Vote sınırı 50
Beğenip yorum yapmayı unutmayın
Sizi seviyorum ♡♡
Luna'yla o kadar meşguldüm ki dönüp ona bakmadım bile. Draco annesinin yanına gittiğinde onu da alıp dışarı çıkmıştı...
"... ve ben de dün olanlar için kendimi suçlu hissettim. Sonuçta, Mattheo beni korurken yaralandı" dedim, yatağımda Luna'yla konuşurken. O, yanıma kıvrılmış, sessizce beni dinliyordu. Ama sonra Luna, aniden patisini kaldırıp hafifçe yüzüme vurdu.
"Ah! Bunu neden yaptın?" diye şaşkınlıkla sordum, bir anda doğrulurken. Luna ise umursamaz bir tavırla arkasını dönüp patisini yalamaya başladı.
Kaşlarımı çatıp kedime baktım "Ah, anladım. Yani sence ben Riddle'a fazla mı iyi davranıyorum?" dedim. Luna, kafasını hafifçe bana doğru döndürüp miyavladı.
İç çekerek sırtımı yatağa yasladım. "Aslında haklısın. Bundan sonra ona karşı mesafemi koruyacağım. İlk başta nasıl davrandıysam, yine öyle davranacağım" diye mırıldandım. ve gözlerimi kapatıp ekledim "Aile boyu katil olan bir çocuğa acımanın mantığı yok"
~
"Uyandın mı?" kapımın tıklatılmasından hemen sonra Draco'nun sesi gecikmemişti
"İçeri gel" dedim tişörtümü kafamdan geçirip saçlarımı geriye atarken. Bu sırada Luna da tarağımı ağzına almış bana getiriyordu. Eğilip tarağı aldım ve kedimin başını okşarken Draco içeri girdi
"Nasılsın?"
"Canlı"
"Canlı olmak iyidir"
"Bunun hakkında dehşet şüphelerim var" şimdiye kadar çekmediğim çile kalmayınca haksızda sayılmam yani
Saçlarımı taradıktan sonra Draco'ya döndüm "Rowle meselesini ne yaptınız?"
"Sana bunları düşünme demedim ben?" diye yanıma gelip elini omzuma koydu
"Belki bir ara aklımdan çıkmayı başarırsa, düşünmemeyi başarabilirim"
"Hafızanı mı silsem acaba?" dedi beni kolunun altına alıp çıkışa doğru yürürken
"Harika fikir, şu son bir yılı silersen o kadar rahatlayacağım ki" dedim dalga geçer gibi
"Yok o kadar olmaz. Şey yapalım, sen şimdi git uyu, biz savaş bitince seni uyandırırız"
"Bir şey diyim mi, süper olur" dedim aşağı yemek masasına giderken
Birkaç adım daha atmıştık ki bir anda durup Draco'ya baktım. O da bana bakmaya başladı. Sonra ne oldu der gibi göz kırptı. Draco'yu bir anda ittirip konuştum
"Ne yapıyoruz ya biz?"
"Ne? Ne yapmışız ya?"
"Ne bu haller? Birine yakalansak ne diyeceğiz?"
"Herkes çoktan aşağı inmiştir bile" dedi ve yeniden sırnaşmaya çalıştı. Onu tekrar ittirip merdivenlerden inerken konuştum
"Olsun, dikkat etmemiz lazım" dedim ve sessizce ekledim "Arkadaşım"
"Ne? Ne dedin sen?" diye arkamdan geldi Draco
"Hiiç, hiçbir şey" dedim ellerimi arka ceplerime yerleştirip merdivenlerden inmeye devam ederken
"Arkadaşım dedin duydum. Bırakmamış mıydın sen bunu?"
"Yanlış duymuşsun sevgilim" dedim ve kıkırdayarak hızlandım
Toplantı odasının önünden geçip yemek odasına girmek üzereydim ki birkaç ev cininin o odadan, ellerinde kovalarca suyla çıktığını gördüm. Nerdeyse akşam olmuştu ama onlar hâlâ o odayı mı temizliyordu?
Gözlerim yine Rowle'nin öldüğü yere kilitlendiğinde Draco da yanıma gelmiş ve nereye baktığımı hemen anlamıştı. Arkamdan yaklaşıp ellerini omuzlarıma koyup konuştu
"Y/N-"
Ama o daha ismimi bile tamamlayamadan, midemden yükselen yakıcı sıvıyı zorlukla tutmaya çalışarak hızla arkamı döndüm. Ellerimle ağzımı kapatıp odama doğru koşarken, Draco'nun da peşimden geldiğini duyabiliyordum. Kapıyı hızla açıp odamdaki lavaboya girdim ve dizlerimin üzerine çökerek klozete yöneldim. Midemdekileri boşaltırken, bütün vücudum titriyor, gözlerimden yaşlar süzülüyordu.
Draco hemen arkamda diz çökmüş, bir elini sırtıma koymuş, diğer eliyle de saçlarımı nazikçe tutuyordu "Tamam.. Bir şey yok. Her şey oldu bitti" diye mırıldandı, sesi yumuşak ama endişeliydi
Luna, usulca yanıma sokulmuş, yere oturmuş ve endişeli bir şekilde beni izliyordu. Vücudumdaki titreme azalana kadar dizlerimin üzerinde kaldım, midemde ne varsa boşaltana kadar içimdeki sancı dinmedi..
Sonunda, gözlerimi kapatıp derin bir nefes aldım ve titreyen ellerimle klozetin kapağını kapattım. Draco kalkmama yardım edip hızla lavaboya uzanıp musluğu açtı, ellerimi ve yüzümü yıkadım. Soğuk su yanaklarımı ferahlatırken, Draco musluğu kapattı ve belimden tutup bana destek oldu
"Daha iyi misin?" diye sordu. Yavaşça kafamı salladım
Adımlarım dengesizdi ama Draco beni yatağıma kadar götürdü. Gözlerinde endişe ve korumacı bir şefkat vardı. Yavaşça başımı yastığa bırakırken, Luna sessizce yanıma kıvrıldı. Draco'nun elini hafifçe karnımın üzerinde hissettim, sanki her an kötüleşirsem müdahale etmeye hazırdı
"Annemi çağırayım. O ne yapması gerektiğini daha iyi bilir"
Gözlerimi kapattım. Midemdeki sancı henüz tam olarak geçmiş olmasa da, en azından bir nebze rahatlamıştım. Draco, kapının önünden annesine seslendikten sonra tekrar yanıma geldi
Annesi fazla sürmeden yanımıza gelmişti. Draco, olanları hızlıca anlatınca Narcissa elini alnıma götürüp ateşimi ölçtü
"Ateşin yok"
"Bu sabah olanları hatırlayınca midem bulandı" diye kısaca bir açıklama yaptım
Bende bir tuhaftım. Rowle gözlerimin önünde, hatta kısmen içinde, ölürken kusmamıştım ama etrafa sıçrayan kanları temizleyen ev cinlerini görünce bulanmıştı.
"Anladım" dedi Narcissa yatağımdan kalkarken. "Ben gidip biraz tuzlu bir şeyler ve ıhlamur getireyim, iyi gelir"
"Bir şeyler yiyip içebileceğimi hiç sanmıyorum bayan Malfoy" diye mırıldandım çatlak sesimle
"Olmaz öyle. Mideni bastırır" dedi ve konuşmama fırsat vermeden hızla odadan çıktı
Narcissa odadan çıkar çıkmaz Draco'ya döndüm
"Draco," diye dikkatini çekip doğrularak sırtımı yatak başlığına yasladım ve sonra devam ettim "Ayağıma taş çarpsa annen koşuyor-"
"Nereye varacağını biliyorum" yanıma oturup devam etti "Sakın mahcup olduğunu söylemeye kalkma, benim annem senin annen" dedi ve göz kırptı
"Malfoy olacaktık mahvolduk" diye iç geçirirken dirseğimi dizime koyup başımı elime yaslamıştım
Draco, söylediğim şeye gülüp bana doğru uzandı ve alnıma bir öpücük kondurdu
Hep beraber yatağımda oturmuş Narcissa'yı beklerken kapım çalmıştı. Draco, annesinin elleri dolu olduğu için kapıyı açamadığını düşünerek hızla kalkmış ve kapıyı açmıştı ama gelen kişi Narcissa değildi
"Draco, burda ne işin var?"
"Aynısını bende sana soracaktım" dedi Draco, içeri geçen Mattheo'nun arkasından kapıyı kapatırken
"Babam Y/N ile konuşmak istedi. Haber vermeye geldim" dedi ve sorar gibi Draco'ya bakmaya başladı
"Hasta" dedi Draco kaşlarıyla beni göstererek
Mattheo çatık kaşlarla bana bakıp tekrar Draco'ya döndü "Ne hastası?"
Ruh hastasıyım. En sonunda delirdim. Bellatrix'e şaşırıyordum nasıl bu kadar deli diye, şimdi anlıyorum. Bu ortama ruh sağlığı mı dayanır. Gerçi o da harbi harbi deli de, neyse, içinde varmış demek ki
Of, noluyo ya! Dünyada empati yapacak başka insan mı kalmadı!? Benim acilen kendime gelmem lazım
"Sabah olanlardan sonra kendini iyi hissetmiyor" diye açıkladı Draco
"Ciddi bir şey yoksa-?"
"Yok"
"O zaman, akşam babamın yanına gitmesi gerekecek"
"O kadar da yok değil"
"Neden onun yerine karar veriyorsun Draco?"
"Onun için en iyisi neyse, onu yapmaya çalışıyorum Mattheo"
"Buna sen karar veremezsin"
"Verebilirim. Ve veriyorum. Gitmemesine karar verdim"
"Görünüşe göre yeni bir Lucius Malfoy yetişiyor" dedi Mattheo gülümseyerek
"Konu hâlâ ben miyim?" Mattheo'nun sözlerinden sonra ortamın daha da gerilmesini engellemek için araya girmem gerektiğini hissettim. Çünkü Draco'yu az çok tanıyorsam, bu lafın altında kalmayacağını biliyordum.
Draco, tam konuşmaya hazırlanırken odamın kapısı açıldı. Elinde küçük bir tepsiyle içeri giren Narcissa'yı görünce içimden derin bir nefes verdim. Merlin aşkına, daha iyi bir zamanlama olamazdı!
"Mattheo?"
Riddle, Narcissa'yı duymazdan gelerek hızla dışarı çıktı. Gözlerim onun ardından kayarken, Narcissa şaşkın bir ifadeyle yanıma yaklaştı.
"Ne oldu?" diye sordu merakla
"Karanlık Lord benimle konuşmak istiyormuş" sözlerim ağzımdan dökülür dökülmez, yüzündeki ifade hafifçe gerildi.
"Ah, o konu demek..." dedi yatağıma otururken
Kaşlarımı çatıp ona döndüm "Hangi konu?"
"Önemli bir şey değil," diye atıldı hızla, sonra aceleyle düzeltti "Yani... önemli de... neyse. Kendisiyle konuşursun"
Ona bir şey sormak için ağzımı açmıştım ki aniden ayağa kalktı. Belli ki konuşmayı uzatmak istemiyordu
"Bir şey olursa çağırırsınız," diyerek aceleyle odadan çıktı
Şaşkınlıkla Draco'ya döndüm "Sen biliyor musun?"
Draco, kafasını olumsuz anlamda sallayarak yanıma geldi ve tepsiyi kendi kucağına alırken yatağıma oturdu. Tuzlu krakerlerden biraz uzatırken ağzını bıçak açmıyordu. Sormamam gerekiyormuş gibi hissetsem de kendime engel olamayıp çoktan konuşmaya başlamıştım bile
"Az önce, Mattheo'yla olanlarda neydi?"
"Hiçbir şey"
"Bu 'hiçbir şeyse' bir şey olduğunda nasıl olacak acaba?"
Draco birkaç saniye bana baktıktan sonra tabaktan biraz daha kraker alıp hızla ağzıma tıkıştırmaya başladı
"Çok konuşuyorsun, yine miden bulanacak"
"Ama-" diye isyan etmek için ağzımı açtığımda yeniden bir sürü kraker tıkıştırmıştı
"Şşş, ağzında yemek varken konuşulmaz"
Hafifçe öksürmeye başladığımda ise ıhlamur bardağını eline alıp biraz üfledikten sonra içmem için uzattı. Yani aslında onu da zorla içirmişti ama tabii ki bunlar önemsiz detaylardı
Kaç dakika böyle devam etti bilmiyorum ama dolu ağzımla "Kusucam" diye araya bir kelime sıkıştırabilmiştim sonunda
Draco sonunda durduğunda ağzımdakileri bir süre daha çiğneyip yuttuğumda konuşmaya başlamıştım "Sırf soru sormayayım diye beni boğarak öldürmeye mi çalıştın sen?"
"Alakası bile yok"
Derin bir nefes alıp Draco'nun kucağındaki tepsiyi aldım ve yatağın yanındaki şifonyerin üzerine bıraktım. Sonra tekrar ona dönerek ellerini tuttum, gözlerinin içine bakarak konuştum.
"Ne oluyor, Draco? Ne bu hâller?"
Draco, bir an tereddüt etti, sonra sorumu görmezden gelerek alakasız bir şey sordu
"Bulantın geçti mi?"
Kaşlarımı çatıp derin bir nefes verdim "Konuyu değiştirmeye çalışma"
Tam devam edecekken Draco'nun ifadesi bir anda değişti. Gözleri kocaman açıldı, panikle bana doğru eğildi.
"Y/N, burnun kanıyor!"
Gözlerimi devirdim. "Gerçekten mi? Yine konuyu değiştirmeye çalışıyorsun"
Draco'nun endişeli yüzünü görmezden gelerek konuşmaya devam etmeye çalıştım. Ancak Luna bile Draco'nun yanına geçerek bana korku dolu gözlerle bakmaya başlamıştı
Tam o anda burnumun altından sıcak bir şeyin süzüldüğünü hissettim. Parmağımı yüzüme dokundurduğumda yapışkan, sıcak sıvının elime bulaştığını fark ettim. Gözlerim büyürken, hızla elimi burnumun altına getirerek kanın yatağa damlamasını engelledim
Draco, şifonyerin üzerinden bana bir peçete uzattığında onu da alıp lavaboya koştum. Panikleyecek bir şey yoktu. Dilek topunun bedenime gönderdiği küçük bir hediyeydi sadece
Yüzümü yıkarken Draco arkamda durmuş aynadan bana bakıyordu. İfadesi gergin, gözleri sorgulayıcıydı
"Dilek topu, değil mi?" diye sordu
Ellerimi lavabonun kenarına koyarak bir an duraksadım. Yüzümden süzülen su damlaları lavaboya düşerken, gözlerimi kapatıp derin bir nefes aldım. Dileği iptal etmemi isteyecekti ama bunu yapamazdım ve bunun için büyük bir kavga yoldaydı
"Önemli bir şey değil. Sadece uyarı" dedim yüzümü kağıt havluyla silip çöpe attıktan sonra ona dönerken
"Y/N-"
"Draco, ne söyleyeceğini biliyorum ama yapamam"
"Seni hasta görmeye dayanamıyorum" dedi ve bana doğru bir adım atıp ellerini yüzüme yerleştirdi
"Ölü görmekten iyidir" diye mırıldandım, hafif bir gülümsemeyle
"Yapma. Şakası bile.." sesi titredi, gözlerini kaçırdı ama elleri hâlâ yanaklarımdaydı. Derin bir nefes alıp tekrar bana baktığında, gözlerinde gizleyemediği bir korku vardı
"Bunun şaka olarak kalması için dileği iptal edemem Draco.."
"En azından bir süre.. Yani sen toparlanana kadar.." diye mırıldandı Draco. Sözcükleri bir araya getirmekte zorlanıyormuş gibiydi
"Sabah kahvaltıdan önce Kedavra Laneti yemeyeceğimin garantisi bile olmayan bir malikanede, benden dileğimi iptal etmemi bekleyemezsin"
Ayrıca, ara sıra hâlâ ölüp ölmediğimi kontrol eden Bella'nın hayal kırıklığını izleme eğlencesinden de mahrum kalmak istemiyordum
"Ben onlarla konuşmaya çalışırım"
"Ne diyeceksin? 'Y/N bir süre için affedilmez lanetlere karşı olan bağışıklığını kaybedecek. Sakın ona lanet atmayın' mı?" dedim ve alaycı bir kahkaha atıp devam ettim "Teyzenin, bu sözlerinden sonra sırf kimse bana lanet atmasın diye herkesin asalarını toplayıp kendininkiyle beraber yakacağına o kadar eminim ki"
Gülmeyeydim iyiydi. Durduk yere başımı ağrıttım
Ağrılarımı ve üzerimdeki anlamlandıramadığım baskıyı Draco'ya belli etmemeye çalışarak, hafif bir tebessümün arkasına saklayıp ona baktım. Ama o bana öylesine derin bakıyordu ki, anlamasından korkup gözlerimi çevirmek zorunda kalmıştım
"Her şeyden çok sevdiğin birinin gözlerinin önünde eriyip giderken, senin hiçbir şey yapamaman nasıl bir his, biliyor musun?"
"Herkesten iyi biliyorum.." dedim bir an bile tereddüt etmeden, alçak bir sesle.
Draco bu soruyu sorduğu için pişman olmuş gibi kıpırdanınca bende yüzümü başka tarafa çevirdim. Luna en başından beri banyonun kapısında bizi izliyordu. Yavaş adımlarla odama dönerken eğilip Luna'yı da kucağıma aldım ve yatağıma oturdum. Draco'da fazla bekletmeden yanıma gelip oturmuştu. Luna'nın başını okşarken ona bakmadan konuştum
"İşler hiçbirimiz için hayal ettiğimiz şekilde gitmiyor, Draco. Bazı şeyler için dişini sıkman gerekir. Çatlasa da sıkmaya devam etmeli, hatta kırılıp dökülse bile başka dişlerinin olduğunu hatırlamalısın"
Konunun dişlerle hiçbir ilgisi yoktu ama ikimiz de bunu biliyorduk. Yavaşça ona döndüm, gözlerimi onunkilere kilitleyerek cümlemi tamamladım
"Bende diş çok. Biri kırılırsa bir sonrakine geçerim.."
"Biliyorum. Seni bu yüzden seviyorum.. Ama bu kadar acı çekmene katlanamıyorum.."
Hafifçe gülümseyip konuşmaya başladım "Acı çekmek mi?" dedim ve devam ettim "Anestezisiz koltuğa oturmam ben, bilmiyor musun?"
"Şu dişçi terimlerini bir kenara bıraksak?"
"Hermione ile fazla vakit geçirince böyle oluyor" dedim gülerek.
Birkaç saniye daha yerimde oturduktan sonra Luna'yı nazikçe yere bırakıp ayağa kalktım.
"Nereye gidiyorsun?" diye sordu Draco, kaşlarını çatmış halde.
"Karanlık Lord'un yanına. Ne istiyormuş merak ettim"
"Önce biraz dinlensen daha iyi olmaz mı?"
"Merakımdan gözüme uyku girmez" diyerek kapıya yöneldim.
Koridorlar her zamanki gibi loş ve sessizdi. Karanlık Lordun odasına doğru dikkatli adımlarla yürüdüm. Kapıya vardığımda, aralık olduğunu fark ettim. Tam içeri girmek üzereyken içeriden gelen sesler beni durdurdu.
Lordun sırtı kapıya dönüktü ve karşısındaki kişiyi göremiyordum. Ancak konuşan genç bir kadının sesi net bir şekilde duyuluyordu
"Sen doğru bildiğin şeyi yapıyorsun, Tom. Kimse bunun için seni suçlayamaz"
Lordun sesi daha soğuk ve sertti
"Haklısın, Elena. Onlara fazla iyi davrandım. Ama şimdi herkes Voldemort'un nasıl biri olduğunu anlayacak! Gerçek bir liderin nasıl olması gerektiğini herkes öğrenecek!"
"Seni anlıyorum," dedi Elena sakin bir tonda. "Ama yoldaşlarına zalimce davranma. Sen, buralara zekânla gelmiş gerçek bir lidersin. Zalimlik yaparak sadakat kazanamazsın. Ama ikna kabiliyetini kullanarak istediğin her şeyi elde edebilirsin. Sana güveniyorum, Tom-"
Tam o anda, kapının arkasından bir hışırtı duyuldu.
Nagini.
Bir anda kapının aralığından süzülerek üzerime doğru hareket etti. Soğuk, kaygan bedeni ve ani hareketiyle nefesimi kesmişti. Korkuyla bir adım geri çekildim. Ancak artık çok geçti. Voldemort aniden döndü ve gözleri doğrudan benimkilere kilitlendi.
"İçeri gel Y/N"
Sesi ürkütücü bir sükûnetle yankılandı. Kapıyı yavaşça iterek içeri adım attım.
Ama... içerisi bomboştu.
Karşısında konuştuğu biri yoktu.
Gözlerimi hızla odada gezdirdim. Ne bir gölge, ne bir hareket, ne de bir iz vardı.
Eğer burada kimse yoksa... az önce duyduğum kadın sesi kime aitti?
"Beni çağırmışsınız Lordum?" diye sordum merak ve şaşkınlığımı gizleyerek
"Mattheo, çok hasta olduğunu söylemişti?"
"Sabah yaşanan şeylere alışık olmadığım için biraz kötüleşmiştim sadece"
"Alışman uzun sürmez" dedikten sonra bana daha da yakınlaşıp etrafımda dolanarak konuşmaya devam etti "Yarın senin için önemli bir gün olacak. Hayatının dönüm noktası.."
Dik tuttuğum başıma rağmen yere sabitlediğim gözlerimi, bir anlık gafletle Lordun gözlerine çevirdim. Çatık kaşlarla ona baktığımı, onunda bana çatık kaşlarla bakmasıyla fark ederek kendime gelmiş ve gözlerimi yeniden yere çevirmiştim. Lord konuşmasına devam etti
"Uzun zamandır arzuladığın şeyi gerçekleştirmeye karar verdim" derken etrafımda dolanıp arkama geçmişti. Devam etti "Yarın, sana verdiğim görevi başarıyla yerine getirebilirsen Ölüm Yiyen olmana izin vereceğim Y/N"
Suratımda harmanlanan ani bir şok, dehşet, şaşkınlık ve korkuyla Lorda döndüm ve kocaman açtığım gözlerle ona bakarak konuştum
"Lordum.." Sesim titremişti. Nefesim kesilmişti adeta. Ve iyi ki de kesilmişti. Zira, aklım başımdan uçup gitmişken konuşmaya devam etseydim, muhtemelen şu an Rowle ile aynı kaderi paylaşıyor olacaktım.
"Yarın, bu saatlerde hazır olsan iyi olur, sevgili kızım"
Kalbim hızlandı.
"Lordum, ben hâlâ reşit değilim, biliyorsunuz-"
"Yalnız olmayacaksın"
Boğazımdaki düğüm sıkılaştı. "Kiminle gideceğim?" diye sordum, sesim neredeyse fısıltıyla çıkmıştı. Ya da detone olmuştum. Ayırt edemedim
"Benimle"
Kaçıncı şoku yaşadığımı artık sayamıyordum.
"G-Görevim ne?"
Ölümcül bir sakinlikle, "Basit bir şey," dedi. "Kabul töreni gibi düşün"
Tam o anda, Nagini sessizce sürünerek yanımıza yaklaştı ve tısladı. Lord, başını hafifçe yana eğerek ona çatal dilinde karşılık verdi. Ne konuştuklarını delicesine merak etsem de, sormaya cesaret edemedim. İkisinin konuşmaları, ya da tıslaşmaları artık her neyse, bittiğinde Lord yeniden bana dönüp konuştu
"Çıkabilirsin"
Lordu ikiletmeden kafamı sallayıp odadan çıktım. Bir cevaba ulaşamamış o kadar çok sorum vardı ki kafayı yememek için ne yapsam diye düşünmeye başlamıştım. Görevim neydi? Nasıl bir kabul töreniydi? Neden Karanlık Lord da benimle geliyordu? Nagin'yle ikisi ne konuşmuşlardı? Neden bir anda beni Ölüm Yiyen yapmak istemişti? Daha da önemlisi Lordun içerde konuştuğu kadın kimdi ve nereye kaybolmuştu!? MERLİN! KAFAMDA BU KADAR SORU VARKEN NASIL UYUYACAKTIM BEN!?
Bitmek bilmeyen düşünceler içinde yürürken, ayaklarımın beni nereye götürdüğünü ancak bir kapının önünde durduğumda fark ettim. Riddle'ın odası.
Neden buraya gelmiştim ki?
Tereddütle topuklarımın üzerinde döndüm, odama geri gitmek için birkaç adım attım. Ancak içimdeki huzursuzluk peşimi bırakmıyordu. Duraksadım, başımı çevirip yeniden Riddle'ın kapısına baktım. Belki de aradığım cevapların bir kısmı onda saklıydı
Kafamda hızlı bir değerlendirme yaptıktan sonra, onunla konuşmaya karar verdim. Geldiğim yolu gerisin geri adımlayıp kapısının önünde durdum. İçimdeki mahkemeye son verip kararımdan vazgeçmeden odasının kapısını tıklattım
Riddle'ın sesi gecikmemişti "Girin"
Derin bir nefes alıp içeri girdiğimde Riddle okuduğu parşömenleri bir kenara bırakıp şaşkınlık ve beklentiyle bana bakmaya başlamıştı
"Konuşabilir miyiz?" diye sordum. Stresimin dışarıya fazlasıyla yansıdığını ve farkında olmadan ellerimle oynadığımı ancak Mattheo'nun bakışlarının kısa bir an ellerime kaymasıyla anladım
Ben ellerimi yumruk yapıp aşağı sarkıtırken, o, oturduğu sandalyeden kalkıp yanıma gelmişti
"Konuşalım"
Ona bakan gözlerimi indirip izin beklemeden hızla, çift koltuklardan birine gidip oturdum. Mattheo'da yanıma gelip oturduğunda ona dönüp direkt konuya girdim
"Babanla konuştum. Yarın hazır olmamı söyledi"
Matt bu sözleri duyunca hiçbir şey söylemeden önüne döndü. Düşünceli görünüyordu
"Bir şey söylemeyecek misin?" onun bu hali beni korkutuyordu. Sonuçta babası bana bir görev vermişti, mutlu olması gerekmez miydi?
"Hasta olduğunu söylemiştim. Neden gittin yanına?"
"Git konuş dedin ya?"
"Her söylediğimi yapmak zorunda mısın!?"
"Dalga mı geçiyorsun!?"
"Ağzımdan çıkan her söze bir kavga konusu bulursun, her seferinde benimle zıtlaşırsın ama bu sefer söylediğimi sorgusuz sualsiz yapmaya mı karar verdin!? Gerçekten mi!?"
Her zamankinden hızlı atan kalbim yüzünden nefes alış verişlerim hızlanmıştı. Dizginlemeye çalıştığım sinirimle ellerimi yüzme bastırdım ve histerinin getirdiği kahkahayla konuştum
"Bu malikanede akıl sağlığından şüphe etmeyeceğim tek bir kişi olmayacak mı!?" dedim ve bir anda ciddileşip yeniden ona dönerek devam ettim "Orda sırf Draco'ya inat olsun diye öyle söyledin değil mi?"
"Bunu şimdi anlaman çok isabet olmuş"
"Ne oluyor Riddle!? Ne dönüyor bu malikanede!? Bir şey söyle, yoksa bende kafayı yiyeceğim!"
"Söyleyemem.."
"Ne demek söyleyemem!? Sadece babanın bana ne görev verdiğini söyleyeceksin!"
"İşte onu söyleyemem. Bu bir çeşit sınav. Hızlı karar vermeni gerektirecek bir sınav.."
Bu neydi şimdi? Lord bana sözlü mü yapacaktı? Soru 1, Ölüm Yiyenler'in kuruluş tarihi nedir? Soru 2, Kurucusu kimdir? Soru 3, Saatte 300 km/h hızla kuzeye giden Hogwarts Ekspresi'nin, doğudan esen rüzgâr ve Harry'nin başının beladan çıkmayışını çarpıp Uranüs'e bölersek Voldemort'un yeni burnu tahmini ne zaman çıkar?
Şu zamana kadar delirmeden kalabilmem bir mucize gerçekten. Yani, tam anlamıyla delirmeden..
"Sınavdan kalırsam ne olacak?"
"Kalma"
"Kalmak, tercihlerim arasında değil zaten. Kalırsam ne olacak onu soruyorum" resmen sınanıyorum
Mattheo kısa bir süre daha bana baktıktan sonra ayaklanıp konuşmaya başladı "Bunları düşünmek yerine gidip dinlenmeni tavsiye ederim. Yarın hepimiz için yorucu bir gün olacak"
Hızla ayaklanıp kapıya doğru yürüyen Mattheo'nun omzundan tutarak kendime çevirdim "Hepimiz için derken?"
"Tüm Ölüm Yiyenler için işte" dedi. Benim suskunluğuma karşılık hafifçe eğilip yüzünü benimkiyle aynı hizaya getirip devam etti "Tek başına gideceğini düşünmemiştin değil mi?"
"Hayır... Sandım ki, sadece Karanlık Lord benimle gelecek.."
"Hepimiz geleceğiz Y/N, babamla tek gitmeyeceksin"
Bir anlığına içimi saran rahatlama, yerini çok daha büyük bir dehşete bıraktı. Karanlık Lordla göreve gitmek yeterince korkutucuydu, ancak şimdi tüm Ölüm Yiyenler de işin içindeydi. Bu, tam anlamıyla bir felaketti. Peki ama neden? Ne planlıyorlardı? Bu kadar kişi bir araya geldiğine göre, sıradan bir görev olamazdı. Benim rolüm neydi? Bunca Ölüm Yiyen varken bana neden ihtiyaç duyuluyordu? Merlin aşkına, buraya gelince sorularımın yanıtlarını bulurum sanmıştım, ama tek yaptığım, sorularımın üzerine yenilerini eklemek olmuştu...
"Draco da gelecek mi?"
"Evet"
Cevabı alır almaz koşar adım kapıya yöneldim ve hızla açıp dışarı çıktım ama Mattheo ben daha uzaklaşamadan kolumdan tutup beni yeniden odaya çekti ve kapıyı kapattı
"Ne yapıyorsun!?" diye çıkıştım
"Asıl sen ne yapıyorsun!? Draco'ya sormaya gideceksin değil mi?"
"Sana ne!"
"Boşuna ümitlenme diye söylüyorum, Draco'nun, göreve senin de dahil olduğundan haberi yok"
"Ve ne? Sana öylece inanacak mıyım?" derken kollarımı göğsümün altında birleştirmiştim
"Sana ne zaman yalan söyledim?"
Yani, evet. Riddle, katil dahil birçok şey olabilirdi ama asla yalancı değildi
"Neden Draco'ya söylemediniz?"
"Garip bir şekilde annem, teyzem ve eniştem, Draco'ya söylemememiz konusunda oldukça ısrarcıydı"
Narcissa da mı? Neden?
"Neden Draco'ya söylemediler Y/N?" diye sordu Riddle, kaşlarını kaldırarak
"Bunu benim sana sordum ya?"
"Sen cevabını zaten biliyorsun" dedi ve devam etti "Draco, anlayamadığım bir şekilde senin üzerine fazla titriyor"
"Daha önce hayatında hiç arkadaşın olmadığı için bilmiyor olabilirsin ama insanlar arkadaşlarına değer verir Riddle. Draco ve bende birbirimize değer veriyoruz, birbirimizin arkasını kolluyoruz"
"Bence bu, değer vermekten çok daha fazlası. Hiç kimse 'sadece arkadaşı' olan birine bu kadar değer verip kıskanmaz"
"Neden durup durup bu konuyu açıyorsun?"
"Ben açmıyorum. Serbest çağrışım, bir bakıyorum konu bir anda buraya gelmiş"
"Ve bir serbest çağrışım daha, az önce benim odamda yaşanan şeyler neydi?"
"Draco'nun verdiği fazla tepkiler mi? İnan bunu bende merak ediyordum"
Derin bir nefes alıp konuştum "Anlaşıldı, işime yaramayacaksın"
"Müthiş kırıcısın"
"Her türlü" kol olur, bacak olur, kafa olur, kalp olur. Benim için fark etmez. "Şimdi gidiyorum, az önceki saçmalık tekrarlanırsa, sana asla pişman olmayacağım şeyler yaparım" dedim ve bir cevap beklemeden odadan çıktım
Mattheo'nun odasından çıktığım an, koridorun köşesinde bir gölge fark ettim. İçimde aniden beliren huzursuzlukla bakışlarımı çevirdiğimde, Zabini'nin duvara yaslanmış durduğunu gördüm. Kollarını göğsünde kavuşturmuş, yüzünde umursamaz ama keskin bir bakış vardı. Her zamankinden daha ciddi görünüyordu. Gözlerim istemsizce onun üzerine kilitlendiğinde, o da doğrulup bana doğru yürümeye başladı
Kalbim hızlanırken içimdeki panik büyümeye başladı. Zabini'nin bakışlarında ne olduğunu tam olarak kestiremiyordum ama yanlış düşündüğüne emindim. Daha da kötüsü, bunu Draco'ya söyleyebilirdi.
Dışarıdan sakin görünmeye çalışarak yürümeye devam ettim ama içimde kopan fırtınalar zihnimi allak bullak ediyordu. Eğer Draco, Mattheo'nun odasından çıktığımı öğrenirse işler... kötüye gidebilirdi. Çok kötüye..
"Riddle'la bu kadar iyi anlaştığınızı bilmiyordum"
"Anlaşmıyoruz"
Zabini, adımlarını benimkine denk getirerek yanımda yürümeye başladı. "Öyle mi?" dedi ağır bir sesle. "Sen çıkmaya çalışırken Riddle'ın kolundan tutup seni tekrar zorla içeri çektiğini görünce aklımdan türlü türlü şey geçti de"
Sözleri mideme bir yumruk gibi indi. O anda durup, hızla ona döndüm. İçimdeki öfke bir anda yükselmişti
"Ne diyorsun sen!? Ağzından çıkanı kulağın duyuyor mu!?"
"Peki sen yaptığın şeye akıl mantık erdirebiliyor musun?"
"Zabini, sabrımı sınama! Sadece bir şey sormak için onun yanına gitmiştim" dedim ve yeniden yürümeye başladım. Zabini de peşimden geliyordu
"Cevabını alabildin mi bari?"
"Alamadım" dedim ve derin bir nefes alıp sakinleşerek yeniden konuştum "Belki sen biliyorsundur. Yarın bir göreve gidecekmişsiniz. Lord benimde gelmemi iste-"
"Evet, o konu"
"Sen biliyordun yani?" diye sordum yeniden bir anda durup ona dönerken
"Haberim vardı"
"Görevim ne? Nereye gidiyoruz? Neden o kadar kalabalık gidiyoruz?" diye peş peşe sorular sormuştum
"Boşuna yorma kendini, Lord sana söylediğimi duyarsa soyumu kurutur"
"Dünyayı mı fethedeceğiz ne oluyor ya? Niye kimse bir şey söylemiyor!?"
"Az önceki konuyu unutayım diye başka konu açmaya çalışıyorsan hiç uğraşma. Riddle neden seni odaya çekti?"
"Ondan cevap alamayınca Draco'ya sormaya gidecektim. Gitmeyeyim diye durdurdu. Hepsi bu"
"Emin misin?"
"Ne duymayı bekliyorsun?!" diye sertçe sordum.
"Hiç" dedi Zabini, omuz silkerek. "Neyse, öyle diyorsan öyledir"
"Öyle," diye tekrarladım ve ardından ekledim, "Draco'ya söyleme. Zaten araları bozuk, bir de bunun yüzünden gereksiz bir tatsızlık çıkmasın"
"Söylemem"
Onun cevabıyla birlikte yürümeye devam ettim. Konuyu değiştirmek için aklıma gelen ilk soruyu sordum.
"Sen ne zaman geldin?"
"Bu öğleden sonra"
"Draco'nun yanına mı?"
"Başka kimin yanına olacak?"
Gözlerimi devirdim. "Bugün ayrı bir çekilmezsin"
Zabini hafifçe gülümsedi. Bunu gerçekten eğlenceli mi buluyordu? Resmen gıcıksın diyorum, hoşuna gidiyor.
"Neyse, ben yatmaya gidiyorum" dedim sıkılmış bir ifadeyle. "Draco'ya söylersin"
"Tabii tabii, haberci baykuşuyum ya ben"
"İki kelime, diline yapışmaz" diyerek odamın kapısını açtım ve içeri girdim.
Üzerimdeki yorgunluk sayesinde uykuya dalmam uzun sürmemişti...
~
Uyandığımda öğlen olmak üzereydi. Gözlerimi ovuşturup ağır adımlarla yataktan kalktım. Hızlıca bir duş alıp üzerimi değiştirdikten sonra masama geçtim. Kalemimi elime alıp bir mektup yazmaya başladım.
Bugün özel bir gündü..
Sonrasında ayağa kalkıp aynanın karşısına geçtim ve saçımı taramaya başladım. Elimden döndüğünce güzel bir şekilde örüp bağlamıştım ama birkaç saniye sonra beğenmeyip tekrar açmaya başladım. Tam o sırada kapı çaldı ve içeri Narcissa girdi. Bana şöyle bir baktı, ardından sessizce yatağıma oturdu. Eliyle yanına birkaç kez dokunarak oturmamı işaret etti
Tereddüt etmeden yanına gittim ve oturdum. Narcissa tarağı eline alıp saçlarımı usulca taramaya başladı. Odanın içini sessizlik kaplamıştı. Luna kucağıma atlayıp kendini sevdirmek için bana sırnaşıyordu, Narcissa saçlarımı tarıyordu ve ben ise içimdeki gerginlikle baş etmeye çalışıyordum
Hissediyordum. Narcissa bana görevim hakkında bir şeyler söylemek istiyordu ama kelimeleri bir türlü ağzından çıkaramıyordu. Ona bunun için kızmıyordum, çünkü mecburdu
Saçlarımı ördükten sonra ayağa kalktı. Tam o anda kapı çalındı. Narcissa kapıyı açtığında, elinde siyah bir şey taşıyan ev ciniyle karşılaştı. Cin, getirdiklerini ona teslim edip hızla uzaklaştı
Kapıyı kapatan Narcissa bana döndü ve nihayet konuşmaya başladı
"Bunlar senin için" dedi Narcissa, elindekileri bana uzatırken. Kaşlarımı hafifçe kaldırarak kıyafetlere baktım.
"Bedenine tam olur mu bilmiyorum ama görev sırasında bunları giymen senin için daha iyi olur"
Elimdekileri dikkatlice inceledim. Siyah, dar bir pantolon... Hafif dökümlü, ince bir bluz... Ve bir pelerin.
Başımı sallayıp hızla banyoya geçtim ve kıyafetleri üzerime geçirdim. Tekrar odaya döndüğümde Narcissa hızla yanıma geldi ve üzerimde nasıl durduğunu kontrol etti.
"Beli biraz dar geldi, onun dışında tam oldu" dedim durumu açıklamak için.
Narcissa, hemen bir ev cinine seslenerek dolaptan bir kemer getirmesini istedi. Ardından bana döndü, sesi biraz daha ciddi çıkıyordu.
"Benim şimdi gitmem gerekiyor. Draco'ya son ana kadar hiçbir şey söyleme"
Arkasını dönüp kapıya yöneldi, tam çıkarken bir an duraksadı ve bana dönerek gözlerimin içine baktı.
"Çok güzel oldun, Y/N"
Hafifçe gülümsedim. "Teşekkür ederim"
Narcissa da başıyla onaylayıp kapıyı ardından sessizce kapattı.
~
Birçok Ölüm Yiyen aşağıda toplanmaya başlamıştı. Ben de odamdan çıkıp onların arasına katılmak için ilerledim. Merdivenlerden inerken son hazırlıklarını yapanları gördüm, ve bir de Draco'yu. Beni fark ettiği anda hızla yanıma geldi.
"Biz gidince bir şeyler yiyip yatarsın. Ev cinlerine söyledim, hafif şeyler hazırladılar" dedi, sesi her zamanki gibi koruyucu bir tondaydı.
"Buna gerek olduğunu hiç sanmıyorum"
"İki gündür doğru düzgün yemek yemedin-"
"Draco, gidiyoruz" diye araya girdi Lucius'un soğuk sesi.
Draco bir an için babasına bakıp ardından tekrar bana döndü. "Gitmem gerek. Annem burada olacak zaten, seninle ilgilenir-"
"Draco, Y/N, hadi. Geç kalacağız" diye seslendi Lucius, bu kez sabırsızlanarak.
"Geliyoruz" dedim ve Draco'ya bakarak ekledim, "Gidelim"
Draco bir an şaşkınlıkla yüzüme baktı. Onun bu tepkisine rağmen ikimiz de yerimizden kıpırdamayınca, Lucius sinirle yanımıza geldi.
"Sen de mi geliyorsun?" diye sordu Draco, şaşkınlığını gizleyemeyerek
Lucius, benim yerime hızla cevap verdi "Evet. Ama burada daha fazla oyalanırsak Karanlık Lord üç kişi eksik yola çıkacak"
Bunu söyledikten sonra ikimizi de kolumuzdan tutup hızla dışarı çıkardı. Herkes gibi kapının önünde Lord ve oğlunu bekliyorduk. Draco yavaşça bana doğru eğilerek fısıltıyla konuşmaya başladı
"Ne demek bu? Sen neden geliyorsun?"
"Bilmiyorum. Lord beni de çağırdı"
"Böylesine önemli bir göreve mi?"
"Görev ne ki?"
Lucius bir anda ikimize doğru eğilip konuştu "Kıza görevi söylemeyi aklından bile geçirme. Lord onu imtihan edecek"
"Bu görevde mi!? Aklınızı mı kaçırdınız siz!? Bu onun için çok tehlikeli!"
"Aynılarını Karanlık Lorda da söylemek ister misin oğlum?"
"Çok isterim, hatta gelir gelmez bu konuyu açacağım"
"Aklından bile geçirme!" diye adeta tısladı Lucius
"Draco, sakin ol. Sonunda Ölüm Yiyen olabileceksem bir önemi yok"
"Durumun ciddiyetini bilmiyor-"
"Lordum, bizde sizi bekliyorduk. Gitmek için hazırız" dedi Lucius bir adım öne çıkarak
"Herkes ne yapacağını biliyor" dedi ve ayriyeten bize bakarak ekledi "Draco, Mattheo, siz kıza göz kulak olun ve yanımdan ayrılmayın"
"Lordum bu görevde Y/N-" diye lafa giren Draco'nun sözünü babası kesmişti
"Bu görevde Y/N'yi seçmekle çok iyi yaptınız Lordum. Kendini kanıtlaması için müthiş bir fırsat"
"Gidelim" dedi Karanlık Lord. Ardından siyah bulut şeklinde havaya yükseldi, diğerleri de onu takip etmeye başlamıştı..
Kafamı gökyüzünden indirince, hem Draco'nun hem de Mattheo'nun bana elini uzattığını gördüm. Seçmek çokta zor olmamıştı. Draco'nun elini tuttuğumda Mattheo hafifçe sırıtarak önüne döndü ve diğerleri gibi sisler eşliğinde yükseldi. Draco'ya sımsıkı sarıldığımda bizde aynısını yapmıştık..
Vote sınırı 50
Beğenmeyi ve yorum yapmayı unutmayın.
Sizi seviyorumm♡♡
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
18.37k Okunma |
2.39k Oy |
0 Takip |
58 Bölümlü Kitap |