ı önümden çekerek banyodan çıktım ve vestiyerden bir hırka alıp kapıya yöneldim.

"Nereye?" diye seslendi Topdak arkamdan.

"Eczaneye."

"Sen geç, ben alıp gelirim şimdi."

Dediğini uygulayıp üzerimdeki onun hırkasını ona uzattım ve salona geçip oturdum.

Sonrasında geçen dakikalar çok yavaştı. Anne olmak beni korkutmuyordu, aksine çok istediğim bir şeydi ama şimdi birden ihtimaliyle kariı karşıya kalmak beni heyecanlandırmıştı.

Ve sadece beni değil, Toprak'ı da heyecanlandırmıştı. O da en az benim kadar bir çocuğumuzun olmasını istiyordu. Ve testin sonuç vermesini beklediğimiz her saniye de bunu hissetmiştim.

En sonunda yeterli vaktin geçtiğine kanaat getirerek lavabonun kenarında ters şekilde duran testi titreyen ellerimle aldım ve ne göründüğüne baktım.

Çift çizgi.

Gözlerimden akan mutluluk göz yaşlarına hakim olamazken kollarımı sıkıca Toprak'ın boynuna doladım. O hala anın etkisinde olacak ki her zamanki gibi anında karşılık vermemişti sarılmama, biraz beklemişti.

Sonrasında sarıldığındaysaa onun da benden farksız olduğunu göğsünü delip geçen, kendi göğsümde hissettiğim kalp atışlarından hissetmiştim.

"Doğrudur değil mi bu?" diye sordu heyecandan titreyen sesiyle.

"Umarım..." diye mırıldandım yüzüm boynuna gömülü halde.

"Bizim çocuğumuz mu olacak şimdi?"

Küçük bir çocuğun heyecanıyla kurduğu cümleye güldüm yüzünü görmek için kafamı kaldırırken. "Evet, ben de çok zor inanıyorum ama evet."

Ellerini belimden çekti ve yüzümü kavrayıp göz yaşlarımı sildi. Mutluluktan da olsa ağlamamın hoşuna gitmediğini biliyordum. Yüzümü yüzüne iyice yaklaştırdıktan sonra dudaklarımı kavrayıp öpmeye başladı.

Kendimi ona karşılık vereneyecek kadar anın dışında hissediyordum. Yaptıklarımı sanki kendi bilincimle yapmıyordum. Çocuğumuz olacak olması bana hala gerçek dışı bir şeymiş gibi geliyordu.

Hayal dünyama bile sığdıramadığım bu gerçek beni hiç beklemediğim kadar sarsmıştı. Ama korkmuyordum, mutluluktandı bunlar.

Zaten Toprak yanımdayken herhangi bir şeyden dolayı korkmamamam gerektiğini çok önceden öğrenmiştim.

♡°♡°♡

Evde kendi halimde oturmuş kitap okuyor, bir yandan da Toprak'ın gelmesini bekliyordum. Çünkü o gelince rutin kontrol için doktora gidecektik.

Bir bebeğimiz olacağını öğrenmemizin üzerimden yaklaşık üç buçuk ay geçmişti. Tüm bu zaman boyunca hayatımızda görünürde olmasa bile çok şey değişmişti. İkimiz de kendimizi ebeveyn olmaya hazırlıyorduk. Neticede bir kaç ay sonra bu dünyaya bizim himayemizde büyüyecek bir çocuk gelecekti ve biz onun için en iyisini yapmak zorundaydık.

Yanıma gelip bana sırnaşan Çamur ile kitabımı bir kenara koydum ve onu kucağıma aldım. Bizimle birlikte o da büyümüştü ve bir an olsun bizden ayrılmamıştı. Yumuşacık tüyleri arasında parmaklarımı gezdirirken o da mayışmış şekilde hafif şişkin karnımın üzerine kafasını yaslayıp gözlerini kapatmıştı. Orada bir bebek olduğunu hissediyordu ve bu yüzden özellikle son zamanlarda bana fazlaca yanaşmaya başlamıştı.

Kapı yavaşça anahtarla açılıp aynı şekilde kapandı biz orada otururken. "Yağmur," diye seslendi çok yüksek olmayacak şekilde.

"Salondayız!"

Toprak hole çantası ve hırkasını bırakıp salona girdi. Direkt olarak yanıma gelip oturduktan sonra beni kucağında yatan Çamur'a dikkat ederek kolları arasına aldı. Saçlarımın arasında hissettiğin öpücükler de hemen sonrasında gelmişti. Gözlerim huzurla kapanırken Toprak'ın göğsüne sinerek kokusunu doyasıya içime çektim.

"Gidelim mi?" diye sordu kafamı göğsünden uzaklaşırarak.

"Hazırlanayım, gidelim."

Ben ayaklanırken o da Çamur'u da alarak arkamdan gelmişti. Ben hazırlanana kadar o Çamur'la oynamış, ben hazırlandıktan sonra da evden çıkmıştık.

İstanbul trafiğinde ne kadar kısa sürebilirse o kadar kısa süren yolculuktan sonra hastaneye varmıştık. Bu sefer her zamankinden biraz daha heyecanlıydım, çünkü doktorumuz bir önceki seferde şanslıysak bu sefer için cinsiyetini öğrenebileceğimizi söylemişti.

Binadan içeri girip sıramızın gelmesini beklemeye başladık. Toprak neredeyse her sefer olduğu gibi bu sefer de bacağını sallıyordu. Heyecanlandığı veya stres olduğu zaman yapıyordu bu hareketi ve bu sefer sebebi kesinlikle heycandandı.

Elimi bacağını üzerine koyarak onu durdurdum. "Fark etmemişim yaptığımı."

"Zaten heyecanlandığın zamanlar fark etmeden yapıyorsun."

Hafifçe gülümsedi ve tek kolunu omzuma tarak beni kendine çekti. Başımın üzerini öperken diğer eli de karnımın üzerine gitmiş ve orayı hafifçe okşamaya başlamıştı.

"Sence cinsiyeti nedir?" diye sordum. Daha önce de bu konu hakkında konuşmuştuk fakat Toprak pek bir şey dememişti. Genel olarak ben iki cinisyet için de hayklerimi ona anlatmıştım.

Mesela, benim aşık olduğum adama aşık olacak bir kız çocuğumuz olsa çok güzel olurdu. Veya babasının kopyası olacak bir erkek çocuk. Yine de ben her iki türlü de çok sevinecektim.

"Bilmiyorum. Herkesin içine doğuyor falan ya, bende hiç olmuyor onlar."

"Ben de bilmiyorum sanırım."

Biz konuşurken adımız söylenmiş ve içeri girmiştik. Doktor artık beni tanıdığı için hiç ses etmeden direkt ultrason odasına geçmemizi söylemişti.

"Nasıl hissediyorsunuz bu gün?"

"Her zamanki gibi."

Ben hastane yatağına uzanıp karnımı açarken doktor da bir sorun olup olmadıpını anlmak için hep sorduğu soruları soruyordu.

"Anormal ağrılarınız, kramplarınız oluyor mu?"

"Hayır, olmuyor."

Karnıma jel sürdükten sonra probu gezdirerek ekrandaki görüntüye bakmaya başladı. Gözünü ekrandan ayırmadan "Bebeğiniz gayet sağlıklı gözüküyor," dedi. Bir süre daha inceledikten sonra yüzünü ekrandan bize çevirdi. "Sanırım artık cinsiyet konusunda kesin konuşabilirim, tabii cinsiyet partisi tarzı bir şey yapmayacaksınız."

"Hayır, söyleyin lütfen," diye atladı Toprak benden önce.

"Daha öncesinde de bir tahminim vardı ama emin olmadan söylemek istememiştim." Probu karnımdan çekti ve yerine koydu. "Bir oğlunuz olacak."

♡°♡°♡

Gözlerimi ağır ağır açarak neler olduğunu idrak etmeye çalışıyordum. Bilincim henüz yerine geldiği için bir kaç saniye neler olduğunu çözemesem de hemen sonra ayırdına varmıştım.

Olduğum yerde doğrulmaya çalışsam da bu hareketim omzuma sarılan bir el ile durdurulmuştu. "Yavaş, dikişlerin açılacak."

Doğum bu gün olmuştu. Doktorum sezeryen olmasında bir sakınca olmadığını söyleyince normal doğumun sancısına katlanamayacağımı düşünerek öyle olmasını istemiştim.

Toprak tarafından tekrar yatırıldığım yatakta kafamı ona doğru çevirdim. "Bebeğimiz nerede?"

Eli bu sefer saçımı bulup okşarken yatışrırcı bir tebessümle yüzüme baktı. "Getirecekler şimdi, merak etme. Sen nasıl hissediyorsun?"

"Şu an pek bir şey hissedemiyorum aslında."

Gülerek kurduğum cümleye o da gülmüştü.

"Doğrulmama yardım eder misin? Yatmak istemiyorum."

Toprak dediğimi yaparak kolumdan ve sırtımdan destek olarak beni kaldırdı. "İyisin, değil mi?"

"İyiyim, hatta onu görünce daha da iyi olacağım." Aklıma gelen şeyle kaşlarım çatıldı. "Sen gördün mü onu benden önce? İyi mi?"

"İyiymiş, merak etme. Ama hayır, görmedim. Beraber olalım istedim."

Onun bu düşünceli halleri beni bir saniyede mum gibi eritirken tuttuğum elini kaldırıp öptüm. O da tam olarak benim öptüğüm yeri öptü sonrasında. "İsmi buldun mu?"

Toprak'la ilk zamanlarda kızımız olırsa ismini o, oğlumuz olursa ben koyacağım konusunda anlaşmıştık. Şimdi de oğlumuz olduğu için isim işini tamamen bana bırakmıştı. Aslında son bir akç gündür karat vermiştim ama onun bundan haberi yoktu.

"Evet, son bir kaç gündür aklımda aslında."

Biz konuşurken açılan kapı ile içeri Doğa ve İlkin girdi. "Annemiz uyanmış," diyerek yanıma geldi ve dikişlerime dikkat etmeye çalışarak bana sarıldı Doğa.

"Annemler kafeteryadalar, ilk önce siz gidin biz uyandıysa geliriz demişlerdi."

"Çağırın, gelsinler o zaman."

"Mesaj attım zaten."

İlkin'in mesajı hangi ara yazdığını anlayamasam da çok sorgulamadım. Zaten sonraki saniye kapı açılımış ve hemşire kucağında bebeğimizle içeri girmişti. Tüm gözler küçük beyin üzerine dönmüştü.

Hemşire yanıma gelip dikkatlice kucağıma uzattı. Ufacık bedenini kollarımın arasına alıp küçük, kızarık yüzünü izlemeye başladım. Odadaki diğer gözlerin üzerimizde olduğuna emin olsam da umursamıyordum.

Kafasındaki tek tük sarı teller kayan beresinden kendini belli ediyordu. Gözleri kapalı olduğu için göz rengini bilmesem de ikimizin gözü de renkli olduğu için çok bir ihtimal yoktu. Tam anlayamasam da babasına benziyordu. Hamilelik boyunca en çok baktığım insan o olduğu için bu gayet normal geliyordu.

"Çok güzel," diye bir ses duydum yanımdan. O an dış dünyaya dönüp kafamı Toprak'a çevirdim. Parlayan gözlerle bizi izliyordu.

"İsmini ne koyacaksınız?" diye sordu Doğa.

Gözlerimi tekrar kucağımdaki küçük bebeğime çevirdim. "Umut."

Çünkü onu bana getiren, Toprak, benim umudumdu. O da şimdi bizim Umut'umuz olacaktı.

"Umut," dedi Toprak kendisiyle konuşur gibi. Gözleri bir an bile olsa ondan ayrılmıyordu. "Umut'umuz."

"Sen de al kucağına," dedim Umut'u ona doğru uzatırken.

Ellerini tedirgince uzattı ve Umut'u kucağına aldı. Babasının güçlü kolları arasında küçücük kalmıştı Umut. Toprak ilk başta tedirgin olsa onu kucağına aldığı ilk an bu tedirginliğinden eser kalmamıştı. Gözleri ona bakarken bana bakarken olduğu gibi parlıyordu gözleri.

Şubat'ın sonunda olmamıza rağmen açan güneş hastane odasının penceresinden benim hayatımı aydınlatan güneşlerime vuruyordu. Başımı hafifçe yana yatırarak içinde kaybolmak istediğim görüntüyü izlemeye devam ettim.

Toprak babasız büyümüş bir çocuktu ama onun kendi çocuğuna bunu yaşatmayacağını şu anki bakışlarından bile seçebiliyordum.

Küçük Umut babası hayatta olduğu sürece şu an onun kollarının aradında olduğu gibi her zaman emniyette olacaktı. Çünkü onu her zaman koruyacak bir babası vardı.

♡°♡°♡

Umut'un uyanmasını beklerken yaptığım son görüşmeyi de bitirip laptopu kapattım ve çalışma odamdan çıktım. Normalde bu saatlerde uyanması gerektiği için odanın kapısını yavaşça aralayarak içeri girdim.

Beşiğin içinde gözleri açık bir şekilde yatıyordu. Yanına yanaştığım zaman beni fark ederek ellerini ve kollarını rastgele çırpmaya başladı.

Yaptığı sözsüz çağrıya ayak uydurarak onu kucağıma aldım ve boynundan koklayarak öptüm. "Günaydın, annesinin bir tanesi."

Umut da beni taklit ederek yanağımı daha çok ısırmaya benzer şekilde öptü ve kafasını göğsüme yasladı.

Kucağımda Umut'la birlikte merdivenlerden inip mutfağa girdim. Onu mama sandalyesine oturtup ona yemesi için dolaptan çorbasını çıkartıp ısıtmaya başladım. "Sen tabii şimdi acıkmışındır, senin karnını doyurmak lazım, değil mi?"

Çorbabı ocağa koyduktan sonra kendim için de yiyecek bir şeyler aramaya başladım. Dolapta sünden kalma yemeği gördüğümde onu da ısınması için ocağa koydum.

Bu gün Toprak gelmeyecek, biz ona gidecektik. Bu akşam yine maçları vardı ve bu sefer ben Umut'la beraber gitmek istemiştim. Çünkü hem ben onu izlemeye bayılıyordum hem de her zaman kalabalık ve gürültüden nefret eden Umut, söz konusu babasının maçları olduğunda gıkını çıkartmıyordu. Üstelik bu sefer maç diğerlerine göre daha erken bir saatteydi ve biz zaten devre arasına kadar kalacaktık. Sonrası Umut'un uyku saatine denk geldiği için kalmıyorduk.

Çorbanın ısındığına emin olduktan sonra iki ocağın da altını kapatıp çorbayı bir kaseye doldurdum ve Umut'a yedirmek için mama sandalyesine ilerledim.

Önüne koyduğum kaseden küçük kaşıkla çorbasını içirirken hiç aksilik çıkartmamıştı. Çok obur bir bebekti ve en uslu zamanları yemek yediği anlardı.

Umut geçen bir yıldan fazla sürede benim ilk tahminim gibi babasının ufak bir kopyası olmuştu. Sadece gözleri benimkiler gibi maviydi ama geri kalan her şeyini babasından almıştı. Hatta Toprak'ın küçüklük fotoğraflarıyla karşılaştığımda arada hiç bir fark göremiyordum.

Umut yemeğini yedikten sonra onu mama sandalyesinden kaldırmadan eline oyalanabileceği bir şey verdim ve hızlıca kendi yemeğimi yedim. Mutfağı da topraladıktan sonra artık hazırlanıp çıkma vaktimiz gelmişti.

İlk önce Umut'u giydirip hazırlamış, sonra da kendim hazırlanmıştım. İkimiz de hep olduğu gibi Toprak tarafından özel olarak imzalanmış formalarımızı giymiştik.

Maç günü, özellikle de derbi günü, olduğu için sıkışık olan trafikten olması gerekneden daha geç gelmiştik stadyuma. İçeri girip oturacağımız yeri bulduğumuzda çoktan oyuncular sahada ısınmaya başlamıştı.

Toprak'ın bizim yokluğumuzu fark ettiğini biliyordum. Gözleri ikide bir birileri ararcasına etrafta geziniyordu. En sonunda aradığı kişileri, yani bizi, gördüğünde çattığı kaşları gevşemiş ve gülümsemişti. Umut da babasını fark ettiği için gereksiz bir heyecanla kıpırdanmaya başlamıştı.

"Baba," dedi dilinin döndüğünce. Zaten ilk kelimesi de bu olmuştu.

Yaklaşık beş ay öncesinde Umut ilk defa babasını kucağında onunla oynarken baba demişti ve bu onunilk kelimesi olmuştu.

"Çok mu seviyorsun ya sen babayı?"

Sanki dediğimi anlamış gibi başını salladı. Onun bu hali beni güldürürken yanağını bir kaç defa art arda öptüm. O da tekrardan beni taklit ederek beni öptü.

Ben oturduğum yerden Umut'la oynarken maç başlamıştı. İlk dakikalar sakin geçse de sonraki dakikalarda top nerdeyse rakip yarısahadan çıkmaz olmuştu. Ve en sonunda elde ettikleri fırsatı gole çeviren kişi de Toprak oldu.

Her gol attığında olduğu gibi gol sevincini bileğindeki tokamı öperek yaptı. Gözlerimin içine bakarak yaptığı bu hareket dibimin düşmesine sebep olmuştu, hep olduğu gibi.

İlk yarının bittiğini haber veren aon düdük de bu golden sonra çalmıştı ve ben uykusu gelmeye başladığı için birazdan huysuzlanacağından emin olduğum Umut ile beraber stadyumdan ayrıldım.

Eve gidene kadar Umut araba koltuğunda çoktan uyumuştu. Onu arabadan indirip beşiğine koyduktan sonra bebek telsizini de alarak kendim salona, maçı izlemeye döndüm.

Maçta o golden sonra iki gol daha atılmıştı ve skor 2-1 olacak şekilde kazanmışlardı. Maç bittiğinde televizyonu kapatıp yatak odasına çıktım. Toprak gelene kadar uymayı planlamıyordum, büyük ihtimalle telefona falan bakardım.

Kapıyı açtığımda karanlığın içind ebir hareketlilik hissetmemle Umut'un beşiğine döndüm. Ayağa kalkmış ve beşiğin parmaklıklarına tututnarak bana bakıyordu.

Işığı açmadan yanına gidip onu kucağıma aldım. Acıkmış olabileceği için emzirdikten sonra geri beşiğine koyup uyuması için sallamaya başladım. Yine de, beyendi bana mısın demiyordu.

Büyük mavi gözleri karanlıkta resmen ben buradayım diyordu, üstelik kocaman da açmıştı. Resmen uyumayacağım diyordu.

Ben artık bıkmış şekilde bir yandan ninni söyleyip bir yandan da Umut'u uyutmaya çalışırken kapının açıldığını duydum. Holden sızan ışıkla beraber Toprak içeri girdi ve kapıyı sessizce kapadı.

"Uyumuyor mu?"

Umut babasının fısıltısını duyar duymaz "Baba," diyerek yattığı yerden doğruldu.

"Hayır. Aslında biraz uyudu ama sonra uyandı ve geri uyumuyor beyefendi."

Toprak yanımıza gelip Umut'u kucakladı ve göğsüne yatırıp uyutamaya çalışmaya başladı.

Umut da sanki inadı banaymış gibi babasının kucağında hemencicik uyumuştu. Gerçi, onu çok iyi anlıyordum çünkü ben de o kollar arsında hayatımın en iyi uykularını uyumuştum.

Toprak uyuduğundan emin olduktan sonra Umut'u beşiğine bıraktı ve bu sefer kucağına aldığı ben oldum. Odadan çıkıp bu kattaki oturma odasına gidip orada koltuklara oturduk.

"Nasıldı?"

"Güzeldi işte her zamanki gibi, yendik." Yüzünü boynuma gömdükten sonra dudaklarının değdiği yere ufak bir öpücük bıraktı. "Ama ben şu an seninle ilgilenmek istiyorum."

Dediği işime geldiği için kafasını boynumdan kaldırmasını sağladım. Göz göze gelişimiz bir saye bile sürmezken dudakları dudaklarımı buldu.

♡°♡°♡

Bahçeye, beraber oynayan Umut ve Toprak'ın yanına indiğimde gördüğüm manzara çok hoşuma gitmişti.

Umut önündeki neredeyse kafasından büyük topa acemice vurmaya çalışırken Toprak da az ötesinde duran ufak plastik kalede durmuş gülümseyerek onu izliyordu. Umut sonunda topa vurmayı başardığında Toprak kalenin önünden çekilmiş ve gol olmasını sağlamıştı.

"Gol!" diye bağırarak benim olduğum tarafa koşmaya başladı Umut. Sonra da beni görmüş ve kolllarını açarak üzerime atlamıştı. Dizlerimin üzerine çömelerek onun işini kolaylaştırdım ve sımsıkı sarıldım ona.

"Aferin benim oğluma," dedim sarı saçlarını öperken. "Çok güzel oynuyorsun."

"Ama baba daha iyi," dedi mızmızlanarak.

"Baba daha büyük olduğu için daha iyi, sen de büyüyünce baban gibi oynarsın."

"Oynar mıyım?"

"Tabii."

Umut dediklerime sevincini bana tekrar sarılarak gösterdi.

"Siz böyle bensiz sarılırsanız ben kıskanırım ama," dedi Toprak yanımıza gelip sarılmamıza katılırken.

"Kıskanma babası, seni de alırız aramıza," dedim tek kolumu da ona dolarken.

Umut arada kaldığı için huzursuzca yerinde kıpırdanınca onu rahat bırakıp biz sarılmaya devam ettik.

Umut dün itibariyle üç yaşındaydı ve her geçen gün gözümüzün önünde büyüyordu. Onun büyümesine şahitlik etmek her ne kadar çok güzel olsa da bir yandan da yaşlandığımj hissediyordum. Her ne kadar daha otuz olmamış olsam da durum buydu.

"Yemek hazır diye çağıracaktım ben sizi," dedim kafamı Toprak'ın göğsünden kaldırarak.

"İyi o zaman, sen geç içeri ben de şu sıpayı alıp geliyorum."

Gülerek dudağına hafif bir öpücük kondurdum ve içeri girdim. Masayı zaten hazırladığım için sadece başına geçip onları beklemeye koyuldum. Biraz sonra kapı açılıp içeri girdiklerini duydum.

Umut hararetli şekilde babasına bir şeyden bahsediyordu ama daha çoğu kelimeyi bilmediği için ne dediği tam olarak anlaşılmıyordu. Toprak onu lavaboya götürüp ellerini yıkadıktan sonra ikisi beraber mutfak kapısında içeri girdi.

Toprak kucağındaki Umut'u yanımdaki sandalyeye oturttuktan sonra kendisi de diğer yanıma geçip oturdu.

Tam yemeye başlayacakları sırada "Durun," diyerek onları durdurdum. "Bir şey söylemem lazım."

"Bir şey mi oldu hayatım?"

"Hem evet, hem hayır," dedim cebimdeki kağıdı çıkartırken.

Toprak garip garip ona uzattığım kağıda bakıyordu. "Alsana."

Kağıdı yavaşça elimden aldı ve düzünü çevirdi. Gördüğü şeyle çatılmış kaşları gevşemiş ve aksine gözleri parlamaya başlamıştı.

"Yağmur," dedi mırıldanır gibi. "Doğru mu bu?"

"Evet, baba oluyorsun, tekrar."

Ona bu haberi ikinci kez veriyordum. Aslında bunu daha sonra yapmayı düşünmüşsem de artık dayanamaz olmuştum. Bu güzel haberi bir an önce ikisine de vermek istemiştim.

"Ne oldu?" diye sordu Umut. Elbette bizim konuşmalarımızdan hiç bir şey anlamamıştı.

Toprak elindeki ultrason görüntüsünü masaya bırakıp yanıma geldi ve beni oturudğum sandalyeden kucaklayarak kaldırdı. "Ne oluyor oğlum, biliyor musun? Sana kardeş geliyor."

"Kardeş mi?"

"Evet."

Toprak beni kucaklamadığı diğer koluyla da Umut'u kucakladı ve havaya kaldırdı. Üçümüz de sıkı sıkıya sarılırken Toprak ikimizi de sayısız kere öpmüştü.

"Teşekkür ederim, bana tüm bunları yaşattığın için," dedi gözlerimin içine bakarak.

♡°♡°♡

◇Toprak'tan◇

Evde oturmuş Yağmur'la beraber televizyon izlerken yukarı kattan gelen gürültü sesiyle ikimiz de olduğumuz yerden sıçrayarak kalmıştık.

"Çocuklar," diye seslendi Yağmur onlara doğru.

Merdivenlerden koşarak inen ayak seslerinin hemen ardından salona Derya ve Umut girdi.

"Anne, abim elimden bebeğimi aldı," diyerek abisini şikayet etti Derya.

"Hayır yapmadım öyle bir şey, Çamur aldı senin bebeğini."

Umut da geri durmayarak kendini savunduğunda Yağmur oflayarak ellerini beline koydu ve ikisine de sahte siniriyle bakmaya başladı.

"Annecim ben size kaç kere tartışmayın demedim mi?"

"Dedin ama Derya hep mızıkçılık yapıyor! Zaten onun yüzünden ödevlerimi de yapamıyorum."

Yağmur ikisiyle de orta yolu bulmak için konuşurken ben sadece hayallere dalmış gibi onöarı izliyordum. Gerçi, şu an da bir hayal gibiydi benim için. İçinde onların olduğu her saniyem gibi.

Yaklaşık üç sene önce kasımda Derya, yani kızımız doğmuştu. Umut'un ismini o koyduğu için Yağmur isim işini tamamen bana bırakmıştı. Ben de onun annesinin ismini koymak istemiştim. Yağmur bunu ilk duyduğundaki mutluluğunu gözlerinde görmüştüm. Annesini çok seviyordu ve onun anısını kızında taşıyacak olması çok güzel gelmişti.

Zaten Derya da adını aldığına benziyordu. Tabii Yağmur da annesine benzediği için dolaylı yoldan ona benzemiş oluyordu. Zaten kumral dalgalı saçları ve mavi gözleriyle başka kime benzeyebilirdi ki?

​​Umut bu sene birinci sınıfa başlamıştı ve şimdiden gayet başarılı bir öğrenciydi. Galiba her konuda bana çeken oğlum en de benzemesi gerekn yerde annesine benzemişti. Kardeşini de ilk gördüğü andan beri çok seviyordu. Şimdiden mükemmel bir abiydi. Hatta Derya, ilk adımlarını abisine doğru atmıştı.

Yağmur çocukların arasındaki tartışmayı çözüp ikisine de odalarına gönderdi ve geri yanıma oturdu.

"Bir de anlaşabilseler çok güzel olacak."

"Olur öyle küçük sürtüşmeler kardeşler arasında, sen hiç kavga etmedin mi sanki abinle?"

"Haklısın."

Ben İlkin'le çok geç tanışmış olsam da o hep kardeşleriyle büyümüştü. Hatta benim kardeşimi kazandığım yaşta o abisini kaybetmişti.

İkimizin de eksik çok yanı vardı ve biz beraber tamamlanmıştık. Beraber büyümüş, bir aile kurmuştuk.

Zaman geçse de; içinde bulunduğumuz mekan, yaşlarımız, yaşadığımız şehir değise de biz hep aynı Yağmur ve Toprak'tık. Birbirimize olan sevgimiz hep aynıydı.

Geçmiş belki acıyla doluydu ama şimdimiz mutluydu ve biz yan yana olduğumuz sürece yarımız da öyle olacaktı.

 

 

 

 

—SON—

Bölüm yazdıkça uzadığı için biraz gecikti ama bence çok güzel ve upuzun bir bölüm oldu, umarım sizin de içinize sinmiştir.

Yağmur ve Toprak'a artık gerçekten veda ediyoruz, dolaylı yoldan bu sizlerle benim için de bir veda. Bu karakterlere biçilen ömür bu kadardı, bu yolda beni yalnız bırakmayan ve her türlü desteklyen herkese çok teşekkür ediyorum...

(Sonradan eklenmiş ufak not: Yağmur ve Toprak'ı okumaya devam etmek istiyorsanız Umut'un başrol olduğu 'Ömürlük İddia' kitabıma göz atabilirsiniz <3)

Bölüm : 29.11.2024 20:46 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...