Vote sınırı 50
Beğenip yorum yapmayı unutmayın
Sizi seviyorum ♡♡
Bu adaletsizlik... Bu sessizlik... İçimi kemiren bu suçluluk... Keşke bir şey yapabilseydim. Keşke zaman geri alınabilseydi. Onu kurtarabilseydim. Ama yapamamıştım.. Onunla birlikte, içimde bir parçam da yitip gitmişti.
Y/N'yi bırakıp yavaşça ayağa kalktım. Arkam Karanlık Lord'a dönüktü. İçimde kabaran öfke beni kontrol etmeye başlamıştı. Uzun kollu kıyafetimin kolundaki asam elime düştüğünde birazdan yapacaklarım yüzümden belki bende ölecektim ama umurumda değildi
"Draco?" Lord'un sesi kulaklarıma ulaştığında kafamı çevirip yan gözle ona baktım. Eminim ki şu anda hiçbir şey hissetmiyordur..
Potter'ın da ayaklandığını gördüğümde bir adımda yanıma geçti. Yüzünü görmesem de etrafa yaydığı öfkeyi iliklerime kadar hissetmiştim
"Bunun hesabını vereceksin" dedi Potter, sesi, daha önce hiç duymadığım kadar karanlık çıkmıştı
"Draco, buraya gel" Blaise'in sesi fısıltıyla çıkmıştı ama herkes duymuştu
Hiçbir cevap vermeden durmaya devam ettim. Durdum ve bir an düşündüm. Öfkeme yenik düşemezdim. Eğer bir şeyler yapmak istiyorsam başından sonuna her şeyi düşünmeliydim. Bu yüzden Blaise'in dediğini yapıp yürümeye başladım
Karanlık Lord Potter'ın sözlerine gülerken ben onların yanına geçmiştim bile
"Seni öldürdüğümde hesabımı kime vereceğim?" dedi Lord, alay edercesine. Ardından tekrar asasını kaldırıp Pottar'a doğrulttu. Yeşil ışık huzmesi ince bir çizgi halinde Pottar'a giderken bu defa onun öleceğine emindim. Çünkü ne kaçacak zamanı vardı ne de karşılık verecek bir asası. Üçü de asalarını yere atmışlardı..
Ama tamda o anda, Potter'ın arkasından uzanan kırmızı ince ışık onun hemen önünde kedavra lanetini engellemişti. Granger, Expelliarmus büyüsü ile Lord'un büyüsünü tam zamanında durdurmuştu. Ama nasıl? Asasını ilk atan kişi oydu. Ona daha da yakından baktığımda elinde tuttuğu asanın Y/N'ye ait olduğunu görmüştüm. Onu nasıl ve ne zaman almıştı. Y/N.. öldüğünde ona yaklaşmamıştı bile...
Granger Lord'un büyüsünü zaptetmekte zorlanıyordu. Mattheo asasını kaldırıp Granger'a doğrulttuğunda onu son anda tutmuştum.
"Lord'un onun gibi bir bulanığı yenemeyeceğini mi sanıyorsun!" diye bağırdım, kelimeler ağzımdan çıkarken kalbim hızla atıyordu. Bu sözlerle Lord'u savunmuyordum, hayır. Asıl niyetim, Y/N hayatta olsaydı kesinlikle yapacağı şeyi yapmak ve onlara biraz zaman kazandırmaktı. Mattheo'nun kolunu sıkıca tutarken içimdeki karmaşayı bastırmaya çalışıyordum.
Tam o sırada Blaise'in sesi kulaklarımı deldi. "Draco!"
Onun işaret ettiği yöne döndüğümde gördüğüm şey beni olduğum yere mıhladı. Kalbim, bir an için tamamen durmuş gibi hissettim. Y/N... Y/N, doğrulmuştu. Ama daha şaşırtıcı olan, sendeleyerek birkaç adım atıp... koşmaya başlamasıydı..
O, saniyeler içinde, iki büyünün tam kesiştiği noktaya atladı. Her şey yavaşlamış gibiydi; Mattheo'nun kolunu istemsizce bırakmıştım. Gözlerim o sahneye kilitlenmiş, nefes bile alamıyordum.
Granger, bu karmaşanın ortasında bir anda harekete geçti. O şaşkınlık anını kullanıp yerde duran asalarını hızlıca topladı. Y/N'nin asasını da yere atıp Potter ve Weasley'nin yanına koştu. Birbirlerinin ellerini tutarak cisimlendiklerinde geride sadece sarsıcı bir sessizlik kalmıştı.
Y/N yere düştüğünde, hala gözlerim ona kilitlenmişti. Expelliarmus'un etkisiyle öne doğru yığıldı ama... o lanet... Kedavra laneti ona etki etmemişti. Bu nasıl mümkündü?
Başımda uğuldayan seslerle ona doğru birkaç adım atmış olanları kavramaya çalışıyordum. Mattheo, Blaise, ben ve hatta Karanlık Lord, hepimiz donup kalmıştık, hiçbirimiz ne diyeceğimizi ya da ne yapacağımızı bilmiyorduk. Ama bir şey kesindi; Y/N'nin ölmediğini biliyordum. Daha önce görmüştüm... Lord'un ona gönderdiği ölümcül lanet tam göğsüne çarpmıştı. Ama işte, karşımızda hala hayattaydı.
Y/N dirseklerinin üzerinde yavaşça doğrulmaya çalışırken Blaise'in beni arkamdan ittirmesiyle kendime gelip koşar adım onun önünde diz çöktüm ve kalkmasına yardım ettim. Ama sonra ne kadar aptalca bir hareket olduğunu fark edip onu direkt kucağıma aldım. Y/N'nin bedeni kollarımın arasında, ormanın kasvetli havasından mıdır, korktuğundan mıdır bilinmez, tir tir titriyordu
Dudaklarımın arasından nihayet birkaç kelime döküldüğünde Y/N yavaşça başını kaldırdı
"N-Nasıl? Sen.. ölmüştün.."
O bana cevap bile veremeden arkamdan Lord'un sesi yükseldi
"Kızı getir"
"Lordum, bence şimdi dinlenmesi-"
"Kızı getir, Draco"
Y/N, Lord'un sözü üzerine bana bakıp kafasını bir kez salladı. Bunun üzerine istemesem de onlara doğru dönüp yürümeye başladım. Hepsini geçip çadıra girdiğimizde Y/N'yi, ortada duran masanın sandalyesine oturttum. O arkasına yaslanıp kafasını geriye yatırdığında Lord ve diğerleri çadıra girmişti..
-Harry'nin Ağzından-
Ron'un odasında kan ter içinde uyandığım ilk sefer değildi. Günlerdir nerdeyse aynı şeyleri görüyordum. Hayır, Voldemort bana aynı şeyleri gösteriyordu
"Yine mi?" diye sordu Hermione. Ron her zaman olduğu gibi yine Hermione ve Ginny'yi çağırmıştı. Onun suratıma tuttuğu mum ışığını ittirip doğruldum
"Yine" dedim sadece
"Bunun bir tuzak olduğunu biliyorsun değil mi Harry?" dedi Ginny bana bir bardak su uzatırken. Suyu uzandım ama Ginny bardağı bana vermek yerine konuşmaya devam ederken kendi içirmişti "5. sınıfta Esrar Daire'sinde de aynı şeyi yapmıştı. Seni oraya çekmek için Sirius'u kullanmıştı"
"Biliyorum" dedim Ginny'nin içirdiği suyu nazikçe ittirerek
"Ama yine de gitmek istiyorsun" dedi Hermione, bilmiş bir tavırla
"Nerdeyse bir hafta oldu Hermione. Bir haftadır aynı şeyler. Eğer gördüklerim gerçekse-" dedim ama sonra birden durdum. Onun ismini söylemek istemiyordum. Aptalca bir aşk yüzünden bize sırtını dönen birinin ismini anmak sinirimi bozmaktan başka bir işe yaramıyordu. "... onun bu işkencelere daha fazla dayanması imkansız"
"Hani Y/N'den artık nefret ediyordun. Neden şimdi onun için endişeleniyorsun?"
"Hâlâ ediyorum!" diye bağırdım Ginny'ye
"Ama?" diye kollarını göğsünün üstünde birleştirip bir cevap beklemeye başladı
Bu kızın beni bu kadar iyi tanıması bazen çok korkutucu oluyordu
"Ama yine de merak ediyorum. Oldu mu!?"
"Oldu" dedi Ginny kendinden memnun bir tavırla
"Acaba bir kontrol mü etsek?" diyen kişi, deminden beri sus pus oturan Ron'du
"Hani sende en az Harry kadar nefret ediyordun ondan?"
"Hiç başlama Ginny. Nefretim olduğu gibi duruyor. Sadece merak ediyorum"
"Umarım aklınızdan oraya gitmek geçmiyordur?"
Hermione'nin sorusunu görmezden gelip yataktan kalktım ve tişörtümü değiştirdim
"Napıyorsun?"
"Karanlık ormana gideceğim"
"Aklını mı kaçırdın Harry!?"
"Aklımı kaçırmadım ama bu vizyonlar biraz daha devam ederse kaçıracağım Hermione!"
"Harry!" diye yükselip kolumdan tuttu ve beni durdurdu "Benim endişelenmediğimi mi sanıyorsun!? Y/N senin olduğu kadar benimde dostumdu!"
"Bunun nasıl hissettirdiği hakkında en ufak bir fikrin yok Hermione! Her gün, siz güneşin doğuşuyla uyanırken ben bu lanet vizyonlarla uyanıyorum!"
"Aslında hepimiz senin sesine uyanıyoruz"
"Bahsettiğim şey bu değil Ron. Bahsettiğim şey hiç birinizin bu acıyı bilmemesi"
Bu sözlerimden sonra herkes gözlerini yere indirdi. Hermione bile haklı olduğumu kabullenmişti
"O zaman bizde seninle geliyoruz" dedi Ginny
"Sen değil belki ama Ron ve ben olmadan hiçbir yere gidemezsin"
"Buna gerek yok. Sadece iyi mi diye bakıp geleceğim"
"Peki bunu nasıl yapmayı düşünüyorsun? Henüz reşit olmadığını unuttun galiba" dedi Hermione. Ardından da ayağa kalkıp Ginny'le kapıya doğru yürümeye başladı. "10 dakika sonra kapıda buluşalım" diyip gitti
Ron ve ben üstümüzü giyip aşağı indikten birkaç dakika sonra Hermione ve Ginny de gelmişti
"Birimizin burda kalıp bizi idare etmesi gerekiyor Ginny" dedi Herm, merdivenden inerken
"O zaman Ron kalsın"
"Ben reşitim. Büyü yapabilirim" dedi Ron
Hermione ona dönüp elini tutarak konuştu "Hadi Ginny, lütfen"
Ginny bir süre düşündükten sonra istemese de kabul etmişti. Üçümüz evin koruma büyüsünün içinden çıktığımızda Hermione ile el ele tutuşup cisimlendik...
~
"Harry?" Y/N yalpalayarak çadırdan çıktığında bir nebze olsun rahatlamıştım. Tamamen olmasa da genel anlamda iyi görünüyordu. Yani tabi biraz farklılıklar vardı, mesela saçının rengi. Malfoy'un annesini andırıyordu, altları beyaz üstleri siyah.. Ve son gördüğümden bu yana bayağı zayıflamıştı..
Y/N koşarak üzerime atladığında, itiraf etmeliyim ki bende ona sarılmak istemiştim ama onun bize ihanet ettiği gerçeğini göz ardı edemiyordum
Konuşma ilerlediğinde bu tuzaktan Y/N'nin haberi olmadığını öğrenmiştim. Demek ona güvenmiyorlardı. Ama aslında fark ettiğim bir şey daha vardı. Malfoy ve Zabini de beni beklemiyormuş gibi görünüyorlardı. Bir tek, hepsinin önünde durup bize asasını doğrultarak bakmakta olan çocuk, bizi gördüğüne şaşırmamış gibiydi.
Tartışma devam ederken, havanın bir anda soğuması, aklıma sadece bir şeyi getirdi: Voldemort buraya geliyordu.
Voldemort, olduğumuz yere inmeden önce, Y/N'nin ağzından çıkan bir isim beni kısa bir süreliğine şaşkına çevirdi. Riddle. Ona Riddle demişti. Bu demek oluyor ki... Voldemort'un bir oğlu mu vardı?
Y/N olanca gücüyle, Voldemort'a bizi bırakması için yalvarıyordu. İyi ama neden? Neden onun tarafındaki biri bizi korumaya çalışıyordu? Üstelik daha az önce Ölüm Yiyen olmak istediğini öğrenmiştik. Beni yakalatmak için karanlık tarafa geçen biri neden şimdi bizim için bu kadar zahmete giriyordu?
"Avada Kedavra!"
"Harry!"
Y/N'nin sesi kulaklarımda çınlarken bedeni de kollarıma düşmüştü. Ne yapacağımı, ne diyeceğimi bilmiyordum... O.. benim için kendini feda etmişti..
Y/N'yi yavaşça yere yatırırken ellerim titriyordu. Ölmüştü. O benim için ölmüştü..
"Y/N..." adını fısıldadım, kelimeler dilimden zorla dökülüyordu. Yüzümdeki tüm kaslar gerildi, gözlerim bulanıklaştı. Bu anı hayal etmiştim ama hiçbir zaman gerçek olmasını istememiştim. Y/N, benim için her şeyi riske atmıştı. Şimdi burada, ellerimde, kaybettiğim her şey gibi...
Gözleri bana son bir kez bakmıştı, ama sonra her şey kaybolmuştu. Onun gidişi, beni bir boşluğa çekmişti, her şey kararmıştı. Sanki zaman durmuş, dünya sessizleşmişti. Onu kaybetmek, kalbimi paramparça etmişti. Ne yapacağımı bilmiyordum. Ne yapabilirdim ki?
O, benim için her şeyi feda etmişti, bir tek beni korumak için. Ve ben... ben bunu sonuna kadar fark edememiştim..
Bir kaybın acısını anlatmak için kelimeler ne kadar yetersizse, kalbimdeki boşluk da o kadar derindi. Y/N gitmişti. Ve ben... bir kez daha kaybetmiştim.
Birden başımı kaldırdım, gözlerim kısıldı, ve Malfoy'a dikildim. "Bu... bu mümkün değil," dedim, sesim titrek ama öfkeliydi. "Neden? Neden yaptı bunu?!" diye bağırdım, sesim çatallaşarak.
Gözlerimdeki öfke, acı, ve anlaşılmazlık birleşmişti. O an, her şeyin bir anlamı olmalıydı, ama ne kadar düşünsem de hiçbir şey yerine oturmuyordu.
"Neden, Malfoy?! Neden böyle bir şey yaptı!" diye tekrar bağırdım, yumruklarımı sıkarak.
Hermione seslendi, "Harry," dedi, sakinleştirmeye çalışarak. Ama ben, onun elini silkercesine geri ittim ve yumruklarımı sıkmaya devam ettim.
"Bunun hesabını vereceksin" diye bağırdım Voldemort'a. Her zaman, hemde her zaman hayatımı mahvetmenin bir yolunu buluyordu. Bir şekilde sevdiğim herkesi benden kopartıyordu..
"Seni öldürdüğümde hesabımı kime vereceğim?" onun sesindeki alay öfkemi arttırırken aynı zamanda yaptığım aptallığı da fark etmeme neden olmuştu. O asasını kaldırırken benim kendimi savunacak bir şeyim yoktu. Burda, bu şekilde ölmek istemiyordum. Y/N benim için kendini feda etmişken ölemezdim...
Öldüren lanet bana doğru gelirken tam burnumun dibinde başka bir büyüyle kesişmişti. Bir saniyeliğine arkama baktığımda Hermione'nin Y/N'nin asasıyla karşılık verdiğini görmüştüm. Ama bu fazla uzun sürmezdi. Sonuçta ona karşı ne kadar uzun dayanabilirdi ki?
Ben ne yapabilirim diye düşünmeye başladığımda gözlerim, gördüğüm şeye inanmıyordu. Mümkün değildi. Nasıl? Y/N Kedavra lanetini yemesine rağmen nasıl ayaklanmıştı. Üstelik bununla da kalmamış, iki lanetin tam kesişim noktasına, yani benim tam önüme atlamıştı. O anda Hermione olmasaydı belki de burdan kurtulamazdık. Çünkü her zamanki gibi hızlı düşünüp asalarımızı yerden almış ve bizi cisimlemişti..
Bu zamana kadar yaşadığım en büyük şokla kapıdan içeri girdiğimizde Fred'in sesini duydum "Kaçaklar geldi"
Üçümüz birlikte salona girdiğimizde Lupin öfkeyle üzerime yürüyüp bağırmaya başladı
"Aklını mı kaçırdın sen Harry!? Nasıl kendi ayaklarınla seni öldürmek isteyen bir katilin yanına gidersin!?" gözlerimi ondan çekip en arkada sessizce duran Ginny'e çevirdim. Mahcup bir şekilde yere bakıyordu
Lupin benden cevap alamayınca Hermione'ye döndü ama ona bana bağırdığı gibi bağırmak yerine hayal kırıklığına uğramış bir sesle konuşmuştu "Peki ya sen Hermione? İçinizdeki en aklı başında, zeki kişi sensin. Bu tehlikenin hepimizden çok sen farkındasın. Nasıl böyle bir şey yapmalarına göz yumarsın. Üstelik bu fikre sende katılmışsın"
Hermione ilk defa birini hayal kırıklığına uğratmış gibi sessizce başını indirdi
"Seni saymıyorum bile Ron. Onlar ne yapsa sende sorgulamadan atlıyorsun"
"Aslında sorguluyorum" dedi Ron sessizce
"Yaptığınız şeyi sorgulayıp mantıklı olduğuna karar verdin yani?"
"Böyle söyleyince kulağa biraz tuhaf geldiğinin farkındayım ama-"
"Ronald Weasley!" diye bağırıp Ron'un sözünü kesti bayan Weasley "Hem kimseye haber vermeden ölüme gidiyorsun hem de kardeşinden bunu saklamasını istiyorsun!"
"Ginny'den bunu ben istedim bayan Weasley.." dedi Hermione gözlerini yerden kaldırmadan
"Sadece kendini değil hepimizi riske attın Harry! Bencilce davrandın ve arkadaşlarının da buna katılmasına izin verdin-!"
"Remus" diye Lupin'in omzuna dokunup araya girdi Nymphadora. Ardından sakin bir sesle devam etti "Önce kendisini açıklamasına müsaade edelim"
Nerden başlayacağımı bilmiyordum. Olanları nasıl anlatacağım hakkında en ufak bir fikrim yoktu. Lupin haklıydı, bencilce davranıp herkesi tehlike atmıştım. Ve başında buna değip değmeyeceğini bile bilmiyordum. Y/N'nin tehlikede olduğunu sanıp onu kurtarmaya gitmiştim ama sonuçta o bizi kurtarmıştı. Hem de iki kez...
Bir şekilde kelimeleri toparlayıp olanları anlattım. Bitirdiğimde bayan Weasley kalbini tutarak arkasındaki koltuğa çökmüştü. Bay Weasley söylediklerime inanmamış, hatta inanmak istemiyormuş, bu mümkün değilmiş gibi gözlerini duvara sabitleyip düşünmeye başlamıştı. Aslında herkes böyleydi. Haksız da sayılmazlardı. İki kere öldüren lanet yemiş ve ölmemiş birinden bahsediyordum. Kim olsa inanmazdı
Ama Lupin, söylediklerime diğerlerinden daha çabuk alışmış gibi konuşmaya başlamıştı "Gitmeden önce hareket ettiğinden emin misiniz?"
"Eminim, özellikle buna dikkat ettim" dedim
"Eğer Hermione yanınızda olmasaydı-"
"Biliyorum. Ölmüş olurduk" diye çoktan cevapladım Lupin'in sözünü
"Bu arada, Hermione, asalarınızı yere attığınızı söylemiştin?" dedi Nymphadora anlamaya çalışır gibi
"Y/N'nin asasını kullandım"
"Bende bunu soracaktım. Onun asasını ne zaman aldın?" diye sordum. Başından beri bunu merak ediyordum ama sormaya fırsatım olmamıştı
Herm başta bir şey söylemedi ama sonra konuştu "Sarılırken"
Doğru ya, aramızdan bir tek o, Y/N'ye sarılmıştı
Lupin konuşmanın ortasında bir anda ayaklanıp kapıya doğru adımlayınca hepimiz ona döndük
"Nereye gidiyorsun hayatım?"
"Yapacak işlerim var. Arthur, Harry ve yardakçıları gitmiş diye Patronus büyüsüyle mesaj gönderince ve bizde apar topar buraya gelince bir çok işim yarım kaldı" dedi ve kimseye konuşma fırsatı vermeden gitti
"Benimde gitmem gerek Teddy'i anneme bırakmıştım" dedi ve kısa birkaç cümleden sonra ayrıldı
Bizde fazla göze batmamak için yukarı çıkmaya başlamıştık..
-Hermione'nin Ağzından-
Dördümüz de yukarı çıkarken Ginny beni durdurdu ve diğerlerinin çıkmasını bekleyip sessizce konuştu
"Bana söylemek istediğin bir şey var mı?"
"Ne gibi?"
"Bilmem. Az önce eksik söylediğin veya yanlış aktardığın şeyin doğrusu gibi?"
Merlin. Gerçekten bu fazlasıyla korkutucu olmaya başladı
Derin bir nefes verip konuşmaya başladım "Asa olayı," dedim ve sesimi kısarak devam ettim "Eksik anlattım. Y/N'ye sarılırken asasını almadım. Aksine o bana sarılırken asasını arka cebime koydu"
"Ve?"
"Ve kulağıma 'Kimseye söyleme. Karanlık Lord buraya gelecek. Korkma, kimseye bir şey olamayacak' dedi"
"Biliyor muydu?" diye sordu Ginny
"Sanmıyorum. Yani en azından bunu bilerek oraya gitmedi. Belki bununla alakalı bir kehanet görmüştür. Ya da ne bileyim, bir şekilde anlamıştır"
"Yani sence o bizim tarafımızda mı?"
"Emin değilim. Y/N, Malfoy'a ihanet etmez"
"Harry'e de etmez ama"
"Bu yüzden emin olamıyorum.." dedim ve bir süre bekledim. İkimizinde söyleyecek bir şeyi kalmamıştı bu yüzden yukarı, Harry'lerin yanına gitmeye başladım...
-Y/N'nin Ağzından-
"Bunu nasıl yaptın?" diye ilk sorusunu sordu Lord. Yani tabii soru denebilirse. Sesinde 'hadi buna bir cevap verme de göreyim' der gibi bir hali vardı
"Bilmiyorum" dedim zoraki bir enerjiyle. Karşımda Karanlık Lord olmasaydı eğer, beni hiçbir güç ayakta tutamazdı
"Böyle bir gücün olduğunu bilmeden mi Potter'ın önüne atladın?" Merlin, bu kadar tehditkar bir sesle konuşmak zorunda mısın?
"Evet"
"Bana neden ihanet ettin?"
"Lord'um, ben size asla ihanet etmedi-"
"Harry Potter'ı öldürmeme engel oldun!" diye bağırdı Lord. Bir anda bu kadar yükselince çadırdaki herkes irkilmişti
"Sizin tarafınıza katılmak istediğim doğru ama Harry hâlâ benim arkadaşım! Gözümün önünde onu öldürmeye çalışırsanız, kim olursa olsun, gerçekten öleceğimi bilsem bile yine de önüne atlardım!" diye bağırdım birden. Ama, karşımdakinin kim olduğunu hatırlayınca pişman olmam uzun sürmemişti. Aceleyle tekrar konuşmaya başladım "Özür dilerim Lord'um. O şekilde bağırmak istememiştim.."
Lord'un bu tutumumdan ötürü öfkeleneceğini sanırken o birden gülmeye başladı. Ama bu sefer, ürkütücü şekilde değil, biraz daha insani bir sesle gülmüştü. Tabii onun durumunda biri için ne kadar normal bir ses çıkarabilirse öyle işte
"Cesaretin taktire şayan. Bana geçmişte tanıdığım birini hatırlatıyorsun kızım" dedi sakin bir sesle, ardından ekledi "O da sevgisini her şeyin önünde tutardı"
Kararsızlıkla sordum "Ne oldu ona?"
"Öldü"
Sertçe yutkundum. Bu bir tehdit miydi?
"Bana ne yapacaksınız Lord'um?" diye sordum cesaretimi toplayarak
"Ne yapacağımı yarın öğrenirsin. Şimdi toparlanın" dedi son sözlerini erkeklere doğru söylerken. Ardından hiçbir şey söylemeden çadırdan çıkıp gitti
O çıktığında sonunda rahat bir nefes alabilmiştim. Tam gözlerimi kapatmış arkama yaslanacaktım ki Zabini'nin alaycı sesiyle gözlerimi araladım
"Sürekli başını belaya sokup bizi de sürüklemeden duramıyorsun değil mi? Sen olmasan hayatımız çok daha huzurlu olurdu, Black. Ama itiraf etmeliyim..." Bir an durdu, sesi alaycı tonundan biraz uzaklaştı ve hiç beklemediğim bir anda sarılarak devam etti "İyi ki ölmedin"
Bir an için şaşırdım. Onun ağzından çıkan bir cümleyle duygulanacağımı hiç düşünmemiştim. Kaşlarımı kaldırıp sarılışına karşılık vererek devam ettim "Ne? Şaka mı yapıyorsun?"
"Hayır," dedi geri çekilip hafifçe mırıldanarak, ama yüzünde alışılmadık bir ciddiyet vardı "Yani, seni pek sevdiğimi söyleyemem, ama... Eğer ölmüş olsaydın, Draco herhalde hepimizi mahvederdi. Bu yüzden... teşekkür mü etmem gerekiyor?"
İçimde istemsiz bir kahkaha yükseldi "Ölmediğim için teşekkür mü ediyorsun?" dedim ve devam ettim "Zabini, beni neredeyse duygulandırıyordun. Ama merak etme, bu kadar iltifatı kaldıramam"
"Bu bir iltifat değildi" dedi kafasını çevirerek
"Zabini? Yoksa sen, ağlıyor musun?" dedim şaşkınlıkla ona karşılık verirken
"Yoo, gözüme Lord'un yere inerken kaldırdığı toz bulutu kaçtı" dedi kurumak üzere olan gözünü silerek
Bir an için, neden bilmiyorum ama, Lord'un sırma saçları kaçtı diyecek sanmıştım
Hafifçe kıkırdadığım sırada Riddle önüme gelmişti. Gülümsemeyi bırakıp ona bakmaya başladım. Tuhaf görünüyordu. Yüzünden ne hissettiğini anlayamıyordum. Bir şey mi söyleyecekti? Derken, bir anda bana sarıldı. Mesafeli bir sarılıştı, fazla sıkmıyordu. Yüzüm göğsünün biraz üstüne denk geliyordu. Kafamı hafifçe kaldırıp ona baktım. Sarılışına karşılık vermemiştim. O da zaten bunu bekleyerek sarılmamıştı
Riddle benden ayrıldığında yavaşça konuştu "Bu kadar aptalca bir şey yapmak nerden aklına geldi?" dedi. "Ölmeye bu kadar hevesli miydin gerçekten?"
Ona bir cevap vermek istemedim ama yine de, alaycı bir karşılık vermeden duramadım. "Bu söylediğini komik bulmamı mı bekliyorsun, Riddle? Çünkü hiç komik değil"
Yüzü hiç değişmedi. "Bunu komik bulman gerekmiyor. Sadece ciddiyetimi anla" Bir an sustu, ama sonra devam etti "Senin, lanete karşı bir bağışıklığın olabilir... Ama bu, ölümsüz olduğun anlamına gelmiyor. Bunu unutma" dedi ve üçününde kaldığı odaya gitti
Draco yanıma gelip beni kucağına aldı ve odama doğru götürmeye başladı
"Mattheo haklı. Kedavra laneti seni öldürmemiş olabilir ama bu tamamen ölümsüz olduğun anlamına gelmiyor" dedi odama girdiğimiz sırada. Ardından beni yatağıma bırakırken ekledi "Sahi, nasıl oldu bu?"
"Bilmiyorum. Sadece-"
"Yalan mı söylüyorsun?" dedi yatağımın önünde diz çökerek
"Ne? Hayır, bunu da nerden çıkardın!?"
"Gözlerini kaçırıyorsun" dedi kafasını hafif yana yatırıp gözlerini kısarak
Merlin aşkına, koskoca Karanlık Lord'a yalan söyleyebiliyorum ama sevgilime söyleyemiyorum. Gerçi, hâlâ bir çıkma teklifi alamadım ama, bunu şimdi tartışacak değildim
Perdenin olduğu tarafa bakıp kimse var mı diye kontrol ettim. Riddle'ın bizi duyması sırrımı açığa çıkarabilirdi. Draco benim tedirginliğimi fark edip içeri seslendi
"Blaise" Zabini fazla geçmeden perdeden kafasını uzattı. Draco devam etti "Mattheo'nun bizi dinlemediğinden emin ol"
"Yok artık, kız ölümden döndü sen hala sev-"
"Oha!" diye lafını böldüm Zabini'nin. Az önceki duygusal adama ne olmuştu birden?
"Blaise!"
"Tamam ya" dedi ve gitti. Derin bir nefes alıp Draco'ya döndüm ve kısık sesle konuşmaya başladım
"Şunu görüyor musun?" dedim bileğimi kaldırarak
"İki boncuklu bilekliğini mi?" diye sordu. Kafamı salladım. Draco kaşlarını çattı "Bunda dört tane boncuk yok muydu?" diye sorduğunda tekrar kafamı salladım "Ne oldu?"
"Yuttum" dedim sakince
"Ne yaptın? Boncukları yuttun mu?"
"Evet"
"Neden?"
Dilek taşlarının olayını kısaca anlattım. Draco şaşırsa da bir şey demedi. Yani en azından taşlarla ilgili bir şey sormadı. Bunun yerine endişesini bana yönlendirdi
"Yani o taşları kullandığın için bu kadar halsizsin. Neden yapıyorsun bunu Y/N?"
"Eğer taşları kullanmasaydım belki de çoktan ölmüş olacaktım Draco. Hem taşları doğru kullanırsam bana zarar vermez. Ben sadece biraz fazla uzun kullandım hepsi bu"
"Ne kadar fazla uzun?"
Söyleyip söylememek arasında kalmıştım ama içimden bir ses yalan söylememem gerektiğini söylüyordu. Bu yüzden doğruca konuştum "İki hafta kadar.."
"İki hafta mı!?" diye bağırdı Draco. Hemen uzanıp onu susturmaya çalıştım ve biri geliyor mu diye girişe baktım. Draco da arkasına baktıktan sonra bana dönerek daha kısık bir sesle konuştu "İki hafta mı!?"
"Şşş, sessiz ol. Merak edecek bir şey. İyileşiyorum"
"Sen buna iyileşmek mi diyorsun!? Ayakta zor duruyorsun Y/N!"
"İyileşiyordum. Yani Harry'ler gelmeden önce bir dilek daha dilemeseydim iyileşmeye devam ediyordum.."
"Daha iyileşmeden dilek mi diledin!?"
"Dilemek zorundaydım. Yoksa Harry ölecekti"
"Bunu ne zamandır planlıyordun? En azından bana haber verebilirdin. Öldüğünü sandığımda..." dedi ama devamını getiremedi
"Planlamıyordum. Hem.. ölmeyeceğimin bir garantisi yoktu.."
"Ne demek ölmeyeceğimin garantisi yoktu!? Benimle dalga mı geçiyorsun sen!?"
"Ya anlamıyor musun!? Yapmak zorundaydım! Kehanet böyle söylüyordu!" diye çıkıştım Draco'ya. Bir süre ikimiz de sessiz kaldık ama Draco bunu bozdu
"Kehanet demişken.." dedi ve kararsızlıkla devam etti "Potter'lar gelmeden önce bir kehanette bulundun.."
"Yine mi? Ne dedim?"
"Ölümsüz ruhun kalbi, ışıkla atacak; iyi ile kötü arasındaki dengeyi sağlayacak.
Bedeni karanlığa çekilse de, kalbi dostları için atacak.
Bir can alacak ama bin can kurtaracak; karanlığın içinden bir umut doğacak.
Sadakatsizliği, en büyük sadakat olacak; bir ruhun ihaneti, binlercesinin kurtuluşu olacak.
Ve sonunda, karanlıkla aydınlık arasındaki ince çizgide,
En büyük güç, kalbinin sesini dinleyende olacak"
"Benden mi bahsediyor?" diyebildim sonunda.
"Büyük olasılıkla.."
"Off" diye nefes verip başımı ellerimin arasına aldım. Tüm bunlar bana fazla gelmeye başlamıştı. Bu kadar şeyin arasında ezilip gideceğimden korkmaya başlamıştım. Hata lüksüm yoktu ve eğer olurda bir hata yaparsam sadece ben değil bir çok kişi kaybedecekti...
Draco dayanayıp birkaç saniye sonra yavaşça sarıldı. Bu hareketiyle bana yalnız olmadığımı hatırlatmıştı ama yine de içimde bastırdığım ağlama dürtüsü dışarı taşmak için kendini zorluyordu....
Vote sınırı 50
Beğenmeyi ve yorum yapmayı unutmayın.
Sizi seviyorumm♡♡
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
18.37k Okunma |
2.39k Oy |
0 Takip |
58 Bölümlü Kitap |