Şuan Beyza Alkoç'tan imza almak için üç saattir bekliyorum ve o sırada hâlâ yazıyorum ya djdjdjdjdj bitmedi bir sıra
Korkmam gerekiyor muydu? Bana yapacaklarından korkmalı mıydım? Umurumda değildi, bana yapacakları umurumda değildi. O mikrofilmin yerini onlara asla söylemeyecektim.
Bana ne yapacaklarsa yapsınlar. Bu saatten sonra acıdan korkacak değildim, ben en büyük acıyı zaten kalbimde yaşıyordum. Bana en büyük acıyı o veriyordu. Kapı açıldı, içeri giren iki kişi vardı. Biri İskender diğeri de oğluydu. Yani aynı anneden olmayan abimdi kendisi, daha önce onunla aynı ortamda bulunmuşluğumuz vardı.
Defne o gün beni görmemesi için önüme atlamıştı değil mi? Görürse hemen tanırdı.
''Şimdi cevap ver Hazal, mikrofilm nerede?'' Dediğinde oldukça soğukkanlıydım. Bir bıçak çıkardı, o bıçağı yüzüme tuttu. Bir tepki vermedim, umursamadım. Bıçak tenimde ilerledikçe gerildim bir süre sonra, ''bana cevap ver yoksa canın çok yanar.'' Dediğinde kapı tekrar açıldı ve içeri Alparslan girdi.
Umursamadım, Alparslan biraz geriye doğru ilerledi ve sadece izledi.
''Cevap ver.'' Dediğinde alaycı bir tebessüm kondu dudaklarıma, ''bilmiyorum'' saçımı asıldı. Acıdan yüzümü buruşturdum ama konuşmadım.
''Anlaşıldı,'' dediğinde geri çekildi. Gözlerim Alparslan'a kaydı, nefret dolu bakışlarıma maruz kaldı. Başını eğmekle yetindi, yüzüme bile bakmadı.
Bir süre sonra sırtımın ortasında bir sızı hissettim. Ardından o sızı arttı. Bıçakla sırtımı kanatıyordu, oldukça da acılı yapmaya özen gösteriyordu. Canım yanıyordu, kabul ediyorum canım yanıyordu ama bu acı hiçbir şey değildi diğer acıların yanında, ama ''ah'' dedim acıyla. Yüzüm ekşidi, dayanabilirsin Hazal sabret dayan.
Alparslan'ın ellerine takıldı gözlerim, iki elini de sıkıca yumruk yapmıştı. Yerinde zor duruyor gibiydi. En sonunda bıçağı çekince rahat bir nefes aldım. İskender'e baktım, ''ne yaparsan yap benden sana iş çıkmaz.'' Dediğimde gözlerinde gördüğüm ifade ile sadece fiziksel değil içimi de acıtacağını anladım.
Ne yapabilirdi?
''Bu şekilde olmanda Yavuz'un hakkını asla yememek lazım.'' dediğinde yüzümü buruşturdum. Yavuz başkandan nefret ettiğini anlamıştım. Yüzünde gördüğüm yara izini o yapmıştı?
''Yüzüne güzel bir yara bırakmış.'' Dediğimde ifadesi daha da sertleşti. Serhat ise sadece izliyordu. Ne yaptığı umurumda değildi ama zamanı gelince o da her şeyden nasibini alacaktı.
''Çok dirayetli ve dayanıklı olabilirsin ama bir süre sonra dayanamayacaksın.'' Umurumda değildi, beni korkutacağını sanıyorsa çok yanılıyordu.
''Tehdit etme, yap'' derken oldukça soğukkanlıydım. Bu halime katlanamadığı yüz ifadesinden belliydi. Arkamda yerini aldı, kulağıma fısıldadı. ''Annen gibi acı çekerek mi ölmek istiyorsun?'' Dediğinde irkildim ama cevap vermedim.
''Sen bilirsin'' dedikten sonra eline bir bıçak alıp açtığı yaranın üstüne tuttu. Canım öyle bir yandı ki, bıçağın metal kısmını yakmıştı. Kendi et kokumu solumak oldukça iğrençti. Acıyla haykırdım, öyle bir haykırdım ki. Canım çok yanıyordu, çırpındım ama fayda etmedi. Anne yardım et canım çok yanıyor.''
Bıçağı geri çektiğinde rahatlayamadım, canım daha çok yandı. Derin nefesler alıp vermeye çalışıyordum. ''Geçecek'' diye fısıldadım, ''bitecek'' gözlerim Alparslan'da durdu. Gözlerini sıkıca yummuştu, ellerini öyle bir sıkıyordu ki. Canımın yanması canını mı yakmıştı yoksa?
''Bu daha başlangıç'' dediğini duydum İskender'in. ''Seni fiziksel olarak bitireceğim, benim senin gibileri konuşturmak için ne yaptığımı bilir misin?'' Dediğinde güçlükle nefesimi verdim.
Kurbanına ilaçlar verirdi, o ilaçlar yüzünden ne kadar süre geçtiğini unuturdu, bazen yan etkileri oldukça ağır olabiliyordu. Bazı şeyleri unutmaya başlıyordun. Ama nasıl olduğunu bilmiyorum, Kuzgun'un söylemesini istediği şeyi unutmuyordunuz.
Bana da ilaçlar verecekti. O ilaçlar yüzünden fiziksel gücümü bile kullanamayacaktım. ''Serhat hapları getir.'' Onları içmemek için direnecektim ama o hapları bana eninde sonunda içereceğinin de farkındaydım.
İlaçlardan birini aldı, çenemi kavrayıp ağzımı açmaya çalıştı. Direndim, ağzımı açmamak için direndim ama başardı. Ağzımı açıp hapı içime soktu. Suyu içirdiği için onları çıkaramazdım. Yapmam gereken şey kusmaktı ama o da mümkün değildi.
Etrafım dönmeye başladı, ben terlemeye başladım. ''Ne verirsen ver, başaramayacaksın.'' Bu sefer bir fısıltı gibi çıkmıştı sözlerim. Kuzgun Alparslan'a döndü. ''Götür'' dedikten sonra Alparslan yanıma geldi. Ayaklarımı çözdü, hiçbir şey yapamadım. Ellerimi de çözdüğünde hızla ayağa kalkıp yumruğumu İskender'in yüzünü fırlatıyordum ki Alparslan bunu engelledi. Bileklerimi sıkıca tuttu.
Onun kollarından kurtulmak için direndim ama beceremedim. Fiziksel gücümü tam anlamıyla kullanamadığım için beni tutarken zorlanmadığını tahmin etmek zor değildi. ''Bırak'' diye bağırdım sinirle.
''Anneme yaptıklarını sana ödeteceğim.'' Sırtımın acısı ile yüzümü buruşturdum. ''Annenin yaşadıklarını yaşamak istediğini görebiliyorum ama mikrofilmi almadan olmaz.''
Alparslan beni zorla odadan çıkardığında Serhat peşimizden geldi. Bir odaya getirdi beni, odada yatağın üstüne zorla yatırdı, kollarımı ve ayaklarımı iki yanımdan bağladılar. Direndim ama başaramadım. Ellerimi ve ayaklarım prangalarla bağlandığında çırpınmayı bıraktım.
Serhat'ın ürkütücü bakışından korkmadım. ''İstediğimizi ver bu zulüm son bulsun Hazal.'' Dediğinde alaycı bir tebessüm kondu dudaklarıma. ''Sizin de zulüm çekeceğiniz zamanlar gelecek.'' Dedim sadece, onlara asla istediğini vermeyecektim.
Gözlerim kapanmaya başladığında direndim ama sanki görünmez bir el benim gözlerimi tamamen kapadı. Duyduğum seslere kulak verdim.
Alparslan'ın ''Hazal'ın size vereceği şey ne?'' Diye sorduğunu duydum. O kolyenin yerini o kolayca bulabilirdi, belki yerini bile biliyordu.
''Bunu kimse bilmeyecek, sen bile!'' Dediğinde Alparslan sustu. Serhat odadan çıkıp gittiğinde odada Alparslan ile baş başa kaldık. Onun nefes alış seslerini duydum sadece ve ondan sonrası ise tamamen karanlıktı.
(...)
Alparslan, Hazal'a döndü. Ne yapacağını bilemedi, daha önce de çaresiz hissetmişti ama asla bu kadar çaresiz olmamıştı. Telefonu alıp odadaki banyoya girdi. Bu zulüm son bulmalıydı, Hazal'ın haykırışlarını duymayı, izlemeyi, acı çekmesine dayanamıyordu. Kendini az önce çok zor tutmuştu. Şimdi ise onu ilaçlarla etkisi altına alacaktı.
Bir kuru ekmeği bile çok görecekti. Biliyordu ve Alparslan ne yapması gerektiğini bilmiyordu. Telefon açıldığında şifreyi söyledi, ''durum ne evlat?'' Diyen sese karşı, ''komutanım ben sevdiğim kadının acı çekişini izlemeye dayanamıyorum.'' Dedi öyle çaresiz söylemişti ki bunu, o an diğer taraftan kısa bir süre ses gelmedi.
''Ne yaptılar?'' Diyebildi sadece.
''Derisini kızgın demir ile yaktılar.'' Dediği an boğazı öyle bir düğümlendi ki, başka bir şey diyemedi. Karşı taraftan da ses gelmedi, ne yapabileceklerini kimse bilmiyordu.
''Şuan ilaç verdiler.'' Diyebildi sadece, ''ilaçlar uyuttu onu.'' Dediğinde diğer taraf tekrar konuştu.
''Onu uyandırıp her şeyi anlat ve tekrardan uyumasını sağla ve tüm bunlar için on dakikan var. O ilaçları inceledik, uykudan kısa bir süreliğine uyandığında olan şeyleri hatırlamıyor.'' Dediğinde Alparslan nefesini verdi. Bu harika bir fikirdi.
''Deneyeceğim başkanım.'' Demekten başka bir şey bulamadı. Ardından telefon kapandı. Odaya girdiğinde Hazal artık bir uykunun içindeydi. Hazal'ın yanına adımladı Alparslan.
''Hazal'' diye mırıldandı. Omzuna hafif baskı uyguladı ve hemen sonra Hazal bağırmak istediği anda ağzını kapattı. Kahretsin, bıçak yarası onun canını çok yakıyordu.
''Sessiz ol.'' Diye fısıldadı, kapıya dönüp. ''Alparslan'' diye fısıldadı Hazal.
''Beni iyi dinle Hazal, ben ne sana ne de ülkeme asla ihanet etmem, şuan bu durumda olmamın sebebini sana açıklayamam ama inan bana ben sana asla ihanet etmem.'' Sustu, önce gerçekleri vermesi gerekiyordu. Çünkü Hazal aksi halde asla söylemezdi.
''Bana inanıyor musun güzelim?'' Diye fısıldadı Alparslan. Bakışları değişmişti, az önce Hazal'a bakışı ve şimdi arasında çok fark vardı ve gerçek şuanda olan bakışıydı.
Gülümsedi Hazal. Biliyordu Alparslan'ın böyle bir şey yapmayacağını, ''sana inanıyorum.'' Dediğinde Alparslan derin bir nefes verdi. Hazal'ın yüzüne dokundu. ''Söyle bana Hazal, senden ne istiyorlar.'' Dediğinde Hazal acıyla yüzünü buruşturdu.
''Mikrofilm'' diye fısıldadı.
''Ne mikrofilmi?''
''Sepetin içinde koydukları bir kolye vardı. O kolyenin içinde ne var bilmiyorum ama önemli bir şeyler var.'' Diye fısıldayabildi sadece.
''Kolyenin nerede olduğunu biliyor musun?'' Dediğinde Hazal kısa bir süre düşündü ama ''hatırlamıyorum.'' diye fısıldadığında Alparslan bir şey diyemedi. ''Evde olabilir, izmirdeki evde olabilir bilmiyorum.'' Dediğinde sadece o an için bilmiyordu.
''Tamam güzelim şansını zorlama, gözlerini kapatıp tekrar açtığında şimdi konuştuğumuz her şeyi unutacaksın, ilaçların etkisi tamamen gidene kadar.''
''Ne zaman bitecek?'' Diye fısıldadı Hazal.
''Erkenden bitmesi için elimden geleni yapacağım.'' Hazal'ın saçını okşadı. ''Uyu, uyandığında beni yine düşman olarak göreceksin, nefret dolu gözlerle bakacaksın ama kalbine söyle, bana güvensin.'' Dediğinde Hazal gözlerini kapadı. Hazal'ın saçlarını sevmesi ile kısa bir süre sonra tekrar uykuya daldı. Olmuştu, amacını başarmıştı Alparslan.
Hazal'ın hiç kuşkusuz ona direk inanması onu daha da mutlu etti. Ne olursa olsun inanırdı zaten.
Zamanı gelince de inanacağını artık biliyordu. Daha fazla bu odada duramazdı. Kuzgun ile bir anlaşma yapmışlardı. O mikrofilm Kuzgun'un eline geçtiği an Hazal'ı onlardan alabilirdi ama o mikrofilmi de veremezdi.
Durum oldukça karışıktı.
(...)
Geçmiş bir buhrandan ibaretti.
Bazılarının kabusu, bazılarının da rüyasıydı.
Kimileri için felaket kimileri için özgürlüktü.
Hazal geçmişini merak ediyordu. Prangalardan kurtulamayacağının farkındaydı ama her olasılığı hesaplamaya çalışıyordu. Geçmiş bir zifiri karanlıktan ibaretti ama o zifiri karanlığı bile merak ediyordu.
İçeri giren Serhat ile düşünceleri bölündü. Prangalardan bir ses çıktı ama devamı gelmedi. Hazal nefret dolu gözlerle Serhat'ı süzüyordu.
"Hazal" diyen Serhat'a bakan Hazal'ın düşündüğü tek şey karşısındaki adamın acı dolu bir şekilde ölmesiydi.
"İsmimi ağzına alma, annemin özenle koyduğu ismi ağzına koyup sakın kirletme!" Dediğinde Serhat bunu umursamadı.
"Kim olduğunu yeni öğrenmişsin, annen ile ilgili bildiklerin herkesin bildiği şeyler olduğunu biliyorum." Dediğinde Hazal konuyu nereye getireceğini merakla dinledi.
"Anneni sana anlatmamı ister misin?" Dediğinde yüzünü buruşturdu. Onun ağzından annesini falan dinlemeyecekti.
Yavuz'un buradan kurtulduğunda ona annesini anlatacağını biliyordu, ondan dinlemek isterdi.
"İstemiyorum sizin pis ağzınızdan annemi dinlemek istemiyorum!" Dediğinde Serhat önemsemedi.
"Annen sana çok düşkündü." Dediğinde Hazal gözlerini sıkıca yumdu.
"Kes sesini!" Diye bağırdı. Ama Serhat umursamadı.
"Babam her geldiğinde annen sana sıkı sıkı sarılırdı, seni korumak için"
Hazal dinlemek istemiyordu ama o susmuyordu. Susmayacağını anladı Hazal, nefesini verdi. Canını yakmaktan geri durmayacaklarını biliyordu.
''Annen seni yanından bir saniye bile ayırmazdı, babam sana zarar verecek diye, bir gün var hiç unutmuyorum.'' Dediğinde nefesini verdi.
''Sen annenin kucağında uyuyordun, Hasan yanınızda duruyordu. Herkes çok sessizdi, ben ve annem de öyle'' dediğinde nefesini verdi.
''Babam çok sinirli gelmişti ve birine bulaşması lazımdı, sana bulaşmak istedi ama annen buna izin vermedi. Kendini ve seni hemen geri çekti, sonra babam benim canımı yakacaktı ama benim annem de beni korudu.'' Ne dediğini anlamıyordu Hazal.
''Fakat Hasan'ı kimse korumadı.'' Dediğinde Hazal buz kesti. ''Babanın kurbanı Hasan oldu.''
''Sen annen için çok kıymetliydin, kendi oğlundan bile daha kıymetliydin.'' Dediğinde buz kesti. ''Çünkü sadece ona benziyordun, sadece ona.'' Dediğinde Hazal bir şey diyemedi.
Hasan fiziksel olarak çok benzemiyordu ama az bir benzerlik bile annesini ondan uzaklaştırmaya yetiyordu. ''Babam sana isim verme zahmetini bile çok gördü. Ama annen sana bir isim verdi.'' O isim onlar için çok kıymetliydi, çünkü onlara başta isim vermiyordu. İsimsiz olarak büyütüyordu ve herkesin onları eziklemesine sebep oluyordu. On yaşına geldiklerinde isim veriyordu.
Hasan'a ismini de annesi vermişti. ''Bana neden bunları anlatıyorsun? Bu gerçekler benim canımı yakmaz.'' Dediğinde Serhat uzunca bir süre kardeşini süzdü. ''Canını yakmak için anlatmıyorum çünkü.'' Dediğinde Hazal kaşlarını çattı.
''Neden?'' Diye sorduğunda Hazal kısa bir süre cevap vermedi Serhat. Böyle biri olmayı asla o istememişti, onun da kendi annesi onu bu bataklıktan kurtarabilirdi ama annesi çocuğunu değil parayı seçmişti. Serhat 13 yaşındayken de İskender onu öldürmüştü.
Kendi kardeşine bir yakınlık hissetmek istiyordu, ama artık bazı şeylerin mümkün olmadığını biliyordu. ''İçimden geldi.'' Demekle yetindi sadece, Hazal anlamadı.
''Söylesene,'' dedi Hazal. ''Kaç demir söndürdü? Senin de vücudunda.'' Dediğinde Serhat buz kesti. Hazal alaycı bir şekilde ona baktı. ''Sayamadığın kadar çok mu? Kaç tanesinin izi geçti, kaç tanesinin kaldı?'' Dediğinde Serhat gerildi. Hazal onu çıldırtmak istiyordu. Bunu başarmasına izin veremezdi.
''Yada kaç gece aç bıraktı?'' Dediğinde bu sefer Serhat öfkeliydi. ''Kes sesini!'' Dediğinde Hazal umursamadı.
''Gerçekler ağır mı geldi?'' Diye sorduğunda Serhat daha fazla bir şey demeden odadan çıktı.
Arkasından sadece izledi Hazal. Ardından gözlerini kapattı, ona yeniden ilaç vermişlerdi ve o bazı anıları gitmişti. O anılar ancak ilaçları vücudu atınca gidebilirdi ama sürekli haplar vermeleri bunu engelliyordu.
O sırada Hasan gördüğü binaya baktı. İlerledi, ne olduğunu tahmin edebiliyordu. Onu durduran kişilerden sonra durmadı, bağırdı. En sonunda bunu gören Yavuz başkan onları durdurdu. Hasan'ı içeri aldı.
Hasan oldukça öfkeli bir şekilde Yavuz'a baktı. ''Neler oluyor? Hazal günler önce beni arıyor? Abi diyor, yanına geleceğim diyor ama şuan nerede? Neden ondan haber alamıyorum?'' Dediğinde Yavuz sessiz kaldı.
Hasan onun neden sessiz kaldığını anladı. ''Yapmadı değil mi?'' Onu da almadı, onu da almasın.
''Hazal'ı kurtarmak için elimizden geleni yapıyoruz.'' Diyebildi Yavuz. Hasan sessiz kaldı, bunca yıl sonra kardeşini bulmuştu ama bir kez bile sarılamadan öz babası onu aldı mı?
''Kardeşim'' diye fısıldadı. Ne diyeceğini, ne yapacağını bilmiyordu.
Yavuz, Hazal'a sepetin yerini ilaç etkisinde sorduğunda Hazal sadece sepetin yerini vermişti. İlacın etkisinde kalsa bile, onu vermemenin bir yolunu bulmuştu.
Onları uzaktan izleyen Tuna ise oldukça huzursuzdu. Defne arkasından yanına ulaştı. ''Tuna'' dediğinde Tuna ona döndü.
''İyi misin?'' Diye sorduğunda Tuna cevap vermedi, yüzünü astı ve önüne döndü. ''Ne oldu?'' Dediğinde cevap vermedi. ''Alparslan ve Hazal için üzgünsün diyeceğim ama başka bir şeyler olduğu da belli.'' Dediğinde kısa bir süre sustu.
''Ben evlatlığım Defne.'' Dediğinde Defne kaşlarını çattı, ailesi ile ilgili birkaç bilgisi vardı. İkisinin de yıllar önce öldüğünü biliyordu. Annesi bir magandanın kurşununa denk gelmiş ve babası annesi olmadan hayata tutunamamış kanser olmuştu. Bir süre sonra da ölmüştü.
''Bunu bilmiyordum.'' Dedi. ''Ama konunun bununla ne ilgisi var?''
''Yıllar önce öğrendim bende gerçeği,'' dediğinde nefesini verdi.
''Affan'' diye fısıldadı. ''Yetim ve köylü çocuklarını kaçırır ve onları kendi askerleri olması için yetiştirirdi. Bende onlardan biriydim.'' Dediğinde Defne gözlerini şaşkınca açtı. Böyle bir şey duymayı beklemiyordu. ''Minicik bir bebektim onların eline düştüğümde, kurtulduğumda ise bir aylıktım.'' Dedi.
Defne ne diyeceğini bilemedi, ''ben öz anne ve babamı hiçbir zaman tanımadım ama onların mezarını buldum.'' Diyebildi sadece. Mezarlarını bulmanın bir anlamı yoktu. Sonuçta kanlı canlı karşısında görmemişti onları, tanımamıştı.
''Böyle bir gerçek var madem, neden kimseye bir şey söylemedin.'' Dediğinde kafasını olumsuz anlamda salladı. ''Hiçbir önemi yok çünkü.'' Diyebildi.
Defne hiçbir şey demedi ama ona yaklaşıp sıkıca sarıldı. Tek yapması gereken destek vermekti, Tuna'nın desteğe ihtiyacı vardı.
Elif günlerce Hazal'dan haber alamıyordu. İyi olup olmadığını bilmiyordu, birkaç defa Karan ile konuşmuştu ama Hazal hakkında bir şey alamamak onu korkutuyordu, nereye gideceğini bilemedi. Hazal onu hiç bu kadar merakta bırakmazdı.
Tekrar Karan'ı aradığında Karan açtı. ''Elif'' dediğinde Elif nefesini verdi.
''Benden ne saklıyorsun Karan?'' Dediğinde telefonun diğer ucunda minik bir sessizlik.
''Ne diyorsun Elif?'' Dediğinde Elif konuştu.
''Beni kandırmaya falan çalışma, sen herkesi kandırabilirsin ama beni değil. Günlerdir benden bir şey sakladığını biliyorum, bunu sesinden anlayabiliyorum. Ne oldu? Anlat! Beni kandırmanın sebebi Hazal mı?'' Dediğinde Karan ne diyeceğini bilemedi.
Elif'in onu bu kadar tanıması normal zamanlarda hoşuna giderdi ama şu anda bunun için doğru bir zaman değildi. Sustu, ne söyleyeceğini tartmaya çalıştı. Yapamadı, ne diyeceğini bilemedi.
''Anlat Karan! Hazal'a bir şey mi oldu?'' Dediğinde Karan nefesini verdi.
''Güzelim'' dedi ve ardından ekledi. ''Hazal'ın anne ve babası hakkında kimse bir şey bilmiyordu, ama onlar'' dediğinde Elif kaşlarını çattı.
''Devam et Karan, benim sabrımı sınama!'' Karan yutkundu. Elif'i hiç bu kadar sinirli ve sabırsız görmemişti.
''Hazal'ın öz babası bir terörist'' dediğinde Elif uzun bir süre sessiz kaldı. Ne cevap vereceğini bilemedi, en sonunda başarabildi. ''Ne?''
Karan nefesini verdi, gözlerini kapadı. ''Öz babası Hazal'ın bunca yıldır peşindeydi ama şimdi Hazal onun elinde'' dediğinde Elif direk konuştu.
''Esir mi?'' Dediğinde Karan cevap veremedi ama bu evet demekti. Elif'te bunu anladı.
Hazal babasının esiriydi öyle mi? Hep babasının hayalini kurardı oysa, iyi bir babasının olduğunu düşünürdü. Ama yanılmıştı, öz babası bir teröristti. Elif bile bunu duyduğuna yıkılmıştı. Peki ya Hazal? Hazal bunu öğrendiğinde ne yapmıştı? Nasıl dayanabilmişti?
''Peki ya annesi?'' Dediğinde Karan, Elif'in yanında olup ona destek olamadığı için canı yandı. ''Annesi Hanife Duran'' dediğinde Elif sessizce dinledi.
''Hazal'ı ve oğlunu alıp kaçmış, Hazal'ı bir yetimhaneye bırakmış. Hazal'ın yerini söylememek için direnmiş ve bu direnmenin sonucunda da öldürülmüş.'' Dediğinde buz kesti.
Bu gerçek ne kadar acıydı? ''Hazal'ın bir kardeşi mi var?'' Dediğinde Karan cevapladı.
''İki abisi var. Biri hem aynı anne ve babadan, diğeri ise sadece aynı baba. Aynı anne ve babadan olan abisi küçük yaşlarda babasının elinden kurtulmuş. Babası gibi olmamış, tam tersine devletine bağlı bir vatandaş olmuş.'' Ona abisinin sahip olduğu restorandın adını verdi. ''Oranın da sahibi'' dediğinde Elif bir şey diyemedi.
''Diğer abisi ise babasının yolundan gitti. O iftarda, o çatışmada oradaki elebaşı onun öz abisiydi.'' Dediğinde şaşkınca kaldı. Hazal onu o zaman öldürmek istemiş ama yapamamıştı.
Elif'ten uzunca bir süre ses gelmedi. ''Elif'' dedi Karan. Elif'ten yine ses gelmedi. ''Elif'' dedi bir kez daha ve yine ses gelmedi. Ardından ''peki ya Alparslan?'' Dediğinde Karan nefesini verdi. ''O nasıl?''
''Bana onun terk ettiğini söylememiştin.'' Dediğinde Elif sessiz kaldı. ''O da mecbur kalmış Elif, belki bunun bile sebebi Hazal'ın öz babası.'' Dediğinde Elif nefes alamadı.
Hazal için hayat bu kadar zor olmak zorunda mıydı? Hep böyle acı çekmek zorunda mıydı? Gerçekleri sevmedi. Nefret etti bu gerçeklerden, ''Elif iyi misin güzelim?'' Dedi Karan. İyi olmadığını bildiği halde, Elif sadece sustu.
''Hazal buna nasıl dayandı Karan?'' Dedi. Elif hüngür hüngür ağlamaya başladı. Hazal'ın bile ağlayamadığı kadar çok, Hazal öğrendiğinde yanında olup ona destek olmak isterdi.
Herkes mahvoldu, tüm gerçekler herkesi mahvetti. En çok da sadece seven kişileri. Çünkü sevdikleri kişiden daha çok yandı canları, onun canı yanacak ve yandı diye daha çok yandı. (burada demek istediğim Alparslan ve Elif'in canı Hazal'dan çok yandı.)
Arkadaşlar bakar mısınız?
Size bir soru soracağım, ben kitabımı düzenlemekte istiyorum. Ama bunu final yaptıktan sonra yapacağım. Sizi bekletmek istemiyorum. Düzenleme yaparken de aslında istekli olduğum ama sizin düşüncenizden emin olamadığım bir konu var.
Ben bu kitaba Alparslan Hazal'ı terk edip yıllar sonra karşılaştıklarında başladım. Daha öncesini ise bazen kısaca anlattım. Uzun uzun anlatmadım.
Alparslan ve Hazal'ın geçmişine çok hakim değilsiniz. Ben onların hikayelerini baştan yazmak istiyorum ama soruyorum size.
Onların tanışması ve aşık olmasını yazıp, sonra Hazal terk edilip zaman atlaması yaşasın mı?
Yoksa onların geçmiş hikayesi bitene kadar bölümlerin başında onların sahneleri olsun mu?
Birde bölümler 2500-3000 kelime arası, sizce düzenlediğimde iki bölümü birleştirip bir bölüm yapmalı mıyım?
Bu arada bilgilendirme. 10.bolum 4500 kelimeden oluşuyor. Onun harici söylediğim aralıkta
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
56.52k Okunma |
4.62k Oy |
0 Takip |
72 Bölümlü Kitap |