51. Bölüm

51. Bölüm

NERİMAN VURGUN
herdem6060

51. Bölüm

Akın hafta sonunu Ömür’ü düşünerek geçirmişti. Niye Tayyar’ı ve Hamza’yı boğmak istiyordu? Ne zaman mutfağa girse onun çay alması gözlerinin önünde canlanıyordu. Neden? Onu niye kıskanıyordu? Mehmet’in dedikleriyle de çıldırmıştı. Cuma akşamı yanına çağırdığında söyledikleri aklına geldikçe hala sinirleri bozuluyordu.

“Beni istemişsiniz efendim?”

“Gel Akın, karşıma otur!”

Akın tedirgin bir şekilde çalışma odasında tam karşısında olan deri koltuklara oturdu. ‘Mine ne olursun? Kocanı bana kışkırtmamış ol,’ diye aklından geçirirken Mehmet’in sert çehresini inceliyordu. Bilgisayarında bir şeyler okuduğu için sessizce bekledi. Her daim çatık kaşların daha çok çatışmasıyla merakı gittikçe arttı. Ona düşünceli gözlerle bakınca oturduğu yerde toparlandı.

“Akın!”

“Buyurun efendim.”

“Biliyorsun korumalarımızı Mahir ayarlıyor ama buradaki yöneticileri sensin…”

Mehmet devam ederken telefonu çalınca konuşmaya başladı. Oh işle ilgiliymiş diye bir rahatlama gelen genç adam aynı şekilde durarak patronunun görüşmesini tamamlamasını bekledi. O arada kapı çaldı. Kafasını uzatan Mine’yle gözleri belertmek istedi. Valla zamanlaman harika Mine diye aklından geçirirken o kaşları çatık adamın karısını görünce gülen gözlerine hala şaşırıyordu. Ne yapıyordu da bu sert adamı pamuğa çeviriyordu cidden çok ediyordu. Genç kadın içeri girince yerinden kalktı, eliyle otur işareti yapınca tekrar oturdu. O sırada görüşme bitti

“Karıcığım her şey yolunda değil mi?”

“Yolunda merak etme, sıkıldım sadece… Rahatsız etmiyorum değil mi?”

“Akın’a söyleyeceklerimden sonra bahçe de biraz yürürüz olur mu?”

Mine gülümsedi. Akın’a bilerek bakmıyordu. Huysuz kocası ona takmıştı. Ondan en uzak yere de oturmuştu. Genç adam birkaç gün önce yalvarmıştı resmen Mehmet Bey’in yanında bana yakın davranma senin yüzünden öldürecek beni diye tabi bunları derken Sinan abisinin gülmelerinden sinirlenememişti.

“Neyse Akın, buradaki herkesi az çok tanıyorsun. Bugün Mahir aradı beni, arka tarafta görevli Akif ve Hamza bizim Ömür’le ilgileniyorlarmış. Benden korkularından niyetlerinin ciddi olduğunu, Ömür’e açılmadan önce benden izin almak istediklerini söylemişler sana bir şey diyen oldu mu?”

“Hayır!”

 

“Biliyorsun iş yerinde bu tarz ilişkilere karşıyım. Bir araştır bakalım bende Ömür’le görüşeceğim!”

“Emredersiniz!”

“Çıkabilirsin.”

Akın yüz ifadesini bozmamaya çalıştı ama Mehmet alacağını almıştı. Hayır diyor birde diye içinden gülerken ellerini birbirine kenetlenmesi, kaşlarının çatılması ve dişlerinin arasından konuşmasıyla olmuş bu iş diyerek kendini tebrik etti. Başarılarla dolu iş yaşamına bir çeltik daha atabilirdi. Genç adam çıkana dek karısına bakmadı. Onun güzel gözleriyle ne oluyor dercesine bakışına ses çıkarmadı.

“Sen çok fenasın!”

“Ne yaptım ki…”

“Ömür’le konuştum. Haberim var Akın’a başlattığın operasyondan…”

“Operasyon mu? Çok ağır itham ben sadece sevenleri kavuşturuyorum.”

“Yazık rengi gitti.”

“Beter olsun.”

“Mehmet!”

“Kalk kalk yürüyüşe çıkalım.”

Akın dışarı çıktığında ne tarafa gideceğini bilemedi. Bir sağa bir sola baktı. Yumruklarını sıkmış, ne düşüneceğini ne yapacağını şaşırmış bir vaziyette kaldı. Ne yani Ömür’ün eş adaylarına o mu onay verecekti? Peki bu içindeki sıkıntı da neyin nesiydi. Neredeyse iki yıldır tanıdığı kadına bir haftadır duyduğu merak, onu kimsenin beğenmesini istememesinin sebebi de neyin nesiydi? Neden bana ne diyemiyordu?

Şu an kapısında onu beklerken aklına gelenlerle yine gerildi. Geliyorum diye mesaj atmasına rağmen hala inmemesiyle arabanın dışına çıktı. Ne yapacaktı? Mehmet Bey en geç iki gün sonra ondan bilgi bekliyordu. Bu kız kimseyle doğru dürüst zaman geçirmediği halde nasıl ilgi çekmişti anlamıyordu. Kimseyi de araştırmadı.

Kapı açıldığında üzerindeki siyah beyaz elbiseye baktı. Topuklu ayakkabılarıyla nasıl yürüyordu. Ellerindeki torbaları sonradan fark etti. Hemen ellerine uzanınca günaydın diyen kadına gülümsemek istedi. Ama! Gülümseyemedi hatta kaşları çatık bir süre yüzüne bakıp mama poşetlerini bagaja koydu.

Ömür Akın’ın tavrından bir şey anlamasa da yine arkaya oturdu. Canı sıkıldı. Oysa sabahtan beri o gelecek diye heyecanla hazırlanıyordu. Caminin oraya gelene dek konuşmadılar zaten iki sokak öteydi. Genç kadın araba durur durmaz inince o da indi. Mamalardan birini kadına verdi. Bahçeye girdiklerinde oturan birkaç yaşlıdan kimse yoktu. Ömür’ün yine bülbül gibi şakıyan sesiyle kaşları çatıldı. Amcalarla konuşma şekline dikkat kesildi.

“Günaydın, günaydın, günaydın!”

“Günaydın, hayır sabahlar Ömür kızım!”

“Nasılsınız?”

“İyiyiz nerelerdesin, yavrularda yolunu gözler.”

“Bu aralar yoğunum gidip minnoşlarıma bakayım.”

Herkesin gülümseyen bakışları eşliğinde hızla ilerledi. O da yaşlılara baş selamı verip arkasından gitti. Küçücük birkaç metre de bir yerleştirilmiş kulübelere yaklaşınca etrafını bir sürü kedi saran kadının kahkahası içinde fırtınalara sebep oldu.

“Oyy minnoşlarım beni mi özlediniz siz?”

Ömür çömelerek oturduğunda kucağına tırmanmak için birbirlerini ezmeye çalışan kedilere gülümsedi. Pek hayvan sever olduğu söylenemezdi. Dokunmaktan da hiç hazzetmezdi. Ömür’ün tatlı dili hayvanları bağrına basması hatta öpmesini hayretle izlemeye devam etti.

“Canlarım, yavrularım siz anneyi mi özlediniz? Bende özledim, size mamalar getirdik, bakın bu Akın abiniz…”

“Abi mi?”

Ömür o ana dek bakmadığı adama kafasını kaldırarak baktı. Bu adam ne kadar uzun derken buldu kendini, hafif gülümsedi. Abileri olmak bayağı şaşırtmışa benziyordu.

“Babaları olamayacağına göre abileri olman gerekmiyor mu?”

“Sen nasıl anaları oluyorsun?”

“Ben onları kendim doğurmuş gibi seviyorum. Hem evlendiğim zaman babaları olacak zaten.”

Akın’ın gülen yüzü yeniden soldu. Kaşlarını çattı. Ne yani ona abiliği layık görüyordu, ilerideki kocasını şimdiden babaları ilan etmişti. ‘Senin çocuğunu alıp, başkasına baba dedirtiyormuş gibi davranıyorsun,’ diyen iç sesiyle içinin sıkıntısı daha çok arttı. Ömür’ün gerçekten ona dokunarak, öperek başka adamdan çocuğu olma ihtimali korkunç kötü hissettirdi.

“Hem abiliği hak edecek kadar bile kedi sevmediğin belli.”

“Sevmiyorum demeyelim de…”

“Ne diyelim?”

Ömür de tek tek öptüğü yedi kediden sonra ayağa kalktı. Mamaları dağıtmaya başladı. Akın’ın eline su kaplarını verdi. Abdest alınan yeri gösterdi. Genç adamda hızlı hareketlerle suları doldurdu. Paçasına yapışan bal renkli minik kediyle ne yapacağını bilemedi. Ömür bilerek müdahale etmiyordu. Akın ayağını sallasa da kedi bırakmıyordu.

“Bak sana dokunamam lütfen paçamı bırak,” diye yalvarırcasına konuşan adamla kadın tekrar kahkaha attı. Buradaki işleri bitmek üzereydi. Genç adama ilk kez bu kadar yaklaştı. Önünde eğilip kediyi aldıktan sonra başını kaldırdı. Gözleri birbirine kesiştiği anda Akın içinin gittiğini sandı.

Bir hafta öncesine dek dikkatini bile çekmeyen kadını öyle bir arzuladı ki, kollarından tutup dudaklarını birleştirmek istedi. Hayatında böylesine güçlü bir hisle mücadele etmemişti. Ömür’ün ayağa kalkıp, kediyi kulübeye bırakmasını da yerinden kımıldamadan izledi. Duyguları çok güçlüydü.

Genç kadının bedeni titremeye başladı. Günlerdir ilk kez Akın’ın gözleri onu başka diyarlara götürdü. İçine işliyordu. Mehmet Bey haklı mı? Sanki benden hoşlanıyor gibi diye aklından geçirirken hiç konuşmadan caminin bahçesinden çıktı. Yaşlılara zoraki gülümseyerek el sallayabildi.

Akın da kendi hisleriyle öyle bir savaş halindeydi ki kadını takip etmekten başka bir şey yapamadı. Parka girdiği anda nereden geldiklerini bilmediği bir sürü kedi ve köpekte Ömür’ün etrafını sarınca hafif gülümsedi. Bu kadını nerede gördüler beğendiler, nerede konuştular da evlenmek istiyorlar diye iki gündür boşuna kafayı yediğini anladı. Sokak hayvanları bile kadına hayrandı. ‘Demek ki senin gözün körmüş,’ diyen iç sesine hak verdi.

Arabaya bindiklerinde Ömür ara ara adama bakıyordu. Sonra utanıp başını çeviriyordu. Akın’ında ona kaçamak bakışlar attığından habersiz içinde tuttuğu nefesini sessizce veriyordu. Sanki nefes alışverişinden bile heyecanını anlayacaktı. Korkuyordu, acaba ona bakarken hala dombili diye mi düşünüyordu. Korumaların ona ilgisine de anlam veremedi. Çoğu girdiği ortamda beğenenler olur belli ederlerdi ama Hamza, Tayyar ve adını bilmediği birkaç kişinin sürekli onunla konuşmaya çalışmasını falan anlam veremiyordu. Araba durunca inecekken Akın’ın ona dönmesi üzerine durdu.

“Ömür Hanım, hani dediniz ya evlendiğimde zaten babaları olacak.”

“Evet!”

“Kedilere veya hayvanlara dokunamayan ya da hiç sevmeyen biriyle evlenirseniz ne olacak?”

“Sevdiririm, Allah’ın sessiz kulları sevilmez mi? Sevilir değil mi?”

“Senin için sevilir.”

Akın farkında olmadan dediği şeyin Ömür için nasıl bir umut olduğundan haberi yoktu. Bir süre yine birbirlerinin gözlerinde kaybolurken kapısı açılan kadın indi. Kaşlarını çatarak inen Akın Tayyar’ı görünce sinirlendi. Hele Ömür’ün ona gülümsemesini ve senli benli konuşmasını görünce zoruna gitti. Ona en yakın diyalogda olan kendiyken, hala sizli bizli olup neden herkesle samimiydi. Eve girene dek ona sırıtarak bakan Tayyar’ı yumruklamak istiyordu.

Ömür çalışma odasına girdiğinde Mehmet’in keyfinin yerinde olduğunu görünce mutlu oldu. Günü gergin geçmeyecekti. Zira patronu sinirli olunca yakınında kim varsa acısı ondan çıkıyordu. Bu süreçte de yakınında bir Akın bir kendi vardı. Akın’ın senin için sevilir dediği an gözlerinin önüne geldi. İma ettiği şeyin gerçek olmasını öyle istiyordu ki, Allah’ım ne olur ne olur kendi kendime gelin güvey olmuyor olayım diye dua etti.

Öğle yemeğine dek odadan çıkmadan çalıştılar, Mehmet motora takmış gibi çalışıyordu. Öğleden sonra tamamen toplantıları olduğu ve Mine’nin haftaya gerçekleşecek doğumundan sonra en az on beş gün çalışmayı düşünmediğinden istediği veriler Ömür’ün bu haftayı uzun mesailerle geçireceğini göstermişti.

Yemek için çıktığında ilk önce lavaboya gitti. Sonrasında biraz hava almak istedi. Arka taraftan mutfağa girecek şekilde bahçede dolaştı. Korumalara hafif tebessümle selam vererek bir iki tur attı. Mutfağa yönelmişti ki, Akın’ın sert sesiyle olduğu yerde durdu.

“Akif Ömür’ün sevgilisi var, Tayyar sana dediği halde neden Mahir abiye onunla ciddi düşündüğünü söylüyorsun.”

“Tayyar’da hoşlanıyor diye yalan söylediğini zannettim. Affet!”

“Affetmem, bir daha başını kaldırıp Ömür’e bakmayacaksın.”

“Emredersin.”

Akif kızarıp bozarıp gitti. Akın arkasını döndüğünde kahve harelerle karşılaşınca ne diyeceğini bilemedi. Ömür ise çok şaşkındı. Onun sevgilisi mi vardı? Kim uydurmuştu bunu Akın o yüzden mi ondan uzak duruyordu. Bir şekilde sevgilim olmadığını anlatmam lazım diye aklından geçirirken, Akın ise ortaya attığı yalanın bu kadar çabuk ortaya çıkmasından rahatsızdı.

Genç kadın usul usul yanına gelmeye başlayınca sırtından aşağı ter akmaya başladı. Dip dibe geldiklerinde bile bir süre her ikisi de konuşmadı. Akın bir açıklama yapması gerektiğini biliyordu. Biliyordu da yalanına nasıl bir kılıf uyduracaktı onu bilmiyordu?

“Benim sevgilim falan yok!”

“Biliyorum.”

“Neden öyle diyordun, Tayyar da cuma günü öyle bir şeyler ima etti. Kim söyledi size?”

“Kimse!”

“Anlamıyorum nereden çıktı bu konu, hem neden benim bir ilişkim olup olmadığı konuş ulunuyor?”

“Senden hoşlananlar var. Mehmet Bey şirket ortamında bu tarz ilişkileri hoş karşılamıyor biliyorsun. Mahir abi aracılığıyla ona denilmiş, o da bana dedi.”

Ömür o anda anladı patronunun ne yapmaya çalıştığını ellerini yumruk yapmış beklerken rahatladı. Bu rahatlamayı yanlış anlayan adamdan habersiz bu konuyu nasıl kapatacağını bilemedi. Kızgınlığım devam ediyormuş gibi çekip gitsem mi acaba derken Akın’ın söylenmeleriyle hayretle olduğu yerde kaldı.

“Herkese gülümsüyorsun, kekler falan getiriyorsun. Zıkkımın kökünü yesinler sana ne onlardan… Sana asılıyorlar anlamıyor gibi yapıyorsun. Yüz buluyor tabi şerefsizler, niyetleri ciddiymiş. Sikerim onların niyetlerini…”

“Akın Bey!”

“Akın de banaa!”

“Bağırmayın bana!”

“Herkese gülücükler, senli benli sohbetler bana gelince bir surat bir surat, benle tek kelime etme bir şey soracaksan Akın Bey de… Oh ne güzel…”

“Dombililerden hoşlanmıyorsun ya, belki ondan öyle davranıyorumdur.”

“Ne? Ne diyorsun Ömür?”

“Sen daha iyi bilirsin ne dediğimi, bir daha da bana bağırma!”

Ömür’ün sinirle çekip gitmesinden sonra arkasından bakakaldı. Sinan’la yaptığı sohbet aklına geldi. Ne yani günlerdir yüzüne bakmamasının sebebi bu muydu? Herkesle konuşup, gülüşüp ona gelince asılan suratından zaten bir sorun olduğunu anlıyordu ama o sözlerini duyacağı aklına gelmemişti. ‘Çok kırılmış,’ diyen iç sesiyle kendine de küfürler etti. Arkasından yürüdü, mutfağa giren kadınla hemen konuşmalıydı. En az on kişinin olduğu yerden onu nasıl kaldıracağını düşünürken, yemek yemediğini hatta titrediğini gördüğünde içindeki sıkıntı aşılmaz oldu. Tam seslenecekken Mehmet’in ortalığı inleten sesiyle içeri koştu.

“Minee!”

Mehmet’in korkulu sesiyle Akın, Ömür, Aysel ve Sinan içeriye koşarken korumalar hemen dışarıya çıktılar. Mine’nin çığlık sesiyle ona ilk koşan Akın’dı. Mehmet kucaklamaya çalışıyor ama Mine ona yardımcı olmuyordu. Düşürmekten korkarcasına Akın’a baktı. Patronunun ellerinin titreyişini görünce tutamadığını anladı. Ortalığı kaldıran çığlıktan sonra genç adam hem kucakladı hem de açıklama yaptı.

“Abi bana bırak!”

Mehmet korkuyordu. Allah’tan diyordu. Allah’tan yanındaydım. Türkan’ın doğuma gittiğini haber veren Belgin annesinin araması üzerine heyecanlanan ve birden ayağa kalkan karısına korkuyla bakmış ve Mine’nin bacaklarına bakmasından dolayı şok olmuştu. Giydiği pantolon olduğu gibi ıslanmıştı. Mine’nin çığlığıyla kendine geldiğinde de tepkilerini kontrol edemedi.

Akın hemen arabanın arkasına yerleştirirken Ömür’ün diğer taraftan bindiğini gördü. Nasılda uyumlulardı. ‘Şu an tamda düşünülecek konu uyumunuz mu,’ diyen iç sesiyle kendine geldi. Kapıyı kapatıp yana geçecekken Mehmet’in sapsarı yüzüne baktı. Çantayla gelen Aysel’le hemen organize oldu.

“Aysel abla sen de geç hastaneye yetişin, biz arkanızdayız.”

“Durdur arabayı Akın Mine’nin yanında olmalıyım.”

“Abi Ömür arkada, Aysel abla da öne bindi. Hadi geç kalmayalım.”

Üzerindeki gömlekle çıkan adamın aklına ne telefon ne başka bir şey geldi. Mine’nin çektiği acıyı görünce eli ayağı boşaldı. Hastaneye gidene dek ellerini yumruk yapmış, titremesinin geçmesini bekledi. Akın’ın son surat arabayı kullanışı, ara ara sorular soruşunu bile zor duyuyordu. Mine çok acı çekiyordu. Tek görüntü karısının yüzü, tek seste Mine’nin çığlıklarıydı. Hastaneye geldiklerinde doğumhaneye koştular.

Türkan’dan dolayı orada olan aile üyeleri şaşkındı. Serap herkesi sakinleştirmeye çalışırken, Aydın Bey ve Ayhan Bey damatlarına düşmana bakar gibi bakıyorlardı. Mehmet de Baran gibi doğuma girmek isteyince hazırlanmak için içeri aldılar. Akın sonrasında havaalanına gitti. Bugün Suzan annesi ve Ahmet babası gelecekti. Onlara da sürpriz olacaktı. Güya bugün gelip bir hafta sonraki doğum için destek olacaklardı ama sabırsız torunları erken gelmeye karar vermişti.

“Mehmet!”

“Geldim aşkım!”

“Meh…Mehmet çok canım yanıyor!”

“Özür dilerim, söz bir daha çocuk falan istemeyeceğim.”

“Hadi Minee biraz daha güçlü ıkınmalısın.”

“Aahhhh!”

“Evet böyle Mine, tekrar ıkın başı gözüktü.”

“Ihhhh! Ihhh! Ihhh!”

“Bir kez daha çok az kaldı, hadi Mine!”

“Ahhh! Ihhh!”

Çığlık çığlığa ıkınmasından sonra bir boşluk hissetti ve kendini bıraktı. Mehmet onun alnında biriken terlerinden öperken, ağlayan gözlerine kıyamadı. Sonra bir bebek çığlığıyla karısından gözlerini ayırdı. Saatlerdir yumru olarak beklediği an gözlerinden yaş olarak boşaldı. Kızı doğmuştu. Öyle de güçlü bağırıyordu ki, kahkaha atmak istedi.

Hastaneye gelmeleriyle doğumu arasında iki üç saat ancak olmuştu. Doktorun bebeği hemşirelere teslim edişi ve gülerek onlara bakışıyla her şeyin yolunda olduğunu anlayan kadın gözlerini kapattı ve ağlamaya başladı. Mehmet’te ona eşlik ediyordu.

“Türkan’ı sezaryene almış hekim arkadaşım, doktoru olarak hemen ilgilenmeliyim. Size inanamıyorum ayarlasak böyle ikiz gibi doğuramazdınız.”

Doktorun hızla doğumhaneden çıkışından sonra gözleri kapalı karısının alnından tekrar öptü. Bebeği ve Mine’yi normal odaya getireceklerini söyleyerek Mehmet’i dışarı çıkardılar. Genç adam annesini babasını görünce mutlulukla gözleri yine doğdu. Belgin Hanım’ın koşarak gelip sarılması üzerine hıçkırdı. Mutluluktan ağlamak ilk kez deneyimlediği bir durumdu. Annesinin babasının geleceğini tamamen unutmuştu. Gerçi öyle korkmuştu ki Mine hariç her şeyi unutmuştu.

“Oğlum! Mine torunum iyi mi?”

“Belgin anne çok güzel kızım çok güzel, aynı annesi gibi çok güzel…”

Kızını överken ki sevgi dolu sesi bile herkesi duygulandırmıştı. Miraç dahil herkesin sarılarak tebriklerini alırken üstünden büyük yük kalkmıştı. Derin derin nefesler alarak banka oturdu. Babalarının dede olduk dünür diye birbirlerini tebrik etmelerine gülümsedi. O ara Akın ceketini ve telefonunu verdi. Ona nasıl teşekkür edecekti. ‘Ömür’ü vererek,’ diyen iç sesiyle adamın omzunu sıktı. Saate baktığında hastaneye geleli üç saatten fazla olduğunu görünce şaşırdı.

Türkan’ın hala doğum yapmaması Aydın Bey ve Oya Hanım’ı telaşlandırırken, doğumhanenin kapısı açıldı. Yıkılmış şekilde Baran geldi. Ekrem Bey koşarak oğlunun yanına gitti. Titreyen oğluyla ters bir şeyler olduğunu anladı Biraz önce mutlulukla ağlayanlar korkudan kalakaldı. Ekrem Bey’in yanına Serap gelmişti. İki gündür beraber kalıyorlardı.

“Oğlum ne oldu? Doğdu mu torunum?

“Ters mi dönmüş ne ameliyatla alacaklarmış?”

“Baran korkuttun bizi Allah’ın izniyle bebeğimiz de Türkan’da iyi olacak…”

“Türkan çok acı çekiyordu.”

Aydın Bey sessiz eli kalbinde doğumhanenin kapısına gözlerini dikti. Kızını görmeden kimseyle konuşası yoktu. Ne teselli duymak istiyordu ne de başka bir şey sadece abisi gibi kızının ve torununun iyi olduğunu duymaya ihtiyacı vardı. Oya’nın ağlamasına da sinir oldu. Neden ağlıyordu ki, onun kızı sapasağlam çıkacaktı. Baran’ın bir duvar köşesine çökmesi ve ellerini yüzüne kapatmasıyla kızmaya başladı.

Ömür hemen organizasyon şirketini arayıp, odaların süslenme ve ikramları için bir saatlerinin olduğunu söyledi. Ani doğumlara alışkın olan şirket hızlı hareket ederken, Ömür bütün profesyonelliğiyle her şeyi organize etmişti. Kimseye iş bırakmadı. Aysel’de ona yardım etti ve iki saatin sonunda hazırdı. Ayağındaki topuklu ayakkabılar ve elbisesinden dolayı çok yoruldu ama değmişti.

Doğumhanenin katına çıkınca ortamdaki sessizlikten ters bir durum olduğunu anladı. Usul usul Mehmet’in yanına gitti.

“Odalar hazır efendim, bir isteğiniz var mı?”

“Ellerine sağlık!”

“Ne demek ben buradayım?”

Ömür geri geri giderek koridorun çıkışına doğru bir yerde durdu. Aileye ne yakın ne uzak bir mesafedeydi. Özellerine girmeden ona ihtiyaçları olduğunda müdahale edeceği yerde ayakta beklemeye başladı. Ayakları kopuyordu. Hafif duvara yaslandı. Telefonuna baktı.

Mehmet’in öğleden sonra yapacağı muhataplara haber vermişti. İki hafta sonraya randevu ayarlamalıydı. Patronunun ajandasını incelerken yanına gelip sessizce bekleyen adamı kokusundan tanıdı. Kafasını özellikle kaldırmadı.

“Özür dilerim Ömür, bir kadına öyle hitap etmem hiç hoş değildi.”

“Önemli değil, ne denli kilolu olduğumu bilmiyordum. Aydınlanma yaşadım sayesiniz de…”

“Ah hayır kilolu falan değilsin. İnan Sinan abiden kurtulmak için öyle dedim.”

Ömür o ana dek bakmadığı adama başını çevirerek baktı. Mahcup özür dileyen bakışlara içi gitse de bugünkü tavırlarından sonra gardını düşüremezdi. O hiçbir zaman birine yaranmak için falan, sözünü esirgemiş biri değildi. Evet ondan hoşlanıyordu, onu etkilemek istiyordu ama bu içindekileri dökmeyeceği anlamına gelmezdi. Aslında nedense bağırmak istiyordu fakat hastanedeydiler ve dişlerinin arasından ancak sinirini gösterebilirdi.

“Sinan abiden kurtulmak için söyledin demek, ne kadar da kolay değil mi Akın Bey… Ne demem gerekiyor ah önemli değil falan mı? Özrünüzü de kabul etmiyorum?”

“Affetmen için ne yapabilirim?”

“Hiçbir şey, bir daha kimseye de sevgilisi falan var demeyin.”

“Neden taliplerini mi değerlendireceksin?”

“Sana ne!”

“Ömür!”

Mehmet’in seslenmesiyle toparlanan genç kadın hemen patronunun yanına gitti. Akın’a ters ters bakıp, ona döndüğünde dikkatli bakışlarından kaçmak istedi.

“O aç kurttan uzak dur, herkese sevgilisi var diyormuş. Sanırım sevgilin de Akın!”

“Yok öyle bir şey hem ben artık onu istemiyorum.”

“Ne yaptı yine davar?”

“Özür diliyor, taliplerini mi değerlendireceksin diye bana bağırdı.”

Mehmet kahkaha attı. İşte şimdi keyfine diyecek yoktu. Türkan’da bir doğum yapsa her şey çok güzel diye aklından geçirirken kapı açıldı. Baran’ın fırlayarak hemşirenin yanına gitmesine burukça güldü.

“MAÇOĞLU bebek doğdu, gözünüz aydın!”

“Karım, Türkan nasıl?”

“Anne de çok iyi bir saate odaya alacağız.”

“Allah’ım şükürler olsun,” deyip kendi babası yerine Aydın babasına sarıldı. Yaşlarını bıraktı. Türkan’ın bembeyaz kanı çekilmiş yüzü ve bebek ters dediklerinde bebeğime bir şey olmasın diye ağlaması dakikalardır gözlerinin önünden gitmedi. Onu dışarı çıkarmak istediklerinde çığlık çığlık ağlayan karısına içi parçalanmıştı. Onun miniği ağlamamalıydı.

Artık herkes rahat bir nefes almıştı. Birkaç saat sonra iki yan yana odada yatan kuzenler dalga konusuydu. Resmen her şeyleri aynı anda gidiyordu. Mine normal doğum yaptığı için daha iyi gözükürken, Türkan hala anestezinin etkisindeydi. Bebeklerin isimleri tartışma konusuyken, kızların ikisi de aynı şeyi düşünüyordu. Kayınpederlerinden özür dileyerek bu hakkı babalarına vermek istiyorlardı. Sadece ikisinin bildiği isimle ilgili kararlarına kocalarının ne tepki vereceklerini bilmiyorlardı.

Bebeklerin ikisinin de maşallahı vardı. Şu an için meme emip, uyuyorlardı. Öyle yaygaracı değillerdi. Belgin Hanım ve Oya Hanım aynı bizim kızlarımız gibi benzetmelerine gülüp duruyorlardı. Suzan Hanım çok duygusaldı. Yıllardır bugünü bekliyordu. Oğlunun mutluluğu her şeye değerdi. Hemen Adana’yı arayıp adak kurbanlarının kesilmesini istemişti.

Berra ve Şehbal gelince ortam daha da şenlendi. Şehbal de yedi aylık hamileydi ve gözü korkmuştu. Bir haftadır hem kayınvalidesi hem annesi onlarla kalıyordu. Özellikle kocası tarafından şımartılıyordu ama Türkan’ın doğumunun zorluğundan sonra içini bir korku sardı. Ziyaretlerle geçen akşamdan sonra Baran da Mehmet de hastaneden ayrılmadı. Anneler hariç herkes dağılırken Ömür bitmiş durumdaydı.

“Efendim bir ihtiyacınız var mı?”

“Ömür çok teşekkür ederim. Akşamın dokuzu oldu. Hiçbir mecburiyetin olmadığı halde bu saate kadar seni tuttuk.”

“Mine ablanın da Türkan ablanın da sizlerin de bugününde katkım olduysa ne mutlu bana.”

“Hadi Akın seni bıraksın.”

“Ben taksiyle giderim.”

“Ömür bu davar sana aşık!”

“İlk kez yanılıyorsunuz efendim.”

“Yanılmıyorum, saatlerdir bir kez ona bak diye kendini paraladı. Bu kadar kıskanması normal mi? Aslında daha çok süründürecektik ama bugün ki halleriyle yine kardeşim gibi olduğunu gösterdi. Kıyamıyorum.”

“Siz mi kıyamıyorsunuz?”

Mehmet tekrar kahkaha attı. Öyle mutluydu ki, artık Akın’ın sürünmesini istemiyordu. Hem ikisinin birbirlerine ara ara kaçamak üzgün bakışlarından sonra emin oldu. İkisinin de mutsuz olduğu belliydi. Akın’ı kıskanıyor olabilirdi ama yeri başkaydı.

“Akın!”

Akın uzaktan Ömür’le gülerek konuşan patronunun seslenmesiyle nefesini bıraktı. Nedense Mehmet’in bile kadına gülmesini, konuşmasını istemiyordu. ‘Sen iyice kafayı yedin, Mehmet Bey’i bile mi kıskanıyorsun,’ diyen iç sesiyle kaşlarını çattı. Artık Mine’yi kıskandığında hak verecekti. Yanlarına geldiği halde ona dönüp bakmayan kadınla boynunu büktü.

“Ömür’ü eve bırak sende dinlen geri gelme daha!”

“Emredersiniz efendim, buyurun Ömür Hanım!”

Ömür’ün yüzüne bakmadan dönen haline Akın’ın üzgünce arkasında kalmasına gülümsedi. Biraz daha fişeklese fena olmayacaktı. Tam hareket edecekken ses tonunu ciddileştirdi.

“Akın! Ömür’ü beğenenlerle ilgili araştırman ne oldu?”

“Araştırmadım.”

“Ha daha zaman bulamadın mı?”

“Yok bilinçli araştırmadım.”

Mehmet kaşlarını çattı gözlerini kıstı ve başını sallamaya başladı. İçinden kahkahalar atıyordu. Aferin sana bana açılacaksın demek diye içinden geçirirken Akın’ın boncuk boncuk terlemesiyle dayanamadı. Hafif tebessüm etti.

“Ben sana bir görev verdim ve bilinçli araştırmadın öyle mi?”

“Öyle abi!”

“Abi dediğine göre diyeceğin bir şey var.”

“Ömür’ü kimseye vermem, o benim!”

“Ne diyorsun oğlum sen.”

“Abi ben bir eşeklik etmişim. Ömür’de burnumdan getirdi ama ona ilgimi de anlamamı sağladı.”

“Ömür biliyor mu?”

“Hanımefendi yüzüme baksa bilecek.”

“Oğlum kadınların tribi biter mi? Açıklamanı yap baktın anlamıyor.”

“Evet anlamıyor ne yapayım?”

Mehmet gülerek elini Akın’ın ensesine attı. Mine yüzünden ne zamandır bilendiği adama kıyamadı. ‘Mehmet sen kız tarafı mısın, erkek tarafı mı,’ iç sesine ikisi de kardeşim derken güldü.

“Tut elinden, sarıl bırakma!”

“Abi on tane adamın içine dal hepsiyle dövüş desen dakika düşünmem dalarım. Dayak yersem de yerim ama ona gelince elim kolum dilim duruyor. Korkuyorum ya karşılık alamazsam.”

“O korku aşk işte!”

Akın bir an geriye doğru adım attı. Hoşlandığını kabul etmişti ama aşık mıydı? Sabahtan beri içinin bir türlü rahat etmemesi, Ömür ona bakmadıkça delirmesi bu yüzden miydi? ‘Sen doğru dürüst kimseyi umursamazsın oysa,’ diyen ses haklıydı. Mehmet’in sesiyle kendine geldi.

“Hadi Ömür bekliyor.”

Akın geri döndüğünde çantasını almış bekleyen kadınla nefes aldı. Mehmet doğru diyordu. Onun geldiğini görünce çıkışa doğru yürüyen kadına yine boynunu büktü. Arabanın önüne gelene dek Ömür önde o arkada sessizce geldiler. Kapıyı uzaktan açtığından Ömür hemen arkaya oturdu ve ayakkabılarını çıkardı. Akın’ın binmesini beklerken bileklerini ovmaya başladı. Diğer kapının açılmasıyla şaşıran kadının eli ayaklarında kaldı.

Akın’da eteği baldırına dek çıkmış, ayaklarına masaj yapan bir kadın beklemiyordu. Şaşkınlıkla bir süre birbirlerinin gözlerinde kaybolurken eğildi ve ayaklarını dizlerine koydu.

“Çok mu ağrıdı?”

Ömür bir ayaklarına bir Akın’a bakıyordu. Gözlerini sımsıkı kapattı. Nasıl yani Akın onun ayaklarına masaj mı yapıyordu? Yok kesin yorgunluktan halüsinasyon görüyorum diye aklından geçirdi. Ayaklarının gevşemesi üzerine usulca gözlerini açtı.

“Sabahtan beri koşturuyorsun, bir şey de yemedin?”

Ömür ayaklarını çekmeye çalıştı. Eteğini düzeltti. O eteğini düzeltirken genç adamın bakışlarının kararmasıyla içinde hissettiklerine isim koymalıydı. ‘İsmi belli değil mi?’

“Sen! Sen benim yemek yemediğimi mi fark ettin?”

“Fark etmedim. Biliyorum tüm gün gözümü üstünden ayırmadım.”

“Ne..neden?”

“Ömür ben seni bir haftadır aklımdan çıkaramıyorum. Kıskanıyorum.”

“Kıskanıyor musun?”

“Evet, çok kıskanıyorum.”

“Ne..neden?”

“Âşık olmuşum.”

“Olmuşum derken…”

“Mehmet Bey söyledi.”

“Ne söyledi?”

Ömür ayaklarındaki sihirli ellere daha fazla dayanamadı ve ayaklarını topladı. Bunu yaparken genç adama yaklaştı. Heyecanı tavan yaptı. Nefesleri birbirlerine karışırken Akın’ın sesiyle içi içine sığmaz oldu.

“Başkasını kabul edeceksin diye, beni istemeyeceksin diye korktuğumu seninle konuşamadığımı söyledim. O da bu korkunun adı aşk dedi.”

“Dombililerden hoşlanmıyordun ama…”

“Ömür! İnan öyle düşünmüyorum. Kırılmışsın, haklısın da bir yıldır Sinan abi sürekli bana kız gösteriyor bende otomatikman reddediyorum. O konuda öylesine söylediğim bir şeydi, tekrar özür dilerim."

"Anladım!”

Akın biraz daha yaklaştı. Kadının kokusuyla mest olurken saçlarına dokunma isteğine daha fazla gem vuramadı. Elini kaldırıp, saçlarını okşadı. Titreyen gözlerine bakarken öpmemek için üstün bir çaba haline girdi. Ömür ise donmuş gibiydi. Mutlu olmalı sarılmalıydı ama sanki bir şey onu durduruyordu.

“Bir haftadır birini kabul edeceksin diye aklım çıktı. Herkese gülücükler tatlı dil bana gelince surat astın ya böyle içime öküz oturdu sanki, bir türlü anlam veremedim hissettiklerime Ömür hala kızgın mısın? Affetmeyecek misin beni?”

Ömür hafifçe güldü. Çocuk gibi reddedilmekten korkuyor, iyi bir şey desin diye gözlerinin içine bakıyordu. Dayanamadı elini kaldırdı. Yanağına koydu. Adamın gözlerinin kapanmasına aşkla baktı.

“Affetmezsem ne yapacaksın?”

“Kendimi köprüden atacağım.”

Bölüm : 18.12.2024 18:19 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...