Sevdiklerim acı çekerken benim tek yaptığım beklemekti. Elimden hiçbir şey gelmiyordu. Şimdi yapabileceğim tek bir şey vardı.
"Biz buraya neden geldik Hazal?" Diyen Tuna'nın sesi sitemkardı. Bu haline güldüm. "Çok konuşma da yürü" derken ilerlemeye devam ettim. Geldiğimiz yer Kuzgun'un beni aldığı yerdi.
Hiç fark etmemişti ama ben o mikrofilmi buraya saklamıştım. Gerçekleri öğrendiğim anda tuttuğum kolyeden şüphelenmiştim. Beni yakalayacaklarını bildiğim için de onu buraya görmüştüm. Mikrofilm başından beri buradaydı.
Toprağı kazmaya başladığımda Tuna bana şaşkınlıkla bakıyordu. "Diyorum ki köye mi gitsek?" Diye sorduğunda direk reddettim.
"O köy Kuzgun'un doğup büyüdüğü yer, onun orada birçok muhbiri vardır. Beni de oradaki muhbirinden öğrendiğine eminim." Bu riske giremezdim.
Elimde bu kadar değerli bir şey varken olmazdı.
Toprağın içinden aldığım kolye ile derin bir nefes verdim. "Buldum" diye fısıldadığımda Tuna elimdeki kolyeye şaşkınca baktı.
"Bu kolye, Kuzgun'un bunca zaman peşimde olmasının nedeni, bebekken sepetime koydu. İçindekiler bize büyük bir zafer kazandıracağına eminim."
Onu ben bitirecektim, beni nasıl bitirmek istediyse bunu ona ben yapacaktım. "Ne olabilir bu kolyenin içinde?" Dediğinde bende onun kadar bu konuda bilgisizdim.
"Bilmiyorum" ama yakında öğrenecektik. Kolyenin içinde ne olduğunu öğrenmemiz için bir bilgisayar yeterliydi. Gerisi çorap söküğü gibi gelecekti.
Mikrofilm Kuzgun'dan kaçmak için girdiğim ve Alparslan'ın bana silah dayadığı ormanlık alandı.
"Gidelim Tuna." Sınırı geçmiştik. Bu saatten sonra babamlara çabucak ulaşabilecektik. Kuzgun'un işi bitecekti. Artık her şey bitmişti. Biz işin en zor kısmını atlatmıştık. Kaçmayı başarmıştık. Üstelik sadece ikimiz değil annemizi de alarak...
Tam ilerlerken gördüğüm kulübe ile korku ile Tuna'ya baktım. Umarım orada İskender'in adamları yaşamıyordur.
"İçindeki insanlara dikkat etmemiz lazım." Kolyeyi boynuma taktım. Dikkat çekmemesi için bu gerekliydi. Mikrofilmin peşinde olduğunu Serhat bile bilmiyordu.
Onun abim olmaması da beni en çok mutlu eden şeyler arasına girebilirdi. "Tuna bu kulübede İskender'in muhabirlerinden biri yaşıyor olabilir," dediğimde dikkatle kulübeye baktı.
"Umarım yoktur."
Kapı açıldığı anda Tuna yerinde kaldı ama ben direk bir ağacın arasına saklandım. Kulübeden bir kadın çıktı. Tuna'yı gördüğü anda gülümsedi. "Bakın burada kim varmış?" Diyerek Tuna'ya ilerledi.
"Kimsin sen?" Diye sorduğunda Tuna derin bir nefes verdi. "Kim olmamı istersin?" Diye sorduğunda kadın dudaklarını kıvırdı.
"Kuzgun'un adamı olsan ve ben senin kafana sıksam..." Dediğinde Kuzgun'un adamı olmadığını anlamış oldum. Ama kandırmaca da yapıyor olabilirdi.
Kadın beklenmeyecek bir hamle ile belindeki silahı Tuna'nın kafasına yasladı. "Şimdi söyle bana, kimsin sen?"
Bu sefer beklenmeyen bir şekilde ortaya çıkan ben oldum. Kadının arkasından silahı ensesine dayadım. "Asıl sen söyle bakalım, kimsin sen?" Dediğimde kadın beni beklemediği için şaşkındı. Tuna ani bir hareketle silahı kadının elinden aldı.
"Konuş!" Derken oldukça katıydım. Bana baktığı an yüzünde bir afallama gördüm. "Hazal Güçlü" dediğinde kim olduğumu bilmesi şüphelerimi artırdı.
"Kimsin sen?" Dediğimde nefesini verdi. "Su Gümüş, milli istihbarat teşkilatı" dediği anda rahat bir nefes aldım.
"Nasıl yani?" Diyen Tuna şaşkındı.
Kadın "ben buraya Cevher başkanın emri ile geldiğimde gevşedim. Cevher başkanı teşkilatta kimse kolay kolay bilmezdi. Adını bile kendimi ispatladığım anda öğrenmiştim. Teşkilatın içinde adını öğrenmek için yapmamız gereken zorlu testler vardı. Verilen özel bir ilaç sayesinde seni konuşturabiliyorlardı. Bu sayede aklından geçen her şeyi öğreniyorlardı.
Fakat bu teste giren kişiler teşkilat için önemli ajanlardı. Ama bende o testin içine girmiştim. Ben sıradan bir mit mensubu olduğum halde girmiştim ama nedenini merak ettiğimde sorgulamamı yasaklamışlardı. Bende istenileni yapmıştım.
Şimdi neden o teste girdiğimi anlıyordum. Beni bir teröristin kızı olduğumu sandıkların için Kuzgun gibi vatanımı satıp satmayacağımı baştan öğrenmek istemişlerdi. O sorgu sırasında dediklerim Cevher başkanın gururlanmasını sağlamış. Cevher başkan derin devletin başı...
Bende onu tanıma imkanı buldum, zamanında bu duruma düşeceğimi sanıp önlem aldılar. İyiki de aldılar.
Cevher başkanı bilen birinin ihanet etme ihtimali sıfırdır.
"Su hemen Cevher başkan ile görüşmemiz lazım" dediğimde başını salladı.
"İçeri geçin!" Dediğini uyguladım. İçeri girdiğim anda direk isteğim belliydi. "Bir bilgisayara ihtiyacım var." Hemen bilgisayarını çıkardı.
"Cevher başkan ile konuşmak istediğine emin misin? İstersen baban ile de konuşabilirsin." Başımı olumsuz anlamda salladım.
Onunla elbette konuşacaktım. Ama İskender'in meselesini bir dakika bile bekletme lüksüm artık yoktu. Onunla özel olarak konuşmam gerekiyordu. Cevher başkanın ismini bilmesi Su'yun hain olmadığının kanıtı olabilirdi ama ben işimi sağlama almalıydım.
"Tuna ve Su hemen çıkın! Ben başkan ile özel konuşacağım" dediğimde ikisi de bana şaşkın şaşkın baktı. Yerlerinden kıpırdamayınca "hadi!" Dediğimde daha fazla ikiletmeden çıktılar.
Bu mesele artık bitecekti. Bilgisayarı açtığımda gibi mikrofilmi inceledim. İçinde gördüklerim ile şaşkınca nefesimi verdim.
Büyük bir yapılanmaydı bu. Bu mikrofilmin içinde büyük bir yapılanmanın her bilgisi vardı. Azap yapılanması...
“Azap” kelimesi ilk çıktığında, beynimde sadece eski görev raporlarındaki küçük notlar kıpırdadı.
"Bilinmeyen bir yapı", "yüksek tehdit", "lideri belli değil"...
Ama şimdi önümde açılan bu mikrofilm, o üç-beş satırlık belgeden çok daha fazlasıydı.
Bu, bir kıyametin planıydı.
İlk satır:
“Kuzgun - Ana Kurucu. Dünya çapında kontrol merkezlerinin mimarı. Aktif.”
Onun altında:
Affan Dervişoğlu – İkinci Yönetici. Türkiye ayağının baş sorumlusu. Emir komuta zincirinde ikinci.”
Satır satır kaydırdım...
Kod adları, gerçek adları, yaşadıkları şehirler, sızdıkları teşkilatlar...
Ama sadece bu da değildi.
Azap’ın finansörleri: Önde gelen iş insanları, vakıflar, “hayır kurumları” kisvesiyle kara para aklayan şirketler.
Kaçırılan bilim insanları: Bazılarını aradığımızı hatırlıyorum. Dosyaları kapatılmıştı. Hepsi Azap için çalışmaya zorlanmış.
Sızdırılmamış görüntüler: Tehdit, şantaj ve susturma amacıyla kaydedilen videolar. Bazıları devlet büyüklerine ait.
Dijital planlar: “Denge Projesi”, “Sessizlik Operasyonu”, “Yeni Düzen Girişimi”… Tümüyle ülkeleri diz çöktürmeye yönelik adımlar.
Yedek üyeler listesi: Lider kadrodan biri ölürse yerine geçecek isimler. Hepsi eğitilmiş, hazır.
Gizli konuşmaların ses kayıtları:
Kuzgun’un konuşmaları bile var.
“Eğer bir gün biri bu bilgileri görürse, ya bizi yok eder ya da kendini.”
Elimden ekranı alamadım.
Kalbim sanki göğsümden dışarı fırlayacak gibiydi.
Son sayfaya geldiğimde gözlerim dondu.
“Yedek Mikrofilm Dağılımı”
Azap tüm bu bilgilerin yok edilmemesi için her kıtaya bir yedek mikrofilm göndermiş. Ama aynı zamanda bu mikrofilmler bulunursa Azap’ın tamamen çöküşü anlamına geliyor.
Bu elimdeki orijinaldi.
Ve onu açan ilk kişi bendim.
Kimseye anlatılmamış tüm gerçekler burada
Ama artık ben vardım.
Gerçeği bilen bendim.
Ve bu yapı benimle yıkılacaktı.
“Bu düzeni siz kurdunuz. Şimdi, yıkılışını ben izleyeceğim.”
Bilgiyi aldım.
Kopyasını yedekledim.
Ve o anda biliyordum:
Savaş başlamıştı.
Bu yapılanma hakkında her şeyi öğrenmiş olabilirdim ama benim öğrenmem bir şeyi değiştirmezdi. Bunları öğrenip yapılanmayı yok edecek kişi devletti.
Şimdi Cevher başkanı arayabilirdim. Kuzgun büyük bir yapılanmanın yöneticisi olduğu için bu kadar güçlüydü.
Bu tür yapılanmaların yöneticisi genellikle onun gibi olmazdı. Bu da onun olmadığına inandırır ve hedef şaşırtırdı. Kendi halinde küçük çaplı bir terör örgütü olan adam bunca zaman nasıl yakalanamamıştı?
Kuzgun'u yakalama görevi sadece babama değil diğer başkanlara da verilmişti. Ama onlar bile başarısız olmuştu. Çünkü kendisi büyük bir yapılanmanın yöneticisiydi.
Cevher başkanı aradım. Kazamız mübarek olsun. "Su" diyen sesini duydum. "Başkanım ben Hazal güçlü" dedim.
Birkaç saniye sessizlik oluştu. "Anlat" diyerek her şeyi özet geçti.
"Başkanım, İskender'in bunca yıl peşimde olmasının sebebi Azap yapılanmasıymış. Azap yapılanması ile ilgili tüm bilgileri mikrofilm şeklinde beni satmak istediği sepetin içine saklamış." Derken çoğu şeyi tek nefeste söylediğim için nefesimi verdim.
"Mikrofilm sende ve Azap yapılanmasını bitirecek tüm bilgiler sende mi?" Derken şaşkındı.
"Evet başkanım, yöneticisinin Kuzgun olduğu Azap yapılanması" dedim.
İşimizi bitirdik ve derin bir nefes aldım. İş bitmişti. Tuna ve Su'yun yanına gittiğimde nefesimi verdim. "İşimiz bitti."
"Ne olduğunu anlatacak mısın Hazal?" Diyen Tuna ile nefesimi verdim. "Şimdi değil Tuna. Önce babama ulaşmamız lazım."
Ardından silah sesleri ve kuş sesleri... Kahretsin!
Tam da vakti be!
(...)
Ay ışığı ağaçların arasından süzülüyor ama yolu değil, korkularımızı aydınlatıyordu. Soğuk, iliklerimize kadar işliyordu. Orman sessizdi ama içimizdeki fırtına haykırıyordu. Ve en kötüsü, karanlık artık sadece geceye ait değildi. İnsanlar da karanlıktı.
Yirmi silahlı adam.
Ve biz üç kişiydik.
Tuna, Su ve ben.
Silahlarımız elimizdeydi ama içimizdeki savaş, dışarıdakinden daha büyüktü.
Koşuyorduk. Nefes nefeseydik. Ayak seslerimiz toprağa ihanet edercesine gürültülüydü. Ve peşimizde olanlar o sesi çoktan yakalamıştı.
Tuna durdu. Elini kaldırdı. İkimiz de durduk.
“Etraf sarıldı,” dedi kısık sesle. “Kuzeyden gelen beş kişi var. Güneyden dört kişi ilerliyor. Solumuz bataklık, sağda derinlik. Tek şansımız, Su’nun kaçması.”
Gözleri bana çevrildi. Ben zaten onun ne düşündüğünü biliyordum. Göz göze geldik.
“Hazal,” dedi Tuna. “Sen söylemelisin.”
Yutkundum. Boğazım düğümlendi. Kalbim boğazıma kadar çıkmıştı sanki. Ama konuşmalıydım. Çünkü onun gitmesi gerekiyordu.
“Su,” dedim. “Bak bana. Dinle beni...”
Su bana döndü. Gözlerinde korku vardı, evet... Ama asıl şey bu değildi. O gözlerde öfke, inat, çaresizlik vardı. Elinde silahını sıkı sıkı tutuyordu.
“Gitmen gerek,” dedim. “Bizi istiyorlar. Yani beni ve Tuna’yı. Senin hedef olmadığını biliyorlar. Henüz seni tanımıyorlar. Senin tek görevin... annemizi kurtarmak.”
Gözleri irileşti. Dudakları titredi. “Ya sizi öldürürlerse?” dedi fısıltıyla.
“Elimden geleni yapacağım,” dedim. “Tuna da. Ama sen burada kalırsan, üçümüz birden yakalanırız. O zaman hiç şansımız kalmaz.”
“Ben sizi... yalnız bırakamam,” dedi ağlamaklı bir sesle.
Yanına yaklaştım. Omuzlarından tuttum. Gözlerinin içine bakarak söyledim:
“Annemi yıllarca ölü bildim. Şimdi yaşıyor. Ve eğer biri onu gerçekten kurtaracaksa, o sensin. Oradaki kulübeye bizden hızlı gidebilirsin. Onu görmelisin. Onu oradan çıkarmalısın.”
Su başını eğdi. Elleri titriyordu. Sonra Tuna konuştu:
“Hazal haklı. Bu bir görev değil, bu bir sorumluluk. Annemiz seni bekliyor olabilir. Biz burada oyalarız. Ne pahasına olursa olsun...”
O an ağlamaya başladı. Sessizce. Ama sonra başını kaldırdı, gözyaşlarını sildi. “Tamam,” dedi.
“Yol batı yönünde,” dedi Tuna. “İki kilometre sonra dere var. Onu geç, patika sağa kıvrılıyor. Kulübe orada. Acele et. Ve dikkatli ol.”
Sonra Su koşmaya başladı. Karşıdan gelen adımlara rağmen, gecenin içine daldı. Onu sadece ay ışığı takip etti.
Ben ve Tuna, silahlarımızı kaldırdık.
İçimizde korku değil, kararlılık vardı.
Bu gece her şey bitebilir... ama annemiz yaşamalıydı.
İkimiz de ateş etmeye başladık. Siper değiştiriyor, sesin geldiği yöne ateş ediyorduk. Birini daha vurdum. Ama çoğalıyorlardı sanki. Her ağaçtan biri çıkıyordu. Bu bir pusu değildi, bu infazdı.
Bir el bombası sesi duydum.
“Tuna!” dedim ama o da duymuştu. Hemen kendimizi geriye attık.
BOOM!
Toprak yükseldi. Kulaklarım sağır oldu. Gözüm karardı bir anlığına. Nefes alamadım. Düştüm. Silahım elimden fırladı.
Etraf tozla kaplıydı. Ağzımda toprak tadı. Başım zonkluyordu. Ama kalkmak zorundaydım.
Bir el kolumdan tuttu, arkamdan zorla çekti. Dengeyi kaybettim, diz üstü düştüm. Soğuk bir metal bileğime bastırıldı. Kelepçe. Direndim ama adam iri cüsseliydi. Tetikçiydi. O belli.
Bir diğer adam Tuna’ya saldırdı. O direndi, biri yere düştü ama sonunda o da yakalandı. Üç adam zorla diz çöktürdü onu. Kafasına silah dayandı.
Göz göze geldik Tuna’yla. Dudaklarımı ısırdım. Bir şey söylemek istedim ama dilim dönmedi. Yutkundum.
“Su…” dedim sessizce. “Su kaçtı mı?”
Kimse cevap vermedi. Adamlar konuşmuyordu. Yalnızca gözlerini dikip bakıyorlardı.
Bizi sürükleyerek açık bir alana çıkardılar. Orman bittiğinde küçük bir çukurun kenarına getirildik. Ay ışığı burada daha netti. Tuna’nın kaşının kenarında kan vardı. Benimse alnımda kurumuş bir çizgi.
Kelepçeliydik. Silahsızdık. Yalnızdık.
Ama kırılmış değildik.
Başımı salladım. İçim ürperdi. Ama o cümle beni ayakta tuttu.
Bu bir son değildi.
Çünkü biz görevden kaçmayan adamlardık.
Ve biz, her şeye rağmen düşsek de ayağa kalkmasını bilirdik.
Tuna, ben ve Su kendimizi siper olacak bir yere geçtik. Gördüklerim ile nefes verdim. 20 silahlı adam vardı. Hem de ağır silahlı... Ve biz burada sadece üç kişiydik.
Savaştık. Mermimiz bitene kadar savaştık ve sonunda mermimiz bitti.
"Mermim bitti" diyen ilk Tuna oldu.
"Aynısı benim için de geçerli" diyen kişi Su oldu.
"Bitti." Diyen de ben oldum. Ne yani biz yine mi esir düşmüştük. Hayır şimdi değil, onların amacı beni öldürmek falan değildi. Kuzgun hala mikrofilmin peşindeydi. Fakat ben mikrofilmi çoktan yok etmiştim. Artık her şey için çok geçti.
"Su" derken nefesimi zorlukla verdim. "Onların istedikleri kişiler ben ve Tuna. Sen onlardan kurtulabilirsin, kaç!"
Su şaşkınca bana baktı. "Sizi yalnız bırakmam." Dediğinde ise "annemiz Hanife Duran yaşıyor. İleride bir kulübe var orada. Onu kurtar, bunu yapabilecek tek kişi sensin ve hemen ardından babamı bul!" Teşkilat hikayemizi öğrenmişti. Böyle büyük bir hikayeyi de kolay kolay unutmazlardı.
Su şaşkınca başını salladı. Şimdi annem için rahattım.
(...)
Altı kişi kalmışlardı. Kartal timi şuan 6 kişiydi. Geriye kalan altı kişi.
Karan büyük bir ölümden dönmüştü. Hepsi bunun acısı ile hastane koridorlarında duruyordu. Yavuz ve Kudret de hastaneye geldiğinde herkes saygı anlamında ayağa kalktı.
"Durum ne çocuklar?" Diyen kişi Kudret oldu.
"Ölmüştü." Dediğinde Alparslan nefesini verdi. "Kalbi durdu ve dakikalarca atmadı. Ama en sonunda attı." Dediğinde derin bir nefes verdi.
Yavuz bu konuda sessiz kaldı. Kudret ise perişan
Herkes olduğu gibi onlar da yorulmuştu. Ama sevdiklerini bulmadan hiçbir şey bitmeyecekti. O sırada Yavuz'un telefonu çaldı.
Derin bir nefes alarak yanlarından uzaklaştı. "Başkanım" diyen kişi Su oldu.
"Söyle!" Derken oldukça katıydı.
"Başkanım Hazal ve Tuna..." Derken kısa bir süre sessiz kaldı.
Yavuz bu iki ismi duyunca nefes almakta zorlandı. "Kaçmışlardı ama tekrar yakaladılar başkanım." Dediğinde Yavuz sıkıntı ile nefesini verdi.
"Başkanım Hazal, Cevher başkan ile görüştü. Kuzgun'un bunca yıl neden Hazal'ın peşinde olduğu ile ilgili ve şuan yanımda biri var. Ambulans ile sizin olduğunuz hastaneye geliyoruz." Dediğinde gelecek kişinin bunca yıldır özlemle andığı aşkı olduğunu bilmiyordu.
"Seni bekliyorum Su"
Ardından telefon kapandı. Diğerlerinin yanına gittiğinde ise Alparslan konuştu. "Ne olmuş başkanım?"
"Hazal ve Tuna kaçmışlardı ama tekrar yakalandılar." Demekle yetindi. Hepsi nefesini verdi.
O sırada başkanın yanına geldi Su. "Başkanım" derken Yavuz ona döndü. Yavuz başkan için zor bir durum olduğunu biliyordu. O yüzden nasıl açıklayacağını bilmiyordu.
"Geldik." Derken Kudret kaşlarını çattı.
"Ne oluyor?" Su nefesini verdi.
"Başkanım" derken tepkisinden korkuyordu. "Bunu size nasıl açıklayacağımı bilmiyorum ama..." Derken nefesini güçlükle verdi.
"Ne oluyor Su? Bana her şeyi düzgünce anlat!" Dediğinde Su başını salladı.
"Sizin için zor bir durum olduğunu söylemek isterim." Dediğinde başını yere eğdi.
"Bunu söylemem doğru olmaz, siz kendi gözleriniz ile görseniz?" Dediğinde kaşlarını çattı.
"Öyle olsun." Dediğinde ilerledi. Kudret yanından ilerledi. Defne de merakla ilerdi. Arkasından da Alparslan.
Ne oluyordu? Hepsi öyle çok merak ediyordu ki. Bir hastane odasının kapısına geldiler. "Başkanım içeride" diyen Su ile başını salladı.
Artık sabretmeye tahammülü kalmamıştı. Kapıyı açıp içeri girdiği anda dünya durdu. Sadece o durmadı. Kalbi öyle bir attı ki, gördüğü şeyin hayal mi gerçek mi olduğunu anlayamadı.
Herkes şaşkın bakışlar atarken Yavuz'un ağzından çıkan söz ile hepsi birbirine şaşkınca baktı. "Hanife..." Dediğinde boğazında yumru oluştu.
"Hanife Duran yaşıyor başkanım, Hazal benden annesini korumamı istemişti." Dediğinde Yavuz Hanife'ye uzun uzun baktı. Yıllar sonra uyuyan sevdiği kadına baktı.
"Yaşıyor." Dediğinde Kudret nefesini verdi. Yavuz adına sevinmişti.
"Onları yalnız bırakalım." Dediğinde hem Alparslan hem de Defne oldukça şaşkındı. İkisi de gördükleri gerçeklere inanamıyordu.
Odadan çıktıklarında Alparslan'ın şaşkınlığı öyle yoğundu ki, "bunca zaman annesi nasıl yaşıyordu? Ne haldeydi?" Diye sordu.
Su başını bilmiyorum anlamında salladı.
O sırada Yavuz sevdiği kadına uzun uzun bakıyordu.
"Hanife'm" diye fısıldadı. Bunca yıl sonra sevdiği kadını görmek, onun canını yakmıştı. Hanife kim bilir neler çekmişti. Ne acılar yaşamıştı.
"Özür dilerim, seni koruyamadım." Diye fısıldadı. Gözlerinden akan yaşlar uzun zaman sonra yenildiğinin habercisiydi. "Ben bunca yıl senin acını yaşadım. Ama senin öldüğünü sandım. Mezarını bile görmeden öldüğünü sandım. Özür dilerim." Dediğinde bunca yıl yapamadıkları kör bir ateş gibi yumru yaptı.
Ne sevdiği kadını koruyabilmişti, ne de çocuklarını.
Hanife gözlerini yavaş yavaş açarken nefesini acıyla verdi. "Hanife..." Dediğinde sesi kısık çıkmıştı.
"Yavuz..." Dediğinde sevdiği kadının sesini onca yıl sonra görmek onun özlemini daha da artırdı. "Sen misin?" Dediğinde Yavuz başını salladı.
"Benim Hanife'm benim" dediğinde diz çöküp Hanife'nin avcunu öptü. "Ben bunca yıl seni öldü sanarken sen neler yaşadın?" Dediğinde bir şey diyemedi.
"Yavuz seni, sizi çok özledim." Dediğinde Yavuz mutluluk ile gülümsedi. "Seni ve evlatlarım. Hazal ve adını bile bilmediğim oğlum... Tuna'ymış." Dediğinde nefesini verdi.
"Onlar nerede?" Dediğinde nefesini verdi. "Tuna bana oğlum olduğunu söylediğinde bayıldım. Şimdiden onlar nerede?" Dediğinde Yavuz bir şey diyemedi.
"Nerede onlar Yavuz?" Dediğinde Yavuz zorlukla konuştu.
"Sana söz veriyorum onları bulup getireceğim." Dediğinde Hanife nefesini zorlukla verdi.
"Hazal bana kendinden bahsetti. Sende kendin anlat bana kızını, kızımızı..." Dediğinde gülümsedi.
"Anlatacağım ama seni önce doktorlar kontrol etsin olur mu? İyi olduğunu bilmeye ihtiyacım var." Dediğinde Hanife başını salladı.
Doktorlar onun için birçok test yaptırdı.
Bazı kan değerleri biraz düşüktü. Onun dışında fiziken sağlıklıydı. Ama bunca yıl zor şeyler yaşamıştı. Burada işleri tamamen bitince onun için en iyi psikiyatristleri tutucaktı.
O sırada Hasan hastane koridorlarında duyduğu haberin şaşkınlığı ile direk annesinin odasına koştu. İçeri girdiği an gördüğü kadın onun annesiydi. Yanında eşi ona destek olmak için yanındaydı.
Hasan odaya girdiği an yıllar sonra annesini gördü. Hanife oğluna baktığı an tanıyamadı.
O yüzden hafif korktu. "Anne" diyen ses ile karşısındaki oğluna baktı. "Hasan ben anne" derken çaresizdi.
Hanife uzunca bir süre oğlunu inceledi. "Oğlum" demesi onun en büyük mutluluğu oldu. "Canım annem" gidip annesine sıkıca sarıldı.
Hanife bunu istemese de karşı gelemedi. Hasan annesine sıkı sıkı sarılırken eşi sadece izledi.
Hasan annesinden ayrıldığında annesinin yüzünü gördüğü an sevinci gitti. Annesinin onu istemediğini yüzünden gördü. İçeri giren Yavuz ile ona baktı.
"Biz çıkalım" demekle yetindi Hasan. Çıkmadan önce Yavuz onun omzunu destek olma niyetiyle sıvazladı.
"Daha iyi misin Hanife?" Dediğinde Hanife başını salladı. Çoğu kişiyi görmek istemiyordu. İnsanlara kolay alışamayacaktı. Yanında sakın olabildiği tek kişi Yavuz'du.
"İyiyim" dediğinde nefesini verdi. "Bunca yıl, seni ve evlatlarıma olan hasretim ile yaşadım ama çocuklarım yoklar." Dediğinde Yavuz az önce isteksiz bir şekilde çıkan Hasan'ın konusunu açamadı.
"Hasan'ı düşünüyor olabilirsin Yavuz ama ben onun yüzünü gördüğüm an hazırladıklarımı kaldıramıyorum." Dediğinde Yavuz acı ile gözlerini kapattı.
"Biliyorum ve seni hiçbir şeye zorlamayacağım." Dediğinde tebessüm etti.
"Hadi anlat şimdi, ben yokken neler oldu?" Dediğinde Yavuz nefesini verdi.
"Hazal'ın bunca yıl benim kızım olduğu halde bunu anlamadım" dediğinde Hanife acı ile gözlerini kapattı.
"Oğlum desen varlığından bile haberim yoktu. Hazal'ı bunca yıl uzaktan korudum, kolladım. Gerçeği öğrenmediğimiz zamanlarda beni baba yerine koyduğunu söyledi. Bunun için o zaman çok sevinmiştim. Ama şimdi ise ne düşüneceğimi bilmiyorum." Dediğinde Hanife bir şey diyemedi.
"İsmini Hazal koymandan bile anlamalıydım, ama anlamadım." Dediğinde Hanife onun elini tuttu.
"O Hazal'ı benim yanıma getirmişti. Hazal ile konuştuk. Bana bir kızı olduğunu söyledi. Eşini çok sevdiğini ve onun da onu çok sevdiğini." Dediğinde gülümsedi.
"Onları tanımak istiyorum." Dediğinde Yavuz gülümsedi.
"Torunun Mavi şuan burada değil ama Hazal da isterse zamanı gelince onu görmen için elimden geleni yapacağım." Dediğinde Hanife gülümsedi.
"İster, kendisi söyledi." Dediğinde başını salladı.
"Hazal evli ve mutlu ama oğlun da birine abayı yaktı. Yakında evlenmek gibi düşünceleri var." Dediğinde dikkatle dinledi Hanife.
"Gelinini ve damadını tanımak ister misin?" Dediğinde başını salladı.
Gülümsedi Yavuz "bekle"
Dışarı çıktı. "Defne, Alparslan" ikisi de direk ona döndüler.
"Buyrun başkanım." Dediğinde Yavuz "Hanife gelinini ve damadını tanımak istiyor." Dediğinde Defne utandı. Alparslan ise heyecanlandı.
"İçeri girin." Dediğinde ikisi de içeri girdiler. Hanife onlar ile tanıştı. Hatta torununun fotoğrafını bile gördü. Bu mutlu anı bozan aldıkları istihbarattı.
Hanife'yi hiç istemese de yalnız bırakmak zorunda kaldı. Şimdi evlatlarını alma vaktiydi.
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
56.52k Okunma |
4.62k Oy |
0 Takip |
72 Bölümlü Kitap |