Beğenip yorum yapmayı unutmayın ♡♡
Derin bir nefes aldım ve sesim biraz titreyerek ona seslendim..
"Remus"
Adını duyar duymaz olduğu yerde durdu. Kasılmış omuzları ve sertleşen duruşu, beni duyduğunu ve tanıdığını gösteriyordu ama arkasını dönmedi.
Bir adım attım, sonra bir adım daha. "Seni çok özledim" diye mırıldandım, boğazım düğümlenerek
Hiçbir cevap vermedi. Tek bir kelime bile.
"Nasılsın?" diye sordum, cevapsızlığın ağırlığını hissetmemeye çalışarak. "Tonks nasıl? Ted? Weasley'ler? Herkes iyi mi?"
Gözlerimi sıkıca kapattım. "Sizi çok özlüyorum" Sesim çatladı, hüzün içimi kemiriyordu.
Remus'un nefesi değişti ama hâlâ tek kelime etmedi. Sanki konuşursa, içinde tuttuğu her şey yıkılacakmış gibi.
Ben de yıkılacaktım.
"Lütfen bir şey söyle..." diye fısıldadım, ama karşılık sessizlikti.
Sonunda, dayanamayıp bir anda yürümeye başladı. "Remus, dur! Lütfen dur!" Arkasından koştum ama beni duymuyormuş gibi hızını kesmedi.
İçimde çaresizlikle yanıp tutuşan bir şeyler beni durdurdu ve gözlerim bulanıklaşırken, yıllar önce birlikte uydurduğumuz o şarkıyı mırıldanmaya başladım.
"Gece olur, ay yükselir
Bir kurt yakınımda, ses verir
Sanma ki içimde korku yükselir
Sen yanımdayken her şey düzelir"
Birden durdu.
Nefesim kesilmişti. O da hatırlıyordu. Ama daha da önemlisi.. benim bu şarkıyı unuttuğumu sanıyordu. Ama unutmamıştım.
Gözlerimi ona diktim, umutsuzca bekledim. Ve işte o an, neredeyse duyulmayacak bir fısıltıyla sesi geldi
"Küçük yıldız, parlak ışık
Kalbin güçlü, yolun açık.
Ne olursa olsun, unutma
Ben hep buradayım, daima.."
Sıcak bir gözyaşı yanağımdan süzüldü. Sanki eski günlere geri dönmüştük ama aramızdaki boşluk hiç kapanmayacak gibiydi..
Ve sonra, o da benimle birlikte söyledi.
"Ay gülümser, yıldızlar izler
Elimi tut, hiç gitme yeter
Sen güçlü ve özelsin
Hep parlayacaksın çok güzel.."
Gözlerimi kırpıştırarak ona baktım. Hala arkasını dönmemişti ama biliyordum, o da en az benim kadar bana sarılmak istiyordu.
Bu sefer, hafifçe başını yana çevirdi ve bana yan gözle bakarak fısıltıyla, şarkının son sözlerini de söyledi
"Küçük yıldız, hiç sönme,
Ben hep buradayım, daima.."
Bakışı, sadece birkaç saniye sürmüştü ama o saniyeler, içimde bir fırtına koparmaya yetmişti..
Ve sonra, hiçbir şey söylemeden yürümeye devam etti. Ben ağzımı açıp bir şeyler söylemek için nefes alırken, aniden ortadan kayboldu. Cisimlenmişti.
Sokağın sessizliği üzerime çökmüş, içimde tuhaf bir boşluk bırakmıştı. Bir kez daha, tek başıma kalmıştım. Bu sefer ben değil, bunca zaman babam yerine koyduğum, beni her koşulda koruyan, önceliği her zaman bana veren kişi beni bırakıp gitmişti. Gözlerimi sıkıca kapatıp derin bir nefes aldım, ama içimdeki ağırlık gitmedi. Bir damla yaş süzüldü yanaklarımdan, elimi kaldırıp hızla sildim.
Tam o an, arkadan gelen ağır alkış sesiyle donakaldım. Yavaşça arkamı döndüğümde dehşet bütün vücuduma yayılmıştı
Mattheo alkışı kesmiş, ellerini cebine sokmuş, başını hafif yana eğmiş, bize doğru yürüyordu.
"Çok dokunaklı bir şarkıydı. Kaç yaşında yazdınız bunu? Altı mı?"
"Mattheo, açıklayabilirim-" diye panikle konuşmaya başladıysam da Matt elini kaldırıp beni susturdu
"Buna gerek yok"
"Lütfen, Remus benim babam gibidir. Beni o büyüttü-"
"Açıklamana gerek yok dedim"
"Mattheo, onun bir suçu yok. Yoldaşlıktan birini, gördüğüm yerde yakalamak benim görevimdi"
"Draco, biraz sakin olsanıza. Kimseye bir şey söylemeyeceğim"
"Ne?" diye şaşkınlıkla sordum
"Beni duydun"
"Neden?"
"Çünkü buna gerek olduğunu sanmıyorum. Onu yakalayıp sorguya çeksek bile işe yarar bir bilgiye ulaşamazdık. Potter ve özellikle de o yanındaki bulanık kız çok temkinli davranıyorlar. Saklandıkları yeri kimseye söylemediklerine eminim"
Resmen ağzım açık kalmıştı. Beklediğim tepki kesinlikle bu değildi. Remus'tan bahsediyorduk. Yoldaşlığın en önemli üyesinden. Mattheo bunu çok iyi bilmesine rağmen hiçbir şey dememişti. Neyin peşindeydi bu? Ne işler çeviriyordu? Eğer biraz daha böyle garip davranmaya devam ederse Harry'i gerçekten yakalamak istemediğini düşünecektim
"Yani sen şimdi..?"
"Merak etme Y/N, kimseye bir şey söylemeyeceğim" dedi ve etrafına kısa bir bakış attıktan sonra arkasını dönüp yürümeye başladı "Hadi eve dönelim. Dışarda geçirdiğimiz her dakika için yeni yalanlar uydurmam gerekiyor"
Draco'ya kısa bir bakış attım. Onunda, Matt'ın davranışlarını anlamlandıramadığı ortadaydı. Hiç konuşmadan ikimizde yürümeye başladık. Uygun bir yere geldiğimizde ise direkt malikaneye cisimlendik...
(Yorum yapınnn)
~
Malikanenin önüne cisimlendiğimizde hızla bahçe kapısının içinden geçip eve yürümeye başladık. Draco ve Mattheo önden gidiyordu, bense hemen arkalarından hızlı hızlı yürüyerek onlara yetişmeye çalışıyordum
Tam o sırada, hafif bir miyavlama duydum. Başımı kaldırıp etrafıma baktım ve bahçenin biraz ilerisinde, çimenlerin arasında oynayan Luna'yı gördüm
"Ben biraz bahçede oturacağım, siz gidin" dedim aniden. Draco ve Mattheo duraksayıp bana baktılar, ama sonra itiraz etmeden yürümeye devam ettiler. Onlar içeri girerken ben de yavaşça Luna'nın olduğu tarafa ilerledim.
"Luna, gel kızım" diye seslendim, ardından eğilip elimi uzatarak onu yanıma çağırdım. "Seni kimsenin görmemesi gerekiyor"
Ama Luna beni görüp miyavlamasına rağmen gelmedi, hatta hafifçe geriye çekildi. Kaşlarımı çatıp temkinli adımlarla ona doğru ilerledim.
"Luna, beni duymuyor musun? Eğer biri seni burada görürse, yanımda kalmana izin vermezler"
Yavaşça ona uzanıp kucağıma almak için eğildim ama o bir anda elime sert bir pençe attı ve hızla birkaç adım uzaklaştı.
"Ah!" Acıyla elimi tuttum ve şaşkınlıkla ona baktım. "Bunu neden yaptın?"
Tam o sırada, arkamdan bir ses işittim.
"Nasıl, dışarıda eğlendin mi bari?"
Sesin sahibini tanımak için arkamı dönmeme bile gerek yoktu. Bella sesindeki imayla birlikte yanıma gelmişti
Duruşumu düzelttim, dik durmaya çalışarak gözlerinin içine baktım.
"Neden? Eğlendim dersem günümü mü mahvedeceksin?"
Gülümsemesi hiç kaybolmadı. Aksine, daha da genişledi. Kollarını göğsünde kavuşturarak başını hafifçe yana eğdi.
"Nereye gittiniz?"
"Harry'le buluştuk. Ne zamandır görüşemiyorduk. Sana, özellikle de Lord'a çok selamı var" dedim ironiyle
Bella gözlerini devirip arkasına kısa bir bakış attı. Cissy, Mattheo ve Draco yanımıza geliyordu. Bella yeniden bana döndüğünde gözleri elime takıldı. Bunu fark ettiğim anda diğer elimle, Luna'nın çizdiği elimi kapattım ama anlaşılan bunun için çok geçti
"Kedi senin mi?" diye sordu, gözleriyle az ileride, yerde yatıp yuvarlanan Luna'yı işaret ederek.
Luna'ya kısa bir bakış attım, sonra umursamaz bir ifadeyle başımı çevirdim. "Hayır"
Cümlem biter bitmez Bella asasını kaldırdı. Ben daha tepki bile veremeden asasından çıkan büyü Luna'ya çarptı
"Finite Incantatem"
(Bir büyünün ya da lanetin etkisini ortadan kaldıran büyü)
Luna'nın bedeni, büyünün etkisiyle geriye doğru savruldu. Neye uğradığı şaşıran kedi, can çekişir gibi miyavlamaya başladı. Yerde kısa bir süre kıvrandıktan sonra da hızla ayağa kalkıp koşarak uzaklaştı. Bende onun peşinden koşup bağırdım
"Luna!" ancak onun durmayacağını anlamam uzun sürmedi. Aslında durmaması daha iyi olurdu. Bu manyak kadının daha neler yapabileceğini kestirmek oldukça güçtü
Olduğum yerde durup sinirle Bella'ya döndüm ve bağırarak ona doğru hızla yürümeye başladım
"RUH HASTASI MANYAK! BENİMLE BİR DERDİN VARSA BENİMLE HALLET! NEDEN KEDİYİ BULAŞTIRIYORSUN!"
"Diyelim ki seninle veya seninle ilgili olan her şeyle bir derdim var. Ne yapabilirsin ki?" dedi yaptığı şeyle gurur duyuyormuş gibi
Bella'nın bu sözleri, içimde tutmaya çalıştığım sinirimi bir volkan gibi patlatmıştı. Gözüm dönmüş bir şekilde cebimden çıkardığım asamı ona doğrulttum ve bağırarak o sözleri söyledim
"CRUCİO!"
Lanetim Bella'nın vücuduyla buluştuğunda, daha önce duymadığım kadar acılı bir çığlıkla kendini yere attı. Ama onun bu hali bile sinirimi dindirmeye yetmemişti. Ölmesini istiyordum. Olabilecek en acılı şekilde geberip gitmesini istiyordum. Ve benim bu öfkem, yaptığım laneti daha da güçlendiriyordu. Bu yüzden Bella'nın çığlıkları saniyeler geçtikçe daha da artıyordu
Buna sabaha kadar devam edebilirdim. Tabi eğer, nerden geldiğini ya da kimin gönderdiğini bilmediğim o büyüyle geriye doğru savrulup asam elimden fırlamasaydı..
Ama umurumda değildi. Yere düşer düşmez yeniden kalkıp koşarak yerde yatan Bella'nın üzerine attım kendimi. Onu kendime doğru çevirip karnına oturdum ve iki elimle de boğazına yapıştım. Çaresizce bana karşı koymaya çalışıyordu ama, lanetin etkisiyle oldukça zayıf düşmüştü
O, nefessizlikten neredeyse bayılmak üzereyken havalandığımı hissettiğim. Biri kollarını karnıma dolamış ve beni Bella'nın üzerinden çekip almıştı. Çırpınarak ondan kurtulmaya çalıştım ama beni sımsıkı tutuyordu. Cissy ve Mattheo, Bella'nın üzerine eğilmiş nefes alıp almadığını kontrol ediyorlardı. Bu durumda beni tutan kişi Draco'ydu
"Bırak beni!" diye bağırdım çırpınmaya devam ederek "Draco, beni hemen bırakmazsan o sarı saçlarını zebani ateşiyle yakarım!"
"Sakinleş biraz!" dedi Draco. Beni zapt etmeye çalışırken konuşmakta zorlanmıştı
Tabii ki onu dinlememiştim. Ama bir anda üzerime çöken ağırlıkla kollarımı hareket ettirmek bir işkence gibi gelmeye başlamıştı. Tamamen bilincimi kaybetmeden önce gördüğüm son şey, Narcissa'nın bana bakarak asasını indirmesi olmuştu...
(Tahmin edin ne dicem. Yoruuuuuummmm)
~
"İyi misin?"
Gözlerimi odamda açar açmaz Draco, yatağımın önüne çektiği sandalyeden kalkıp hafifçe bana doğru eğilmişti. Sırtımı ona dönerek yeni uyanmanın verdiği çatlak sesimle konuştum
"Değilim"
Odada yankılanan topuk sesleri ve hemen ardından yatağımda hissettiğim hareketlilikle Narcissa da konuşmaya başlamıştı
"Biraz daha sakinleştin mi?"
Kardeşine çektirdiğim acıya rağmen, hâlâ benimle konuşurken en nazik ses tonunu kullanıyordu
"Sakinleşmedim ve sakinleşmeyeceğim. Bundan sonra Bellatrix'e hak ettiği gibi davranmaktan da geri durmayacağım!"
"Neden bu kadar sinirlendin? Alt tarafı bir kediydi" dedi Mattheo. O neden burdaydı ki?
"Sana ne! Belki o kedi ve benim aramda bir bağ vardı! Ama siz caniler bunu nerden bileceksiniz ki!?" diye bağırdım yatağımda doğrulup ona dönerken
Matt, kaşlarını kaldırıp verdiğim tepkiye hayretle baktı. Belki de Remus olayından sonra ona böyle bağırmak aptalca bir davranıştı ama kendimi tutamamıştım işte
"Sadece, seni bu kadar sinirlendiren şeyin ne olduğunu anlamaya çalışıyorum Y/N-"
"Cevabı çok açık değil mi!? Senin annen hiçbir şey yapmadan öylece dursa bile içimden onu öldürmek geliyor! Neden kimse bunu anlamak istemiyor!? Bellatrix'ten nefret ediyorum!"
"Ama yine de-"
"Kes sesini! Bana onu savunmaya kalkışma!" diye bağırıp devam ettim "Hem senin, odamda ne işin var!? Defol git odamdan! Anneni de seni de görmek istemiyorum!"
"Y/N, biraz sakinleşsen-"
"Sen, sende beni orda durdurmaya çalışmamış mıydın!? Sen hangi yüzle burda kalabiliyorsun!? Sende defol odamdan!" diye Draco'ya da bağırdım. Bunu neden yaptım bilmiyorum. O sadece yanlış bir şey yapmamı engellemeye çalışmıştı ama yine de ona da öfkeliydim
Narcissa sessizce olanları izliyordu. Draco tam bir şey söylemek için ağzını açtığında lafa girdi
"Draco, Mattheo'yu da alıp dışarı çık"
"Anne-"
"Çıkın, onunla ben ilgilenirim"
"Kimsenin benimle ilgilenmesine ihtiyacım yok!" diye bağırsam da, Cissy beni duymazdan gelerek Draco ve Mattheo'ya bakmaya devam ediyordu. Sonunda o ikisi dışarı çıktığında Cissy tamamen bana dönmüştü
"Y/N-"
"Yalnız kalmak istiyorum" diyip sırtımı ona dönerek çarşafın altına girdim
"Kendine zarar veriyorsun. Ne zaman durman gerektiğini bilmek zorundasın. Yoksa o şey seni giderek zehirlemeye devam edecek"
Kaşlarımı çattım ve başımı ona çevirdim. Cissy hiçbir şey söylemeden gözlerime bakıyordu. Yavaşça doğrulup konuşmaya başladım "Neyden bahsettiğini anlamıyorum. Beni zehirleyen tek bir şey var, o da Bellatrix"
Cissy başını sağa sola sallayıp yavaşça konuştu "Ne demek istediğimi biliyorsun Y/N"
"Hayır bilmiyorum. Beni anlıyormuşsun gibi konuşmayı bırak! Benim neler yaşadığımı hiçbiriniz bilmiyorsunuz! O yüzden bana öğüt vermeye kalkmayın!"
Narcissa derin bir nefes vererek yavaşça örtünün üzerindeki elime uzandı ve ellerimi kavradı. Ardından bir elini yüzüme koydu
"Bir anne, evladının çektiği acının kat be kat fazlasını hisseder"
"Benim annem öldü!" diye bağırdım yaşaran gözlerimden düşen bir damla yaşla
"Anneler ölmez Y/N"
Ölmez mi?
Bu söz karşısında susmaktan başka bir şey yapamamıştım. Ne diyebilirdim ki? Bir yerde haklı sayılırdı. Annesi olanların yalnızca bir annesi vardı ama benim bu zamana kadar bir sürü annem olmuştu. Ben büyürken yanımda olan, koruyan, yol gösteren herkes... Hepsi bir parçamı tamamlamış, eksik kalan yanlarımı sarmıştı. Ama hiçbirinin yerine tam olarak oturmayan bir boşluk da vardı içimde. Bir anne, evladının acısını kat be kat fazla hissederdi, peki ya benim hissettiğim acıyı bölüşecek bir annem var mıydı gerçekten?
Duygularımı bastırmaya çalıştım. Bu konuda pekte iyi değildim ama o an, Narcissa'nın gerçekten yanımda olduğunu hissetmiştim
Gözyaşlarım artık sessizce akıyordu.
Cissy, başını hafifçe yana eğerek yüzüme baktı. "Senin için buradayım" diye fısıldadı. Sesi, o kadar samimiydi ki içimde inkar etmek isteyen taraf bile bir an duraksadı.
Bütün o nefretim, kırgınlığım, öfkem.. Hepsi bir anda önemsizleşmiş gibi geldi. Kendimi kaybolmuş, yorgun, korkmuş hissediyordum. Ve şu an biri, tüm bunlara rağmen beni tutuyordu. Göğsümden yükselen hıçkırıkları daha fazla bastıramadım. Yıllardır içimde tuttuğum, kimseye göstermediğim ne varsa şimdi kontrolsüzce dışarı taşıyordu. Bir anda, tüm gücümü kaybetmiş gibi oldum.
Yüksek sesle ağlamaya başladım. Titreyerek, nefes almakta zorlanarak... O ana kadar ne kadar yorulduğumu, ne kadar yalnız kaldığımı fark ettim. Ve bu yalnızlık şimdi, Narcissa'nın kollarında hafifliyordu.
Hiç tereddüt etmeden beni kendine çekti. Kollarını sıkıca sardı, başımı göğsüne yasladı. Parmakları saçlarımın arasından usulca geçti, okşayarak beni sakinleştirmeye çalıştı.
"Her şeyi tek başına aşmana gerek yok. Bunu istesen de yapamazsın zaten.. Biliyorsun Draco ve ben her zaman buradayız.." diye fısıldadı.
O an, bunca zaman sonra ilk kez birileri tarafından gerçekten düşünüldüğümü hissettim. Ağlamaktan bitkin düşene kadar, içimdeki her şeyi boşaltana kadar orada, onun kollarında kaldım. Ve uzun zaman sonra ilk defa başka birinin yanında bu kadar savunmasız olmaktan korkmadım...
Cissy dakikalarca, tek kelime etmeden benim ağlamamın bitmesini bekledi. Sonunda sakinleşebilmiş ve ondan ayrılmıştım. Sakin kafayla, daha önce sormam gereken ama sormadığım sorular aklıma gelmişti
"Bellatrix neden Luna'yı lanet bozan büyüyle vurdu?" dedim gözlerimi silerken
"Onun bir animagus olduğunu düşünmüş"
Bella'nın da böyle düşündüğüne şaşırmamıştım. Çünkü son zamanlarda ben bile bu şekilde düşünmeye başlamıştım. Luna, birçok kedinin yapamayacağı şeyleri yapıyordu ve hiçbir kedinin olamayacağı kadar zekiydi. Bu da, içten içe ona karşı şüphelerimi büyütüyordu. Tek sorun Bella'nın, nasıl ilk görüşte şüphelendiğiydi
"Şimdi bana ne olacak? Büyü yasağımı deldim, üstüne üstlük affedilmez laneti kullandım.."
"Sen orasını dert etme. Lucius bunu halledecektir"
"Bay Malfoy benim için böyle zahmetlere girmez"
"Ben istersem girer" dedi Cissy. Ardından ikimiz arasında uzun bir sessizlik baş gösterdi. Ama o, bunu bozdu
"Y/N, neden bu kadar sinirlendiğini biliyor musun?"
"Bellatrix Luna'ya zarar verdiği için"
"Sadece bu yüzden mi?"
Derin bir nefes verip kafamı başka tarafa çevirdim ve gözlerimi rastgele bir yere kilitleyip cevapladım "Hayır.."
"Bunun ne kadar tehlikeli olduğunu biliyor musun?"
"Biliyorum.."
"Bu şekilde devam edemezsin. Başkaları da anlayacaktır"
"Sen nasıl anladın?"
"Bende bir zamanlar Black'tim" dedi ve ekledi "Kaç tane kaldı?"
Bileğimi yavaşça kaldırıp sallanan taşları gösterdim "İki tane"
"Bunu sana Sirius mu verdi?"
"Evet. Birkaç tanesini kendi kullanmış. Buraya ilk geldiğimde bir tanesini şans için kullandım. Birini de affedilmez lanetlere karşı bağışıklık için.."
"Demek doğruymuş"
"Ne doğruymuş?"
"Taşların lanetleri yenebildiği... Bu zamana kadar kimse bunun doğrulunu test etmeye cesaret edemedi.." dedi ve bana bakarak ekledi "Sen sandığımdan çok daha cesursun Y/N.."
Cesur.. Hiç sanmıyorum... Sadece şanslıydım..
"Yani şimdi, bu sinirim taşlar yüzünden miydi?"
"Evet. Ve bu sadece başlangıçtı. Taşların etkisini kaldırman gerekiyor Y/N"
"Yapamam. Bunu biliyorsun.."
"Sorun Bella'ysa ben onunla konuşurum"
"Diğerleri ne olacak?" dedim ve ekledim "Okula dönene kadar dayanırım diyordum"
"Çok tehlikeli. Güven bana, ilerde bu verdiğin kararların pişmanlığı peşini bırakmayacak. Hem, okulda o dileklere burada olduğundan çok daha fazla ihtiyacın olacak"
Bunun üzerine bir şey söylemedim. O benden çok daha tecrübeliydi ve dileklerin zararını benden çok daha iyi biliyordu. Hatırlıyorum da, bir keresinde Draco göreve gitmeden önce benimle ima dolu bir konuşma yapmıştı. Belki de o zamandan beri biliyordu ama kimseye söylememişti. Bu yüzden Narcissa'ya olan güvenim daha da artmıştı
"Draco'ya çok ayıp ettim.." dedim konuyu değiştirerek
"Seni anlayacaktır"
"Yine de kendimi çok kötü hissediyorum.."
"Belki onunla konuşmak kendini daha iyi hissettirebilir" dedi ve ayağa kalktı
"Gidiyor musun?"
"Draco'yu daha fazla meraklandırmayalım" dedi ve kapıya yöneldi. O tam çıkmak üzereyken seslendim
"Teşekkür ederim.. Her şey için.."
Cissy bana dönüp gülümsedi ve ardından dışarı çıktı
Gözlerim, o çıktıktan hemen sonra saate kaydı. Güneş nerdeyse doğmak üzereydi ama etraf hâlâ zifiri karanlıktı. Gerçekten o kadar süre baygın mı kalmıştım?
Dakikalar sonra Draco içeri girmişti. Yatağımdan hızla kalkıp onun kollarına atlayıp sarılırken konuştum
"Özür dilerim Draco, sana o şekilde bağırmak istememiştim. Aslında sana bağırmak bile istememiştim"
"Sorun değil. Bunları sinirle söylediğini biliyordum" dedi saçlarımdan öpüp bana sıkıca sarılırken
Ondan yavaşça geri çekilerek ayrıldığımda Draco yeniden konuştu
"Aslında, özür dilemesi gereken kişi benim.."
"Neden? Senin bir suçun yoktu ki"
"Tüm bu şeylere benim yüzümden bulaştın.. Özür dilerim Y/N"
"Saçmalama Draco, bunların hepsini ben seçtim. Neler yaşayacağımın farkındaydım ve yine de burda olmayı seçtim. Bu yüzden sakın kendini suçlama"
"Hayır, buraya benim peşimden geldin ve-"
"Gelmeyip ne yapacaktım? Ayrı kalsaydık çok daha mı iyi olacaktı?" dedim ve bir an için sessiz kaldıktan sonra devam ettim "Burda, bu insanların içinde yalnız kalmana izin veremezdim Draco-"
"Ben yalnız değildim Y/N. Annem, Blaise ve Mattheo yanımdaydı. Ama sen..."
"Ben ne?"
"Potter'ın seni asla bırakmayacağını bilmene rağmen benimle geldin. Şimdiyse benim yüzümden hayatın alt üst oldu-"
"Yanılıyorsun. Harry beni bıraktı-"
"Bırakmak zorunda kaldı. Benimle gelmeseydin-"
"Draco, beni dinle. Buraya tamamen senin için gelmedim. Bir savaşın yaklaştığının bilincindeydim. Bunu en başından beri biliyordum. Buraya geldim, çünkü hem senin yanında olmak istedim hem de Harry'lere yardım edebileceğimi düşündüm"
"Peki yardım edebildin mi?"
"Bu halimle pek fazla yardımım dokunmadı ama eminim ki bir şeyleri değiştirmeyi başarabilmişimdir"
Draco uzun süre bana baktı ama bir şey söylemedi. Bunun üzerine yeniden konuştum
"Her neyse, bu konuyu burda kapatalım olur mu. Sen de artık kendini suçlamayı bırak"
O, yavaşça kafasını salladığında ikimizde yatağıma doğru ilerleyip oturduk
"Mattheo, ona bağırmama ve annesine yaptıklarıma çok sinirlenmiştir. Umarım bu yüzden Remus olayını kimseye söylemez.."
"Söylemez" dedi Draco, kendinden emin bir şekilde.
"Nereden biliyorsun?"
Draco kısa bir duraksamayla bana baktı. "Onu tanıyorum"
Yüzüne dikkatlice baktım. Bir şey saklıyormuş gibi bir hali vardı ama ne olduğunu anlayamıyordum. Birkaç saniye sessizlik oldu.
"Zaten sana sinirli değil" diye ekledi sonunda
Kaşlarımı çattım. "Nasıl sinirli olmaz? Ne olursa olsun, o, onun annesi Draco"
Draco'nun çenesinin gerildiğini fark ettim. "Biliyorum. Ama Mattheo her zaman haklının yanında olmuştur"
Sesi garipti. Cümleleri dikkatlice seçiyormuş gibiydi. Sanki bir şeyleri saklıyordu ya da ne düşündüğünü tam olarak söylemiyordu. Gözlerini benden kaçırdı
"Draco?" dedim yavaşça
"Ne?"
"Bir şey mi var?"
"Hayır"
Ama vardı. Ses tonundan, yüzündeki belli belirsiz gerginlikten, onda hissettiğim huzursuzluktan anlıyordum. Sanki, Mattheo'nun bana kızmaması, Draco'yu rahatsız etmiş gibiydi.
Bu düşünceleri bir kenara bırakıp yeniden konuşmaya başladım
"O olaydan sonra Luna'yı hiç gördün mü?" diye sordum endişeyle. Umarım korkup kaçmamıştı. Eğer öyle olduysa, geri dönmeme ihtimali çok yüksekti. Sonuçta ben olsam, ben de dönmezdim.
"Merak etme, Luna seni seviyor. Ne olursa olsun geri dönecektir"
"Gerçekten mi?" diye sordum buruk bir umutla
O sadece hafifçe gülümsedi ve başını salladı. Ama saniyeler sonra aklıma gelen düşünceyle beraber yüzümdeki gülümseme soldu.
"Gerçi... acaba hâlâ beni seviyor mudur ki?"
Draco kaşlarını kaldırdı. "O da nereden çıktı şimdi?"
"Bahçede yanıma gelmedi. Üstüne üstlük elimi çizdi" dedim çizilen yeri göstererek
Draco elimi tutup yara olan yeri öptükten sonra konuştu "Kedilerin hisleri kuvvetlidir Y/N. Eminim olacakları hissedip tedirgin olduğu için böyle yapmıştır"
"Öyle mi diyorsun?"
"Öyle diyorum" dedi başını sallayarak
Kısa bir süre ikimizde sessiz kaldık. Ama Draco, en sonunda ağzındaki baklayı çıkartıyormuş gibi konuşmaya başladı
"Y/N, şu dilek topu olayı-"
"Biliyorum. Annenle de konuştum. Sanırım siz haklıydınız. Dileği bu kadar uzatmamalıydım"
"Beni dinle, yarına kadar dileği etkisiz hale getirme. Yarın ona ihtiyacın olabilir"
"Neden?" diye sordum kaşlarımı çatarak. Bunca zamandır dileği iptal etmemi en çok kendisi istiyordu
"Lord'un verdiği emri yerine getirdin Y/N" dedi devamını benim anlamamı bekleyerek
"Yani artık Ölüm Yiyen olmam için önümde bir engel yok.." dedim kısık bir sesle
Draco yavaşça başını salladı. Yarın resmen Ölüm Yiyen oluyordum ve bu konuda artık yapabileceğim bir şey kalmamıştı...
Oturduğum yerden kalkıp dolabıma yöneldim ve birkaç temiz kıyafet alıp banyoya gitmeye başladım.
"Uzun bir süre banyoda olacağım. Odamdan çıkana kadar kimseyle konuşmak istemiyorum" dedim Draco'ya bakarak
"Tamam" dedi ve ayaklandı
"Hey" diye seslendim dışarı çıkmak üzere olan Draco'ya. Ardından devam ettim "Sadece, hayatımın, altının üstünden çok daha iyi olduğunu söylemek istemiştim.."
Draco bana hafifçe gülümseyip gittikten sonra hızla banyoya girip suyu açtım..
(Yorumlarınızı beğenilerden daha çok önemsiyorum. Bol bol yorum yapııın)
~
-Ginny'nin Ağzından-
"Anne! Ekmek kalmamış ki!" diye yan odaya seslendim. Dakikalardır mutfakta ekmek arıyordum ama bulamıyordum. Annem, masaya koymam için ekmek istemişti, ama ortada ekmek falan yoktu.
"Nasıl olur? Sabah yarım ekmek vardı" diye söylenerek mutfağa girdi. Sepetin içine baktığında kaşlarını çattı.
Tam o sırada arkamızdan içeri giren Fleur, mahcup bir sesle fısıldadı
"Ben... O ekmekle Bill için sandviç yaptım. Önceden haber vermediğim için özür dilerim."
Annem gülümseyerek Fleur'un sırtına hafifçe dokundu. "Olur mu öyle şey? Bill çalışıyor. Üstelik burası sizin eviniz, haber vermene gerek yok" dedi yumuşak bir sesle. Sonra kendi kendine konuşuyormuş gibi ekledi "Ama şimdi çorbanın yanında ne yiyeceğiz?"
Gözleri hızla mutfağı taradı ve köşede, taş gibi sertleşmiş ekmekleri fark etti. Sepetin ağzını kapatmayı unuttuğum için dünden beri kuruyup katılaşmışlardı. Annem ekmekleri eline alıp kırarak bir tabağa koydu ve bana uzattı.
"Çorbalar sıcak, ekmek kırıntılarını içine atarsak yumuşar. Hadi bunları sofraya götür, Ginny. Sonra da babanla abilerini çağır."
Başımı sallayıp dediklerini yaptım. Hepimiz sofraya oturup yemeğimizi yedikten sonra odalarımıza çekildik. Fleur, Bill'in gelmesini beklemek için oturma odasında annem ve babamla oturuyordu.
Saatlerce yatakta dönüp durdum ama bir türlü uyuyamadım. Sonunda pes edip mutfağa gittim, bir bardak su içtikten sonra odama dönmek için yürümeye başladım. Tam merdivenlere yönelmiştim ki oturma odasından gelen fısıltılar dikkatimi çekti. Ayak seslerimi hafifleterek kapının kenarında durdum ve içeriyi dinlemeye başladım.
"Bu gidişle birkaç günü zor çıkarırız, baba" dedi Bill'in ciddileşmiş sesi.
Babam iç çekerek cüzdanını çıkarıp masaya koydu. "Benim maaşımdan da geriye pek bir şey kalmadı... İşte, 2 Galleon ve 6 Knut"
Bill, kendi cüzdanını çıkarıp içindekileri masaya boşalttı. "Bende de 3 Galleon, 4 Sickle var"
Fleur tereddütle konuştu "Bill.. Alyansımı satabiliriz"
Bill'in sesi anında sertleşti. "Hayır, o yüzük parmağından çıkmayacak"
Annem bir süre sessizce düşündü, sonra derin bir nefes alarak parmağındaki yüzüğü çıkardı ve masaya bıraktı.
"O zaman benimkini satalım"
"Molly-"
"İtiraz etme, Arthur" dedi kararlı bir sesle. "Çocukların beslenmeye ihtiyacı var"
Masadaki sessizlik ağırlaştı. Bill aniden ayağa kalktı ve sert bir şekilde konuştu
"Kimse yüzüğünü satmayacak. Ben bir yolunu bulacağım. İş yerinden avans istemeyi deneyebilirim"
Fleur üzgün bir ifadeyle fısıldadı "Ama düğün için zaten avans istedin"
Bill başını iki yana salladı. "Yine de bir çaresini bulurum" dedi ve hızla kapıya yöneldi.
Bunu duyar duymaz merdivenlere doğru koştum ve sessizce odama döndüm. Yatağa uzandım ama içimde tuhaf bir ağırlık vardı. Bu gece, uyumak her zamankinden daha zor olacaktı...
Sabah erkenden uyandım ve sessizce yataktan kalkıp aşağı, mutfağa indim. Evde henüz kimse uyanmamıştı. Pek fazla malzeme yoktu ama kahvaltı için ne yapabileceğime bakmaya başladım.
Yerdeki sepetten birkaç patates aldığım sırada, ayaklarımın dibinden hızla geçen, fareye benzer bir şey gördüm. Küçük bir çığlık atarak elimdekileri düşürdüm ve birkaç adım geriye sıçradım.
Tam kalbimin çarpıntısını kontrol altına almaya çalışırken, o şey tezgaha sıçradı. Nefesimi tutarak daha dikkatli baktığımda bunun aslında bir fare değil, küçük bir sincap olduğunu fark ettim. Hayır, bir uçan sincap! Kolları iki yana doğru perdeli bir şekilde açılmıştı.
Sincap iki ayağının üzerinde durup başını eğerek bana baktığında temkinli bir şekilde ona yaklaşarak konuştum
"Merhaba, nerden çıktın sen böyle?" dedim hemen önümdeki açık cama bakarak "Camdan mı girdin?" sahil kenarında, bir tane bile ağacın olmadığı bu yerde, bir sincap görmek beni şaşırtmıştı
Sincap yeniden dört ayağının üzerine basarak mutfakta dolandı, ardından büyük ceviz kasesine yöneldi. Küçük patileriyle bir ceviz kaptı ve hızla ağzına attı. Daha ne olduğunu anlayamadan, çevik bir hareketle camdan atlayıp gözden kayboldu.
Kıkırdayarak arkasından bakarken, yere düşen patatesleri toplamak için eğildim. Tam tezgâha koyduğum sırada, gözüm masanın köşesinde duran bir şeye takıldı. Bir kese.
Kaşlarımı çatarak keseyi aldım. Bu dün burada yoktu. Merakıma engel olamayarak hızla içine baktım ve nefesim kesildi.
Altın!
Keseyle birlikte bir an dona kaldım. Kalbim deli gibi çarpıyordu. Sonra, sevinç ve şaşkınlıkla olduğum yerde zıplayarak bağırmaya başladım
"Anne! Baba! Çabuk buraya gelin!"
Evdeki herkes panikle uyandı. Ayak sesleri merdivenlerde yankılanırken, bir anda mutfağa doluştular. Annem en önde, yüzünde korkulu bir ifadeyle konuştu
"Ne oldu!? Birini mi gördün!?"
O an fark ettim, o kadar ölçüsüz bağırmıştım ki herkesin yüreğini ağzına getirmiştim. Ama elimde tuttuğum keseyi gösterdiğimde, paniğin yerini bambaşka bir şaşkınlık aldı.
Annem çatık kaşlarla keseyi alıp içine baktığında nutku tutulmuş gibiydi. Babam annemin arkasından gelip keseye baktığında onun da gözleri kocaman açılmıştı. Diğerlerine dönüp konuştu
"Burda en az 250 Galleon vardır!"
~
"248, 249 ve 250. Burda tamı tamına 250 Galleon var" dedi babam masanın üzerindeki altınları yeniden kesesine koyarken "Bu benim 6 aylık maaşım kadar"
"Yani bu durumda Bill'in işe gitmesine gerek yok, öyle değil mi?" diye sordu Fleur heyecanla
Abim için çok endişeleniyordu. Ve aslında haksız da sayılmazdı. Harry'i yakından tanıdığımızdan, her an Bill'i alıp götürebilir ve sorguya çekebilirlerdi
"Durun biraz, hemen sevinmeyelim. Bu paraları buraya kimin koyduğunu bilmiyoruz. Birileri Kabuk'un yerini biliyor ve belki de biz şu anda tehlike altında olabiliriz"
"Hadi ama anne, bu kişi bize zarar verecek olsa neden para bıraksın?" dedi Fred
"Fred haklı, hem, belki Lupin bırakmıştır?" diyen kişi ise George'du
"Remus'ta bu kadar para olduğunu sanmıyorum ama yine de ona soracağım. O zamana kadar kimse bu paraya dokunmasın" dedi babam
"Baba, dolaptaki erzaklar bitmek üzere. Bunu buraya Lupin bırakmış bile olsa bizim için bıraktı. Eksiklerimizi alalım diye. Hem birkaç gün sonra okul da açılacak. Yani bu paraya ihtiyacımız var. Bence parayı kullanmalıyız. Kimin bıraktığını öğrendiğimizde, zamanı gelince geri öderiz" dedim. Sanırım ben bunu zaten kimin bıraktığını biliyordum ama şimdilik bu bilgiyi kendime saklayacaktım
Ne de olsa, geçen sefer o notu odama bırakan adama hâlâ tam olarak güvenmiyorlardı...
~
-Y/N'nin Ağzından-
"Efendi Black?" kapımın ince bir sesle tıklatılması üzerine kimin geldiğini anlamıştım
"Gel Winky, istediğim şeyi aldın mı?" diye sordum ona dönmeden yatağımı toparlarken
"Winky, efendi Black'in istediği şeyi aldı" dedi ve elindeki, siyah fermuarlı askıyı yeni topladığım yatağın üzerine bıraktı. "Efendi Black, Winky'den başka bir istekte bulunacak mı?"
"Hayır hayır, çıkabilirsin" dedim elbise paketinin fermuarını açarken. Cin odadan çıkarken, Draco gelmiş açık kapıyı tıklatmıştı. Kafamı çevirip ona baktıktan sonra içeri çağırdım
"O ne?" dedi Draco yanıma gelirken
"Elbise" dedim ve onu paketinden çıkarırken ekledim "Birkaç gün önce Mattheo, Ölüm Yiyen töreni için bir elbise almam gerektiğini söylemişti. Ayrıca Bakanlık düştüğü için küçük bir kutlama mı ne yapılacakmış"
Draco, bir elini cebinden çıkarıp benim tuttuğum elbiseye dokunarak hafifçe kendine çevirdi
"Kırık beyaz?" dedi Draco kaşlarını kaldırarak
"Beğenmedin mi?"
"Hayır, çok güzel.."
"Ama?"
"Ama, biz genelde koyu renkler tercih ederiz. Muhtemelen beyaz giyecek olan tek kişi sen olacaksın"
"Sende beyaz gömlek giyersin. Olmaz mı?" dedim hafifçe gülümseyerek
"Bak sen, şu düğün işlerini aradan çıkartalım mı diyorsun yani?" dedi muzip bir şekilde
"Draco!" diyip omzuna vurdum
Draco hafifçe kıkırdadıktan sonra elbiseyi yatağıma koydu. Ona bakarak konuşmaya devam ettim
"Sen neden bana bir şey söylemedin?"
"Hangi konuda?"
"Kutlama konusunda. Mattheo ısrarla elbise giymem gerektiğini söyledi. Ya elbise almaya vaktim olmasaydı?"
Draco bana hafifçe gülümsedikten sonra kapıya doğru yürümeye başladı "Beni takip et"
Kaşlarımı çatıp yürümeye başlayarak konuştum "Nereye?" ama Draco hiçbir şey söylememişti. Benim odamdan çıkıp kendininkine girdiğimizde yatağının önünde durdu ve bana döndü. Onun yanına ulaştığımda yatağında boylu boyunca uzanmış fermuarlı bir elbise paketi gördüm
"Bu ne?"
"Aç bakalım neymiş?"
Paketi açıp elbiseyi çıkardığımda gözlerime inanamadım. Omuzları açık, kolları uzun, üst kısmı vücuda oturan ve etekleri aşağıya doğru zarifçe genişleyen, bordo ile kahverenginin büyüleyici tonlarında bir elbiseydi bu.
Şaşkınlıkla "Bu bana mı?" diye sordum
Ne kadar saçma bir soruydu bu böyle. Draco'nun giyecek hali yoktu ya
Draco kafasını salladığında elbiseyi yatağa bırakıp konuştum "Sürpriz mi yapacaktın?"
"Evet"
Bir adım atıp boynuna sarıldım, gülümsememi gizleyemeden fısıldadım "Teşekkür ederim, gerçekten"
Draco, o tanıdık ve yumuşak gülümsemesiyle bana sarıldı. Ardından geri çekilip gözlerimin içine bakarak konuştu
"Hadi giy de bir bakayım"
Kaşlarımı kaldırarak şaşkınlıkla sordum "Şimdi mi?"
"Evet" dedi gözlerindeki heyecan parıltısıyla "Merak ettim nasıl duracak"
Kollarımı göğsümde kavuşturup muzipçe gülümsedim "Olmaz. Yarın, hazırlanmış halimle görürsün. O zaman daha etkileyici olacak"
Draco hafifçe başını iki yana sallayıp gülümsedi ama gözlerinden nasıl da sabırsızlandığı belliydi. Elbiseyi elime alıp Draco'ya bakarak kapıya doğru geri geri yürürken konuştum
"Sanırım diğer elbiseyi iade etmem gerekecek"
"Hayır, aklından bile geçirme. O benim aldığım elbiseden çok daha güzeldi" dedi yürümeye başlayarak
"O da güzeldi, evet ama çokta pahalıydı"
"Ne kadar?"
"150 Galleon kadar.." dedim hafif mahcup bir şekilde
Draco küçük bir kahkaha atıp yanıma geldiğinde önüme dönmüştüm
"Demek parayı bunun için istemiştin"
"Kızmadın mı?"
Draco elini belime koyup beni kendine doğru çekerken onun odasından çıkmış benimkine doğru yürüyorduk
"Kızacağımdan korktuğum için mi söylemek istemedin?"
"Hayır ama.." dedim ama bir süre sessiz kaldım. Ardından derin bir nefes alıp devam ettim "Buraya gelmeden önce bütün ihtiyaçlarımı Remus karşılardı. Şimdi o yanımda yok ve okullar da birkaç güne kadar açılacak. Bu yüzden paranın yarısıyla elbise aldım, diğer yarısını da okul için ayırdım.."
Draco bir anda durdu. Kaşları çatıldı ama sesi hâlâ sakindi
"Y/N, aramızda hâlâ paradan bahsetmen sinirimi bozuyor"
İstemsizce başımı öne eğdim. "Sadece... bilmiyorum. Bu şekilde yetiştirilmedim ve böyle şeyler hoşuma gitmiyor"
"Bana bak" dedi ve beni yavaşça kendine döndürüp gözlerimin içine bakarak. "Sana bir şey alıyorsam, bu senin hoşuna gideceğini bildiğim içindir. Yok ihtiyaçmış, yok bütçeymiş... bunlar umurumda bile değil. Ayrıca ben bir Malfoy'um. Tanıyıp tanıyabileceğin en zengin ailelerden birinin tek çocuğuyum"
Nefes vererek yavaşça güldüm. "Kendini övmesen olmazdı değil mi?"
"Olmazdı" dedi gülümseyerek
Sonunda kendi odama girdiğimde kapının önünde duran Draco'ya döndüm ve kapının pervazına yaslanmış, tam konuşmaya başlayacaktım ki sinirle atılan adımlar eşliğinde bize doğru gelen Lucius'u gördüm
"Draco"
İkimiz de ona döndüğümüzde, Lucius nerdeyse yanımıza gelmişti "Bankadan posta geldi. O kadar altınla tam olarak ne yaptığını sorabilir miyim!?"
Lucius'un arkasından eteklerini tutarak koşar adım onun yanına gelen Narcissa da hemen yanımızda durmuştu
"Almam gereken birkaç şey vardı. Onları aldım" dedi Draco sakin bir sesle
Lucius, tam yeniden konuşmak üzereydi ki benim elimde tuttuğum elbiseyi görünce yüzüne kondurduğu o tuhaf gülümsemesiyle sakince konuştu
"Ah, sanırım nereye harcadığını anladım" dedi ve bana dönüp devam etti "Bu zamanların keyfini çıkar Y/N"
"Lucius!" diye çıkıştı Cissy "Draco'dan elbise almasını ben istedim"
Lucius, Cissy'e dönüp birkaç saniye ona baktıktan sonra aniden uzaklaşmaya başladı
"Üzgünüm. Daha önce asla böyle bir şey yapmamıştı. Ona haber vermeden bu kadar fazla para harcayınca sinirlenmiş olmalı" dedi Cissy bana dönerek
Ah, anlıyorum. Önemsenmeme ve değersiz hissedilme sendromu
"Sorun değil.." dediğimde Cissy bu defa Draco'ya dönmüştü
"Sen hazır mısın? Baban bu kadar sinirliyken onu bekletmeyelim"
Draco kafasını salladığında, Cissy de merdivenlere yöneldi ve aşağı inmeye başladı
"Nereye?"
"Yarın için birkaç şey eksikmiş. Babamla onları almaya gidecektik"
"Tamam o zaman, gelince görüşürüz"
"Görüşürüz" dedi ve o da merdivenlere yöneldi. Bende odama geçip yatağıma ilerlediğimde anında kaşlarım çatılmıştı. Bu da neydi şimdi?
Elbiseyi bir kenara bırakıp yatağın üzerindeki zümrüt yeşili kadife kutuyu alıp dikkatlice açtığımda içindeki şey bir anlığına nefesimi kesmişti. Bu, bu gerçek pırlanta mı?
Hızlıca etrafıma bakıp yutkunarak kolyeyi elime aldım ve incelemeye başladım. İncecik bir gümüş çizgi gibi, boynun iki yanından zarifçe süzülüp ortada buluşuyordu. Uçlara doğru yerleştirilmiş minik taşlar boyna tam oturuyordu, ne gevşek ne sıkı. Ve tam ortada, bir "V" çiziyormuş gibi duran pırlanta vurgusu vardı. Ne bir sembol gibi bağırıyordu ne de tamamen silikti.
Kolye, takanın boynuna bir kuğu gibi oturuyordu. Ne fazlaydı ne eksik. Bir ışıltıdan fazlasıydı bu; bir dengeydi. Gösterişten uzak, sade ama şık bir kolyeydi..
"Bunu da mı Draco aldı?" diye düşündüm. Ama bu imkansızdı. Odadan beraber çıkmıştık ve sonrasında o, odama bile girmemişti
Zaten o, bana böyle bir şey almazdı. Hayır almayacağından değil, benim takmayacağımdan. Draco, babamın yüzüğünü boynumdan çıkarıp da başka bir kolye takmayacağımı gayet iyi biliyordu. Ayrıca benim böyle bir şeyi de kabul etmeyeceğimin farkındaydı.
E kim almıştı o zaman bunu?
Mattheo
Elimdeki kolyeyi sinirle kutusuna koyup anında odamdan fırladım. Koridoru hızlı adımlarla geçip onun odasına yöneldim, kapıyı çalmadan içeri daldım. Mattheo, koltukta bir bacağını aşağı sarkıtmış, diğerini uzatmıştı. Bir eli karnında, diğer eli havada, parmaklarının arasında bir şeyi inceliyordu. Kapı açılır açılmaz doğruldu, bakışları bana çevrildi
"Pekâlâ, şu giriş sahnelerin konusunda seninle ciddi ciddi konuşmalıyız"
Onu duymazdan gelerek tam önünde durdum ve kutu göstererek konuşmaya başladım "Bunu sen mi aldın?"
"Ah, şimdi anlaşıldı" dedi ve yeniden yatar pozisyona gelerek devam etti "Beğenmedin mi yoksa?"
Kutuyu onun üzerine fırlatıp konuştum "Sen kimsin ki bana böyle hediyeler alıyorsun!?"
"Neden sadece nezaket gereği teşekkür edip onu kullanmıyorsun?"
"Neden senin aldığın bir şeyi kullanayım ki!?"
"Draco'nun aldığı elbiseyi kabul etmişsin ama"
"Kendini Draco'yla aynı kefeye mi koyuyorsun?"
Mattheo kafasını çevirip birkaç saniye bana baktıktan sonra anında yattığı yerden kalkıp önümde durdu ve gözlerimin içine bakarak konuşmaya başladı "Gringotts Bankası'nda ne yapıyordunuz Y/N?"
"Konunun sorduğum soruyla ne alakası var!?"
"Soruyu cevapla. Sizi az önce koridorda gördüm. O yüzden bana sakın Astoria Greengrass ile buluştuğunuz yalanını tekrarlama"
"Elbise almak için paraya ihtiyacımız olduğunu herhalde sen kendin tahmin edebilmişsindir!"
"Eniştem bir elbise parasına bu kadar sinirlenecek bir adam değil" dedi ve yüzünü benimkine daha da yakınlaştırarak devam etti "Paranın devamıyla ne yaptınız Y/N?"
Bakışı keskin, rahatsız edici biçimde sabitti ve ben bu bakışı biliyordum. Sanki zihnimin içinde yürüyordu da ben kapıları kilitlesem de anahtar onda gibiydi. Yalan söylemeye kalkışırsam anında anlardı
"Draco'nun bana elbise alacağından haberim yoktu. Yalnızca kendi elbisem için ondan biraz borç para almıştım"
Daha fazla soru sormasını istemiyordum. Bu yüzden tam yüzümü ondan uzaklaştırmak üzereydim ki Mattheo birden çenemden tutup hareket etmemi engelledi
"Hâlâ bir şeyler saklamaya çalışıyorsun" dedi alçak bir sesle, kaşlarını hafifçe çatarak "Kimsin sen Y/N?"
Dudaklarım istemsizce kıvrıldı, gözlerimi hafifçe kısıp alaycı bir ifadeyle ona baktım. "Ben, dans edip şarkı söyleyen vahşi bir hayvanım"
Mattheo bir an dondu. Gözleri kısıldı, bakışlarını üzerimden kaçırmadan aramızdaki mesafeyi fark edilir şekilde artırdı
"Bunu nasıl yaptın?"
"Burdaki en güçlü kişinin sen olduğunu mu sanıyorsun?"
Bu zamana kadar onun hakkında öğrendiğim şeylerden biri de, Mattheo'nun gözlerine uzun süre bakılmaması gerektiğiydi. Çünkü bakarsan, tuhaf bir şekilde gerçekleri kendin söylersin.. Onun hiçbir şey yapmasına gerek kalmaz
Belki bu daha önce hiç duymadığım ve sadece kendinin bilip kullandığı bir büyünün işiydi. Ya da sadece insanları nasıl manipüle edeceğini çok iyi biliyordu. Hiç kimse onun karşısında yalan söyleyemezdi. Çünkü yalanı bir şekilde anlıyordu
"Sen.. Düşündüğümden çok daha güçlü birisin Y/N"
"Ve de düşündüğünden çok daha sinirli" dedim ve ekledim "Sakın bir daha bana hediye almaya kalkışma Riddle" dedim ve onun odasından ayrılıp kendiminkine geçtim...
Beğenileri unutmayalım ♡♡
Bu arada kırık beyaz elbiseyi de böyle hayal etmiştim
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
18.37k Okunma |
2.39k Oy |
0 Takip |
58 Bölümlü Kitap |