46. Bölüm

46. Bölüm

NERİMAN VURGUN
herdem6060

46. Bölüm

“Yılann! Demek eline fırsat geçti. Ekrem’in altına bu kadar çabuk mu yattın da bana dokunma cüretini gösterebiliyorsun.”

“Ağzınızı toplayın Tuğba Hanım, yoksa ben toplamasını bilirim.”

Tuğba delirmiş gibi kahkaha atıyordu. Odanın içinde sağa sola yürürken kahkahası da durmuyordu. Ekrem odanın önüne geldiğinde duyduklarıyla kalakaldı.

“Yalan mı? Yıllardır kocama aşık değil misin? Ah ne zaman şirkete gelsem Ekrem’e bilerek sarılırdım. Odaya her girdiğinde nasıl bizi öpüşürken buluyordun hiç sorguladın mı?”

Tekrar kahkaha attı. Donup kalmış kadını alt ettiğini düşündüğü için acayip zevk alıyordu. Elleri titreyen kadını seyrettikçe, en dış kapıdaki güvenliklerin sevgilisini içeri almaması yüzünden hoplayan sinirleri yerini mutluluğa bırakmıştı.

Serap’ın kocasına olan duygularını anladığı günden beri üstünlük taslamaya, onu ezmeye bayılırdı ve üzgün gözlerini gördükçe dört köşe olurdu. Şimdi ki korkulu halinden sonra neşelendiği gibi kötüsük kahkahasından sonra canın acıtmaya devam etti.

“Ne zaman bizi öyle görsen gözlerindeki acıdan hep zevk aldım. Yazık! Benim salak eski kocam hala mı anlamadı ona kör kütük aşık olduğunu…”

“Siz! Siz!”

“Evet canımm! Yıllardır duygularının farkındayım ve platonik aşkın için çektiğin acıdan zevk alıyorum.”

“Siz hastasınız!”

“Ben mi hastayım? Haha haha hiç güleceğim yoktu.”

“Tuğba Hanım lütfen burayı terk edin.”

“Sen kim oluyorsun da beni kovuyorsun. Basit bir sekretersin, haddini bil!”

“Asıl siz haddinizi bilin!”

“Kendinden on üç yaş büyük adamı bile ayartamayan, kadın olmayı beceremeyen eziksin. Kocama aşkından bir yere gidemeyen onursuz bir kadınsın sen. Biliyorsun değil mi?”

Tuğba yıllardır hep bu taktiği uygulardı. Karşısındaki kişilerden üstünmüş gibi davranır, onların hatalarını yüzlerine vurarak demoralize eder, tamamen sinirleri bozduktan sonra da alt ederdi. Hakaret etmekten de çekinmezdi.

“Ben mi onursuzum? En azından oğlum yaşındaki bir çocukla sevgili olmak yerine edebimle sevgiye değer bir adama aşığım. Evet, Ekrem Bey’e aşığım. Bundan utanmıyorum da…” derken kapı açıldı. Ekrem Bey uzun boyuyla odayı doldururken Tuğba’ya öldürecek gibi bakıyordu.

Serap ise yerin dibine girmek istedi. Sessizce dışarı çıkacakken bileğinden tutulunca olduğu yerde kaldı. Burada ağlayamazdı. Hem rezil olmuştu, hem de yıllardır kendini saklamak için verdiği emeği çöp olmuştu. Bir daha Ekrem’in yüzüne nasıl bakacaktı?

Tuğba ise ilk önce Ekrem’in surat ifadesine sonra tuttuğu yere baktı. Kan beynine sıçradı. Boşandığı günden beri eski kocasına neler kaybettiğini anlaması için uğraşıp, durmuştu. Hatta hırsına yenilmiş oğlu yaşında adamla sevgili olmuştu. Ekrem kıskanacak ne yapıyorsun sen diyecek peşine düşecekti.

Ama! Hiçbir şey planladığı gibi olmamış, hem çocukları hem kocası ondan vazgeçmişti. Şimdi gördüğü görüntüyle ise çıldırdı.

“Ekrem! Hemen sevgilimin içeriye alınmasını sağla!

“Tuğba hemen burayı terk et!”

“Terk etmezsem ne yapacaksın.”

“Bütün görgüsüzlüğüne, kötülüklerine rağmen seninle yıllarımı heba ettiğim için bana yazıklar olsun. Allah benim belamı versin ki, yıllardır aşık olduğum kadın yanı başımda dururken çocuklarım için senin gibi bir yılanı koynumda besledim.”

Özellikle yılan demişti. Serap’a söylediklerini ona misliyle ödetmek istiyordu. Sakin bir adamdı. Kolay kolay sinirlenmez bağırmazdı. Karşısındakine olabildiğince makul konuşarak sorunları çözer, sabırlı davranırdı. Ancak! Yıllardır Serap’a bilerek acı çektirdiğini öğrendiği anda kadını parçalamak istemişti. Çocuklarının annesi nasıl bu denli kötü olabilirdi.

“Ne?”

“Serap’ın duygularını anladın da benim duygularımdan nasıl bihabersin!”

“Yalan söylüyorsun,” derken Tuğba geldiğinden beri ilk defa sesi titremişti. Egosu o denli yüksekti ki, kocası ondan başkasını sevemezdi. Ne yaparsa yapsın, Ekrem ondan vazgeçemezdi. Aylardır boşanmayı kabullenememesinin sebebi de Ekrem’e sevgisi falan değil, elindeki güçtü.

Ekrem, Serap’ın bileğini bırakmadan yandan kadına baktı. Sarı saçlarına ve mavi gözlerine bununla birlikte dobra dürüst kişiliğine hep hayrandı. Çoğu vakit duygularının karşılıklı olduğunu hissetmişti ama sekreterinin profesyonel duruşunun değişmemesinden dolayı asla kendi duygularını belli etmemişti.

Bir iki adımla güvenliklerin beklediği kapının önüne çıktı. Kadını da kendiyle birlikte sürükledi. Serap’ın sessiz yere bakan hallerinden de hoşlanmadı. Onun hayran olduğu kadın biraz önce Tuğba’ya diklenen sözünü esirgmeyendi.

“Mahir! Hani bu kadın içeri alınmayacaktı.”

“Abi gazetecilerle gelmiş, sevgilisini almadık. Damadın annesini içeri almasaydık aileniz açısından daha büyük rezillik olur diye düşündük.”

“Sessizce paketleyin ve düğün bitene dek orada kalmasını sağlayın.”

“O iş biz de merak etme sen!”

Mahir, iki korumayla içeri girdi. Donmuş kalmış kadının durumundan faydalanıp, ağzını kapattılar. Diğer kapıya yöneldiler. Korumanın biri önden çıkıp, etrafı kolaçan etti. Sonrasında hızla ayarladıkları odaya getirip, bayılmasını sağlayacak maddeyi koklattılar. Genelde bu yola başvurmazlardı ama karşısındaki kadın olunca yapacak bir şey olmuyordu.

Mahir’lerin arkasından tekrar aynı salona Serap’la giren Ekrem’in hala kaşları çatıktı. Birkaç defa kolunu çekmeye çalışan kadına da aynı sertlikte bakmaya devam etti. Bu bakışlara alışkın olmayan kadın korkmaya başladı.

Hem Tuğba’ya dedikleri doğru muydu? Sanki sözlerini yeni yeni idrak ediyor gibiydi. Tekrar kolunu kurtarmaya çalışınca Ekrem daha sıkı tutup, ittirdi. Sırtı kapıya gelen Serap heyecandan bayılmak üzereydi. Başını geriye dayadı ve gözlerini yumdu. Kulaklarına dolan ses yirmi yıldır tanıdığı adamın değildi.

“Demek yıllardır bana aşıksın.”

Serap kirpikleri titreyerek gözlerini açtığında kahve ela harelerde kayboldu. Yutkunmaya çalıştı, olmayınca tekrar denedi. Beline dolanan ellerden sonra soluğunu verdi. Adamın dolgun dudaklarının yanağına değmesiyle tekrar gözleri kapandı. Böyle bir anıyı sayısız kez hayal etmişti ama hayalinden de güzeldi. Kokusu ciğerlerini doldurdu. Dudaklar boynuna doğru kayınca ellerini kaldırıp, adamın omuzlarından tuttu. Niyeti itmekti ama elleri sadece kavramakla kalmıştı.

“Ek..Ekrem Bey!”

“Hımm!”

“Ekrem! Ekrem Bey durun!”

Adam dudaklarını yalayarak geri çekildiğinde Serap o dudakların tadına bakmamak için yüzünü çevirdi. Saçlarına dokunan adamın dudaklarından sonra tekrar başını çevirince dudaklar birbirlerine çok yaklaştı.

“Çok güzelsin be kadın! Sana hayranım!”

“Gerçek değilsin! Sen gerçek değilsin! Yok yok ben umutsuz hayallerimden birini görüyorum yine.”

Serap’ın gözleri dolarken içindekileri tutamadı. Evli bir adamı hayal ettiği kendine umutsuzca kızdığı asla kavuşamayacağını düşündüğü platonik duyguları yüzünden yine hayaller görüyordu. Yıllardır sevdiği adam ona iltifatlar ederdi ama hep işiyle ilgiliydi. Acınası haldeydi. Sinirleri boşaldı ve birden ağlamaya başladı. Adamın şaşkın kahve gözlerine bakarak içli içli gözyaşı dökerken, Ekrem büyük elleriyle yüzünü tuttu. Pembe rujlu dudaklarına dudaklarını bastırdı. Öpmüyordu, sadece bekliyordu.

Serap’ın kolları boynuna dolanınca dudaklarını hareket ettirdi. Hem ağlayıp, hem karşılık veren kadınla kendi de duygulandı. O bu yaşına dek yalnızlığı, mutsuzluğu, tedirginliği, rezil olma korkusunu ve zorunlu görev gibi öpüşmeleri sevişmeleri bilirdi. O böylesine saygı duyularak uzaktan sevdayı bilmezdi ki, o böylesine mükemmel bir kadının ona aşık olup huzur getireceğini hayal bile etmemişti.

Hiçbir zaman çiçek açmamış yüreğine tomurcuk oluşturmak da sadece bu koca yürekli kadına yakışırdı. Şimdi ikisinin gözyaşları birbirlerine karışırken, dudakları duygularını birbirine aktarıyordu. Nefesleri birbirlerine karışırken öpüşmeleri çok masumaneydi. İkisi de ara ara iç çekiyorlardı.

Dudakları ayrıldığında mavi ve kahve yeşil hareler sadece birbirlerini içercesine daldı. Kolları boynundan ayrılıp, aşağıya doğru düşen kadının ellerini tuttu.

“Bundan sonra bu eller hiç ayrılmayacak. İkinci baharım!”

“Ekrem Bey! Nasıl olacak?”

“Bal gibi olacak!”

“Tuğba Hanım huzur vermez.”

“Hiçbir şey yapamaz. Yeter ki benim ellerimi bırakma!”

“Bırakmam! Bırakamam!”

“Hadi söyle gerçekten beni seviyor musun?”

Serap’ın dolu dolu maviş gözleri gülümserken, yanakları kızardı. Zaten çok beyaz tenliydi. Öpüşmenin etkisiyle kızarık dudak kenarları, berelenmiş dudaklarıyla öyle izlenesi bir manzaraydı ki, Ekrem’in yorgun kalbine ilaç gibiydi. Kadının başını aşağı yukarı sallaması üzerine tekrar dudaklarını birleştirdi. Zira bundan sonraki yaşamını sadece o dudaklarda ve huzur getiren kadınla geçirmek istiyordu.

Bir Hafta Sonra

Şehbal bu geceyi annesinin kollarında geçirdi. Ne de olsa gelin oluyordu. Son gecesinde annesiyle olmak istemişti. İki gün önce babasının kırkı çıkmıştı. Mahir’i üzeceğini bilmese düğün istemezdi. Ancak sevdiği adam o kadar hevesliydi ki onun gözlerindeki mini minicik kırgınlığa bile gelemezdi. Bu yaşına dek çektiklerinin tek mükafatı kesinlikle sevdiği adamdı.

Annesi Damla’yı bir kez bile ziyaret etmemişti. Hapishane de çıkardığı kargaşa sonucunda beş kadın tarafından saatlerce dayak yediği ve hastanede olduğunun haberi geldiğinde bile hiç acımamıştı. Kendisi de bir şey hissedememişti. O çocukluğundan beri hep tedirgin, hep birilerinin onu eleştirme korkusu yaşamıştı. Onlar hayatından çıktığından beri kendisindeki ilk değişikliğin bu olduğunu fark ettiğinde kahkahalara boğulmuştu. Sonrasında ise bağıra bağıra ağlamıştı. Çünkü yıllarca o duyguya öyle çok sarılmıştı ki içinde bir boşluk oluşmuştu. Uyuyana dek ağlaması da artık sinirlerinin laçkalaşmasıydı.

Ertesi gün ise ne babasına ne Damla’ya kızgınlığı kalmıştı. İçindeki dinmez öfkenin sebebi kendineydi. Tamam çocukluğunda bunları yaşamıştı ama sonrasında neden susmuştu. Sonrasında neden Damla’nın beğenmediği her şeyin ona kalmasına izin vermişti. Yirmili yaşlara ulaştığında bile bir kere olsun babasına neden dememişti.

Neden beni sevmedin baba, neden benim bir kere saçlarımı okşamadın? Neden bir bayramda bende aklına gelmedim? Neden bir kere olsun bana bir şey almadın? Neden ablamın her şeyine koşa koşa giderken benim okul gösterilerime mezuniyetlerime gelmedin?

Ben sana ne yaptım, beni sevmemen için ben sana ne yaptım diye neden sormamıştı. Onların suçu yoktu. Bu kadar susarak, kendini savunmayarak daha doğrusu kendine değer vermeyerek onlara bu gücü o vermişti.

‘İsyan edersen daha kötü olur diye korkuyordun,” diyen iç sesine hayır diye bağırdı. Çünkü yükseklisans derslerinden birinde yapılan sosyal deneylerle ilgili ödevinde de görmüştü. İnsanlara güç verdiklerinde nasıl vicdansızlık yapabildiklerini ve bunu kendilerine hak gördüklerini akademik anlamda da öğrenmişti. Ancak aptal kafası şimdi aklına geliyor, bunu daha önce fark etse belki de diyor gerisini getiremiyordu.

O dönemde aldığı akademik dersleri hayatına uygulasa, benim yaşadıklarımda bunlara benziyor diyebilseydi eğer, psikolojik şiddeti bu denli uzun süre yaşamayacaktı. Annesi onu yıllarca pedagoga götürmüştü. O seanslarda bile sadece kekelemeden konuşabilmeye odaklanmıştı, yaşadıklarını anlatmıyordu. Annesinin anlattığı kadarıyla tedavisi olmuştu.

Ve!

Bunların hepsini şimdi şimdi anlıyordu. Damla haklıymış, ben pısırık korkak ve tam bir aptalmışım diye öyle acımasız eleştiriyordu ki kendini yıprandıkça yıpranıyor, ruhunu örseliyor farkında değildi. Babası ve Damla’nın kendisinin üzerindeki güç gösterilerine bu denli suskunluk göstermese annesi de çoktan boşanmış olacaktı. Ki! O dönemde bile boşanmamaları için annesine yalvaran yine kendisi olmuştu. Çünkü babası ilk defa o zaman ona kızım demişti. Kızım sen istersen annen boşanmayacak, yuvamız yıkılmayacak deyip saçları okşanmıştı. Buna kanarak annesine boşanırsa babasıyla kalacağını bile söylemişti. Güya yuvaları bozulmadı. Ne yuva ama kendisi yüzünden annesinin de hayatı mahvolmuştu.

O aydınlanma gecesinden sonra iki gün evden çıkamamıştı. Mahir’in tüm çabalarına rağmen telefonla dahi konuşmamış, birkaç mesajla yalnız kalmak istediğini bildirmişti. Sevdiğini ve annesini merakta koyduğunu biliyordu ama yataktan çıkacak hali yoktu. Ruhunu öyle örselemişti ki bedeni de iflas etti.

O süreçte hep kendine kızmıştı, hep kendini yargılamıştı. Asla babasına ve Damla’ya kin gütmemişti. Ben izin verdim ben izin vermeseydim bunlar olmayacaktı diye hırpalanmış durmuştu. Ancak atladığı bir şey vardı. Bazen ne yaparsan yap, karşısındaki insan vicdansızsa sen onu düzeltemezsin bunun için çaba bile boşuna olabilirdi.

İki günün sonunda Berra resmen evini basmış, yalnız kalmak istiyorum dese de evden gitmemişti. Arkadaşı Türkan ve Baran’ın düğününden hemen sonra olacak kendi düğününe odaklanması gerektiğiyle ilgili uzun uzun konuşmuştu. Hem bugüne dek yıkılmamış düğün arifesinde böyle olmasının Mahir’e haksızlık olduğunu kafasına vura vura anlatmıştı.

Böyle davranarak Damla’ya ve babasına hala fırsat verdiğini söylediği anda kafasına dank etmişti. Çünkü günlerdir benim yüzümden ben buna müsaade ettim derken hala farkında olmadan buna devam ettiğini anlamıştı. Ertesi gün bambaşka düşüncelerle Mahir’in iş yerine gitti. İşe gittiğinde çıtır bir sekreter beklerken kendi yaşlarında erkek bir asistan beklemiyordu. Nedense bu durum bi hoşuna gitti.

Sürpriz yapmak istemişti. Asistan telekonferansı var dese de umursamayıp, nişanlısının odasına sessizce girdiğinde gülümsedi. Beyaz gömleğinin üç düğmesi açılmış, sıkkın olduğu belli bir suratla hem bilgisayarda bir şeyler okuyup, hem de konuşan adamları dinliyordu. Usulca yürümeye başladığında ne zaman fark edileceğini merak ediyordu.

“Mahir Bey ne diyorsunuz bu teklife,” diye soran adamdan sonra bilgisayardan kendini çekti. Hafif sola dönerek telefona eğilmesiyle göz göze geldiler. Mahir ilk önce yanlış gördüğünü sanıp, gözlerini sımsıkı kapatıp açtı.

“Mahir Bey!”

“Ee pardon bence gayet makul!”

“O zaman kabul edelim mi?”

Mahir konuşunca ona doğru koşuşturan kadınla şaşkınlığı devam etti. Tam cevap verecekken kucağına oturan kadınla yine tutuldu. Konuşacağı zamanda dudakları sevdiği kadın tarafından örtülünce ona seslenen adamlar umurunda olmadı. Alt dudağı dişlenince inledi. Adamlar inleme sesini yanlış anlayıp artık dört bir taraftan telaşla seslendiler

“Mahir Bey! Mahir Bey duyuyor musunuz? Mahir Bey ne oldu iyi misiniz?”

“İyi...iyiyim beyler kusura bakmayın, toplantıyı sonlandırmak zorundayım,” deyip cevap beklemeden telefonu kapattı ve direkt bal kadınının dudaklarına saldırdı. Tamamen kucağına yerleşen kadınla tekrar inledi.

Sandalyeyi geri itip, kalçalarına elini attı. Sımsıkı sararken kadının ağzının içine doğru inlemesiyle çıldırmamak elde değildi. Onun gibi bir adamı yapsa yapsa bu minik fare maymuna çevirirdi ve bunu çok güzel yapıyordu. Nefes almak için birbirlerinden ayrıldıklarında Şehbal direkt başını sevdiği adamın göğsüne koydu. Elinin biri güçlü sevgilisinin boynunda kalırken diğer eli beline doğru sarılmıştı. Tortop olup, iyice yerleştiği kucakta günlerdir olmayan huzurunu yaşarken, konuşmayan adama minnet duyuyordu.

Mahir ise Şehbal’in kalçasına büyük elini atmış, onun yerleşmesine yardım etmiş ve özlemden delirdiği bedenin kokusuyla sakinleşmeye çalışıyordu. Aslında onu anlamak için elinden geleni yapsa da, uzaklaşmasını hazmedememişti. Her an onun yanında olmak isterken, sevdiğinin onu yanında istememesine üzülmüştü. İki gündür ne sesini duymuştu, ne de bir haber alabilmişti. O da deli gibi çalışıp, akşamları da deliler gibi spor yapmıştı.

Aradan geçen on dakikanın sonunda Şehbal Mahir’in kucağında uyumuştu. Bunu düzenli nefeslerinden anlayan adam usulca kalkıp, odasının arkasında olan tek kişilik odaya götürdü. Yatağa bıraktıktan sonra alnından öptü. Üzerine bir battaniye örtüp, usulca banyoya girdi. Şehbal’e olan kızgınlığı saman alevi gibi hemen yerini mutluluğa bıraktı.

Odasına geçer geçmez asistanından telekonferans yaptığı kişileri tekrar bağlamasını ve bir kahve göndermesini istedi. Beş dakikanın sonunda adamların telaşlı haline hafif gülümsese de, boğazını temizledikten sonra sesinin hastaymış gibi çıkması için uğraştı.

“Bey’ler kusura bakmayın, kalbim sıkıştı bir an sanki sanırım tansiyonumda düştü. Şimdi çok iyiyim, devam edebiliriz.”

Geçmiş olsun dileklerini alırken alt dudağını dişledi. Bir an gülmek istedi. Telefon ses kısmını kapatıp, arka odaya doğru baktı. Mırıltısı kızgın gibi dursa da, kesinlikle mutluluktandı.

“Ulan tarla faresi senin yüzünden bu yaştan sonra hem yalancı, hem oyuncu oldum.”

Bölüm : 06.12.2024 09:50 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...