•Eymen'den•
Elimdeki telefonu tekrardan yanıma bıraktım ve uçsuz bucaksız denizi seyretmeye başladım. Arkamı dönemiyordum, çünkü arkamı döndüğüm an on sene öncesine gidiyordu zihnim.
Erva burada ölmüştü, hemen bir kaç merre arkamda kalan yerde. Bir araba çarpmıştı ona ve küçük bedeni hastaneye kadar bile dayanamamıştı.
Eğer ben bir adımımı daha erken atmış olsaydım, tüm bunlar olmayacaktı.
Leia her ne kadar kendimi suçlamamamı söylese de yapamıyordum, olmuyordu. Kardeşimin hayatı ellerimin arasından kayıp gitmişti ve ben bunu engelleyememiştim. Üstelik ben bunun sekiz yaşımdan beri farkındaydım.
On senedir, içimde gittikçe büyüyen bu pişmanlıkla yaşıyordum.
Deneyeceğimi söylesem de deneyemiyordum bile. Deneyemeyecek kadar güçsüzdüm.
Göz yaşlarım gözlerimi tekrardan doldururken akmaları için önlerine herhangi bir engel koymsdan onları özgür bıraktım. Başımı kendime çektiğim dizlerimin arasına gömdüm ve omuzlarım sarsılarak ağlamaya başladım. Dışarıdan ne kadar acınası göründüğüm umurumda bile değildi.
Gerçi, zaten acınası şekilde güçsüz ve çaresiz durumdaydım.
Ölüm insanı her şeyden çok güçsüz ve çaresiz bırakıyordu.
Ölüme karşın hüç bir güç duramazdı, hiç bir çare ona iyi gelmezdi. Ben de bunu bile bile kendimi suçluyorsum onun ölümü için.
Mantığım beni masum çıkartsa da içimdeki o ses her zaman bana suçlusun, diyecekti.
Sahi, suçlu muydum?
"Sen hep böyle sulu göz müsün yoksa hep bana mı denk geliyor?"
Arkamdan gelen tanıdık ses ile kafamı kaldırdım ve puslu bakış açımda onu bulmaya çalıştım. Onu görmezsem bunun beynimin bir oyunu olduğunu düşünecektim çünkü. Ama o buradaydı.
Helin, tam da karşımda duruyordu.
Tıpkı onu üç sene önce ilk defa gördüğüm günki gibi.
Hem dediği şeye, hem de onun burada oluşuna güldüm ve gözlerimdeki yaşları koluma sildim. "Hep sulu göz değilim, sen ağladığım zamana denk geliyorsun."
"Oturabilir miyim?"
Çenesiyle yanımdaki boşluğu işaret ederek sorduğu soruya bir baş sallamasıyla cebap verdim. Yanıma çöküp bağdaş kurdu ve benim az önce izlediğim denizi izledi. Ben de onu izliyordum.
Bir süre sonra rahatsız olacağını fark ederek gözlerimi ondan kaçırdım ve onun baktığı yere bakmaya başladım. Ona bakmasam bile, baktığım yerde onu görecek kadar aşıktım zaten.
"Niye üzgündün?"
Helin'in konuşmasıyla ona döndüm ama hesap etmediğim şey fazla yakınımda oturduğuydu. Aramızda bir karışlık ancak mesafe vardı.
Yutkunarak başımı tekrar denize çevirdim. "Kardeşim," dedim yalnızca. Anlamasını beklemiştim.
"Başın sağ olsun," dedi sessizce.
Anlamıştı.
Göz yaşlarımın suyu çekilirken dudaklarımdaki buruk gülümseme derinleşmişti. "Sağ ol."
Ne kadar öyle sessizce oturduğumuzu bilmiyordum, zaman kavramı ancak gökyüzü turunculaşmaya başladığında bulmuştu beni. Güneş batacak, gün bitecek, bugünün acıları bugünde kalacaktı. Ve kalan acılardan artanlar, bize acı vermeye devam edecekti.
On sene öncesindeki bir ölümün bugüne acı çektirmesinin tek sebebi buydu. Artanlar, canımı yakıyordu.
Geride kalmak, onsuz kalmak, canımı acıtıyordu.
Üzerime gelen bir iki yağmur damlası beni iyice gerçeğe çekerken ayaklanmam gerektiğini fark ettim. Çünkü ben burada kaldıkça Helin de nezaketen de olsa kalacaktı ve onun ıslanmasını istemiyordum.
"Kalacak mısın daha?" diye sordum kalkmaya davranırken.
"Kalkalım," dedi o da benim gibi kalkarken.
İlk önce onu evine bırakacak, sonra kendim eve gidecektim. İtiraz edeceğini de zannetmiyordum.
Az önceki sessizlik yol boyunca da devam etmişti. Ta ki ben onun soğuktan neredeyse titrediğini fark edene kadar. Üzerimdeki ceketi hızlıca çıkartırken bakışlarının bana döndüğünü fark etmiştim.
"Ne yapıyorsun?" diye sordu titremesine engel olamadığı sesiyle.
"Anladığım kadarıyla donuyorsun," elimdeki ceketi ona doğru uzattım alması için. "Al."
Helin bir süre bir bana bir de cekete bakarken kararsız kaldığını görebiliyordum.
"Ben üşümem, sen giy."
Tedirginlikle de olsa ceketimi alıp omuzlarının üzerine örttü ve battaniyeye sarınırmış gibi sarındı. Gülüp iyice dibine girdim ve ceketi omuzlarından aldım. "Düzgünce giy."
Giymesi için tuttuğumda biraz garipsese de kollarını ceketten geçirmişti. Ona ne kadar yaklaştığımı da ancak o zaman fark edebilmiştim.
Geri çekilmem gerekiyordu ama bir şey beni geri çekilmekten alıkoyuyordu. Öylece sıcak kahvelerine bakıyordum ve belki de onun bir şey demesini bekliyordum.
Gözlerim anlık olarak dudağına düşen bir yağmur damlasına kaydığında eğer geri çekilmezsem çok kötü şeylerin olacağı kanaatine vararak bir adım geri attım. Sertçe yutkunarak yavaşça yürümeye devam ettim. Onun da arkamdan geldiğini hissedebiliyordum.
🍂
Anahtarı kapıdan çekip içeri girdiğimde annem ve babamın beni beklediklerinden emindim. Bugün için herhangi bir planımın olmadığını biliyorlardı ama ben Helin'i bırakıp gelirken biraz fazla oyalanmıştım. Üstelik ceketim de Helin'deydi.
Sağlam azar yiyecektim.
Soğuktan titreyen çenemi sıkarak anneme gözükmeden odama çıkmaya çalıştım. Ama başarısız olmuş ve daha kötüsü, babama yakalanmıştım.
"Neredeydin sen?"
"Arkadaşımlaydım, baba."
Babama yeterli cevabı verdiğimi düşünerek tekrardan merdivenlere yönelsem de babam yine beni durdurmuştu.
"Yalan söyleme bana! Bilmiyor muyum sanki gidip sokak köşelerinde ağladığını?"
Çenemi bu sefer soğuktan değil de sinirden sıkarlen bir cevap vermeyip görmezden gelmeyi tercih ettim.
"Bak bir de duymuyormuş gibi yapıyor! Gel buraya!"
Sadece olduğum yerde dursam da geri dönüp onun yanına gitmedim. Gitsem ne olacağını biliyordum çünkü. Babamın ters günüydü ve en ufak sinirleneceği şeyde bile eli bana vurmak için kalkacaktı.
Birazdan olacağını tahmin ettiğim gibi.
"Yavuz! Sana gel buraya dedim!"
Arkamı dönüp yavaş adımlarla daha az önce çıktığım birkaç basamağı geri indim ve hemen karşısında dikildim. Boyum onu geçtiği için küçükken onun bana yaptığı gibi ben de şimdi ona tepeden bakabiliyordum.
"O kız için üzülmeyeceksin."
"Erva benim kardeşim, elbette arkasından ağlayabilirim."
Gözlerinde büyüyen öfkeyi görsem de benim de içimde tutamadığım bazı şeyler vardı.
"Bana cevap verme, sadece dediğimi yap!"
Sesimi kısarak ona karşı olan en büyük kozumu oynadım. Her ne kadar canımı yaksa da işe yarıyordu.
"Annem de onu aldattığını öğrenebilir."
Her bunu söylediğimde gözlerinde oluşan korku yoktu. "O senin istediğin okula gitmenin bedeliydi, eğer söylersen seni o okuldan alacağımı da biliyorsun." Yüzünde öfkeyle beraber keyifli bir ifade de vardı bunu söylerken. "Hem, annenin de bilmediği bir şey yok."
Ben neler olduğunu anlamaya kalmadan mantığım her şeyi yerine oturtmuştu.
Her şey para içindi. Ben bile.
Yüzümü ekşitmeme engel olamazken babamın kahkahasını duydum. Sinirle gülüyordu.
"Şimdi çık odana gözüm görmesin seni."
Onun dediğini yapmak istemesem de merdivenlere yönelerek odama çıktım. Çıktığım gibi de kapıyı arkamdan kilitleyip kapının önüne yığılmam bir oldu.
Annemin ve babamın evliliğinin oara için olduğunu bilsem de kendi doğumumun da bunun bir parçası olduğu daha yeni dank ediyordu kafama.
İstenilen bir çocuk olmadığımın farkındaydım, her fırsatta yük gibi bakılıyordum çünkü.
Ama bugün bu ilk kez bu kadar yüzüme vurmuştu.
İlk kez kendi aileme ait olmadığımı bu kadar hissetmiştim. Deyim yerindeyse iliklerime kadar.
Bugün kaçıncı kez olduğunu bilemeden ağlamaya başladım. Üstüm, başım, gözlerim sırılsıklamken kendimi boğuluyormuş gibi hissetmem pek de beklenmedik değildi.
Bu istenememe hissinin beni boğduğunu iliklerime kadar hissediyordum.
🍂🍂🍂
Kendinize çok iyi bakın canlarım, sonraki bölümde görüşmek üzere <3
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
23.94k Okunma |
2.3k Oy |
0 Takip |
48 Bölümlü Kitap |