57. Bölüm
İlayda Çınar / Draco Malfoy / 57. Bölüm

57. Bölüm

İlayda Çınar
ilydacinar

Beğenip bol bol fikirlerinizi belirten yorumlar yapmayı unutmayınnnn

Çok bol yorum yapın. Sizi seviyorummm ♡♡

Ardından hızla onu bırakıp lavaboya koştum ve yüzümü yıkayıp, yine koşar adım Draco'nun odasına daldım. Eğer planım işe yarasa, eğer Draco bana inanırsa her şey yoluna girecekti. Ama eğer inanmazsa...

İçeri girdiğimde Mattheo'yu ayakta, kollarını bağlamış bir şekilde masaya yaslanırken gördüm. Draco uzun koltuğa, Astoria ve Zabini ise tekli koltuklara oturmuşlardı. Hızla Draco'nun yanına gidip oturdum ve yanağından öperek konuştum

"Şimdi daha sakin misin?" yavaşça kafasını sallayınca anlatmaya başladım..

"Mattheo her şeyi uzun zamandır biliyormuş zaten" diye girdim cümleye. Sonrasında sakin bir şekilde anlatmaya devam ettim..

"Lord'un yanında, sen hareket edemeyince, bana bir şey olmasın diye kendisi müdahale etmek zorunda kalmış. Benim, senin için ne kadar değerli olduğumu biliyormuş. Salonda yaşananları ise, başka hiç kimsenin bana zarar vermemesi için yapmış. Sonuçta o, Lord'un oğlu. Kendisinin de söylediği gibi, kendine yapılan yanlış, Lord'a yapılmıştır.. Yani bir düşün.. Herkesin gözü önünde böyle bir şeyi ilan etmek... Sence gerçekten bunu yapar mıydı, eğer bana karşı bir duygusu olsaydı? Bu kadar göstere göstere?"

Draco başını Mattheo'ya çevirdi ve bir süre ona baktı. Mattheo ise ona bakmamak için özel bir çaba sarf ediyor gibiydi. Gözlerini, odanın alakasız köşelerine sabitleyip duruyordu

"Mattheo bana aşık değil Draco" dedim ellerimle, yüzünü benimkine çevirip gözlerinin içine bakarak "Sadece sorumluluk aldı. Bu kadar"

"Neden bu zamana kadar bir şey söylemedi?" diye şüpheyle sordu

"Çünkü sizin söylemenizi bekledim" diye konuştu Mattheo

Draco, öldürücü bakışlarını Mattheo'ya çevirdi ve sakin kalmaya çalışarak sordu "Neden?"

"O kadar da önemli olmayan bir bilgiyi benden saklamanız için müthiş geçerli sebepleriniz olmalıydı. Değil mi?" diye bir cümle kurdu. Ardından yaslandığı yerden doğrularak bize doğru gelirken devam etti "Birbirimizden hiçbir şey saklamadığımız o günlere ne oldu Draco? Ne zaman senin güvenini kaybettim de benden bir şeyler saklar oldun?"

"Verdiğim sırları, ne olursa olsun babandan saklayacağından nasıl emin olabilirdim Mattheo!" diye ayaklandı Draco

"Ama saklayabilirdim! Y/N'nin bir çok kusurunu, bir çok şüpheli hareketini sakladım! Seninkini neden saklamayayım!?"

"Nerden bilebilirdim ki!"

"Biz akrabayız Draco! Ailemizden başka kime güvenebiliriz!?" diye patladı Mattheo

"Karanlık Lord senin baban!" dedi Draco, sesi alayla karışık bir öfke taşıyordu

"Aynı şey değil! Lord'un babam olduğunu senden sadece birkaç gün önce öğrendiğimi gayet iyi biliyorsun!"

Daha fazla dayanamadım. İçimdeki öfke mi, yoksa korku mu beni ayağa kaldırdı bilmiyorum ama bir adımda Draco'nun yanına gittim ve ikisine de seslendim

"İkiniz de saçmaladığınızın farkında mısınız?" dedim, sesim beklediğimden daha sertti. Derin bir nefes aldım, gözlerimi Mattheo'ya çevirdim "Hepimizin sırları var Mattheo. Bu yüzden fazla üstüne alınma"

"Birbirine güvenen insanlar arasında sır olmaz Y/N"

"Yanılıyorsun. Draco ve ben, birbirimize herkesten çok güveniriz. Ama benim bile ona söylemediğim şeyler var. Ve içimden bir ses... senin de çok büyük sırların olduğunu söylüyor"

Mattheo gözlerini kaçırdı. Cevap vermedi. Haklıydım. Ama bu kez haklı olmak hiç istemediğim kadar ürkütücüydü. Çünkü bu sırlar... öyle basit şeyler değildi. Karanlık sırlardı. Belki kana bulanmış, belki de lanetle mühürlenmiş, geceleri bile uykunu parçalayan türden... Çünkü Mattheo'dan daha azını bekleyemezdim..

Odada uzun bir sessizlik dalgası yayıldı. Hâlâ sorulacak bir sürü soru vardı, ama hepimiz anlaşmışız gibi tüm bu soruları halının altına itelemiştik.

"Hepimiz emin olalım diye soruyorum" dedi Astoria uzun bir aradan sonra, "yani şimdi ikiniz de birbirinize karşı bir şeyler hissetmiyorsunuz, değil mi?"

"Hissetmiyoruz Astoria"

"Peki, bunu bay ve bayan Malfoy'a nasıl açıklayacaksınız?"

"Bilmiyorum. Onu yarın hallederiz. Şimdi çok geç oldu ve ben artık tek kelime bile edemeyecek kadar yorgunum" dedim ve koltuğa oturup arkama yaslandım

O sırada Zabini ayağa kalkıp çıkışa doğru yürümeye başladı. "Hadi Astoria, seni ben bırakırım" dedi ve kapıyı açıp onu beklemeye koyuldu

Astoria yerinden kalktı ve kapıya doğru yürümeye başladı. Ama benim önüme geldiğinde durdu, kısık bir sesle eğilerek konuştu

"İstersen bu gece yanında kalabilirim. Yani, bilmiyorum, belki birileriyle konuşmak istersin..."

Hafifçe gülümsedim, elini tutup sıkarak yanıt verdim. "Teşekkür ederim Astoria, çok düşüncelisin. Ama gerçekten fazlasıyla yorgunum. Tek istediğim bir an önce uyumak"

Astoria, gülümseyerek başını salladı ve doğrulup Zabini'nin yanına geçti. İkisi de kapıdan çıkmadan önce Astoria son bir kez dönüp konuştu

"O zaman okulda tekrar görüşürüz. Size iyi geceler" dedi ve kimsenin yanıt vermesini beklemeden yürümeye başladı. Zabini kapıyı kapatıp onun peşinden gitti.

Onlardan birkaç saniye sonra Mattheo da kapıya doğru yürümeye başladı

"Ben de sizi yalnız bırakayım" dedi ve odadan çıktı

Şimdi Draco'yla baş başa kalmıştık. Bir süre daha ayakta öylece durdu, sonra sinirle kravatını çözüp yanıma oturdu

Ona baktım. Şimdiye kadar hiç görmediğim bir sinir ve stresle yanımda oturuyordu. Söylemek istediğim çok şey vardı ama aklıma hiçbir şey gelmemişti. Onu sakinleştirecek şey kelimeler değildi...

Gözlerimi yüzünden çekip hızla salladığı dizlerine indirdim. Yaslandığım yerden hafifçe doğrulup ona tam döndüm. Bir elimi yavaşça dizine koydum.

Draco dizini sallamayı durdurdu ve bana döndü. Hiç tereddüt etmeden ona doğru yaklaştım. Elbisemin eteği oturmama engel olmasın diye hafifçe yukarı çekip, bacağımı onunkilerin üzerinden attım ve kucağına oturup sıkıca sarıldım

Amacım ona güç vermekti. Yanında olduğumu hissettirmek, sanki her şey biraz olsun normale dönebilirmiş gibi davranmaktı. Ama kucağında, göğsüne yaslanmış halde otururken, o güç bende kalmamıştı..

İçimde bastırdığım ne varsa, yavaşça gözlerimden akmaya başladı. Sessizce, usul usul. Ama sonra, nefesimi tutamayacak kadar ağırlaştı. Göğsüm titredi. Boğazım düğümlendi. Ve sustuğum her şey, birer damla olup aktı. İçli içli ağlamaya başladım..

Draco önce hiç kıpırdamadı. Kollarını hâlâ sımsıkı belime sarmış duruyordu ama ben göğsünde sarsıldıkça, onun da nefesi değişti. Bunu hissetmişti

Beni yavaşça kendinden uzaklaştırdı ve şaşkınlıkla yüzüme baktı

Gözlerim kıpkırmızıydı. Nefes nefeseydim. Dudaklarım titriyordu. Ona destek olmaya çalışırken, kendi içimde paramparça olmuştum..

Bir şey söylemedi.

Birkaç saniye boyunca sadece baktı.

Sonra birden, hiçbir açıklama yapmadan, hiçbir kelimeye ihtiyaç duymadan, kollarını tekrar belime doladı. Ve bu kez daha sıkı sarıldı bana. Sanki dağılmış bütün parçalarımı tek tek birleştirmeye çalışıyormuş gibi..

Kaç dakika ona sarılarak ağladım bilmiyorum. Ama sonunda sakinleşip yavaşça ondan ayrıldığımda omzunun sırılsıklam olduğunu görmüştüm

Elbisemin altından belli olan işaretime bakarak konuşmaya başladım

"Ben böyle olsun istememiştim Draco.."

Draco, hâlâ ıslak olan yanağımı silerken konuştu "Biliyorum.."

"Neden ben de sıradan biri değilim ki!? Hepsi şu lanet kehanetlerim yüzünden! Bundan sonra Muggle olarak yaşamaya bile razıyım, yeter ki artık sakin bir hayatım olsun!"

Sonunda duruldu dediğim gözyaşlarım yeniden akmaya başlamıştı. Bunu umursamadan devam ettim

"Bunların hiçbirini ben istemedim ki.." dedim fısıltıyla. "Ne büyü... ne kader... ne savaş... Ben sadece huzur istedim..." dedim ve gözlerinin içine bakarak devam ettim "Ailemle, arkadaşlarımla.." Draco'nun yüzüne dokunarak ekledim "Sevdiğim adamla.. Sadece hep beraber normal bir hayat sürmek istedim.."

Draco hiçbir şey söylemeden elini yanağıma uzattı ve yeniden gözyaşlarımı sildi.

"Biliyorum..." dedi kısık bir sesle. "Hepsi.. çok fazla. Haksızlık bu"

Parmakları saçlarımın arasına kaydı. "Sana normal bir hayat veremem belki ama... elimden gelen her şeyle senin yanındayım. Sonuna kadar" dedi ve ekledi "Beraber olduğumuz sürece, huzur dediğin şey... belki savaşın ortasında bile mümkün olabilir"

"Seni de kaybedeceğim diye, ne kadar korktuğumu bir bilsen.." dedim başımı yeniden onun omzuna yaslayıp ona sıkıca sarılırken

Draco çenesini başımın üzerine, saçlarıma yasladı "Kaybolmana izin vermem" dedi yavaşça. "Gerekirse seni her seferinde yeniden bulurum.."

Biliyorum...

-Draco'nun Ağzından-

Y/N'nin titreyen omuzları yavaş yavaş durulurken, sessizce oturduğum yerde sadece nefesini hissedebiliyordum. Ağlamaktan yorgun düşmüştü. Kucağımda, yüzünü göğsüme yaslamış halde öylece kaldı. Avucum hâlâ sırtında, sakinleştirici küçük daireler çizerken boynumu hafifçe geriye yaslayıp alnını görebileceğim kadar eğildim. Gözyaşları yüzünde kurumuştu. Nefesi yavaş ve düzenliydi artık. Uyuyordu.

Derin bir nefes verdim. Elimi saçlarına götürüp dikkatlice bir tutamını kulak arkasına ittim. O an... çok narin görünüyordu. Herkesin güçlü sandığı biri, şimdi sadece, kollarımda bir avuç huzur arıyordu..

Bir süre öylece oturdum, onun nefesini dinleyerek. Ama kucağımda bu şekilde sabaha kadar kalamazdı. Onu uyandırmadan yerimden kalkmalıydım. Yavaşça, neredeyse nefes bile almadan, kollarımı sırtına ve dizlerinin altına yerleştirdim. Minik bir hışırtıyla ayağa kalktım. Kafası boynuma yaslandı, bir şeyler mırıldandı ama uyanmadı.

Yavaş adımlarla yatağıma ilerledim ve yatağın kenarına çömeldim, onu usulca ince örtünün altına yerleştirdim. Saçları yastığa yayıldı, yüzünde ilk kez huzurlu bir ifade vardı

Ona bakarken, kapı sessizce açıldı. Annemin ince silueti eşikte belirdi

"Draco-" diye başlayacak oldu

"Şşş," dedim hemen, ona doğru dönerek "Uyuyor"

Annem, bakışlarını yatakta yatan Y/N'ye kaydırdı. Bir şey söylemedi. Sadece içeri girip kapıyı arkasından yavaşça kapattı.

Yatağın kenarından uzaklaşıp, sessizce yürüyerek, az önce kalktığım koltuğa oturdum. Ellerimi dizlerimin arasına alıp başımı öne eğdim. İçimde garip bir ağırlık vardı.. Sanki onun gözyaşları omzuma işlemiş gibiydi.

Annem ise birkaç saniye daha Y/N'ye baktı. Ardından sessiz adımlarla yanıma geldi ve başımda dikilerek kısık sesle, neredeyse fısıltıyla konuştu.

"Aşağıda ne oldu öyle?"

"Mattheo, benim en başında yapmam gereken şeyi yaptı" dediğimde bir kez daha ne kadar salak biri olduğumun farkındalığıyla kendi kendime sinirlenmiştim

"Yani Mattheo..?"

"Hayır, öyle bir şey olmadığını söyledi" tabi bu ne kadar doğru bilmiyorum ama..

"O halde sadece Y/N'yi korumak için öyle yapmış?"

"Evet" dedim çaresizlik bedenime çökerken sağ elimi burun köprüme götürerek.. Ardından anneme dönerek devam ettim:

"Yapamadım anne.. Onu koruyamadım. Ona layık bir sevgili olamadım.." dedim, boğazımda bir şey düğümlenmiş gibiydi.

Kelimeler ağzımdan döküldü ama bir parçam hâlâ susuyordu. Bu kadarını bile zor söyleyebilmiştim.. Kendimden nefret ediyordum. Ona baktığımda sadece kendi yetersizliğimi görüyordum.

Annem yavaşça yanıma oturdu. Hiçbir şey söylemedi.

Sonra bir anda, nazikçe kolunu omzuma doladı. Başımı çevirmedim. Gözlerimi kapamadım. Ne kendimi geri çektim ne de ona doğru yöneldim

Annem diğer kolunu da usulca sırtıma uzattı. Alışkın olduğum bir yakınlık değildi. Ama rahatsız edici de gelmedi. Tepki vermemiştim ama inkar da etmemiştim.

"Hiç kimse mükemmel olmak zorunda değil Draco. Herkes hata yapabilir.. Önemli olan hatalarından ders çıkarman" dedi ve ekledi "Y/N'yi seviyorsun değil mi?"

"Her şeyden çok.."

"O zaman hatalarını telafi et" dedi ve bir süre sessiz kalıp yeniden konuştu "Daha çok gençsiniz Draco. Ayrıca Y/N anlayışlı biri. Senin kendine kızdığın kadar kızmıyordur sana.."

"Sorunda bu işte.. Bu beni daha kötü hissettiriyor"

Annemin, hafifçe nefes vererek gülümsediğini duyduğumda kafamı kaldırdım ve ona baktım. Böyle bir anda neden gülümsemişti ki?

"Regulus'la Lyra'nın genç hâllerini görüyorum sizde" dedi ve devam etti "Reggi de kafasını böyle suçlulukla kemirirdi. Bir keresinde Lyra bunu fark etti. Sırf o saçma suçluluk duygusunu söküp atmak için, eline geçen her fırsatta Reggi'ye büyü savurdu"

"Neden?"

"Çünkü Reggi'ye kötü davranırsa, kendisinin korunmaya değmediğini düşündürecekti. Kısacası, kendini korumak zorunda kalmasın diye elinden geleni yapmıştı"

"Sonra ne oldu?"

"İkisi de ne kadar saçma davrandıklarını fark edip uzunca bir süre yaptıkları şeyle dalga geçtiler"

"Yani, Y/N'de mi böyle davranacak? Bunu mu demek istiyorsun?" diye sordum. Suçluluk duygum hâlâ geçmiş değildi ama bir nebze olsun azalmıştı

"Belki de. Y/N, annesine öyle çok benziyor ki, ne yapıp yapmayacağını kestirmek zor" dedi ve yüzümü ellerinin arasına alıp, alnımdan öptükten sonra ekledi "Şimdiye kadar yaptığın bütün hataları sil at diyemem. Orada seni büyüten dersler var. Ama bırak, kemirip durmasınlar. Sadece bundan sonra hata yapmamaya bak. Geçmiş, adı üstünde, gitmiş. Değişmeyecek. Ama henüz yaşanmamış günler, elinin altında. Şekil vereceğin asıl kil de bu" diye konuşmasını bitirdi ve ayağa kalktı

Ne diyeceğimi bilmiyordum. Haklı sayılırdı. Hayır, haklıydı. Ama her şey bu kadar kolay değildi işte..

Annem yavaş adımlarla Y/N'nin yanına gidip çarşafı, üzerine güzelce örttü ve bana son kez bakıp odadan çıktı.

Bundan sonra ne yapmam gerektiğini henüz bilmiyordum. Ama şu an bunun bir önemi yoktu. Çünkü ne zaman, bu kadar duygusallıkla bir kara versem her seferinde saçma sapan şeyler yaşanıyordu

Bir süre daha koltukta oturduktan sonra kalkıp banyoya gittim ve üstümü değiştirdim. Daha sonra koltuğa gidip uzandım. Şimdi tek yapmak istediğim hiçbir şey düşünmeden anında uykuya dalmaktı..

-Y/N'nin Ağzından-

Güneş, kirpiklerimin arasından sızıp tenimi ısıtarak uyandırdı. Ne zamandır böylesine derin ve huzurlu uyumamıştım. Esneyip kollarımı uzattım, gözlerim aydınlığa alışırken fark ettim. Draco'nun odasındaydım.

"Günaydın" diye fısıldadı Draco. Yatağın diğer ucunda oturmuş bana bakıyordu. Hafifçe eğilerek parmaklarını saçlarımın arasından geçirip alnıma yumuşak bir öpücük kondurdu

"Günaydın" dedim, çatallaşmış sesimle. Her ne kadar onun o tarif bile edilemeyecek derecede ki muhteşem gözlerine bakmaya devam etmek istesem de, üzerimdeki örtüyü kaldırıp doğruldum

Şu anda cadı gibi göründüğüme yemin edebilirdim. Evet, teknik olarak ben zaten bir cadıydım ama gerçek anlamda, Muggle hikayelerinde anlatılan cadılardan bahsediyorum. Hani şu, kazanda kurbağa bacağı kaynatan. Tamam bu iyi bir örnek olmadı. Sonuçta benimde birçok kez kurbağa bacağı kaynatmışlığım var. Her neyse sanırım sussam iyi olacak..

Draco'nun bu halimi görmesini istemediğim için ayaklarımı aşağı sarkıttım ve sırtımı ona dönerek oturdum. Sonra kollarımı kaldırıp geriniyormuş gibi yaparak sordum "Saat kaç?"

"8'e geliyor"

Yatağın yanında duran komodinin üzerindeki asamı alıp onunla saçımı tutturdum ve ayakkabılarımı da alarak ayağa kalktım

"Ben bi duş alıp üstümü falan değiştireyim" dedim utançla kızaran yüzümü saklamaya çalışarak

Uyanır uyanır uyanmaz Draco'yu görmek beni heyecanlandırmış ve salak gibi davranmama neden olmuştu. Ayrıca beni bu şekilde görmesini istemiyordum. Ne vardı sanki, ben de Hermione ya da Ginny gibi prensesler gibi uyanabilsem?

Draco arkamdan hafifçe kıkırdarken koşar adım odama gidip tüm bu saydıklarımı yapmaya koyuldum. Neyse ki sandığımdan uzun sürmemişti. Hızlı bir şekilde hazırlandım ve Winky'nin ben banyodayken, benim için getirdiği minik sandviçi masamın üzerinden aldım

Bir elimle havluyu tutarken öbür elimle tuttuğum sandviçimden, ısırık ala ala merdivenlere yöneldim. Merdivenden indiğimde, koridor kapısının önünde zarflarla boğuşan bir ev cini gördüm, mektuplar kucağından taşıp yerlere saçılmıştı

Hiçbir şey demeden yanına gidip diz çöktüm ve havluyu omzuma atıp yere dağılan zarf yığınını boşta kalan elimle toparlamaya başladım. Hepsini teker teker küçük kollarına geri istiflerken arada bir zarf gözüme ilişti. Üstünde kendi adım ve Bakanlık mührü vardı. Kaşlarımı çattım.

Son lokmayı ağzıma atıp çiğnerken ayağa kalktım. Zarfın üzerindeki mührü çıtırtıyla açtım ve mektubu içinden çıkarıp okumaya başladım.

Büyücülük Bakanlığı
Disiplin ve Ceza Dairesi

Sayın Y/N Black,

Yaşınızın reşit olmaması sebebiyle, okul dışında gerçekleştirdiğiniz Cruciatus laneti duruşmasına ilişkin yapılan inceleme neticesinde, olay hakkında yeterli delil bulunamadığı kanaatine varılmıştır. Bu nedenle söz konusu duruşma resmi olarak düşürülmüştür.

Yaşanan olumsuzluk ve verdiğimiz rahatsızlıktan dolayı özürlerimizi sunar, gelecekte karşılaşılabilecek benzer durumların önlenmesi adına gerekli hassasiyetin gösterileceğini temin ederiz.

Bu karardan haberdar olduğunuzu teyit etmek amacıyla, en geç yedi (7) gün içerisinde Bakanlık ile iletişime geçerek ekteki formu imzalamanız ve onayınızı bildirmeniz gerekmektedir.

Saygılarımızla,

Büyücülük Bakanlığı Disiplin ve Ceza Dairesi

"Vay be, Lucius'un harbiden de güçlü bağlantıları varmış"

"Bakanlıktan mı?"

Arkamı döndüğümde Draco'nun merdivenlerden inerek yanıma geldiğini gördüm. Yavaşça kafamı sallayıp konuştum

"Evet, 7 gün içinde imza vermem gerekiyormuş"

"Tamam, hazırlan da gidelim o zaman"

"Şimdi mi?"

"Evet, yarın Diagon Yolu'na gidip okul için gerekli eşyaları alacağız. Ertesi gün de okula dönüyoruz, o yüzden bunu hemen halledelim"

"Tamam. Saçımı kurutup, üstümü değiştirip geliyorum o zaman" dedim ve koşar adım odama dönüp hazırlanmaya başladım. Hızlıca saçlarımı kurutup açık bıraktım. Neyse ki fazla uğraşmama gerek kalmadan dümdüz olmuştu. Üzerime geçirdiğim dar, u yaka, haki yeşili, kalın askılı tişört ve dar, siyah kot pantolonumu giyip, tişörtümü de pantolonumun içine koyduktan sonra hızla odamdan çıktım

"Hazırım" dedim merdivenlerden aşağı inerken

Draco, kapının önünde annesiyle konuşuyordu. Beni duyunca ikisi de bana döndü. Cissy'i gördüğümde yanına yanına gidip mahcup bir şekilde, gözlerimi kaçırarak konuştum

"Günaydın bayan Malfoy"

"Günaydın canım" dedi omzumu hafifçe sıvazlayarak

Ne yani, dün için bana kızgın değil miydi?

Şaşkınlıkla Draco'ya baktığımda konuşmaya başladı

"Dün sen uyuduktan sonra anneme olayın aslını anlattım"

Tekrar Cissy'e döndüğümde bana gülümseyerek bakıyordu. Bu kadının gerçekten bulaşıcı bir gülümsemesi var..

"Bunu da yanına al. Diğerleri üzerinde iyi bir izlenim bırakır" dedi ve bana doğru bir pelerin uzattı. Giymek istemesem de itiraz etmeden pelerini alıp omuzlarıma attım, zincir detayını öne getirip tutturdum

"Teşekkür ederim"

"Artık çıkalım mı?" diye sordu Draco. Hafifçe kafamı sallayıp onun koluna girdim. Tam dışarı çıkmak üzereydik ki arkamızdan gelen sesle durmak zorunda kalmıştık

"Dünkü açıklamadan sonra bensiz gitmeniz biraz tuhaf olmaz mı?"

Mattheo merdivenlerden indiğinde, yanından geçen bir ev cinine seslendi

"Git pelerinimi getir" cin başını eğip emre itaat etti

"Sen böyle her gittiğimiz yere peşimizden mi geleceksin?"

"Daha önce hiç yalan söylememiş gibi davranma Draco"

Draco ağzını açıp bir şey söyleyecek oldu ama onun koluna dokunup konuştum

"Draco, önemli değil. Nasılsa biz neyin ne olduğunu biliyoruz. Sadece benim yanımda görünmesi bile diğerlerinin gözünü boyamaya yeter" dedim ve elinden tutup yürümeye başladım

Biz malikane kapısının dışına çıkarken Mattheo da pelerinini üzerine atarken arkamızdan geliyordu. Draco'nun koluna girip konuşmaya başladım

"Ne kadar vaktimiz var?"

"İstediğimiz kadar"

"Nasıl? Yani geç gelsek bile hesap sormayacaklar mı?"

"Senden kim hesap sorabilir ki?"

Doğru ya, ben Lordun sağ koluydum. Ondan başka kimse benden hesap soramazdı

"Bir yerlere mi gitmek istiyorsun?" diye yeniden konuştu Draco

"Hayır, yani aslında, düşündüm de.. Bildiğim bir yol var ve ordan gidebilir miyiz diye soracaktım"

"Gidebiliriz tabii ki" dedi ve ekledi "Nereye gidiyoruz?"

"Whitehall'a. O eski telefon kulübesinin olduğu caddeyi biliyor musun?"

"Biliyorum" dedi ve hemen arkamızdan gelen Mattheo'ya dönüp ekledi "Whitehall'a gidiyoruz. Caddenin başındaki ara sokakta buluşuruz"

Onunla cisimlenmek istemiyordu. Tamam sanırım bu kadar da hakkı vardı

Draco'nun koluna iyice tutunduğumda, göz açıp kapayana kadar caddedeki ara sokaklardan birine cisimlenmiştik. Saniyeler sonra Mattheo da yakınımızda belirdi. Üçümüz yan yana yürümeye başladık.

Yürüdükçe Muggle'ların üzerimize attığı tuhaf bakışları fark etmeye başlamıştık. Draco, sessizce asasını çıkardı ve tek bir bilek hareketiyle pelerinlerimizi gizleyen bir büyü yaptı. En azından Bakanlık'a gidene kadar fazla göze batmayacaktık.

"Remus'la yaşarken sık sık ev değiştirirdik" dedim birden. Eski günler zihnimin kıyısında belirivermişti. "Ama bu caddelerde yürümekten hiç vazgeçmezdik. Bir keresinde, dönüşümünde büyü kullanmak zorunda kalmıştım ve başım belaya girmişti. O zaman da Bakanlık'a bu kulübeden gitmiştik"

Mattheo kaşlarını kaldırdı. "Bir kurt adamla yaşamak tehlikeli değil miydi? Yanında kalmana nasıl izin verdiler?"

"Remus her zaman çok dikkatliydi" dedim hemen. "Bana ya da başka birine zarar vermemek için bir sürü tedbir alırdı"

Mattheo omuz silkti, ellerini cebine sokup alaycı bir gülümsemeyle konuştu. "Çok da başarılı olamamış anlaşılan"

Bir an duraksadım. Kaşlarım çatılmıştı. Sesi o kadar umursamaz, o kadar rahatsız ediciydi ki.. "Aksine" dedim, gözlerimi ona dikerek, "O olaydan sonra her zamankinden bin kat daha dikkatli davrandı"

Beni kışkırtmaya mı çalışıyordu? Eğer öyleyse, başarıdan pek de uzak sayılmazdı. Sonraki dakikalar sessiz geçmişti. Sol tarafımda Riddle, sağ tarafımda Draco, ortada ise ben yürüyordum. Uzun zamandır gelmediğim bu caddenin keyfini çıkartırcasına etrafıma bakıyordum...

Derken, karşı kaldırımdan gelen sesler dikkatimi dağıttı. Birkaç kız kendi aralarında fısıldaşıp gülüşüyordu. Başta umursamadım, klasik, kalabalık cadde sesleri işte.. Ama sonra bakışlarını fark ettim. Birinin gözü Mattheo'da, diğerininki Draco'da..

Kaşlarımı çatıp onları izledim. Ama onlar benim sinirli bakışlarıma aldırmadan geçip gittiler. Hatta bir tanesi başını çevirip Draco'ya bakmaya devam etmişti. Gülüyordu da. Komik ne vardı, gerçekten merak ediyorum

Sinirle önüme döndüm ve bu kez başka bir grup kıza takıldı gözüm. Meğer dakikalardır önümüzde yürüyenler de boş durmuyormuş. Dönüp dönüp Mattheo'yla Draco'ya bakıyor, aralarında kıkırdaşıp duruyorlarmış

Mattheo'ya bakmaları? Buyurun bakın, gerekirse dürbün de vereyim

Ama Draco?

O zaman ne kadar çirkinleşebileceğimi görmek zorunda kalacaklardı..

Kızlara olan sinirimle Draco'ya yaklaştım, kolunu tutup kaldırdım ve kendimi onun kolunun altına aldım, sonra bende onun beline sarıldım

Draco şaşkınlıkla bana bakıp konuştu "Y/N, n'apıyorsun?"

"Hiiç, sarılasım geldi" dedim ve kafamı kaldırıp ona bakarak ekledim "Sarılamaz mıyım?"

Draco gülümseyerek eğildi ve saçlarımdan öptü beni. Tekrar önüme döndüğümde kızlar artık kıkırdamıyor, dudaklarını büzüp beni tepeden tırnağa süzüyorlardı.

Zafer kazanmış gibi gülümsedim ve ona daha da sıkı sarıldım. Tamam bu şekilde yürümek biraz zordu ama, o kızların Draco'ya yürüme hayallerinden daha zor olamazdı...

Kısa bir süre daha sessizce yürüdükten sonra gözüme ilişen şeyle gülümsedim ve konuşmaya başladım

"Pamuk şeker yemek isteyen var mı?" dedim, sanki az önce sinirden, kendi kendine parlayan ben değilmişim gibi

Draco başını çevirip gülümsedi, Mattheo ise omuz silkti. Üçümüz de yavaşça pamuk şekerciye doğru yürümeye başladık. Tezgâhın önüne geldiğimizde şekerimi ne renk seçeceğime karar vermeye çalışıyordum.

Tam şekerimi almış ordan uzaklaşmak üzereydik ki, iki kız belirdi yanımızda. Az önce önümüzde yürüyen kızlar.. Ellerindeki ufak kâğıtları, biri Mattheo'ya, diğeri Draco'ya doğru uzattı

Mattheo kaşlarını kaldırıp kıza tepeden şöyle bir baktı, sonra yüzünü hafifçe buruşturup kâğıdı aldı. O sırada ben, Draco'nun arkasındaydım. Gözüm, kızın elindeki kâğıttaydı

"Onu ben alayım canım" dedim, bir adım öne çıkarak

Mattheo, elindekini çoktan açmıştı bile. "Bu ne?" dedi alaycı bir ifadeyle, gözlerini kıza dikip

Kız saçını kulağının arkasına atarak, hafif bir utangaçlıkla gülümsedi. "Beni bu numaradan arayabilirsin"

O kızın sözü bittiğinde, pamuk şekerimi Draco'ya uzatıp, aslında göğsüne doğru fırlatıp, sinirle kendi elimdeki kâğıdı açtım. Tabii ki bir telefon numarası. Kaşlarım istemsizce kalktı, alay eder gibi burnumdan nefes vererek güldüm. Ardından kiza bakarak gözlerimi devirdim ve kâğıdı, hepimizin gözleri önünde küçük parçalara ayırdım. Sonra onları kızın avucuna sıkıştırdım

"Sanırım artık arayamaz" dedim, doğrudan gözlerimin içine bakan kıza

Yüzsüz! Draco ve benim sevgili olduğumuzu belli etmeme rağmen bizi takip edip utanmadan numarasını vermeye çalışmıştı!

Mattheo, yaptığım şeye hafifçe kıkırdadığında, sinirle ona doğru döndüm. Göz göze geldiğimiz an, suçlu bir çocuk gibi dudaklarını birbirine bastırdı ve hemen gözlerini kaçırıp önüne döndü

Ardından yüzümü Draco'ya çevirdim. Hiçbir şey söylemeden elini tuttum ve kararlı adımlarla yürümeye başladım

"Y/N-?"

"Sen sus. Bu kadar yakışıklı olmasaydın bunlar başımıza gelmezdi"

Draco bir an afalladı. Sonra dudak kenarı hafifçe yukarı kıvrıldı. Gülmemeye çalıştığı her halinden belliydi ama içten içe hoşuna gittiğini anlayabliyordum. Demek Draco'da beni başkalarından kıskanırken böyle hissediyormuş. Kıskanan taraf o olduğunda her şey çok daha güzeldi..

Kızların yanından ayrılırken, Mattheo, bir elini cebine sokmuş, diğer eliyle numaranın yazılı olduğu kâğıdı buruşturmuştu. Sonra o kâğıdı, arkasına, yani hâlâ orda dikilen kıza doğru fırlattı. Kâğıt, resmen kızın ayak ucuna düşmüştü. Ardından o elinide cebine soktu ve yürümeye devam etti

"İğrenç Muggle'lar" diye geveleyiverdi Mattheo, bize yetişirken

"Kimse seni Muggle'ların arasında yürümeye zorlamadı" diyen kişi ise Draco'ydu

"Keyfimden yürümüyorum zaten. Yalanımız ortaya çıkmasın diye mecburen geldim"

"Kavga etmeyi bırakır mısınız!" diye sinirle soludum. Daha sonra Draco'ya dönüp ekledim

"Ayrıca, sende bu kadar çekici görünmeyi bırakır mısın!?"

"Bir şey yapmıyorum ki, dümdüz yürüyorum" dedi Draco, sesinde hafif bir şaşkınlık sezmiştim, sanki suçsuz yere azar işitmiş gibi. Aslında haksız da sayılmazdı

Ne yapsam sırtına, bir çanta gibi sarılsam mı? Kucağına mı alsa beni? Ya da omzuna mı çıksam? Aman be! Bok vardı caddede yürümekte!

Bahsettiğim telefon kulübesine kadar hızlı bir şekilde gelmiştik.

"Bakanlık'a o şekerle girmeyeceksin herhalde?" dedi Mattheo, ben kulübenin kapısını açtığım sırada. Kızlar o kadar tadımı kaçırmıştı ki artı pamuk şeker bile yemek istemiyordum

Şekeri Draco'nun elinden alıp etrafıma bakındım. Karşı kaldırımdan, annesi başka bir kadınla konuşurken onun yanında sessizce bekleyen bir kız çocuğu dikkatimi çekti. Hiçbir şey söylemeden, koşar adım karşıya geçtim ve dizlerimi kırarak onun önünde usulca eğildim.

"Merhaba" dedim gülümseyerek. "Arkadaşımdan şeker istemiştim ama yanlışlıkla bir tane fazla almış. Annen de izin verirse, bunu sana verebilir miyim?"

Küçük kız, annesinin eteğinin arkasına saklanmıştı. Konuşmam bittiğinde çocuklara has o masum bakışlarıyla annesine döndü. Annesi gülümseyerek ona baktı ve başını hafifçe salladı. Küçük kız da gülümsedi, yavaşça eteğin arkasından çıktı ve uzattığım şekeri teşekkür ederek aldı.

Ben de gülümseyerek saçlarını okşadım, sonra yavaşça ayağa kalktım. Annesiyle göz göze geldiğimizde, o da bana sıcak bir bakışla teşekkür etti. Başımı hafifçe eğerek rica ettim. Daha sonra onlardan uzaklaştım ve sessizce Draco ile Mattheo'nun yanına döndüm

Sonunda kulübeye girdiğimde o ikisi dışardan bana bakıyordu

"Baykuş postası mı bekliyorsunuz, içeri girsenize" dediğimde, beni ikiletmeden içeri girdiler

Kulübe oldukça dardı ama bir şekilde sığışmıştık. Fazla oyalanmadan telefonu elime aldım ve 62442'yi (Magic anlamına gelen rakamlar) tuşladım..

"Buraya ne olmuş böyle?" dedim şaşkınlığımı gizleyemeyerek

Bakanlık Binası'nın girişine adımımı atmamla, gözlerim, tavanın hemen altına yerleştirilmiş devasa heykelde takılı kalmıştı. Biz heykele yaklaştığımız sırada, pelerinimin etrafımı sardığını hissetmiştim.

Onlarca Muggle, taştan bedenleriyle yere çökmüş, kamburlaşmış sırtlarıyla acımasızca eziliyordu. Üzerlerine basarak yükselen büyücü ve cadılar, zafer kazanmış heykeller olarak duruyordu. Yüzlerinde acımasız bir gurur, bakışlarında tiksinti vardı. Sanki kendilerini, her şeyden ve herkesten üstün görüyor gibiydiler. Aslında bu sadece bir heykel değil, bir tehdit, bir gözdağıydı..

Mattheo, heykelin önünde kollarını göğsünde kavuşturmuş, yüzüne yarı hayranlık yarı kibirli bir ifade yerleşmişti.

"Güzel değil mi?" dedi gülümseyerek. "Tam yerinde bir sanat eseri. Nihayet biri doğruyu göstermiş. Yıllardır büyücüler o yaratıkları koruyacağız diye kendini paraladı. Şimdi hak ettikleri yere gelmişler. Diz çöküp hizmet ediyorlar"

Yüzüne baktım, ciddi miydi gerçekten?

"O basit yaratıklar, biz olmasak taş devrindelerdi hâlâ" diye devam etti, heykelin üst kısmına bakarak. "Büyü, doğanın bize verdiği bir ayrıcalık. Onlar gibi sıradanlar bunu anlayamaz. Bizi anlamazlar. O yüzden korkmalılar. Boyun eğmeliler" dedi ve ekledi "Büyü gücün göstergesidir. Bu da onun heykeli. Tertemiz, dürüst bir gerçeklik portresi"

Çatık kaşlarla ona doğru döndüm ve sinirimi bastırmaya çalışarak konuştum "Muggle'lar hakkında ne biliyorsun ki. Bir çoğu gerçekten harika insanlar-"

"10 dakika önce yaşananları unutmuş gibisin" dedi alay eder gibi hafifçe sırıtarak

"Bir çoğu dedim. Araya istisnalar kaynayabiliyor" tıpkı karanlık tarafta olan bizim gibi..

"Ama bu, hepsinin büyüden yoksun, aciz yaratıklar olduğu gerçeğini değiştirmez"

Sinirle göz devirip, kafamı yerden kaldırmadan asansörlerin olduğu kısma doğru yürümeye başladım. Boş yere onunla tartışıp sinirlerimi daha fazla bozamazdım.

Asansörün kapısına birkaç adım kalmıştı ki, biri tüm gövdesiyle bana çarptı. Çarpmanın etkisiyle dengemi kaybedip geriye doğru sendeledim, ama yere düşmeden önce, o adam beni bileğimden yakaladı.

Birkaç saniye boyunca, kaşlarımı çatıp gözlerinin içine baktım. Ardından bağırarak konuştum

"Önüne baksana, gerizekalı!" burda hatalı olan bendim ama, iyi görünmek istiyorsam kötü olmalıydım..

Tam ona arkamı dönecekken gözleri koluma kaydı. Açıkta kalan derime, tam da sol kolumun iç kısmına..

"Ne bakıyorsun!?" dedim tekrar, biraz daha sert ve tedirgin bir şekilde. Kolumu hızlıca pelerinimin içine çektim. Tam o sırada Mattheo ve Draco da yanımıza gelmişti

"Şey.. özür dilerim" dedi ve asansöre bindi

Biz de içeri adım atmaya hazırlanırken, Draco başını hafifçe yana eğip çatık kaşlarla bana baktı. Yüzünde, "Ne oldu şimdi?" der gibi bir ifade vardı

Konuyu büyütmemek için "Çarpıştık" dedim kısaca

Birlikte asansöre bindik. Ardımda Mattheo, yanında da Draco vardı..

Tam kapı kapanmak üzereyken hafif tombul bir el aradan içeri süzüldü. Sonra bir diğeri. Ve sonunda pembe bir cübbe içinde Dolores Umbridge..

"Ah" dedi o sahte, iğrenç neşesiyle. "Sizi burada görmek ne büyük şeref"

İçimden yılan gibi bir ürperti geçti. Kadın her zamanki gibi tüyler ürpertici bir kibarlıkla devam etti

"Ve elbette.. ikinizi de tebrik etmek isterim" Gözlerini kısarak gülümsedi. "Büyü tarihinin en büyük isimlerinden... Riddle ve Black. Daha uyumlu bir çift düşünemezdim" dedi ve okuldayken hatırladığım o iğrenç kıkırtısını tekrarladı

Daha dün gece ortaya atılan bir yalan, nasıl oldu da bu kadar çabuk yayıldı?

Onun bu sözlerine karşı gözlerimi devirdim. Ama tam o anda, hemen yanımda duran Draco'nun elinin yumruğa dönüştüğünü fark ettim. Parmakları o kadar sıkı kapanmıştı ki, eklemleri bembeyaz olmuştu

İlk önce, asansördekilerin yüzlerine baktım. Hepsi de önüne bakıyordu. Sonra yavaş ve dikkatli bir şekilde Draco'nun yumruk yaptığı elini tuttum. Bu duruma bende çok sinir oluyordum ama yapabileceğimiz bir şey yoktu.

O sırada, asansör aniden sarsıldı ve bir anda durdu. Bende dengemi kaybedip geriye doğru, ağzımdan kaçan ufak bir çığlıkla sendeledim

Tam o anda, arkamda duran Mattheo'nun göğsüne çarptım. Daha kendimi bile toparlayamadan, kolunu hızla belime doladı.

Asansördeki herkes bize dönmüştü. Başta afallasam da, sonra Mattheo'nun kolundan kurtulup tedirgin bir gülümsemeyle konuştum "Hep de böyle sakarlıklarımla uğraşıyorsun"

"Hiçbir zaman şikayet etmedim" dedi Matt, yarım ağız gülümseyerek

Umbridge gülümseyerek bize döndü ve konuştu "Sizinle, bizzat ben ilgilenmek isterdim ama tam da şu anda "Muggle Doğumluluk Soruşturma Komisyonu" duruşmam var"

Üçümüz de yavaşça asansörden çıkarken Matt konuştu

"Hiç önemli değil, Dolores. Zaten sadece Y/N'nin düşen davasını imzalamak için gelmiştik"

"Ne davası?" dedi ve bana bakarak ekledi "Tebligatını görebilir miyim?"

Ordan bir an önce ayrılmak istediğim için, arka cebimden çıkardığım kağıdı ona uzattım

Umbridge kağıda kısaca bir göz attı ve dudaklarını hafifçe kıvırarak "Demek reşit olmadan Cruciatus lanetini kullandın, ha?" dedi

Daha sonra kağıdı yavaşça geri uzattı, ardından gözlerini kaçırıp kısa bir an durakladıktan sonra ekledi "Her neyse, ben artık duruşmama gecikmeden gitmeliyim. O halde size iyi günler dilerim" dedi ve düşmemek için yukardan sarkan tutamaçlardan birini kavradı

Matt hafifçe kafasıyla onayladıktan sonra yürümeye başlamadan önce Umbridge son kez yanındakine dönüp konuştu

"Albert, sen de burda inmiyor muydun?"

~

Septimus Thorne, yani Sihirli Suçlar Bürosu Başkanı'nın odasına girip onu beklememiz söylenmişti. Hiç itiraz etmeden içeri girdik. Oda boştu. Daha biz adımımızı atar atmaz, Draco birden Mattheo'nun yakasına yapıştı ve öfkeyle konuşmaya başladı

"Yalanının arkasına sığınıp bir kez daha ona dokunmaya kalkarsan, kim olduğun umurumda bile olmaz! Seni öldürürüm! Anladın mı beni!?"

"Draco, yakalanacağız! Bırak onu!" diye hızla araya girmeye çalıştım ama Draco bir anda beni aralarından çekip sinirle soludu

"Dokunmasana ona!" onun bu tepkisine karşılık, anında ellerimi kendime çektim ve konuştum

"Üzgünüm, ben yakalanmayalım diye sizi ayırmaya çalışıyordum"

Tamam, fikrimi değiştirdim. Kıskanan taraf Draco olduğunda her şey daha güzel değil, daha tehlikeli oluyordu

"Sadece dikkat çekmemeye çalışıyorum" dedi Mattheo, üzerini düzeltirken

Onun, Draco'ya karşılık vermemesine her zaman şaşırıyordum. Çünkü o, asla kendine yapılan bir kötülüğün altında kalacak biri değildi. Ama sanırım sadece yaptığı şeyin yanlışlığının kendi de farkındaydı. Böyle bir durumda Draco'nun tepkilerini kabul etmekten başka bir şey yapmıyordu

"Benim dikkatimi çekiyorsun! Yetmez mi!?"

Matt, tam bir şey söyleyecek oldu ama hızla açılan kapı, kelimelerini yutmasını sağladı

"Beklettiğim için özür dilerim, geleceğinizden daha önce haberim olsaydı, kesinlikle gerekli hazırlıkları yapardım" dedi, masanın ardındaki koltuğuna yerleşirken. Ardından ekledi "Oturun lütfen"

Göz ucuyla Draco'ya baktım. Saniyeler içinde hareketlenip, başkanın gösterdiği koltuğa oturmuştu. Hemen ardından bende hızla yanına turdum. Mattheo da fazla beklemeden benim yanıma oturmuştu..

Draco yüzünden ortama yayılan bir gerginlik vardı. Bunu değiştirmek için konuşmaya başladım

"Siz neden sırılsıklamsınız?"

Başkan, sanki üzerinde toz varmış gibi ıslak kıyafetlerini silkeledi ve saçını geriye tarayarak konuştu "Dairelerimizden birinde, son birkaç gündür hiç durmadan yağmur yağıyor. Ama meraka etmeyin. Bunun için birilerini görevlendirdik"

"Neden merak edelim?" diye konuştu Draco, çattığı kaşlarının altından

"Ah, şey.. tabii haklısınız..." dedi başkan bozulmuş gibi. Ama hemen sonra yüzüne kondurduğu bir gülücükle Mattheo ve bana döndü

"Bu arada, söylemeliyim ki, sizden daha iyi bir çift hayal edemezdim. Çok tebrik ederim-" ne bu ya!? Evlendik mi ne oldu!? Alt tarafı sevgiliyiz dedik! Yeni evli çiftler gibi 10 dakikada bir tebrikler, tebrikler!

Draco, bu sözlerden sonra iyice sinirlenip bir şeyleri havaya uçurmadan önce, kolumla çaktırmadan Mattheo'yu dürttüğümde, o başkanın sözünü kesip konuşmaya başlamıştı

"Evet evet, aa, bu hakkında konuşulmasından pek hoşlandığım söylenemez. Ayrıca sizin tebriklerinize de ihtiyacımız yok"

"Evet, bende bunun sürekli dile getirilmesinden yeterince rahatsızım. Bunu söylediğin iyi oldu" dedim ve ayağa kalkarak devam ettim "Artık asıl konumuza mı geçsek?"

"Evet, bir saniye" dedi ve çekmecesini açıp karıştırdıktan sonra bir kâğıt çıkardı ve bana döndürerek masaya koydu

Kâğıda kısaca bir göz attıktan sonra masadaki tüyü alıp imzalamam gereken yeri imzaladım

"Bittiyse biz artık gidebilir miyiz?" dedim kâğıdı tekrar ona uzatırken

Başkan kâğıdı alıp ayağa kalktı ve yürürken konuştu

"Tabii ki. Sizi de buraya kadar yorduk.."

Erkeklerde ayaklanınca kapıya doğru yürümeye başladım

"Bir sonraki sefere daha dikkatli olursunuz artık" dedim, ama bu laf çoktan arkamızda kalmıştı Draco ve Mattheo'yla birlikte asansöre atlamış, sihir bakanlığının o kasvetli koridorlarında hızla birinci kata inmiştik. Kapılar açıldığında, aceleyle Baca Ağı'na doğru yürümeye başlamıştık

Tam o sırada, kalabalığın içinden biri çığlık attı.

"Harry Potter! Bu, Harry Potter!"

Donup kaldım. Kocaman açılmış gözlerle sesin geldiği yöne döndüm. Harry burda mıydı? Yakalanmış mıydı yoksa!?

Ama hayır. Adam bağırır bağırmaz etraf karıştı. Cüppe giymiş memurlar telaşla sesin geldiği yöne doğru koşmaya başladılar. O an, Mattheo'nun gözleri alev gibi parladı

"Orda!" diye haykırdı ve aniden koşmaya başladı

Bölümü beğenmeyi unutmayın. Sizi seviyorummmm ♡♡




 

Bölüm : 20.05.2025 17:27 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...