50. Bölüm

50. Bölüm

İlayda Çınar
ilydacinar

Vote sınırı 50
Beğenip yorum yapmayı unutmayın
Sizi seviyorum ♡♡

Riddle bana elini uzattığında sıkıca tuttum ve o anda cisimlendik...

Gözlerimi açar açmaz karnımı tutarak eğildim. Şimdiye kadar alışmam gerekiyordu şu cisimlenmelere

"İyi misin?" dedi Riddle elini omzuma koyarak

Elini ittirip ayağa kalktım "İyiyim" dedim ve yürümeye başladım

"Ev nerde?" diye yanıma geçti Riddle

"Privet Drive'da, biraz yürümemiz gerekecek"

"Söyleseydin oraya cisimlenirdik"

"Sokağı bildiğini nerden bilebilirdim?"

"Ben uzayda yaşamıyorum Y/N"

"Keşke yaşasan" dedim ve gözlerimi kısıp sahte bir şekilde gülümsedim

"Hâlâ aramızda ne gibi bir gerginlik olduğunu çözebilmiş değilim" dedi bir sıçrayışta önüme geçip elleri cebinde, bana bakarak geri geri yürürken

"Ah, işte yine başlıyoruz" dedim kendi kendime ve devam ettim "Bunu daha kaç kere söylemem gerekiyor bilmiyorum ama senin annen sevdiğim herkesi elimden aldı Riddle-"

"Benimde daha kaç kere, seni, anneme karşı savunmam gerekecek Y/N? Bunca zaman hep senin tarafındaydım, bunların hiç mi artısı olmadı?"

"Sen benim tarafımda falan değildin, sadece her tartışmada ben haklıydım ve sen objektif davrandın"

"Yine de senin için sesimi yükselttiğim kişi annemdi"

"Senden hiçbir zaman beni savunmanı istemedim Riddle"

"Ve bence bu bana bir artı daha getirir"

Derin bir nefes alıp verdikten sonra konuştum "Ne olursa olsun senin annen bir katil-"

"Ah, anladım. Sevdiğim insanları öldürür korkusuyla beni sevmiyorsun. Ama sana ufak bir hatırlatma, o benim annem Y/N. Yani beni ne kadar seversen sev asla öldürmeyeceği tek kişi ben olabilirim" dedi muzipçe gülümserken

Ya da Draco

"Benden de sana küçük bir hatırlatma, hayatımı mahveden bir aileye karşı asla ama asla sempati duymam" dedim aynı şekilde gülümseyerek. Ardından elimin tersiyle onu ittirip hızlandım. Bu arada Draco ve Narcissa bir istisna

Dursley'lerin eski evinin önünde durduğumuzda sessizliği bozup konuştum

"Orda hiçbir şey bulamayacağımızı biliyorsun değil mi?"

"Ufak bir kağıt parçası bile işimize yarar" dedi Riddle eve doğru adımlarken. Derin bir iç geçirip peşine takıldım. Harry'e izleme büyüsü yapacaklardı. Tabi ben buna müsaade edersem..

Riddle, tozlu bir rafı incelerken omuzlarındaki gerginliği fark ettim. Sessiz ama dikkatli bir şekilde evi tarıyordu. Bu görev, onun için bir zafer oyunu gibiydi. Ama benim için bambaşka bir anlam taşıyordu.

"Burada hiçbir şey yok," diye mırıldandı, sesinde hafif bir sabırsızlıkla. Gözleri hızla odanın köşelerine kayıyordu. "Bana yardım etsen işimiz çok daha çabuk biterdi"

"Yardım ediyorum zaten"

"Yavaşsın"

"Kusura bakma, profesyonel bir hırsız değilim" dedim alayla. Bir dolabı açıp içindeki boş rafları inceledim. Tabii ki, hiçbir şey yoktu. Ama, bu, oyalanıyormuş gibi gözükmek için harika bir fırsattı

Riddle bana doğru döndü "Profesyonel olmanı beklemiyorum. Ama biraz daha çaba gösterebilirsin"

"Özür dilerim, en yakın arkadaşımın kaderini Lordun ellerine bırakmanın sandığımdan daha zor olabileceğini düşünmemiştim" dedim kollarımı göğsümün üzerinde katlayarak. Şu anda, her zamankinden çok daha dikkatli davranmak zorundaydım. Harry'e bir şey olmasına izin vermeyeceğimi biliyorlardı, bu yüzden istekli bir şekilde aramaya devam edemezdim. Ama aramazsam da Lorda karşı geldiğim için suçlu duruma düşecektim...

Merdiven altındaki küçük dolaba yöneldiğimde yeniden konuşmaya başladım "Karanlık Lord, neden Harry'e ait bir şey istedi?" bunun cevabını elbetteki biliyordum ama emin olmak zorundaydım

Ahh, siktir! Bu Harry'nin oyuncak askeri! Oyuncağın önünü kapatmak için birkaç adım attım. Zaten burası iki kişinin sığamayacağı kadar küçük bir yerdi, bu yüzden Riddle oyuncağı göremiyordu

Riddle, dolabın diğer tarafında durmuş, ellerini cebine sokmuştu. Bakışlarını üzerimde hissettim "Babam, ona ait bir eşyayla Potter'ın yerini bulmayı amaçlıyor. Ama tabii, bazıları iş birliği yaparsa"

"İş birliği yapıyorum" dedim, gözlerimi ona dikerek. "Sadece aylar önce terk edilmiş ve boş bir evden bir şey çıkabileceğini düşünmüyorum"

Riddle yavaşça yanıma geldi, tehlikeli bir şekilde yakın durarak eğildi ve gözlerimin içine baktı. "Pek ikna edici görünmüyorsun, Y/N. Sanki burda olmaktan hoşlanmıyormuşsun gibi"

Nefesimi tuttum, ama hemen toparlandım "Kim terk edilmiş bir evde olmaktan hoşlanır ki? Hele seninle" Alaycı bir şekilde gülümsedim ve başımı çevirdim "Ayrıca bu evden nefret etmem için yeterince uzun kaldım burda"

Riddle yukarı katın merdivenlerine döndüğünde konuşmaya başladı "Burada bir şey bulacağız" dedi kararlı bir şekilde, ardından ekledi "Babam yanılmış olamaz"

Onun sırtını dönmesini fırsat bilerek, rafın üstündeki oyuncağı aldım. Voldemort'un bunu bulmasını istemiyordum. Elleriyle kapının köşesini kavrayan Mattheo bana yaklaşmadan önce, hızla oyuncağı avucuma sakladım

"Bir şey mi buldun?" diye sordu Riddle, gözlerini üzerime dikerek. Elimdeki oyuncak askeri daha sıkı kavradım ama onun çoktan gördüğünü anlamam uzun sürmedi. Gözleri hızla elime kaydı, ardından ben tepki bile veremeden elimi tuttu ve oyuncağı çekip aldı.

Elinde küçük plastik askeri çevirip incelemeye başladı. "Bu Potter'ın mı?" diye sordu

"Nerden bileyim?" dedim, omuzlarımı silkmeye çalışarak. Sesimi olabildiğince kayıtsız tutmaya çabalıyordum. "Harry, oyuncak askerlerle oynamak için fazla yaşlı değil mi?" dedim, sonra hemen ekledim, "Petunia'nın çocuklu misafirler için birkaç oyuncağı vardı. Muhtemelen onlardan biridir"

Söylediklerim ne kadar inandırıcıydı, bilmiyorum. Tek yapmaya çalıştığım, bu küçük oyuncağın Harry'ye ait olmadığını ona inandırmaktı. Ama Riddle'ın bir şeye inanmaya ikna edilmesi ne kadar kolay olabilirdi ki? Oyuncak askeri bir süre daha çevirdi, sonra gözlerini tekrar bana çevirdi. Yutkundum

"Seninle zaman geçirdikçe öğrendiğim bir şey var Y/N" dedi ve oyuncağı gözümün önüne getirerek devam etti "Birincisi, Potter'ı asla bu kadar kolay yakalatmayacağın. İkincisi, konu Potter olduğunda söylediğin hiçbir şeyin doğruluk payı olmadığı"

Nefret dolu bakışlarla alttan alttan ona bakarken Riddle zaferle gülümseyerek oyuncağı cebine koydu ve çıkışa yöneldi. Ama benim yürümediğimi fark ettiğinde bana dönüp konuştu

"Gelmiyor musun prenses?"

"Geliyorum prenses" dedim ve hızla yürüyerek onu geçip dışarı çıktım. Nefes sesinden arkamdan sırıttığını duyabilmiştim. Aptal!

Riddle da saniyeler sonra peşimden dışarı çıktığında elini tutmam için bana uzattı. Onun elini tuttum. Eve gidince bu eli kesmem gerekecek...

"Neyi bekliyorsun?" diye sordum

Mattheo kaşlarını çatmış etrafına bakıyordu. Onun bu hareketi bana da bulaşmış, etrafıma bakmaya başlamıştım

"Riddle, iyi misin?" iyi olup olmaması hiç umurumda değildi ama biraz daha el ele tutuşursak kusmaya başlayacaktım

Bana dönüp yavaşça konuştu "Evet, sanırım.."

Ama tam da o anda, çok da uzaktan gelmeyen bir ses ve hemen ardından geceyi aydınlatan bir ışık... Riddle bir anda önüme geçip beni sarmaladı. Hiç beklemeden yere kapaklandık. Göğsündeki sert darbenin titreşimini neredeyse ben bile hissetmiştim

Düştüğüm yerden hızla doğruldum. Riddle yediği lanetin etkisiyle üzerime düşmüş sonra da kenara yanıma çekilmişti. Sol omzunu tutup yüzünü ekşiterek kıvranıyordu. Korkuyla ona doğru eğildim, sonra büyünün geldiği yöne döndüm. Önümüz çalılarla çevrili olduğu için bize saldıranlar bizi göremiyordu ama onların gölgeleri taş yola düşüyordu. Ve buraya doğru geliyorlardı

"Riddle! Ayağa kalk!" diye sarstım onu "Gitmemiz gerekiyor!"

Mattheo'nun koluna girip onu kaldırmaya çalıştığımda elimde hissettiğim ıslaklıkla elime baktım. Sol omzunda büyük bir kesik vardı

"Siktir! Bu şekilde cisimlenemeyiz!" dedim ve yeniden koluna girip onu çalıların dibine çektim. Eğilerek orda saklandığımız sırada da konuşmaya devam ettim "Kaçmamız gerekiyor!"

O, durumun ciddiyetini kavrayıp sızlanmayı kestiğinde nefes nefese bana döndü

"İşaret verdiğimde evin arkasına koşmaya başla" kafamı sallayıp hazır bir şekilde onun işaretini beklemeye başladım. Riddle hızla çalıların arkasından çıkıp bize saldıranlara saldırdığında koşmamı söylemişti. Bir saniye bile beklemeden koşmaya başladım. O, onların dikkatini dağıtırken çoktan arka bahçeye çıkmıştım bile. Çitlere doğru koşmaya devam ederken Riddle da peşimden gelip bana yetişmiş ve çitleri patlatıp geçmemiz için bir alan oluşturmuştu

"Koşmaya devam et!" diye bağırdı

Bir süre daha koştuktan sonra izimizi kaybettirebileceğimiz sokaklara dalmış ve bir çöp konteynerinin arkasına saklanmıştık

"Onlar yoldaşlıktan mıydı!?" diye sordum sessizce nefes nefese

Riddle ceketinin bir kolunu çıkarmış ve ince, uzun kollusunun sol kolunu yırtmıştı "Evet"

Yırttığı kolu elinden alıp sistematik bir şekilde yaralanan yere bağlarken konuştum "Yerimizi nasıl buldular? Burda olacağımızı nerden bildiler?"

"Bilmiyorum, belki de burayı izleyen birileri vardı" dedi kumaşı sıkarken acıyla yüzünü buruşturarak

"Ya da Lordun böyle bir plan yapacağını tahmin edip bize tuzak kurdular" dedim dizlerimin ve ellerimin üzerinde eğilip gelen giden var mı diye kontrol ederken

"İmkansız, bu kimin aklına gelir ki?"

"Hermione'yi tanıyana kadar bekle, o zaman imkansız mı değil mi öğrenirsin" dedim ve ona bakarak devam ettim "Sanırım gittiler. Cisimlenebilir misin?"

"Bu şekilde olmaz" dedi ve asasını çıkartıp kendine iyileştirici birkaç büyü mırıldanmaya başladı. Derin bir nefes verip elbisemin koluna sakladığım asamı çıkarttım ve ona yardım etmeye başladım

"Dinle," dedim, kelimeleri toparlamaya çalışarak. Bir an duraksadım, ne diyeceğimi tam kestiremiyordum "Orada yaptığın şey için... yani önüme geçtiğin için..." diye devam ettim, sesim gittikçe alçaldı. Derin bir nefes alıp, kısık bir sesle ekledim "Teşekkür ederim" dedim ve son kez ekledim "Yani, önüme geçmeseydin yaralanan kişi ben olacaktım.."

"Teşekkür mü ediyorsun? Merlin, sanırım dünyanın sonu geliyor" diyip gülümsedi

Tam o sırada, sokağın başında Yoldaşlık üyeleri belirdi. Kalbim hızla çarpmaya başladı. Bizi görmüşlerdi.

"Koş!" diye bağırdı Riddle, ve ikimiz birden sokak boyunca koşmaya başladık. Arkamızdan gelen isabetsiz lanetler ve peşimizdekilerin bağırışları arasında nefes almaya bile zorlanıyordum. Sokak daralıyordu ve Riddle, asasıyla geçtiğimiz yerlerde hasar bırakıyordu ki bizi takip etmeleri zorlaşsın. Ama önümüzde yüksek bir duvar belirdiğinde anladım ki çıkmaz bir sokağa girmiştik.

Riddle hemen harekete geçti. Eğilip ellerini birleştirdi ve "Elime bas! Seni kaldırırım!" diye bağırdı. Sözünü dinledim, ayağımla ellerine bastım ve kendimi yukarı çektim. Duvarın üstüne çıktığımda Riddle da geriye birkaç adım gidip hızla koşarak zıpladı ve duvarın kenarına tutundu. Elimi uzattım onu yukarı çekmek için

Riddle vakit kaybetmeden duvarın diğer tarafına atladığında bana dönüp ellerini kaldırarak konuştu "Atla!"

"Yapamam!" diye bağırdım ve ekledim "Çok yüksek!"

Yorum yapmayı unutmayıııın

"Ne!? Merlin aşkına sen Quidditch oynamıyor muydun!? Süpürgenle bundan çok daha yükseklerde uçan birinin yükseklik korkusu mu olur!"

"Süpürgeye binip uçmak farklı, yüksekten atlamak farklı-"

"Y/N! Şimdi bunu mu tartışacağız!?" dedi ve devam etti "Çabuk ol! Yakalanacağız!" diye bağırdı

"Bağırmasana bana!"

"Pekala, bağırmıyorum. Tamam mı?" dedi ve telaşla devam etti "Sadece atla, söz veriyorum seni tutacağım"

Arkama baktım Yoldaşlık üyeleri hızla yaklaşıyordu. Atlamaktan başka çarem yoktu. Önüme dönüp derin bir nefes aldım ve dizlerimi bükerek olabildiğince yere yakınlaşıp Riddle'ın kucağına atladım

Merlin, şu anda aklımdaki tek şey elbisem şortlu olduğu için ne kadar şanslı olduğumdu

Riddle beni yere bıraktıktan sonra duvara doğru bir büyü mırıldandı. Etrafta bir sürü tuğla uçuşarak duvarın üzerine eklenirken aynı zamanda da tüm duvar mavi bir ışıkla parlamıştı. Biz kaçana kadar onları oyalayacak bir güçlendirme büyüsüydü bu

"Şimdi nereye?" diye sordu Riddle, sokağın sonuna bakarken

"Şu taraftan" dedim ve bileğini tutup koşmaya başladım "Caddeye çıkarsak hem zaman kazanır ve yaranın çaresine bakarız hem de izimizi kaybettiririz"

Caddeye, kalabalığa çıkana kadar koştuk. Sonrasında dikkat çekmemek için yavaşlayıp yürümeye başladık

"Yanında para var mı?"

"Yoldaşlığa rüşvet mi teklif etmek istiyorsun?"

"Ha-ha, çok komik" dedim ve etrafımı kontrol ettikten sonra devam ettim "Oturup dinlenebileceğimiz bir kafe biliyorum"

"Gidelim"

Kafe fazla uzakta değildi. Kısa sürede ordaydık. Şansımıza da kimse yoktu, zaten birçok dükkan da kapatmak üzereydi. Masalardan birine oturduğumuzda çalışan kız gelip siparişlerimizi aldı

"Ben bir latte alayım. Arkadaşa da espresso"

"Espresso mu? Tam bir zehir ismi gibi"

"Evet, kafelerde sinir olduğumuz insanlara ısmarlamak için bol miktarda zehir bulundururlar" diye alay ettikten sonra Riddle'ın kolunu açıp kontrol ettim. Büyü kesiği, bir profesyonel olmadan ancak bu kadar hızlı iyileşebiliyordu. Dikkatli bir şekilde asamı çıkartıp yara için bildiğim büyüleri mırıldanmaya devam ettim

"Birilerini çağıramaz mısın?" diye konuştum uzun bir sessizlikten sonra

"Peki sonra? Bizi arabayla alıp malikaneye mi götürecek" doğru ya, sadece kendi değil başka biri tarafından da cisimlenmesi tehlikeliydi

"Bir çift süpürge de işimizi görürdü"

"Tabi sen yüksekten korkmasaydın"

"Daha öncede söylediğim gibi, o durum biraz farklı"

"Tam olarak nasıl bir farklılık?"

"Süpürgenin kontrolü tamamen bende. İyi bir uçucu olduğumu bildiğim için korkmuyorum"

"Biz buna yüksekten korkmak demiyoruz, karşımızdakine güvenmemek diyoruz"

"Bu şekilde düşünmek istiyorsan.." dedim ve arkama yaslandım. Ona güvenmediğimi kendi ağzıyla söylemişti. Ben bir şey yapmamıştım yani

"Bir uçuş şebekesi bulmamız gerekecek" diye lafa girdi Riddle, bana doğru eğilerek

"Ah, neden daha önce söylemedin? Buraya en yakın uçuş şebekesi aşağı yukarı bi altı yüz kilometre uzakta. Dalga mı geçiyorsun sen!? Muggle dünyasında uçuş şebekesi ne gezsin!?"

"En azından ben bir şeyler düşünüyorum" dediği sırada siparişlerimiz gelmişti

Genç kız içecekleri masaya koyarken gözüm bir anda camdan dışarıya takıldı ve anında kızın kolundan tutup çekiştirerek bağırdım "Yere yat!"

Mattheo zaten her an tetikte olduğu için camları indirip bize doğru gelen laneti geri püskürttü. Kızı arkadan ittirerek emekleye emekleye tezgahın arkasına kadar ilerlettim. Neyseki kız neye uğradığını şaşırmıştı ve her söylediğimi ikiletmeden yerine getiriyordu

"Sakın burdan ayrılma!" dedikten sonra kızı soktuğum dolabın kapağını kapatıp Riddle'a döndüm. O da bizim yanımıza, tezgahın arkasına gelmişti

"Riddle!"

"Ne?" diye cevap verdi onlarla savaşmaya devam ederken

"Dört kişiler ve ben reşit değilim!"

"Eee?"

"Onlarla tek başına savaşamazsın. Ama ölmek istiyorsan keyfin bilir çünkü ben tek başıma kaçabilirim!"

Riddle tezgahın arkasına siper alıp bana bakarak konuştu "O halde sayılarını düşürmemiz gerekecek" dedi ve doğru anı yakalayıp ayağa kalkarak asasını bize en yakın olan kadın büyücüye kaldırdı "Avada Kedavra-"

Refleksle hareket ettim. Bir an bile düşünmeden kolundan tutup onu aşağı çektiğimde, yeşil ışık tavana isabet etti ve dağılarak kayboldu. Gözlerim dehşetle ona kilitlenmişti

"Aklını mı kaçırdın sen!? Onları öldürecek misin!?"

Riddle'ın gözleri öfkeyle parladı. Kolunu sert bir hareketle elimden kurtarıp bağırdı, "Ne yaptığını sanıyorsun sen!? Bizi yakalatmak mı istiyorsun!?"

O etrafımıza bir koruma büyüsü örerken ben konuşmaya başladım

"Hayır tabiki!" diye bağırdım ama sonra derin bir nefes alıp sakinleşmeye çalışarak devam ettim "Dinle, kafamıza göre birilerini öldüremeyiz! Diğerleri kadar tecrübeli değiliz ve biliyorsun ki öldüren lanet, iz bırakır. Birileri geldiğinde buradaki izleri inceleyebileceklerini hiç düşünmedin mi? Tespit edebilirler, izimizi sürebilirler. Daha az riskli bir yol bulmalıyız"

Riddle, kaşlarını çatarak öfkeli bakışlarını üzerimde tuttu. "Ve bu arada yakalanırsak ne olacak? Sen bunu hiç düşündün mü!?"

"Evet," diye karşılık verdim, gözlerimi onunkinden ayırmadan. "Ama öldürmek daha büyük bir hedef haline gelmemize neden olur. Gerekirse onları etkisiz hale getiririz, ama öldürmek yalnızca işlerimizi daha da zorlaştırır."

Sözlerim havada asılı kaldı, öfkesi yavaşça yüzünden çekilirken düşünceli bir ifadeye büründü. Derin bir nefes aldı ve bakışlarını yere indirdi

"Belki haklısındır" diye mırıldandı, sesi önceki gibi sert değildi. "Ama işler böyle giderse başımız büyük belaya girecek"

"Bu yüzden akıllı olmalıyız," diye karşılık verdim. "Birlikte, daha iyi bir plan bulabiliriz" dedim ve söylediklerimin Riddle'ın kulağına mantıklı gelmesini umarak beklemeye başladım

Riddle sessizce başını salladı, tavrı hâlâ soğuk olsa da öfkesi yatışmış gibiydi. "Tamam," dedi sonunda. "Ama umarım bu fikir bizi pişman etmez"

Hafifçe gülümseyerek bir kez kafa salladım ve dikkatlice tezgahın diğer tarafına bir göz attım. Riddle'ın oluşturduğu koruma büyüsü fazla dayanmazdı. Tekrar yere eğildiğimde konuştum

"Hazır olduğunda kapıya yakın olanı bayılt ve gözlerini kapat" dedim. Riddle anlamsız gözlerle bana baksa da kafa sallayıp ayaklandı ve kalkanı kaldırıp dediğimi yaptı. Ondan saniyeler sonra da ben ayaklanıp asamı çıkardım

"Lumos Solem!"

Dükkanın içi güneş ışığını aratmayan, muhteşem derecede parlak bir ışıkla dolarken gözlerimi kapattım ama Yoldaşlık üyeleri buna hazırlıksız yakalandığı için anlık bir görme kaybı yaşamışlardı. İşte tam da o anda Riddle'ı da tutup çıkışa koştum ve kafeden uzaklaşmaya başladık

"Hahaha! Klasik!" diye bağırıp güldüm

Harry'nin Expelliarmus'u varsa benimde Lumos'um var!

"Tekrar peşimize düşmeleri uzun sürmez!"

"Önce dükkana verdikleri hasarı ve görgü tanıklarını halletmek zorundalar. Ama evet haklısın Muhtemelen bunun için bir kişi yeterli olacaktır. Bir kişi de baygın desek geriye peşimize düşecek iki kişi kalıyor" dedim

"Sayıları azaldığına göre onlarla başa çıkabilirim" dedi Riddle

"Hayır, üçüncü kişi de onlara yetişebilir bu çok riskli" dedim koşmaya devam ederken

"Bir planın var mı?"

"Var. Ayrılalım"

"Neden!? Bizi daha çabuk haklasınlar diye mi!?"

"Çalıştır biraz şu kafanı Riddle! Oyuncağın hangimizde olduğunu bilmiyorlar!"

"Bana, çalıştır kafanı diyene bak! Tüm büyücü dünyası, ve hatta böyle devam ederse muggle dünyası da, senin henüz büyü yapmaya iznin olmadığını biliyor!"

"Büyü yapamıyorum ama karşımdaki kişinin fevkalâde şekilde başını belaya sokabilirim!" diye bağırdım

"Merlin aşkına Y/N, neden hep kötü fikirlerle geliyorsun!? Daha da kötüsü neden hep onlara evet diyorum!"

Riddle'ı sola ittirip sağa doğru koşmaya başladım "Beni merak etme, başımın çaresine bakabilirim!" ardından da birbirimizden ayrıldık

Ne kadar daha koştum bilmiyorum ama sonunda karanlık, ara sokaklardan birine girip kimsenin gelmediğinden emin olduktan sonra sessizce mırıldandım

"Kreacher" saniyeler sonra önümde beliren ev cinim beni gördüğüne sevinmiş gibiydi

"Efendi Black! Kreacher sizin için ne yapabilir?"

Sütyenimin arasına sıkıştırdığım Çapulcu Haritasını çıkarıp cine uzattım "Bunu Harry'e- Hayır, Ginny'e götür. Ama yalnızca Ginny'e. Kimsenin bundan haberi olmasın, bu gizli bir görev Kreacher, anlıyor musun?"

"Efendisi hiç merak etmesin. Kreacher verdiğiniz görevi en iyi şekilde yerine getirecek"

"Harikasın!" diye sevinçle konuştuktan sonra devam ettim "Şimdi git ve ben çağırana kadar gelme"

Kreacher gittikten sonra arkamda duyduğum sesle irkildim

"Y/N?"

"Hestia Jones?" Yoldaşlıktan "Buraya geleceğimizi nasıl bildiniz?" dedim tüm vücudumla ona dönüp, her an kaçmaya hazır bir şekilde durarak

"Müttefiklerimiz azımsanamayacak kadar fazla" diyip gülümsedi. Beni ilk gördüğünden beri asası hep üzerimdeydi

"Benden ne istiyorsun?"

"Oyuncak sende mi?"

Aramızdaki gerilim her bir kelimeden sonra daha da artıyordu ve ben bunun ne zaman patlayacağını bilmek istemiyordum

"Belki" diye belirsiz bir cevap verip beklemeye başladım

Hestia bir an için sesli bir nefesle güldü "Dostların senin hakkında yanılmış"

"Şu sıralar dostlarım benim hakkımda birçok konuda yanılıyorlar. Ama, doğrusu hangi konuda yanıldıklarını merak ettim"

"Ginny ve Hermione, senin bize yardım edeceğini, Harry'i böyle kolay satmayacağını söylemişlerdi"

Tıpkı az önce yaptığı gibi gülerek konuştum "Gerçekten de yanılmışlar"

"Sen tahmin ettiğimden de kötü biriymişsin Y/N"

"Neye göre kötü Hestia? Farklı taraflarda, farklı çıkarlar uğruna savaşıyor olmamız beni kötü biri mi yapıyor? Bu durumda sende benim için kötü biri oluyorsun"

"Riddle kaçabilsin diye zaman kazanmaya çalıştığını anlamadım mı sanıyorsun Y/N"

"Şu zamana kadar anlamamıştın. Ama söylesene, beni ne ele verdi?"

"Oyuncak sende olsaydı benimle bu kadar zaman kaybetmezdin"

"Şimdi ne olacak? Beni yakalayacak mısın?"

"Hayır" dedi ve şu zamana kadar bana doğrulttuğu asasını indirerek kenara çekildi "Kafede hayatımı kurtardın. Gitmene izin veriyorum, böylece ödeşmiş olacağız"

Şaşkınlık ve şüpheyle sordum "Peşime düşmeyecek misin?"

"Düşmeyeceğim. Zaten diğerleri çoktan toparlanmıştır"

Söylediklerine anlam veremesem de ona doğru tedbirli birkaç adım attım. Ve bana bir şey yapmamasından cesaret alarak hızla yanından geçip koşarak ana caddeye ilerledim

10 dakika sonra Riddle'la ayrıldığımız noktaya gelmiştim. Telaşla, bir kenarda durmuş etrafına bakıyordu

"Riddle!" diye bağırdım ve yanına koştum "İyi misin!? Peşindeki adama ne oldu?"

"Nerdeydin!?" diye yanıma adımladı ve hızlıca beni bir gözden geçirdi. Bir şeyim olmadığını anladığında ise derin bir nefes vererek devam etti "Uzun bir süre ayağa kalkamaz. Ya senin peşindeki kadın?"

"İzimi kaybettirdim. Şimdi ne yapacağız? Nasıl geri döneceğiz?"

"Ben bir şey düşüne-" Riddle sözünü yarıda kesip beni arkasına alıp asasını kaldırırken bağırdı "Siktir! Yine mi!?"

Bunlar kafede bayılttığımız ve her şeyi düzeltip görgü tanıklarını halleden adamlardı ve biz kaçamayacak kadar yorgunduk. Zaten adamlar da bizi köşeye sıkıştırmıştı

"Daha fazla koşamam" dedim hafifçe parmak uçlarımda yükselip arkasından kulağına doğru fısıldarken

"Arkamda kal, ben her şeyi-"

"Kendini de beni de kandırma Riddle, sende yoruldun. Ve ayrıca yaralısın" dedim Riddle'ın arkasından çıkarken. Adamlar bize doğru saldırı büyüleri gönderirken Mattheo sadece koruma büyüsüyle etrafımızı sarabiliyordu

"Kreacher!" diye bağırdım. Bu böyle devam edemezdi, biliyorum Riddle cisimlenmek için pekte uygun değildi ama başka çaremiz yoktu. Kreacher önümde bittiğinde onun elini tutarak konuştum "Bizi malikaneye götür" Riddle'da cinin elini tuttuğunda malikanenin salonuna cisimlendik

Cisimlendik ama, Mattheo o anda daha fazla ayakta duramayıp dizlerinin üzerine çöktü. Korkuyla bende önünde eğildim

"Mattheo!" daha sonra sesimi yükseltip odanın dışına seslendim "Bayan Malfoy! Draco! Yardım edin!"

Oda bir anda Bella'nın ve diğerlerinin hızlı adımlarıyla dolmuştu. Bella'nın gözleri, bir annenin korkusuyla doluydu, ama o korkunun ardında öfkenin yanan kıvılcımlarını da görebiliyordum. Odaya adım atar atmaz, sert bir hareketle beni kenara itti. Yere diz çökerek Mattheo'nun başına doğru eğildi

"Mattheo, ne oldu sana!?"

Draco, Bella'nın arkasından hızla bana yöneldi. Dizlerimin üzerine düşmüş, ne yapacağımı bilemeden ellerimi yere koymuş hâlde duruyordum. Draco, beni yerden kaldırmak için ellerimden tuttu. Mattheo'ya bakmaya devam ederek ayağa kalktım

"Ne oldu?" diye sordu Draco

Tam Draco'ya dönecekken Bella, bir anda arkasını döndü ve ayağa kalktı. Gözleri alev alevdi, yüzünde ise sert bir ifade vardı. Draco'nun yanımdan çekilmesine bile izin vermeden birkaç adımda yanıma geldi.

"Sen! Sen ne yaptın? Bu senin işin değil mi? Bu hâle gelmesine sen sebep oldun!" diye bağırdı, sesi çatırdayan bir şimşek gibi odayı doldurdu. Sanki söylediklerinin doğruluğundan emindi

Bella parmağını yüzüme doğrulttu, sanki suçumun itirafını almak ister gibi "Konuş! Olumu bu hâle nasıl getirdin? Ne yaptın ona?" diye bağırdı

"Sen iyice kafayı sıyırdın galiba!" diye bağırarak karşılık verdim

"Sen yaptın! Onu sen yaraladın!"

"Yasağımı delip büyü yapacak olsam, böyle bir sıyrıkla yetinir miydim sanıyorsun!"

Madem yasağımı deleceğim daha ölümcül bir şeyler yapardım değil mi, çatlak cadı seni!

Bella bir adım daha atıp tehditkar bir sesle konuşmaya devam etti "Bunun bedelini ödeyecek-"

Draco beni kendine çekip kollarıyla sarmalarken konuştu "Teyze yeter! Y/N'nin büyü yasağı olduğunu çok iyi biliyorsun!"

"Bella, sus artık" dedi Cissy. Sakin bir ses kullanmıştı ama eğer susmazsa sonuçlarına katlanması gerektiğini de açıkça ima ediyordu

Bella öfkeyle kardeşine bakarken içeri profesör Snape girip hızla Riddle'ın önünde eğilerek yarasına bakmaya başlamıştı

"Bölündü mü?"

"Hayır, yani sanırım. Cisimlenmeden önce yaralanmıştı. İyileştirmeye çalıştım ama... Cisimlenmememiz gerekirdi ama köşeye sıkışmıştık.. Başka çaremiz yoktu, kaçmasaydık-"

"Anladım, cisimlenince yara açılmış ve bölünme olmuş" dedi ve çantasını karıştırmaya başladı. Kısa süre sonra elinde küçük bir şişeyle yeniden Riddle'a döndü ve şişenin içindeki sıvıyı yaraya dökmeye başladı. Riddle bağırmamak için dişlerini sıksa da yüzünden ne kadar acı çektiği belli oluyordu

"Geyikotu özü mü?" diye sordum. Snape kafa sallayıp bana döndü

"Sen yaralandın mı?"

Avuç içlerime ve diz kapaklarıma baktım. Kafede saldırıya uğrayınca cam kırıkları üzerinde sürünmek zorunda kalmıştım. Hiçbir şey söylemeden yanımdaki küçük koltuğa oturup avuçlarımı Snape'e uzattım. Başka bir şişe çıkarıp avucuma dökerken, ağzımdan acıyla dökülen tıslamalara engel olamamıştım. Snape dizlerime de kalan sıvıyı döktüğünde aklımdan sadece tek bir şey geçiyordu, ben bu kadarcık acıya dayanamadıysam Riddle o koca yaraya nasıl dayandı acaba..

"Mattheo, iyi misin?" Snape yeniden Riddle'a dönüp yarayı sararken, oğlunun başını dizlerinin üstünü koyup saçlarını yüzünden çekmeye koyuldu Bella

"İyiyim" dedi Riddle annesine bakmadan. Gözleri bir kez olsun tavandan ayrılmamıştı, bir şey mi düşünüyordu acaba?

"Söyle bana, Lordun verdiği görevi yapabildin mi?"

Mattheo sağlam olan eliyle cebine uzanıp oyuncak askeri çıkarttı. Bella'nın gözlerinde bir an için oğlunun durumunu unutup ne kadar sevindiğini gösteren bir parıltı görmüştüm

"Lordu çağırmalıyız" diye Lucius'a döndü Bella. Lucius kafasını bir kez salladıktan sonra kolunu sıyırdı ve Ölüm Yiyen işaretine dokundu...

Ellerimde, kollarımda, dizlerimde ve hatta yüzümde ufak sıyrıklardan oluşan ve kuruyan yaralarla oturmuş, Lordu izliyorduk. Güneş doğmak üzereydi ve ne Mattheo'nun ne de benim bir dakika bile ayakta duracak halimiz yoktu ama, tabi ki böyle bir ortamda bizim fikirlerimiz tamamen önemsiz birer kelimeler yığınıydı..

"Tabi ki Y/N'den başkası değildi Lordum! Ondan başka kim görevi ifşa edebilir ki!?" diye tüm gücüyle bağırıp fikrini herkese kabul ettirmeye çalışan elbette ki Bella'dan başkası değildi

O kadar yorgundum ki kelimeler bir kulağımdan giriyor diğerinden çıkıyordu. Bozuk bir plak gibi dakikalardır aynı şeyleri söyleyip duruyordu ve ben kendimi savunmaya bile çalışmıyordum artık. Direndiğim tek bir şey varsa, o da şu anda kafam düşüp masaya çarpmasın diye, başımı dik tutmaya çalışmaktı

"Aramızda bir hain olduğu doğru" diye lafa girdi Lord. Bununla beraber Bella'nın ciyak ciyak öten sesi kesilmiş ve odadaki herkes rahat bir nefes almıştı. Yani kısmen, çünkü Lordun sesi Bella'nınkinden daha rahatlatıcı değildi..

"Lordum, izninizle Y/N'ye, yeniden veritaserum vermeyi öneriyorum" diye lafa girdi Lucius. Merlin aşkına, cidden mi? Her toplantıda mı? Bu adamın, Lord tarafından aşağılanmaya zaafı mı var acaba?

"Lucius, sana söz hakkı verdiğimi hatırlamıyorum?"

Yemin ediyorum bir sonraki sefere böyle bir şey yaşandığında bir taraflarımla güleceğim buna

"Lordum, Lucius haklı. Hain kesin Y/N" diye tekrar lafa karıştı Bella

"Ben yoldaşlığa nasıl haber vermiş olabilirim acaba? Lordun verdiği göreve gitmek için üstümü değiştirecek vaktim bile olmadan onlara nasıl haber gönderebilirim?" diye öfkeyle çıkıştım. Sesimdeki yorgunluk her kelimede yankılanıyordu ama Bellatrix'in umursadığı tek şey beni suçlu çıkarmaktı

Bella, kaşlarını kaldırarak zehir zemberek bir ifadeyle, "Göreve gitmeden hemen önce neden odana çıktın o zaman?" diye sordu. Soruyu bir tokat gibi yüzüme çarptı, gözlerindeki alay ve suçlama beni daha da sinirlendiriyordu

"Tabii ki asamı almak için!" diye bağırdım, sesim istemsizce yükselmişti. Yorulmuştum ama Bella, sinirlerimi germek konusunda bir ustaydı ve bunu her fırsatta kanıtlıyordu

Yüzündeki kurnaz gülümseme daha da büyüdü "Madem lorda ihanet etmedin" dedi, her kelimesini vurgulayarak "O halde Veritaserum içmende bir sakınca olmaz, değil mi?"

Bir an için donakaldım. Sesindeki zevk dolu meydan okuma, sabrımı iyice zorluyordu. Derin bir nefes aldım, öfkemi dizginlemeye çalışarak "Bu ne cüret!?" dedim. "Sadakatimi sorgulamak, Lordun karar vereceği bir şey! Senin değil!"

Bellatrix, yüzünde kurnaz bir gülümsemeyle başını yana eğdi "Ama bir şey saklamıyorsan, o zaman doğruluğunu kanıtlamanın en hızlı yolu bu olur. Yoksa korkuyor musun?" diye sordu, sesi alaycı ve meydan okuyucuydu

Derin bir nefes aldım, sinirlerimin kontrolünü kaybetmemem gerektiğini biliyordum "Hayır, korkmuyorum. Ama bu tarz bir sorgulama, yalnızca Lordun emriyle yapılır. Senin küçük paranoyalarına boyun eğmeyeceğim"

Bella'nın gözlerinde öfke büyüyordu "Paranoya mı?" diye hırladı. "Ben sadece ihanetin kokusunu alıyorum. Ve o koku senden geliyor"

Gözlerimi kısarak ona baktım "Beni böyle itham etmeden önce kendi geçmişine bir bak, Bellatrix Lestrange" diye tısladım "Sadakat maskesinin ardından başkalarını suçlamak ne kadar da zevklidir kim bilir"

Bella neyden bahsettiğimi gayet iyi biliyordu. Sırf Voldemort'a olan hayranlığı ve takıntısından dolayı, kocası Rodolphus'u aldatmış ve Mattheo'yu doğurmuştu. Zavallı Rodolphus, bunca zaman Mattheo'nun kendi oğlu olduğunu sanmıştı..

Odanın havası gerilmişti. Bellatrix'in gözlerindeki öfke, benimkine karşı koyuyordu. Herkes sessizce bizi izliyordu, aramızdaki gerilim odadaki herkesi etkisi altına almıştı. Ama kimse müdahale etmeye cesaret edemiyordu

"Bu kadar yeter!" diye ayaklandı Karanlık Lord. "Y/N'nin hain olduğunu düşünmüyorum. Hain olması için yeterli zamanı yoktu ama Bellatrix'in dediği gibi asasını almak için yukarı çıktığında kısa süreliğine de olsa yalnız kalmıştı"

Bu sözler üzerine Draco bir an için hareketlenince masanın altından elini tutup sessizce durmasını işaret etmiştim. Çünkü o, Çapulcu haritasını aldığımı görmüştü ve bu onun başına bela olsun istemiyordum. Dahası kimsenin haritadan haberi yoktu ve bunun bu şekilde kalması gerekiyordu

"Lordum, Black yukarı çıkarken Draco'nunda peşinden gittiğini görmüştüm" dedi Barty Crouch

Hay senin gelmişini geçmişini..

"Sadece asasını aldı" dedi Draco, güzel en azından paniklemedi

"Mattheo, siz Harry Potter'ın evine gittiğinizde Y/N, hiç gözünün önünden ayrıldı mı?"

"Hayır Lordum"

Hayır mı? Neden yalan söyledi? O oturma odasına bakarken be uzunca bir süre koridorda oyalanmıştım. Ayrıca saldırı sonrası ayrılmamız gerektiğini de söylemiştim

"Yine de ona güvenemeyiz Lordum. Y/N bu eve geldiğinden beri birçok planımız suya düşüyor" diye söylendi Bella

"Y/N, Mattheo, Draco. Yanıma gelin"

Üçümüzde yan yana oturuyorduk. Sıralı bir şekilde ayaklanıp salonun ortasına doğru yürürken bıkkın bir şekilde nefes vermemek için kendimi zor tutuyordum..

"Y/N'ye bir arkadaştan daha fazla değer veriyorsun Draco, bu da bazı sözlerini kontrol etmemiz gerektiği anlamına geliyor" dedi Lord, Draco'nun önünde oyalanarak. Daha sonra bir adımda benim önüme geçip konuştu

"Sende, Harry Potter'ı kendi canından bile fazla önemsiyorsun. Bu durumda senin sözlerin de benim için tamamen doğru sayılmıyor" dedi ve oğlunun önüne geçerek devam etti

"Ve sen, Y/N yaralanmasın diye onun önüne atladın. Bana mantıklı bir açıklama sunamadığın için aynı şekilde, senin de Y/N hakkında söylediğin şeylerin doğruluk derecesi kafa karıştırıcı duruma geliyor"

Lord, bize sırtını dönüp birkaç adım uzaklaştıktan sonra tekrar bize dönerek konuşmaya başladı

"Üçünüzde şüpheli durumdasınız. Ama bir şekilde verdiğim görevi yerine getirmeyi başardınız" dedi ve elindeki oyuncak asker piyonunu bize doğru sallayarak ekledi "Bu sayede Harry Potter'ın yerini bulabilir-"

"Defodio!"

(Toza dönüştürme büyüsü)

Her şey saniyeler içinde olmuştu. Lord'un elindeki oyuncağın toza dönüşmesiyle başlayan kargaşa, Lordun elindeki asayı uçurup onu silahsız bırakmasıyla devam etti. Ama o kadar hızlıydı ki kimse tepki bile verememişti. O adamın kapıya doğru koşuşunu izlerken ne yapmam gerektiğini bilmiyordum. O sırada Nagini'nin karanlıkta sürünüp adamın üzerine atlayışı, zihnime keskin bir bıçak gibi kazındı

Adamın boğuk çığlıkları kulağımı doldururken, sıcak ve metalik bir sıvının yüzüme sıçradığını hissettim. Gözlerim, tam önümde olan bitene kilitlenmişti. Yüzüme fışkıran kan, gözümün içine kadar ulaşmış ve görüşümü bulanıklaştırmıştı. Sanki o an, dünyanın geri kalanı sessizliğe bürünmüştü

Kalbim göğüs kafesimi parçalayacakmış gibi çarparken, bedenim taş gibi ağırlaşmıştı. Parmak uçlarımı bile oynatamıyordum. Midemde, boğazıma doğru yükselen bir his peyda olurken gözlerim korkuyla kocaman açılmıştı. Nefes almak bile zordu. Havadaki yoğun, metalik kan kokusu ciğerlerime doluyor, midemi bulandırıyordu

Adamın hareketsiz bedeni yere düştüğünde, yüzü kanla boyanmış olmasına rağmen onu hemen tanımıştım. Thorfinn Rowle. Gözlerim büyümüş, nefesim kesilmişti. Yüzümdeki korkunun ve şaşkınlığın yerini giderek artan bir dehşet alırken, salonun zeminine yayılan kan gölü ayaklarıma doğru akıyordu. Sanki o kan, beni yerime mıhlıyordu. Kaçmak istesem de kıpırdayamıyordum

Rowle'nin boş bakan gözleri, doğrudan benimkilere kilitlenmişti. O gözlerde donmuş bir acının ve şaşkınlığın yankısı vardı. Onun o yüz ifadesi ve keskin bakışı, zihnimin karanlık köşelerine kazınıyordu. Midem bir düğüm gibi burkulmuş, nefesim kesilmişti. Ama her şeye rağmen, ondan bakışlarımı alamıyordum. Gözlerim, iradem dışında Rowle'nin üzerindeydi

Tam o an, Mattheo hızla önüme geçti. Bana sırtı dönüktü ama görüşümü kesmişti. Sert bir hareketle aramızda bir duvar gibi durdu. Ama bu bile, içimdeki korkuyu bastırmaya yetmemişti. Bedenim hâlâ taş gibi donuktu

Aynı anda Draco da önüme geçip başımı nazikçe göğsüne bastırdı. Sesi sakin ve koruyucuydu. "Bakma" diye fısıldadı. Sanki bu sözleriyle beni o korkunç andan çekip almayı umut ediyordu

Draco'nun göğsünde hissettiğim düzenli nefes alışları, o dehşet dolu bakışların zihnimdeki yankısını bastırmaya çalışıyordu. Ama her şey fazlasıyla gerçekti. Kan kokusu, Rowle'nin hareketsiz bedeni, salondaki ölüm sessizliği...

Bir an sonra Mattheo ve Draco, kararlı bir şekilde beni kollarımdan tutup odadan çıkarmaya başladılar. Bedenim hâlâ hareket etmek istemese de onların yönlendirmesiyle yürüdüm. O korkunç sahneden uzaklaşırken, kalbimin kontrolsüz bir şekilde çarptığını ve boğazımda büyüyen düğümü hissettim. Ama o an Draco'nun ve neden bilmiyorum ama Mattheo'nun bile, beni korumak için her şeyi yapacağına dair bir güven vardı içimde..

Tam kapıdan çıkmak üzereyken arkamdan duyduğum ses Rowle'nin sesiydi. Henüz ölmemişti

"Asla kazanamayacaksın Voldemort.."

Titreyen bacaklarımla merdivene doğru yürüdüğümüzde Draco beni kucağına alıp yukarı çıkmaya başlamıştı. Mattheo da hemen arkamızdan geliyordu. Draco, beni odaya getirip yatağın kenarına oturttuğunda hâlâ kendime gelememiştim. Dizlerim titriyordu, ellerim kontrolsüz bir şekilde buz gibi soğuktu. Kalbim göğsümden çıkacakmış gibi çarparken, zihnimde hâlâ Rowle'nin donuk bakışları dolanıyordu

Draco sessizce elindeki su dolu bardağı bana uzattı. Titreyen ellerimle bardağı tutmaya çalıştım, ama başaramayınca Draco'nun eli, bardakla birlikte benimkini sardı ve dikkatlice birkaç yudum içmemi sağladı. Soğuk su, boğazımdaki düğümü biraz gevşetmişti, ama içimdeki sıkışma hâlâ oradaydı

Bardağı kenara koyduktan sonra Draco, önümde diz çöküp ellerimi nazikçe tuttu. Gözleri, yüzümdeki her ifadeyi tarıyordu. Endişesi apaçık belliydi

"N-Neden böyle bir şey yaptı?" diye sordum titreyen sesimle

"Anlaşılan Potter'ı bulmamızı istemeyen kişi oydu.." dedi Draco düşünceli bir sesle

"İyi tarafından bak, artık hainin sen olmadığını aşağıdaki herkes biliyor" dedi Mattheo yanıma otururken

"Yani eğer, hain ben olsaydım-"

"Şşş, hayır" dedi Draco da ayaklanıp diğer tarafıma otururken. Bana sarılmış ve kafamı omzuna yaslayarak beni sakinleştirmeye çalışıyordu "Düşünme bunları. Sana bir şey olmaması için her şeyi yaparım bunu biliyorsun." dedi ve Mattheo'ya bakarak ekledi "Ve sanırım böyle düşünen tek kişi ben değilim"

Karanlık Lord gelmeden önce sessizce her şeyi Draco'ya anlatmıştım. Bu yüzden Matthe'nun aşağıda benim için hem Lorda yalan söylediğini, hem de yaralanmayı göze aldığını biliyordu

"Babam beni, seni korumam için gönderdi. Büyü yasağın olmasaydı tek gönderirdi. Ben sadece bana verilen görevi yerine getirdim"

Bunu benden çok, Draco'ya açıklıyor gibiydi. Sanırım aramızda bir şey olduğunu fark etmeye başlamıştı. Yani aslında anlamasa daha saçma olurdu. İkimizde, onun yanında yeterince dikkat etmiyorduk, ama Draco bazen o kadar ileri gidiyordu ki, kıskançlığı gözlerinden okunabiliyordu. Tıpkı şuan olduğu gibi..

"Şimdi..." diye başladım ama cümlemi nasıl tamamlayacağımı bilemeyerek duraksadım. Kafamı Draco'nun omzundan çekip gözlerinin içine bakarak devam ettim "Ne olacak?"

Draco yavaşça bana döndü. Gözlerime baktı, ardından bir an için bakışları arkamda oturan Mattheo'ya kaydı. Ama tekrar bana dönüp derin bir iç çekerek konuşmaya başladı.

"Sen şimdi kalk ve banyoya gidip temizlen," dedi üzerimdeki kuruyan kanı işaret ederek. "Gerisini de düşünme"

"Gerisini düşünme mi?" dedim, sesim titriyordu. Öfkemi bastırmaya çalışıyordum ama kelimeler hızla dökülmeye başladı. "Rowle'nin gözlerimin önünde Nagini'ye yem olduğunu biliyorsun, değil mi? Hatta ölmeden önce bana unutamayacağım harika bir hediye de bıraktı" elimi üzerimdeki, Rowle'nin kurumak üzere olan kan damlalarını göstermek için kaldırdım.

Draco'nun yüzü sert bir ifadeye büründü, ama onu tanıyordum. Bu soğukkanlı duruşunun ardında beni korumak isteyen biri vardı. Bunun bana nasıl bir travma yaratacağını da biliyordu. Ve yine de beni sakinleştirmek için kontrolünü elden bırakmıyordu.

"Önceliklerimizi sıralamaya çalışıyorum, yavru aslan," dedi, sesi sakin ve kararlıydı. "Şimdi gidip temizlen. Sonrasına bakarız"

Sözleri keskin ama bir o kadar da yumuşaktı. Gözlerindeki şefkat, tüm çabasına rağmen kaçamamıştı bakışlarımdan. Onun bu tavrı, her ne kadar beni bir nebze olsun rahatlatsa da içimdeki çalkantıyı tamamen dindirememişti.

"Aşağıya inmemiz gerekiyor" dedi Mattheo, Draco'nun omzuna dokunup ayaklanarak

Draco beni bırakıp ayağa kalktığında bende onları takip ettim. Draco önde Mattheo arkasında, odamdan çıkarken açık kapıyı tutup ağırlığımı ona verecek şekilde asılırken bir anda aklıma yeni gelmiş gibi Mattheo'ya seslendim

"Riddle," onunla beraber Draco'da bana döndüğünde konuşmaya devam ettim "Kolun nasıl oldu?"

Mattheo şaşkınlıkla kaşlarını kaldırarak önce bana baktı. Sonra da sargılı kolunu kaldırarak konuştu "Gayet iyi"

Yavaşça kafamı sallayıp kapımı kapattım ve üzerime çöken ani yorgunluğu görmezden gelerek banyoya adımladım. Sıcak suyu açıp küvetin dolmasını beklerken üstümü çıkarıp bir köşeye fırlattım. Daha sonra duşun altına geçip vücudumdaki kanlardan arınmaya başladım. Bu sırada da küvetim dolmuştu. Vakit kaybetmeden sıcak suyun içine girdim...

Kim bilir ne kadar süredir banyodaydım.. Derim buruş buruş ve kıpkırmızı olmuştu. Deli gibi keseyle kendimi kazımıştım resmen. Saçlarımı belki de en az altı kere yıkamıştım. Sabunlar, şampuanlar, köpükler... Banyomda savaş çıkmış gibiydi ama yine de üzerimdeki kan kokusu gitmiyormuş gibi geliyordu...

Artık kolumu kaldıramayacak duruma geldiğimde yorgunlukla arkama yaslandım. Birkaç saniyeliğine afallamıştım. Ne yapacağımı bilemeyerek etrafıma baktım. Bir anda bomboş hissetmiştim. Sanki tüm bunlar bir rüyaymış gibi. Ama sonra küçülmeye başladım. Artık yanımdaki sabunlar bile benden büyük geliyordu bana. Büyüklük küçüklük algımı kaybetmiş gibiydim..

Boş bir noktaya bakıyordum. Gözlerim bir şey görüyor muydu, yoksa sadece boşluğa mı dalmıştım, emin değildim. Yüzümde bir sıcaklık hissettim, önce bunun su olduğunu düşündüm. Ama parmağımla yüzümü sildiğimde... ağladığımı fark ettim. Ağlıyordum. O an her şey gerçek gelmeye başladı.

Su soğumuştu. Ama ben hâlâ küvetin içinde, bacaklarımı kendime çekmiş, hareketsizce oturuyordum. Ellerim suyun içinde bir yerlere tutunmaya çalışıyor gibiydi ama tutunacak bir şey yoktu. Gözlerim, sudaki silik yansımama takıldı. Bu kişi ben miydim? Gerçekten ben miydim? Gözyaşlarım yavaşça süzülmeye devam ediyordu.

Sonra nefesim sıkıştı. Göğsümden derin bir iç çekiş yükseldi, o kadar sessiz ve kontrolsüzdü ki, kendi kendime bile belli etmek istemiyormuş gibiydim. Ama içimde birikmiş olan o ağırlık... artık nereye sığacağımı bilmiyordum. Ve o an... bir şey koptu. Önce ince bir çatlak gibiydi. Sessiz bir hıçkırık. Ardından her şey birden dışarı dökülmeye başladı. Ağlamaya başladım. Ama bu... başka bir şeydi. Gözyaşlarım sanki bir sel gibi taşıyordu. Öyle bir ağlamaydı ki, ne durdurabiliyordum, ne kontrol edebiliyordum.

Hıçkırıklarım boğazımı yakıyordu. Kendimi daha da küçültmek istercesine bacaklarımı sıkıca sardım, sanki bu şekilde bütün parçalarımı bir arada tutabilirmişim gibi. Ama yapamıyordum. Her nefeste içimde bir şey daha kırılıyor, gözyaşlarım daha da çoğalıyordu. O anın ağırlığı her şeyin üzerine çöküyordu. Her korku, her acı, her yalnızlık, her pişmanlık... hepsi üzerime birden saldırıyordu. Nefesim kesiliyor gibiydi ama bu beni durdurmuyordu.

Saatlerce mi ağladım? Yoksa birkaç dakika mıydı? Bilmiyorum. Ama zaman durmuş gibiydi. Soğuyan su, yüzümdeki yanmayı dindirmiyordu. Kollarımla kendime sıkı sıkıya sarıldım, sanki bir şekilde kendimi koruyabilirmişim gibi. Ama hiçbir şey yetmiyordu. O boşluk, o ağırlık.. Asla çıkamayacağım, asla kurtulamayacağım bir şeye bulaştığımı bilip, o boşlukta çaresizce çırpınıyordum işte..

"Y/N, iyi misin?"

Narcissa'nın sesi, önce suyun altından gelen boğuk bir ses gibiydi. Sonra, ismimi tekrarladıkça yanıldığımı, suyun altında olan kişinin ben olduğumu fark ettim. O ise beni boğulduğum bu sudan çıkarmaya gelen bir kurtarıcıydı... Göz yaşlarımı silip seslendim

"Birazdan çıkacağım"

"Acele et, seni görmek isteyen bir misafirimiz var"

Merakla kaşlarımı çatıp konuştum "Misafir mi? Kim"

"Kendin görsen daha iyi olur" dedi Narcissa. Sesinde mutlu bir tını vardı. Bu da beni meraklandırıyordu. Hızla sudan çıkıp duşun altında köpüklerimden arındıktan sonra havluma sarınıp kurulandım ve giyinip banyodan çıktım

Narcissa ve Draco ben saçlarımı kurulayarak banyodan çıkınca oturdukları kanepeden kalkıp bana bakmaya başladılar. Durup onlara baktım. Hiçbirimiz konuşmuyorduk. Sessiz sinema mı oynayacaktık?

"Eee?"

Draco gülümseyerek kaşlarıyla yeri gösterdi "Aşağı bak"

İşte o anda, bu zamana kadar fark etmediğim Luna'yla göz göze geldik. Yere oturmuş kuyruğunu etrafında toplamış ve yan çevirdiği kafasıyla bana bakıyordu.

Saçımı kuruladığım havluyu tutan elim donup kalmıştı. Gözlerimi kırpıştırarak Luna'ya baktım. Görmeyi beklediğim son kişi oydu. Harry'i bile bekliyordum ama Luna.. Kelimenin tam anlamıyla şok olmuştum...

Bir anda elimdeki havluyu fırlatıp dizlerimin üzerine çöktüm. "Luna!?" Luna da ayaklanıp, miyavlayarak koşar adım üzerime atladığında ona sıkıca sarıldım

"N-Nasıl!? Kim?-" bir anda Draco'ya dönüp devam ettim "Sen mi getirdin!?"

Draco, elleri cebinde, yanıma doğru gelirken gülümseyerek kafasını sallamıştı. Tam yanımda durduğunda sevinçle, kolundan tutup onu aşağı çektim ve bir kolumla Luna'yı sarmalarken diğeriyle de Draco'ya sarıldım ve yanağına bir sürü küçük öpücükler bıraktım

"Teşekkür ederim, teşekkür ederim, teşekkür ederim!" dedikten sonra tekrar Luna'ya dönüp onu sevmeye başladım. Draco da elini uzatıp Luna'nın başını okşamasına rağmen beni gülümseyerek seyrettiğini hissedebiliyordum. Bir anlığına Narcissa'ya baktığımda, onun bile bize gülümseyerek baktığını görmüştüm.

"Biz sizi yalnız bırakalım da hasret giderin" dedi Draco, kısa bir sessizliğin ardından ayağa kalkarken

Luna'la o kadar meşguldüm ki dönüp ona bakmadım bile. Draco annesinin yanına gittiğinde onu da alıp dışarı çıkmıştı...

Ay bölüm o kadar uzadı ki nasıl bölüm sonu yapsam diye şaşırdım ŞĞİWAQRTÜSCVEQWEOSŞ

Vote sınırı 50
Beğenmeyi ve yorum yapmayı unutmayın.
Sizi seviyorumm♡♡

 

Bölüm : 28.01.2025 22:38 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...