49. Bölüm
Türkan doğum iznine ayrılmadan önceki son organizasyonda ciddi anlamda yorulmuştu. Mine’nin hamileliği ne kadar sıkıntılı geçerse onun o kadar rahat geçmişti. 34. haftasındaydı ve normalde iki hafta önce doğum iznine çıkması gerekiyordu.
Baran’ın sürekli doğum iznine çık artık diye kavga boyutuna gelen tavırlarından da bunalmıştı. Ömür ve Şeyma olmasa bu kadar devam edemeyeceğinin o da farkındaydı. Hem hasta değil hamileydi ve gayet rahat geçiriyordu.
Mine 24. Haftadan sonra işe gelmeyi bıraktı. Bulantıları eskisi kadar olmasa da bazen yine çekilmez olacak kadar onu zorluyordu. Mehmet başarılı olmuş ve doğum iznine ayırmıştı. Onu işte kovmaya varan tehditleri işe yaramıştı. Patronunun bu tavrından doğumdan sonra da uzun süre geri döneceğini sanmıyordu. Açıkçası kendi de kızı bir yaşına gelene dek çalışmayı düşünmüyordu. O yüzden bu organizasyonu tamamlamadan ayrılmak istememişti.
Ömür tam istediği gibi yetişmişti. İki sekreter daha alıp yetiştirmeye başlamışlardı. Çünkü Mehmet’in sinirinden herkesi koruması gerekiyordu. Ömür bu seviyeye gelene dek o kadar çok fırça yemişti ki artık bağışıklık kazanmıştı. Türkan’ın yerine o geçecekti.
ÖZYAŞAR Eğitim vakfının düzenlediği ve her sene ÖZYAŞAR Holding’in sponsor olduğu bağış gecesi için hazırlardı. Durumu olmayan çocuklar için toplanacak her kuruşla mutlu oluyordu. O yüzden bu geceyi kaçırsaydı ciddi manada üzülürdü. Siyah omuzları düşük ayaklarına dek uzanan elbisesiyle çok şık duruyordu. Tek sorunu şimdiden on sekiz kilo almıştı.
Kusmalar resmen Mine’ye yaramıştı. Çünkü sadece on iki kilo almıştı. Zaten hamileliğinin ilk aylarında verdiği kilo o kadardı ve bekarlık halinden daha zayıftı ve sinir oluyordu. Normalde kilo almaya müsait bir bünyeye sahip olan kuzeni hiç kilo almazken, kendi balon gibi olmuştu.
Baran bu hallerini çok sevdiğini söylese de hiç 55 kilonun üstünde olmamış bir kadın olarak bu kilo onu zorluyordu. Görüntü açısından bir derdi yoktu ama sürekli ayakları şişiyor, nefes alamıyordu. Artık geceleri Baran yorganı dörde katlıyor ve bacaklarının altına sokup ayakları yukarda yatmasını sağlıyor, ayaklarının şişliği insin diye uğraşıyordu.
Son zamanlarda ne yapacağını şaşıran can kocasına üzülüyordu. Çünkü bazen deliler gibi üşüyor, bazen de yanıyordu. Bu cadı kız doğsa da baba da bende rahat etsem diye şikayet ettiği zamanlar da Baran’ın kızıma öyle söyleme diye savunması yok muydu? O playboy serseri tipli adamın böylesine güzel bir baba olacağına kim inanırdı.
“Türkan abla her şey hazır!”
“Ellerinize sağlık Ömür, artık gözüm arkada değil.”
“Teşekkür ederim, Mehmet Bey ve Mine Hanım geliyor!”
Ömür’ün utanarak teşekkür etmesine gülümsedi. Öyle tatlı biriydi ki bazen kıvırcık saçlarını karıştırası geliyordu. Üzerindeki saks mavisi ip askılı elbisesi ve düzleştirilince beline dek uzamış kumral saçlarıyla dolgun vücuduyla çok güzel gözüküyordu. O kendini şişko bulup güzelliğini reddetse de bir yerlerde onunda değerini bilecek birinin olduğunu inanıyordu.
Kuzenine baktığında gözleri parladı. Hamilelik en çok ona yakışmıştı. Kendisinin burnu büyümüş, dudakları şişmişti. Mine ise öyle güzelleşmişti ki bakmaya doyamıyordu. Gün geçtikçe de içindeki mutlu kadın ortaya çıkıyordu.
Kimse Mine’ye Mehmet kadar iyi gelemezdi. Üzerindeki göğüs dekolteli çimen yeşili elbisesinin içinde harika gözüyordu. Göbeği de kendisinin ki gibi dağınık değil, küçük bir top gibiydi. Gözlerinin içi gülerek hafif topuklu ayakkabısıyla usul usul gelen kuzenini hayranlıkla seyretti. Birde içinden sürekli tüh tüh kırk bin kere maşallah demeyi de ihmal etmiyordu.
“Ne güzel hamiş oldunuz ikinizde ya!”
“Teşekkür ederiz Ömür darısı başınıza, hadi sen son kontrolleri yap.”
“Tamamdır,” deyip giden kadının arkasından bakarken Berra’yı gördü. Yine ışıl ışıldı maşallah, Miraç kıskançlıktan yanından ayrılmayacaktı.
ÖZYAŞAR erkeklerinin ne denli kıskanç olduğunu da anlamış olmuşlardı. Mehmet Bey’in Akın’ı düşman bildiği günden beri çocuğa üzülüyorlardı. Zaten işe girdiği günden beri iyi davranmadığı adama Mine’nin çorba yaptığı günden sonra etmediğini koymamıştı.
Akın’daki de nasıl bir itaat ise Mehmet ne yaparsa yapsın, sessiz kalıyor yanından ayrılmıyordu. Taş olsa yarılırdı ama genç adam minnetle patronuna saygısına devam ediyordu. Bu saygıda dede Mehmet ÖZYAŞAR’dan geliyordu.
“Hoş geldiniz?”
“Türkan ellerinize sağlık yine her şey harika gözüküyor.”
“Görevimiz efendim,” diye cevap verdiğinde Mine gözlerini belertti. Türkan iş ortamında bir kere bile profesyonelliğini bozmuyordu. Birbirlerine sarıldıkları zaman ele ele yanlarına gelen Miraç ve Berra hemen yerlerini belli etti.
“Hello hamiş penguenlerim!”
“Berraa!”
“Ya Mehmet abi kızma, bu iki kuzen çok tatlı hamiş olmadılar mı?”
Mehmet’in yanına biri gelince evet en güzel hamile benim karım diyemedi. Karısının gözlerine bakıp, adama döndü. Ondan sonrasında da saatler ilerledi. Şehbal’de sarı elbisesiyle çok güzeldi. Saçlarını açmış yeşil gözlerini ortaya çıkaran bir makyajı vardı yüzünde, hafif çıkan karnıyla Mahir’in gözbebeklerini titretiyordu.
Masalarına oturduklarında masada üç hamile olduğundan dolayı kimse alkollü bir şey içmek istememişti. ÖZYAŞAR Eğitim Vakfı’nın yönetim kurulu başkanı Ahmet Bey konuşmasını yapmış ve birkaç parça antika açık arttırma ile satılmıştı. Sonrasında yapılan bağışlarla gece çok güzel ilerliyordu.
Berra üç hamile ile düğününün onlar yüzünden sürekli ertelemesinden dolayı uğraşırken, gülmelere sebep oluyordu. Mahir bir dakika Şehbal’in elini bırakmıyordu. Beş aylık hamile balını ve oğlunu gözünden sakınıyordu.
Baran hala doğum iznine ayrılmadığı için Türkan’a biraz tavırlıydı ama gözlerini onun üzerinden ayırmıyordu. En şanslı hiç kuşkusuz Mine’ydi. Mehmet kendinin olmadığı her yerde ne kadar kıskanırsa kıskansın Akın’ı hep yakınında tutuyordu. Hamileliğinin bu denli onu zorlayacağını bilseydi asla çocuk sahibi olmazdı. Hatta birkaç kez bunu dillendirecek oldu, karısı çok kızdı. Kızım sağlıklı doğsun ben her şeye razıyım bak seni duyuyor üzülür bebeğim diye kocasını azarlıyordu.
Mehmet’in ve Baran’ın birkaç tanıdık iş adamıyla sohbet etmesi için iki masa ötelerindeki masaya geçmesiyle Mine dikkatini çeken kadından gözlerini ayıramıyordu. Kocasına bakışlarını hiç normal bulmamıştı. Türkan’ın son anda dediklerini bile ancak duyabilmişti.
“Gözlerin kurşun olsa kadın yüz kere ölmüştü.”
“Mehmet’e bakışları normal mi?”
“Değil ama bu kadar belli etmesen mi?”
“Bak bak kadehte işaret parmağıyla dolaşıyor, dudaklarında dilini gezdiriyor ve bunu benim kocama bakarak yapıyor. Yelloz!”
“Mine, Mehmet Bey kadının farkında bile değil.”
“Bir de olsun Türkan bir de olsun! Bak ya kahkaha attı, sırf ona baksın diye...”
“Yine Sulukuleli Sabayat’a bağladın. Lütfen orta çağdan gelen leydi kuzenime döner misin?”
Mine o hırsla kadından gözlerini ayırıp Türkan’ın gülen yüzüne baktı. Kendi kaşları çatılı ne diyorsun bakışları atıyordu. Berra’da yanlarına oturunca onun mavi gözlerinin işaret ettiği yere tekrar baktı. O anda Mine hırslan ayaklanıyordu ki Türkan tuttu.
“Berra saçmalama şunu gaza getirme!”
“Ne demek gaza getirme, göstermese miydim? Kadın Mehmet abimi yedi bitirdi be, hem yan profildeki de Baran abimi kesiyor. Sen Mine ile uğraşacağına kocana bak! Şahsen Miraç bu durumda olsa bir dakika burada oturmaz, sahibinin kim olduğunu gösterirdim.”
Baran lafından sonra dikilip kırmızı elbiseli kadının kocasına bakıp bakıp gülmesine laf atmasına sinir oldu. Gözlerini ayıramadı. Oysa Berra’ya sanki Miraç’tan değil de, sahibi olduğun bir hayvandan bahsediyor gibisin sahibi ne demek diyecekti. Diyecekti değil mi demese daha iyiydi. Kocalarının ilgisiz tavırlarına rağmen kadınların dikkat çekme çabalarına en az Mine kadar kızdı.
“Ne oldu sevgili kuzenim, konu kendi kocan olunca orta çağdan kalma leydi olunmuyor değil mi?
“O kadın kocamın koluna mı dokundu bana mı öyle geliyor?”
“Aynen öyle yaptı Türkan,” diye keyifle konuşan Berra’ydı. Miraç’ı göz hapsinde tutarken kuzenleri de gaza getirmeyi ihmal etmiyordu.
Valla en akıllıları Mahir abi kadınlara yokmuş gibi davranıp, Şehbal’i hiç bu duruma düşürmüyor yandınız bu gece abilerim diye aklından geçirdi. Kızların gözlerini yeteri kadar açtığına göre nişanlısının yanına gitmek için yerinden kalktı. Malum çok boş bırakmaya gelinmiyordu.
“Yok ben dayanamıyorum Mehmet’in yanına gideceğim.”
“Bende!”
İki kuzen usulca yerlerinden kalktılar, aslında hızlı kalkmaya çalıştılar ama göbekleri buna izin vermiyordu. Sonuçta gebeliklerinin son aylarındaydılar, hareketleri oldukça kısıtlanmıştı. Aynı sakinlikle iki yan masanın yanına gelmek üzereyken ilk Mehmet kalktı. Mine’nin kıpkırmızı olmuş yüzünü görünce telaşlandı.
“Sevgilim iyi misin?”
“İyiyim! Tanıştırmayacak mısın?”
“Tabi Emrah Bey, İpek Holding’in CEO’su, karım Mine ve Baran’ın eşi Türkan.”
“Merhaba hanımlar!”
“Merhaba, memnun oldum.”
Mine direkt masada ki diğer kişilere döndüğünde kadınların duruşlarını düzettiklerini gördü. O ara Emrah Bey masadaki kişileri tanıtmaya devam ediyordu. Sadece tebessümle başını sallayarak karşılık veriyordu ama kocasına bakan kadından gözlerini çekmiyordu. Elindeki kadehle oynuyordu. Onlara bakmayı bırakmıştı.
İyi ki de geldim diye düşünürken adının Selda olduğu kadınla göz göze geldi. Kadının onu baştan aşağı süzmesinden, bakışlarının küçümsemeye dönmesini anbean yaşarken yıllarca bu bakışlara maruz kalmış biri olarak duruşunu bozmadı. Mehmet bir elini beline bir elini karnına koyarken doğumun yakın olmasıyla ilgili konuşmasına gülümsemek istedi. Kadından gözlerini çekemedi.
“Hayırlı olsun Mehmet Bey!”
“Teşekkür ederim Selda Hanım!”
“Yalnız çocuk sadece Mehmet’in değil, bana da söylemeniz gerekmez miydi?”
“Ah tabi lütfen kusura bakmayın, Mehmet ile eski tanışıklığımıza istinaden direkt kendisini tebrik ettim.”
Mehmet! Mehmet Bey ne ara Mehmet’e dönüşmüştü. Ne demek istemişti? Eski tanışıklığımız derken ne demek istemişti? Kesin bana bir şey ima etmeye çalışıyor diye aklında kurmaya başladığında sertçe kocasına baktı. Kadına ters ters baktığını gördü. Bu bakışlarla bütün bedeni gerildiğinde karnında bir tekme hissetti, kızı sakin ol anne dercesine hareket etmeye başladı. Kocasıyla göz temasını kestiği gibi karnında olan elini itti. Kimin ne anladığı umurunda değildi.
O ara Selda’nın yanındaki Efil denen kadında Baran’ı eskiden tanıdığını ima edince Türkan’da bir adım Baran’dan uzaklaştı. İki kuzen profesyonel davranmak için ellerinden geleni yapmaya kararlı gelmişlerdi ama olmuyordu. Kıskandıklarını herkes anlamıştı. Bir taraftan da kızları tekme sayılarını artmışlardı.
Şuan bu ortamda değil de evde olsalardı, deliler gibi kahkaha atacakları bebeklerinin tekmelerine sadece iki elleriyle karınlarını tutmak zorunda kalmak sinirlerini bozmuştu.
Mine ve Türkan Emrah Bey dahil masadaki iki kadın hariç herkese iyi akşamlar dileyip uzaklaştılar. Kendi masalarına oturmadılar. Suzan annesi ve Ahmet babasının yanına giden kadın, ağlamak üzereydi. Yaşlı kadın bu durumu görünce hemen ayaklandı.
“Yavrum ağrın mı var?”
“Yok! Bu kız sürekli hareket ediyor anne ya…”
Suzan Hanım bir gelinin ağlamaklı haline bir de koca göbeğine baktı. Sandalyeye zorlukla oturan ama oğlunun olduğu tarafa bakmasına anlam veremezken, Türkan’ında aynı olduğunu görünce ikisini de rahat ettirmek isterdi.
“Aaa bak Reşat Bey orada Ahmet bir selam ver istersen!”
“Doğru diyorsun ayıp olmasın.”
Ahmet Bey karısının onu gönderme şekline hafif gülümserken, kızlarının halini beğenmemişti. O yüzden hemen ayaklandı. Suzan Hanım sandalyesini gelininin yanına çekip iki elini kocaman açarak karnına koyunca gerçekten durup durup sertçe gelen darbelerle kahkaha etti.
“Oyyy babaannesi kurban olsun bunu yaradana, hayırlısıyla bir doğsa da babaannesi onu koklasa… Öpse ham yapıp yese, benim güzel kızım tekmeler atıp anneyi mi daraltmış?”
“Aşk olsun anne kızım beni neden daraltsın?”
Mine’nin alıngan tavırla doğmamış kızını savunmasına tekrar gülen kadın, ağlamak üzere olan gelinin saçlarını sevdi. Arkasından aynı hareketi Türkan’a da yapınca kızlar kocalarının olduğu yerden göz temaslarını kestiler.
“Eşek sıpaları ne yaptı yine?”
“Anne bak bak şu yelloza bak ya kocamı yedi bitirdi resmen ve senin oğlunsa hala orada… Ah hamile olmayacaktım biliyordum ben yapacağımı?”
“Kızım kadına arkası dönük Mehmet’in hem iş konuşuyor demek ki!”
“Ya benimki Suzan Teyze benimkinin ne işi var orada… Oradaki iki kadında geçmişten tanışıklıklarını ima etti bize.”
“Aaa! Bunlar iş adamı tabi ki tanıyacaklar oğullarımı!”
“Görür senin oğlun ben bunu ödetirim ama.”
“Bende Baran’ı belletmezsem bana da Türkan demesinler…
Suzan Hanım ilk şaşırsa da kızların ağlamaklı ama hırslı kıskançlıklarına kahkaha atmadan duramadı. Hamileliklerin son zamanlarında bütün duyguların nasıl üstlerde yaşandığını en iyi bilenlerdendi. Mehmet’de ki hamileliğinde değil ama Miraç da Ahmet Bey’e neler ettiğini hatırlayınca keyiflendi.
Yapsınlar dedi kendi kendine erkekler bunu hak ediyor. ‘Kendine gel Suzan biri oğlun, biri de oğlun kadar sevdiğin biri hem suçları da yok,’ diyen iç sesine omuz silkti.
“Belletin kız valla ben arkanızdayım!”
Mahir Şehbal’i göz hapsinde tutarken karşısında boş boş konuşan adamdan nasıl kurtulacağının hesaplarını yapıyordu. O arada tanıdık bir simanın karısının yanına oturmasıyla alt dudağını içten ısırmaya başladı. Şehbal’in gün geçtikçe güzelleşen hallerine ve gençliğine zaten dayanamıyorken birde ona yaklaşan olunca çıldırıyordu. Kadınları sallamayan Mahir olmayı çok istiyordu. Konu Şehbal’se içinde değişik korumacı, aşık karısına köle bir adam oluyordu. Allah’tan bu durumu sadece yakın çevresi anlıyordu.
Ulan Alaz ağa ulan it, hep senin bedduaların yüzünden böyle oldum diye içinden küfürler etti. Doktor karısının gözünü gözleyen ne olursa olsun, toplantıların en önemli anında bile karım arıyor ara deyip hızla odadan çıkan adamla az dalga geçmemişti, benden beter olursun inşallah diye az lafını yememişti. Kesin o it duaları kabul olsun diye kurban bile kesti, yoksa ondan beter olamazdım diye aklından geçirirken adamın konuşmalarına daha fazla katlanamadı.
“Çok affedersiniz karımın yanına gitmem lazım!”
Adam cevap vermeden Şehbal’in oturduğu masaya hızlı hızlı yürümeye başladı. Mine, Türkan ve Berra nerede diye bakarken hepsinin farklı masalarda olduğunu görünce yine kendine kızdı. Karısı yalnız kalmıştı ve aç kurtlar gibi hemen yanına çökmüştü. Hala fark edilmemekte canını sıktı. Karan’ın sesiyle olduğu yerde kaldı.
“Şehbal mutlusun, inan senin adına çok seviniyorum. Burada olmamdan rahatsızsın onunda farkındayım. Sorun çıkarmaya gelmedim. Sadece yeniden arkadaşın olmak istiyorum.”
“Karan biraz önce de söyledim, ben seninle arkadaş olmak istemiyorum.”
“Bu kadar mı kızgınsın bana…”
“Kızgın değilim, hiçbir şey ifade etmiyorsun.”
“Gerçekten beni özlemiyor musun? Ben seninle arkadaş olduğum günleri çok arıyorum.”
“Özlemiyorum, kocamdan başkasını da aramıyorum.”
“Çok değişmişsin, eskiden olsa öyle düşünmesen bile bu kadar kırıcı konuşmazdın.”
“Kırıcı mıyım? Haha…”
“Komik mi?”
“Çok komik! Damla ile ilişki yaşarken beni kırmak, küçük düşürmek için sevgilinle yarışıyordun oysa…”
“Şehbal kaç kere özür dilemem gerek!”
“Dileme Karan daha önce de söyledim sana, Mahir’i kötü hissettirecek hiçbir şeye tahammülüm yok benim, aynı ortamlarda olmak zorundayız ama bu samimi olacağımız anlamına gelmiyor. Kalkar mısın yanımdan,” diye azarladıktan sonra Karan’a yüz çevirmek için dönünce kocasıyla gözleri kesişti, bir an korktu. Sonra ona kızgın değil de aşkla bakan adama dudakları kıvrıldı. Onun Mahir’iydi o…
Karan üzüntüyle yanından kalktı. Arkasını dönünce Mahir’le burun buruna geldi. Korkmadı ya da endişelenmedi. Kötü bir şey yapmıyordu. Eski bir arkadaşını yeniden kazanmaya çalışıyordu. Berra da eskisi gibi ona yakın davranmadığından ikisinin yerini de çok arıyordu.
Berra kız kardeşi gibiydi ama Şehbal’in farklı olduğunu sonradan anlamıştı. Tabi iş işten geçtikten sonra anlamıştı. En azından arkadaşı olarak hayatında olmak istiyordu. Omzuna konulan elle amber rengi gözlere korkusuzca baktı. Mahir omzunu tüm gücüyle sıkarken kulağına eğildi.
“Dua et karım hamile, ikidir elimden kurtuluyorsun. Ancak! Bir daha Şehbal’e yaklaşmaya çalışırsan Baran falan demem bütün İstanbul’u üstünden geçirmeden bırakmam seni… Yedi ceddini ortaya dökerdim de babanda abinde değerli insanlar… Şimdi siktir git!”
Mahir hiçbir şey dememiş, adamı tepetaklak dövecek kadar sinirlenmemiş gibi omzundaki elini kaldırıp toz alırcasına bir iki kez Karan’ın omzuna vurdu ve karısına döndü. İki adımda yanına gelip başının üstünden öptü. Sıcacık sesiyle yanına otururken kadının gözlerindeki korkunun yerini neşeye bıraktı.
“Sıkıldın mı balım?”
“Biraz! Kızlarında işi var!”
“Gelmeyelim, evde dinlenelim dedim!”
“Ben bu şirkette çalışıyorum Mahir!”
“Onu da anlamıyorum ki, hamilesin kendini de oğlumu da yoruyorsun. Kocan senin elini sıcak sudan soğuk suya koyacak sanki…”
“Hımm kocam tabi ki öyle yapmaz ama ben süs diye okumadım. Boşuna mı dirsek çürüttüm?”
“Anladık çok çalıştın!”
“Aynen öyle huysuz Delidumrul,” dedikten sonra elini kocasının yanağına koydu. Karan meselesini hiç uzatmadan onu rahatlatmaya çalışan adamı deliler gibi öpmek istedi. Yanağını okşarken dudaklarına doğru yaklaştı. Kocasının oyunbaz sesiyle duyduklarından sonra gülümsedi.
“Bu Delidumrul bir acıktı, bir acıktı anlatamam!”
“Öyle mi? Kocacığım ne yese de doysa?”
“Azıcık bala ihtiyacı var!”
“Eve gidince ben sana bal yedireceğim.”
“Hadi gidelim.”
“Birazdan!”
“Sahi Şehbal ben bal yemeyeli yıl olmuş mudur?”
“Hayatım günler sana yıl gibi mi geliyor, iki gün oldu ya daha?”
“Yok yok yıl oldu, hadi kalkalım.”
Kalkalım derken bile Şehbal’i yerinden kaldırmıştı. Mehmet’e uzaktan biz kalkıyoruz diye işaret yapıp, direkt çıkışa yürütmüştü. Küçücük elini sımsıkı tutarken şimdiden heyecanlanmıştı. Eve gidecekler ve o balından kana kana yiyecekti.
“Mehmet sıçtık oğlum hep senin yüzünden bok yemeye beni de yanında götürdün.”
“Ne bileyim lan başımıza bunun geleceğini Mine’nin yanına gidemiyorum.”
“Al bende de o kadar keşke Mine o kadına posta koyunca arkasından gitseydik, şimdi daha çok tırsıyorum.”
Baran ve Mehmet uzaktan eşlerine bakıyorlardı. İkisinin de ne denli sinirli olduğu oradan bile belli oluyordu. Tam cesaret edip yanlarına gidecek oluyorlardı, birileri onları durdurup işle ilgili konuşuyorlardı. Neredeyse yarım saattir Suzan Hanım’ın yanındaki kadınlara kedinin ciğere bakması gibi bakıyorlardı.
Mine’nin kızdığını hatta çileden çıktığını çok net anlamışlardı. Efil’in tavrıyla Türkan’ın soğuk bakışları yüzünden içi sıkılmıştı. Baran karısıyla böyle olmaktan hiç hoşlanmıyordu. Hem denemişti, ne zaman Türkan’la kavga etseler ve işe gitse o günün bereketi olmuyordu. Aklı hep karısında olunca ne yediği ne içtiği ne de çalıştığından anlıyordu.
“Valla ne olacaksa olsun ben gidiyorum Baran, hem annem korur bizi?”
“Haklısın Suzan anne bizi destekler!”
“Babamı da alalım, babamın yanında bir şey diyemezler.”
“Haklısın valla Ahmet baba nerede, ha orada bak.”
Ahmet Bey’in yanlarına gider gitmez karşısındakilerden özür dileyerek adamı resmen yaka paça masadan kaldırmışlardı. Biraz uzaklaşır uzaklaşmaz kolunu kurtarmaya çalışıyordu.
“Ne oldu lan, dur çekiştirmesene oğlum!”
“Baba bizi korumalısın, gelinin barut barut!”
“Ne eşeklik ettin yine!”
“Ben bir şey yapmadım, Selda Hanım’ı kıskandı. Tamam o da kıskansın diye her şeyi yaptı ama benim bir suçum yok!”
“Hangi Selda! Hani şu Antalya’daki organizasyonda işimizi yapan turizmci kadın mı?”
“Aynen o!”
“Ne işi var burada!”
“Ne bileyim ben İpek Holding’in reklam müdürüymüş, Emrah’ta işgüzarlık etmiş. Birkaç müdürüyle gelmiş. Bu arada sen Efil’i nereden tanıyorsun?”
“Tanımıyorum oğlum, zaten adım çıkmış dokuz, inmiyor sekize neden öyle davrandı anlamadım bile…”
Baran ve Mehmet Ahmet babanın arkasından tıpış tıpış giderken Suzan Hanım’a göz kırpan adamdan habersizlerdi. Mine’nin dudağını sallamış, haline de gülümsedi. Gelini hem çocuk kadar masum hem de oğlu gibi bir adamı mum edecek dişlilikte bir kadındı. Herkese nahif, kocasına cadı mı cadı biri olmasından kendi çok memnundu, hele saygılı halleri yok muydu? İşte o vakit kız çocuğu özleminin dindiğini hissediyordu.
“Mine yavrum!”
“Baba!”
“Ne oldu kızlarıma!”
“Baba senin bu oğlun beni çok üzüyor.”
Mine kayınvalidesinden gerekli desteği görmeyince ona da tavır yaparak, kendisine destekçi bulmanın derdiyle Ahmet Bey’e Mehmet’i şikayet etmeye başladı.
“Ne yaptı yine bu eşek sıpası. Yok yok! Biz bunu yapamamışız Suzan Hanım!”
“Ay neyi varmış oğlumun çakı gibi maşallah!”
“Ama anne hani beni tutacaktın.”
Mine hamileliğin duygusallığıyla ağladı ağlayacaktı. Kızı tekrar tekme atınca hafif inledi.
“Tabi ki seni tutuyorum yavrum ama oğluma da laf yok!”
“Mine!”
Mehmet’in seslenmesi üzerine suratını çeviren kadın, kaynanasına da kırgın bakmayı ihmal etmiyordu. Baran hemen Türkan’ın önüne dizlerinin üzerine çökmüş, ellerinden tutmuş sessizce konuşuyordu. Mehmet de aynısını yapacakken Mine salonun köşesinde duran Akın’a gel işareti yaptı. Koşturarak gelen genç adama öldürecek bakarken karısının dibine geldi.
“Buyurun Mine Hanım!”
“Beni kaldırır mısın Akın!”
“O elini kırarım!”
Akın uzattığı elini anında geri çekti. Mine o ana dek hiç bakmadığı kocasına gözlerini dikti. Akın’ın önüne geçip ona uzattığı elini eliyle itti. Masadan destek alarak yerinde kendi doğruldu.
“Akın beni eve götür!”
“Benle gideceksin Mine!”
“Hayır Akın beni götürecek.”
“Şey efendim Mine Hanım ile sizi de götüreyim.”
“Hayır Akın sadece beni eve götüreceksin.”
“Mine Hanım!”
Bu artık bana acıyın demenin başka yoluydu. Mehmet’in gözlerinden ateş çıkarken ben ne yaptım, karın istiyor demeyi çok isterdi.
“Ben sana yenge diyeceksin demedim mi?”
“Ben istemiyorum yenge demesini!”
“Sen emirleri kimden aldığını unutmuşsun bir ara hatırlatayım sana Akın!”
“Emredersiniz efendim!”
Mine aynı sertlikte Akın’a bakmaya başladı. Deli oluyordu bu adamın itaatkar haline ki Mehmet bunu hiç hak etmiyordu. Ne zaman onu savunacak olsa biz böyle anlaşıyoruz çalışanlarımla arama girme Mine diye onu konu dışına itiyordu. Zaten bazen öyle ketum oluyordu ki istese de uzatamıyordu.
“Eğer beni Akın götürmezse bu gece annemlerde kalırım Mehmet!”
“Peki! Yengeni eve bırak birazdan bende çıkacağım.”
“Tamam efendim.”
Akın’ın dudaklarındaki kıvrılmayı da son anda yakaladı. İyice bileniyordu. Mine’nin arkasından ellerini yanda yumruk yaptı. Menekşe olayından beri karısıyla kıskançlıkla ilgili gerginlik yaşamamışlardı. Tam kapıdan çıkarlarken bütün sinirini Akın’a yöneltircesine kendi kendine konuştu.
"Senin de başını bağlamazsam bana da Mehmet demesinler. Aynı kıskançlıklarla tanıştırıp, aynı senin gibi pis pis gülmezsem bütün Adana bana şerefsiz desin."
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
66.82k Okunma |
5.87k Oy |
0 Takip |
55 Bölümlü Kitap |