Normalde haftada bir demiştim ama biraz taslak birikince bu hafta iki bölüm atmaya karar verdim.
İyi okumalar fıstıklarım.
Sonunda bileklerimin rahatladığını hissediyorum.
O prangalardan kurtulmak bana o kadar iyi geldi ki, ama o prangaların tekrar bileğime geçmemesi gerekiyordu.
Evde pek bir kişi olduğunu söyleyemem, bu yüzden sıkıntı çıkarmadan evden çıktık. Annemi ve kendimi korumak oldukça zordu.
Mecbur olmadığım sürece silah kullanamazdım. Bu diğerlerini benim yanıma çekerdi.
Bir köy meydanındaydık. Bu köy meydanında önce dinsizlerin hakkından gelecektim. O sırada da annemi güvenli bir yere saklamam lazımdı.
İlerlerken gözüme kestirdiğim ahırlığa ilerlettim annemi, kapıyı açıp içeriyi kontrol ettim. "Anne, buradan bir yere ayrılma!" Sesim istemsiz emir verir gibi çıkmıştı.
Annem başını salladı. En azından aklım onda kalmayacaktı. Annemi ahırda bırakıp ilerledim. Önce bunların icabına bakacaktım.
Şimdi yeteneklerimi gösterme zamanı gelmişti. İlerlerken önüme çıkanlar ile bir duvarın arkasına saklanmak zorunda kaldım.
"Onu bulun!" Diyen ses ile nefesimi güçlükle verdim.
"Sakın ölmesine izin vermeyin yoksa Kuzgun bu sefer bizim derimizi süzer." Dediğinde gülmemek için zor tuttum kendimi.
Hepsini tek bir güç almıştı. Korku...
"Diğer gelen esiri nereye götüreceğiz?" Dediğinde kaşlarımı çattım. Diğer esir kimdi?
Bilmiyordum. Onlar gidince içime bir nefes çektim.
Gece çökmüştü. Ben ise hala ne yapacağımı bilmiyordum. Yardım istemem lazımdı. Bu yerden de annemi alıp kurtulmam gerekiyordu. Peki ya diğer esir?
Bilmiyorum ama bulacağım.
Ayak seslerini duydum. Taş zemine bastıklarında çıkan her ses, benim için bir davetti.
Yaklaşıyorlardı, üç kişilerdi. Belki de daha fazlası...
Ama ben bir kişiydim. Hepsine yeterdim. Elimi yavaşça toprağa koydum, avucum toprağa değdi. Nemliydi.
Sol elimdeki bıçağı sıktım. Sağ elimin parmakları silahımın kabzasında duruyordu ama onu kullanmak ses demekti.
Ve şuan sessizlik benim en sadık yoldaşımdı.
İlk adam köşeyi dönerken eğildim. Nefesini duydum, kalbini bile hissedebilirdim. Bir adım daha attı. Ve ben, bir bölge gibi arkasına geçip ağzını kapattım.
Bıçağım kaburgalarının arasına girerken, titreyen nefesini yüzümde hissettim. Gözleri bir anlığına benimkine takıldı.
Ama sonra dondu. Yavaşça yere bıraktım onu.
Bir yaprak gibi hafif. Bir günah gibi sessiz...
İkinci adamın ayak sesi hızlandı. Arkadaşının yokluğunu fark etmişti. Ama çok geçti. Duvara yaslandım, geldiği an omzundan içeri sarkıp dizimle burnunu kırdım. Adam sendeledi, tabancasını çekmeye çalıştı ama ben çok hızlıydım. Bıçak değil bu sefer dizim konuştu. Boğuluyordu, sessizce... Tam da istediğim gibi.
Arkamdan geleni görmemiştim ama hissettim. Reflekslerim bana sadıktı. Döndüm, eğildim, yere çöktüm. Silahın kabzasıyla dizine vurdum. Adam çığlık atmadan yere çöktü. Ama bu sefer onu sersemletmek yetmezdi.
Ellerimi kullandım, bir dövüşçü gibi değil, bir hayalet gibi. Omzundan tutup başını duvara çarptım. İkinci kez, üçüncü kez. Kan taşlara bulaştı, adam devrildi.
Köy sessizdi ama sessizliğin içinde çılgınlık dolaşıyordu artık. Benim çılgınlığım.
Bir kapı açıldı. İki kişi çıktı. Yüzleri bana dönüktü. Bu sefer bıçak işe yaramazdı. Silahımı çektim.
İki kurşun...
İkisi de alınlarından geçti. Birincisi yere düşerken, ikincisi çoktan ölmüştü.
Artık fark edilmişimdir, silah sesi yankılandı.
Koş, kendime sadece bunu söyledim.
Evlerin arasından kurşunlar kulağımın dibinde vızıldıyordu. Ama ben daha hızlıydım. Eğildim, sıçradım, bir damın çatısına tırmandım. Oradan başka bir dama atladım. Biri peşimdeydi, geriye bakmadım. Çünkü kaçmıyordum. Pozisyon alıyordum.
Evin köşesinden ani bir dönüşle aşağı atladım. Adam üstüme geldiği an onun bacağından kayıp arkasına geçtim. Boğazına sarıldım. Boynunu tek hamlede çevirdim. Kırıldı, düşerken silahını aldım.
O silahı yerdeki diğer pisliklere doğrulttum. Üç kurşun daha.
Ama mermi bitmişti ve önümde dört kişi daha vardı.
Yavaşça elimdeki silahı yere bıraktım. Bıçağı geri çektim. Geliyorlardı. Dördü birden saldırdı.
Ama ben Hazal'dım. Yavuz Üstündağ'ı. Kızıydım.
Ve bu savaş benim sahnemdi.
İlki yumruk attığında başımı eğdim. Dirseğimle midesine indirdim. İkinci adam bıçağını kolumdan sıyırdı ama ben onun bileğini tuttum, kendi bıçağıyla onu yere serdim. Üçüncü adam saçlarımdan çektiğinde dişlerimi sıktım, dönüp dizimi kasığına geçirdim. Sonuncusu silahı doğrulttu ama silahı yere düşmeden önce, ben çoktan onun boğazına çökmüştüm.
Nefes nefeseydim, ayaktaydım ama hepsi yerdeydi.
Beni kolay kolay durduramazlardı. Burası güvenli değildi hemen buradan uzaklaşıp iyi bir yere sallanıp biraz soluklanmaya ihtiyacım vardı.
Mermilerini aldım.
İlerleyeceğim esnada, tam sekiz kişi önümde durdu. Hadi ama tam zamanıydı.
Tamam ikinci rount başlasın.
Tam dövüşe hazırlanacaktım ki geride biri beni sıkıca tutup silahın namlusunu başıma dikti.
Nefesim kesildi, ne yapacağımı bilemedim. Yakalanmış olamazdım değil mi?
"Silahlarınızı indirin, yoksa kız ölür!"
Bu ses bana çok tanıdık gelmişti.
Tuna...
İkizim şuan başıma silah dayamış bulunmaktaydı. Onunla gerçekleri öğrendikten sonra böyle bir şekilde karşılaşacağımı hiç tahmin etmemiştim.
Hepsi ne yapacağını bilemedi, birbiriyle bakıştılar. En sonunda istemsiz bir şekilde silahlarını attılar. Ellerimi iki yanımda bağlamıştı Tuna.
Ellerimi hareket ettiremiyordum. Elime soğuk birşey dokunduğunu hissettim.
"İlk dördü sende" diye kulağıma fısıldadığında nefesimi fark ettirmeden verdim.
Beni kullanmasını hiç hoş değildi. Gerçeklerin farkına vardı mı? Bilmiyorum ama umarım varmıştır. Ona anlatarak zaman kaybetmek istemiyorum.
Her şey bir anda oldu. Dördüne sıktım. O da diğerlerini hedef aldı. Geri çekildiğimde göz göze geldik.
"Tuna..." dediğimde ne diyeceğimi bilmiyordum. Karşımdaki benim ikizimdi. Benim ikizimdi ama bana da yabancıydı, diğer yarımdı ama yabancıydı.
"İyi misin?" Diye sorduğunda başımı salladım. Konuşamadım.
"İyi olmana sevindim Hazal, herkes seni çok merak ediyordu. Hadi buradan gitmemiz lazım!" Beni kolumdan tutup ilerletti. Ona uyum sağladım.
Bu köyden çıkmaktı amacı, ama ben annemi almadan buradan asla gitmezdim. Ben ilerlemedim, durdum. Tabi ki bunu fark etti. Bana döndü.
"Hadi Hazal!" Dediğinde başımı olumsuz anlamda salladım.
"Olmaz" dediğimde nefesini verdi. Yanıma yaklaştı.
"Buradan kurtulmamız lazım Hazal, intikam almak istemiyor musun? Önce buradan kurtulmamız lazım, inat etme hadi!"
Dinlemedim onu, "o olmadan gidemem!" Dediğimde ne diyeceğini bilemedi ama sanırım artık sabrı taşmıştı.
Benim ikizimdi, ama o bunu bilmediğimi sanıyordu. Ya da o bunu bilmiyordu. Şimdi yüzleşmemiz için bende hazır değildim.
"Hazal ne saçmalıyorsun?" Diye sakince konuşmaya çalıştı. Annem yaşıyor dediğimde o da annesinin yaşadığını öğrenecekti.
"Onu getireceğim ve öyle gideceğiz Tuna!" Arkamı dönüp ilerlediğimde Tuna kolumdan sertçe tuttu.
"Kim Hazal? Kimi getirmek istiyorsun?" Dediğinde sakin olmak için kendini zorladığını görebiliyordum.
Buruk bir tebessüm ettim. "Annem..." Diye fısıltı ile konuştuğumda Tuna uzunca bir süre sessiz kaldı.
Kaşlarını çattı, "onun uzuvlarını ne yapacaksın Hazal? lütfen"
Hayla anlamıyordu değil mi?
"Tuna anlamıyorsun" dediğimde sertçe nefesini verdi. "Açıkça anlat Hazal. Anlat ki anlayayım" dediğinde nefesimi verdim.
"Kuzgun sakladı, annemin öldüğünü sanmamızı istedi ama ölmemişti. Yaşıyordu, bunca zaman yaşıyordu." Dediğimde tepki veremedi. Gözlerinde anlam veremediğim bir duygu, ne demek istediğini anlamıyordum.
"Benim annem yaşıyor Tuna. Hanife Duran yaşıyor!" Tepki veremedi.
Gözlerinde ne düşüneceğini bilmeyen bir ifade vardı. Gözümden bir damla yaş düştü. "Ben onu bırakamam, istersen sen git ama ben annemi almadan gelmeyeceğim" dediğimde arkamı dönüp ilerledim.
Annemi alacaktım, annemi kurtaracaktım.
Tuna da peşimden ilerledi. Geldiğimiz ahırda sağımıza solumuza baktık. İçeri gireceği esnada onu durdurdum. "Annem seni tanımıyor, seni yanlış anlayabilir" dediğimde yutkundu. Annesinin onu tanımadığını böyle yüzüne vurmak benim de canımı acıttı.
Kırgınlığını gizlemeye çalıştı. "Nasıl istersen?"
Ahıra girdiğimde annem yerde oturuyor ve dua ediyordu. Annemin yanına ilerledim. "Anne" diye fısıldadığımda korku ile bana baktı. İrkildi, korkmuştu.
Yaşadıklarından dolayı bu tür şeylerden korkuyordu. Bunların hepsini unutturmak için elimden geleni yapacaktım.
"Gitmemiz gerekiyor anne" ayağa kalktı. Yanıma geldi, başını salladı. Gülümsedim.
Dışarı çıktığımızda Tuna'yı gördü. Tuna yerinde dikleşti. Annemi uzun uzun inceledi. Yutkundu, vücudu gerildi. Biliyordu. Bu tepkisinden sonra anlamıştım.
Annem karşısındaki kişinin oğlu olduğundan bir haber bana korku ile Tuna'yı gösterdi. "Ondan korkma anne"
Tuna bize bakarken başını yere eğdi. Tuna'ya döndüm. Annemin elini sıkı sıkı tuttum. "Hadi!"
Annemi yıllar sonra buradan kurtarıyordum. Annem etrafa garip bakışlar atarken onu buradan evlatları olarak çıkarttık.
"Geçti annecim"
Bugün annemi özgürlüğüne iki evladı kavuşturmuştu.
(...)
Elif'in anlatımından
Acılar, şehitler, mezarlar, hastaneler.
Sanırım benim kaderim bunlardı.
Bu kaderden kaçmak için çok uğraşmıştım.
Ergenliğim, yada çocukluğumun aslında çok güzel geçtiğini düşünmüştüm. Aslında acıları unuttuğumu bilmeden.
Terk edilmiştim, acı bir şekilde terk edilmiştim. Ben ölüme terk edilmiştim. Kendi öz babam beni ölüme terk etmişti.
Bu benim için ne kadar acıydı?
Benim annem iğrenç bir insandı. Oysa ben onu ne kadar çok sevmiştim. Karnında doğmadan ölen bebeği babamın deyip kandırmaya çalışmıştı.
Babamı aldatmıştı. Bunun babam için ne kadar acı olduğunu biliyordum. Onun kızı olmamdan şüphe ettiğini ve bunun doğru olduğunu söylediğini de biliyordum. Ama ölüme bırakmak biraz fazla değil mi?
Babam benim hep kahramanımdı. Tabi ki bir zamanlar...
Gerçekleri öğrendiğim gibi ikisinin ölmeleri ile ne hissedeceğimi şaşırmıştım.
Öğrendiğim gerçeklerin yükü ile yalnız kalmıştım. Hazal beni yalnız bırakmamak için uğraşmıştı. Onun hakkını yiyemezdim ama yetmemişti.
O daha kendine bile yetemiyordu o zamanlar, bana nasıl yetsin?
Onun sevgi göstermek için yapabileceği bir şey yoktu.
Onunla ilk tanıştığımız zamanlar onu pek sevmemiştim. Kabul ediyorum, ondan nefret bile etmiştim. Bir insan ergenliğin de bile sessiz ve yalnız olabilir miydi?
O kimse ile arkadaş olmazdı. Yanına geleni direk gönderirdi. Birgün neden yaptığımı bile bilmiyorum. Onun yanına gelip oturmuştum. Onunla konuşmak için elimden geleni yapmıştım.
Genellikle sessiz kalmıştı ama yine de beni dinlemişti. Ona anne ve babamı anlattığımda yüzünde oluşan burukluğu hiç unutamıyorum.
Ona anne ve babasının sorduğumda sessiz kalmıştı. Cevap vermemişti. Arkadaş olmayı düşünmüyordum onunla, ama ona sürekli yakın olmak istiyordum. Sanki onun acısını içimde hissediyordum. Belki de o sessiz gizemli yanının nedenini öğrenmek istiyordum.
Hazal'a hiç söylememiştim bu düşüncelerimi, artık önemi de yoktu. Onun için de olmayacağına emindim.
Geçmiş geçmişti. O anne olunca öğrenmişti her şeyi, onunla ara sıra konuşmaya başlamıştım. O da artık belki sevmiş yada bana alışmıştı. O zaman için bilmiyorum.
Ama kendi hakkında hiçbir şey söylemiyordu. Dayanamadım, bu gizemini merak ettim. Yaptığım doğru değildi ama yaptım.
Onu takip ettim. Evini, ailesini merak ettim. Fakat sonuç hüsrandı. Onun yetimhaneye girdiğini görünce gerçeği idrak ettim.
İçim büyük bir boşluk ile doldu. Anlamıştım ona anne ve babamı her anlattığımda yüzünde oluşan burukluğu...
Onun yakınında olmaya alışmıştım. Aynı zamanda ona da alışmıştım. Onu sevdim, kardeşim gibi onu sevdim. O da beni sevdi. Bu sayede birbirimizin ailesi olduk.
Kimsesiz kaldığımda bana kimsesiz hissettirmedi. Ailemi kaybettigimde Hazal ile ayrı bir eve çıktık. Bir o çalıştı, bir ben.
Birbirimize kol kanat gerdik. Benim birkaç ilişkim oldu ama pek ciddi olduğu söylenemezdi. Hazal bunu istememiş ama karışmamıştı.
Ben üniversiteye o ise askeriyeye gitmeye başladığında hayatımız mükemmeldi. Durumumuz garip bir şekilde iyiydi. Hiçbir zaman para sıkıntısı çekmedik. İş yerlerimiz fazla eliboldu.
Ya da biz öyle sanmıştık.
Alparslan'ı öğrendiğimde Hazal istemediği için ona her şeyi yaptım. Çöp kocasını başından dökmek mi dersiniz?
Ayakkabılarının içini yapıştırıcı sürmek mi dersiniz? Kovmak mı dersiniz?
Terlik bile atmıştım. Hazal'ın onu sevdiğini ama buna hazır olmadığını biliyordum. Alparslan bana isyan etmekte haklıydı ama ben o zamanlar her şeyi Hazal için yapmıştım.
Alparslan'ın Hazal'ı gerçekten sevdiğine inanıp ona kardeşimi emanet etmiştim. Peki o ne yapmıştı?
Kardeşimi acı içinde bırakmıştı. Hazal'ın hamile olduğunu öğrenmek bile bana büyük bir acı vermişti.
Yıllar sonra Ankara'ya geldiğimde ise her şey değişmişti. Onu görmüştüm. Yıllar sonra...
Karan... Çocukluğum, mutluluğumdu benim.
Onunla yıllar sonra ilk karşılaşmamızdan sonra bir daha hiç kopmamıştık.
O gün o sapkın serserilerden beni kurtarmıştı.
Onunla olan her anımız benim için unutulmazdı. Onunla olmak, çocukluğumu ve eski beni tekrar gün yüzüne çıkarmıştı.
Ona öyle bir çekilmiştim ki, o benim her şeyim olmuştu. Bir erkeğe kahramanım demeyi bırakalı çok olmuştu. Çünkü babam beni büyük bir hayal kırıklığına uğratmıştı. Karan sayesinde tekrar öğrendim.
Bir erkeğe tekrar güveneceğimi düşunmüyordum. Ama güvenmiştim. Ben Karan'a güvenmiştim. Biz evlenecektik, mutlu olacaktık.
Ama şuan gördüğüm manzara sanki bunu imkansız yapıyordu.
"Karan!" Diye haykırışım bitmedi. Alparslan yanıma gelip beni sıkıca tuttu.
"Sakinleştirici yapın hemen!" Ondan kurtulmaya çalışıyordum ama imkansızdı. Çok güçlüydü, "bırak" diye fısıldadığımda bırakmadı.
"Elif lütfen" dedi çaresiz bir sesle, çaresizdi. Alparslan çok çaresizdi. Nasıl olmasın sevdiği kadın yoktu. Ne halde olduğunu bile bilmiyordu.
Birileri gelip bana sakinleştirici yaptıklarında gözlerim kapandı. Vücudum gevşedi. En sonunda ise bilincim beni terk etti.
(...)
Gözlerimi açtığımda bir odanın içindeydim. Defne koltukta düşünceli bir şekilde oturuyordu. Bir zamanlar aynı hastanede çalıştığımız için iyi kötü konuşukluğumuz vardı.
"Defne" derken kalkmaya çalıştım. Defne uyandığımı anlayınca derin bir nefes verdi. Zorlukla kalktım. "Noldu bana?"
"Sakinleştirici verdiler." Dedi. Başımı salladım.
Her şey aklıma bir bir geldi. "Benim Karan'ın yanına gitmem lazım" diyerek yataktan çıkacaktım ki Defne beni durdurdu. "Hala ameliyatta Elif, bir şey olsa söylerlerdi."
Umrumda değildi, onun yanında olmam lazımdı. Onun bana ihtiyacı vardı. "Defne lütfen"
Kalkmama izin vermedi. Zorladığım esnada içeri Alparslan girdi. O umrumda bile değildi.
"Karan'ın durumu nasıl?" Diye sorduğumda "aynı" demekle yetindi.
Kalkacağım esnada Defne beni yine durdurdu. Alparslan, Defne'ye acımış olmalı ki "sen git ben ilgilenirim" dedi.
Defne itiraz etmedi. Defne çıkınca Alparslan ile yalnız kaldık. "Alparslan Lütfen bir şey söyle, Hazal nasıl?"
Alparslan kısa bir süre sustu. "Bilmiyorum Elif" dedi en sonunda. Yutkundum, önce Karan sonra Hazal mı? Hayır hayır gitmezlerdi.
"Karan bazı şeyleri anlattı ama ben hala anlamıyorum" dediğimde Alparslan başını salladı.
"Anlatırım Elif." Dediğinde ilk defa bana karşı ılımlıydı.
"Hazal bir teröristin kızı mı?"
Alparslan nefesini verdi. "Herkes öyle sanıyordu ama değil" dediğinde anlamadım.
"Peki ya annesi?" Diye sorduğumda cevapladı.
"Annesi Hanife Duran, yıllar önce öldürüldü." Alparslan böyle anlatmaya başladı ve konu en garip şeylere geldi.
Tüm gerçeklerde öyle şaşırdım ki, ama Hazal'a daha çok üzüldüm. Ama beni üzen şey bir ikizi olmasıydı.
Onu bu konuda biraz kıskanmış olabilirim.
Alparslan hakkında tüm gerçekleri de anlattı. Onun adına üzüldüm. Nasıl üzülmezdim ki, Alparslan meğer her şeyi Hazal için yapmış. O ve Mavi için.
Nefesimi verdim. "Yaşadıkların için gerçekten çok üzgünüm" derken diyeceklerimi tartıyordum. "Sana bunca zaman yaptıklarım içinde"
Burukça gülümsedi. "Önemli değil, seni de anlıyorum."
Alparslan benim için bir abi gibiydi. Birbirimiz ile sürekli atışırdık ama yine de aynıydı.
"Bakıyorum da uzun zaman sonra benimle uğraşmıyorsun"
Homurdandım. "Emin ol halim olsa yapacağım ama yok!" Diye isyan ettiğimde güldü. "Bu haline alışık değilim, bir an önce eski haline gel."
"Karan uyansın, yaşasın. Hazal bulunsun, iyi olsun. İşte o zaman olacağım." Dediğimde gözümdeki yaşları görünce bana hafiften sarıldı.
"Merak etme her şey düzelecek." Ardından odadan çıktı ve gitti. Ben ise düşüncelerim ile baş başa kaldım.
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
56.53k Okunma |
4.62k Oy |
0 Takip |
72 Bölümlü Kitap |