45. Bölüm
Mine’leler balayından geleli bir ay olmuştu. Bugün amcasının evinin terasında Türkan’ın bekarlığa vedası olacağı için Mehmet’ten ayrı kalacaktı. Kocası iki gündür surat yapıyordu. Gel birlikte babamlarda kalalım dediğinde de ben rahat edemem diye kabul ettirememişti. Bir ara o haline dayamayıp, sabaha karşı da olsa eve geri gelirim demek aklına geldi.
Hemen sonra; ‘O kendinden ödün vermiyorsa sen neden veriyorsun. O senin kuzenin en yakının tabi ki böyle günde yanında olacaksın. Anlayışlı olması gereken kocan,’ diyen iç sesine sonuna dek hak verdi. Sabah kahvaltısında Mehmet’in hala surat astığını görünce sinirlendi. Masadan kalktı ve dimdik durdu.
“Ben gidiyorum, sen ister evde kal istersen babamlara gel,” deyip topuklu ayakkabılarını vura vura odadan çıktı. Eşyalarını alıp ailesinin evine geldi. Evlendiklerinden beri ilk kavgaları sayılırdı. Gerçi Mehmet sesini çıkarmamıştı ama genç kadın nedensizce sinirleniyordu.
Mehmet ise huysuzluk ettiğinin farkındaydı. Mine’yi sabah boşu boşuna kızdırmıştı. Arkasından gidip düzeltmek varken olduğu yerde kalmıştı. Onun kapıyı çekip çıkmasını beklemiyordu. Akşam olmak üzereydi. Türkan zaten izinliydi. Bir saat önce de Ömür ve Şeyma da Türkan’ın yanına gitmek için izin almışlardı.
Ertesi günde olmayacaklardı. Sanırım ona alışkın bütün kadınlar bir süre etrafında olmayacaktı. Yerlerine vekalet edenler sanki adam öldürmüş gibi ondan korkuyorlardı ve o bundan nefret ediyordu. Hata sevmiyordu. Hata olunca sert baksa bile çalışanları düşüp bayılacak gibi oluyordu. Oysa daha önce bile isteye kimseyi kırmışlığı yoktu.
Oflayarak bir daha telefona baktı. Güzel karısından bir mesaj yoktu. Sevgili olduklarından beri gün içerisinde en az üç mesajı gelirdi. Evlendiklerinden beri de en azından akşam yemeğini konuşurlardı. Canın ne çekiyor sevgilim dese yeterdi. Evdeki çalışanlarda karısına bayılıyordu. Zaten kim tanısa bayılıyordu.
Müthiş huzurlu ve sekse doydukları bir balayı geçirmişlerdi. Neredeyse on beş gün sadece yemiş içmiş yüzmüş ve sevişmişlerdi. Üstelik adayı dolaşmak için dahi odalarından sadece iki kere çıkmışlardı.
Gözlerinin önüne gelen görüntülerle bedeni tekrar ihtiyaçla doldu. Mine döner dönmez işe dönmek istemedi. Yıllık iznimi kullanmak istiyorum deyince kahkahalarla gülmüştü. Sen patron karısısın istersen hiç gelmezsin deyince onu istifa edip, başka şirkette çalışmakla tehdit edişi aklına gelince dudakları kıvrıldı.
Onun gibi tatlı, disiplinli kendine göre değer yargıları olan bir kadınla evli olduğu için hep şükür etmek zorunda kalacağını da o gün anlamıştı. Evli değilken de dışarı hayatını çok sevmezdi ama evlendikten sonra tamamen iş ev moduna girdi.
Bu süreçte bir kere Adana’ya ailesini ziyarete gitmişler, birkaç kez arkadaşlarını ağırlamışlar ve bir kere de Mine’nin ailesini evlerinde yemek vermişlerdi. Karısının ev hanımlığını zaten biliyordu ama kendi evinde olunca bambaşka bir kadın görmüştü. Ailelerinin birbiriyle anlaşması da onu rahatlıyordu.
Başından geçen tatsız deneyimden net bildiği bir şey varsa evlilik iki kişilik değildi. Ailelerde evleniyordu. Eğer onlar anlaşamıyorsa mutlaka sorunlar çıkıyordu. Her ne kadar Beril’in annesinde sorun yaşamasalar da abisi ve babasının açgözlü tavırları her zaman kendisini ve ailesini rahatsız etmişti.
Bu kötü deneyimler aklına geldikçe karısını boşuna kırdığını anlıyordu. Dayanamayıp eline telefonunu aldı. Mine’yi özlemişti ve bir şeyler yazmak istedi. Duraksadı, ne yazsam da yumuşasa diye düşündü. Abarttım özür dilerim seni dese yeterli miydi acaba derken kapısı çaldı.
“Gel!”
“Gardaşım!”
“Hoş geldiniz?”
Telefonu istemeye istemeye masaya bırakıp, ayağa kalktı. Baran’ın sıkkın haline üzüldü. Arkadan Miraç’ın geldiğini görünce gülümsedi. Berra’dan sonra eskisi gibi neşeli çocuksu bir adam olmuştu. Bu durum inanılmaz mutluluk vericiydi. Kardeşi hiçbir zaman onun gibi suratsız biri olmamıştı ama başına gelenlerden sonra eski neşesi de yok olmuştu. Hepsiyle tokalaştıktan sonra yerine geçerken Mahir’in gür sesiyle isteklerine gülümsedi.
“Tavşankanı bir çaya ihtiyacım var? “
“Başka bir şey isteyen,” diyerek Baran ve Miraç’a bakınca ikisi de başını salladı. Dört çay söyleyip kapattı. Kendi sandalyesine değil de arkadaşlarının yanına oturdu. Baran’ın dizini sıktı.
“Nasılsın?”
“Stresli!”
“Annen kararlı mı?”
“Karan’ı nasıl zapdedeceğimi bilmiyorum?”
“Biz de orada olacağız.”
Tuğba Hanım genç sevgilisiyle düğüne katılacağını söyleyince Baran düğünüme gelme demişti. Annesi ise ısrarla geleceğim diyordu. Karan cici baba sıfatındaki arkadaşını arayıp düğüne gelirse onu öldüreceğine dair tehdit etmişti. Ancak Tuğba Hanım yine geri durmamış, kıyamet koparmıştı.
Oğlunun mutlu gününe katılmak, annelik yapmak için Ekrem Bey’e karşı gereksiz bir savaşa girmişti. Aklınca kocasına benim sana hiçbir zaman ihtiyacım yoktu diye gösterecekti. Bundan dolayı o çok önemsediği cemiyete rezil olmayı bile umursamıyordu.
Baran her şeyin farkındaydı. Annesiyle inatlaşırsa olaylar büyürdü. Bunun stresini Türkan’a belli etmemeye çalışıyordu. Kara gözlüsünün kendi ailesi yüzünden en mutlu geçirmesi gereken düğününün zehir olmasından ödü kopuyordu.
“Baran abi, merak etme ben sürekli Karan’la ilgilenirim. Mahir abi zaten güvenlikten sorumlu olacak. O şerefsizin içeri girmesine izin verilmeyecek.”
“Köyden gelecek misafirlerimize çok ayıp olacak.”
“Olmaz merak etme olabildiğince görünmez oluruz.”
Mahir’in güven veren sesini kapı sesi böldü. Çaylar servis edilene dek kimseden ses çıkmadı. Sonrasında Türkan kına gecesi istemediği için kızların bugün bekarlığa veda ve kına yapacaklarından konuştular. Baran ertesi gün yapılacak fotoğraf çekiminin stresinden bahsetti. Fotoğraf çekinmekten nefret ediyordu.
“Sen yine kameralara alışkınsıın, ben hiç sevmediğim halde bile çok eğlendim. Bakın!”
Mehmet ayağa kalkıp, masanın üstündeki çerçeveyi eline aldı ve onlara çevirdi. Mine ilk kolları İspanyol üstü transparan balık bir elbise giymişti. Onunla kaçarken Mehmet’in elini uzatmış tam yakalamak üzereyken kahkaha attıkları pozu fotoğrafçı o kadar güzel yakalamıştı ki, çok beğendiğinden masasına koymuştu.
“Gardaşım çok mutlu ol!”
“Hepimiz olalım inşallah!”
“Amin,” diyen adamlara gözlerini kısarak bakmıştı. Sanki ilk defa aklına geliyormuş gibi Mahir’e döndü. Kaşlarını çattı ve kızarak konuşmaya başladı.
“Haftaya da senin düğün var, ayağımı mı sürüdüm oğlum arkamdan peş peşe sıraya girmiş gibi evleniyorsunuz. Cicim aylarımın içine ettiniz. Sizin yüzünüzden karımı göremiyorum.”
Hepsi Mehmet’in bir an da sertleşen sesine ve değişen konuya ilk afalladılar ama hemen sonrasında kahkaha attılar. Gerçekten nişan isteme şu bu derken herkes aynı durumdaydı aslında, hep bir koşuşturma içerisindeydiler. Allah’tan Miraç ve Berra düğün için seneye bahara karar vermişlerdi de bir tık dinlenebilecekti. Çünkü Berra’nın yapmak istedikleri için ciddi bir efor gerekiyordu.
Baran bekarlığa veda falan istemem. Zaten mimliyim Türkan’ı kızdıracak hiçbir şey istemiyorum. Hep beraber meyhaneye gidelim demişti. Biraz daha sohbet ettikten sonra iki saat sonra görüşmek üzere ayrıldılar. Mehmet sıkkın bir şekilde telefonuna bakıyordu. Mine’den hala ses seda yoktu. Sonra sadece seni seviyorum yazıp, gönderdi. Eve geldiğinde onu karşılayan çalışanlarla konuşmak istemedi. Son yarım saattir de sürekli Mine mesajına karşılık vermiş mi diye telefonunu kontrol etmekten sıkılmıştı.
Mine’siz evini de sevmemişti. Bir ayda bu dört duvarı yuva haline getirenin karısı olduğunu bir kez daha anlamıştı. Duşunu aldı. Odaya gelir gelmez yatağın üstündeki telefonuna baktığında yine cevap olmadığını görünce giyim odasına gitti. Böyle olmayacaktı. Bu gece Mine’siz olursa uyku uyuyamazdı.
Küçük bir çanta alıp, kendine bir eşofman tişört iç çamaşırı çorap koydu. Ertesi gün için bir tane de gömlek koydu. Banyoya girip hiç kullanılmamış bir diş fırçası ve parfümünü de aldı. Hazırladığı çantayı kenara koyarken Mine’ye kızmadan duramıyordu. Nasıl oluyordu da bu saate kadar sesini bile duymuyordu.
‘Aradın da açmadı mı?’ diyen iç sesiyle kaşlarını çattı. Üstünü giyinip, çantasını almayı ihmal etmeden çıktı. Akın artık patronuyla aynı arabadaydı. Araları da gayet iyiydi. Ancak bugün gününde olmadığının herkes gibi farkındaydı. Olabildiğince şoförü Sinan’la bakışarak anlaşıyor, hiç seslerini çıkarmıyorlardı.
Mine ise hazırlıkla öyle meşguldü ki telefonunu nerede bıraktığını bilmiyordu. Bekarlığa veda denilince hep çılgınca parti düşünülebilirdi. Ancak ne Mine ne Türkan hiçbir zaman parti kadını olmamışlardı. Kuzeni kına da istemeyince yengesi üzülmesin diye bu geceye karar verdiler. Anneleri dahil en fazla yirmi kişi olacaklardı. Bu yüzden terasa dikdörtgen büyük bir masa koydular. Yeşilçam müzikleri dahil, 70’ler,80’ler ve 90’lar yıllardan şarkılar çalarak tam bir nostalji gecesi yapacaklardı.
Masayı çeşit çeşit mezelerle ve yemeklerle doldurdular. İçkiler için ayrı bir masa hazırladılar. Sonrasında içilecek çay keyfi içinde iki semaveri hazır ettiler. Türkan yorulmayalım bir mekan ayarlayım, organizasyon şirketi her şeyi halletsin dese de kabul ettirememişti. Bu yüzden Belgin Hanım ve Oya Hanım kollarını sıvamıştı. İki gündür hazırlık yapıyorlardı.
Terası hazırlamakta kızların görevi olmuştu. Aslında Türkan pijama partisi istemişti ama Leyla ve Berra kabul etmemişti. Annesinin bu fikre sessiz bir tavır sergilenmesiyle üzüldüğünü anladı. Çok konuşan Oya Hanım kına gecesi istemiyorum dediğinden beri sessizleşmişti. Bu yüzden pijama partisinden vazgeçti. Oya Hanım gerçekten kırıldığı vakit sessizleşirdi. Onun mürüvvetiyle ilgili her şeyi kadının kursağında bıraktığını fark ettiğinden ne isterse yapmaya çalışıyordu. Ancak şaşalı bir gece olmadığından annesinin gönlünü alamadığının da farkındaydı.
Türkan kırmızı uzun elbisesinin içinde kendine bakıyordu. Baran’ın gerginliği ona da yansıyordu. Tuğba Hanım’ın yaptıklarından haberdar olana dekte sevdiği adamın evlilik kararında pişman olduğunu düşünmekten uykusuz geceler geçirmişti. Leyla sağ olsun abisinin nelerle mücadele ettiğini anlatmıştı da bir kere daha Baran’a aşık olmuştu.
Dışardan playboy gözüken adamın böylesine ailesine sahip çıkması, onu korumaya çalışması ve sorumluluklarını yerine getirmek için canla başla çalışmasını takdir ediyordu. Bu da benim şansım diye gurur duydu. Neden bana derdini anlatmıyor diye bile düşünmedi. Çünkü Baran’ın onu dışarda bırakmak gibi bir derdi olmadığını, annesinin acımasız sözlerine bir kez daha maruz kalmaması için yaptığını biliyordu.
Saçlarını düz fön çektirip, gözlerini ön plana çıkaran bir makyaj yaptı. Samsun’daki düğün için çok heyecanlıydı ve her şeyin sorunsuz gitmesinden başka temennisi yoktu. Şimdilik İstanbul’da da Samsun’da da Baran’ın bekarlık evinde kalacaklardı. Ekstra bir eve eşyalara ihtiyaç duymamıştı. Ne zaman hamile kalırsa o zaman ev arayışına girecekti.
‘Belki de çok beklemene gerek yoktur,’ diyen iç sesiyle ellerini karnında birleştirdi. Anne olmayı bu denli arzulayacağı aklına gelmezdi. Bir aydır falan sürekli rüyasında Baran’a benzeyen bir oğlunun olduğunu görüyordu. Korunmuyorlardı ve bu haberi hemen almak istiyordu.
Birkaç saat sonra Ömür, Şeyma ve Türkan’ın üniversiteden iki kız arkadaşı, Mine, Leyla, Berra ve Şehbal hazırdı. Oya Hanım, kardeşinin eşi ve yeğenlerini de davet etmişti. Hep birlikte düğüne de katılacaklardı. Ancak kızı için Zeki abisinin ve Şeyda yengesinin ne denli değerli olduğunu biliyordu. Sürpriz yapacaktı. Gün boyu bugünleri gösteren Rabbim sana şükürler olsun deyip durmuştu. Kızı evleniyordu. Huysuz kocasını bile takmıyordu.
Türkan terasa çıktığında elini ağzına kapattı. Her taraf spot ışıklarla rengarenk olmuştu. Kocaman masa da yok yok gibiydi. Kızların hepsi çok özenli hazırlanmıştı. Saçlarına taç takmışlar ve absürt gözlüklerle çok komik duruyorlardı. Hepsine gözleri dolu dolu sarıldıktan sonra sakin sohbet eşliğinde geceye başladılar. Yaklaşık bir saatin sonunda Şeyda yengesiyle mutluluğu katlandı. Neşeleri arttıkça müziklerin ritimleri hızlanıyordu. Hafif çakır keyif olmuşlardı. Artık onda bunda şundadır mavi boncuk kimdeyse benim gönlüm ordadır diye hepsi bağır bağıra şarkıya eşlik etmişlerdi. Sonrasında da ah nerede, senden başka, delisin delisin derken arka arkaya hareketli şarkılarla eğlenmişlerdi.
Şeyda kına ve kırmızı duvakla gelince hepsi duygulandı. Oya Hanım bir köşeye geçti. Ağlamak istemiyordu. Dudakları titremeye başladı. Gözleri doldu. Türkan’da sırıtarak etrafında dönen arkadaşlarına bakıyordu. İnanılmaz eğleniyordu. Ağla diyen yengesiyle kahkaha isteğiyle doldu. Niye ağlayacakmış ki sevdiğiyle evleniyordu. Derken tam kına yakılacakken onların seslerini bastıran erkeklerin bağırtılarıyla müziği kapattılar. Aşağı bakmak için terasın köşesine koşuşturan anneleri ile onlarda ayaklandı.
“Mineee! Mineee!”
“Mehmet oğlum ne bağırıyorsun?”
“Karıma bağırıyorum Belgin anne!”
“Mineee!”
“Şehballl!”
“Sen neden bağırıyorsun lan!”
“Hoşuma gitti oğlum bir tek senin mi sevdiğin var.”
“Mahir ne oluyor?”
“Hiç seni özledim tarla faresi…”
“Bak dağ ayısına bak…”
“Dağ ayısı sana kurban Mahir’in balı…” diye bariton sesiyle bağırınca Şehbal kıpkırmızı kesildi. Yüzüne eşsiz bir gülücük yayıldıktan sonra geri çekildi. Mine’nin şokla aşağı baktığını görünce dürtükledi. Kendine gelen kadınla ilk önce kahkaha attı.
“Bizim adamlar coşmuş.”
“Babamlara rezil olduk.”
“Mineee kocan geldi kocan vicdansız kadın…”
“Sensin vicdansız damat,’ diye dışarı çıkan kayınpederi ile göz göze gelince ne yapacağını bilemedi. Miraç ve Mahir’in onun suratını birbirlerine göstererek kahkaha atmasıyla kendini tutamadı.
“Senin kızın sabahtan beri beni hiç aramadı baba…”
“Eee bu kızımı vicdansız mı yapar?”
“Yapar!”
“Yapmaz!”
“Yapar!”
Ayhan Bey kızmak istese de kahkaha atan kardeşiyle gülümsedi. Koskoca adamın kızı söz konusu olunca nasıl şımarık olduğunu görmek ister istemez komik duruyordu. Kendi de zamanında buna benzer bir olay yaşamıştı. O ara aşağıya inen Mine’yle göz göze gelince kızının nasıl kızardığını uzaktan bile anlamıştı. Biraz daha üstüne gitmekte sakınca görmedi.
“Ee vicdansızsa ne olacak?”
“Ben çok seviyorum kızını baba!”
“Mehmet!”
“Ahh bak bak vicdansız kızının aklına yeni geldim.”
“Mehmet sus ne diyorsun?”
“Ne diyormuşum?”
“Neden bu kadar içtin?”
“Senin yüzünden…”
“Onun suçlusu da mı kızım!”
“Evet baba bunun suçlusu da senin kızın…”
Ayhan Bey bu sefer kendini tutamadı ve kıkırdadı. Elini damadının omzuna koyup, sıktı. Kızına sarılan adama bir an kaşlarını çatsa da sevildiğini görmek yorgun kalbine iyi gelmişti. Mine ise tüm mahalleye rezil olmanın mahcubiyetini yaşarken, kocasının kolunun altına girdi. Annesinin buraya getir diyen el hareketiyle amcasının evine yöneldi. Diğerleri de arkadan gelirken Mehmet’in saçlarını öpmeye başlamasıyla utancı katlandı ama kalbi de pamuk helva kıvamına gelmişti.
Baran ise en arkada kalmış, hayranlıkla kırmızılar içindeki sevdiğine bakıyordu. Bu gece sadece iki kadeh almıştı. Arkadaşları ne kadar içerse o, o kadar ayık kalmak istemişti. Berker, Mahir, Miraç ve özellikle Mehmet oldukça içmişlerdi. Omzuna sarılan kollarla kendine geldiğinde Aydın Bey’i görünce duruşunu düzeltti. Hala aralarındaki resmiyeti aşamamışlardı.
“Gözüme girdin damat!”
Aydın Bey’in gözlerinin parlamasıyla o da gülümsedi. Birlikte terasa çıktılar. Herkes sevdiğini yanına almıştı. O da Türkan’ın yanına gitti. Gözlerini yüzünde gezdirdi. Saçlarında duran duvağı hafifçe çekip, alnını öptü. Kollarını omzuna sarıp, bağrına bastı. Onları uzaktan seyreden büyükleri görmüyorlardı.
“Aydın dualarımız kabul oldu?”
“Oldu Oya’m oldu?”
Kızıyla damadına bakarken içinin nasıl rahatladığını kimselere anlatamazdı. Onu ancak çocuklarını gözünden esirgeyen anne babalar anlardı. Söze gerek kalmadan abisiyle göz göze geldiler ve onunla da aynı şeyi bakışlarıyla konuştular.
Düğün günü
Kızların bekarlığa vedası Ömür ve Şeyma’nın Mehmet’e şaşkınlıkla bakarken, ailelerin dingin aile sohbeti haline gelip iki semaver çayın dibini sohbetlerle buldukları bir geceye dönüşmüştü. Ancak Baran da Türkan da bu durumdan gayet memnunlardı. Sabaha dek kahkahanın eksik olmadığı sohbet en çılgın eğlencelerden daha tatmin edici olmuştu.
Ertesi gün Mehmet’in özel uçağıyla hep birlikte Samsun’a gelmişlerdi. Düğünün yapılacağı otele yerleşmişlerdi. Tüm hazırlıklarından üstünden geçmişlerdi. Düğüne dek bir araya gelmemek üzere ayrılmışlardı. Herkes karısıyla sevgilisiyle bir aradayken bir Miraç ayrı kalmıştı. Berker’in göz hapsinden dolayı ayrı odalarda kalacaklardı. Otelde Kervan’ların olunca kaçamak bile yapmayı aklından geçirememişti. Dünden beri aynı yerde kalıp göremediği sevgilisine bir önce kavuşmak istiyordu.
Koşuşturmalı hazırlık sürecinden sonra Baran artık gelini görmek için odanın önündeydi. Öyle gergin bir gün geçirmişti ki şimdi sadece sevdiğini beyazlar içinde görmek soyadını vermek ve düğünün tadını çıkarmak istiyordu. Yanında kimseyi istememişti. Bu anı sadece sevdiğiyle yaşamak istemişti. Kapıya iki kere vurduktan sonra cevap gelmeden kapıyı açtı. Gelinliğin içinde Türkan’ı görünce gün boyunca üzerinde olan gerginlik bir anda uçup gitti.
Türkan, omuzları düşük küpürlü göğüs dekolteli belinden itibaren hafif kabarık bir gelinlik tercih etmişti. Mine’yle Gülşen Bubikoğlu’nun bir filmini seyrederken bu model gelinliği çok beğenmişlerdi. Gelinlik için çok kararsız kalınca da hemen o filmi bulup, videosu ile modacıya gitmişti. Düşlediğinden güzel olmuştu. Saçını makyajını da aynı o filmde ki gibi yaptırmıştı. Baran’ın bakışlarından sonra da ne doğru karar verdiğini anladı.
Ne olursa olsun bu onların düğünüydü ve sonuna dek tadını çıkaracaklardı. Gazetecilerin tüm ısrarlarına rağmen düğüne alınmamaları ve röportaj fikrini reddetme konusunda kararlı olmuşlardı. Patavatsız bir gazeteci ya da başka bir şey yüzünden ağızlarının tadı bozulsun istemiyorlardı. Baran dili tutulmuş gibi hiçbir şey konuşmadan gelip sarıldı. Türkan’da bir söz beklemiyordu. Birlikte ele ele tutuşup odadan çıktılar. Gözleri yeteri kadar konuştuğundan sadece birbirlerine bakıyorlardı.
Baran düğün salonuna girerken gülümseyerek etrafa bakındı. Her şey kusursuzdu. Serap Hanım’a nasıl teşekkür edeceğini bilmiyordu. Babasının emektar sekreteri kendisinin ablası gibi olan kadın resmen annesinin yapması gereken her şeyi yapmıştı. Babasıyla birlikte düğünle ilgili bütün detaylarla ilgilenmişti.
Çılgınca alkış eşliğinde nikah kıyılacak masaya gittiler. Türkan’ın eğlenceli hallerine ayak uydurarak gülümsemesini hiç kesmedi. Hızlı kıyılan nikahtan sonra dans etmeye çıktıklarında derin bir nefes aldı. Türkan’ı artık onun karısıydı.
“Rahatla artık kocacığım.”
“Oldu değil mi? Bir sıkıntı çıkmadan bu kolay karım oldun değil mi? Hayal görmüyorum.”
Türkan sağ elini Baran’ın yanağına koyup, okşadı. Hafif ayaklarının üzerine kalkıp kocasının çenesinden öptü. Elini boynuna atıp, masaj yaparcasına dokunmaya başladı.
“Evet, artık bir MAÇOĞLU’yum!”
“Çok şükür!” deyip sırıtan adama gözlerini kısarak bakmaya başladı. Alnından öpüldüğünde bile bakışları değişmedi. Sonra dayanamayıp, şükür eden adamın çenesini öptü. Kimseden çekinceleri olmadan hem dans edip, hem de sürekli birbirlerine dokundular.
Serap sürekli bir sorun olup olmadığını kontrol ettiğinden salonun içerisinde bir orada bir buradaydı. Tam kapıya yakın yere oturttuğu kızının yanına gidecekken, Tuğba’nın salona doğru geldiğini gördü. Kıpkırmızı giyinmiş kadına doğru yürümeye başladı. Yüz ifadesinden ortalığı karıştıracağı belliydi. Topuklu ayakkabılarına rağmen koşmaya başladı.
Ekrem Bey’le göz göze gelince dışarıyı gösterdi. Tuğba’nın bir şey demesine fırsat vermeden kolundan çekiştirmeye başladı. Bağırmaya çalışan kadını umursamadı. Yirmi yıldır ilk defa kadının dediklerini yapmıyordu. Cırt sesiyle ortalığı kaldırmasına rağmen korumalar Serap’ı tanıdığı için müdahale etmemişti. Küçük bir salona girdiklerinde resmen içeriye fırlattı. Kapıyı tam kapatacakken duyduğu sözlerle birden arkasını döndü.
“Yılann! Demek eline fırsat geçti. Ekrem’in altına bu kadar çabuk mu yattın da bana dokunma cüretini gösterebiliyorsun.”
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
66.82k Okunma |
5.87k Oy |
0 Takip |
55 Bölümlü Kitap |