47. Bölüm
Mahir, neredeyse iki aydır deliler gibi çalışıyordu. Düğününden sonra uzun bir balayı yapacak sonrasında da eviyle ilgilenmeyen karısına yardımcı olmak için bir hafta on gün işe başlamayacaktı. Hem de yıllardır doğru dürüst izin kullanmamıştı. Mehmet’in ve Baran’ın düğünleri derken de ekstra çalışmak zorunda kalmıştı.
Şehbal’in onu yanında istemediği iki gün cehennem gibi geçmişti. Her ne kadar dur durak bilmeden çalışsa da kafası hep sevdiği kadındaydı ve ne yediğinden ne içtiğinden ne de çalıştığından zevk almıştı. İşte o vakit anlamıştı ki, Şehbal düşündüğünde daha değerliydi onun için ve bu saatten sonra hep onu mutlu etmeye uğraşacaktı.
O üstten bakan kadınları görmezden gelme huyu bir bal kadına işlememişti ve artık kabullenmişti. Şehbal sadece sevdiği değil, ağzının tadıydı. O olmazsa ne tadı vardı ne tuzu…
Şehbal kına gecesi, bekarlığa veda gibi seremoniler istememişti. Ancak Mahir’in annesinin ve kardeşinin onun için hayalleri vardı. O yüzden Adana’da erkek erkeğe büyük bir eğlence yaparak, kına gecesini yapmıştı. Tam kına yakılırken, kızlarda onlara katılmış ve istemese de Şehbal’de kırmızı olağanüstü güzellikteki elbisesiyle yanına oturup, kına yakılmıştı.
Mahir sağ elindeki üç parmağına sürülen ve beyaz bir kumaşla sarılan elini gördüğünde gerçekten mutluydu. Bu günlerinin hayalini bile kurmamıştı. Sonrasında Şehbal’i ikna edenin kayınvalidesi olduğunu öğrenmişti. Sevdiğinin keyfinin yerinde olmasıyla korkuları da kaybolmuştu. Çünkü hiçbir şey için onu zorlamak istemiyordu.
Şimdi çakı gibi giyinmiş yanında sağdıcı Mehmet ile sevdiğini almaya gidiyordu. Gelinliğini görememişti. İnşallah çok açık değildir diye hayıflanır gibi olsa da, içine sinsin o mutlulukla benim gelinim olsun da açıklığına bile razıyım diye kendi kendine aklından cevap veriyordu. Heyecanı bedenini titretirken, bunu belli etmemek için üstün bir çaba sergiliyordu. Üst düzey korumayla organizasyon yapılırken, meslek alışkanlığıyla sürekli gözü etraftaydı.
“İyi misin gardaşım?”
Mehmet’in sorusuyla dudakları kıvrıldı. Heyecanının stresinin farkındaydı. O genelde Adana ağzını kullanmazdı. Ne zaman onunla dalga geçecek ve ya stresli olduğunu anlarsa onun gibi şivarli konuşurdur.
“Değişiğim be gardaşım.”
“Merak etme her şey yolunda gidecek.”
“İnşallah!”
“Lann! Helal olsun Şehbal’e seni üç ayda nikah masasına oturttu ya…”
“Valla öyle,” derken bile birbirlerinin omuzlarına ellerini atıp sarıldılar. Mehmet kendi nasıl mutluysa, etrafındaki herkes de mutlu olsun istiyordu. Mahir bambaşka bir adamdı ve ömrü boyunca huzurlu bir ailesi olması için dua ediyordu.
Kapısının önüne geldiklerinde kapıyı iki defa tıklattılar. İçeriden çıkan Berra’yla yüzleri güldü. Sonrasında Mine, Türkan ve birkaç arkadaşı daha dışarı çıktı. Herkes hayırlı olsun derken gülümsüyordu. Onların gülen yüzü Mahir’i sakinleştirirken, Şehbal’i bir an önce görmek istiyordu.
Mine direkt kocasına sarılırdı. Herkes yavaş yavaş düğün alanına gitmek için döndüler. Mahir derin bir soluk aldı. İçeri girdi. Tamamen dantel olan gelinlik ellerinin üzerine örtecek şekilde bir deri gibi yapışmıştı kadına, gerdanı açık, göğüs dekoltesi ile kalçasının altından itibaren bollaşarak iniyordu. Kuyruğu da oldukça uzundu. Saçlarını dağınık topuz yapılmış, yüzünde abartıdan uzak bir makyaj vardı.
Mahir’in bakışlarıyla heyecandan yerinde duramayınca bir iki adım Şehbal yaklaştı. Birçok detayında transparan olan gelinliği adam uzunca incelendi. Yüzünde bedeninde dönen bakışlardan sonra coşkulu bir türkü beklemeyen kadın ne yapacağını bilemedi, dudaklarında gülümseme sadece türkünün sözlerinde kendini kaybetti.
“Sen zirvesin bende bulut
Al beni koynunda uyut yar
Bil ki senden vazgeçemem
Sende bensizliği unut yar
Dağlarına kar olurum yar
Aşkına bahar olurum yar
İstersen yar olurum yar olurum yar”
“İsterim, senden gelecek her şeyi isterim,” diyerek elini kaldırarak türkü söyleyen adamının ilk önce havadaki elini tuttu, sonra sımsıkı sarıldı. O kadar mutluydu ki, ne heyecanı kalmıştı ne bir şey olursa korkusu, şu an tek hissettiği bu koca adamın onun kocası olmasıydı. Sonra sevdiğinden uzaklaşıp, kendi etrafında döndü.
“Ee gelinini nasıl buldun?”
“Çok güzel, tarifsiz güzel!”
“Ya nasıl bal gibi adamsın.”
“Balım, asıl sen öylesin ve benim karımsın.”
“Öyleyim.”
“Hadi gidelim bir an önce düğün bitsin. Gece olsun!”
“Mahir!’”
“Ne! Adamın senin gibi sevgilisi olsun, bir de bilerek onu kışkırtsın. Benim gibi salak adamda düğün gecesini beklesin. Garibim kuruyacak senin yüzünden.”
“Mahirr!”
“He yavrum böyle Mahir de dur, gece için hazırlık olur.”
“Gel hadi gel, romantizm yerlerde yine dağ ayısı…”
Hızlı hızlı yürüyerek düğün alanına geldiler. Öyle kalabalıktı ki, Şehbal yeniden heyecanlandı. Adana belediye başkanı onları ayakta bekliyordu. Samimi yüzlü adamın yanına dek alkışlar eşliğinde yürüdüler. Şahitler Berra ve Mehmet’te yerlerine geçtiler. Esme ve Emine Hanım gururla çocuklarına bakıyorlardı.
Gür sesli evetlerden sonra hızla imzalar atıldı. Dans etmeye başlayınca rahatlayan kadın, başını ancak göğsüne geldiği kocasına dayadı. Gözlerini yumdu. Çalınan şarkıyı söyleyen sevdiğiyle yüreği de yüzü de gülüyordu. Saçlarının üstüne bastırılan dudaklarla tebessümü arttı. Kalabalık umurunda değildi. Onun için sadece varsa yoksa Mahir vardı. Dans bitene dek öyle kaldı.
“Bu evli çiftler dans ederken ne konuşuyorlar hep merak ederdim. Sen hiç konuşmadın yavrum.”
“Başa alalım istersen, içinde kalmasın şimdi,” diye dalga geçen karısına gözlerini kısarak baktı. Gerçekten heyecanından nasıl hareket edeceğini ne konuşacağını bilemediğinden saçmalamıştı ama karısı da maşallah pası es geçmemiş, doksandan gol atmıştı.
“Geç sen dalganı geç!”
Mahir’in elinden tutup çekiştirmesine dek kahkaha attı. O ara onlara doğru gelen takım elbiseli bir sürü erkekle şaşkına dönünce kocasının arkasına saklanmak istedi. Hepsi de uzun boylu kalıplı adamlardı. Nedense üçü yaklaşıp diğerleri dağılmıştı. Mahir’in neşeli sesine aynı şekilde karşılık verdiler.
“Hoş geldiniz beyler!”
“Mahir hayırlı olsun kardeşim.”
“Sağ ol Kaya darısı başına!”
Kaya’nın inşallah gibi homurdanmasına Selçuk ve Cihan’da güldü. Mahir’e sarılan adamlar geri çekilip, mutluluklar dilediler.
“Cihan iyi misin?”
“İyiyim kardeşim, hayatımı düzene sokmaya çalışıyorum.”
“Duydum! Bırakma sevdiğin kadını!”
“Bırakamam zaten!”
“Selçuk sen ne yaptın?”
“Feyza affetmiyor beni… Anlamıyorum ki o hanım hanımcık karım nere gitti.”
“Kadını delirtip delirtip sonra nere gitti deme tanımıyorum sanki seni… Affetmesi için ne yaptın?”
“Kes lan sesini, düğününde ağzını dağıtmayım.”
“Valla karımda senin ağzını burnunu kırar demi balım,” diyerek arkasında saklanan kadını öne çekti. Mahir ailesi zengin olmadığı için çok küçük yaşlarda askeri okula girmişti. Yük olmadan okumak istemişti.
Kaya, Cihan, Selçuk ile aynı yaşta ve sınıf arkadaşlarıydı. Neredeyse on yıl birbirlerine destek olmuşlardı. Mahir ve Kaya askeriyeden ayrıldıktan sonra bile kopmadılar. Mehmet’in sayesinde kendi işleri çok iyi gitmişti.
“Şehbal bak çok eski arkadaşlarım. Öcü gibi gözükseler de zararsızlardır korkma bebeğim.”
“Estağfurullah! Mahir’in kusuruna bakmayın, hoş geldiniz?”
Şehbal’in Mahir’i azarlayan bakışlarıyla gülümsediler. Gelinle tokalaştılar. Selçuk’un suratı hala asıktı. Sözü yine Kaya aldı.
“Çok kalamayacağımız için sizi de ayakta tuttuk kusura bakma Şehbal, hediyelerimizi kabul et lütfen,” diyerek üst üste beş tane kare mücevher kutuyu arkadaki korumadan alıp, uzattı. Mahcup gülümsemesiyle hediyeleri alan kadın şaşırsa da belli etmedi.
“Neden zahmet ettiniz teşekkür ederiz.”
“Çok mutlu olun Mahir bizin gitmemiz gerek. Daha uzun kalmak isterdik ama durumları biliyorsun,” diye elini uzatan bu sefer Cihan’dı. Mahir sımsıkı sarıldı üç can arkadaşına da tabi ki o da askeri kimliklerinden kimselere bahsetmiyordu. Kudret Albay’ın her ihtiyaç duyduğunda o da koşa koşa gidiyordu.
“Mutlaka evimizde de ağırlamak isteriz sizi, durumları düzeltin bir an önce de,” derken bile Selçuk’a ters ters bakıyordu. Çocukluğunda da böyleydi bu huysuz savcı diye aklından geçirirken her şey düzelsin mutlu olsunlar diye içinden geçirdi. Çıkışa doğru giden adamları bir süre birlikte izlediler. Şehbal elindekileri Berra’ya uzattı.
“Arkadaşların çok kibardı. Eşleriyle araları mı bozuk!”
“Evet ama düzelecek ben inanıyorum.”
“Nereden tanışıyorsunuz,” diyen kadının elinden tutup piste çekti. Bunları konuşacak çok zamanları olurdu. Düğünlerinin tadını çıkarmak istedi. Kollarını havaya kaldırıp, yana doğru aça aça oynamaya başladı. Adana çiftetellisi çalınca da vay vay vay diyerek döne döne oynamaya başlayınca, bütün arkadaşları etrafını sardı.
Sevdiği kadınla evleniyordu ve bunun sonuna dek tadını çıkardı. Mehmet ile karşılıklı oynadıkları anlarda seyredilmeye değerdi. Şehbal ve Mine onlara ayak uyduramayınca, Baran ve Türkan gibi pistin dışında alkışlama görevini üstlendiler.
Halaylar, danslar ve düğüne gelen devasa kalabalıkla gayet keyifli anlar yaşadılar. Düğünün sonlarına doğru aşiret ağalarından gelen hediyelere Şehbal ve kızlar çok şaşırdı. Şehbal Adanalı olabilirdi ama İstanbul’da yetiştiği için ilk defa böyle bir ortam görüyordu.
Bıçakçı aşiretinin ağası Hüseyin Alaz ve karısı Tuğsem, Çetinoğlu aşiretinin ağası Altuğ ve karısı Işık tek aklında kalanlarıydı. Çünkü diğer aşiret ağaları ve eşleri hem yaş olarak daha büyükler hem de tamamen doğu kültürüne hakimlerdi. Sadece hediyelerini verip tebrik edip gitmişlerdi.
Tuğsem ve Işık ise çok sıcak davranmışlardı. Bütün oyun havalarında da kocalarının kıskanç bakışlarına rağmen düğün sahibi gibi kimseyi umursamadan oynamışlardı. Tuğsem’in beş aylık hamile olduğunu duyunca şaşırmıştı. Alaz Ağa’nın sanki çocuk düşecek gibi karısının göbeğini tuttuğunu gördükçe gülmüşlerdi.
Mahir’in ara ara ona laf atmasına da homurtuyla karşılık veriyordu. Biraz Mehmet Bey’e benzettiği adamı sevmişti. Bu yüzden İstanbul’a geldiklerinde mutlaka görüşmek dilekleriyle ayrılmışlardı. Mahir’in çok renkli bir çevresi olduğunu da düğünleri sayesinde anlayan kadın, kocasıyla bir kere daha gururlandı.
Saatler geçerken doğru dürüst hiç oturmamışlardı. Berra, Mine ve Türkan ona her konuda yardım etmeye çalışsalar da ne doğru dürüst yemek yemişti ne de oturmuştu. Düğünün sonuna doğru gerçekleşen fotoğraf merasimi de nedense bunaltmıştı. Keyifli geçen düğünün tadını hiç kuşkusuz en çok kocası çıkarmıştı. Genç kadın yorgunluktan bayılmam inşallah diye düşünürken adamın hala zıpkın gibi haline hayran kalıyordu. Birde sık sık kulağına eğilip, dakikaları hatırlatmasıyla utanıyordu.
Sonunda gece bitmiş Adana’daki evlerine gelmişlerdi. Biraz olsun Mahir’in yanında uzun durmak için giydiği uzun çok uzun topuklu ayakkabının acısını iliklerine dek hisseden Şehbal ayak bileklerinin ağrısından geberiyordu. Kapıda bir sürü korumaya rağmen kucağına alınınca başını Mahir’in boynuna gömdü. Korumaların alkışları eşliğinde eve girdiklerinde gerçekten yanakları yanıyordu.
Yatak odasına girene dek hiç konuşmadılar. Yatak odasının girişinden itibaren yerleştirilen mumlara bakan adam homurdandı. Yatağa doğru adımladığında güllerden kalp mi derken buldu kendini ve homurtusu arttı. Şehbal ise onun bu haline kıkırdadı. Yanağına öpücük kondurup kucağından indi. Etrafına memnuniyetsizce bakan adamla kahkaha attı. Bir elini yanağına atıp, kendisine bakmasını sağladı.
“Ne oldu?”
“Meliha’nın işleri, güllerden kalp ne Allah aşkına!”
“Ya öyle deme çok romantik!”
“Romantik mi? Yavrum benim libido yerlerde bu çiçek ve mum bahçesi yüzünden…”
“Hımm!”
“Ne hımm?”
“Benim işime gelir çok yoruldum ve biraz daha bu ayakkabılardan kurtulmazsam ağrıdan ölebilirim,” deyip yatağa oturdu. Uzun etekten ayaklarını görmeye çalışırken, Mahir kaşları çatık ayaklarına baktı. O nasıl topuk lan diye aklından geçirirken, akıllı bir adam olarak bunu dışından söylemedi.
Dizlerinin üzerine çöktü. Eteği kendine çekiştirmeye çalışan sevdiğinin bir ayağını kaldırıp, dizlerini koyduğunda karşısındaki görüntüyle bütün bedeni elektrik çarpmışa döndü. ‘Libidom yerlerde mi demiştin sen,’ diye fısıldayan iç sesiyle gözleri karardı.
Bembeyaz bir ten ve dantelli jartiyerin örtmediği görüntülerden sonra yerinde durması mümkün müydü? Solukları sıklaşırken gözlerini bilekten bağcıklı beyaz ayakkabıya indirdi. Topuk boyunu görünce kaşları yine çatıldı.
“Bu topuklularla düşüp ayağını kırmadığın için çok şansıyız?”
“Hiç homurdanma! Yanında ne kadar kısa kalıyorum bilmiyorsun sanki, hem düğünümde yanına yakışmalıydım.”
“Balım sen gönlüme de yanıma da yakışıyorsun,” diye azarlayan sözlerden sonra ayakkabıdan kurtardığı ayağının bileğinden öpüp diğerine geçti. Aynı şeyi diğer ayağına da yaparken kadını baldırına dek okşamayı da ihmal etmiyordu. Mumların yanı sıra ay ışığı, yeni evli bir çiftin yataklarını aydınlatıyor, odanın içine bir huzur ve değişik romantizm dolu bir koku yayıyordu.
Odanın sessizliğini nefes sesleri doldururken kalplerinin atışlarının birbirine yaklaştırarak, içsel bir heyecan yaratıyordu. Mahir’in içine dolan heyecanın mutluluğundan mıdır nedir elleri titriyordu. Mutluluktan ağlamak ister ya insan o denli duygu seline kapılmıştı.
Birbirlerine duydukları sevgi ve saygı, bu özel anı daha da özel kılıyordu. Onlar için bu sadece fiziksel bir birleşme değil, aynı zamanda duygusal bir bağ kurma anı olacaktı. Mahir ayağa kalktığında göz teması kurmak istediğiyle hevesle baktığında, gözlerini de ellerini de sıkmış kadına gülümsedi. Ona olan derin sevgiyi yüzü öyle bir yansıtıyor ki, genç adam aralarındaki bağın özel olduğunu bir kez daha anladı. Üzerine doğru uzandı. Boynuna dudaklarını bastırdığından Şehbal nefesini sesli koy verdi. Kadının sol kulak memesini ağzına alıp, dişlerinin arasında çekiştirdikten sonra fısıldadı.
“Seni çok seviyorum karım! Dokunmaya korkuyorum ya!”
“Be…ben… bende!”
“Hişş!”
“Sen bu gece sakin olacak ve bana ayak uyduracaksın.”
“Ya..ya..yapamazsam!”
“Beraber yapacağız yavrum,” deyip dudaklarına saldırdı. Öyle aç öpüyordu ki kadının kendinden geçmemesi imkansızdı. Şehbal’de heyecan vardı ama adını koyamadığı başka bir duygu hem bedenine hem beynine hakim olmuştu. Ellerini kaldırıp, adamının saçlarına daldığında kendine daha çok çekerek öpüşmeyi derinleştirdi.
İki beden, birbirine dokunuşlarla yeni bir dansa başlamış gibiydi. Dokunuşlar, sadece cildin değil, aynı zamanda kalplerin de birbirine yaklaşmasını sağlıyordu. Her bir öpücük, geçmişte paylaştıkları anıları, gelecekte birlikte geçirecekleri anlara dair umutları içinde barındırıyordu.
Bu an, birbirlerine verilen sözlerin ve yapılan taahhütlerin somutlaştığı bir andı. Birbirlerine açılan bu yeni kapı, sevgi ve bağlılıkla dolup taşıyordu. Ve bu yeni başlangıç, bir ömür boyu sürecek olan bir yolculuğun sadece ilk adımıydı.
Mahir kendini kaldırıp, yanakları al al karısının iki elinden tutarak kaldırdı. İkisi de böyle bir an için fazla giyiniklerdi ve bir an önce balının tadına bakmak istiyordu. Ayağa kalkan kadının arkasına geçip, fermuarı buldu. Özellikle böyle istemişti, ip çözmekle uğraşan damat anılarıyla dolu zihni buna dayanamayacağını bildiğinden sadece bu konuda bir talebi olmuştu ve onun minik karısı onu kırmamıştı. Aklından geçenlerle dudakları kıvrılırken ayakkabılar çıktığı için bayağı eğilmek zorunda kalmıştı.
Fermuar indikten sonra dudaklarını kadının alnına bastırıp, uzunca öptü. Sonrasında saçlarındaki tokaları çıkarmaya başladı. Aradan geçen beş dakikanın sonunda hala toka çıkarıyordu. Güya ipli istememişti gelinliği bu seferde kuaförün gereksiz tokalarıyla uğraşıyordu. Ayakta her çıkardığı tokadan sonra ellerini daldırıp, başka toka var mı diye kontrol ettiğinde eline gelen her metaldan sonra küfür savurmasına gülen minik faresine de sinir olmuştu.
‘Sakin mi olsan, biraz önce heyecandan bedenin titrerken şimdi iki toka çıkardın diye kuaförün bütün sülalesini düzledin,’ diye azarlayan iç sesiyle dişlerini sıktı. Bir an önce karıma sahip olmak istiyorum diye cevap verecekken boynuna dokunan dudaklarla elleri durdu. Ve! Karısının dudaklarının verdiği hissi sonuna dek yaşamak ister gibi gözlerini kapattı.
Bu sessizlik Şehbal’e fazla geldi ve kokusuna bayıldığı adamın boynundan öpmeye başladı. Fermuar açıldığına göre gelinlikten kurtulabilirdi. Bir taraftan da omuzlarından aşağı gelinliği çıkardı. Bir adım geri çekip üstten gelinliği indirdiğinde üst bedeni gözler önüne serildi. Kocasının gözlerine cesurca baktı. O da Mahir gibi bir an önce birlikte olmak istiyordu. Bedenleri birleştikten sonra ki duyguyu en az genç adam kadar merak ediyordu. Çünkü sevdiği adamın daha tam olmadıkları halde nasıl sarıp sarmaladığını biliyordu.
“Balım harika gözüküyorsun.”
İki kocaman eliyle kulaklarının altından tutup hızla dudaklarını birleştirdi. Dilleri devreye girdiğinde ikisi de aynı inledi. Kadının dilini dişlerinin arasına alıp, çekiştirdiğinde kendinden geçmek üzereydi.
“Tadın da harika bal peteğim.”
Şehbal’in bütün düğmelerini açtığı gömlekten kurtulduktan sonra tekrar dizlerinin üstüne çöküp, gelinliği çıkardı. Dantelli jartiyerden başka bir şey kalmayan kadına bakarken eli kalbine gitti. Göğüslerinden gözlerini çekememişti. Derin bir soluk alıp ellerini kaldırıp iki memeyi de aynı anda avuçladı. Baş vermiş tomurcukları parmaklarının arasına sıkıştırırken, sevdiğinin inlemesiyle tebessüm etti. Ondan çekineceğini düşünmüştü ama Şehbal yine onu yanıltmıştı. Nasıl da cesur karşılık veriyordu.
“Bir an önce bacak arana kafamı gömmem lazım!”
“Mahir!”
“Evet yavrum sadece benim adımı söyle sen!
“Mahir!”
Kadını yatağa yavaşça bırakıp hiç vakit kaybetmeden dediğini yaptı. Parçalarcasına çorapları ve iç çamaşırını çıkardıktan sonra iyice yana doğru açtığı bacaklarının arasına gömüldü. Önce kokusunu çekmek gibi bir planı vardı ancak planladıklarıyla uyguladıkları çok başkaydı. İlk defa bu durumdan memnundu. Planladığı gibi olmaması onun tahammül edemediği bir durumken zevk aldığı bir hal olmuştu.
Şehbal artık kalp atışlarını boğazında hissediyordu. Kalbi nabzı öyle yön değiştirmişti ki, sadece sesli inliyor ve kocasının başını daha çok bastırıyordu. Belki bu yaptığından daha sonra utanacaktı ama şu an tek istediği aldığı bu zevki sonuna dek yaşamaktı. Karnının altını kasıklarını sancılandıran hatta cayır cayır yakan bir sızı vardı. İçine itilen parmakla inlemesi bir anlık çığlığa dönüştü. Hem ağzı hem elleri öyle maharetliydi ki ne olduğunu anlamadan çığlık çığlığa belindeki sancıların tatlı sızısıyla orgazm oldu.
Hemen geri çekilip üzerindeki pantolondan kurtulan Mahir kendine gelmeye çalışan karısının üstüne uzandı. Dudaklarından yakıcı bir öpücük aldıktan sonra eliyle hala kurcaladığı kadınlığa kendini yerleştirmeye çalıştı. Nefes nefese doğruldu.
“Söz veriyorum canım karım söz veriyorum, bütün bedenini dudaklarımla gezeceğim. Yalamadığım dilimin değmediği hiçbir yerin kalamayacak ama şimdi sana sahip olmalıyım.”
Hızlı hızlı söylediklerinden sonra cevabını beklemeden itişini gerçekleştirdi. Şehbal’in bacaklarını beline dolamasıyla da hafif geri çekilip daha çok kendini itti. Kasılarak acı bir inleme koy veren kadınla gözlerini sımsıkı yumdu. Belindeki bacaklardan tutunup, beklemeye başladı. Öyle güzel hissediyordu ki durmak ölüm gibiydi. Ellerinin altındaki bacakların kendini kasmayı bıraktığını anladığında usul usul hareket etmeye başladı.
“Ma..Mahir!”
“Yavrum!”
“Çok, çok, çok güzel senin olmak!”
Mahir duyduğuyla otuz iki diş sırıtmaya başladı. Canını yaktığını düşünürken, balının iltifatıyla kendinden geçti. Hızını arttırdı. Eğilip kadının dudaklarından öpücük çalarken inlemeleri artık sesli bir konuşmalara dönmüştü.
“Sana aşığım karım.”
“Bende! Bende çok aşığım,” diyen Şehbal’in soluk soluğa söylediklerinden sonra dudaklarını boynuna gömdü ve hızını bir tık yavaşlattı. Böyle giderse dayanamayacaktı. İlk seferinden karısını hayal kırıklığına uğratmak istemedi. Bu durumdan memnun olmayan kadın ise koca bedenin altında hareket etmeye çalıştı. Çünkü biraz önce hissettiği duyguların devam etmesini istiyordu.
“Aşkım ne olur devam et!”
“Etmez miyim yavrum etmez miyim?”
Mahir yenilenmiş gibi doğruldu iki koca eliyle Şehbal’in belini sıkı sıkıya tuttu ve gelgitlerini hızlandırdı. Karısının belini sürekli yukarı kaldırarak ona ayak uydurmasına aşkla baktı. Hem gözleri hem de bedeni doyuyordu. Penisinin bir kılıf gibi sarılıp arkasından karısının sarsılmaya başlamasıyla seyirlik yüzünden gözlerini çekemedi.
“Mahir! Ah Mahir!”
Genç kadının ağzından sadece sevdiğinin adı dökülüyordu. Böyle bir anda ne denir bilmiyordu. Ancak sımsıkı kapattığı gözlerini açtığında içine ılık ılık akan sıvıyı hissetmek ve amber gözlerinde kaybolmak bambaşka bir boyutta yükselmesine neden oldu. Vücudunu gevşettiğinde duyumsadığı mutluluk paha biçilmezdi. Onu ezmeden üstüne yatıp, alnından öpen adamın sıcaklığını ise anlatmak için kelimeler kifayetsiz kalırdı.
“Balım bal karım!”
Şehbal’in ona fısıldanan sözlerle gülümsemesi genişledi. Ne güzel bir adamdı ve artık onun kocasıydı. Sımsıkı adama sarılıp ağırlığını hissetmek istedi. Dirseklerinin üzerinde destek almasını engelledi.
“Yavrum ezerim seni!”
“Ez!”
“Canın acır!”
“Acımaz, bir tek sen acıtmazsın bilirim.”
“Acıtmam! Bile isteye asla canını acıtmam,” deyip dudaklarını birleştirdi. İstekle karşılık veren karısından sonra bedeninin yenilenme hızıyla gurur duydu. Çünkü karısının her hücresini öpeceğine dilini değdirmedik yeri kalmayacağına dair verilmiş bir sözü vardı.
‘Yorgun değil misin?’ diye soran iç sesine ayı gibiyim diye cevap verecekken kahkaha attı. Onun gülüşüne şaşıran yeşil gözlere dudaklarını bastırıp, karısına verdiği sözü hakkıyla vermek için harekete geçti.
Bundan sonraki ömründe sadece bu sözü yerine getirmek için yaşayabilirdi. Hem de seve seve…
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
66.81k Okunma |
5.87k Oy |
0 Takip |
55 Bölümlü Kitap |