Bir yorumda görmüştüm. Bölüm için şarkımız:
Mehmet Erdem-Hakim bey
Tüm belirsizlikler, yaşadığı acılar, ihanet, kandırılmak. Benim yaşadığım şeylerdi. Ben bu yaşadıklarımı kaldıramıyordum. Ben artık ölmek istiyorum. Ben nefes almak istemiyorum. Ben çok yoruldum.
Her şeye dayanırdım ama sevdiğim adamın ihanetine değil. Alparslan bana ihanet etmişti. Sevdiğim adam sadece bana değil vatanına, milletine de ihanet etmişti.
Bunu nasıl yapardı? Hiçbir şeyi aklım almıyordu. Ellerimi hareket ettirmek istedim ama bağlıydılar. Gözlerimi açmak istedim ama yapamadım. Etrafımdan gelen seslere kulak verdim.
Alparslan'ın, bana ihanet eden adamın sesini duydum. ''Biz bir anlaşma yaptık ve bu anlaşmada aileme zarar vermek yoktu.'' Dediğinde oldukça tehditkardı.
Sonra o adamın sesini duydum. ''O senin karın olabilir ama ondan almam gereken şeyler var. Onları aldıktan sonra ona istediğini yapabilirsin.'' Benim hakkımda oyuncak gibi konuşmaları çok gülünçtü. Ve aile mi dedi?
Kapı sesini duydum, odadan biri çıktı. Geriye kalan kişinin kim olduğunu bilmiyordum. Benim içinde bir önemi yoktu. Yanıma adımladı, saçlarımı yüzümden çektiğini hissettim. Bu dokunuştan hiç hoşlanmadım. Gözlerimi açmaya başladığımda hemen elini geri çekti. Gözlerimi açtığımda gördüğüm kişi Alparslan'dı.
İçeceğinden bir yudum alıyor ve beni umursamıyordu. Başımı istemsiz döndürdüm. Ardından uzun uzun inceledim. Karşısına geçip neden diye bağırmak istiyordum. Onu öldürmek istiyordum.
Neden?'' Derken ona bakmama rağmen o bana bakmıyordu. Umurunda bile değildim. ''Neden yaptın bana bunu? Bunu ülkene, bayrağına nasıl yaptın?'' Sesim oldukça buz gibiydi. Böyle olması beni de şaşırtacak cinstendi.
''Bir teröristin kızı mı söylüyor bunları?'' Derken istemediğim gerçeği yüzüme tokat gibi çarptı. Kalbim sanki kırılmamış gibi bir daha kırıldı. Canım yandı, kalbimin çektirdiği acının yerini hiç bir fiziksel güç çektiremezdi.
''Kimin kızı olduğum kim olduğumu şekillendirmiyor.'' Derken sustum. Benim kızımın babası da bir teröristti. Benim kızım da benim kaderimi yaşayacaktı. Kızlar annelerinin kaderini yaşarlar derlerdi. Benim kızım da benim kaderimi yaşayacaktı.
Bana döndüğü an konuştum. ''Gerçekten bana ihanet mi ettin Alparslan?'' Derken bunun olmaması için ümit ettim. Daha önce bazı şeylere mecbur kaldığını biliyordum. Belki yine mecburdu, ben onu tanırdım. O mecburdu, bu yüzden yapmıştı her şeyi. Her şey dışarıdan bana ihanet ediyor gibi gözükebilirdi ama bazen her şey göründüğü gibi olmazdı.
Ben o an son bir şans verdim ona, ihanet etmedim mecburum dese her şeye rağmen ben ona inanırdım. Sustu ve bu susuş bazı şeyleri anlamam için yeterliydi. ''Kimin kızı olduğum bile beni yıkmamıştı ama senin ihanetin beni tamamen yıktı.'' Dedim çaresizce. ''Sen sadece bana değil, ülkene, bayrağına ve kızına da ihanet ettin.'' Dediğimde nefesini verdi.
''Bitti mi?'' Derken öyle duygusuz görünüyordu ki, çaresizlik içinde yutkundum. ''Bitti.'' Başımı yere eğdim. Ben başımı yere eğdim. Benim hayatım yalandı zaten. O yalandı, sevgisi yalandı, aile olmamız yalandı. Bizim her şeyimiz yalandı.
''Bu yola girmeyi ben istemedim.'' Dediğinde ona baktım. O istememişti öyle mi? ''Yıllar önce, Affan bana ulaştı.'' Dediğinde onu dinledim. ''Onun adına çalışmamı istedi, ama kabul etmedim.'' Dediğinde her şeyin perde arkasını dinlediğimin farkındaydım.
''Beni o kadar çok elde etmek istiyordu ki, en sonunda beni seninle tehdit etti.'' Dediğinde kaskatı kesildim. Yanıma ilerledi, benimle göz kontağını asla bozmadı. ''Ben seni gerçekten sevmiştim Hazal.'' Dediğinde içimden reddettim. Seven bir insan bunları yapmazdı. ''Bu yüzden her dediğini yapmak zorunda kaldım, seni terk etmemi söyledi terk ettim.'' Dediğinde ne düşüneceğimi şaşırmıştım. ''Buna rağmen sana zarar vereceğini biliyordum, senden uzakta ve haber alamadığım için haber alamazdım. Ölsen dahi bilemezdim. Bu yüzden onun da seni öldürmesi hiç zor olmazdı. Bana senin yaşadığını düşündürebilirdi. Sana zarar vermemesinin tek sebebi senden boşanmamaktı. Eğer boşanmazsam senden haber almak benim için kolaylaşırdı ve öldüğün an bu kulağıma gelirdi.'' Böylelikle benden boşanmamasının asıl sebebini öğrenmiş oldum.
''Her sevgi ve aşk da bir gün biter.'' Dediğinde biten şeyin bana olan aşkı olduğunu anladım. ''Uğruna yaşadığım, yaşamak zorunda olduğum şeylere değmediğini anladığımda ben bu yolun en dibine girmiştim. Seni tekrardan sevmeye çalıştım, Affan'ın öldüğünü öğrendiğimde ilk senin yanına koştum. Sen o kadar saftın ki, yaptığım hiçbir şeyi anlamadın.'' Benim yaptığım saflık değil, sevgiydi.
''Bana yada komutanlarına söyleyebilirdin.'' Bu sayede kurtulabilirdi. Ama yapmamıştı, o tehditlere boyun eğmişti. Bu benim suçum değildi. Yaptığı iğnelemeler ile tüm suçun bende olduğunu söylüyordu ama kimseye hiçbir şey söylemeyen ondaydı tüm suç. Ben yaptığı her şeyi milleti için yaptığını sanıyordum ama o ülkesine ihanet ediyordu.
''Bilgi sızdırmaya başladım, çaldığım dosyalarda buna dahildi.'' Dediğinde geçmiş gözümün önüne geldi. Albayı bayıltıp kaçan kişinin peşindeydim. O bana tanıdık gelmişti. Onunla kıyasıya mücadeleden sonra dosyayı kanalizasyona atmıştım. Onu vurmak istediğimde ben vurulmuştum. Beni vurmak, öldürmek için şansı vardı ama yapmamıştı. O kişi Alparslan'ın ta kendisiydi.
Sonra Affan'ın depoları patlamıştı. Onunla kısa telefon görüşmesinde ona büyük bir zararım olduğunu ima etmişti. Bunun nedeni Alparslan'ın benim için depolarını patlatmasıydı.
''Peki ya Kuzgun?'' Derken bitkindim. ''Ona nasıl ulaştın?'' Alparslan'ın soğuk ifadesinden korktum. ''O bana ulaştı, artık onun bana ulaşması ile tamamen onlardan biri olduğumu hissettim.'' Ve bana ihanet ettin.
''Kızını hiç düşünmedin mi?'' Derken sesim yalvarır gibiydi. ''Benim gibi bir teröristin kızı diye anılacağını, çok sevdiği babasının aslında bir pislik olduğunu öğrendiğinde ne hissedeceğini hiç mi düşünmedin? Kızın hiç mi umurunda olmadı? Peki ya kardeşin? Abisinin bir terörist olacağını öğrendiğinde ne hissedeceğini hiç mi umursamadın?''
Nefesini güçlükle verdi. ''Bunlar seni ilgilendirmez.'' Derken bu konunun canını yaktığını anladım. ''Kızım gerçekten sevecek mi seni? Annesine yaptığı şeyden sonra babasını sevmeye devam edeceğini mi sanıyorsun?''
''Kes sesini!''
''Gerçekler diyen sendin, bende istediğini verdim.'' Benim kimin kızı olduğum gerçeğini yüzüme tokat gibi çarpmıştı. Bende onun gerçeklerini yüzüne çarpmıştım.
Bana daha da yaklaştı. Hareket edemedim, ellerim arkamdan bağlıydı. Bir sandalyeye iplerle bağlanmıştım. Ellerim arkamda bağlanmıştı. Ayaklarımı hareket dahi ettiremiyordum.
Çenemi kavrayıp yüzüne bakmamı sağladı. Yüzümü çekmeye çalıştım ama başaramadım. ''Senin gerçeklerin emin ol daha yakıcı.'' Dediğinde kalbim hızlandı. Yüzünü bana daha da yaklaştırdı.
Bu fırsatı kaçırmadan ona kafa atmamı beklemiyordu. Burnunun kanaması beni mutlu eden tek şeydi. Yumruğunu sıktı, istese benim canımı kendisinden on kat fazla acıtabilirdi ama yapmadı.
''Vaktin varken öldür, canımı yak zamanı gelince hepsini teker teker ödetirim yoksa.'' Bu tehdidimi umursamadı. Hepsini tek tek yıkacaktım. Kimseyi umursamayacaktım.
Odaya giren kişiyi gördüğümde buz kestim. ''Hazal'' dediğinde ismimi tiksindirici ağzından söylemesi bile midemi bulandırdı. Alparslan'a döndü. ''Bizi yalnız bırak'' dediğinde Alparslan beni onunla yalnız kalmamı istemediğini bakışlarından anladım. Ama mecburen çıktı.
Ona tüm nefretim ile baktım. Hissettiğim nefret beni bile ürküttü. ''Sen'' dedim öfkeyle. Karşımda öz babama bakarken hissettiğim tek şey öfkeydi.
''Seni sonunda buldum.'' Dediğinde kahkaha attım.
''Duyan da sevdiğinden sanacak.'' Dediğimde nefesini verdi.
Çenemi kavradı. Sıkıca tuttu. ''Söyle bana, o kolye nerede?'' Dediğinde gözlerim fal taşı gibi açıldı. Bunca yıl beni aramasının asıl sebebi o kolyeydi değil mi? Sepetimde saklanan kolyeydi. Bunun için beni arıyordu.
''Mikrofilm'' diye mırıldandım. ''Onun peşindeydin.'' Beni sattığı adamlara satmasının asıl sebebi mikrofilmdi. Ben sadece görünen unsurdum. Ama annem beni o sepetle alarak aslında Kuzgun'un işini engellemişti. Mikrofilm minik bir şeye yüzlerce dosyanın sığması ile eşdeğerdir. Mikrofilmleri her yere kolayca saklayabilirsin ve Kuzgun o mikrofilmi bir kolyenin içine saklamıştı. O kolyeyi de benim içinde bulunduğum sepete saklamıştı. O mikrofilmde önemli şeyler olmalıydı. Aslında dışarıdan beni bir araç olarak kullanmak istediğini anlamış oldum.
''Doğru bildin,'' dediğinde buz kestim. O mikrofilm çok önemli olmalıydı, aksi halde bunca zaman neden beni aramak istesin? ''Söyle nerede?'' Derken oldukça tehditkardı. Bir zamanlar baba sıcaklığını bulmak için babamı bulmak isterdim ama şimdi ise bu halde olacağımı asla bilmiyordum.
''Sana onu asla vermem.'' Dedim kendimden emin bir şekilde.
Bileklerim sıkıca bağlandığından sandalyenin arkasında uyuşmuştu. Karşımda duran adam, sözde benim babam olma sıfatını taşıyan adam bana buz gibi bir gülümseme ile baktı. Yüzünde kibir ve iğrenç bir parıltı vardı.
Konuyu değiştirdi. ''Daha bilmediğin çok şey var kızım'' dedi, sesindeki alaycı ton midemi bulandırdı.
Kızım... O kelimeyi bir kez daha duymaya dayanamayacağımı hissettim. Dişlerimi sıkarak, gözlerimi onunkilerden ayırmadan konuştum. ''Bana bir daha o kelimeyle hitap etme'' sesim sakin, ama içimdeki öfke çığlık gibiydi.
''Ne yapacaksın peki?'' Nefretle, saf öfkeyle baktım ona.
''Annemi nasıl öldürdün? O bunu hak etmemişti.''
Yüzündeki kibirli ifade bir anlığına dondu. Gözleri hafifçe kısıldı, ama hemen toparladı. Yavaşça doğrulup ellerini arkasında birleştirerek bana baktı. ''Annen mi?'' Dedi sanki bir şey hatırlamaya çalışıyor gibi, sonra sinsi bir gülümsemeyle devam etti. ''Evet hatırladım, onu yavaşça öldürdüm. Ellerini kestim, ayaklarını... Her uzvunu teker teker kestim. Acıyla bağırmasını izledim ve biliyor musun? O çığlıklarının her saniyesinin tadını çıkardım.''
Kan beynime sıçradı. İçimde biriken öfke, patlamaya hazır bir yanardağ gibi kabardı. Ama ona zayıf yönümü göstermeye gerek yoktu. Başımı biraz yana eğip alaycı bir gülümsemeyle gözlerine baktım. ''Zavallısın'' dedim sakin bir tonda. ''Kadınları öldürerek kendini güçlü sanan bir zavallı''
Gözleri karardı. Eğilip yeniden yüzüme yaklaştı. ''Kadınları mı?'' Dedi. ''Ben sadece kadınları öldürmedim Hazal. Çocukları, masumları öldürdüm. Köyleri yıktım, insanların hayatını paramparça ettim ve hepsi gözümün önünde yok olurken güldüm. Anlıyor musun? GÜLDÜM.''
Gözlerindeki o deli parıltıya rağmen geri adım atmadım. Öfkesiyle beslenen karanlık bir adamdı. Ama ben onun gibi bir canavara boyun eğmeyecektim. ''Bunu güç mü sanıyorsun?'' Dedim alaycı sesimle, ''masumları öldürmek seni güçlü mü yapıyor? Gerçekte bir hiçsin. Zavallı acınası bir hiç. Ellerimi çözersen bana karşı bile direnemezsin. Neden? Çünkü güçsüzsün. Fakat kendini güçlü olduğuna o kadar inandırmışsın ki, fakat gerçek şu ki Kuzgun sen öldürdüğün insanlar ile övünüp bunlar ile güçlü olduğunu söyleyen bir zavallısın Sen bir kuşa karşı bile koyamazsın.
Bunu söylemem ile yüzü gerildi. Elini kaldırıp yüzüme sert bir tokat attı. Başım yana savruldu. Yanağım yanıyordu, dudaklarımda sıcak kanın tadını hissettim. Ama o acıya rağmen başımı yavaşça yeniden kaldırdım.
Gözlerim hala meydan okuyordu. Dudaklarımın kenarındaki kanı dilimin ucuyla sildim. ''İşte kanıtladın, tüm gücün elleri ayakları bağlı bir kadına tokat atmak, onu etkisiz hale getirip canını yakmak. Senin tüm gücün bu.''
Beni öfkeyle süzdü. ''Yavuz iyi yetiştirmiş seni'' dedi sinirle. ''Göreceğiz Hazal'' dedi, sesindeki karanlık titreşimle ve ardından odadan çıkıp gitti.
Odada tek başıma kaldım. Ne yapacağımı bilemediğim bir zamandaydım. Ne yapmam gerekiyordu, bilmiyordum. Alparslan beni seviyordu öyle mi? Bir zamanlar beni seviyordu. Kafamdaki düşünceleri atmaya çalıştım ama olmadı. Ben gerçekleri aşamıyordum, dudağımı patlatması sadece bir başlangıçtı. Nasıl da övünmüştü, masumları öldürdüğü için.
İşte böylelerini iyi bilirdim, kendini bir halt sanarlardı ama yanında kimse olmadığı an öyle bir köpek olurlardı ki. Bende ona kim olduğumu gösterecektim. Beni tanımıyordu, neler yapabileceğimi bilmiyordu. Kimse bilemezdi. Asıl savaş yeni başlıyordu.
(...)
Alparslan omuzları çökmüş bir şekilde ne yapacağını bilememekteydi. Yaşadığı şeye inanamıyordu, Hazal'ın karşısında dönüştüğü kişiye inanamıyordu. Bu cehennemde mecbur kaldığı şeylerden bıkmıştı ama Hazal için her zaman değerdi.
''Hazal'' diye fısıldadı ''dayan''
Kendi odasında lavaboya gidip kapıyı kilitledi. Telefonunda sım kartını çıkarıp yenisini taktı. ''Es48alfa'' dedi.
Cevap geldi. Bu ses Yavuz başkanın sesiydi. ''Alparslan, Hazal nasıl?'' Derken içi titredi.
''Berbat'' bunu tükürür gibi söylemişti. Nasıl olması beklenirdi ki zaten.
''Neden Hazal'ın peşindeymiş bunca yıl?'' Derken nefesini verdi, kahretsin ki bilmiyordu.
''Bilmiyorum.'' Bilen tek kişi Hazal'dı.
''Hazal seni hain sanıyor, ona hain olmadığını söylemen gerekiyor ama o zaman da sana davranışları değişir ve bu durumdan şüphelenirler.'' Derken Yavuz başkan da ne yapacağını bilmiyordu. Uzun zaman olmuştu böyle çaresiz hissetmeyeli.
İlkini hatırlamak bile istemiyordu. ''Hazal'a takıntılı olduğumu düşündürürsem belki onu koruyabilirim.'' Derken çaresizdi. Aklına gelen en iyi yol sadece buydu. Nerede oldukları söylese bile bu bir işe yaramazdı. Girmeleri yasak olan topraklardaydılar.
''Biz sınıra yakın yere doğru geleceğiz, dikkat et.''
''Emredersiniz başkanım'' telefon kapandı. Ne yapacağını bilmiyordu.
O sırada sadece Yavuz değil, Defne de onunla birlikte sınıra yakındılar. Onun peşinden gelecek kişiler ise belliydi, Albay en yakın dostunu yalnız bırakmayacaktı. Tabi ki timi de.
Kısa bir süre sonra Yavuz başkan ve Defne sınıra yakın karargahtaydı. Defne, Yavuz başkanın bu halini gördükçe daha da endişeleniyordu. Yavuz kontrolünü elinde tutmaya çalışıyordu.
Defne yanına doğru ilerlediğinde, ''başkanım, Hazal'ı neden bunca zaman aradığını biliyor muyuz?'' Dediğinde cevabı merakla bekliyordu.
''Bilmiyoruz,'' derken devam etti. ''Sepette bile aradığımız yok.''
Defne başını salladı. Arkasından duyduğu ses ile o kısma ilerledi. ''Yavuz'' diyen sese döndüler.
Arkada Alparslan'ın timi ve albay vardı. ''Kudret'' derken yanına ilerledi. Tim ne olduğunu bile bilmiyorlardı. ''Komutanım'' derken ciddiydi Orhan. ''Bize ne olduğunu anlatacak mısınız?'' Derken oldukça ciddiydi. Alparslan ve Hazal ile ilgili önemli bir şey olduğunu anlamışlardı ama hiçbiri ne olduğunu bilmiyordu.
''Toplantı odasına geçin,'' diyen Yavuz başkana döndüler. ''Sorularınızın cevaplarını orada alacaksınız.''
Tuna, merakla Defne'ye baktı. Defne'nin sıkıntılı haline baktı. Defne bir şey diyemedi. Hepsi toplantı salonuna ilerlediler.
''Senin de bilmediğin şeyler var Kudret.'' Diyen Yavuz'a baktı.
''Anlatın artık'' dedi. Yeğeni ile ilgili korkuları vardı. Ne yapacağını bilmiyordu. ''Alparslan altı yıllık bir gizli görevdeydi.'' Diyen Yavuz başkana döndüler. Hepsi anlamadı ama tabi ki Orhan anladı.
''Ne görevi komutanım?'' Derken bu soruyu Defne cevapladı.
''Affan'ın en yakınına sızdı. Onu güya karargahtan öğrendiği bilgileri veriyordu ama işin aslı öyle değildi. Şu zamana kadar sahte projelerle birçok işimizi baltaladığını sandı ve bu sayede Alparslan'a güveni arttı.'' Hepsi şaşkınlıkla birbirlerine baktılar.
''Tabi bu görev sadece işini etkilemedi, ailesini de etkiledi. Ailesi daima tehdit altındaydı.'' Detaya girmeden anlatan Defne devam etti.
''Affan'ın işini bitirdikten sonra onun yakın ortağı Kuzgun ona ulaştı ve o yine bir çıkmasın içine girdi.'' Tuna'ya takıldı bakışları. Tuna sevdiği kadını dikkatle dinlerken nefesini verdi.
Bu sefer konuşan Yavuz'du. ''Kuzgun uzun süredir kızına ulaşmaya çalışıyor ve biz nedenini hala bilmiyoruz.'' Dedikten sonra devam etti. En can yakıcı olan gerçeği herkesin içinde söyledi.
''Hazal, Kuzgun'un kızı'' dediğinde hepsi öyle şaşkınca baktılar. Sadece tim değil Kudret de şaşkınca baktı. ''Nasıl?'' Derken oldukça şaşkındı.
''Bu gerçeğe alışsanız iyi edersiniz, sizin göreviniz Kuzgun isteğine ulaşamadan Hazal'ı kurtarmak.''
''Peki ya Alparslan komutanım?'' Diye soran kişi Tuna'ydı.
''O şuan onlardan biri gibi davranıyor. O kendi başının çaresine bakar, arada onunla iletişime geçiyoruz ama sınırın dışında oldukları için onları kurtaramıyoruz.'' Dedi.
''İkisini de o çakalın eline mi bıraktık?'' Derken sinirliydi Kudret albay.
''Buna asla izin vermem Kudret. Onları kurtarmak için elimden geleni yapacağım emin ol.'' İkisi arasında gerginlik kısa bir an sürdü ama hemen söndü. Time döndü, ''her an tetikte olabilirsiniz hazır olun.'' Dedikten sonra odadan çıktı. Arkasından da Kudret Albay çıktı.
Tuna onların gitmesiyle sevgilisine ilerledi. Ona destek olmak istercesine kolunu omzuna attı. ''Ne zamandır biliyordun Defne?'' Derken ciddiydi.
''Oldukça uzun bir süre'' demekle yetindi Defne. İkisi de oturduklarında tim düşünceliydi. ''Elif, Hazal'ın esir olduğunu düşündüğünde ne yapacak?'' Diye endişeyle sordu.
Hiçbiri cevap veremedi. Böyle bir şeyin de cevabı olmazdı zaten. Bilmiyorlardı. ''Söyleme şimdilik, sıkıştırınca söylersin.'' Demekle yetindi Orhan. Alparslan konusunda şaşırmamıştı.
''Alparslan komutanımın bu görevi ailesini büyük etkiledi anlaşılan.'' Diyen kişi Koray olmuştu.
''Çocuğu olduğunu bile beş yıl sonra öğrendi.'' Diyen kişi Orhan'dı.
''Biliyor muydunuz komutanım?'' Diyen kişi Tuna'ydı. ''Bazı şeylere mecbur olduğunu biliyordum, fazlasını değil.''
''Hazal'ın yaşadığı acıyı tahmin bile edemiyorum.'' Diyen Defne hüzünlüydü.
''Kim tahmin edebilir?'' Diyen kişi Kaan'dı. ''Onca yıl devletin adına öldürmeye çalıştığı birisi de onun öz babası.''
''Biz Kuzgun'un yerini bastık. Bizi koordine eden kişi de oydu.''
''Hazal yengenin yaşayacağı acıları tahmin etmekte zorlanmıyorum ama Kuzgun ne istediyse onu vermemek için direnecektir.''
''Bizim sonumuz olabilecek bir şey belki de'' diyen kişi Defne'ydi. Hiçbiri bilmiyordu sadece ihtimaller üzerinde duruyorlardı.
''Elbet yakında öğreniriz.'' Dedi. Komutanları olmadığı için timin emir komutası Orhan'daydı. O da ne yapacağını bilmiyordu, tek yapacakları birbirlerine destek olmaktı.
''Sıkıntılı bir süreç ama hepimiz atlatacağız.'' Demekten başka bir şey bulamadı. İyi olacaklar mıydı? Kimse bu konuda hiçbir şey bilmiyordu.
Yavuz biraz nefes almak için dışarıya çıktı. Kendini hiç iyi hissetmiyordu ama edecekti. Hazal'ı kurtarmak için bunu yapacaktı. ''Kim söylemiş Hazal'ın kim olduğunu?'' Diyen Kudret'e aldırmadı ama cevapladı.
''Orada yaşayan köylülerden biri söylemiş, onu aldık.'' Demekle yetindi.
''O minik bebek bunca zaman yanı başımızdaydı.'' Diyen Kudret'ti. ''Hatırlıyor musun onu ilk gördüğün zamanları?'' Dediğinde Yavuz nefesini verdi. Nasıl hatırlamazdı? O günü hatırladı. Kuzgun'un yerini bulmuşlardı. Baskın yapmışlardı ama sevdiği kadın ve oğlu yoktu. Kimse yoktu, sadece minicik bir bebek vardı. Hazal vardı...
Oraya baskın yaptıklarında minik bebeğin yüzüne dahi bakamamıştı. Bebeğin ağlayışlarını hiç umursamamıştı. O bebekten o an nefret etmişti. Kudret ise onun aksine onu çok çabuk sahiplenmişti. Baskın yaptıkları evi incelerken sevdiği kadının el yazısını görmüştü. Gördüğü an her şey Yavuz için daha da zorlaşmıştı.
Yavuz, bunları okuyorsan senden son isteğim kızıma sahip çıkman, kızı...'' devamı gelmemişti. Yavuz o kelimeleri okuduğunda kendini Hazal'ın yanında bulmuştu ama ona bakmamak için direniyordu.
Ağlayan bebek umurunda bile değildi. Zorla oradaydı, sevdiği kadın istediği için. Kudret'in zoruyla Hazal'ın yanına adımladı. Yüzünü gördüğü an her şey değişti. Bu bebek annesine ne kadar da çok benziyordu. Sadece sevdiği kadına benziyordu, başka hiç kimseye değil.
Öyle çok ağlıyordu ki o bebek, onu zorlukla kucağına aldı. Aldığında ise o minik bebek sustu. Suspus oldu, onu kucaklayan adamı uzun uzun inceledi. Yavuz minik bebeğe bakarken kalbinde hissettiği sıcaklık ile onu daha da sarıp sarmaladı. Daha çok minikti. En fazla iki haftalık.
''Merhaba ufaklık,'' dediğinde Kudret'e baktı ne yapmalıyım der gibi. Kudret, ise izlemek dışında hiçbir şey yapmadı. Bebek elini kaldırdı, Yavuz'un yüzüne dokunmak ister gibi ama başaramadı.
Yavuz onu uyuttuktan sonra baskın yapmak için başka bir çatışmaya gitti. O gittiğinde Hazal elinden bir kez daha gitti. Kuzgun kızını bulup almanın yolunu bulmuştu. Hazal tekrardan annesinin eline ulaşmıştı.
Hanife minik kızını tekrardan görmeyi hiç beklemiyordu. Yavuz'un onu koruyabileceğini sanmıştı. Hanife kızının satılacağını duyunca daha önce defalarca kaçmaya çalışsa da başaramamıştı ama o gün başardı. Kızını ve oğlunu da alıp kaçtı.
Yavuz geçmişi anımsayınca yutkundu. Hazal için ilk düşündüğü şey o adamın kızı olduğuydu. Onu ilk kucağına aldığında bile gerçek değişmemişti. Ama Hanife'nin emanetini korumak için onu evlat edindiğinde Hazal'a her gün biraz daha sevmişti. Hazal, Yavuz'a baba dediği an Yavuz onu öyle çok sevmişti ki.
Kendi öz kızı gibi, onu her şeyden korumak isteyen bir baba gibi Hazal'ı korumak istemişti.
''Bunca zaman yanı başımdaydı öyle mi?'' Dedi iç çeker gibi ve ardından ekledi. ''Üstelik gelinim olarak'' dediğinde Yavuz bir şey diyemedi. ''Alparslan bunu biliyor muydu?''
Başını salladı, ''biliyordu, öğrendiğinde bile ona olan sevgisi eksilmedi.'' Dediğinde iç çekti.
''Eksileceğini düşünüyor muydun?'' Diye sorduğunda başını olumsuz anlamda salladı Yavuz.''
''Eğer azalacağını bir an bile düşünseydim emin ol Alparslan'ın, Hazal ile olmasını engellemenin bir yolunu bulurdum. Yeğenin gerçekten de Hazal'ı her şeyden çok sevdi.''
''Etkilenilmeyecek gibi değil sevgisi'' diye fısıldadığında onayladı.
''Bana neden bunca zaman söylemedin?'' Diye sorduğunda Yavuz cevap vermedi. ''Öyle olması gerekiyordu.'' Bunu fazladan bir kişiye bile söylememesi gerekiyordu.
''Onu kendi kızın gibi sevdin mi?'' Diye sorduğunda cevap veremedi.
''Her şeyi öğrenip beni aradığında öyle çaresizdim ki, kendini kandırılmış hissediyordu.'' Nefesini usulca verdi. Kudret'e döndü. ''Ben Hazal'ı çok sevdim Kudret. Onu hep uzaktan izledim, iyi olup olmadığını kontrol ettim, iyi olmadığında onu iyi etmek için uğraştım.'' Dediğimde Kudret sadece Yavuz'u dinliyordu.
''Bir gün yetimhanede onu annesinden vurmuşlardı. Yetimhaneden kaçmıştı, o zaman onu izliyordum. Soğukta çok üşüyordu, çok çaresizdi. Dayanamadım, kıyamadım. Yanına gittim, şüpheleneceğini bile bile yaptım. Onu ısıttım, yüreğimin sıcaklığını verdim. Uyuduğunda ceketimi örttüm. Uyanmaya yakın uzaklaştım ondan. Görevlilere haber verdim onu almaları için. Uyandığında beni aradı ama bulamadı. Bana o zaman bile baba dedi. 'Sendin biliyorum nerdesin baba?' dedi. Öyle acılıydı ki ama yanına gidip ona sarılamadım. Görevliler geldiğinde ise mecburen gitti.''
O an Yavuz'un canını öyle yakıyordu ki.
Kudret sadece Yavuz'u izledi. ''Onu öyle çok sevmişsin ki, hiç düşündün mü? Sevdiğin kadın yaşasaydı, onunla birlikte çocuklarına babalık yapar mıydın? Hazal'ı daima sever, ona baba sıcaklığını verir miydin?''
Gerçekten Hanife yaşasaydı, çocukları ile birlikte onu mutlu edebilir miydi? Yaşadığı acılardan sonra bunu yapabilir miydi?
''Yapardım, özellikle de Hazal'ın her daim yanında olurdum.'' En çok istediği şey buydu çünkü.
Kudret bir şey diyemedi. Yavuz'un, Hazal'a olan sevgisini çok iyi anladı. Kendi öz babası ona şuan nasıl işkence yapacağını düşünürken Yavuz onu kurtarmanın peşindeydi.
Savaş başlamıştı, herkesin hem duygusal hem de kendilerini göstermeleri gereken bir savaş başlayacaktı. Bu işin sonunda ya İskender'i bitireceklerdi ya da İskender onları bitirecekti.
Kimler gösterecekti bu savaşta kozlarını?
Hazal mı? Alparslan mı? Yavuz mu? Yoksa Kudret mi? Kimin göstereceği illa belli olacaktı.
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
56.53k Okunma |
4.62k Oy |
0 Takip |
72 Bölümlü Kitap |