24. Bölüm

Geçmişin izleri 5

İdlx
idlxlluviaxx

~Eylül 12 yaşındayken~

 

"Abiş!" Diyerek koşarak telefonu açtı Eylül.

 

"Güzelim ne yapıyorsunuz bakalım?" Diye konuşan Kunt abisiyle gülümsedi.

 

"İyi abi ne yapalım ders çalışıyoruz. Siz ne yaptınız geliyor musunuz?" Diyerek cevap verdi Eylül.

 

"Biraz daha işimiz var birtanem siz dikkat edin evden çıkmayın. Kapı çalarsa da bakmayın tamam mı?" Kunt'un uyarılarına alışmış olan Eylül abisinin her gün ki gibi olan upuzun uyarılarını tebessümle dinledi.

 

Abisinin sesini seviyordu.

 

"Tamam abiş hadi görüşürüz dikkat edin sizde bizi de merak etmeyin!" Diyerek abisi görmeyecek olsada öpücük attı.

 

Kunt içinde olan sıkıntıyla beraber minim kardeşine belli etmeden ona veda edip telefonu kapattı.

 

Eylül salona ikizinin ve kardeşlerinin yanına dönünce onların yanına geçip masaya oturup ödevine devam etti.

 

"Off olmuyor işte!" Umut'un umutsuz sesiyle hepsi ona dönerken umut sinirle önündeki matematik ödeviyle bakışıyordu.

 

Bir türlü yapamadığı soruyu yine yapamayınca sinirden gözleri dolmuştu.

 

Eylül onun bu halini görünce yerinden kalkıp Umut'un yanına oturup kollarını ona sardı.

 

"Ne oldu ikiztanem?" Diye sorunca umut da mutsuz bir şekilde Eylül'e sarıldı.

 

"Şu gıcık Neriman hocanın verdiği ödev varya orada ki 5. Sorunun cevabı çıkmıyor!" Sinirle Eylüle dönünce Eylül'ün kendisine bakan bir çift mavi gözle sözleri yarıda kaldı.

 

Umut Eylül'ün gözlerine baktıkça ne diyeceğini unutuyordu, kendisine bakan şu çift mavi göz sanki onu ele geçiriyordu. Çok kıskanıyordu Eylül'ü, bu gözlerle sınıftakilere bakmasını veyahut herhangi birinin su gözleri görmesini çok kıskanıyordu.

 

Bir tek o görsün istiyordu umut ama bunu Eylül'e demeye çekiniyordu.

 

"İkiztanem. Gözlerine lens midir neyse o şeyden taksak nasıl olur?" Diye sordu umut. Eylül ise Umut'a hala sarılıyken gülüp kafasını iki yana salladı.

 

"Hayır tabiki de! Gözlerimin rengini seviyorum niye değiştirmek isteyeyim ki?"

 

"Çünkü herkes o maviş gözlerini görüyor! Görmesinler noğlur Eylüll." Eylül Umut'un bir anda ağlamaya başlamasıyla kaşlarını çattıp elini saçlarına doğru götürüp küçük bir tutamını çekti.

 

Umut saçlarına değen elleri tutup ağlamayı kesti, bu onların dilinde lütfen bunun için ağlama demekti.

 

"Gel hadi şu soruya bakalım." Diyerek yarım saat önce bitirdiği ödevlerinden biri olan matematik ödevini kendine doğru çekti.

 

Matematiği sevdiği için her ders çalışmaya veya ödevlerden matematikle başlardı yapmayı sevdiği için de kısa.sürede biterdi.

 

Umut'un yapamadığı soruyu nasıl yaptığını hatırlayınca gülümseyerek Umut'a döndü ve soruyu anlatmaya başladı.

 

Soruyu en sonunda anlayan umut ise son ödevini de bitirmişliğin rahatlığıyla gülümseyip Eylül'ün yanaklarından öpüp sarıldı.

 

"Ben banyoya gidiyorum, yıkanıcam." Diyerek ödevlerini toplayıp odasına doğru gitti. Eylül ikizinin arkasından gülümseyerek bakarken dışarıdan gelen çıtırtı sesiyle kaşlarını çattı.

 

"Abla."

 

"Abla."

 

Yiğit ve kaandan gelen sesle Eylül kafasını kardeşlerine çevirdi ama kardeşleri kendisine değil kanapeye bakıyordu.

 

Eylül oturduğu yerden kalkıp kanapeye yaklaşınca kanapenin üzerinde olan kırmızı lazer ışığı görmesiyle yutkundu.

 

Bu lazeri hatta lazerleri biliyordu...

 

Ama neden şuan buradalardı anlamıyordu. Bir şeyler ters gidiyordu, şuan odada olan silahlara ait kırmızı lazerler varken neler olduğunu çözemiyordu.

 

"Aaa abla bak bir tane daha!" Diyerek kaanın sesiyle dolabın üzerinde olan iki lazer ışıkla beraber Eylül korkusunu bir kenara atmak zorunda kaldı.

 

Lazer ışıkları saniyeler içinde 12,13 taneye kadar çıkarken Eylül aklından ne yapması gerektiğini düşünüyordu.

 

"Abla ne oluyor?"

 

Yiğitin sesiyle Eylül ona dönemeden düsünmeye devam etti.

 

Yiğit ve Kaan daha on yaşındaydılar onlar bu silahları veyahut tehlikesini bilmiyordu. Umut desen o da aynıydı. Hiç biri bilmiyordu o silahları ve getirebileceği tehlikeyi, açıklamak istese nasıl açıklayacaktı?

 

Ölümü bilmeyen çocuklara nasıl anlatsın bu bir çok insanı ruhundan parçalayan demir parçalarını?

 

Sahi kendisi neden biliyordu o silahları?

 

Daha 10 yaşındayken babası yüzden öğrenmişti bunları en acı bir şekilde iki dostunu kaybederek...

 

Yiğit ve kaanı sakince ellerinden tutarak evin arka kısmına götürdüm ve banyonun kapısını tıklattım hızla.

 

Banyodan çıkan umutun daha banyoya girmediğini görünce onunda kolundan tutup sıkıca ona sarıldım.

 

"Umut, kırmızı boncuk. Kırmızı boncuk durumundayız, sen Kaan ve yiğitle annemgil gelene kadar çatı katında bekleyin." Diye kulağına fısıldayıp yanağından öperken umut bana sardığı kollarını serbest bırakmadı.

 

"Eylül, sende gel. Beraber bekleyelim. Hadi gel." Elimden tutup çekiştirirken zilin çalmasıyla gözlerim irileşti.

 

"Umut olmaz diyorum sana! Lütfen. Bunu ben halledebilirim. Girin siz." Diye fısıldarken hızla halıyı kaldırıp çatı katının kapağını açıp Kaan ve yiğiti nazik ama bir o kadar hızlı indirdim. Zil art arda çalarken bu sefer umuta döndüm.

 

"Eylül, sende çocuksun. Bunların hepsini tek başına yapsan bile yaralanırsın!" Diye fısıldarken yüksek sesle kapının tıklatılmasıyla gözlerim korkuyla açılırken umutun kolundan tuttuğum gibi içeriye ilerlettim. Az önceki ses yüzden o da korkmuş olacak ki bir şey demeden ilerledi.

 

Merdivenden inmeden önce bana dönerek yanağıma öpücük kondurup gülümsedi.

 

"Eğer kendine zarar gelecek bir şey yaparsan seni Allah'a şikayet ederim!" Derken gülümseyip kafamı salladım.

 

Umut da inince kapağı hızla kapatıp halıyı yerine düzgünce sererken bir anda kapı sert bir sesle açıldı.

 

"KİM O?" benim bir şeyi bilmediğimi zannetmeleri için normal bir şekilde sanki abimler gelmiş gibi davranacaktım.

 

Tabi abimler geldiğinde böyle tepkiler vermiyordum lakin bu da bizim sizle aramız da ki sır olabilir.

 

Bir iki saniye sonra koridorun basında beliren siyah kıyafetli ellerinde uzun namlulu silahlarla giren 3 adam belirdi. Yüzlerini göremiyordum çünkü yüzlerinde siyah kumaşlar vardı.

 

"Merhabalar Eylül Tunç." Kalın bir ses geldiğinde kaşlarımı çattım.

 

"Kimsiniz?" Diyerek onlara bakarken benle konuşan öndeki adam sorumu umursamadan diğerlerine döndü.

 

"Evi arayın, diğer çocuklar da buradaysa alın. Biz minik Tunç ile önden gidiyoruz." Diye konuşunca içimden güldüm.

 

Affedersiniz ama nah alırsınız!

 

"Yok onlar boşuna aramasınlar." Diye onların yanından geçip oturma odasına girip ev telefonunun olduğu kısma ilerleyip hızla üç kez 5 rakamına bastım.

 

Babam ve abim bir şey olursa bunu yapmamızı söylemişti galiba böyle yapınca onlara haber gidiyordu.

 

"Ne yapıyorsun lan sen?!" Arkamdan gelen bağırtıyla beraber bir silah sesiyle gözlerimin önünde parçalanan ev telefonuna bakıp arkama dönüp kanapeye ilerleyip oturdum.

 

Adam benim ne yaptığıma bakarken ben ona bakarak gülümsedim.

 

"Saf değilim her halde it herif. Abimi arayacaktım." Diye yüzüne dedikten sonra alayla devam ettim.

 

"Tabi sizin kapıyı kırmanız ve ardından çıkan silah sesiyle her an annem veyahut polisler evi basıp yakalanacaksınız ama neyse." Diyerek saçlarımı kulağımın arkasına sıkıştırdım.

 

Adam dediklerimle sinirlenip içerdekileri de alarak beni kucağına aldığı gibi evden çıkmıştı.

 

Adamlar umutları bulmadan çıktığımız için gittiğimiz için mutluydum lakin aynı şeyleri kendim için diyemeyeceğim.

 

Ya ben niye her belalı haltı kendime çekiyorum ya!

 

Hızla siyah bir arabaya binip giderken benim kollarımı bağlan adamlara göz devirerek giyindiğim eşofman takımına şükrettim.

 

Normal günlerde diz kapağıma kadar gelen elbiselerimi veya eteklerini giyinmeden edemezdim oysa bugün içimden eşofman giyinmek gelmişti.

 

(Mini elbise etek değil arkadaşlar bazı insanlar yanlış anlayabilir şimdi. Bir çogumuzun giyindiği diz kapağına kadar olan kot etekler, tütülü etekler ve bunun gibi elbiseler.)

 

Birde tenime değecek it eline gerek yoktu.

 

"Kimin iyisiniz siz?" Diye konuşurken arkama yaslandım.

 

Benim konuşmamla telefonu parçalayan şahsiyet gülerken ben ona sertçe bakmıştım.

 

"Vay vay vay! 12 yasındaki minik bir kıza göre ağzın çok bozuk anlaşılan? Böylemi eğitiyorlar seni?" Diye bana doğru eğilirken göz devirdim.

 

"Aslında çok edepliyimdir. Lakin adam olanlara." Diye konuşup gözlerinin içine bakarak hafifçe güldüm. Sevinçten ziyade alaycı bir gülümsemeydi.

 

"Karşımda bırak adamı insan bile göremiyorum orası da ayrı ama." Derken yüzüme yediğim tokatla yüzüm yana düşerken kafamı kaldırıp iyice güldüm.

 

"Kapa çeneni otur şurada uslu uslu!" Diye bağırırken ben sadece güldüm.

 

"Manyak mısın kızım sen?"yanımdaki adam bana fısıldarken arkama yaslanıp gülümseyerek cama baktım.

 

Yio aslında ben Einsteinın torununun torununun falanca falanca torunuyumda işte siz bunu anlayamayacak kapasitedesiniz.

 

-Egonu güvercinlere atsam hepsi obez olur Eylül.

 

Ne var ayol? Doğrular✨🪻

 

"Aynı baban gibisin." Hangisi? Öz mü manevi mi?

 

Umarım manevidir.

 

"Bu kadar Azat'a benzemen şaşırtıcı olmasada aynı zamanda Alpaslan'a da benziyorsun. Kan bağı olmasada demek ki büyüme etki edebiliyormuş." Diye kısık sesle konuşurken ben içimden Azat'ın kim olduğunu düşündüm.

 

Kan bağım olmayan biriyle nasıl benzeyeyim ki hem ben?

 

Neysem şuan düşünmem gereken daha farklı şeyler var o da ne halt olduğu.

 

🥹(Özlemişim lenn)🥹

 

"Sıkı bağladınız değil mi?" Diye kulağıma gelen seslerle gözlerimi araladım.

 

"Günaydınlar minik kuş!" Bir bağırtıyla beraber gözlerimi iyice açarak gözlerimi etrafta gezdirdim.

 

Elhamdülillah bugün de uykumuzu aldık.

 

Karşımda babamların yaşlarında hayırsız bir erkek vardı. Arkasında ise beni buraya getiren adamlarla beraber 4 adam daha vardı.

 

Beni getirenlere bakıp gülümsedim.

 

Bugün de gülmekten öldük arkadaşlar...

 

"Niye konuşmuyorsun minik kuş? Yoksa korkuyormusun?" Diye soran adama bakmadan hala beni getirenlere bakıyordum.

 

"Sonunda kimin iti olduğunuzu göreceğim desenize. Ne mutlu bana, bu şerefi bana gösterdiginiz için teşekkürler." Diye konuştugumda beni getirenler sinirlenirken diğerleri şaşırmıştı.

 

Beni şaşırtan ise arkasını dönerek beni getirenlere kapak çekerek gülen o patronları olduğunu düşündüğüm adamdı.

 

Allah'ım beni bula bula şu koca dünyada anca deli bulurdu...

 

"Minik kuş sevdim seni!" Derken ona düz baktım.

 

"Benden ne istiyorsunuz?"

 

Sorduğum soruya karşılık bana gülümseyerek karşımda çömelerek oturdu.

 

Üzerindeki takım elbiseyi de hiç düşünmedi ya benim içim gitti...

 

"Senden bir şey istemeye değil bazı şeyleri öğrenmen ve biraz eğlenmek için getirdim." Diyince ister istemez yutkundum.

 

Eğlence derken aklıma gelen tek şey öz babamın bana 4 yaşımda bana yaptıkları geliyordu... Ve ben bunları tamı tamına 4 yıl unutmuş o patlamadan sonra hatırlamıştım.

 

Hatırladıklarım sınırlıyken birde o herif bir gün beni zorla oturtup videoyu izletmiş ve patlamış mısırla benle beraber izlemişti.

 

Kendimden iğrendigim doğrudur. Kimseye belli etmem, abinlere aileme veyahut ikizime lakin bu bir gerçek ki utanmasam bile kendimden tiksiniyordum.

 

Çünkü hala o çagırdığında gidiyordum, ona yemek yapıyordum, uzak dursam da yine de istediklerini harfi harfine yerine getiriyorum.

 

Ve abinlere hiç bir şey söylemiyordum...

 

Korkuyordum, tekrar aynı şeyi yaşarsam diye ödüm patlıyordu.

 

"Ne öğrenmem gerek?" Aklımdaki düsünceleri kenara koyup adama döndüm.

 

"Sevgili annanem ve babanenin geberdiği günü hatırlıyor musun?"

 

Ama ben seni bir gebertirim şimdi!

 

"Onlar gebermedi! Şehit oldu! Lakin sen ve arkamdaki itler gebereceksiniz ve bir hiç gibi unutulacaksınız!" Diye bağırdım gözlerimdeki sinirle.

 

Karşımdaki adam iyice keyiflenirken kahakha atmasıyla sinirim bozularak bağlanmamış ayağımı kaldırarak çenesine tekme attım.

 

Evet bunu yaptım. Sonunda ataklarımdan dövüleceğimi bilerek.

 

Lakin kimse benim şehidime geberdi diyemezdi. Bu gerek en canım olsun gerek tanımadığım bir askerim. Eğer o bir gerçek türkse gebermezdi. Sadece bedeni bu dünyaya kalır ruhu sevdikleriyle yaşardı.

 

Tekmemle geriye giden adamla beraber arkasında ki adamlar bana hızla yönelirken adam onları durdurmuş ve ayaklanmıştı.

 

Az önce ki gülen dudaklarının arasından gelen kanı görünce gülümserken adamda bana gülerek çenemden sıkıca tutarak kendisine bakmamı sağladı.

 

"Aynı o Şerefsiz baban gibisin. Yıllar önce babanı buraya getiren babama da benzer laflar kuran babana ne oldu bilmek ister misin?" Diye sorarken geri çekilirken kendi kendine güldü.

 

"Ah doğru ama sen daha onunla tanışmadın! Ne kadar da yazık!" Diye alayla güldü.

 

Sonra yediğim tokat ile yüzüm yana düşerken kafamı tekrar kaldırarak sert bakışlarla ona baktım.

 

Yıkılamazdım.

 

Ağrıdan hıçkıra hıçkıra ağlamak istiyordum ve büyük bir ihtimalle agzımda dişim yüzünden büyük bir yara olmuştu çünkü kan tadı geliyordu. Onun dışında ödüm patlıyordu lakin ben bir asker torunu ve kızıydım.

 

Her şeyden önce ben bir Türküm. Bir Türk kızıyım o kudretli başımı itin sopsuzun önünde eğip yalvarmazdım.

 

İçimden bildiğim duaları okuyup Allah'tan yardım isterken o adam bu sefer sandalye alarak karşıma oturdu.

 

"Sana bir soru sormuştum küçük kuş?"

 

"Hatırlıyorum ve evet o günü de hatırlıyorum." Diye konuşurken adam tekrar güldü.

 

Ben senin o sırıtan suratına tüküreyim!

 

"O gün o bombayı koydurtan kişinin kendim olduğunu söylesem ne yaparsın?" Diye sormasıyla bende sırıttım.

 

"Hiç kusuruma bakma lakin ağzına sıçarım! Şuan olmasa elbet bir gün bunu yaparım!" Derken bu adamı daha da keyiflendirdi.

 

Birde adamları bana manyak der. Ulan siz önünüzdeki adamın durumunun farkında mısınız ki de bana manyak diyorsunuz?

 

"Neye güvenerek bunu yapacaksın minik kuş? Asker desene veyahut babana mı? Veya hala harp akademisinde olan amcalarına mı?"

 

Amcamı nereden biliyordu? Süt babam olan Taner babamın ikiz kardeşleri de bu yıl harp akademisinde son sınıflardı yakında menzun olacaklarını söylemişti oya annem.

 

"Hayır hiç birine. Ben bir Türküm kanımda ki asalet ve cesaret yeter bana. Allah'a şükür Allah inancı da varken Cihat uğruna savaşmak hiç koymaz bana."

 

"Yaşından büyük konuşuyorsun minik kuş." Diyerek tekrar güldü.

 

Allah'ım artık yeter gülme!

 

İmdağaaatt

 

"Ahh sizin o kanınızda zannettiginiz olmayan asalet! Ne asaletmiş ya!" Ulan dua et elim kolum bağlı! Yoksa valla üzerine atlardım.

 

"Neyse minik kuşu daha da sinirlendirmeyelim. Bunu öğrendigine göre sıra gelelim diğer bilgiye." Ayaklanıp arkama geçti ve sandalyenin arkasından tutarak çekiştirdi. Ve odanın ortasına getirerek duvara bir video yansıttı.

 

Benim 4 yaşımdaki videom..

 

Bunu görmemle gözlerim fal taşı gibi açılırken çırpınmaya başladım. Çırpınışlarım belimde hissettiğim büyük ellerin karnımı da sarıp belime sarılmasıyla kesilerek nefesimi tuttum.

 

"Aslında o herifin yerinde olmak isterdim lakin galiba babanın sana hissettiği duygular var ki kıskandı ve sana dokunma ihtimalime karşı beni tehdit etti. Ne kadar da seviyor seni görüyorsun değil mi?" Diye kulağıma fısıldarken karşımdaki duvarda benim minik bedenimin çırpınışlarını görürken belimde ve karnımd hala sarılı olan büyük kollar beni çıldırtmaya yetiyordu.

 

Donmuştum ama bu bir soğukluk olarak değildi. Ben o sırada orada değildim veya benim için dünya durmuştu.

 

Evet başka açıklaması olamazdı.

 

"Çok şaşırdın galiba minik kuş?" Diye gülerek kulağıma fısıldayarak kollarını çekerek ayaklandı ve videoyu durdurdu.

 

"Merak etme ama sana bunu yapmam."

 

Arkamdaki adamlara bile senden çok güvenirim o yüzden kapa çeneni şerefsiz herif!

 

Bunları şokun etkisiyle içimden derken duvarda duran videoya şokla bakıyordum.

 

"Ve son minik bilgi minik kuş. 18. Yaş günü iple çekiyorum, o gün hepimiz için bir devrim olacak çünkü. O güne kadar kendini hazırlasan iyi olur." Diye yanımdan ayrıldı ve adamlara döndü.

 

"Videoyu son ses açın ve ona izlettirin. Eğer gözlerini izlemek için kapatırsa kollarına vurun, kafasını eğerse karnına vurun." Odada sessizlik olurken ben tepki veremiyordum.

 

"Eğer gözünden yaş gelirse o zaman bacaklarına vurun. Lakin asla bayılmasına izin vermeyin aynı şekilde ölmesini de. Sonuçta misafirimiz bizdeki maneviyatı büyük." Diyerek odanın kapısı açılıp kapanırken. Gözlerimi ilk kez videodan ayırdım ve kapıya baktım.

 

"Bunu nasıl yaparız?" Diye arkadan ses gelirken o tarafa bakmak için uğraştım.

 

Tabiki de dönemesemde ucundan görüyordum.

 

"Abi benimde kız kardeşim var ve bu durum..." Diye fısıldayan birinin sesini duyunca ister istemez kafamı eğip gülümsedim.

 

Hala kalplerinde iyilik olan vicdan olan insanlar varmış desenize.

 

"Salak salak konuşma! Eğer bunu yapmazsan ne kardeşini ne de aileni görebilirsin. Bilmiyormusun Cahit Tankut'u? Hepiniz gebertir." Onlar arlarında konuşurken kafamı kaldırıp kendime acı acı güldüm.

 

"Hadi başlatın şu videoyu da izleyelim."

 

Dediklerimi zorunluluktan yaparlarken ben ne ağlamış ne kafamı eğmiş ne de 2 saniyeden fazla gözümü kırpmıştım.

 

Üst üste kaç defa o videoyu izledim, izledik bilmiyorum lakin etrafımda duran adamların bir çoğunun bir süre sonra ya odadan çıktığını yada arkasını dönüp bakamadıklarını gördüm.

 

"inadın inat anladığım kadarıyla." Duyduğum ses Cahit dedikleri adamın sesiydi. Videoyu izlerken o kadar dalmıştım ki geldiğini hatta bütün adamların çıktığını fark etmemiştim.

 

Evet videoyu ezberlemiştim. Hangi dakika ne olduğunu ne tepki verdiğini ve verdiğini hepsinin dakikası dakikasına ezberlemiştim.

 

"Ha şunu bileydin." Diye mırıldanım gözlerim hala videonun sonunu beklerken.

 

Ve beklenen son da gelmiş beni arabadan alan Taner bedenimi yolun kenarına koyarak kameraya gülerek el sallayarak kapatmıştı. Bu sefer tekrar başlamayan videoyla kaşlarım çatıldı.

 

"Neden kapattın ki?" Diye sordum.

 

Bana bakarken gülümsediğini görürken o an fark ettim ki vücudum tirtir titriyordu.

 

Gözlerimin kararmasından önce onun beni belimden tutarak kucağına aldığını gördüğümde içimden tekrardan aynı şeylerin olmaması için dua ettim.

 

En son duyduğum ise yine Cahit Tankut'un sesiydi.

 

"Kriz geçirdi. Onu ilacını verin sonra da gidin bir yolun ortasına atın gelin."

 

"Çok yabancılık çekmez zaten."

 

İşte beni en çok yaralayan cümle bu olmuştu çünkü dediği gibi alışıktım ben bunu 2 kez yasamış şimdi de 3. Kez yaşayacaktım.

 

_________________

-Yazarın anlatımıı-

 

O gün Telefonun tuşundan Kunt ve Taner buluta giden çağrı ile Taner hızla karargahtan izin alarak çıkmış ve hızla eve gitmişti. Aynı şekilde Kunt da.

 

Eve giderken ikisininde normal bir şey olması hakkında dua ederlerken evlerin önündeki kalabalık, jandarma ekipleri, polislerle beraber kulaklarında cınlayan Oya Bulut'un çığlıkları onların korkularını kat be kat arttırdı.

 

Kapının önünde çocuklara sarılı bir şekilde ağlayan oya hanımın yanına ilerleyen Kunt ile Taneri polisler durdurmak için ilerlesede Taner önce davranmış ve konusmuştu.

 

"Eşiyim ve Astsubay Taner bulut." Diyerek gelen polisleri durdurarak hızla eşinin yanına koştu.

 

Eşini gören oya hızla ayaklanıp eşine sarılırken ayakları titriyordu.

 

"Oyam. Güzelim ne oldu? İyimisiniz? Oya? Bir tanem, sakin ol lütfen." Diye onu sakinleştirmeye çalışırken Kunt cocukların başına gitti.

 

Umut Kunt abişin görmesiyle koşarak ona sarılarak ağlamaya başladı.

 

"Kunt abi yine gitti." Derken Kunt korkuyla umuta sarılarak saclarını sevdi.

 

"Kim gitti abim?"

 

"Eylül abi." Diyerek yüksek sesle ağlamaya baslayınca bunu duyan Taner ile kunt'un içinde bir şeyler koptu.

 

"Nereye gitti abim? Ne oldu anlat bana hadi."

 

"Abi ödev yapıyorduk sonra kırmızı ışıklar görmüş kalanlar, Eylül de onları ve beni çatı katına götürdü ve kendi her şeyi halledeceğini söyledi. Sonra kapı yükses sesle açıldı, tanımadığım adamların seslerini duydum sonra yükses silah sesi duydum. Ondan sonra kapı kapandı bir süre sonra annemgil koşarak gelip bizi buldu. Ama Eylül yoktu abi..."

 

"Eylül yoktu..." Umutun son cümlesini kendi kendine tekrar ederken gözünden bir yaş damlamıştı kunt'un.

 

İçi gidiyordu o minik kız için, kız kardeşi için. Onca şey yasamış ve hala hayat enerjisini izleyerek hayran kalıyordu ona. Kendi kızı gibi gördüğü zamanlarda oluyordu Eylül'ü. O onun biriciğiydi canıydı.

 

Ve şimdi biriciği cok büyük tehlikedeydi.

 

"Taner abi, bu sefer dedemi çağırmamız lazım." Diye ayaklanan Kunt ile Taner eşini çocukların yanına bırakırken hızla telefonla Alpaslan komutanını arıyordu.

 

Bir iki çalışta açılan telefondan sonra Alpaslan'ın yüksek sesi doldurdu tanerin kulağını.

 

"KAPAT GELİYORUM. ORADAKİ KARARGAHTAN EKİPLERİ HAZIRLA." diye bağırarak kapatan Tanerin içindeki korku büyüdü.

 

Çünkü işin içine türk askeri girdiyse bu iş normal bir kacırılamdan ziyade teröristlerin işiydi. Ve manevi kızı şuan çok büyük tehlikedeydi.

 

Hızla arabaya ilerlerken kunta burada kalamsını söyleyerek hızla timini arayarak hazırlanmalarını söyledi. Gözlerini her açıp kapatırken gözünün önüne gelen Eylül'ün minik maviş gözleriyle hüzünle gülümsedi.

 

"Dayan benim minik asenam. Dayan."

 

Baban geliyor. Baban senin için geliyor.

 

Aklına Eylül'ün her göreve gitmeden önce onu doya doya öpmesi onu dolu gözlerle uğurlaması, ilk elini tutuşu, ilk baba diyişi, ilk beraber yemek yaptıkları, ilk okula gittikleri anlar doluşurken gözleri yaşardı.

 

Onun güzel anılarıyla dolan aklı az kalsın çarpacagı arabayı sağa kırarak kurtarırken kinle fısıldadı.

 

"Kızıma dokunan parmaklarınızı onun boynuna kolye yapacam soysuz herifler!"

 

Taner bulut bugün kızı için en büyük savaşı baslatmıştı.

 

Ve aynı saniyelerde Alpaslan Tunç bugün torunu için ortalığı yakıp yıkmak için İstanbul'a ayak basmıştı.

 

🤧

"

 

Dede bir haber var mı?" Murat'ın tedirgince sorduğu soruya karşılık Duha bey sadece kafasını olumsuzca sallayıp gömleğinin ilk iki düğmesini açarak rahatlamaya çalıştı.

 

Tamama bir şey yok, olmayacak. Torunu yine gelip ona sarılarak gülecek,saçlarını ördürecek. Yine onunla oyunlar oynayacak yemek yemeye gideceklerdi.

 

O Eylüldü...

 

O onun torunuydu elbette onu bırakmayacaktı. Duha sancakoğlu bunu bilse de içindeki sıkıntıyı söküp atamıyordu.

 

Kapı bir anda kapanıp açılırken içeriye giren Kunt ile herkes ayaklanmıştı.

 

Bütün akrabalar gelmişti. İzmirdekiler ve anteptekiler halaları dayıları kuzenleri, hepsi Eylül için gelmişti.

 

Murat ve yiğit abisinin yanına ilerlerken Kunt yiğitin yanında rahat rahat konuşamayacağı için yiğiti kucağına aldı.

 

"Yiğidim senin burada ne işin var? Saat kaç farkında mısın bakalım? Sende umut ve kaanın yanına gidip uyuyorsun şimdi." Diye konuşurken yiğit kafasını olumsuz manada sallarken abilerime sinirle baktı.

 

"Hayır, ablam gelmeden uyumayacağım!" Derken Kunt yiğitin yanağından öpüp saçını düzelterek zoraki bir şekilde gülümsedi.

 

"Ablan gelecek de eğer seni böyle yaptığını görürse terlikle seni kovalarsa seni kurtarmayız." Diye onun suyuna giderken yiğit bunu düşünmüştü.

 

Ablası terlikle onu kovalarken çok yoruluyordu lakin ablasıyla öyle didişmeyi seviyordu. Ama düşününce ablası uyumadığında çok üzülüyordu ve şuan onu üzmek istemiyordu.

 

"Sırf ablam beni uykusuz görüp de küser diye uyuyacağım ona göre yoksa asla uyumazdım." Diyerek abisinin dediğini yaparak umut abilerinin uyuduğu odaya girdi ve Ayhan ve Uraz abisinin arasına uzandı.

 

(Dayısının çocuklarından, soy ağacı bölümünde olanlar)

 

Yiğitin odaya gittiğinden emin olan Kunt gözleri Murat'a kayarken omuzları düşmüştü.

 

Murat abisinin gözlerinden zaten anlamıştı lakin omuzunun düşmesiyle dolu olan gözlerinden birer damla yaş aktı. İki abi kardeş susmuş birbirine bakarken etraftaki büyükler onlara sorular soruyordu en sonunda dayanamayan Feride hanım -dayısının eşi- sesini yükselterek konuştu.

 

"Kunt oğlum bir şey desene Eylül nerede?!"

 

"Bulunamamış." Diye konuştu murat.

 

Abisinin konuşacak takati olmadığının farkındaydı. Kendisi bir saat önce olanları öğrenmişken abisi bunu saatlerce bilip elinden geleni yapmıştı.

 

Murat'ın sesinden sonra herkes sessizleşti. Kimi acısından yerinde duramadı bahçeyi talan etti evi talan etti, kimi acısından kılını kıpırdatamayarak olduğu yere sindi.

 

Hepsi farklı farklı şeyler yapsa da hepsinin tek bir ortak noktası oldu.

 

O da kaybolan minik Eylül Tunç'un nasıl ve nerede olduğuydu.

 

Eylül onlara emanet idi, Allah'ın emaneti. Kendi çocukları gibi o da kendilerine emanet idi, sadece Eylül'ün şöyle bir istisnası vardı o da anne babası varken hem öksüz hem yetim kalmasıydı. Bu nedenle yiğit ve Eylül'e daha düşkünlerdi. Özellikle de aynı anne ve babaya sahip oldukları abileri Kunt ve Murat.

 

Kendileri anneleriyle ve babalarıyla güzel bir çocukluk geçirmişti. Ne bir fiskesini görmüşlerdi ne de bir hakaretini, anneleri kendilerini bağrına basar hikayeler anlatırdı.

 

Ta kii Nesibe hanım 3. Hamileliğinde cinsiyetinin kız olduğunu öğrenene kadar. Ne olduysa cinsiyeti öğrendikleri gün olmuştu.

 

Cinsiyeti öğrendikten sonra Nesibe hanım karnındaki kızına daha duygusal olmaya başlamış durgunlaşmıştı doğumu gerçekleştikten sonra ise kızından adeta nefret etmişti.

 

Hiç kimse bunun nedenini bilmese de bunun nedeni başlı başına olan eşi Taner di.

 

Kendisinin kötü işlere girdiği için büyük bir meblağ da borcu olduğunu ve babasının onun bütün malvarlığına el koyduğu için son çareye baş vurarak çok tehlikeli bir işe tamam demişti.

 

Öztürk ve Tunç ailelerinin doğacak tek kız varislerinin yerleri değiştirilecek ve Öztürk ailesinin minik varisi sevgiye aç bir şekilde büyütülecek.

 

Taner bu görevi yapmış ve parasını almıştı, görev icabı olarak Eylül'ü hiç sevmemişti ki zaten o bir tek kendi kızını severdi.

 

Nesibe ise çocukluğundan beri olan kız annesi olma fırsatını Eylül yüzden kaybettiğini düşündüğü için Eylül'den hep nefret etti.

 

Minik Eylül doğmadan belirlenmişti acısı. Allah ona bir imtihan vermiş ve bu imtihana göğüs gerebilecek gücü de beraberinde getirmiş.

 

Eylül'e dönecek olursak eğer Cahit dediğini yapmış kriz geçiren Eylül'ü tedavi ettirmiş lakin son anda bırakmaktan vazgeçmişti. Yaklaşık bir saattir uyuyan Eylül hafif hareketlenerek görlerini aralayıp nerede olduğunu anlamak için etrafa baktı.

 

Kendisini yine bir yolun üzerinde bulmayı beklerken bilmediği bir odada ki yatakta yatarken bulunca şaşırmıştı.

 

Kendine gelince yavaşça ayaklarını yere basıp yataktan kalkarak odayı sessizce gezmeye başladı. Ses çıkarıp o manyak adamı tekrardan başına bela etmek istemiyordu, elbet geleceğini biliyordu ama o gelmeden odayı keşfedip kaçabileceği veyahut kurtulmak için kullanabileceği bir nesne arıyordu.

 

Oda normal bir misafir odası gibiydi; tek kişilik bir yatak,camın önünde minik iki koltuk, bir gardrop, odanın köşesindeki kapının ardında banyo, bir iki komidinden fazla bir şey yoktu.

 

Her ihtimali düşünerek ilk dolapları ve çekmeceleri karıştırdı lakin hepsinde normal olarak birer kadın ve erkek pijama takımları ve birer aynı şekilde iki türden eşofman takımı vardı. Belki takımların altında bir şeyler vardır diye tüm takımları döküp iyice karıştırdı sonra ise hızla katlayarak yerine koydu.

 

Annanesinden gelen bir huy olarak düzen takıntısı vardı. Bir şeyi katlamadan koymaz, dağınık gördüğü bir yeri toplamadan duramazdı. Annanesi ona hep böyle göstermis ve öğretmişti.

 

Dolaplardan bir şey çıkmayınca banyoya girdi. Banyo; bir duşakabin, bir klozet, bir aynalı lavabo ve uzunlamasına ince iki dolap vardı. Hızla hepsini inceledi ve kurcaladı lakin yine bir şey bulamadı.

 

En sonunda banyodan çıkacakken içine dogmuş gibi banyonun bir köşesine baktı. Klozetin tam arka tarafına.

 

Orada gördüğü çıkıntıyla umutla banyo kapısını kitleyerek hızla çıkıntının olduğu yere ilerledi. Çıkıntının olduğu yere geldiğinde eline peçete sararak elini uzatarak çıkıntıyı çektiğinde eline gelen kutuyla gözleri irileşti.

 

Bu tuğla görünümlü bir kutuydu ve içinde telefon bulunuyordu hızla eline alarak telefonu açmaya çalıştı.

 

Telefon açılırken umutla tebessüm ederken parmakları ekranda dolaşarak telefonu açarak arama uygulamasına girerken kapısının tıklatılmasıyla yerinden sıçramıştı.

 

Kapıyı kilitlediği için kendine dua ederken sakin kalmaya çalışarak konuştu.

 

"Lavabodayım merak etmeyin, 5dk ya çıkarım." Diye konuşurken kapı tekrardan tıkaltıldı.

 

"Yahu sabırsız adam! Buradayım diyorum, çıkacağım az bekle diyorum!" Kapı bu sefer uyumlu bir ritimle çalınca kaşları çatıldı.

 

Kimdi bu ve ne anlatmaya çalışıyordu? Elindeki telefonu hızla yerine koyarak kutuyu yerine ittirdi. Sonuçta hala açıktı ve yerini biliyorum diye geçirdi içinden Eylül.

 

Ayaklanarak eline sardığı peçeteyi klozete atarak sifonu çekti ve elini yıkayarak kapının kilidini sakince açtı.

Dışarı çıktığı gibi tekrardan içeriye itilip kendisiyle beraber içeriye giren adamla neye uğradığını şaşırdı.

 

Adam ise Eylül'ü banyoya ittirdiği gibi kapıyı kapatarak kitleyerek Eylül'e döndü. Kendisine şaşkınlıkla genç kızla derin nefes verdi.

 

Bulmuştu.

 

Timiyle aramaya çıkarıldığı genç kızı bulmuştu Alp Mirza Öztürk. Komutanının gösterdiği resimdeki kızla aynıydı her şeyi. Gözleri, kaşları,çilleri,buynu, saçları.

 

Cebindeki telsizi çıkararak sessizce konuştu.

 

"Kızı buldum. Sizde çevrede durumlar ne kaplan gözü?" Diye konuşurken Eylül adamı inceliyordu.

 

Yeşil üniformalı,iri yarı bir adamdı. Gözüne ilk çarpan özellikleri kesinlikle buydu sonrasında sesinin kalınlığı ve gözlerine bakınca babası yaşında olduğu belliydi.

Aklına gelen dedesinin ve babasının üniforması ile umut ile gülerek adamın omzuna ve göğüsüne baktı.

 

Tamda tahmin ettiği gibi canı olan ülkesinin anlı şanlı Türk bayrağı vardı.

 

"Sen türk askerisin!" Diye mutlulukla fısıldadı Eylül.

 

Alp telsiz ile nasıl cıkacaklarını belirlerken Eylül'ün kendisine mutlulukla fısıldamasına karşı tebessüm etmişti.

Eylül her ne kadar Alp'in yüzündeki maskeden bunu göremesede kısılan gözlerinden anlamıştı.

 

Eylül Alp'e mutlulukla bakarken Alp genç kızın önünde eğilerek maskesini alnına kadar açarak mavi gözlerini kara kaşlarını ortaya çıkardı.

 

"Evet, ben bir türk askeriyim genç kadın. Ve sende bana emanet olan kız çocuğusun." Diye konuşurken dışarıdan gelen silah sesleri ile Eylül titrerken Alp ayaklanarak maskesini tekrar eski haline getirerek ayaklandı.

 

"Hızlı olmamız lazım, bizimkiler onları oyalayana kadar buran hızlıca çıkammız lazım. İyi koşabilirmisin?" Düz bir şekilde konuşurken sonda ki sorusuyla Eylüle baktı.

 

Eylül her ne kadar ayaklarını bir süre kullanmamış olsa da yürüdüğünden beri düzenli olarak koşu ve yürüyüş yapıyordu bu nedenle iyi bir koşucuydu.

 

Eylül kafasını sallarken Alp Eylül'ü arkasına alarak hızla ilk olarak banyodan sonrasında ise odadan çıktı. Evin koridosundan geçerken etrafa bakan eylül yerde yatan Cahitin adamlarını ve kırık cam parçalarını görmüştü.

 

Etrafa bakarken yavaslamıs olsa gerek ki Alp hızla geriye dönerek Eylül'ün kolundan nazikçe kavrayarak ilerlemeye başladı.

 

"Etrafa bakamak için zamanımız yok küçük hanım. Yoksa emin ol oturur seninle bu manzarayı saatlerce izlerdim." Demesiyle Eylül'ün kaşları çatılarak kolundaki elini ittirip kolundan ayırmıştı.

 

Alp kendine triplenen ve önden önden giden genç kıza gülerek yaklaşmış ve onu olası tehlikelerden korumaya çalışarak çıkışa ilerliyordu.

 

Eylül ise ilerlerken bir anda yerde yatan kendisine üzülen kardeşi olan adamın yerde kanlar içinde uzanan halini görünce gözleri dolmuştu.

 

Her ne kadar mantık dışı olsada çocuk aklıyla hızla onun yanına giderek kollarını adamın boynuna sardı.

 

"Küçük hanım!" Diye arkasından seslenen alp'i umursamadı.

 

"Çok üzgünüm." Diye fısıldarken ona sarılmayı bırakıp kendine şaşkınlıkla bakan adamın anlından öptü.

 

"Eğer yaşarsan böyle kötü adamlara bulaşma ve kardeşine gidip sıkı sıkı sarıl tamam mı? İnşallah ölmezsin." Diye fısıldayıp yanağından öpmüştü.

 

O adam harici hiç biri kendine acımamış üzülmemişti lakin o adam kendisinin çektiklerine üzülmüştü. Eylül için kendisine üzülmesi bile bir değerdi ve bu adam ona değer vermişti.

 

Alp Eylül'ü hızla kucaklayarak ilerlerken Eylül sadece yerde yatan o adama bakarak el sallıyordu.

 

Eylül her ne kadar ümit etse de her ümit edilen olmazdı.

 

O adam ölecekti.

 

Ve adamın ölmeden önce ki en büyük korkusu kız kardeşi ve ailesine ne olacağıydı. Para için kirli bir işe baş vurmuş girmişti bir işe ve şimdi girdiği iş için ölüyordu.

 

Son nefesini vermeden dakikalar önce onca acıyı yaşayıp birde bunu saatlerce izlettikleri genç kız kendisine sarılmış ve yanağından öpmüştü. Adam Eylül'ün son dediklerimle gözleri dolsa da Eylül'ün umudunu kırmamak için sesini çıkarmamış ve türk askerinin onu kucaklayıp götürmesini izlemiş genç kızın görüş alanından çıkana kadar ölmemek için dua etmişti.

 

Nihayetinde son nefesini verirken yüzünde ki tebessüm yerinde durduğu gibi gözünün kenarında akmayı bekleyen yaş da ölmesiyle yanağından süzülmüştü.

 

Alp ise Eylül'ün vatan haini birine öyle davranmasına sinirlenmişti. Vatanına ihanet eden biri ve kendisini kaçıran birine niye sarılıp öperdi ki insan? Lakin o an hızla dışarı çıkmaları gerektiği için sinirini içine attı.

 

En sonunda evden çıkıp tim arkadaşlarının yanına ilerlerken silah sesleri devam ediyordu. Bir eliyle Eylül'ü kucağında taşırken diğer elindeki silah ile etrafı koklayarak ilerlerken çok yakından gelen merminin sesiyle içinden sövdü Alp.

 

Arkasına dönerse o hedefi bulana kadar ya Eylül ya da kendi şehit olurdu. Kendisi önemli değildi lakin kendine bir şey olursa eğer Eylül tek başına kurtulamazdı. Bu nedenle bunu göze alamayarak hızlandı.

 

Eylül'ün omzuna yaslı olan kafası bir anda kollarıyla haraket ederken Alp'in iyice sinirlendi.

 

"Tunç! Adam akıllı dur!" Soy ismiyle hitap edilmesiyle Eylül çaktırmadan Alp'in kafasına vurmuştu.

 

Kimse onun soy ismiyle kızamaz veyahut küçümseyemezdi!

 

Eylül'ün ise yaptıklarının bir nedeni vardı.

 

Cahit eve dönmüştü.

 

Ve buna vesile olan kendisinin açtığı o telefondu. Böyel bir adamın evinde öyle bir kutuda zorlanmadan açabileceğin bir telefon olması çok saçmaydı lakin tutsak olan kişi o an ki çaresizlikten ötürü o telefonu açabilirdi. Ki Eylül de bunu yapmıştı.

 

Lakin aklına gelmeyen ihtimal ise o telefonun açıldığı gibi Cahit'e tehlike uyarısının gelmesiydi.

 

Cahit normal bir şekilde eve dönerek Eylül'ü tekrar yakalamaya dönerken karşılaştığı görüntü ile sinirlenmişti.

 

Eylül ise Cahitin sinirle evden çıkışını görmüş hatta göz göze gelmişti. Az önce yakınalrından geçen mermiyi sıkan kişi cahitten başkası değildi çünkü.

 

Lakin Cahit ormanlık alan olduğu için iyi göremedigi için hızla evin çatısına çıkmaya girmişti. Eylül de bunu yapacağını tahmin ettiği için Alp'in belindeki yedek silahı almaya çalışıyordu.

 

Eylül alamadığı silah ile sinirden gözleri dolarken çatının tepesinde gördüğü Cahit ile yutkunarak Alp'e dönerke elindeki silahı aldı.

 

"Diğer silahını al!"

 

"Tunç sen ne halt yapıyorsun?!" Diye bağırarak ilerleyen Alp'e bakmadan Eylül elleri titreye titreye silahı kaldırarak Cahitin olduğu kısma ateş etmeye başladı.

 

"Arkanı dönersen ölürüz! Cahit çatıya çıktı oradan vurmaya çalışıyor. Lakin ön taraflarda da adamları olma ihtimali yüksek." Diye konuşan Eylül şaşırsa da sinirden damarları belirginleşti.

 

"Seni kurtarmak benim görevim tunç! Ve sen silah kullanıyorsun, bu bir suç!" Diye söylense de Eylül hala Cahit'e ateş ediyordu.

 

15e yakın mermi sıkmıştı ve ne yazık ki sadece 4 tanesi isabet etmişti. İki tanesi sol bacağına diğer ikitanesi ise silah tutmayan kolumaydı. Eylül son bir kaç merminin kaldığını hissederken kendineden emin bir şekilde silahı kaldırıp tam silah tutan eline vuracakken kendisinin bir anda aşağı indirilmesiyle şoka girmişti.

 

Alp Eylül'ün hayatını tehlikeye attığı için ve sözünü bir türlü dinlemediği için onu bu sefer iki koluyla kucağına alarak hızla koşmaya başladı.

 

"NE YAPTIĞINI SANIYORSUN SEN ŞUAN TEHLİKEDEYİZ!"

 

"ASIL SEN NE YAPTIĞINI SANIYORSUN! BIRAKSAYDIN DA KURTULSAYDIM O İT HERİFTEN." kendisine bağıran Alp'e bağırarak karşılık veren Eylülün gözleri ise hala gözüken çatıdan kendilerine gülümseyerek bakan Cahit di.

 

Eylül artık ölsede o gülüşü unutmayacaktı, unutamayacaktı.

 

Korkuyordu saatlerdir korkuyordu lakin belli edemiyordu, en sonunda eline gelen silah ile ilk kez güvende olduğunu hissetmişken elinden alınan fırsat ile kendini kuyunun en dibinde gibi hissediyordu.

 

Alp hala koşarken nefesi artık kesilmeye başlamıştı ve o an Cahitin silahından bir kurşun çıkmıştı.

 

Filmlerdeki veyahut bir çok kitapta ki gibi merminin geldiğini göremezsiniz çünkü mermi o kadar hızlı ve anlık gelirli isterseniz bir metre isterseniz santimetreler olsun siz ne kendinizi o kişinin önüne atlayabilirsiniz ne de o kişiyi çekebilirsiniz.

 

Çünkü mermi bir ışık gibiydi.

 

Hayat alan bir ışık.

 

Belki de o internette gördüğümüz 'beyaz ışığı görüyorum' replikleri buradan gelmeydi, kim bilir?

 

Eylül de Alp de Cahitin silahından çıkan merminin sesini duydu lakin ne Alp Eylül'ü çekebildi ne de Eylül mermiden kaçabildi.

 

Sonuç olarak o mermi Alp'in kucağında olan Eylül'ün omzunu sıyırıp geçmişti. Tabi ki de sıyırırken omzunun büyük bir kısmı parçalandı.

 

Eylül dakikalardır tuttuğu korkusunu işte o an bıraktı çünkü artık korkusundan büyük bir duygusu vardı, acı.

 

Eylül her ne kadar güçlü durmaya çalışsa da o daha 12 yaşında olan bir çocuktu. Şuncacık hayatında kaç kez kurşun yemişti?

 

Bu ilk kurşunuydu.

 

Eylül'ün omzunu deşen kurşunla beraber Eylül'ün attığı çığlık koca bir ormanda yankılandı, ağaçlara daha yeni konmuş kuşlar tekrardan ayaklandı.

 

Alp ise Eylül'ün çığlığı ile ne yapacağını şaşırmış bir vaziyette yavaşlarken çaprazında ki ağaca gelen mermiyi görünce söverek hızla yürümeye devam etti.

 

Çığlık Atan Eylül ise çığlığından sonra susmuş gözleri gökyüzünde dolaşmaya baslamıştı. İlk kez bunu yaşıyordu, bu tarif edilemez acıyı. Ölecekmiş gibi hissediyordu.

 

Anlık Eylül'ün 17 yaşını okuyan okuyucular: hihihihiii 🤭

 

Alp Eylül'ün sessizliğiyle korkarak ona arada bir bakarken silah sesleri artınca az önce Eylül'ü durdurarak en büyük hatayı yaptığını anlamıştı.

 

"Tunç, kendine gel ve o silahla oyununu oyna!" Diye bağırdı Alp.

 

"Ne gerek var zaten öleceğim. Köy beni şu kenara gitsin." Diye konuştu Eylül. Alp kendinden bu kadar hızlı vazgeçmesine şok olurken Eylül'ü kucağındayken sarsmasıyla Eylül'ün omzundaki yarası iyice açılınca Eylül'ün dudaklarından bir inilti koptu.

 

"Tunç, vazgeçmenin sırası değil! Kendini düşünmüyorsan beni düşün! Bir asker daha mı şehit düşsün? Bir eve daha mı ateş bassın?!" Diye bağırırken belki ikna ederim düşüncesindeydi.

 

Oysa Eylül ona az önce beni bırak demekle kendini kurtar demişti.

 

"Safsın, asker. Hemde çok." Diyerek gözlerini masmavi gökyüzünde gezdirdi.

 

Son kez mi görüyorum bu gökyüzünü diye geçirdi içinden.

 

Ölürse ne olacaktı peki?

 

Din kültürü hocasının anlattığı gibi iki melek onu sorguya tuttuğunda ne diyebilecekti?

 

Ne namaz kılıyordu, ne tesettürlüydü. Sadece çok küfürlü konuşmaz ahlakını güzel tutardı.

 

İşte Eylül'ün tesettüre girme düşüncesi o an aklına girdi, eğer dedi ölemezsem ilk önce namazımı kılmaya başlayıp düzenli bir halde kılacağım sonra ise tesettüre gireceğim. Tesettüre girene kadar ise yavaş yavaş kıyafetlerime dikkat edeceğim dedi.

 

Eylül bunları düşünürken artık nefesleri iyice giden Alp kaçıncı kez Eylüle seslenip cevap alamayınca sinirlenerek bağırdı.

 

"Öz baban gibi bencil olma tunç!" İşte o an Eylül'ün kalbinde ve beyninde hareketlenme olmuştu.

 

Kalbinin kırıklığının sesi kulaklarınd ayankılanırken beyninin içinde tekrar eden alarm gibi o cümle tekrar tekrar çaldı.

 

"Ben o pislik gibi değilim!" Diye bağırdı gözleri dolu dolu.

 

Alp en sonunda kurşunlar sesleri kesilince ve iyice uzaklaşınca bir ağacın arkasına geçerek Eylül'ü kucağından indirerek omzuna bakmak için hareket ederken Eylül sinirle ondan uzaklaştı.

 

"Bırak sakın bana dokunma!" Diye bağırarak yürümeye başladı.

 

Canı acıyordu, bunun nedeni yıllardır olan özgüveni ve gururunun kırılmasıydı.

 

Nasıl oluyorda küçük bir çocuğa onu yapana benzetiliyordu? Kendisini nasıl bir pisliğe benzettiğinden haberi var mıydı?

 

"Tunç! Buraya gel" diye nefesini düzene sokan Alp onun peşinden yürümeye başlamıştı.

 

Eylül ise acısından güç alarak daha hızlı yürüyordu. Alp timin kendilerini beklediği yerin kordinatlarını telsizden tekrar teyit ettiğinde telsizi kapatmadan cebine koymuş ve Eylül'ün peşinden koşmaya başladı.

 

"Tunç! Yeter senin ergenlik triplerini çekemem! Gel şuraya bakalım yarana." Diye Eylül'ün kolundan tutarken Eylül sinirle ona döndü ve saatlerdir yasadıklarını patladı.

 

"Ben mi ergenim lan? Ben mi?! Yaşıtlarım süslenip püslenip oraya buraya gidiyo. Annesiyle babasıyla vakit geçiriyor, peki ya ben! Benim kendi öz annem ve babam beni terk etti. Benim öz babam bana hayatımın en büyük kabusunu yaşattı daha küçükken! Bir manyağın birine beni satmış beni satması uetmiyor gibi ülkesinide satmış! Şu 24 saattir yaşadıklarımı hangi yaşıtım yaşıyor ya?! He? Hangisi!" Nefes almadan konuşurken gözlerinden akan yaşlar gözlerini yakıyordu.

 

"Ben ne çocukluğumu yasadım nede gencliğimi! Çocukluğum tekerlekli sandalyede geçmişken gencliğim ise bana senin sonun olacağım diyen manyak bir adamla mahvoldu! Daha ileride neler yasayacağımı bile bilmiyorum lakin ayakta kalmam lazım. Söyle bana hangi 12 yaşında ki çocuk silah kullanır, hangi çocuk şu yaşında vurulur ya!" Sinirlerini haykırırken ellerini istemsizce saçlarının diplerine götürerek çekti. Alp ise yerinde durmuş ayakta titreyerek haykıran Eylül'ü izlerken onları görmesede dinleyen bir tim vardı...

 

"Ne oluyor..." Diye fısıldayan Hamza üsteğmenin fısıltısıyla ukde asteğmenin gözleri doldu.

 

Çocuklara heleki kız çocuklarına asla dayanamazdı...

 

Ve telsizde acısını haykıran kız çocugunun acısını çok net hissetmiş onunla beraber kanamıştı.

 

"Gelmiş bana ergenlik tiripleri, baban gibi olma falan diyor birde! Herife bak! Sen beni nasıl bir pisliğe benzettiğini bilsen kendinden utanırsın ya! Tecavüzcünün, para gözün teki olan bir adamı nasıl bana benzetirsin ya sen! Nasıl?" Diye haykırırken artık dayanamayarak diz çökerek hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı.

 

"Ben bencil değilim ki... Sadece çok yoruldum. 12 yasındayım daha ben, 12! Silah öğretmeye başladı o manyak bana 10 yaşımda, 8imde patlama yüzünden annanemi ve babanemi kaybettim ben! 4 yaşımda..." Sahiden nasıl yasamıştı bunları? Nasıl umursamadan devam etmişti hayatına? Daha diline varmayan şeyleri nasıl yaşamıştı?

 

Üstelik saatlerce o videoyu baştan sona izlemişti...

 

Kendinden de tiksindi o an.

 

"Tamam, tamam. Sakin ol tun-"diye Alp Eylül'e yaklaşırken Eylül acı ile tekrardan haykırdı.

 

"Eylül! Adım Eylül! İsmimle hitap et yeter!" Alp karşısında titreyen kızın iyi olmadığını fark edince onun suyuna gitmeye karar vermişti.

 

"Tamam, hadi gel Eylül." Diye dizlerinin üzerine çöktü ve ona hafifçe yaklaştı. Eylül ise şuan onu duymuyordu, kaybettiği kan ile saatlerce aç olması ve yaşadığı adrenalin ona fazla gelmişti. Yavaş yavaş yorgunluk çökerken bayılmasına 5 bilemedin 7 dakika vardı.

 

Alp bunu anlamış olacak ki Eylül'ün başı öne düşerken onu kendine çekip sıkıca sarılmış ve saçlarını okşamıştı.

 

"Özür dilerim, Allah benim belamı versin ki özür dilerim! Bilemedim Eylül. Çok özür dilerim küçük kadın." Diye konuşarak onu sakinleştirirken sonda dediği küçük kadın ilk karşılaşmalarındayken dediğinden farklıydı.

 

İlk dediğinde demek istediği geleceğinde kadın olacağı içinken şimdi dediği erken yaşta büyümek, kadın olmak zorunda kaldığı içindi.

 

Hayat acımasızdı 12 yaşında bir kız çocuğunun kadın olmak zorunda bırakmıştı.

 

Daha hayatlarının başlarında en güzel zamanlarındaydılar öldürülen ikbal ve Ayşegül, daha 7 yaşındaydı öldürülen narin. Onlarda bir çok kadın veyahut kız çocukları gibi hayatın acımasızlığını tatmışlardı.

Genç yaşta evlenenler, genç yaşta anne olanlar, genç yaşta ruhları öldürülen,genç yaşta öldürülenler, genç yaşta kadın olmak zorunda kalanlar...

 

(Burada kısa bir ara verip bütün kadınlarımız için birer Fatiha suresi veya bildiğiniz/okumak istediğiniz herhangi bir süreyi okurmusumuz. Şimdiden teşekkürler💗✨)

 

Hayat acımasızdı lakin bu devir kadınlara daha acımasızdı.

 

Oysa Allah kadınları ne güzel yaratmıştı. Kusursuz bir güzellikte.

 

İnsan vücudu derinlemesine düşünülürse zaten mucize gibiyken kadın vücudu tam olarak Allah'ın açık açık bizlerin gözümüzün önüne koyduğu mucize gibiydi.

 

Bir insanın içinde büyüyen bir canlı, büyüyüp gelişen bir canlı.

 

Eylül kollarını güçsüzce kaldırıp Alp'in boynuna sararken acısı gittikçe artıyordu.

 

Alp onu korkuyla kucağına alırken hızla timin yanına yürümeye başlarken göğüsüne sökülüp uyumaya hazırlanan Eylül ile gözleri irileşmişti.

 

"Eylül hayır, hayır! Hadi canım uyan! Uyuma. Uyumak cıs." Derken Eylül gülümseyerek gözlerini aralarken Alp o an fark etti ki Eylül'ün gözleri annesinin gözlerine çok benziyordu.

 

Yıllardır göremediği annesinin gözlerini taşıyan minik kadının ölmesine izin veremezdi.

 

"Erva gözlü büyük yürekli kız benim için, seni sevenler için lütfen uyuma." Derken Eylül gülümsemesi solarak tekrardan Alp'in göğüsüne sokuldu.

 

"Beni seviyor musun?" Diye soran Eylül ile Alp sessizce gülmüştü. Bunu kafasının yaslı olduğu göğüsünden anlamıştı.

 

Çok geçmeden bir kaç kişinin sesini daha duyan Eylül en son duyduğu saç diplerine kondurulan öpücükle beraber kulağına fısıldanılan cümlelerdi.

 

"Evet, Eylül. Seni seviyorum, annemin gözlerini tasıyan bu koca yürekli kızı seviyorum. Ve lütfen sende o kızı sev tamam mı?" Ondan sonra ise bilinci kapanmıştı.

 

Çok şükür ki timin olduğu arabayı ulaşmışlar arabaya binip hızla Eylül'ü koltuğa yatırarak teğmen Asena Dinçere dönerek dikiş setini ve gerekli şeyleri isteyerek arabayı bir yerde durdurtarak Eylül'ün omuzunda ki sıyrığı nazikçe ve dikkatlice dikmişti.

 

"Hayat çocuklar için bu kadar acımasız olmamalı..." Diye mırıldandı Gülhan Asteğmen. Duydukları hepsini şoka sokarken içleri yanmıştı. Bir çocuğun acı haykırışlarını bir şey yapamadan dinlemek onlara çok koymuştu.

 

"Biz bu çocuklar böyle acı çeksinler diye mi asker olduk?" Diye içinden geçirdi Alp.

 

Onlar bu vatanı ve vatanın içindeki milletlerini korumaya gönüllerini vermişlerdi, bir çoğu canını.

 

Lakin bugün genç bir kızın ağzından duydukları ile dünyanın acımasızlığının tekrar farkına varmıştı.

 

Dikişleri bittikten sonra omzunu örterek onu kucağına yatırarak rahat uyumasına yardımcı olurken Alp Mirza kucağında ki kızı asla unutmayacaktı. Ne kendi unutacak ne de kıza kendini unutturacaktı. Ne zaman ihtiyacı olursa onun yanına gidecekti.

 

Kendisi 30 larının ortalarındaydı. Evli değildi, çocuğu yoktu. Kendisinin aksine ikizi Azat'ın ise 8den fazla çocuğu vardı.

 

Kendisini mesleğine adarken evlenmeye veyahut bir çocuk sahibi olmayı düşünmezken Alp ilk kez bir çocuğa sahip çıkmak onu koruyup kollamak istedi.

 

Araba en sonunda merkeze ulaştığında ilk uğradıkları yer hastane olmuştu. Eylül'ün dikişleri yenilenmiş ilaç ve serum takviyesi verilmişti. Aynı şekilde karargaha da haber verilmiş 45 saattin sonunda Eylül Tunç'un bulunduğu bütün arama ekiplerine ve ailesine duyrulmuştu.

 

Saatler sonra gözlerini aralayan Eylül başında bekleyen alp'i görmesiyle tebessüm etti. Aynı şekilde mavi göz bebeklerini gören Alp de mutlulukla gülümsedi.

 

İkisinin arasında oluşan o bağ kopmamış zamanla güçlenmişti. Bir kaç kez daha görüşebilen Alp ile Eylül en sonunda ailesinin gelmesiyle bir daha görüşememişti.

 

En son Alp odadan çıkarken ismini soran Eylüle el sallayarak ona gülümseyerek odanın çıkışına giderken onu cevapsız bıraksa da Eylül çok umursamadan Alp'e el sallamasıyla Alp gülümsedi.

 

Tekrardan görüşeceklerini hisseden Alp Mirza bir kaç yıl sonra Eylül'ün aslında ikizinin kızı ve kendisininde yiğeni olduğunu öğrenince ne olcaktı acaba?

 

BÖLÜM SONUUU

 

HİHİHİHİİİ

 

 

💃✨🥸🎀🌝

 

Bölüm : 20.01.2025 11:34 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...