Adamlar - Sarılırım Birine
•Helin'den•
Derin uykumdan uyanmama sebep olan şey Ayaz'ın ağlaması oldu. Bu son birkaç aydır artık alıştığım bir şeydi.
Gözlerimi açamadan yatakta doğrulacakken yan taraftan bir el tarafından durduruldum. "Sen yat, ben bakarım."
Eymen'in dediğini yaparak yattım ve onun kalkıp Ayaz'ı tekrar uyutmasını bekledim. Aç olmadığını biliyordum ama yine de o ağlarken uyumak pek kolay olmuyordu.
Gözlermi hafifçe aralayıp karanlıkta seçebildiğim kadarıyla karşımdaki baba oğula baktım. Eymen Ayaz'ı kucağına almış uyuması için sallıyor bir yandan da piş pişliyordu. Her gördüğümde içimi ısıtan bir görüntüydü bu.
Yaklaşık bir sene önce turneden döndüğünde boynuna atlayıp verdiğim hamilelik haberine nasıl sevindiği hâlâ çok tazeydi benim için. O günden beri zaten bana karşı hassasken daha da hassaslaşmıştı. Olabildiği her an yanımdaydı, hatta bazen olanakları zorlayarak yanımdaydı. Bir senedir Marmara'nın dışına konser ayarlamaya çalışmamaları da bunun eseriydi.
Ayaz dördüncü ayını bu hafta dolduracak olmasına rağmen Eymen bu süreçte ne kadar iyi bir baba olduğunu göstermişti. Sadece onu ilk kucağına aldığı günki bakışlarından bile bunu anlayabiliyor olsam da bunu yaşamak bambaşkaydı. Bazı anlarda onunla benden çok ilgileniyor, çocuğa yalnızca anne bakar gibi bir şey düşünmüyordu. Bazı şeylere neredeyse benden fazla hâkimdi.
Her şeyi bir kenara bırakırsak, Ayaz resmen babasının minik bir kopyasıydı. Benden aldığı özellikleri de vardı ama her gören aynı babası, diyordu onun için. Ben de bundan şikâyetçi değildim. Oğlumun âşık oldupum adama benzemesi beni memnun bile ediyordu.
Eymen'in Ayaz çabucak uykuya dalsın diye yaptığı piş piş sesi sadece Ayaz'ı değil, beni de mayıştırmıştı. Gözlerim kendiliğinden kapanırken Eymen'in Ayaz'ı beşiğe koyduğunu görmüştüm en son. Daha sonra ise yatağın diğer tarafının çökmesiyle Eymen'in de yattığını anlamıştım.
Kollarını bana sarıp vücudumu kendine doğru çekti. Gözlerimi açıp ona bakacak halim yoktu o yüzden uyuyormuş gibi yapmaya devam ettim. "Uyumadığını biliyorum," dedi yanağımdan öperken.
"Ama uyumak istiyorum."
"Biliyorum. Hiç uyumadı bu gece." Beni iyice kendine çekip vücutlarımızı yapıştırdı.
"Hasta mı oldu acaba?" Endişeyle çıkan sesime karşın o güldü.
"Olsa fark etmez misin?"
Gözlerim açıldı bu muhabbetle. "Ya olduysa ve fark edemediysek?" Eğer öyle bir şey olduysa gerçekten kendimi berbat hissederdim.
"Öyle bir şey yok, sadece biraz huysuz."
"Emin misin?"
"Gibiyim. Konuşamadığı için ne derdi olduğunu bilemeyiz ama hasta olacacağına dair bir belirti yok."
Doktor olan ben olmama rağmen hastalık konusunda beni onun rahatlatması biraz ironik olsa da konu kendi çocuğum olduğunda tüm tıp bilgim sıfırlanıyordu. Havadan nem kapıyordum resmen.
"Hadi, uyu sen. Bir şey olursa ben hallederim, biliyorsun."
"Emzirebilir misin?" Takıldığım şey saçma olsa da aynı zamanda mantıklıydı bence.
"O zaman da sana getirerek hallederim."
Güldüm dediğine. "Mantıklıymış."
"Şimdi uyu. Çok yoruldun."
Zaten uykuya anında dalabileceğim kadar uykum olduğu için mi bilinmez, gözlerimi kapatmamdan çok az süre sonra uykuya dalmıştım.
Sabaha uyanmamızı sağlayan şey yine aynı şey, Ayaz'ın uyanıp ağlaması, olmuştu. Ben acaba gerçekten hasta oldu da ona mı ağlıyor diye düşünsem de gidip onu kucağıma aldıktan kısa süre sonra ağlaması dinmişti.
"Günaydın," dedim yanağından koklayarak öperken. "Gece boyu uyumadın ama yine aynı saatte kalkılmış bakıyorum." Saate henüz bakmasam da yedi civarı olduğunu tahmin ediyordum.
Ben Ayaz'ı bir kez daha öperken Eymen'in sesiyle ona döndüm. "Siz beni kıskandırmak için mi yapıyorsunuz?" Uykusunu açamadığı için gözleri bile tam açılmış değildi ama yatakta doğrulmuş bizi izliyordu. Bir de üstüne laf atmayı da ihmal etmiyordu.
"Sen de gel babası," dedim Ayaz'ın da yerine. "Biz seni dışlamıyoruz ki, sen yatıyorsun."
Güldü ve ağır hareketlerle yataktan kalkıp yanımıza geldi. Ayaz'ın yanağından hafifçe öptükten sonra yanağını bana çevirdi. "Sıra sende."
Parmak uçlarımda hafifçe yükselip yanağından öptüm. "Oldu mu?"
Eğilip dudaklarıma hafif bir buse kondurdu. "Şimdi oldu."
Ayaz'ı kucağımdan aldı ve yatağa yatırdı. Kendisi de üzerine eğilerek saçlarıyla onu gıdıklayıp kıkırdamasını sağlıyordu. Bu hallerini sabaha kadar bu manzarayı izleyebileceğim kadar güzeldi. İkisinin de gülüşlerini aynı anda duyuyor olmak paha biçilemez bir şeydi.
Beraber büyüdüğümüz adamla şimdi bi çocuk büyütüyorduk. Bu yolun daha başlarında olsak da şimdiden iyi ilerliyorduk. Ne Eymen babasının onu gördüğü gibi değersiz görüyordu Ayaz'ı ne de ben kendi annemin bana yaptığı gibi terk edip gidebileceğimi düşünmüyordum. Ebeveynleri tarafından yaralanan iki çocuk olarak kendi çocuğumuz için elimizden gelenden de fazlasını yapıyorduk.
🍂
Hastanede geçen yorucu bir yirmi dört saatin ardından beni mutlu edebilecek tek şey kesinlikle eve gitmekti. Uyuamak ve dinlenmek normalde önceliğim olsa da oğlumu görmediğim şu kısacık sürede fazlasıyla özlemiştim. Önce biraz onunla vakit geçirecek, sonrasında uyuyacaktım.
Zili çalmak yerine çantamdan anahtarımı çıkartıp kapıyı öyle açtım. Şu an büyük ihtimalle Eymen Ayaz'a yemeğini yedirmeye çalışıyordu veya beraber oyun oynuyorlardı. Onları bölmek pek de istediğim br şey değildi.
Eve girer girmez salondan duyduğum Ayaz'ın neşeli kahkahası bana yemek işini geride bıraktıklarını gösteriyordu. Eşyalarımı vestiyere bıraktıktan sonra ellerimi yıkamak için lavaboya geçtim. Sanırım hâlâ benim geldiğimi fark etmemişlerdi.
Lavabodaki işlerimi hızlıca işlerimi halletim ve salona geçtim. Eymen ve Ayaz halının üzerinde karışıklı oturmuş ellerinde küçük topu birbirlerine atıyorlardı. Etraftaki oyuncak karmaşası da beklemediğim bir şey değildi.
Ben omzumu pervaza yaslayıp ikisini izlerken bana dönük olan Ayaz'ın gözlerinin bana dönmesi ile "Anne," diye bağırıp ayaklandı. Paytak adımlarla bana doğru gelirken onu çok uğraştırmadan yanına gidip kucağıma aldım.
"Hoş geldin bir tanem," dedi Eymen de ayaklanıp yanımıza geldiğinde. Önce Ayaz'ın sonra da onun yanağından öptüm.
"Hoş buldum." Gerçekten de hoş bulmuştum.
Daha fazla ayakta durmak istemediğim için hemen yanımdaki tekli koltuğa oturdum. Ayaz da kucağımda oturuyordu. "Ne yaptınız babayla?" diye sordum çok bir cevap veremeyecek olsa da.
"Top," dedi halının ortasında duran topu göstererek. Çok bir şey konuşamasa da belirli kelimeleri söyleyebiliyordu.
"Top mu oynadınız?" Soruma başını sallayarak cevap verdiğinde tatlıkığına dayanamayıp yanağından öptüm. Aslında tatlı olacak bir şey yapmamıştı ama hem onu çok özlemiştim hem de zaten her an gözüme fazlasıyla tatlı geliyordu.
Ben onu öptükten sonra o da yanağımı daha çok ısırır gibi öptü. Yanağım salya olsa da çok umursamadım.
"Siz sürekli beni dışlıyorsunuz yalnız," dyerek oturduğumuz koltuğun sırt kısmına dayandı. "Anne oğul bir oldunuz beni yok sayıyorsunuz."
Ayaz ikimize de eşit diyenileceğimiz seviyede düşkün olsa da nöbetlerim ve Eymen'den daha yoğun çalışmam dolayısıyla hastaneden eve geldiğimde bana yapışıyordu.
Ayaz'ı kucaklayıp ona doğru kaldırım. "Buyur babası." Yine de Ayaz babasına gitmek için herhangi bir hamle yapmamaıştı.
"Bak, bana gelmiyor bile beyefendi." Bu hallerinin biraz da Ayaz'ı eğlendirmek için oyun olduğunu bildiğimden çok kale almıyordum. O da elbette bu hallerinin nöbetten döndüğüm için olduğunun farkınaydı.
"Niye babana gitmiyorsun ya sen?" diye kızdım sahte bir sinirle. Ayaz da bunun oyun olduğunu anlamış olacak ki güldü. Onu bir kez daha yanağından öptükten sonra halının üzerine oyuncaklarıyla oynaması için bıraktım. Biraz da koca bebekle vakit geçirmem gerekiyordu.
"Çok yoruldun mu?" diye sordu Eymen Ayaz'ı bıraktığımı görür görmez.
"Hayır, bugün çok yoğun değildi. Seni çok uğraştırdı mı Ayaz?"
"Her zamanki kadar işte." Yani çok uğraştırmıştı.
Ayaz artık bir buçuk yaşına gelmişti ve gittikçe daha hareketli bir bebek oluyordu. Bir şeyi kırmaması, üzerine düşürmemesi veya başına bir şey gelmemesi için biz de sürekli peşinde geziyorduk, yani bizi bir miktar uğraştırıyordu. Yine de onun için uğraşmaya değiyordu.
"Uyuyacak mısın hemen?" diye sordu.
"Önce duşa gireceğim, sonra bakarım."
"Kahvaltılıklar hâlâ masada. Bir şey yemediysen önce kahvaltını yap."
Gülümsedim ve ayağa kalktım. "Teşekkür ederim ama açma almıştım, onu yedim. Beni şimdilik tutar o."
"Sen bilirsin o zaman." Belimden kavrayarak beni kendine çekti. Ne yapacağını anlayarak göz ucuyla Ayaz'a baktım. Kendi halinde oyuncak arabasıyla oynuyordu.
Dudaklarını dudaklarıma bastırıp pek de uzun olmayan bir öpücük bıraktı. "Nöbete kalmanı hiç sevmiyorum," diye homurdandı alnı alnıma dayalıyken.
"Ben de bayılmıyorum ama yapmak zorundayım." Kollarının arasından çıkıp yatak odasına doğru ilerledim.
"Çok kötüsün," dediğini duydum arkamdan Eymen'in. Bana istediği kadar sarılıp öpemediği için pek de memnun değildi.
Olabildiğince hızlı şekilde duşumu alıp çıkmıştım. İlk anda o kadar olmasa da şu an fazlasıyla uykum vardı ve bir an önce yatmak istiyordum.
Üzerimi giyinmiş saçlarımı havlu ile kurutuyordum ki çalan telefon ile dikkatim dağıldı. Kendi telefonum olduğunu düşünerek baktığımda Eymen'inki olduğunu görmüştüm. Bilinmeyen bir numara arıyordu. Açmak yerine ona götürmeye karar verdim.
Tekrar salona geldiğimde ikisini yine aynı yerde bu sefer arabalarla oynarlen buldum. Bu görüntüyü uzun uzun izlemek istesem de Eymen'e telefonu vermem gerekiyordu. "Seni biri arıyor," dedim yanlarına gittiğimde.
"Sen açsaydın ya, niye bana getirdin?"
"Bilinmeyen bir numara ama. Ne olur ne olmaz diye sana getirdim."
Bilinmeyen numara dediğimde kaşları çatıldı ve ayağa kalkıp telefonu eline aldı. Çağrı bitmişti ve aynı numara şu an tekrar arıyordu.
Telefonu açtığında ne duyduğunu bilmesem de ifadesi donmuştu. Salondan çıkıp bir iki dakika kadar konuştı ve tekrar yanımıza geldi.
"Ne olmuş?"
"Babam," diye başladı söze. Gözleri donuk donuk bakıyordu. "Vefat etmiş."
Eymen öncesinde de çok iletişiminin olmadığı ailesiyle yirmi yaşından beri görüşmüyordu. Bu iki tarafın da kastıyla olan bir şeydi. Arada bir tartışma vesaire olmamıştı. Bir anda görüşmeyi bırakmışlardı sadece. Şimdi ise bu haberi almak onda karışıklık yaratmıştı.
"Ne zaman? Nasıl?" Art arda sorduğum sorulara sırayla cevap verdi. "Bu sabah, ani kalp krizi yüzünden."
"Gidecek misin?" diye sordum bu sefer. Babasıyla iyi bir ilişkileri olduğunu değil, ilişkileri olduğunu söylemek çok zordu. Yirmi sene boyunca zorunluluktan konuşan iki kişi olduklarını biliyordum.
"Evet. Ne de olsa babam." Son cümleyi bana değil de kendisine söylemişti sanki. O adamdan nefret ediyor bile diyebilirdim ama günün sonunda babası oydu ve bunu değiştiremiyordu. Ne yaparsa yapsın da babası olduğu için içinde bir yerlerde ona dair sevgi kırıntıları vardı.
Onu onun kadar tanıdığım için tüm bunları biliyordum.
"Ankara'ya defnedeceklermiş. Oraya gitmem lazım." Memleketi orası olduğu için bu pek de şaşırılacak bir şey değildi.
"Biz de gelelim o zaman, tek başına gitme."
"Yok. Siz kalın, zaten en geç geceye dönmüş olurum." Karşımdan çekilip salondan çıktı. Hazırlanacak olmalıydı.
🍂
•Eymen'den•
Hava soğuk değildi ama ben üşüyordum. Bu babam öldüğü için değildi, babam bana doğru düzgün babalık yapmadan öldüğü içindi.
Benim üzerimde çok bir hakkı olduğunu düşünmüyordum ama sırf tek çocuğu ben olduğum için gelmiştim. Yine vicdanıma yenilmiştim.
Erva'nın küçük mezarının yanına koyulmuştu mezarı. Bunu istemesem de işler benim istememle olmuyordu.
Yıllar sonra nihayet kardeşimin ölümüne sebep olan kişinin ben değil de babam olduğunu fark etmiştim. Abisi olarak benim değil de babamın onu koruması gerekirdi o yapmamıştı.
Şu an mezarının başında bulunduğum adam benim hayatımın ilk yirmi senesi boyunca içimde kötü hislerle yaşamama sebep olmuştu. Üstelik, onun yüzünden mi bilemesem de beni doğuran kadın o olmasına rağmen annem de yüzüme bakmıyordu.
Bundan öncesinde berbat bir aileye sahiptim kısacası. Hatta ona aile denir miydi ondan bile emin değildim.
"Bana büyük bir özür borçluydun ama ben o özürü hiç alamadım. Öldüğüne sırf bu yüzden üzülüyorum, seni sevdiğimden değil."
Şu an karşımda o yoktu, ölü bedenini saklayan toprak vardı ama ben ilk ve son kez her şeyi söyleyecektim sanki karşımda o varmış gibi.
"Beni sevdiğini düşünmüyorum. Beni sevseydin bana bir eşyaymışım gibi davranmazdın. Hatta, sen belki mallarına benden daha fazla değer vermiştin." Kabullenilen gerçekler iç acıtmazdı, bu yüzden ne sesimde ne de yüzümde ifade yoktu. Sadece gerçeklerin netliği vardı. "Ne annem ne babam ne de kardeşim olmadı benim. İlk başta benim yüzümden diye düşünmüştüm ama hayır, tüm bunlar senin yüzünden. Bir ailenin içinde geçmeyen çocukluğum, yitip giden hayallerim, içimde o aile sevgisine muhtaç çocuk... Hepsi senin eserin. Eserinle gurur duy, baba. Ama ben onu yok ettim. Şimdi karşında senden zerre taşımayan, senin izlerini yok etmiş bir adam var."
Derin bir nefes aldım. Sözlerimi bitirip bu lanet yerden ayrılmak istiyordum. "Sen çıkartmadın belki ama ben senin hatalarından ders çıkarttım. Oğluma senin bana yaşattığın hiçbir şeyi yaşatmayacağım, bunun için söz verdim kendime. Bu sözü bozarsam da senin gibi olacağım. İtiraf edeyim, senin gibi olmaktan ve sana benzemekten ödüm kopuyor. Gerçi, şu an bile bir an önce onların yanına gitmek için can atarken nasıl senin gibi olabilirim bilmiyorum."
Gözlerim yandaki mezar taşına kaydı bir anlığına. Görmeye fazla fırsatım olmasa da her gördüğümde gözlerimin dolduğu zayıf noktamdı o benim. "İnşallah orada bu dünyada çekmediğin cezanı misliyle çekersin," dedim son kez o toprak yığınına bakarak.
Buradan gitmem için gereken son şeyi de yapıp, Erva'nın mezarının başında duamı okuyup, oradan ayrıldım. Sanki hissetmiş gibi ben arabaya bindiğim gibi de Helin aramıştı.
"Efendim?" dedim telefonu açtığımda. Arabayı henüz çalıştırmamıştım.
"Ne yaptın diye sormak için aradım."
"Her şeyi hallettiler, ben sadece başında durdum. Şimdi annem gelenlerle ilgileniyordu, ben de arabaya bindim yola çıkacaktım."
"Annenle konuştun mu?" Ses tonundan konuşmadığımı anladığını anlayabiliyordum.
"Hayır," dedim zaten bildiği bir şeyi söyleyerek. "Suratıma baksaydı belki konuşurdum."
Annemle en başından beri babamdan daha da uzaktık. Babam gerekmese bile sırf azarlamak için bile olsa benimle iletişime geçerdi ama annemle gereklilikler dışında bir ilişkim yoktu.
"Yine de başsağlığı dilesen iyi olurdu."
Histerikçe güldüm. "O adam öldüğü için mutlu bile olmuştur, emin ol."
Ahizenin öteki ucundan bir iç çekiş duyuldu. "Ne zamana gelirsin?"
"Trafiğe bağlı ama beş saat sanırım. Bir şey mi oldu?"
"Seni özledim sadece," dedi içimi eriten bir sesle. Bunu duyduktan sonra yolu iki saate bile indirebilirdim.
Kontağı çalıştırdım. "Hemen şu an yola çıkıyorum."
"Yavaş gel bak, acele etme. Dikkatli sür."
Yavaş gelmeyeceğimi bildiği halde uyarması garipti ama onu bozmadım. "Tamam güzelim. Görüşürüz."
"Görüşürüz."
Onunla birkaç dakika konuşmak bile beni fazlasıyla rahatlatmıştı, içimdeki kötü hisleri alıp götürmüştü. Üzerimdeki bu denli etkisi olması iyi bir şey miydi bilmiyordum ama bana iyi geliyordu.
🍂
Bir konseri daha bitirmiş eve dönüyorduk. Saat gecenin körüydü ve hâlâ az da olsa araba yoğunluğu vardı yollarda.
Kırmızı ışıkta durduğumda yanımda oturan kadına döndüm. Başını cama yaslamış uyuyordu. Saçları yüzünü kısmen de olsa örttüğü için doyasıya bakamıyordum ona. Zaten çok da bakamadan yeşil ışık yanmıştı ve yola devam etmek durumunda kalmıştım.
Son üç senedir, yani Ayaz'a hamile kaldığından beri konserlere çok nadir geliyordu Helin. Şimdi de onşardan biri olmuştu. Ayaz dayısında kalıyordu ve o da bu sayede gönül rahatlığıyla gelebilmişti. Tabii göremesem bile sürekli abisini arayıp onu sorduğundan emindim, aklı kalıyordu.
Ayaz neredeyse iki buçuk yaşındaydı ve bana göre büyüdükçe daha da sevimli oluyordu. Onu her gördüğümde tombul yanaklarını ısırasım geliyordu mesela. Ve gittikçe de bana benziyordu. Bana bu kadar benzeyen bir çocuk yetiştimek kendi açımdan hiç kolay olmasa da baba olmak tarif edemeyeceğim güzellikte bir histi.
Arabayı evin önünde durdurduğumda Helin'i dürttüm. "Uyan hadi, geldik."
Uykuyla anlayamadığım bir şeyler mırıldandı ama uyanmadı. Bir kez daha dürttüğümde ise bana sırtını döndü. "Helin, uyan hadi güzelim. Eve geldik."
Zor da olsa uyandı ve arabadan indi. Savsak adımlarla yürüdüğünü gördüğümde kolumu beline atarak destek çıktım ona.
"Başım dönüyor," dedi kapının önüne geldiğimizde.
"Uyuyup uyanınca geçer. Şimdi yeni kalktın ya ondandır." Tıbbi bilgim çok çok az olmasına rağmen böyle konuşabilmemin sebebi onu rahatlatmaktı. Söylediklerimden kesinlikle emin değildim ama amaç zaten tanı koymak değildi.
"Nereden biliyorsun öyle olduğunu?"
"Bilmiyorum, sadece tahmin yürütüyorum." Kapıyı açtım ve içeri girdim. Helin ayakkabılarını çıkartmadan öylece kapıda dikiliyordu. "Niye öylece duruyorsun?"
"Ayakkabılarımı çıkartmaya üşeniyorum."
İç çekip önünde diz çöktüm. Bağcıklarını çözüp dengesine dikkat ederek ayakkabıları çıkarttıktan sonra tekrar ayağa kalktım. "Hadi, geç içeri."
O ağır adımlarla içeri geçerken ben de kapıyı kapatıp arkasından ilerledim. Yatak odasına girdiğimde onu yatağın üzerinde yatıyor olarak buldum. Kalkması ve makyajını çıkartıp üzerini değiştirmesi gerekiyordu. "Helin, kalk hadi güzelim."
"Uykum var," diye homurdandı. "Uyumak istiyorum."
"Bak sadece beş dakika. Makyajını temizleyip üzerini değiştireceğiz, sonra yatacaksın."
Yattığı yerden doğruldu ve yarı aralık gözleriyle bana baktı. "Sen mi yapacaksın yani?"
Omuz silktim. "İstiyorsan yaparım." Yapmadığım şey değildi ne de olsa.
"İstiyorum. Şu an benim yerime her şeyi sen yapsan gıkım çıkmaz."
Makyaj masasının üzerinden makyaj temizleme suyunu ve birkaç pamuk alıp geri yanına döndüm. Daha önce de bunu yaptığım için nasıl yapıldığına hâkimdim. "Yarın işe senin yerine ben gidemem yalnız," dedim bir yandan makyajını temizlerken.
"Gitmesem olmuyor mu?" diye sordu çocuksu bir tonda. "Sizinle evde durmayı özledim resmen."
"Gitmek zorundasın."
"İstifa etsem ne olur ki? Sen bize bakarsın."
Güldüm dediğine. Şu an uyku sersemi olduğu için böyle konuştuğunu biliyordum. İşini her ne kadar yorucu olsa da seviyordu ve istifa etmek aklına çoğu zaman gelmezdi.
"Bakarım tabii ama sen istifa etmezsin." Elimdeki pamukları işim bittiği için bir kenara koyup kıyafet almak için gardıroba yöneldim.
"Doğru, etmem." Arkamı döndüğümde çatık kaşlarla bana baktığını gördüm. "Sen beni nasıl bu kadar iyi tanıyorsun ya?"
"Seni on seneden fazladır tanıyorum ve bu sürenin hepsinde seni seviyordum. İster istemez tanıyor insan." Onu ayağa kaldırıp elbisesini çıkarttım ve dikkatlice pijamasını giydirmeye başladım. "Hem sen de beni benden iyi tanıyorsun."
Onu bıraktığım gibi yatağa yığılmıştı. Gözleri kapalıydı ve uykuya dalmış bile olabilirdi. Yatağın örtüsünü açıp onu kucağıma aldım ve yavaşça tekrar yatırdım. Ben de diğer tarafa yattıktan sonra alacakaranlıkta onun yüzünü izledim bir süre. Yorgundum, uykum vardı ama bunlar önümdeki görüntüyü izlememe engel değildi. Ne kadar zaman geçerse geçsin ben hep bu yüzün hayranı olacaktım, hep izlemeye doyamayacaktım.
Sabahın erken saatlerinde Helin'in uyanmasıyla ben de uyanmıştım. O hastaneye gidecek, ben de Ayaz'ı almak için Göktuğ abilere gidecektim.
"Kahvaltı yapmadan mı çıkacaksın?" diye sordum hazırlanan Helin'e. Saat her zaman kalktığından biraz daha geçti.
"Sanırım evet." Ben tam konuşmak için ağzımı açmıştım ki o devam etti. "Ama merak etme, ben kantinden bir şeyler alıp yerim."
Söyleceğim şeye daha ağzımı açmadan cevap vermesi hoşuma gitmişti. "İyi o zaman, aç kalma da."
Onu uğurladıktan sonra ben de odayı toparladım ve hazırlandım. İlk işim bugün yıldönümümüz olduğu için Helin'e çiçek ve hediye almak olacaktı. Zaten Ayaz'ı saat on gibi alırım dediğim için rahattım. Ayrıca onlar da Ayaz'la vakit geçirmekten hoşnutlardı.
Evden çıktım ve arabaya bindim. Yolum çok uzun değildi ama almak istediğim her şeyi iyice inceleyip içime en çok sinen kararı vermek biraz uzun sürebilirdi. Her seferinde ona en layık olan hediyeyi bulmak benim için çok zor bir şey olsa da bir şekilde buluyordum ve bu sefer de öyle olmasını umuyordum.
🍂
Ayaz erkenden uyuduğu için Helin'le baş başa kalmıştık. Çiçeği o ilk geldiğinde zaten vermiştim ama hediyeyi vermek için baş başa olduğumuz bir anı beklemiştim.
Şu an beraber koltukta oturmuş film izliyorduk. Onu yemeğe çıkartmak da güzel olurdu fakat Ayaz'ı üst üste iki gün dayısına bırakamazdık, o yüzden bugünü evde geçiriyorduk.
Daha önce de izlediğimiz ve Helin'in bayıldığı bu filmi açma sebebim olan sahneye geldiğimizde cebimden aldığım hediye kutusunu çıkarttım.
"Helin," diye fısıldadım kulağına. Dikkati tamamen filmde olsa da seslenmemle bana döndü.
Elimdeki takı kutusunu görüş açısına soktum. Gülümsedi ve "Teşekkür ederim," diyerek kutuyu eline aldı. Filmde adamın sevgilisine aldığı kolyenin neredeyse aynısıydı. Çok bir değeri olmasa da seveceğine emindim. Öyle de olmuştu. Bakışalrından hediyemi beğendiğini anlayabiliyordum.
"Çok anlamlı değil ama çam sakızı çoban armağanı hesabı, hediye olsun diye aldığım bir şey. Yoksa hiçbir hediye benim sana olan sevgimi gösteremez."
Elindeki kutuyu kenara koyup ellerini yanaklarıma yerleştirdi. Dudaklarıma kısa bir öpücük kondurup geri çekildiğinde tam olarak memnun olmasam da bununla da yetinerek bir şey demedim.
"Sen zaten bakışlarınla bile yeterince gösteriyorsun bana sevgini. Davranışların, sözlerin, yaptığın her şey bana bunu gösteriyor; bana bu yeter." Ellerini yanaklarımdan çekti ve ayaklandı. "Şimdi sıra benim hediyemde."
Ben merakla hediyesinin ne olduğunu merak ederken o vestiyerden bir şey alıp gelmişti. Elinde benim ona verdiğimden biraz daha büyük bir kutu vardı. Kutuyu bana uzattığında hiç beklemeden aldım ve açtım. Karşılaştığım manzara beni hiç tahmin etmediğim şekilde şaşırtmıştı.
Beni karşılayan Ayaz'a ait olduğunu bildiğim bir bebek patiğinin tekiydi. Hemen altında ise bir ultrason fotoğrafı vardı.
Ben şaşkın şaşkın elindeki kutuya bakarken Helin konuştu. "Hamileyim."
Bu haberi ikinci kez alıyordum ve şu an hissettiklerim de tıpkı ilki gibiydi. Heyecanım aynıydı, sevincim aynıydı. Tek fark, içimde o anki gibi bir korku yoktu. O an iyi bir baba olamamaktan korksam da şimdi içimde buna dair çok az şüphe vardı.
Kutuyu boşverip Helin'e sarıldım sıkıca. Ne diyeceğimi bilemiyordum ama zaten bir şey dememe de gerek yoktu.
Bir süre sonra Helin kollarımın arasından sıyrıldı. "Yalnız, fotoğrafın altında bir patik daha vardı."
"Yani?" diye sordum. Hiçbir şey anlamamıştım.
"Bu sefer iki taneler yani," diye açıkladı.
Daha fazla şaşıramayacağımı düşündükçe şaşırtıyordu beni. Tekrar baba olacağım haberi beni yeterince şaşırtmamış gibi bir de bu sefer çocukların ikiz olduğunu öğrenmiştim.
Üzerimdeki şaşkınlığı kısmen de olsa attığımda tekrar sarıldım ona. "Bu aldığım en iyi hediye olabilir," diye fısıldadım kulağına.
"Ayaz'dan da mı iyi?"
Sorduğu soruya güldüm. Elbette oğlumun pabucunu dama atmıyordum. "Hayır, onunla beraber."
🍂
Kucağımda ufak bedene bakarken zaman donmuş gibiydi. Onu ilk kez görmeme rağmen annesinden sonra âşık olduğum ilk kız oydu. Sonraki de kız kardeşi olacaktı, bundan emindim.
Yüzüne baktıkça bana tanıdık geliyordu. Belki de bana öyle geliyordu ama yıllar öncesinde Erva'yı ilk kucağıma verdiklerinde aynı yüzle karşılaşmışım gibiydi. Ona, en azından hafızamdaki haline çok benziyordu.
Gözlerimi ondan ayırıp yatakta diğer kızımızı emziren Helin'e baktım. Sanki baktığımı hissetmiş gibi o da bana baktı anında. "İsmine karar verdin mi?"
Ayaz'ın ismini Helin koyduğu için kızlardan birinin ismini ben koyacaktım. Diğerinde ise beraber karar verecektik.
"Erva'ya benziyor," dedim sorusuna bir cevap vermek yerine. "Onun ismi yakışabilir."
Tebessüm ederek baktı kucağımdaki kızımıza. "Yakışır."
Gülümsedim ben de. Kardeşimin isminin kızımda yaşayacak olması güzeldi. Tek dileğim kaderlerinin aynı olmamasıydı.
"Benim de onun için bir fikrim var," dedi kucağındaki kızımıza bakarak.
"Ne?"
"Eylül." Hayatımıza sonradan girmiş olmasına rağmen ikimize de kız kardeş olan o kızdı Eylül. İkimizde de çok büyük etkileri vardı. Hem bizimle yaşadığı anlarla, hem de gidişiyle. "Biliyorum, beraber karar verelim dedik ama ben sen de beğenirsin diye düşündüm."
"Tabii ki beğendim, çok yakışır." Zaten onun beğendiği bir şeyi benim beğenmeme ihtimalim yoktu.
Gözüm koltukta uyuyakalmış Ayaz'a takıldı. Abi olacağı için çok heyecanlıydı ve bu heyecanla gün içinde hiç uyumamıştı. Böyle olunca da saat daha erken olmasına rağmen uyuyakalmıştı.
Şu an içinde bulunduğum andan hiç çıkmamak benim için mükemmel olurdu. Kucağımda kızımızı tutuyordum, Helin de öyle. Oğlumuz az ötede uyuyordu ve içimdeki huzurun tarifi yoktu. Burası sıradan bir hastane odası olmasına rağmen yuvam gibi hissedebiliyordum böylece.
Helin, yuva demekti ve o bana yuvamı vermişti. On sekiz sene boyunca ne olduğunu bilmediğim yuvam olmuş, bir aile kurmamızı sağlayarak yuvamı vermişti bana.
🍂🍂🍂
Upuzun ve tatlı krizi geçireceğiniz bir bölümün daha sonuna geldiikk. Bu bölümü yazarken resmen otobüsün içinde feels geçirdim, çok tatlılar bunlarrr
Bazı yerler olmamış gibi ama dokunmayacağım, bu haliyle de güzel olabilir belki. Siz beğenirseniz olmuştur zaten.
Kendinize çok iyi bakın canlarım, sonraki özel bölümde görüşmek üzere
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
24.98k Okunma |
2.45k Oy |
0 Takip |
49 Bölümlü Kitap |