53. Bölüm
İlayda Çınar / Draco Malfoy / 53. Bölüm

53. Bölüm

İlayda Çınar
ilydacinar

Vote sınırı 70
Beğenip yorum yapmayı unutmayın
Sizi seviyorum ♡♡

"Söylesene Harry" dediğimde yine konuşmamış ancak mektubu bana uzatmıştı. Kağıdı alıp son bir kez Harry'e baktıktan sonra okumaya başladım. Ama her satır sonunda benimde kaşlarım giderek çatılıyordu...

"Ne yazıyormuş Herm, okusana" Ron'un sözünden sonra mektubu sesli okumaya başladım

Sevgili Harry,

Öncelikle doğum günün kutlu olsun. Keşke Sirius'un evinde olduğu gibi birlikte kutlayabilseydik. Ama artık orası bomboş... Kimsenin bilmediği, yalnızca anılarımızın dolaştığı tozlu koridorlardan başka bir şey değil. Tıpkı dostluğumuz gibi...

Biliyorum, bana kızgınsın. Doğrusu, beni affetmeni de beklemiyorum. Ama lütfen, seni ne kadar çok sevdiğimi unutma. Aslında biliyor musun, eski Harry, ne yaparsam yapayım, beni her seferinde affederdi. Ama yine de bunun için yalnızca kendime kızıyorum. Çünkü bazı anılar, bazı dostluklar, bazı bağlar asla eskimez. Gerçek sevgi pas tutmaz. O yalnızca saf olanı emer ve bu şekilde güçlenir. Hiçbir kılıç kesemez o bağları.

Ne kadar geçmişe gömülse de, yüzler ne kadar değişse de, gözler her zaman gördüğünü görür. Kendi yansımanı bile tanıyamaz hale gelsen de, seni gerçekten gören birileri her zaman olacaktır...

Biliyorum, yollarımız ayrıldı. Ama yolunu kaybetmek, onu bulmanın yarısıdır. Ben ışığı takip ettim ve yolumu buldum. Savaş resmen başladı, bunu sen de biliyorsun. Ve bu yükün altında ezileceğin zamanlar çok da uzakta değil. Ama kendi içindeki savaşı başkalarına karşı verme. Çünkü biriniz olmadan, diğeriniz başarıya ulaşamaz.

Kafanın içinde neler döndüğünü bilmiyorum ama en çok sessiz olan, en büyük gerçeği haykırır. Fısıltılara her zaman güven. Bazen en küçük şey, en büyük fedakârlıkla gelir. Ve bazı yollar... hep başladığı yere çıkar.

Y/N

Mektubu bitirip ortaya bıraktığımda hepimiz büyük bir kafa karışıklığı ile birbirimize bakıyorduk

"Ne tuhaf bir mektup" dedi Ron. "İlk satırda.." dedi ve daha sonra elini düşünceli bir şekilde çenesine koyup devam etti "Sanki burada olduğumuzu biliyor gibiydi"

"Ya da buraya gelmemiz gerektiğini söylüyor gibi" dedim Ron'a bakarak

"Veya bizi buraya çekip tuzak kurmak için söylenmiş bir söz gibi" dedi Harry

"Saçmalama Harry, Y/N böyle bir şey yapmaz" diye ona döndüm

"Y/N'nin yapmayacağını düşündüğümüz birçok şeyi en ön sıradan izliyoruz Hermione" dedi ve bir hışımla ayağa kalkıp sinirle mektubu da alarak mutfaktan çıktı...

~

-Y/N'nin Ağzından-

-1 Ağustos-

Zabini ile birlikte malikanenin büyük kapılarından içeri adım attığımızda, içimdeki ağırlık daha da arttı. Midemdeki düğümler çözülmüyor, nefesim sıkışıyordu. Bakan'ı öldürmüştüm ve bunun suçluluğunu her zaman içimde taşıyacaktım..

Tam koridora adım attığımızda, Narcissa'yı gördüm. Kucağında Luna vardı, kedinin tüylerini hafifçe okşuyordu. Beni gördüğünde durdu, gözleri birkaç saniyeliğine benimkilere kilitlendi

Gözlerim yavaşça doldu. Bunu engelleyememiştim..

Narcissa, Luna'yı yavaşça yere bıraktı ve bir an bile tereddüt etmeden bana doğru geldi. Ben olduğum yerde duruyordum, hareket etmeye mecalim yoktu. Ama o yanıma geldiğinde, kollarını usulca üzerime doladığında... Sanki tüm dünya üzerime çöküyormuş gibi hissettim.

Ve dayanamayıp ağlamaya başladım..

Hiçbir şey söylemiyordu. Hiçbir şey sormuyordu. Sadece yanımdaydı. Bir anne şefkatiyle, bir anne sıcaklığıyla beni sarıyordu. Omzuna başımı yasladım ve gözyaşlarımın kontrolsüzce akmasına izin verdim. O an sanki güvendeydim, sanki biraz olsun hafiflemiştim.

Yan tarafımda kalan Zabini sessizce bizi izliyordu. Hiçbir şey demiyordu ama bakışlarındaki üzüntüyü görebiliyordum. O bile benim için üzülüyordu..

Cissy beni yavaşça kendinden ayırıp yüzümü ellerinin arasına aldı ve göz yaşlarımı silip konuşmaya başladı

"Gidip dinlenmelisin Y/N. Zor bir gün geçirdin.." benimle konuşurken sesi titriyordu sanki..

Gözlerimi kapatıp derin bir nefes aldım, içimdeki ağırlığı bastırmaya çalışarak başımı hafifçe salladım. Narcissa beni bıraktığında, ayaklarımın dibinde bekleyen Luna'yı kucağıma aldım. Yumuşacık tüylerine dokunarak, hızla merdivenleri çıktım ve odama girdim. Kapıyı arkamdan kapattığımda, derin bir nefes alıp yatağıma oturdum. Luna'yı karşıma koyarak, alçak bir sesle konuşmaya başladım.

"Luna, Mattheo'nun odasına gidip neler yaptığına bakabilir misin?" diye sordum, cümlemi tane tane yineledikten sonra ekledim "Beni anlıyor musun? Ne yapman gerektiğini anladın mı?"

Luna, başını hafifçe eğerek beni dikkatle izledi, ardından yerinden kalkıp kapıya yöneldi. Tırnaklarını kapıya hafifçe sürterek çıkmak istediğini belli etti. Hızlıca kalkıp kapıyı açtım ve Luna'nın geçmesi için elimi sallayarak ona izin verdim. O da sessizce dışarı süzülerek koridora karıştı. Bende kapıyı aralık bırakıp yeniden yatağıma oturdum.

Şimdi tek yapmam gereken sessizce beklemekti...

Aradan ne kadar zaman geçtiğini bilmiyordum ama Luna sonunda geldiğinde içim rahatlamıştı. Bir an için yakalandı mı acaba diye düşünmeye başlamıştım çünkü.

"Luna, gel kızım" dedim yatağıma hafifçe vurarak. Luna ön patilerini kapıya dayayıp var gücüyle kapıyı ittirip kapattı ve gösterdiğim yere gelip oturdu. Alçak sesle konuşmaya başladım

"Mattheo odasında mıydı?" biraz saçma bir soru olmuştu, sonuçta odasında değilse bu kadar gecikmezdi. Luna kafasını salladı. Evet demek oluyordu bu

"Oturuyor muydu?"

Evet anlamında başını salladı.

"Demek oturuyordu" dedim ve ekledim "Peki, rahat bir şekilde mi oturuyordu yoksa dalgın mı görünüyordu?"

Evet

"Rahat mıydı?" diye sordum, kaşlarımı hafifçe kaldırarak

Evet

"Elinde bir şey var mıydı?"

Evet

"Sert, kırılgan bir şey miydi?"

Hayır

"Kağıt gibi bir şey miydi?"

Evet

"Bir mektup ya da not gibi mi?"

Evet

"Yani oturuyordu, rahattı ve elinde bir kağıt vardı" dedim, bunlar arasında bir bağlantı kurmaya çalışarak, devam ettim. "Mutlu gibi miydi?"

Evet

Ama bu çok saçmaydı. Kovuk'tan sinirli bir şekilde ayrılmıştı, şimdi nasıl bir haber almıştı da neşesi yerine gelmişti? Yoksa.. Yok canım.. Ama ya.. Ya Harry yakalandıysa!? Ya bundan dolayı keyfi yerindeyse?

N'apıcam? Böyle oturup bekleyemem ki. Draco da geç gelecek. Lord'da ortalıklarda yok. Harry'i yakalayamamış olsa evde olmaz mıydı? Gerçi ben fazla abartıyor da olabilirdim. Sonuçta Bakanlık'ta olma olasılığı çok yüksekti. Ama yine de bu bir olasılıktı.

Ay yok, bu şekilde oturup bekleyemem!

Bir anda ayaklanıp kapıya yöneldiğimde Luna irkilerek yataktan atladı ve önüme geçip bacaklarıma tutunarak üstüme çıkmaya çalıştı

"Dur kızım, 2 dakika sonra geleceğim. Bekle beni burda" dedim ve kapıyı açıp dışarı çıktıktan sonra Luna'nın üstüne geri kapattım

Koridorda hızla ilerledim, kapıyı çalma zahmetine bile girmeden Mattheo'nun odasına daldım. Mattheo sakince başını kaldırıp bana baktı. Gözlerinde şaşkınlığa ya da paniğe dair en ufak bir belirti bile yoktu. Bu kadar rahat bir tepki beklemiyordum en azından laps diye odasına daldığım için azıcık korkabilirdi. Bir an duraksadım. Ama hemen toparlanarak doğal davranmaya çalıştım. Odanın ortasına doğru yürüyüp yüzüme üzgün bir ifade takındım, sonra da yavaşça konuşmaya başladım.

"Diğerlerinden haber var mı? Ne zaman geleceklermiş?" dedim. Bir yandan etrafıma bakınıyordum. O notta ne yazdığını deli gibi merak ediyordum

Matt oturduğu koltuktan kalkıp yanıma doğru gelerek konuşmaya başladı "Haberim yok. Muhtemelen onlarda senin gibi çat kapı gelirler" zaten bana laf çakmasa olamazdı

"Kusura bakma. Anlayacağın üzere sinirlerim bozuk"

"Basit bir piyonu öldürdüğün için suçluluk duygusu hissetmiyorsundur umarım?"

"Tabii ki hissediyorum Riddle! Hayatımda ilk defa birini öldürdüm! Sizin kadar profesyonel olamadığım için özür dilerim!" diye patladım, sesim hem öfkeyle hem de içimde büyüyen suçlulukla titriyordu. Gözlerim dolmaya başlamıştı ama bastırmaya çalışıyordum.

Mattheo bu ani çıkışımı beklemiyor olacaktı ki bir an için sessizleşti. Ardından yumuşak bir sesle konuşmaya başladı

"Babamın da söylediği gibi. Alışırsın"

"Alışmayıp ne yapacağım ki? Karanlık Lordun emirlerinin girdiği bir ortamda duyguların bir anlamı yok, değil mi? Duygular zayıflık olarak görülüyor. Ama ben... Ben hala bir hayat almanın bu kadar kolay olmaması gerektiğini düşünüyorum"

Derin bir nefes alıp doğrudan gözlerimin içine bakarak konuştu "Ama artık çok geç. Bir kere o çizgiyi geçtin ve geri dönüşü yok"

"Biliyorum.. Öyle ya da böyle, Voldemort gibi bir liderin emirlerinin dışına çıkmak aptallıktan başka bir şey olmaz"

"Lider demişken, o barakada yaptığın şey.. Yani kontrolü kendi eline alman.." dedi ve bir an için duraksadı. Ardından aramızdaki mesafeyi bir adımda kapatıp devam etti "Çok etkileyiciydi Y/N. Sende bir lider ruhu olduğunu bilmiyordum"

Bir adım geri giderek konuştum "Bilmemen çok normal değil mi Riddle?"

"Asıl öğrenmemem çok garip değil mi?" dedi ve benim açtığım mesafeyi yeniden kapattı

"Asıl garip olan ne biliyor musun?" dedim ve bir adım daha gerileyerek konuştum "Ne zaman durman gerektiğini bilmiyor olman"

Mattheo, benim geri çekilmemi ve yüzümde beliren rahatsız ifadeyi fark ettiğinde, dudaklarının kenarı yukarı kıvrıldı. Gözleri hafifçe kısılmış, eğleniyormuş gibi bana bakıyordu.

"Bak sen şu işe.." diye mırıldandı, alaycı bir tonda. Başını hafifçe yana eğerek devam etti. "Demek seni rahatsız edebiliyormuşum. Bu, sandığımdan bile daha keyifliymiş" her hareketin beni rahatsız ediyor ama bunu anlamamak için müthiş bir çaba veriyorsun

"Ben, senin neşen yerine gelsin diye buraya gelmedim Riddle!"

"Benim neşem hep yerindeydi"

"Evet, neden keyfin yerindeydi? Kovuk'tan öfkeyle ayrıldıktan sonra bir anda bu kadar neşelenmen insanda ister istemez şüphe uyandırıyor."

"O barakadan döndükten sonra iyi bir haber almış olamaz mıyım?"

"Oranın adı Kovuk, baraka değil!" diye sertçe çıkıştım. Orayı küçümsemesi sinirimi bozuyordu.

"Kovuk da çok ihtişamlı bir isim sayılmaz sonuçta. Neden bu kadar sinirlendin ki?"

"Malikane de kulağa oldukça şaşalı geliyor ama bir Kovuk etmiyor!" dedim, derin bir nefes alıp öfkemi bastırmaya çalışarak devam ettim. "Önemli olan adı ya da ne kadar gösterişli olduğu değil. Orada geçirdiğim anları hiçbir şeye değişmem!"

"Ne kadar güzel. O halde hep beraber oraya taşınalım"

"Sen oraya sığmazsın" diye gülümsedim sahte bir şekilde. "Egon o kadar büyük ki henüz içine sığabileceği bir yapı inşa edilmedi"

Mattheo, hafifçe başını yana eğerek tebessüm etti. O küstah gülümsemesi, sinirlerimi daha da bozuyordu.

"Şimdiye kadar beni içine sığdırabilecek bir yerle karşılaşmadım. Ama belki de yeterince iyi aramamışımdır?"

İşaret parmağımı sertçe onun omzuna vurarak "Diline dikkat Riddle!" diye çıkıştım ve derin bir nefes alıp sinirle arkamı dönerek uzaklaştım ama arkamdan gelen hafif kahkahası sinirimi daha da artırmaktan başka bir işe yaramamıştı...

Odaya girer girmez kapıyı sertçe çarptım. Ahşabın çıkardığı tok ses odada yankılanırken, bir anda Luna'nın tüyleri diken diken oldu ve irkilerek sıçradı. Sert ve düzensiz adımlarla odamda sinirle volta atmaya başladım

"Aptal! Kendini ne sanıyor ki bu? Benimle nasıl bu kadar samimi konuşabiliyor?!"

Odamın ortasında öfkeyle dönüp dururken, Luna birden yatağa sıçrayıp miyavladı. O an farkına vardım, ses tonum ve hareketlerim onu da huzursuz etmişti. Derin bir nefes alarak kendimi dizginlemeye çalıştım, sonra yatağın kenarına oturup Luna'yı kucağıma aldım.

"Tamam, sorun yok" dedim yumuşak bir sesle, parmaklarımı usulca tüyleri arasında gezdirerek. "Öyle... kendi kendime sinirlendim."

Oturduğum yerde bir süre Luna'yı okşamaya devam ettim, yumuşak tüyleri parmaklarımın arasında kayarken nefesimi düzene sokmaya çalıştım. Öfkem henüz tam olarak geçmiş değildi ama en azından yatışmaya başlamıştım.

Derin bir nefes alarak Luna'yı yavaşça yatağa bıraktım ve banyoya yöneldim. Ilık suyun altına girdiğimde ise tüm gerginliğim suyla birlikte akıp gitti. Bir süre gözlerimi kapatıp suyun yüzümden süzülmesine izin verdim.

Duştan çıktıktan sonra üzerime pijamalarımı geçirdim ve saçlarımı havluyla kurularken yatağa doğru ilerledim. Luna, hâlâ yatağın üzerinde beni izliyordu. Yavaşça uzanıp battaniyenin altına girdim ve Luna'yı kendime doğru çektim. O da küçücük bedeniyle bana sokulup kıvrıldı. Sıcaklığı içimi ısıttı, tüylerinin yumuşaklığı ise kalbimi sakinleştirdi.

Gözlerim yavaşça kapanırken, içimdeki huzursuzluk da Luna'nın sıcaklığında kayboldu.

~

İnanılmaz bir mide bulantısı ve terlemeyle gözlerimi açtığımda odanın ne kadar sıcak olduğunu fark etmiştim. Sıcaktan midem bulanmış nefes bile alamayacak kadar kötüleşmiştim. Bir şekilde yataktan kalkıp camı açtım ve kollarımı camın pervazına dayayarak temiz hava almaya çalıştım. Sonrasında bunun pek fazla etki etmediğini fark edip banyoya giderek soğuk suyla elimi yüzümü ve boynumu yıkadım. İşte bu daha iyi gelmişti..

Banyodan odama geçtiğimde gözlerim saate takılmıştı. Neredeyse 10'a geliyordu. Saçımı gelişi güzel toplayıp kapıya yöneldim. Draco gelmiş olmalıydı ve benim hemen onunla konuşmam gerekiyordu. Hızla odamdan çıkıp tam karşıda ki odaya yürümeye başladım. Kapıyı çalıp içeri girdiğimde Draco konuşmaya başlamıştı

"İyi uydun mu?"

"Fazlasıyla" dedim ve neredeyse geveleyerek ekledim "Ve bu benim canımı sıkıyor"

Draco elindeki kitabı bırakıp çalışma masasından kalkarak yanıma geldi ve belimden hafifçe ittirerek kadife koltuklara oturttu ve o da yanıma oturdu

"Kendini suçlama, Ölüm Yiyen olmak isteyen herkes bunu yapmak zorunda" dedi ve ekledi "Yani onlar için "zorunda" kelimesini kullanmak pek doğru olmaz ama, neyse"

"Yani, sende mi..?" diye sordum şaşkınlıkla. Draco'nun birini öldürmüş olabileceğini düşünmek bile baştan aşağı saçma geliyordu. En azından benim için

"Hayır, büyükbabam ve babam zaten Ölüm Yiyen olduğu için benim kendimi kanıtlamam gerekmedi"

"Benimde annem, babam ve büyükbabam Ölüm Yiyen'di. Ben neden bu torpilden faydalanamadım?"

"Yani, annenin Ölüm Yiyen'lere ihanet etmiş olması, seni, yoldaşlık üyelerinden birinin büyütmüş olması ve Potter'ın en yakın arkadaşı olmanı sayarsak, büyükbabanın ve babanın torpili pekte işe yararmış gibi durmuyor"

Derin bir nefes alıp durdum. Draco bu konuda kesinlikle haklıydı

"Her neyse, seninle konuşmak istediğim bir şey var. Onun için gelmiştim" dedim ve bir ayağımı koltuğun üzerine koyup diğer ayağımın yerden temasını kesmeden Draco'ya iyice döndüm "Önemli bir konu"

Draco kaşlarını hafifçe çatarak bana bakmaya başlayınca devam ettim

"Aslında bunu nasıl söyleyeceğimi bilmiyorum.. Yani senden böyle bir şey istemek benim için biraz utanç verici ama.." dedim ve sustum. Nasıl devam edeceğimi bilmiyordum

"Söyle güzelim?"

"Benim.."

"Evet?"

"Benim biraz paraya ihtiyacım var.." diye söyleyiverdim sonunda. Bu kadar gururlu olmasaydım belki istemesi daha kolay olabilirdi

Draco hafifçe nefes vererek gülümsedi "Bu muydu?"

"Ne olmasını bekliyordun?"

"Sadece bunun olmasını beklemiyordum" dedi ve ayağa kalkıp yatağının yanındaki masanın üzerinde duran küçük sandığı açarken devam etti "Ne kadar gerekiyor?"

"300 Galleon" dediğimde Draco şaşkınlıkla bana döndü. Bu kadar yüksek bir miktar söylememi beklemiyordu. O bana öyle bakınca ayağa kalkıp ona doğru yürürken aceleyle ekledim "Söz veriyorum banka hesabım açılır açılmaz geri ödeyeceğim"

(300 Galleon yaklaşık olarak 3.000 dolar ediyor. 300 Galleon (Altın) = 5.100 Sickle (Gümüş) = 147.900 Knut (Bronz) Bir çok orta gelirli aile aylık olarak en fazla 80 Galleon maaş alıyor)

"Tabii ki o parayı borç olarak vermeyeceğim, ama o kadar parayı ne yapacaksın?"

"Ve bende tabii ki o parayı sana geri ödeyeceğim. Sadece nedenini sorma"

"Y/N-"

"Draco, ne dersen de geri ödeyeceğim. Bunu tartışmayalım istersen. Sadece paraya çok ihtiyacım var"

"Bir belaya bulaşmadın, değil mi?" diye sordu kaşlarını çatarak

"Hayır, yani belaya bulaşabileceğim bir zaman aralığım yok. Bütün günlerim odamda geçiyor" dedim ve ekledim "Parayı verecek misin?"

Draco hafifçe kafasını sallayıp konuştu "Önce bankaya gitmem gerekiyor" dedi ve sandalyenin üzerindeki ceketini almak için birkaç adım attı

Hemen bir adım arkasından adımlayarak konuştum "Bende seninle gelebilir miyim?"

"Buna izin vermeyebilirler"

"Lütfen, bütün yaz boyunca burda tıkılıp kaldım. Yani, seninle aynı evde olmaktan şikayetçi değilim ama, çok sıkıldım Draco.."

Draco bir süre bana baktı. Beni de götürmek istediği belliydi ama özellikle Lordun bana karşı tutumu ve diğerlerinin şüphesi karşısında nasıl izin alacağını düşünüyor gibiydi. En sonunda hafifçe gülümseyerek konuştu

"Git giyin hadi"

Sevinçle Draco'nun boynuna atladım ve yanağından öperken konuştum "Teşekkür ederim!" ardından koşarak odadan çıktım ve kendi odama geçip hazırlanmaya başladım

İnanılmaz bir hızda 15 dakikada hazırlandıktan sonra merdivenleri koşarak indim. Draco da zaten merdivenin başında beni bekliyordu

"İşimiz çabuk bitmez değil mi?" dedim son basamağı da inip onun yanına geçip yürürken. Buraya çabucak dönmek gibi bir isteğim yoktu

"Bitmemesini mi istiyorsun?" diye gülümseyerek sordu Draco. Bitmemesini istediğimi biliyordu ama yine de cevap verdim

"Evet" dediğim sırada salonun önünden geçmiş, neredeyse kapıya ulaşmıştık ama Bella'nın sesi, bizi olduğumuz yerde durdurmuştu

"Bir yere mi gidiyorsun Draco?"

"Diagon Yolu'na gidiyoruz"

"Gidiyoruz?"

"Y/N ve ben"

Bella, Draco'nun sözlerinden sonra büyük bir kahkaha attı ve devam etti "Bu çok komik bir şakaydı Draco"

Draco derin bir nefes aldı. Bu evden, birileriyle tartışmadan çıkmayacağını anlamıştı. "Bu bir şaka değildi teyze"

"O zaman daha da komik" dedi ve bize doğru yürüyerek devam etti "O kız, bu evden dışarıya adımını atmayacak"

"Pardon?" diye bir adım öne çıktım. Ne demekti şimdi bu? Benden resmen, tutsakmışım gibi bahsediyordu

"Bu evden dışarı çıkamazsın" diye tekrar etti Bella. Ve bunu yaparken oldukça mutlu görünüyordu

"Sebep?" sakinliğimi git gide kaybediyordum ama ona herhangi bir şey yapacak olursam bunun sonuçları benim için hiç iyi olmayacaktı

"Draco bunun cevabını çok iyi biliyor tatlım. Neden ona sormuyorsun?"

"Draco?"

Gözlerini yavaşça Bella'dan bana çevirdi ve konuşmaya başladı "Senin Potter'a bilgi vereceğinden şüpheleniyorlar"

"Ne?" dedim şaşkınlıkla. Tamam, haklı bir şüphe. Ben olsam bende şüphelenirdim ama Bella gibi bir salaklık yapıp bunu dile getirmek yerine gizlice takip eder ve suç üstü yapardım

"Y/N'nin yanından ayrılmayacağımı biliyorsun. Evet tek başına çıkamaz ama yanında ben olacağım. Lordun ne söylediğini unutma" dedi. Draco böyle söylediğine göre muhtemelen yanımda bir Ölüm Yiyen olmadan dışarı çıkmamın yasak olduğunu söylemişti

"Lordun söylediklerini çok iyi hatırlıyorum Draco"

"Sorun ne o zaman?"

"O halde bende sizinle geliyorum"

"Benden de mi şüpheleniyorsun teyze?"

"Doğrusu bu konuda çokta güven verdiğin söylenemez"

"Ben bu kadınla hiçbir yere gitmem" dedim Draco'ya dönüp kolundan tutarak

"Yanınızda biri olmadan hiçbir yere gidemezsiniz"

"O zaman onlarla ben giderim" merdivenin sonundan gelen sese döndüğümde Mattheo ile göz göze geldim. Anında bize doğru yürümeye başladı

Harika, bir bu eksikti. Bella gelseydi en azından Draco'ya mesafeli davranmak zorunda kalmayacaktım. Ne hallere düşüyorum ya..

Bella, Mattheo'ya şöyle bir baktıktan sonra gözleri parladı ve aniden gülümseyerek "Bu harika bir fikir!" dedi

Tam bir şey söylemek üzereydim ki Draco'nun Mattheo'ya attığı o bir saniyelik bakış bir çok şeyin aynası olmuştu bana. Rahatsızlık, şüphe, belki biraz da öfke...

Mattheo, Draco'nun bakışını hiç görmeden yanımıza geldi, Draco'nun bu durumdan ne kadar rahatsız olduğu o kadar açıktı ki, bir an ağzımı açıp ona bir şey soracak gibi oldum ama ikimiz de sustuk. Ardından Draco belime dokunup dönmemi sağlayarak yürümeye başladı.

Draco o kadar hızlı yürüyordu ki yanında nerdeyse koşmak zorunda kalıyordum. Bu yüzden dışarı çıkıp cisimlenmemiz dakikalarımızı bile almamıştı...

Gringotts Büyücü Bankası'nın biraz ilerisine cisimlendiğimizde midem bulanır korkusuyla birkaç saniye öylece durdum ama bulanmamıştı. Sanırım bu şeye sonunda alışıyordum

"Gidelim mi?" diye sordu Draco bana doğru eğilerek. Kafamı salladığımda önümdeki birkaç basamak merdiveni tırmanmaya başlamıştım ki Draco'nun sesi yeniden yükseldi "Nereye gidiyorsun? Banka bu tarafta"

Arkamı döndüğümde Mattheo'nun bizim tam tersimiz yönünde yürüdüğünü gördüm

"İkimizin de bu gün için farklı planları var"

"Ya teyzem?"

"Yapma Draco, size güvendiğimi biliyorsun. Peşinize bekçi olarak takılacak halim yok"

Draco kaşlarını çatıp bir şeyler söylemek için ağzını açtığında onu, kolundan hafifçe dürterek "Sorgulamasana" diye fısıldadım. Ardından Mattheo'ya dönerek ekledim "1 saat sonra burda buluşuruz. Eve ayrı ayrı dönmeyelim"

Matt kafasını sallayıp kendi yoluna döndü. O biraz ilerledikten sonra Draco'nun elinden tuttum ve bankaya doğru yürümeye başladım..

"O, bankaya gideceğimizi bilmiyor değil mi?"

"Bilmiyor" dedi ve yürümeye devam ederken bana döndü "Hâlâ o kadar parayı ne yapacağını merak ediyorum"

"Eğer sana söylersem, sonra seni ortadan kaldırmak zorunda kalırım" dedim gözlerimi kısıp dramatik bir şekilde etrafı kolaçan ederek

"Gerçekten mi?" diye sordu kaşlarını kaldırıp inanamaz bir bakış atarak. Benden daha fazlasını beklediği belliydi

Omuz silktim. "Tamam tamam. Aslında malikanenin altına gizli bir tünel kazıp kaçış planı yapıyorum. Tabii kazma ve kürek için biraz bütçeye ihtiyacım vardı" dedim, mümkün olduğunca ciddi bir yüzle.

Draco, gözlerini devirerek derin bir nefes verdi ama dudaklarının kenarı belli belirsiz yukarı kıvrılmıştı. "Bazen neden seninle sevgili olduğumuzu sorguluyorum" diye mırıldandı.

"Çünkü güzelim, zekiyim, eğlenceliyim, şansızım, bundan daha kötüsü başıma gelemez dediğim her an aklıma dahi gelmeyecek türden berbat şeyler yaşıyorum ve sen gizliden gizliye kaosa bayılıyorsun" diye ekledim, yürümeye devam ederken,

"Ve bir cümleye neşeli başlayıp hayatı sorgulatacak bakışlar attırarak bitirmekte üstüne yok" dedi Draco

Tuhaf bir şekilde neşeli olmak vicdan azabı çekmeme neden olunca böyle oluyor..

Küçük sohbetler eşliğinde bankaya girdiğimizde bir tane cin cüce hemen yanımıza gelerek Draco'la ilgilenmeye başladı. Aralarında bir şey konuştuktan sonra bana döndü

"Birazdan dönerim" kafamı sallayıp etrafıma bakmaya başladım. Gerçekten büyük bir bankaydı ve cin cüceler bir saniye bile durmadan çalışıyordu..

Birkaç dakikadır Draco'yu bekliyordum ve sıkılmaya başlamıştım. Saate bakmak için kafamı kaldırdığımda tanıdık bir yüz görmüştüm. Yanına gidip gitmemekte kararsız kalsam da gitmenin daha iyi olacağına karar verip ona doğru adımladım

"Astoria?"

O bana hızla döndüğünde yanındaki yaşlı kadın da onu taklit etmişti "Y/N? Burda ne işin var?"

"Şey, biz-" Draco'nun arkamdan gelmesiyle cümlemi yarıda kesmek zorunda kalmıştım

"Astoria" dedi ve duraksadı. Sonra yaşlı kadına bakarak ekledi "Ve sizde Bayan Greengrass olmalısınız. Sizi burda görmeyi beklemiyordum"

"Yüce Merlin! Sen Abraxas'ın torunu musun? Ona, fotoğraftakinden daha fazla benziyormuşsun"

"Ve sizde fotoğraflardakinden daha genç görünüyormuşsunuz" dedi Draco hafifçe gülümseyerek. Araya giren kısa bir sessizliğin ardından Astoria konuştu

"Beraber mi geldiniz?"

"Evet, birkaç işimiz vardı" dedi Draco

"Astoria, bu genç bayanla bizi tanıştırmayacak mısın?"

"Özür dilerim büyükanne nerdeyse unutuyordum. Bu Y/N Black" dedi

"Memnun oldum efendim" dedim

Ardından bana dönüp ekledi "Bu da büyükannem Daphne Greengrass"

"Ah, hatırladım. Bana daha önce bahsettiğin hanımefendi bu. Bende memnun oldum genç bayan" dedi gülümseyerek

Daha önce bahsettiği?

"Büyükanne!"

Kadın hafifçe gülümseyip konuştu "Her neyse, ben işlerimi hallederken sen de beni burda bekle tamam mı?" dedi ve bir cevap beklemeden yanımızdan ayrıldı

Astoria, büyükannesinin arkasından bakakalmıştı. Hafif bir nefes verdi, sonra gözlerini bana çevirdi. Önceden düşmandık, ama artık aramızda eski keskinliğin yerini garip bir ılımlılık almıştı. O da bunu fark etmiş olmalıydı çünkü gözlerini kaçırıp hafifçe boğazını temizledi.

"Ee.. Alışabildin mi? Orda rahat mısın?"

Draco göz ucuyla bana baktı, ben de hafifçe omuz silktim "İçinde yaşayan birkaç kişiyi saymazsak gayet rahatım"

"Biliyor musun, eskiden seni görmeye bile tahammül edemezdim"

Gözlerimi kıstım. "Bu karşılıklıydı"

Sonra istemsizce ikimiz de hafifçe gülümsedik. Bu, ikimizin de düşündüğünden daha garipti. Eskiden birbirimize hakaret etmek için fırsat kollarken, şimdi... bir şekilde daha anlayışlıydık.

Draco sessizce bizi izliyordu. "Bu değişik" dedi, dudaklarında belli belirsiz bir gülümsemeyle.

"Ne?" diye sorduk aynı anda

"Birbirinizi öldürmeye çalışmamanız"

Astoria gözlerini devirdi "Abartma Malfoy"

Tam ona bir cevap verecekken, bankaya giren biri dikkatimi dağıttı. Bu Mattheo'ydu

Gözleri bankanın içini hızla taradı ve sonunda bizi fark etti. Kaşları anında kalktı ve bizi burda görmenin şaşkınlığıyla gülümseyerek yanımıza gelmeye başladı

"Ne tesadüf"

Draco iç çekti, ben ise içimden bir küfür savurdum. Onun burada ne işi vardı ki? Mattheo burada olduğumuzu bilmemeliydi.

O, bize doğru yaklaşırken Astoria hafifçe fısıldadı. "Bu kim?"

"Lordun oğlu" diye mırıldandım

Mattheo yanımıza gelip durdu, kollarını göğsünde kavuşturdu "Burda ne yapıyorsunuz?"

Astoria ile kısa bir bakıştık, sonra olabildiğince doğal bir ifadeyle cevap verdim. "Astoria Greengrass, okuldan arkadaşım. Onu görünce yanına geldik"

Mattheo'nun kaşları hafifçe kalktı. Bakışlarını Astoria'ya çevirdi, sonra dudakları alaycı bir gülümsemeye kıvrıldı. "Sen Draconun eski kız arkadaşı değil misin?"

Astoria, Mattheo'nun sözleriyle donakalmış gibiydi. Şaşkınlıkla Draco'ya ve bana, sanki bir şeyleri yanlış duymuş gibi baktı

"Sen..." diye başladı ama ne diyeceğini bilemiyor gibiydi

"Evet, o" diye hızlıca araya girdim. Astoria, Mattheo'nun bizim ilişkimizi bilmediğini bilmiyordu. Bu yüzden o, pot kırmadan önce cevap vermiştim

Mattheo başını yana eğdi, gülümsemesi genişledi. "Bu çok ilginç" dedi ve bir an duraksadıktan sonra hafifçe başını salladı "Memnun oldum"

Astoria, hafifçe kafasını salladı ve nedense gözlerini hemen kaçırdı.

"Burada ne işin var?" diye sordu Draco, Mattheo'ya dönerek

"Birkaç işim vardı" dedi umursamazca. Gözleri kısa bir an Astoria'ya kaydı. Ve sonra tekrar bana ve Draco'ya baktı.

Astoria gözlerini yere indirdi ve sessizleşti. Lordun oğlu olduğu için yanlış bir hareket yapmaktan çekiniyor olmalıydı.

Draco ve Riddle konuştuğu sırada Riddle bir anda hızlıca bir adım attı ve Astoria'yı kolundan tutup hafifçe geri çekti.

"Dikkat et"

Tamda o anda yanımızdan önünü bile görmeyecek derecede fazla, bir yığın evrak taşıyan bir cin cüce geçmişti. Astoria'ya çarpmaktan ise son anda kurtulmuştu. Neyseki Riddle tam zamanında fark edip onu kenara çekmişti

Astoria, irkilerek başını kaldırdı "Teşekkür ederim"

"Birileri şu aptal yaratıklara, boyundan büyük işlere kalkışmamaları gerektiğini öğretmeli" dedi Riddle cin cücenin ardından bakarken

Astoria bir şey demedi, ama ellerini önünde bağladı. Yüzünde belli belirsiz bir mahcubiyet vardı

Riddle, cin cücenin ardından soğuk bir ifadeyle baktıktan sonra, gözlerini tekrar Astoria'ya çevirdi "Babanı hiç göremiyorum, Ölüm Yiyenler arasında adı var ama toplantılarda hiç bulunmuyor"

Astoria, bir an duraksadı. Ellerini sıktı, ama sonra yüzüne kontrollü bir ifade yerleştirerek cevap verdi. "Babam genelde kendi işleriyle meşgul" dedi, sonra, biraz daha alçak bir sesle ekledi, "Ama merak etmeyin, size gizliden gizliye yardım ediyor"

Mattheo, başını hafifçe yana eğerek ona baktı. Yüzünde herhangi bir duygu belli etmeyen o tipik ifadesi vardı. Sözleri tam olarak kabul etmiş gibi görünmüyordu, ama sorgulamak da istemiyordu. "Öyle mi?" dedi sadece, belirsiz bir gülümsemeyle.

Astoria, gözlerini kaçırdı. Bu konuşmanın fazla uzamasını istemiyormuş gibi bir hali vardı. Belli ki ailesinin durumunu konuşmak, onun için çok da rahat bir konu değildi.

Konuşmanın fazla uzamasını engellemek ve Astoria'yı düştüğü durumdan kurtarmak için söze girdim

"Her neyse, Riddle, senin yapacak işlerin yok muydu?"

"Doğru" dedi ve ekledi "Gitsem iyi olur"

İyi ne kelime, muazzam olur

Gözlerimi kısıp sahte bir gülümsemeyle kollarımı göğsümün altında bağladıktan sonra kafamı salladım. Neyse ki Riddle'ın oyalanacak vakti yoktu. Yoksa hiçbir güç onu burdan gönderemezdi..

O gittikten kısa bir süre sonra Astoria'nın büyükannesi yanımıza gelmişti

"Tüm işler bitti Astoria. Baban daha da meraklanmadan eve dönsek iyi olur" dedi ve Daphne Greengrass bizimle vedalaştıktan sonra önden yürümeye başladı. O biraz uzaklaştıktan sonra Astoria bana döndü

"O zaman, sonra görüşürüz?" dedi sorar gibi

"Görüşürüz" diye karşılık verdim hafifçe gülümseyerek

Benden sonra Draco'ya dönüp bir kere kafasını salladı. Draco da aynı şekilde karşılık verdikten sonra hızla uzaklaştı

Draco ile yan yana çıkışa doğru yürürken kollarımı birbirine kavuşturdum ve ona bakmadan konuşmaya başladım.

"Demek Astoria'nın büyükannesine kadar tanıyorsun" dedim sesime hafif bir ima yerleştirerek

Draco, biraz dağınık bir ifadeyle kaşlarını kaldırdı. "Ne? Kendi gösterdi, ne yapsaydım, gözümü mü kapatsaydım?"

Bana gayet masum bir şey yapmış gibi bakıyordu ama içimde hafif bir kıskançlık dalgası yükseldi. Kaşlarımı hafifçe çattım.

"Gözlerini çıkarsaydın" diye mırıldandım fark etmeden adımlarımı hızlandırıp onu geçerken.

Draco'nun arkamdan hızla bana yetiştiğini hissettim ama ona bakmamaya kararlıydım "Merlin aşkına, ciddisin yani?" dedi, adımlarını benimkine uydurmaya çalışırken.

Omuz silktim, hala yüzümü ona dönmüyordum. "Kim bilir zamanında işler ne kadar ciddiye bindi de haberimiz yok"

Draco iç çekti. "Hadi ama, Y/N. Şimdi gerçekten de saçmalıyorsun"

Gözlerimi devirdim ama hala ona bakmadım. "Ben mi saçmalıyorum? Tabi tabi, eminim diğer aile üyeleriyle de çok iyi anlaşmışsındır"

Draco yanımda homurdandı "Anlaşmak zorundaydım. Yapabileceğim bir şey yoktu"

Beni sinirlendirdiğini bildiği halde bu kadar umursamaz oluşu iyice canımı sıkıyordu. Dudaklarımı sıktım ve daha da hızlandım.

Draco pes etmeye niyetli değildi. "Tamam, özür dilerim" dedi sonunda, sesi biraz daha yumuşamıştı. "Ama gerçekten, o zamanlar yapabileceğim bir şey yoktu"

Onunla konuşmamaya devam ettim. Trip atmakta gayet başarılıydım ve o, bunu fark ettiğinde hafifçe güldü. "Tamam, tamam. Ama en azından bana bakar mısın?"

Draco'nun sözlerinden sonra olduğum yerde kaldım. Gözlerimi kıstım ve kollarımı serbest bırakarak karşıma bakmaya başladım

"Hadi ama güzelim, bana gerçekten bu kadar kızmış olamazsın?" dedi ama ben hâlâ çatık kaşlarla önüme bakıyordum

"Y/N-" diye tekrar konuşacak oldu ama elimi kaldırıp onu susturdum ve baktığım yeri işaret ederek konuştum

"Şurdaki Remus mu yoksa ben mi yanlış görüyorum?"

Draco gözlerimi takip ederek baktığım yere baktığında onunda kaşları çatılmıştı

"Evet, o" dedi ve ekledi "Burda ne yapıyor?"

"Takip edelim" dedim ve onun elinden tutup sessizce Remus'un peşine takıldım. Onu o kadar çok özlemiştim ki, birkaç saniyeliğine de olsa ona sarılmak, onunla konuşmak için nelerimi vermezdim...

Kısa bir takibin ardından ara sokaklardan birine girince hızlandım. Remus'un uzun paltosunun uçları rüzgârda hafifçe dalgalanırken, gölgesi kaldırım taşlarına düzensiz bir şekilde vuruyordu. Nefesimi tuttum, uzun zamandır beklediğim an gelip çatmıştı.

Derin bir nefes aldım ve sesim biraz titreyerek ona seslendim..

"Remus"

~~~~

Bu zamana kadar kafanızda şekillenen tüm teorileri buraya yorum olarak yazın. Y/N, Draco ve Mattheo hakkında ne düşünüyorsanız, kitabın sonunu nasıl tahmin ediyorsanız yazın. Ayrıca kehanetler hakkındaki görüşlerinizi de yazın 🤍🤍

"Seçilmiş kişiyi kurtaranlar tamamlanmadan felaket kaçınılmaz. Son varise güven, ihanet eden ölmeden adım atma"
35. Bölüm

"Geç kalınmış ihanet, ihanet değildir. Kaderi elinden alınmış olana yardım et çünkü sadece karanlık taraftaysan kazanabilirsin. Ölüler dirilmez ancak gerçekten ölüyse, ilacı seçilmişte olsa da şifası çömezde"
35. Bölüm

Yenmek için en güçlü silahla sağ kalanı
Aramalısın ölümle, düşmanını.
Kolay belki girmesi
Ama çıkamaz öyle her kişi.
İstiyorsan aradığın şeyi bulmak
Tek ihtiyacın bir Grindelwald
45. Bölüm

"Ölümsüz ruhun kalbi, ışıkla atacak; iyi ile kötü arasındaki dengeyi sağlayacak.
Bedeni karanlığa çekilse de, kalbi dostları için atacak.
Bir can alacak ama bin can kurtaracak; karanlığın içinden bir umut doğacak.
Sadakatsizliği, en büyük sadakat olacak; bir ruhun ihaneti, binlercesinin kurtuluşu olacak.
Ve sonunda, karanlıkla aydınlık arasındaki ince çizgide,
En büyük güç, kalbinin sesini dinleyende olacak"
46. Bölüm

Vote sınırı 70
Beğenmeyi ve yorum yapmayı unutmayın.
Sizi seviyorumm♡♡

 

Bölüm : 16.03.2025 14:19 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...