Vote sınırı 70
Beğenip yorum yapmayı unutmayın
Sizi seviyorum ♡♡
Kafamı gökyüzünden indirince, hem Draco'nun hem de Mattheo'nun bana elini uzattığını gördüm. Seçmek çokta zor olmamıştı. Draco'nun elini tuttuğumda Mattheo hafifçe sırıtarak önüne döndü ve diğerleri gibi sisler eşliğinde yükseldi. Draco'ya sımsıkı sarıldığımda bizde aynısını yapmıştık..
İçgüdüsel olarak kapattığım gözlerimi, ayaklarım yere değer değmez yeniden açmıştım
"Sihir Bakanlığı mı?" diye mırıldandım etrafıma bakarken. Sonra aniden Draco'ya dönüp korkuyla sordum "Draco, yoksa-"
"Evet.."
Korku ve dehşetle ellerimle ağzımı kapattım. Bu gerçek olamazdı, bu kadar ileri gidemezdi.. Onca insan.. Ona katılmak istemeyen onca insan, şimdi ölecek miydi..?
"Diğerleri nerde?" diye sordum çaresizce
"Diğerleri bizden emir bekliyor" diye arkamdan yaklaştı Mattheo. Hızla arkama döndüm
"Ne emri?"
"Bu kadar aceleci olma Y/N. Birazdan öğreneceksin" diyen kişi ise Mattheo'nun hemen yanından geçip giden Karanlık Lordun kendisiydi
Meraklı gözlerle erkeklere baksam da hiçbirinden bir cevap alamayacaktım. Zabini, Mattheo, Draco ve ben sessizce Lordun peşine takıldık..
Sihir Bakanlığı'nın soğuk taş koridorlarında yankılanan ayak seslerimiz, içimde kopan fırtınaları bastıramıyordu. Yüzümde ifadesiz bir maske vardı ama içim... içim kan ağlıyordu. Bunu göstermek gibi bir lüksüm yoktu. Karanlık Lordun güvenini kazanmalıydım. En ufak bir tereddüt, en ufak bir yanlış bakış, sonum olurdu
Yanımda Draco yürüyordu. Kimse fark etmeden, elini hafifçe elime kenetledi. Beni teselli etmeye çalışıyordu. Biliyordu. Gerçekte ne hissettiğimi sadece o biliyordu
Lordun arkamızda bıraktığı gölgeler bile ağırdı. Sinsice ilerlerken, bakanlığın içindeki adamlarımızın açtığı yolu takip ettik. Kimseden ses çıkmıyordu. Zaten böyle bir ortamda söylenecek bir şey de yoktu. Hepimiz, emirleri harfiyen yerine getirmek zorundaydık
Rufus Scrimgeour'un ofisinin kapısına geldiğimizde, içimdeki korku iyice sıkıştı. Ama dışarıdan yalnızca kararlı, hatta belki de umursamaz görünüyordum. Mattheo'nun parmakları asasına hafifçe sıktı. Zabini'nin yüzü taş kesilmişti. Hepimiz, Lordun arkasında durduk
Karanlık Lordun bir işaretiyle yanımızdaki iki Ölüm Yiyen kapıyı açtı ve biz içeri süzüldük.
Scrimgeour, masasının arkasında dimdik duruyordu. Gözlerindeki yorgunluk ve inatçı bakış, teslim olmayacağını gösteriyordu. Fakat odanın içine yayılan karanlık aura, sonunun yaklaştığını fısıldıyordu.
Voldemort ağır adımlarla masasına doğru yürüyerek tiz sesiyle konuştu
"Scrimgeour, dostum... Seninle medeni bir konuşma yapmaya geldim"
Bakan, tek bir kelime bile etmeden asasını kaldırdı ve saldırıya geçti. O, elinden geleni yaptı. Ofisin içi kıvılcımlar, patlamalar ve yankılanan büyülerle doldu. Ama hepimiz biliyorduk, bu bir oyalama çabasıydı. Ne kadar güçlü olursa olsun, Voldemort'un karşısında fazla dayanamazdı.
Sonunda, Bakan sendeledi. Gücü tükenmişti. Birkaç adım geriye çekildi, ama kaçacak yeri yoktu. Draco ve Zabini, aynı anda asalarını ona doğrultarak kaçmasını imkânsız hale getirdi. Bense nefesimi tutmuş, olanları izliyordum
Voldemort başını hafifçe yana eğerek alaycı bir şekilde konuştu
"Beni uğraştırmayacağını umuyordum. Anlaşılan yanılmışım. Ama bir şeyi merak ediyorum.. Acı içinde kıvranarak ölmek mi istersin, yoksa işe yarar biri olarak hayatta kalmak mı? Seçimini yap. Harry Potter nerede?"
Bakan'ın gözleri parladı, ama yine de tek kelime etmedi. Bunun üzerine Karanlık Lord asasını yeniden yavaşça kaldırdı
"Crucio"
Bakan, büyünün etkisiyle yere diz çöktü, ağzından kaçan acı dolu bir inilti odada yankılandı. Fakat yine de tek kelime etmiyordu
"Ah, ne kadar asil.. Ama senin gibi insanlar, gereksiz yere acı çekmeyi erdem sanıyor. Ne yazık ki, er ya da geç herkes kırılır, Scrimgeour"
İşkenceyi kesip ona biraz soluklanma fırsatı verdikten sonra Voldemort devam etti
"Bu gereksiz inadı bir kenara bırak ve bana Harry Potter'ın yerini söyle. Yoksa acın, hayal edemeyeceğin boyutlara ulaşacak"
Bakan titreyerek doğruldu ve kanlı dudaklarını araladı
"Ben.. asla.. onlara ihanet etmem"
Voldemort'un ince dudakları hafifçe kıvrıldı. Son darbeyi vuracağını düşündüm. Ama sonra... birdenbire, bakışlarını bana çevirdi.
"İşini bitir, Y/N. Bakanı öldür"
Damarlarımdaki kan çekildi. Bir an için ne duyduğumu idrak edemedim. Tüm gözler üzerimdeydi. Draco'nun yüzünde fark edilmesi zor bir gerginlik vardı. Mattheo ve Zabini ifadesizdi. Ama asıl önemli olan, Lordun gözleriydi; beklentili, sabırsız.
Kaçışım yoktu. Bu benim sınavımdı ve geçmek zorundaydım..
Elimi yavaşça cebime götürdüm ve asamı çıkardım. Bunu yapmak zorundaydım. Karanlık Lordun güvenini sarsamazdım. İçimdeki tüm karmaşayı, tüm çığlıkları susturdum ve Bakana yaklaştım
Scrimgeour, acıyla kıpırdanarak bana baktı. Gözlerinde korkunun yerini umutsuz bir umut aldı
"Lütfen," diye inledi. "Bunu yapmak zorunda değilsin. Gençsin... Kendi seçimlerini yapabilirsin... Şimdiye kadar yaptıklarının hepsini affederiz.."
Durmadım. Birkaç adım daha attım. Asamı sıkıca kavradım.
"Beni öldürürsen... Onlar da seni öldürecek," dedi titrek bir sesle. "Bunu biliyorsun, değil mi? Çocuklarım var. Bir ailem var. Onlar babasız kalacak..."
İçimde bir şeyler titredi. Ama yüzüm asla bunu belli etmedi.
Gözlerimi kırpmadan ilerlemeye devam ettim. Bunu yapmak zorundaydım. Lordun gözlerinin içine bakarak tereddüt edemezdim.
Scrimgeour'un nefesi hızlandı. Umutsuzluğa kapılmış bir adamın tek yapabileceği şeyi yaptı
"AVADA KEDAVRA!"
Zümrüt yeşili ışık bana çarpıp söndü ve hiçbir şey olmadı. Yürümeye devam ettim.
Bakan'ın gözleri hayretle açıldı.
"Hayır... Bu... İmkânsız... Söylenti doğru muydu.?"
Bir adım daha attım.
"AVADA KEDAVRA!"
Yine. Bir adım daha.
Bakan'ın elleri titremeye başladı. Beni öldüremeyeceğini anladı. Korku yüzüne oturdu.
Sonunda, önüne kadar geldim. Bana çaresizlikle baktı.
Bir saniyeliğine, her şey durdu.
Sonra, gözümü bile kırpmadan, kelimeleri fısıldadım.
"Avada Kedavra"
Zümrüt yeşili ışık gözlerini söndürdü. Rufus Scrimgeour, cansız bedeniyle yere yığıldı.
Odadaki sessizlik kulaklarımı uğuldatıyordu. İçimde bir şey kırılmıştı. Ama yüzüme yansıyan tek şey soğuk bir ifadesizlikti
Başımı kaldırıp Karanlık Lorda baktım. O ise... gülümsemişti.
"Sihir Bakanı öldü!" diye coşkuyla bağırıp bakanlıktaki casuslarına dönerek devam etti "Artık Harry Potter'ın saklandığı yeri bulabilirim. Hemen bana onun bilgilerini getirin"
Sesi zaferle yankılandı, ardından hızla odadan çıktı. Bakanlıktaki birkaç adam da peşinden giderken odada yalnız kaldık. Mattheo, Zabini, Draco ve ben.
O an, içimde bastırmaya çalıştığım her şey çözüldü. Gözümde asılı kalan yaş, nihayet süzülerek yanağımdan aşağı aktı. Sonunda beklediğim ama asla olmamasını umduğum şey gerçekleşmişti. Katil olmuştum..
Tarifsiz bir duygu içimi kemiriyordu. Scrimgeour, gözlerimin içine bakarak merhamet dilemişti... ama ben, gözümü bile kırpmadan onu öldürmüştüm. Şimdi geride bıraktığı ailesi ne yapacaktı? Çocukları... Karısı...
Düşünceler zihnimi sararken, Draco yavaşça yanıma yaklaştı. Gözümden süzülen yaşa işaret parmağının tersiyle dokunarak sildi. Sesi neredeyse fısıltılıydı
"Şimdi değil... Burada olmaz."
Vücudum hafifçe titredi. Ağlamamak için kendimi zor tutuyordum ama Draco haklıydı. Şu an zayıflık gösteremezdim. Derin bir nefes alıp gözlerimi tavana diktim, gözyaşlarımı geri çekmeye çalıştım.
Bunu daha sonra yapacaktım. Şimdi daha önemli bir meselemiz vardı. Lordun, Harry'nin yerini bulması an meselesiydi ve ben bunu durdurmak için hiçbir şey yapamıyordum. Elim kolum bağlı kalmıştım..
Hepimiz Lordun peşine takılmış ördek ailesi gibi ilerliyorduk. Bakan öldüğüne göre, Kovuk'un yeri gizli kalamazdı. Artık tüm bilgilere erişimi vardı ve şimdi Harry'i bulması an meselesiydi..
Derken beklenen oldu. Bakanlık'taki casuslar Harry'nin yerini bulup Lorda söylemişlerdi
"Harry Potter'ı bana getirin" dedi o korkunç gülümsemesiyle
Ölüm Yiyenler, diğerlerine haberi vermek için gittiklerinde Lord bana dönüp tek elini omzuma koyarak konuştu
"Aferin, Y/N. Tıpkı baban gibi, bana sadık bir Ölüm Yiyen olacaksın. Eğer onun yolundan gidersen, sağ kolum bile olabilirsin"
Bana bakarak gülümsediğinde, sanki mideme bir taş oturdu. O sırada etrafımdaki her şey bulanıklaşmış, boğazım düğümlenmiş ve içimdeki sesler çığlık çığlığa haykırmaya başlamıştı. Babam... Lorda sadık bir Ölüm Yiyen miymiş? Hayır. Hayır, olamaz. Babam ona ihanet etmişti. İhanetinin karşılığında da Lord, babamı öldürmüştü.
Peki ya şimdi?
Nasıl olur da ona sadık olduğunu söylerdi? Nasıl olur da onu bir hain değil, sadık bir hizmetkâr olarak anardı?
Karanlık Lord, bulunduğumuz odadan ağır adımlarla çıkarken, Zabini ve Mattheo sessizce peşinden gitmiş, Draco ise yanımda kalmıştı. Ama ben... olduğum yere mıhlanmıştım.
Ayaklarım taş kesilmiş gibi ağırdı, hareket edemiyordum. O kelimeler zihnimde dönüp duruyordu. Midem bulandı, içimde bir şey parçalandı sanki
Babam Lorda sadık değildi. O bir kahramandı. O, Voldemort'a ihanet etti. O, onun tarafından öldürüldü
Öyle değil mi?
Bütün inandığım gerçekler sarsılıyordu. Bütün doğrularım ters yüz oluyordu. Nefes alamıyordum.
Eğer babam gerçekten ona sadıksa, o zaman... onu kim öldürdü?
-Kingsley Shacklebolt'un Ağzından-
Koridorun sonunda aceleyle gelen adımları duyduğumda, elim istemsizce cebimdeki asama gitti. Bakanlıkta işler uzun süredir yolunda gitmiyordu, ama bu... Bu farklıydı. Gelen kişi nefes nefeseydi.
"Neler oluyor?" diye sordum, kaşlarımı çatarken. Gelen, Scrimgeour'un sekreteriydi. Yüzü solgundu, gözleri korkuyla açılmıştı.
"Bakan... Bakan öldürüldü," dedi, sesi titreyerek
Gözlerimi ona diktim
"Ne dedin sen?"
Kadın yutkundu, gözleri telaşla etrafı taradı. Sesi fısıltıya dönüştü. "Bakanlıkta, kendi odasında öldürüldü! Kim-Olduğunu-Bilirsin-Sen ve adamları içeri girdi. Onu sorguladılar. Ona işkence ettiler! O... Yine de Potter'ın yerini söylemedi.."
Soğuk bir ürperti omurgamdan aşağıya indi. Voldemort'un bizzat gelmiş olması her şeyi değiştirirdi.
"Bunu nereden biliyorsun?"
Kadın hâlâ nefesini dengelemeye çalışıyordu. "Kapının önündeydim. Daha önce Lucius Malfoy'un yanında gördüğüm adamlar içeri kimseyi almadı. Sanırım onlar Ölüm Yiyen'di. Ama bir şeylerin ters gittiğini anladım ve... Muffliato büyüsü ile içeriyi dinledim. Onu öldürttü, Kingsley. Kim-Olduğunu-Bilirsin-Sen onu bizzat öldürmedi. Yanındaki biri yaptı."
Gözlerimi kısarak ona yaklaştım. "Kim?"
Kadın başını iki yana salladı. "Tam emin değilim, ama o kız... Hep yanında olan... Y/N adında biri vardı. Onun sesi yankılandı, sonra... Sonra laneti duydum. Bakan yere yığıldı"
Y/N.
Birkaç saniye sessizlik oldu. Aklımda hızla düşünceler uçuştu. Eğer Voldemort buradaysa ve bakan öldüyse, sıradaki hamle belliydi.
Harry.
"Bu bilgiyi kimseye söyledin mi?"
Kadın başını hızla iki yana salladı. "Hayır, doğrudan sana geldim"
Derin bir nefes aldım. Bir saniyeliğine gözlerimi kapatıp planımı kafamda şekillendirdim. Sonra asasını çıkardım.
"Bana güven," dedim. "Ama şimdi hemen buradan uzaklaş. Hiçbir şey olmamış gibi davran. Eğer biri sana soru sorarsa, hiçbir şey duymadığını söyle. Böylece onların dikkatini çekmezsin"
Kadın tereddüt etti ama sonra başını salladı ve hızla uzaklaştı.
Bir saniye bile kaybetmeden, asamı kaldırıp havaya doğru dokundum.
"Expecto Patronum"
Gümüşi bir vaşak, havada şekillenerek parladı. Patronus'um, Harry ve diğerlerine iletmesi gereken mesajı bekliyordu...
~
-Hermione'nin Ağzından-
Düğün hazırlıkları son hız devam ediyordu. Erkekler dışarda çadırı kurarken Ginny ve bende Harry'nin doğum günü pastasını hazırlıyorduk
"Harry geliyor" dedi Ginny camdan bakıp panikle bana döndüğünde, pasta ona sürpriz olacaktı bu yüzden görmesine izin veremezdik. Ama sonra tekrar cama dönüp şaşkınlıkla ekledi "Yanında Sihir Bakanı'yla?"
"Bu zevki neye borçluyuz Bakanım?" diye sordu Harry, kapıdan geçer geçmez
"Bence bu sorunun cevabını ikimiz de biliyoruz Bay Potter" Ginny mutfakta kalırken Ron, ben ve Harry içeri geçip oturduk. Biz yan yana otururken Bakan tam karşımıza oturmuş ve çantasından bir bez çıkartıp masaya koymuştu
Harry "Bu nedir?" diye sorarken, Bakan çantasından bir de mektup çıkarmıştı
"Burada, Albus Percival Wulfric Brian Dumbledore'un son dilek ve vasiyetnamesi yazılı" dedi ve devam etti "İlk olarak Ronald Bilius Weasley'e püfürü bırakıyorum. Kendi icar ettiğim bir alet. umarım ki, her şey kapkaranlık geldiğinde, bu sana ışık tutar"
Masadaki kumaşı alıp açtığında içinden çakmağa benzeyen bir şey çıktı. Ron, elindeki küçük aleti çevirip incelerken kaşlarını çatmıştı. Bakanın söyledikleri kafasında yankılanıyor gibiydi
"Bunu bana mı bırakmış?" diye sordu, şaşkınlıkla
Bakan başını salladı. "Evet"
Ron'un yüzüne yavaşça bir gülümseme yayıldı. "Müthiş. Nedir bu?"
Elindeki aleti daha dikkatlice incelemeye başladı. Küçük, metal bir kutuya benzeyen şeyin üstünde minik bir düğme vardı. Tereddütle düğmeye bastığında, odadaki ışıklardan biri bir anda titreyerek söndü ve o an fark ettik, ışık, küçük bir parıltı halinde cihazın içine hapsolmuştu.
Ron gözlerini büyüterek alete baktı, sonra tekrar düğmeye bastığında, içeride hapsolan ışık, bir anda eski yerine geri döndü.
"Manyak bir şey" diye mırıldandı hayranlıkla.
Onu izlerken istemsizce gözlerimi devirdim. Ron, ne olduğunu anlamadan bir şeyleri kurcalamakta her zaman inanılmaz bir yeteneğe sahipti.
Bakan, sakin bir şekilde vasiyetine devam etti "Hermione Jean Granger'a, elimizdeki Ozan Beedle'ın Masalları kopyasını bırakıyorum. Umarım bunu ilginç ve yol gösterici bulur."
Ron, hafifçe gülümsedi. "Annem bana eskiden bunlardan okurdu. Büyücü ve Zıplayan Kazan, Babbitty Rabbitty ve Kıkırdayan Kütüğü"
Hepimiz ona şaşkınlıkla bakıyorduk. "Hadi ama, Babbitty Rabbitty'yi bilmiyor musunuz?"
Bakan, başını sallayarak okumaya devam etti. "Ve Harry James Potter'a, azminin ve yeteneğinin bir hatırlatıcısı olarak, Hogwarts'taki ilk Quidditch maçında yakaladığı Snitch'i bırakıyorum"
Harry, hemen tepki verdi, ama ben bir an için tedirginlikle kıpırdadım. Harry, kararlı bir şekilde Snitch'e uzandı Bakanın mendille tuttuğu Snitch'i dikkatlice aldı, birkaç saniye boyunca hepimiz sessiz kalmıştık. Gözlerim hala Harry'nin ellerindeki o küçük toptaydı. Ama hiçbir şey olmamıştı.
"Hepsi bu kadar mı?" diye sordu Harry, Snitch'i cebine koyarken
"Hayır. Dumbledore sana ikinci bir miras daha bıraktı. Godric Griyffindor'un kılıcı. Ama maalesef Griyffindor'un kılıcını vermek Dumbledore'a düşmez. Kılıç önemli bir tarihi kalıntı-"
"Harry'e ait" diye Bakan'ın sözünü kestim "Kılıç Harry'e aittir. Sırlar Odası'nda, en çok ihtiyacı olduğu zaman ona gelmişti"
"Kılıç kendini, her değerli Griyffindor'luya gösterebilir, Bayan Granger. Bu onu, o büyücünün malı yapmaz. Ayrıca kılıcın şu an nerede olduğunu kimse bilmiyor"
"Nasıl?" diye soruverdi Ron
"Kılıç kayıp" diye cevapladı Bakan. Ardından bize doğru eğilerek daha kısık bir sesle ekledi "Neyin peşindesiniz bilmiyorum, Bay Potter. Ama bu savaşta kendi başınıza savaşamazsınız. O çok güçlü..."
Bakan gittikten sonra son hazırlıklar da tamamlanmış ve bize sadece giyinmek kalmıştı. Kırmızı elbisemi giyip boncuklu çantamı alarak düğün alanına gittim. Birçok misafir gelmişti bile
Gözlerim hızla Ginny'i aradı. Düğünden sonraki kutlama için onunla konuşmak istiyordum. Sonuçta bu gece yarısı Harry 17 oluyordu..
Onu ararken gözlerim Ron'a ilişti. Onunkiler de bana.. Bu gün, ayrı bir şık görünüyordu. Aslında her zaman şık görünüyordu ama işte, bu gün bambaşkaydı...
Birkaç adımda kendimi onun yanında buldum
"Çok güzel olmuşsun"
Bu beklenmedik iltifat yüzünden kızaran yüzümle konuştum "Teşekkür ederim. Sende öyle.."
Aramıza giren tuhaf sessizlik sonrası konuşmaya başladım "Ginny'i gördün mü?" dediğimde Ron bir anda etrafına bakınmaya başlamıştı. Bende onu taklit ettim..
"Hey, Elphias Doge'ın yanında oturan kişi Harry mi?" Ron'un sözleriyle ona döndükten sonra gözlerini takip ederek baktığı yere baktım. Gerçekten de oydu. Elphias ve yaşlı bir kadınla konuşuyordu. Peki ama orda ne yapıyordu?
"Sence ne konuşuyorlar?" diye sordum
"Bilmiyorum ama Harry'nin yüzüne bakılırsa yeni ve pekte hoşuna gitmeyen bilgiler öğrendiği kesin"
İkimiz de bir süre onları izledikten sonra Harry ayaklandı ve yürümeye başladı. Ancak daha birkaç adım atabilmişti ki çadırın tavanını yırtıp içeri giren mavi-gümüşi bir küre hepimizin korkuyla geri çekilmesine neden oldu. Bu bir Patronus'tu..
"Bakanlık düştü. Y/N Sihir Bakanı'nı öldürdü. Geliyorlar.. Geliyorlar.."
Duyduğum bu kelimelerle birlikte kulaklarım çınlamaya başlamıştı. Sihir Bakanı öldü... Y/N... Y/N Sihir Bakanı'nı öldürdü..?
Daha fazla düşünmeye fırsatım olmadan etrafı bir panik hali sarmalamıştı. Herkes can havliyle kaçışmaya çalışıyordu. O itiş kakışların arasında Ron beni kolumdan yakaladı ve sarıldı. Şimdi ikimiz de Harry'e ulaşmaya çalışıyorduk. O ise panikle Ginny'e sesleniyordu
Remus, o daha Ginny'e ulaşamadan yakasından yakalayıp bize doğru ittirdi. Harry, Ginny'i bırakmak istemese de buna mecburdu. Sonunda üçümüzde bir araya geldiğimizde cisimlenmiştik...
~
Cisimlendikten sonra bile tam olarak kurtulmuş sayılmazdık. Ta ki Sirius'un evine gelene kadar..
İçeri girdiğimizde, üçümüz de kapının önündeyken, koridordan kalkan bir toz bulutu Dumbledore'ın hayaleti gibi şekillenmiş ve hızla üzerimize gelmişti. Korkuyla bir çığlık atarak hafifçe Ron'un arkasına saklandım. Ama tam da o anda toz dağıldı.
"O da neydi?" diye sordu Ron
Onun arkasından çıkıp konuştum "Herhalde Deli-Göz'ün fikridir. Snape casusluğa gelir diye yapmıştır"
İçerden gelen çatırtı sesiyle hepimiz taş kesilmiştik. Bir adım öne çıkıp asamı kaldırdım "Homenum Revelio"
(Belirli bir alanda gizlenmiş veya görünmeyen insanları ortaya çıkarmak için kullanılır)
"Kimse yok.."
~
Gözüme giren güneş ışıklarıyla uyanıp yavaşça doğruldum. Ne Harry ne de Ron yerlerinde değildi. Umarım o ikisi aptalca bir şey yapmamıştır
"Hermione, Harry! Galiba bir şey buldum!" Ron'un sesi yukarı kattan geldiğinde hızla üzerimdeki örtüyü atıp yukarı çıkmaya başladım..
"Regulus Arcturus Black?" anlamaz gözlerle, kapının üzerinde yazan isimi okuyup Ron'a döndüm
"R.A.B."
Merlin! Ben bunu daha önce nasıl fark etmem!?
Üçümüz de aşağı, mutfağa inip madalyonu incelmeye başladık. İçinden bir not çıkmış ve Harry de o notu okumaya başlamıştı
"Siz bunu okumadan çok önce ölmüş olacağım. Gerçek Hortkuluk'u çaldım ve yok etmeyi planlıyorum"
"Y/N'nin babası? Demek Y/N doğruyu söylüyormuş" dedi Ron şaşkınlıkla sandalyede geriye yaslanırken
"Şüphen mi vardı Ron?" diye sordum azarlar gibi
"Senin yok muydu?"
"Yani, tamam biraz inanması güçtü ama-"
"Asıl konumuza dönebilir miyiz artık?" diye sabırsızlıkla lafımı böldü Harry
"Tamam, her neyse" dedim ve dikleşip devam ettim "Asıl konumuz gerçek Hortkuluk yok edildi mi?"
-Y/N'nin Ağzından-
Eğer babam gerçekten ona sadıksa, o zaman... onu kim öldürdü?
"Y/N?" diye elini koluma koydu Draco
"D-Duydun mu? Lordun söylediklerini duydun mu..?"
Draco hafifçe başını salladığında bir kez daha beynimden vurulmuşa dönmüştüm. Bunca zamandır babamın iyi biri olduğuna inanmıştım.. Herkes beni buna inandırmıştı.. Şimdiyse, tüm dünyam tepetaklak olmuştu..
"Nasıl olur? B-Bu nasıl olabilir?"
"Y/N, biliyorum her şey üst üste geldi ama sakin kalmak zorundasın. Eve döndüğümüzde her şeyi beraber atlatırız ama şimdi, lütfen soğukkanlı ol" diye yalvarır gibi konuştu Draco
"Draco, gidiyoruz- N'apıyorsunuz!? Ayrılın!"
Kapı hızla açıldığında, içeri dalan Zabini bizi sertçe birbirimizden ayırdı. Sinirle etrafına bakındı, sanki başımıza ahlak polisi kesilmiş gibi.
"Siz iyice delirdiniz! Bir adım ötede Karanlık Lord ve Mattheo duruyor! Yakalanmak için özel bir çaba mı sarf ediyorsunuz?"
"Kızın halini görmüyor musun, Blaise?" diye karşılık verdi Draco, öfkesi sesine yansıyordu.
"Ölüm Yiyen olmayı kendi seçti, Draco. Ne bekliyordu, el ele tutuşup kutu kutu pense mi oynayacaktık?"
Draco'nun yüzü aniden gerildi. "Onu bilmem ama katil olmayı beklemediği kesin!" diye patladı, ardından suçlulukla bana döndü. "Öyle söylemek istemedim, Y/N-"
Elimi kaldırıp onu susturdum. "Hayır," dedim sakin ama kararlı bir sesle. "Zabini haklı. Toz pembe bir hayat beklemiyordum. Beklememeliydim."
Derin bir nefes aldım, yüzümü ve gözlerimi hızla silip kendimi toparladım. Dik duruşumu takınıp hiçbir şey olmamış gibi kapıdan çıktım. Draco ve Zabini de birkaç adım geriden beni takip ettiler.
Binanın en yüksek katına, tamamen camla kaplı geniş odaya ulaştığımızda, dışarıda kopan kaosu izleyebiliyorduk. Aşağıda çalışanlar panik halinde sağa sola koşuyor, emirler yağdırıyor, belgeler etrafa saçılıyordu. Sihir Bakanı'nın öldüğü haberi binaya bomba gibi düşmüştü.
İleri adım atarak Karanlık Lordun yanına geçtim ve aşağıyı seyrederek, sesimde en ufak bir tereddüt olmadan konuştum "Şimdi ne yapıyoruz, Lordum?"
Karanlık Lord, gözlerini bana dikmiş, yüzünde hafif bir şaşkınlık ve memnuniyetle gülümsüyordu. Sesinde hem takdir hem de beklenmedik bir hayret vardı
"Seni bu kadar çabuk ve istekli görmeyi beklemiyordum, Y/N"
"Alışmam uzun sürmedi" diyerek ona döndüm. Önceki konuşmamıza atıfta bulunmuştum. Lord hafifçe sırıtarak bana baktıktan sonra yeniden önüne döndü yarattığı kaosun tadını çıkarmaya devam etti
"Lordum," Ölüm Yiyenlerden biri çekingen bir şekilde yanımıza yanaştı. Anlaşılan bazı şeyler ters gitmişti. Adam konuştu "Harry Potter ve arkadaşları kaçmayı başardı.."
Yüzümde mimik oynamasa da zil takıp oynamamak için kendimi zor tutuyordum. Ama Lord için aynısını söyleyemezdim
"Nasıl kaçtılar?" diye sordu. Buz gibi sesi ve etrafa yaydığı tehdit, bağırmasa da insanın nefesini kesiyordu
"Lordum, hepsi o Bulanık yüzünden. Son anda arkadaşlarına ulaşıp cisimlendi" diye konuştu korka korka
"Çekil" diye tısladı Lord, sinirle. Ardından Mattheo'ya dönerek ekledi "Mattheo, Weasley'lerin evine git ve Bella ile Barty'ye haber ver. Harry Potter'ın peşine düşsünler"
Mattheo bir adım öne çıktı, sesinde temkinli ama kararlı bir ton vardı. "Lordum, Barty ve annemin orada kalması daha faydalı olabilir. İkisi de en iyi hizmetkarlarınız. Düğünden kaçamayanların sayısı oldukça fazla. Eğer orada kalıp sorgulama yaparlarsa, daha hızlı sonuç alabiliriz" Kısa bir duraksamanın ardından devam etti "Benim önerim, Potter'ın peşinden Antonin Dolohov ve Fenrir Greyback'in gitmesi"
"Düğün olduğunu nerden biliyorsun?" Diye sordum bir boş bulunarak
"Weasley'lerin gizleme büyüsü kalkınca küreden görmüşler. Yoksa yerlerini nerden bulacaktık?" diye kısa bir açıklama yaptı Mattheo. Biz içerdeyken öğrenmiş olmalılardı
Voldemort hafifçe başını yana eğdi, gözleri Mattheo'yu dikkatle süzdü. "O iki aptalın zalimliklerini takdir etsem de Potter'ı yakalayacak zekaya sahip değiller" dedi soğuk bir sesle
Mattheo itiraz etmeden önce dikkatle düşündü, sonra sakince konuştu. "Ama Muggle dünyasında, yetişkinlerin karşısında ne kadar şansları olabilir ki? Öte yandan, düğündeki yetişkinleri zapt etmek çok daha zor olacak" dedi ve son kez ekledi "Tabii, son karar yine size ait"
Odadaki sessizlik Voldemort'un kararını tarttığı birkaç saniye boyunca sürdü. Sonunda, gözlerini Mattheo'dan ayırmadan konuştu "Tamam. Düğüne git ve onlara haber ver" Sonra gözleri bize kaydı ve emretti "Onları da yanına al"
Hiçbirimiz konuşmadan başımızı salladık. Mattheo ve Zabini anında cisimlenerek kayboldu. Ben, Draco'nun elini tuttum ve onunla birlikte gözlerimizi kapatarak karanlığın içinde kaybolduk..
Saniyeler sonra gözlerimi Kovuk'ta açtığımda içimi buruk bir hüzün kapladı. Buradaki anılar zihnimde canlanıyor, geçmişin gölgeleri şimdi olduğum yerle çelişiyordu..
Mattheo'nun sert sesi beni düşüncelerimden çekip aldı "Beni dinleyin!" diye bağırdı, kalabalığa sesini duyurmak için. Bir anda tüm Ölüm Yiyenler ve düğünden kaçamayanlar sessizliğe büründü, herkes ona odaklanmıştı
"Babam, Potter ve arkadaşlarının peşine iki kişinin düşmesini istiyor" dediği anda Bella sinir bozucu bir şekilde kıkırdayarak öne atıldı. Ancak Mattheo, hızla sözüne devam etti "Sen gitmiyorsun, anne. Antonin ve Fenrir gidecek"
Bella'nın yüzündeki memnun ifade bir an için silindi, sonra kaşlarını çatıp neredeyse üzgün bir sesle sordu "Neden?"
Mattheo, gözlerini ondan ayırmadan sakince yanıt verdi "Sana burada ihtiyacımız var. Konukların sorgulaması bitmedi sanırsam"
Bella hafifçe güldü, alaycı bir ifadeyle "Nerdeyse bitmek üzere. Ben olmadan da başarabilirler" diye mırıldandı
Mattheo, bir adım ona yaklaşıp bu kez daha düşük ama daha otoriter bir sesle konuştu. "Sen gitmiyorsun, anne" sesi alçaktı ama en önde olduğumuz için net bir şekilde duyduk
Sonra aniden duruşunu düzelterek diğerlerine döndü ve sert bir sesle konuştu "Siz ikiniz, baykuş postası mı bekliyorsunuz?"
Onun bu sözleri üzerine Antonin ve Fenrir tek kelime etmeden anında cisimlenerek ortadan kayboldular. Bella ise öfkeyle geri dönüp sorgulamaya kaldığı yerden devam etti
Bense ne yapacağımı bilemez bir şekilde yanımda duran Draco'ya baktım. O da bana döndü. Ne yaşamıştık biz böyle? Ağzımızdan tek kelime çıkmasa da gözlerimiz yetmişti bize. Bin kelimeye sığdıramadığımız cümleleri, bir bakışa sığdırabilmiştik..
Dakikalardır buradaydık ama hâlâ Harry ile ilgili en ufak bir bilgi bile alamamıştık. Hermione yine kusursuz bir plan yapmış olmalıydı. İçimde sabırsızlık ve öfke birbirine karışıyordu. Burada geçirdiğimiz her saniye, Ölüm Yiyen'lerin başarısızlığının kanıtı gibiydi.
"Y/N?"
Tanıdık gelen sesi duyduğum anda içimde garip bir his belirdi. Başımı çevirdiğimde gözlerime inanamadım.
"Luna?"
Düğünden kaçamamış ve babasıyla birlikte yakalanmıştı. İçimde tuhaf bir huzursuzluk kabardı. Luna gibi birinin buraya ait olmaması gerekiyordu. O, bu dünyanın karanlığına fazla... saf kalıyordu.
Bana baktığında gözlerinde her zamanki o hayalperest ifade yoktu. Bunun yerine, derin bir keder ve... hayal kırıklığı vardı.
"Sen.." diye başladı, sesi hafifçe titriyordu ama gözleri dimdik üzerimdeydi. "Sen Sihir Bakanı'nı gerçekten öldürmüş olamazsın, değil mi?"
Sözleri tokat gibi yüzüme çarptı.
Bir an nefes almayı unuttum. Yüzümdeki sert ifadeyi korumaya çalışsam da içimde bir şeyler parçalanıyordu
Luna devam etti. "Bilmiyorum... Senin farklı olduğunu, bir şeyleri değiştirebileceğini düşünmüştüm. Ama artık anlıyorum. Sen de onlar gibisin"
Yutkundum. "Luna, ben-"
Ama o, gözlerimin içine bakarak konuşmaya devam etti. Sesinde nefret yoktu.. O, nefret edemezdi. Ama kelimeleri, içime bir hançer gibi saplanıyordu
"Yaptıklarınla gurur duyuyor musun, Y/N?" diye sordu. "Bakanı öldürdüğünde, onun ailesini, arkadaşlarını, geride bıraktıklarını hiç düşündün mü? Yoksa sadece emirleri mi yerine getirdin?"
Sustum. Çünkü söyleyecek hiçbir şeyim yoktu
Tam o anda, bir Ölüm Yiyen öne atıldı ve Luna'nın yüzüne sert bir tokat attı. "Sen Lordun en önemli hizmetkarıyla nasıl böyle konuşabilirsin!" diye tısladı, sesi öfkeyle gergindi
Luna, darbenin etkisiyle başını yatardı. Dudak kenarından ince bir kan sızarken başını kaldırdı. Ama gözlerindeki ışık sönmemişti.
"Luna!" Xenophilius Lovegood ayağa kalkmaya çalıştı ama elleri büyüyle arkadan bağlanmıştı. Onu tutan iki Ölüm Yiyen, yerinde kalması için kollarından sımsıkı kavramıştı. Çırpınıyor, kendini parçalarcasına kızına ulaşmaya çalışıyordu. "Ona dokunmayın! Bırakın onu!"
Ölüm Yiyenlerden biri keyifle kıkırdadı "Aa, babacık çok sinirlenmiş"
Sonra, Bella öne çıktı. Yüzünde acımasız bir gülümsemeyle asasına uzandı ve Xenophilius'a doğrulttu
"Crucio!"
Adam çığlıklar eşliğinde vücudu titreyerek yere düştü, acı içinde kıvranıyordu.
Luna elleri arkadan bağlı halde dizleri üzerinde sürünerek babasına ulaşmaya çalıştı. "Baba! Babama zarar vermeyin!" gözleri dolmuştu, ama hâlâ direniyordu.
Dişlerimi sıktım, kalbimin hızlandığını hissettim. Bunu izleyemezdim. Daha fazla izleyemezdim
"Yeter!" diye bağırdım, sesim ordaki herkesin dikkatini çekti. "Kesin maskaralığı! Buraya zevk için acı çektirmeye gelmedik. Harry'nin nerede olduğunu bulmamız gerekiyor!"
Luna ve babasının gözleri üzerimdeydi. Luna bana bir şeyler söylemek ister gibi baktı ama sonunda sustu
"Madem Potter'ı bulmayı bu kadar çok istiyorsun, o halde onları sen sorgulamalısın" diye bir adım öne çıktı Bella
"Benim büyü yapmam yas-"
"Bakanı öldürürken yasak değil miydi?" diye araya girdi Bella, sesine sinsice bir kışkırtıcılık yerleştirerek. Luna ve benim arkadaş olduğumuzu biliyordu ve bunu bile bile, sadece canımı yakmak için konuşuyordu.
Bir an duraksadım. Kaçmak istiyordum ama mantıklı bir bahane bulamıyordum.
"Pekâlâ, sen yapmayacaksan ben yaparım" diyerek beni kenara itti ve asasını kaldırıp Luna ile babasının önüne geçti.
"Bekle!" diye bağırarak hızla kolunu tuttum "Ben yaparım. Sen diğerleriyle ilgilen"
"Aslında yapacak bir işim kalmadı-"
"Bul o zaman. Yoksa Lorda boş durduğunu söylerim"
Bella, garip bir gülümsemeyle birkaç adım geri çekildi, ardından bir çocuk gibi sekerek diğerlerinin yanına gitti.
Luna ve babası, gözlerinde korku ve merakla bana bakıyordu. Bella, doğrudan bakmasa da göz ucuyla her hareketimi izliyordu. Hata yapma lüksüm yoktu. Derin bir nefes alıp yavaşça asamı kaldırdım. Olası en az acıyla işi halletmek için Zihnefend büyüsünü yaptım...
"Kimseden bir şey çıkmadı. Antonin ve Fenrir'den bir haber var mı?" diyerek Mattheo, Draco ve Zabini'nin yanına gittim
"Onlardan haber alamıyoruz" dedi Zabini
"Yani? Başlarına bir şey mi geldi?" umarım gelmiştir
"Belli bir şey yok-"
Mattheo'nun sözünü, aniden patlayan devasa bir gürültü kesti. Refleksle kollarımla başımı koruyarak hafifçe eğildim. Sarsıntı geçip de başımı kaldırdığımda, hepimiz sesin geldiği yöne döndük.
Bella'nın Kovuk'un bir bölümünü havaya uçurduğunu gördük. Alevler hızla yükseliyor, sıcaklığı buradan bile hissediliyordu. Alevlerin turuncu ve kızıl tonları geceyi delip geçerken, yanık kokusu havaya karışmıştı.
"Anne! Aklını mı kaçırdın!?" diye tısladı Mattheo, hızla asasına davranarak.
Ama Bella'nın yüzündeki o çarpık gülümseme, daha fazlasını yapmaya niyetli olduğunu gösteriyordu. Neyse ki Mattheo'nun hızlı davranması sonucu Bella asasız kalmıştı
"Neden yaptın bunu?" diye sordu Bella, gözlerindeki şaşkınlık sahte mi yoksa gerçek mi anlayamadan.
"Söndürün şu ateşi!" diye bağırdı Mattheo.
Birkaç Ölüm Yiyen hızla emrini yerine getirirken, Mattheo annesinin kolunu sertçe kavrayıp onu diğerlerinden biraz uzağa sürükledi. Annesini herkesin önünde azarlamak istemediği belliydi, ama siniri yüzünden taşan kelimeler, bana kadar ulaşıyordu.
"Nasıl böyle akılsızca davranabilirsin!?" diye tısladı, sesi öfkeden titriyordu.
"Ben mi akılsızım!?" Bella, hayretle gözlerini açtı. "Benimle nasıl konuştuğuna dikkat et, Mattheo! Ben senin annenim!"
"O zaman Karanlık Lord'un oğlunun annesine yakışır şekilde davran!"
Bu kadar. Mattheo, annesinin sadece 'Karanlık Lordun oğlunu doğuran kadın' olduğunu ima etmişti. Bella'nın gözlerindeki öfke mi, yoksa incinmişlik mi daha baskındı, kestiremiyordum. Ama bildiğim bir şey vardı: Bu, kolay kolay unutulacak bir an değildi
Bella bu sözlerden sonra tek kelime edemeden donup kalmıştı. Onun bu haline toz tanesi kadar bile üzülmüyordum ama Mattheo'nun neden bu kadar yükseldiğini deli gibi merak ediyordum. Neden Weasley'lerin evine bir zarar gelsin istemiyordu ki?
Mattheo ve Bella hâlâ ordayken Peter Pettigrew yanlarına yanaştı "Efendim, konuklardan hiçbir şey çıkmadı. Onlara ne yapalım?"
Matt az önceki sinirli konuşmadan sonra hâlâ sakinleşememiş olacak ki, Kılkuyruk'a bir anda bağırmaya başladı "Annemle konuştuğumuzu görmüyor müsün!? Ne cüretle konuşmamızı bölersin!?"
Yani ne yalan söyleyeyim, her zaman soğukkanlı olan birini bu kadar sinirli görmek hepimizi şaşırtmıştı. Kılkuyruk ne yapacağını bilemez bir şekilde başını eğmiş bekliyordu. Fırsattan istifade öne atılıp onların yanına gittim ve konuşmaya başladım
"Kılkuyruk, konukların her birini serbest bırakın. Diğerlerine de söyle toparlanmaya başlasınlar. Burda işimiz bitti" dediğimde Kılkuyruk Mattheo'ya bakmaya başlamıştı
Matt sinirlerini bastırmaya çalışarak derin bir nefes aldı ve yüzüne düşen saçlarını geriye atarak konuştu "Hanımefendiyi duydun"
Kılkuyruk başını bir kez sallayıp hızla ordan uzaklaştı. Bella ise sinirle çekip giderken Draco ve Zabini de yanımıza gelmişti
"Matt, iyi misin?" dedi Draco şaşkınlıkla
"İyiyim. Sadece biraz sinirlendim" dedi hızla etrafına bakınırken. Göz temasından mı kaçınıyordu yoksa birini mi arıyordu?
"Neden sinirlendin Riddle?" diye sordum
O etrafına bakınmayı bir anda kesip gözlerime bakmaya başladı ve bir süre sessiz kaldıktan sonra neredeyse fısıltıyla konuşmaya başladı
"Eğer bu teneke kadar ev yok olsaydı bütün planlarım suya düşecekti!"
"Ne planı?" diye sordum ona doğru yaklaşırken
"Bir ihtimal, Potter veya onun yerini bilebilecek olan birileri buraya geri dönebilir. Belki bir şey almak için, belki birilerini aramak için.. O Weasley çocuğu ailesini merak edip dönebilir mesela. Öyle değil mi?"
Merlin, tam bir yılan...
Mattheo sözünü bitirdikten sonra yeniden etrafına bakınmaya başladı ve sonra bir anda hiçbir şey söylemeden yanımızdan ayrıldı
"Nereye gidiyorsun?"
"Eve dönüyorum. Yapacak işlerim var"
"Antonin ve Fenrir'in peşinden birilerini göndermeyecek misin?" diye sordum şüpheyle kollarımı birleştirip
Bir anlığına "Hayır" dese de sonra durup yan gözle bana bakarak ekledi "Ya da evet, Kılkuyruk'u gönder" dedi ve cisimlendi.
"Draco, eve gitmek istiyorum" dedim Mattheo gittikten hemen sonra ona dönerek
"Burda ki işler bitmeden gidemem Y/N" dedi Draco yorgun bir şekilde
Derin bir nefes verip başımı yere eğerek yavaşça kafa salladım. Draco bana birkaç saniye baktıktan sonra yanıma gelip çenemden tutarak kafamı kaldırdı ve konuştu
"Madem bu kadar istiyorsun, o halde Blaise ile gidebilirsin. Benim burda kalıp babama yardım etmem gerekiyor" dedi yorgun olsa bile hafifçe gülümseyerek
"Bir dakika ya, ben Y/N'nin özel şoförü müyüm?"
"Blaise, zor bir gün geçirdi. Yardımcı ol biraz" dedi Draco kısık bir sesle
"Şimdi de şu soruyu yöneltiyorum, ben psikolojik danışman mıyım?"
"Blaise!"
"İyi be!" dedi ve bize doğru yürümeye başladı. Aynı zamanda sessizce söyleniyordu da "Blaise, Y/N'yi getir. Blaise, Y/N'yi götür. Zabini, Draco'ya mesajımı ilet. Zabini, Draco nerde? Yetti be!"
"Bir şey mi dedin?" dedi Draco
"1833'te diyorum, neler neler kaldırılmış" dedi ve önümde durdu. Çok ince bir espriydi bu..
"Y/N'yi bıraktıktan sonra orda kal. Benim şimdi gitmem gerek" dedi ve hızla bizden uzaklaşmaya başladı. Arkasından bağırdım
"Kılkuyruk'u göndermeyi unutma"
"Unutmam" dedi ve tamamen gitti
Şimdi Zabini ve ben kalmıştık. Bana bakmadan kolunu uzattı ve konuştu "Tutun"
"Cisimlenme"
"Ne?"
"Uçmak istiyorum. Şu siyah bulutumsu şeye dönüş"
"Başka bir emrin var mı?" diye sordu alayla
"Yol üstünde haber veririm" diyip gözlerimi kısarak sinir bozucu bir şekilde gülümsedim
"Merlin, acı çekmem için beni gerçekten bununla sınıyorsan bundan daha iyi bir seçenek olamazdı..."
Göz devirip derin bir nefes verdikten sonra kollarımı Zabini'nin boynuna doladım. İkimiz de birbirimizden tiksiniyormuş gibi uzak durmaya çalışıyorduk ama bu durumda ne kadar uzak durabilirdik ki?
Sonunda havalanmaya başladığımızda Kovuk'tan yeterince uzaklaşınca Zabini'yi durması için cimcikledim. Bomboş bir araziye indiğimizde konuşmaya başlamıştı
"Derdin ne senin!?"
"Sensin demek isterdim ama içimden bir ses bu cevabı eve ulaştıktan sonra söylemem gerektiğini söylüyor" dedim. Yani beni burda bırakıp gitme olasılığını hiçe sayamazdım sonuçta. Sözümü bitirdikten sonra ondan biraz uzaklaşıp "Kreacher!" diye parmağımı şıklatarak seslendim
"N'apıyorsun sen?"
"N'apıyormuş gibi görünüyorum? Ev cinime sesleniyorum" dediğimde Kreacher yanımda bitmişti bile
"Kreacher, Efendi Black için ne yapabilir?"
Tam konuşmaya başlayacakken Zabini'ye dönüp ona baktım. Sonra konuştum "İzin verir misin?"
Zabini bıkkın bir şekilde bizden biraz uzaklaştıktan sonra arka cebimden çıkardığım mektubu Kreacher'a uzatıp kısık sesle konuşmaya başladım
"Bunu Hermione'ye ulaştırabilir misin? Ayrıca Harry senden ne isterse yap" aslında bu Harry'e yazılmış bir mektuptu ama ben yazdığım için asla açıpta okumazdı..
"Harry Potter'a hizmet etmek mi?" diye iğrenir gibi konuştu ev cini
"Kreacher, Harry'de bende senin efendileriniz. Onu sevmesen bile benim için yapmak zorundasın"
"Memnuniyetle Efendim. Kreacher, Efendi Black'in verdiği görevleri yerine getirmekten onur duyuyor" dese de Harry kısmından bahsetmediğini çok iyi biliyordum
"Harikasın. Şimdi git" dedim ve eğildiğim yerden kalkıp Kreacher cisimlenirken Zabini'nin yanına döndüm
"Yani ben, artık sana diyecek bir şey bulamıyorum"
"Bulma zaten. Dinlemiyorum"
"Kabak başına patlayınca içine düşeceğin durumu görmek için sabırsızlanıyorum" dedi gıcık bir şekilde
"Çok beklersin" dedim ve Zabini'nin koluna girdim. Artık doğrudan malikaneye cisimlenebilirdik...
-Bir Gün Sonra-
-Hermione'nin Ağzından-
"Tamam, her neyse" dedim ve dikleşip devam ettim "Asıl konumuz gerçek Hortkuluk yok edildi mi?"
Ben sözümü tamamladıktan saniyeler sonra mutfak kilerinin içinden bir ses gelmişti. Üçümüzde telaşla oraya dönüp asalarımızı çıkarttık. Harry dolaba daha yakın olduğu için önden gidip temkinli bir şekilde dolabı açtığında içinden Kreacher çıkmıştı. Harry onu kolundan tutup dolaptan çıkardı
"Demek bizi gözetliyordun öyle mi!?"
"Kreacher sadece seyrediyordu"
"Gerçek Hortkuluk'un yerini biliyor olabilir" dedim
Harry masanın üzerinde duran sahte Hortkuluk'u alıp Kreacher'ın önüne getirerek sordu "Bunu daha önce gördün mü?"
"Bu, Efendi Regulus'un madalyonu"
"Bunlardan iki tane vardı değil mi?" diye sordu Harry. Ama Kreacher cevap vermeyince devam etti "Söyle, diğeri nerde?"
"Kreacher, diğer madalyonun yerini bilmiyor"
"Evet ama, bunu hiç gördün mü? Bu evde bir yerde miydi?" diye sordum
"Seni adi Bulanık! Ölüm Yiyenler senin için geliyor! İşte bu da kanıtı!" diye bir anda çıkışıp önüme bir zarf fırlattı
Ron onun bu sözlerine sinirlenip yanındaki tavayı alarak Kreacher'a vurmaya kalkışınca onu durdurdum
"Ron, yapma"
"Cevapla" diye ikimizin de önüne geçti Harry
"Peki. Bu evde bir yerdeydi. Çok kötü bir eşya.."
"Ne? anlat bana"
"Efendi Regulus ölmeden önce Kreacher'a onu yok etmeyi emretti ancak Kreacher ne kadar denerse denesin yapamadı.."
"Peki şimdi nerde? Onu biri mi aldı?" diye sordu Harry
"Geldiğinde geceydi. Pek çok şeyi aldı"
"Kim? Kimdi o?"
"Mundungus Fletcher"
Harry "Bul onu" dediği anda Kreacher cisimlenmişti
Ron ve Harry tekrar yerlerine otururken Kreacher'ın bana doğru attığı zarfı yerden alıp baktım. Üzerinde bir şey yazmıyordu. İçini açıp okumaya başladığımda anlamıştım, bu Harry'e yazılmıştı
"Harry, bu mektup sana" dediğimde çatık kaşlarla bana bakmaya başladı
"Kimden?"
"Y/N'den" dedim vereceği tepkiden çekinerek
Harry'nin önüne mektubu bıraktığımda, göz ucuyla ona baktı ama hâlâ açmaya yanaşmamıştı. Kollarını göğsünde bağlamış, yüzünü başka tarafa çevirmişti. Ron ise gözlerini kısıp mektuba bakıyor, ama Harry'nin tepkisini ölçmek için sessiz kalıyordu
"Harry" dedim sabırla, "Biliyorum, Y/N'ye kızgınsın. Ama bu mektubu yazmasının bir sebebi olmalı. Önemli bir şey yazmış olabilir"
Harry derin bir nefes aldı ama yine de başını çevirmedi. Dudaklarını ince bir çizgi hâline getirmişti
"Asla okumam" dedi kararlı bir sesle
Gözlerimi devirdim. "Peki, Y/N onca zorluğun içinde sana bir mektup yazmış ve gönderebilmiş. Ama sen inadın yüzünden onu okumak istemiyorsun? Ya gerçekten önemli bir şey söylemek istiyorsa? Bunu hiç düşündün mü?"
Harry sessizliğini koruyordu. Ron araya girip "Belki de sadece özür diliyordur, ne olacak ki?" diye mırıldandı ama Harry hâlâ inatçıydı.
İç çektim. "Harry, lütfen. Y/N tüm o riskleri bir özür için, ya da seni ne kadar çok sevdiğini söylemek için göze almış olamaz. Ne kadar kızgın olursan ol, en azından ona bir şans ver. Yoksa... yoksa sonra pişman olabilirsin"
Harry'nin çenesi gerildi. Birkaç saniye boyunca mektuba baktı, sonra gözlerini kısıp bana döndü
"Tamam" dedi sonunda, sesinde hafif bir bıkkınlıkla. "Ama sadece bir kez okuyacağım"
Ron kaşlarını kaldırdı. "Ohoo, büyük bir lütufta bulundun Harry"
Harry ona ters ters bakarken ben zafer kazanmış gibi gülümsedim. "Harika. Şimdi aç ve oku"
Harry derin bir nefes aldı, sonra yavaşça zarfı açıp mektubu çıkardı. Gözleri satırlar üzerinde gezindikçe yüzündeki ifade değişmeye başlamıştı. Sessizlik odanın içine yayılmıştı...
"Eee, ne yazmış?" diye sordum sonunda dayanamayarak
Harry çatık kaşlarla bir bana bir Ron'a bakmış ama cevap vermemişti. Bu da bizi daha da meraklandırmıştı
"Söylesene Harry" dediğimde yine konuşmamış ancak mektubu bana uzatmıştı. Kağıdı alıp son bir kez Harry'e baktıktan sonra okumaya başladım. Ama her satır sonunda benimde kaşlarım giderek çatılıyordu...
Vote sınırı 70
Beğenmeyi ve yorum yapmayı unutmayın.
Sizi seviyorumm♡♡
Arkadaşlar eğer bölüm tamamlanmışsa ama vote sınırı dolmamışsa dolmasını bekliyorum. Ama sınır dolduğu halde bölüm atmıyorsam bölümü daha tamamlamamışım demektir. Azıcık sabırlı olun, yazıp atacağım. Bölümleri çeyizime saklamıyorum sonuçta 😽😽🫶🫶
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
18.37k Okunma |
2.39k Oy |
0 Takip |
58 Bölümlü Kitap |