40. Bölüm
“Gardaşımm! Ne yapıyorsunuz orada hadi dışarı çıkıyoruz.”
Mahir bilerek bağırmıştı. Mehmet’i deli ettiğinin farkındaydı. Karan’a sinirini onu döverek çıkaramıyorsa o da gardaşını sinir ederek geçirirdi. Ağacın arkasından öldürecek gibi bakan arkadaşıyla keyfi yavaş yavaş yerine geldi.
“Gardaşımm!”
“Siktir git Mahir!”
“Mehmet lütfen küfür etme!”
“Yengemi dinle Mehmet lütfen küfür etme!”
“Bir gün elimde kalacaksın.”
Mehmet, Mine’nin elinden tuttuğu gibi evin içine doğru yürüdü. Bahçedekiler kıs kıs gülerken Mine kıpkırmızı oldu. Daha normal çıksak olmazdı sanki diye adama kızarken, Şehbal’in Mahir’e yaklaşmasıyla Mehmet durdu. Mahir’e sen görürsün gibisinden kafasını aşağı yukarı salladı.
“Şehbal!”
“Efendim Mehmet Bey!”
“Haftaya Polonya seyahatine birlikte gidiyoruz. İki gün telefonla bile konuşacak vaktin olmayacak ona göre hazırlan.”
“Mehmet!”
“Efendim gardaşım!”
“Ne alaka Şehbal’le gidiyorsun.”
“Patron ben değil miyim gardaşım, alakası da beni bağlar.”
“Mahir lütfen, işime karışmayacaksın herhalde…”
“Şehbal bunu sonra mı konuşsak balım.”
“Evet balı siz bunu sonra konuşun.”
Mehmet lafını sokup içeri girdiğinde rahatladığını hissetti. Şerefsiz iki seferdir sevgilisini ne zaman öpecek olsa oraya damlıyor bir de dalga geçiyordu. Şimdi uğraşsın balıyla derken gerçekten keyiften dudakları kıvrıldı.
Aile fertleriyle vedalaşıp, arabalara binildi. Herkes sevgilisinin arabasına binerken, Aydın ve Ayhan bey bu durumdan hiç memnun değildi. Hala surat asıyorlardı. Millet gittikten sonra eşleriyle kopacak kıyametten habersizlerdi. Ayhan Bey Mehmet’i benimsemiş, oğlu gibi görüyordu aslında ne olduysa kardeşinin laflarıyla o da Mine’yi sıkıntısız verdiği için pişman olmuştu.
Mekana geldiklerinde kendilerine ayrılmış pistten iki basamak aşağıda yuvarlak olan büyük locaya geçtiler. Locanın önündeki iki kokteyl masası da onlar için boşaltılmıştı. . Berra neşeli hareketli haliyle hemen dans etmeye başlarken yengesi Leyla’yı da ortaya çıkarmıştı. Berker’in kıskanç bakışları ve Berra’ya homurdanması Baran’ı ve Miraç’ı gülümsetmişti.
Miraç, Berra ile sevgili olur olmaz Baran ve Berker’den müsaade istemişti. Aslında sevgililerdi ama delikanlılık bunu gerektirirdi. O da gereğini yapmış, arayıp izin istemişti. Berker bugüne dek hep pısırık tipler yüzünden sanki kardeşinin ilişki yaşamasına karşıymış gibi davranmıştı. Miraç güvenebileceği bir adamdı. Haber verdiği ve iznine ihtiyaç duyduğu için teşekkür ederek ailemize hoş geldin demişti. Bu kardeşimle gezip tozamazsın demekti. Genç adam ses tonundan ve söyleyiş şeklinden bunu anlamıştı. Baran hayırlı olsun, kardeşimi üzme demiş ufak yollu bir tehditte savurmuştu. O yüzden ilişkileri rahat rahat yaşayabiliyorlardı.
Şehbal, Türkan ve Mine’de dans eden kızlara katılınca adamlar baş başa kalmıştı. İçkileri servis edildi. Baran’a kadeh kaldırılırken, o güzel ela gözleriyle Türkan’a baktı. Simsiyah saçlarını sağa sola savurarak çılgınca dans etme şekline güldü. Arkadaşlarına dönüp o da kadehini kaldırdı. Aydın babası bugün onu çok zorlamıştı. Nasıl gerildiyse resmen kasları ağrıyordu. Biraz gevşemeye ihtiyacı vardı.
Şarkı bittikten sonra locaya gelen kızlar sevdikleri adamların yanlarına sıvıştılar. Türkan resmen Baran’ın kucağına oturmuş gibiydi. İçkisini adamın elinden içerken, gözlerinin içi gülüyordu. Resmen evleniyordu. Hala inanamıyor gibi kocaman tek taşına bakıyordu. Evlilik teklifi almamıştı. Biraz buna takılsa da Mine bu konuda fikrini değiştirmişti. Onlar birbirlerini seviyorlardı ya, gerisi teferruattı. Baran ailesel o kadar çok sıkıntı çekmişti ki, böyle bir dönemde evlilik teklifi beklemek bencillik olurdu.
Mine’de Mehmet’e yapışık gibiydi. Leyla ile sırt sırta vermişlerdi. Leyla’nın bağırarak sorduğu sorudan sonra bir süre sessizleşen kızlar erkeklerin dikkatini çekti. Zaten hepsinin algısı şu anda kadınlarındaydı.
“Berra senin boynuna ve koluna, Türkan senin de eline ne oldu? Ufak tefek yaralar görüyorum.”
Berra, Türkan, Şehbal ve Mine birbirlerine bakakaldılar. Bu bağıra bağıra söylenecek söz müydü? Sonra göz ucuyla yanlarındaki adamlarına baktılar. Mahir olanları tabi ki biliyordu. Damla manyağı ortalıktayken, Şehbal’i boş bırakamazdı. Semih’ten dün neler olduğunu öğrenmişti. Sevgilisinin kıvranması da pek bi hoşuna gittiğinden kaşlarını çatıp sırtını yasladı. Bakalım nasıl açıklayacaklardı?
“Türkan, Leyla doğru söylüyor kedi tırmalamış gibi ellerin, ihaleden önce sordum geçiştirdin. Tüm gün tekrar sormak aklımdaydı.”
“Eee bir şey yok Baran!”
“Berra bende şimdi fark ediyorum. Ne oldu sevgilim?”
“Şeyy! Kapatıcı açılmış.”
Berra yine aklından geçeni dümdüz söylemişti. Oysa bir şey yok diye söze başlayacaktı. Berker’in bağırmasıyla olduğu yerde sıçramamak için zor durdu.
“Ne yani saklamaya mı çalışıyordun Berra!”
“Abi bir dur ya!”
“Duramam hemen bana ne olduğunu anlatacaksın. Kavga mı ettin?”
Ortamda çalan canlı müziğe rağmen herkesin suratı asılmıştı. Mehmet Mine’ye sen biliyor musun bakışları atarken Mine büyük kara gözleriyle genç adam hariç her yere bakıyordu. Şehbal zaten Mahir’e hiç bakmıyordu. Bu zeki dağ ayısı hemen anlar diye aklından geçirirken, oklava yutmuş gibi dimdik duruyordu. Leyla büyük pot kırdığını anladı. Ancak geri dönüşü yoktu.
Zeren’in Miraç’ın fotoğraflarına yaptığı yorumu gören Berra, allem edip kallem edip, Miraç’tan sosyal medya şifrelerini aldı. Sanki Miraç’mış gibi mesajlaşmaya başladı. Mehmet’i istediklerini de bildiğinden bilerek abisiyle geleceğini ve bir arkadaşını getirmesini yazdı. O da hemen bende ablamla gelirim demişti. Türkan ve Şehbal’e anlattığında kızlar da tam destek verince Bostancı sahilinde sakin olacağını düşündüğü bir yerin adını yazdı. Hem onlara da çok uzaktı.
Zümral ve Zeren kızları karşısında görünce ufak bir şok yaşadılar. Toparlamaya çalışsalar da Berra Zeren’in, Türkan’da Zümral’in saçlarına yapıştı. Kızlarda karşılık verince mekan karıştı. Şehbal bir Berra’ya bir Türkan’a yardım ediyor, sürekli çantasıyla vuruyordu. Polis gelecek diye bağıran garsondan sonra hemen ayrılan kızlar hızla orayı terk ettiler. Ancak arabaya binince hallerini fark ettiler. Kızları ağızları burunları kanayacak kadar dövmüşlerdi ama kendilerinin de her yeri tırnak iziydi. Türkan’ın eli boynu, kollarında tırnak çiziği kanayacak düzeydeyken, Berra’nın yüzünde burnunda boynunda ve kollarında vardı.
Şehbal’in evine gelir gelmez ilk yardımlarını yapan minik fare kızların hallerine katıla katıla gülmüştü. Sonra ne güzel dövdüklerini konuşup konuşup, neşelendiler. Türkan’da yılların hıncı vardı. Mine’ye yapılanların intikamını çok güzel almıştı. Hiç pişman değildi. Berra’da sevdiği adamı süprüntülerden korumanın haklı gururunu yaşıyordu. Bu hafta bir halt daha yapmıştı. Miraç öğrenmese bari diye aklından geçirirken abisinin bağırmasıyla olduğu yerde sıçradı.
“Berra sana diyorum.”
“Abi ben hiç kavga eder miyim?”
“Hiç etmezsin canım, okulda dövdüklerin yüzünden kaç kere disiplin cezası almaktan kurtardım ben seni…”
“Ama!”
“Ne oldu anlat?”
“Mine’nin kuzenlerini dövdük.”
“Neden?”
“Of sus Leyla ya hep senin yüzünden…”
“Karımla düzgün konuş…”
“Sende sevgilimle düzgün konuş abi…”
Berra, Miraç’ın abisine karşı kendisini savunmasıyla gözlerinden kalpler çıkarcasına baktı. Sevdiğine sarılmamak için kendini zor tutarak abisine döndü.
“Mine’nin kuzenlerinden biri Miraç’a sulanıyordu. Neymiş Miraç’la sevgili olacakmış. Sonra da ablasını Mehmet abinin koynuna sokacakmış. Bir kere namusumu korudum ben…”
“Sen ne alaka…”
“Miraç benim namusum değil mi? Evleneceğim adam bu ya…”
“Allah’ım sen bu kızın aklının çalışma şeklinden hepimizi koru…”
Berra’nın Miraç’ın namusunu koruduğuna dair dediklerinden sonra zaten kendilerini zor tutuyorlardı. Berker’in son sözlerinden sonra herkes kahkaha attı. Miraç’ta kulağına koru bebeğim benim namusumu koru diyerek kıkırdayınca Berra suratını astı. Haklıydı bir kere, ne diye gülüyorlardı. Alt dudağını sardı, kollarını birbirine sarıp özellikle abisine ters ters bakmaya başladı.
Baran, Türkan’ın ellerini dudaklarına götürdü. Sen neden kavga ettin demiyor, acıyorsa öpeyim de geçsin dercesine küçük küçük öpüyordu. Göz göze geldiklerinde sevdiği adamın şefkati karşısında duygulandı. Mine ile göz göze geldi. Onun burukça gülümsemesine gözleri doldu. Benim yüzümden diye kendini yediğine emin olduğu kuzenine gülümsedi.
Olaylar olduktan sonra Şehbal’in evine o da gelmişti. O vakit ettikleri kavgayı anlatmışlardı. Ne gerek vardı, sen Zeren’i sosyal medyadan engelleseydin. Sende Zümral’i Allah’a havale etseydin dediğinde Berra’yla birlikte kuzenine sen gerçek misin dercesine bakakalmışlardı.
Şehbal Mine’nin sakin karşılamasına sinirlendi. Mehmet Bey’in koynuna girdiğinde de Allah’a havale ederdin o zaman sürtük kuzenini deyince Mine ayağa kalkmış ve Berra’dan olanların tamamını dinlemişti. Duyduklarından sonra çok sinirlenip, hadi gidip bir daha dövelim demişti. İşte o vakit Mine’nin bam telinin sadece Mehmet olduğunu anlamışlardı.
Konu kendi olduğunda gayet alttan alan olayların üstünü kapatanken, sevdiği adam söz konusu olunca içinden dişi yırtıcı bir kartal çıkıyordu. Kimse Mehmet’ini onun elinden alamazdı. Önüne çıkanı parçalardı.
Slov bir şarkı çalmaya başlayınca, Miraç sevdiğini kurtarmak istercesine piste götürdü. Berker’in hala ters ters baktığını gördükçe o da sinirleniyordu. Berra’nın olayları çözme yolunun doğru olmadığının o da farkındaydı. Yine de kendisini benimsemesini en önemlisi kıskanmasını görmek hoşuna gidiyordu.
“Türkan sizi çeken falan oldu mu? Biz tanınmış bir aileyiz. Berra’nın ailemizden olduğu pek bilinmese de bu magazine düşerse çok kötü olur.”
“Merak etme Berker, mekandaki kamera kayıtlarını aldırdım. Oradaki müşterilerinden tut garsonundan patronuna dek telefonlarında kayıt olup olmadığına emin olduktan sonra mekanı boşalttım.”
“Nasıl yani?”
Şehbal kaşlarını çattı. Mahir’in yanından kalkıp nasıl yani demişti ama bu koca adamı durdurur muydu? Tekrar ellerini tuttu. Tatlı olduğunu umduğu sesiyle açıklama yapmaya başladı.
“Balım ben seni yolda mı buldum? Benim güvenlik şirketim var ve sevdiğimi korumasız mı bırakacaktım. Tabi ki ilk günden beri seni koruyan biri var.”
“Hiç hissetmedim.”
“Hissetseydin Semih işsiz kalırdı.”
Herkes rahat bir nefes alırken, Mehmet’in ve Baran’ın sessizliği dikkat çekiciydi. İkisi de Berra’nın Eylül’ün yanına gidip, onu hapishane de tehdit ettiğini Miraç’a ve Berker’e söyleyip söylememeyi düşünüyorlardı. Mehmet bizim küçük yenge bayağı olaylı vay kardeşimin haline derken, Baran Berker bunu duyarsa benim ağzıma sıçar ve Berra’yı Trabzon’a götürür diye aklından geçiriyordu.
Hem Sarı’ya da kızmıştı. Hanım hanımcık sevgilisini de kendine benzetmişti. Yoksa onun Türkan’ı, kimseyle kavga edecek biri değildi. Güzel görüntüsünün aksine içinde bir erkek Fatma barındıran Sarı’nın hepsinin ayarlarını bozduğu aşikardı.
Baran’ın aklı Karan’da da kalmıştı. Bu akşam çok kötüydü. Annesinden kaynaklı olduğunu düşündü ama sanki başka bir şeyler daha vardı. O da günlerdir annesinin yaptığını hazmedemiyordu. Hele sevgilisinin liseden yakın arkadaşı olduğunu öğrendiğinden beri ikisinden de nefret ediyordu. En güzel günlerini mutlulukla yaşaması gerekirken bir tarafı hep buruk ve üzgündü. Arkadaşının ihaneti de en az annesi kadar onu etkilemişti. Elbet zamana bıraksa bu günler geçecekti ama Türkan’a kavuşmak için beklemek istememişti. Çünkü biliyordu ki, bundan sonraki hayatını Türkan Sultan güzelleştirecekti.
Gecenin geri kalanında herkes sevdiğiyle ilgilenmiş bir daha başka konular açılmamıştı. Bir ara lavaboda Berra, Leyla’nın saçını kapsa da sessizce konularını halletmişlerdi. Yüz kere abisinin yanında pot kırma diye uyarıyordu. Ama saftirik yengesi ne düşünüyorsa aklına geldiği anda sorduğu ya da konuştuğu için bütün foyaları ortaya çıkıyordu. Leyla Berker’e öyle aşıktı içinde bir şey tutamıyordu. Berker’in sinirli halleri her defasında kadını zora soksa da, Leyla kocasına kızgın kalamıyordu. Neyse ki geceyi eğlenceli sonlandırmışlardı.
***
Mahir, geldiği çay bahçesinde denizi seyrediyordu. Baran’la Türkan’ın nişanlanmalarının üstünden üç gün geçmişti. Misafirinden önce mekana gelmişti. Açıkçası biraz tedirgindi. Normalde dümdüz bir adamdı. Aklına kalbine ne uygunsa öyle konuşurdu. Bugün öyle konuşursa adamın ne kadar pislik, karaktersiz ve şerefsiz olduğunu yüzüne söylerdi. O bunları söylerse de her şey içinden çıkılmaz bir hale gelirdi. Bu yüzden güvenlik görevlilerine aldırdığı davranış bilimleri dersi, sakin kalma metotlarının üzerinden dün tekrar geçmişti. Gelen kişiyle yavaşça ayağa kalktı. Elini uzattı.
“Hoş geldiniz Adem Bey!”
“Hoş buldum, beni neden çağırdığınızı anlamadım.”
“İki gün sonra Şehbal’i istemeye geleceğiz biliyorsunuz.”
“Evet!”
“Onun öncesinde sizinle konuşmak istedim. Bugün annem Adana’dan geliyor. Başka zamanım olmazdı.”
“Ne konuşacağız? Geleceksiniz isteyeceksiniz biz de vereceğiz.”
Mahir’in kaşları çatıldı. Yanaklarının içini ısırmaya başladı. Sanki kızını değil de, evdeki bir eşyayı verir gibi konuşmasından hoşlanmadı. Türkan’ın babasının isteme akşamında mutsuzluğuyla kıyaslanınca bu adamın Şehbal’e verdiği değer ortaya çıkıyordu. Tam bir şey diyecekken gelen garson sakinleşmesi adına ona zaman kazandırmıştı. Sevdiğinin babası tarafından değersizliğine sinirlenmişti. Adem Bey çay isteyince ona uydu. Garson gider gitmez, daha fazla kendini tutamadı. Direkt sordu.
“Şehbal sizin evlatlığınız falan mı?”
“Ne münasebet öz be öz kızım.”
“Lütfen beni aydınlatır mısınız? Damla’ya taparken, Şehbal’i neden sevmiyorsunuz?”
“Seviyorum ben kızımı, bunu da nereden çıkardın.”
“Adem Bey, siz Şehbal’in hiçbir okul toplantısına, gösterisine ya da mezuniyetine gitmemişsiniz. Benim sevdiğim yıllarca Damla yüzünden kekemelikle uğraşmış, bir kere olsun konuşma terapistine siz götürmemişsiniz. Hiç yeni oyuncak, yeni kıyafet almamışsınız. Hep Damla’nın artıklarını eskilerini layık görmüşsünüz.
Emine Hanım Şehbal on iki yaşındayken sizden boşanmak istemiş. Boşanma dilekçesinde öz kızımız olmasına rağmen küçük kızıma sevgisizliğine katlanamıyorum. Büyük kızına taparcasına sevgi gösterip, Şehbal’e duygusal şiddet gösterdiğini bu yüzden kavgalar ettiğini ama bir türlü küçük kızınızı görmezden gelmenizi kaldıramadığını ve kızını iyileştirmek için ne yapıyorsa kendi çabasıyla yaptığını yazmış. Bebekliğinden itibaren bir kere içten sarılmadığınızı öpmediğinizi ve kızının bu psikolojik şiddeti hak etmediği için boşanmak istediğini bildirmiş. Nasıl olmuşsa birkaç ay sonra davadan vazgeçmiş.”
“Sen! Sen bunları nereden biliyorsun?”
“Adem Bey siz hala benim gücümün farkında değilsiniz.”
“Sevemedim!”
“Öz kızınızı sevemediniz. Doğru mu anlıyorum?”
“Evet!”
“Neden? Ben bugün bunu öğrenmeden sizi bırakmayacağım.”
Adem düşünür gibi çayından bir yudum aldı. Karşısındaki iri adamın ne kadar kararlı olduğunu görüyordu. Karısını çok seviyordu. Yıllarca karısıyla sorun olan bu durum şimdi de damadıyla olacağa benziyordu. Nasıl anlatacağını bilemezken, Mahir’in sert bakışlarından sonra dümdüz Emine Hanım’a anlatır gibi konuşmaya başladı.
“Damla üç yaşlarındaydı, çok hırçındı. Hiçbir şeyini kimseyle paylaşmıyor her şey için kavga çıkarıyor ve kendinden büyük çocukları bile dövmeye çalışıyordu. O zamanlar Adana’da görev yapıyordum. Emine pedagoga götürmüş, yapı itibariyle bencil ve kıskanç ama çoğu çocukta bu olur. Kreşe verin mahallede bol bol parka götürün yaşıtlarıyla oynasın demiş. Bunların hepsini yaptık. Damla yine hırçındı. Kreşteki anaokulu öğretmeni kardeş yapın demiş Emine’ye, kardeşi olanlar daha paylaşımcı oluyor. Sakinleşiyor, kardeşine sahip çıkıyor demiş.
Emine bana gelip anlattığında ikinci çocuk istemememe rağmen Damla’ya iyi gelecekse olur dedim. Bizi duymuş kıyamet kopardı. Ben kardeş istemiyorum babamı kimseye vermem diye, bende ona kardeşi olsa da en çok onu seveceğime dair söz verdim.
Şehbal doğdu Damla dört yaşındaydı. Hiç istemedi kardeşini, daha çok hırçınlaşmasın diye bende hiç bebeğe yaklaşmadım. Çocuk görme adıyla yeni bir hediye elbise ne gelse Damla ya yaktı ya da kırdı. Emine daha kötüye giden Damla’nın durumuna çok üzülüyordu. O ara tayinim İstanbul’a çıktı. Damla burada ilkokula başladı. Biraz durulmuştu. Şehbal de iki buçuk üç yaşına gelmişti. Ben bu süreçte bir kere olsun onu ne kucağıma almış, ne de öpmüştüm.
Ondan sonra da olmadı işte, babalık duygusunu Şehbal’e karşı bir türlü hissedemedim.
Emine bana boşanma davası açana dek, ona kötü davrandığımın farkında değildim. Evet, hep Damla’nın eskileriyle büyüdü. Ablasının aksine Şehbal’in bunlara hiç itirazı yoktu. Asla evde yaygara koparmaz, kolay kolay yüksek sesli konuşmaz. Ablası ne yaparsa yapsın alttan alırdı. Benim ona bir şeyler almadığıma üzüldüğünü onun bana ihtiyacı olduğunu hiç anlamamıştım. Çünkü gelip bana şuna ihtiyacım var demiyordu. Benden hiçbir şey istemiyordu.”
“Adem Bey siz gerçek misiniz? Çünkü bu anlattıklarınızı aklım almıyor. İnanın mesleğimden dolayı birçok aile yapısının içinde bulundum ama sizin gibisini görmedim.
Edepsiz, saygısız, çirşef kızınız bütün ilgiyi kendine istemiş ve siz Şehbal’in sesi çıkmıyor, itiraz etmiyor elindekiyle yetiniyor diye ona yaptığınız psikolojik şiddeti anlamadığınızı mı söylüyorsunuz.”
“Aslında Damla iyi…”
“Kesin sesinizi, sevdiğim kadının babasısınız diye size saygıda kusur etmeyecektim. Fakat vazgeçtim. Çünkü siz o terbiye yoksunu kızınız gibi sevgiyi de saygıyı da hak etmiyorsunuz.”
Adem Bey, karşısındaki iri yarı adamdan ciddi korkuyordu. Damla’ya söylediklerine çok sinirlense de sesini çıkaramadı. Şimdi birbirlerine sert sert bakıyorlardı. O ara gelen garsonla susmak zorunda kaldılar. Önlerine ikinci çaylarının geldiğini yeni fark eden yaşlı adam istememiştik gibisinden garsona baktı.
“Çaylarınız soğudu Mahir abi tazeledim.”
“Sağ ol koçum.”
“Araştırdığım dosyadan sonra hiçbir yerde bulamasak da, sizin Şehbal’in gerçek babası olmadığınıza dair düşünceler kafamdaydı. Maalesef ki öz babasıymışsınız. Sizin gibi baba olmaz olsun.”
“Ben sonradan elimden geleni yaptım. Emine benim ne kadar uğraştığımı gördü. Olmadı işte Damla gibi sevemedim. Onun babası gibi hissemedim.”
“Neyse daha fazla sizi dinleyemeyeceğim. İki gün sonra usulüne uygun kız isteme olacak. Git o çok sevdiğin kızını uyar. Şehbal’in moralini bozacak tek bir şey olursa o evi başınıza yıkarım. On beş güne de düğün yapacağım. Evlendikten sonra ne siz ne Damla evimin eşiğinden içeri giremeyeceksiniz.
O ruh hastası kızını tedavi ettirmek yerine benim sevdiğimi baba sevgisinden mahrum etmişsin ya, yazıklar olsun senin adamlığına… Aslında daha ağır konuşurdum da dua et, Şehbal’imin biyolojikte olsa babasısın.”
Adem Bey adım sesleriyle ortalığı döve döve giden adamın arkasından bakakaldı. Söylediği sözlere karşılık verememişti. Elinde olan bir şey değildi. Emine gibi bu adamda anlamıyordu. O böyle olsun ister miydi? Sonuçta kendi kanından canından birini yeteri kadar sevemiyordu.
“Evinin eşiğinden giremezmişim sanki çok da meraklıydım senin evine, hem Damla’m olsun yeter bana…”
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
66.8k Okunma |
5.87k Oy |
0 Takip |
55 Bölümlü Kitap |