59. Bölüm

58. Bölüm

Hatice Sare Tanır
haticemsare

Berbat bir haldeydim. Ne kadar olduğunu bilmediğim gündür buradaydım, bana sadece ilaçlar veriyorlardı. Başka hiçbir şey yapmamışlardı, tabi ki başını saymazsak.

Bu ilaçları daha önce görmüştüm. Bir gün bu ilaçlara maruz kalacağımın da bilincindeydim. Ama şimdi elimden bir şey gelmiyordu. Serhat yanıma gelip annemin bana olan sevgisini bana anlatması garipti ama annemin beni sevdiğini bilmek beni mutlu ediyordu. Onca şeyin arasında bu mutlu ediyordu.

Alparslan ara sıra yanıma uğrayıp biraz su ve ekmek getiriyordu. İstemesem de beni zorladığı için başka şansım kalmıyordu. Sadece buradan kurtulacağım günü düşünüyor ve bunun intikamını alacağım günleri bekliyordum.

Gözlerimi açtığımda kendime yavaş yavaş geldim ama bir anda yataktan kaldırılıp zorla yürütülmek benim için beklenmedikti. Ne olduğunu anlamadım ama direnemedim de.

Kuzgun'un adamlarından biri beni zorla ilerletiyordu. Ellerim önümde iplerle bağlıydı. Evin dışına çıktık, nereye gittiğimizi bilmiyordum. Evin dışında bir arabada bizi bekleyen Kuzgun'u gördüm.

Ona kötü bakışlarımı sürdürdüm. Beni gördüğünde alaylı bir ifade kuşandı. ''Seni güzel bir yere götüreceğim.'' Dediğinde kaşlarımı çattım. O sırada Alparslan bu tarafa doğru geliyordu.

Beni tutan adam yerine o tuttu beni, direnemedim. Ardından Kuzgun arabayı işaret etti. Gözlerim bir bezle bağlandı, nereye gittiğimizi bilmiyordum ve bu beni ürkütüyordu.

Arabaya bindiğimizde yanımda Alparslan vardı. Beni sıkıca tutuyordu ve ona direnemiyordum. Kuzgun'un keyifli olduğunu hareketlerinden anlamıştım. ''Beni nereye götürüyorsun?'' Dediğimde kısa bir süre sustu ve ardından ''ölümüne'' dediğinde buz kestim. Alparslan da bunu fark etti.

Yol boyunca başka bir şey demedim. Gözlerim bağlı olduğu için de etrafı göremiyordum. Araba durduğunda Alparslan beni indirdi. Tam ilerletecekti ki Kuzgun onu durdurdu. ''Sadece ikimiz olacağız.'' Dediğinde durmak zorunda kaldı.

Alparslan beni bıraktığında korkum daha da arttı. Kuzgun beni tuttuğunda buz kestim. Onun dokunuşundan tiksindim, ''bırak beni!'' Dediğimde çekiştirdi.

''Uslu ol'' beni zorla ilerletirken hiçbir şey yapamadım. Bir süre sonra durup beni yere attığında acıyı umursamadım. Onun karşısında böyle güçsüz duramazdım. Ayağa kalkacağım esnada beni tuttu. Nereye diz çöktüğümü bilemedim. ''Hazır mısın göreceklerine?'' Dediğinde korkuyordum.

Kısa bir süre bekledi ve ardından açtı. Gördüğüm mezar taşı ile içim titredi. Hanife Duran...

''Anne'' diye fısıldadığım an konuştu.

''Çok merak ettiğin annenin mezarındasın.'' Dediğinde kaskatı kesildim. Şimdi burada yatan benim öz annem miydi? Ellerim zorla toprağa değdi. Kaskatı kesildim, saçlarımı sıkıca tutup mezar taşına yaklaştırdı. ''Bak şu toprağa annen senin yüzünden burada, senin için kendini feda ettiği için.'' Dediğinde ağlamamak için zor tuttum kendimi.

''Gerçekten annen belki de mutlu olabilirdi ama sen onun mutlu olma şansını tamamen elinden aldın.'' Dediğinde susmasını istedim. Annemin mezarında bari onu rahat bıraksın istedim ama yapmadı.

Mezar sadece topraktan ve taştan ibaretti. Toprak kupkuruydu, içinde belki kefeni bile yoktu. Vücudunun parçalarının bazıları belki de bu mezarın içinde değildi.

Gözümden akan yaşlara direnemedim. ''Anne'' diye fısıldadım mezara doğru, ''kızın geldi.''

Annemi yıllar boyunca aramıştım ve bulduğum tek şey bir avuç topraktı. İskender bana acıyarak baktı, gerçekten de acınacak bir haldeydim. Canımın acısı sızım sızım artıyordu.

Ben sanki göğsüme bir kurşun yemiştim. Her şey bambaşka olabilirdi biz belki mutlu olabilirdik. Ama yanımda duran herif buna izin vermemişti, yanımıza gelen Alparslan'ı umursamadım. İskender'in onu çağırdığını bakışlarından anladım.

''Kaldır onu ve peşimden getir.'' Dediğinde ilerledi. Yanımızda sadece o değil adamları da vardı. Ben mezar taşına bakarken ne düşüneceğimi bilemediğim bir zamandaydım. Annemin acısını öyle yoğun hissediyordum ki. Bir anneye evladının mezarı bile çok görülmüştü.

Alparslan beni kaldırmak istediğinde ''kaldırma'' diye fısıldadım. ''Annemi bırakmak istemiyorum.'' Perişandım, Alparslan bu halimi gördü ama bir şey yapamadı. ''Hadi Hazal'' diyerek beni kaldırmak istediğinde direk konuştum.

''Hain olmadığını biliyorum.'' Tabi ki bunu ben ve ondan başka kimse duymadı. Doğruydu sözlerim ben onun hain olmadığını biliyordum.

Dosyalar için arada gizli dosya odasına girerdim. Şans bu ya, bir tane dosyayı düşürdüm. Onu yerinden koyacağım esnada Alparslan'ın fotoğrafını görmem benim için beklenmedikti. Dayanamadım ve açtım. Alparslan iki aylık görevdeydi o zamanlar.

Açtığım zaman bunca zaman yaptığı her şey detaylı bir şekilde anlatıyordu. O zaman anlamıştım dosyayı almasını engellediğim kişinin Alparslan olduğunu, Affan ile iş yapıyor gibi olabilirdi ama durum bunun tam tersiydi. Çok bilgi vermişti Alparslan bu doğru ama hepsinin bir yalandan ibaret olduğunu herkes biliyordu.

Affan'ın aşık çiftlere karşı ayrı bir zaafı vardı. Onları ayırmak en sevdiği şeylerden biriydi ve malesef bunlardan biri de bizdik. Affan'ın öyle bir güvenini kazanmıştı ki ama bu durum onun sonu olmuştu. İskender de Affan'ın böyle güvendiği bir adamı istemişti.

Bunu da biliyordum. Her şeyin başından beri bir oyun olduğunu biliyordum. Rol yapmakta oldukça iyiydim ve Alparslan'a oldukça iyi rol yapmıştım. Onu buna söyleyememiştim istemiyordum da. Onun yanında güvende olduğumu biliyordum ama öyle bir bitiktim ki, Alparslan'a söylemiştim bunu.

''Dosyanı okudum.'' Dedim.

Alparslan beni kaldırdıktan sonra ilerletti. Etrafını kontrol etti ama konuşmak için uygun bir zaman değildi. Sustu, susması gerektiği gibi sustu. Kuzgun'u gördüğüm an tenim tekrar buz kesti.

Alparslan'a yapması gereken teslimat ile ilgili birkaç bilgi verdi ve Alparslan'ın hemen halletmesi gerektiğini söyledi. O teslimat olmasaydı benim peşimden götürürdü.

Beni ilerletti ve artık yalnızdık. Bir anda kendimi kısa bir süre boşlukta hissettim, ardından belimde bir sızı. Gözlerimi açtığımda nerede olduğumun farkına vardım. ''Bu hayatta en sevdiğim öldürme yöntemlerinden biri'' dedikten sonra toprağı üzerime attı.

Topraktan kaçınmak için uğraştım. Öyle çok atıyordu ki, güçlü nefesler ve öksürükler verdim. Oldukça derin kazılmıştı. Canımın acısı da bu yüzdendi. Beni diri diri gömüyordu.

''Annen gibi ölmen benim işime gelmezdi. En azından anneni anlamanı sağlayıp vicdanını az da olsa dindirirdin.'' Evet bunun içinde diri diri gömecekti. Attığı topraklara karşı direnemiyordum.

Bir süre sonra durdu, kısa bir an bekledi. ''Öleceğini sandın değil mi?'' Dediğinde cevap vermedim. Alparslan'ın beni ne olursa olsun kurtaracağını bildiğim için öleceğimi düşünmemiştim. ''Daha bunun için erken'' dedikten sonra gitti.

Ne tepki verebiliyordum, ne de başka bir şey. Alparslan'ı gördüğüm anda içime yayılan güven duygusu yerini belli etti. Hiç düşünmeden atladı yanıma.

''Hazal'' dediğinde beni kaldırıp üzerimdeki tozlardan beni arındırmaya çalıştı. Berbat haldeydim ve bu onun daha çok canını yakıyordu. Artık canım acıttıkça canının benden daha çok acıdığını gizlemiyordu.

Bana sarıldığında tepki veremedim. Tamamen sarılmadı, yoksa üzerinde toprak anlaşılır ve şüphe çekerdi. ''Özür dilerim güzelim.'' Diye fısıldadığında hareket edemedim. Ellerim bağlı olduğu içinde ona sarılamadım. Gözlerimi kapattığımda tüm sesleri duyuyordum ama gözlerimi dinlendirmeye ihtiyacım vardı.

Alparslan beni kucakladığı gibi mezardan çıkardı. İlerletti beni, ben hiçbir şey yapamadım. Gözlerimi tekrar açtığımda annemin mezarını gördüm. Özür dilerim anne benim yüzümden yaşadığın her şey için özür dilerim.

Alparslan beni arabaya ilerlettiği sırada Kuzgun'un sesini duydum. ''Haplar yine kendini göstermiş.'' Dediğinde Alparslan cevap vermedi. Beni arabanın içine yerleştirdiğinde Kuzgun'un buz gibi sesini duydum.

''Bir süre sonra haplar ve bugün sayesinde daha fazla dayanamayacak.'' Dediğinde uykuya karıştım.

(...)

Kuzgun konuştu. ''Onu o topraktan iyice arındır, göz zevkimi bozmasın.'' Dediğinde gözünü oymamak için zor durdu. En son söylediği şeyler de bu olmuştu. Kalan işlerini de hallettikten sonra çıktı. Hazal'a kıyafetler almıştı.

O poşeti alarak Hazal'ın odasına ilerledi.

(...)

Ne yapacağımı bilmediğim bir şekilde yatakta öylece yatıyordum. Ellerim ve ayaklarım prangalı olduğundan elimden bir şey gelmiyordu.

Kapının açılması ile gelen Alparslan' baktım. Tam konuşacağım esnada beni susturdu. Bende mecburen sustum. Önce ellerimi sonra ayaklarımdaki prangayı çözdü. Poşeti de alarak beni kucakladığında karşı koymadım. Her yanım toz toprak içindeydi.

Banyoya girdiğimizde direk kapıyı kilitledi. ''Hazal'' diye fısıldadığında ona baktım. Duşa kabinin içine soktuğunda suyu ayarlamaya başladı.

''Alparslan'' dediğimde bana baktı. En sonunda bana döndü, ''sen bunu nasıl öğrendin Hazal?'' Dediğinde bir şey diyemedim.

''Madem öğrendin güzelim, neden bu kadar canımı yaktın?''

Konuştum en sonunda, ''şüphelenmemeleri için'' dediğimde cevap veremedi.

''Hazal'' dediğinde konuşmakta zorlanıyordu. ''Seni burada koruyamadığım için, acı çekişine izin verdiğim için özür dilerim.'' Dediğinde reddettim. Onun bir suçu yoktu.

O an karşı koysaydı, ikimiz içinde daha acı olurdu. ''Kendini suçlama Alparslan'' diye fısıldadım. ''Senin bir suçun yok.''

''Bu hayat beni hep seninle sınamak zorunda mı?'' Dediğinde cevap veremedim. Bana sıkı sıkı sarıldı.

Bende ona sarıldım. Kokusunu içime çekmeyi özlemiştim, ''gerçekleri öğrendiğinde sana destek olamadığım ve senden sakladığım için özür dilerim.'' Bir şey diyemedim.

Bu konuda herkese olduğu gibi ona da kırgındım. O da benden saklamıştı kim olduğumu ama belli etmedim. ''Sen kim olduğuma rağmen beni sevmeye devam ettin ya, gerisi aslında o kadar önemli değilmiş.'' Tebessüm etti ama buruk bir tebessüm.

''Hazal'' dediğinde ona baktım. Üstümdeki kıyafetleri çıkarttı, karşı koymadım. ''Dikkat et, özellikle de duyacağın şeylere karşı'' dediğinde kaşlarımı çattım. ''Ne duyacağım?'' Diye sorduğumda sıkıntılı bir nefes verdim.

''Bilmiyorum, malesef bilmiyorum. Kuzgun'un senden gizlediği bir gerçek var.'' Dediğinde benimle konuştuğu an aklıma geldi. Gerçekler demişti, daha bilmediğin gerçekler. Bilmediğim nasıl bir gerçek vardı?

''Bu gerçeği Serhat'a bile söylemedi. İlk senin öğreneceğin bir gerçek.'' Dediğinde öğreneceğim gerçekten korktum.

''O gerçek seni yıpratmasın ve doğru mu yoksa yalan mı söylüyor diye şüphe etmene gerek yok. Doğru olduğuna eminim, bunca zaman Serhat bile o gerçeği öğrenmeye çalıştığına göre gerçek.'' Dediğinde kaskatı kesildim.

Suyu üzerime tuttuğunda irkildim. Saçlarımı özenle yıkamasına sessiz kaldım. ''Geçecek güzelim, söz veriyorum geçecek.'' Dediğinde göz yaşlarımı tutamadım.

Gözyaşlarımı akıttım sevdiğim adamın yanında. ''Annemin mezarını gösterdi bana.'' Dediğinde Alparslan'ın da gerildiğini anladım. ''Beni diri diri gömmeye çalıştı.''

''Hepsinin bedelini ödeteceğim.'' Dediğinde gülümsedim.

''Biliyorum.'' Onun yanında kendini zor tuttuğunu biliyordum.

Saçıma bir öpücük kondurdu. Onun kollarının arasında olmak beni her daim güvende hissettiriyordu. ''Kızımız çok korkmuş mudur?'' Diye sorduğumda cevapladı.

''Bizi beklediğine eminim ve biz ona gideceğiz Hazal. Kızımıza kavuşacağız.'' Umarım kavuşurduk. Son güllerde anne yanımda olacak mısın? gibi sorular soruyordu. Korkuyordu ve sanki hissetmiş gibi benimle daha çok vakit geçirmeye çalışıyordu. Çocuklar her daim hissederdi.

Benim kızım da hissederdi. Annem olsaydı torununu sever miydi?

Kollarının arasında kaldığımda ''o hapları içmemen için bir yol bulacağım.'' Dediğinde bir şey diyemedim. Umarım demekten başka gelmedi elimden hiçbir şey.

Alparslan'a güveniyordum, bu güvenimi de boşa çıkarmayacağını çok iyi biliyordum. Bunu ne olursa olsun iyi biliyordum. Bana bir silah çektiğinde bile bir bildiği var demiştim. Yine derdim, aksini iddia etse bile ona güvenmekten geri durmazdım.

(...)

Artık herkes bu bekleyişten bıkmıştı. Albay yıllar önce yediği içtiği ayrı gitmeyen arkadaşının yanına gitti.

Ona destek olmak istiyordu. Bu zor zamanında yanında olmak istiyordu.

"Nasılsın Yavuz?" Dediğinde Yavuz ona baktı.

"İyi olduğum söylenemez Kudret." Dediğinde albay gözlem yeteneğini kullanarak "bu kadar mı çok sevdin Hazal'ı?" Dediğinde bir şey diyemedi.

"Ben onu kendi kızım bildim." Diyebildi sadece.

"Ne yaptın peki ona?" Dedi ciddiyetle. "Teşkilatta yanında olması dışında ne yaptın?" Dediğinde Yavuz, Kudret'in çoğu şeyi bilmediğini anladı.

"Sadece Teşkilatta değil, o yetimhanede iken onu orada gizlice izlerdim. Bunu sen de biliyorsun. Bazen çalıştığı yerlere gider paraya ihtiyacı olduğunu bildiğimden patronu ile konuşur, tüm çalışanlara verirdim ama tek amacı oydu. Ona zarar vermek isteyen kişilere karşı hep tetikteydim."

Devam etmesine gerek yoktu. "Bu hayatta çok hatamız oldu, özellikle de benim. Ailemin acısından bunca yıl ne yaptığımı bilemedim. Öz kızımı belki daha önce bulabilirdim. Ama hırsım beni engelledi."

"Benim keşkelerim de çok, Hanife'yi bunca zaman kurtarma şansım vardı ama olmadı." Dediğinde Kudret konuşamadı.

Elif o sırada yanında duran Ceylan'a hiçbir şey anlatmadan konuşuyordu. Ceylan'ın da hiçbir şeyden haberi yoktu.

Dizinde uyuyan ufaklığın da anne ve babasını çok özlemişti. Elif bu hasreti dindiremediği için üzgündü ama elinden de bir şey gelmiyordu. Ne gelebilirdi zaten.

Ceylan abisi ve yengesinin görevde olduğunu düşünüyordu. Bir bakıma da öyleydi.

Kuzgun hem Ceylan'a hem de Mavi'ye zarar verebilirdi. Bunun için gizli bir şekilde onu koruyan kişiler vardı ama hiçbiri bunu bilmiyordu.

Mavi anne ve baba hasretine daha fazla dayanmak istemiyordu. Bari ikisi birlikte gitmeseydi biri yanımda olsaydı diyordu.

Tuna ve Defne ise birlikte yan yanaydılar. El ele ve gökyüzüne bakarak. Defne başını Tuna'nın göğsüne koydu. "Ailem beni bitirdi." Dediğinde Tuna güldü.

"Buna gerçekten üzgün müsün?"

"Ne olursa olsun onlar benim ailemdi Tuna." Dediğinde bir şey diyemedi.

"Ama onlar kaybetti, onlar hem kızlarını hem de oğullarını kaybetti."

Bu saatten sonra olacak şey babalarının onları affetmesi olacaktı. Affederse ve evlenmelerine rıza gösterirse her şey eskisi gibi olabilirdi. Bu ailesinin kendi kararıydı.

İskender heyecanla söyleyeceği gerçekleri düşünüyordu. Çok az bir zaman kalmıştı.

Bu zamandan sonra ne olursa artık onlar için acı verici olacağını düşünüyordu.

Gerçekler bir pranga gibi seni zincirlere mahkum ederdi. Hangi gerçek zincire mahkum edecekti?

Kuzgun bu gerçeği 29 yıldır saklıyordu ve artık ortaya çıkmasının vaktinin geldiğini kendine hatırlatıyordu. Bu gerçeğin sonunda sadece acı olması istediği en büyük şeydi. Bu gerçeği bir acı haline getirmek için bunca yıldır bekliyordu. Şimdi ise zamanı gelmişti.

Serhat'a döndü, ''her şey hazır mı?''

Serhat ''hazır babam'' dediğinde hiçbir şey demedi.

''Bu gerçek ne? Bunca yıldır gizlediğin gerçek ne?'' Dediğinde Kuzgun sessiz kaldı. ''Seni ilgilendirmeyen gerçekleri kafana takma, işine odaklan.'' Dediğinde nefesini sertçe verdi.

Kuzgun, Hazal'ı alıp Serhat'ın tuttuğu bir evde ona gerçekleri gösterecekti. Fakat bilmediği şeyler vardı, Serhat gerçekleri öğrenmek için o eve gizli bir kamera takmıştı. O gerçekleri öğrenmek için bunu yapmıştı. Madem babası söylemiyordu, o zaman kendisi öğrenecekti.

Kıyamet yaklaşıyordu, kıyamet tahmin ettiklerinden bile daha yakındı.

 

 

Evet fıstıklar, sizce gerçekler ne olabilir? Yakında öğreniyoruz, gerçekler...

 

Bölüm : 16.05.2025 18:00 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...