İyi okumalar fıstıklarım.
Lütfen oy ve yorumlarınızı benden esirgemeyin
Sahra'dan
Nasıl olabileceğiniz düşünüyor ve kafamda tartıyordum. Nasıl olabilirdi? Geçmişte kalan gerçekleri hatırlamak kalbime öyle büyük bir acı bırakmıştım ki, en acısı ise ben baba hasreti çekerken babamın da benden bir farkı olmadığına emindim.
Yanımda oturan anneme döndüm. "Nasıl olabilir anne?" Ona her şeyi anlatmıştım. O ise hiçbir şey dememiş sadece gözyaşı dökmüştü.
"Kızım" ona döndüm. Sanki bir şeyden emin olmak istiyordu. "Emin misin?"
Emindim, daha ne kadar emin olabilirdim ki, emindim işte "eminim anne" dedim kendimden bile beklemediğim bir ses tonu ile.
Babamı istiyordum, ben sadece babamı istiyordum. Annem artık tek kelime etmiyor, sadece bana bakıyordu. "Neden öyle bakıyorsun anne?"
Annem sözlerimden irkildi. "Git kızım" dedi. "Git ve babanı bul" işte ben buna hazır mıyım?
"Hazır mıyım bilmiyorum" korkuyorum. Neyden korktuğumu bile bilmeden korkuyorum hem de, ben yıllar sonra babamın karşısına çıktığımda tek yapmam gereken şey görevimdi.
Bir savcı olarak bunu yapmalıydım o zaman, ama şimdi ne yapacağımı bilmiyorum.
Koltuktan kalkıp bahçeyi izledim. Ne yapmam gerekiyordu? Babam ne yapacaktı? Ben bu gerçeği nasıl açıklayacaktım. İşte orası tam bir muamma
(...)
Albay Kudret DNA testi olan zarfı eline aldı. Elleri genelde titremezdi ama bu sefer titriyordu. Kalbinde hissettiğim acının tarifi yoktu çünkü, nasıl olsun. "Gerçekten sen misin Sahra?" Diye mırıldandı. O olduğundan ne kadar eminse artık o emin ifadesi gitmiş ve yerini şüpheye bırakmıştı.
Ama birazdan o zarfı açtığında görecekti gerçekleri, gidecekti tüm şüphe.
Hayatında ilk kez bu kadar yorgundu. Oysa ailesini kaybettiğinde bile intikamına tutunarak hayatta kalmıştı. Fakat şimdi onu ne dizginlerdi? Bunu kimse bilmiyordu.
O sırada Sahra, karargahtan içeri adımını atmıştı. İçindeki gerginlik öyle büyüktü ki, sonunda karar vermişti. Babası ile yüzleşmeye karar vermişti.
Onun da elleri titremekteydi. Kimse görmesin diye ellerini ceplerine soktu. Bu sayede kimse farketmezdi. "Albay Kudret'in odası nerede acaba?" Diyen askere hafif gülümsedi.
Asker koridorun sonunu işaret etti. O tarafa doğru ilerledi, içinde hissettiklerini kendi bile anlamıyordu. Heyecan, korku, mutluluk, hasret
Neydi hissettiği?
Bilemiyordu, odasının önüne geldiğinde gözlerini kapatıp derin nefesler almaya çalıştı.
Albay Kudret o sırada içindeki heyecanı dizginlemeye çalışıp zarfı açtı. İçindeki yazıları teker teker inceledi ve bir tanesi dikkatini çekti.
"Ebrar Gümüşçü yüzde 99.9 oranlar Kudret Güçlü'nün kızıdır."
Dünya durdu, hayat durdu. Gözlüklerini çıkardı. Ne düşüneceğini ne hissedeceğini bilemedi. Gözünden akan yaşlar yenilmişliğin işaretiydi. Bitirmişti onu bu hayat, hem de çok fazla.
Tek istediği şey artık kızına kavuşmaktı. Tek istediği kızıydı, gerisi umurunda değildi. Bu hayattan yorulmuştu artık.
Bir anda kapının açılması ile kimin içeri girip kapıyı kapattığını göremedi. Sadece kağıttaydı gözleri, Sahra beklenti ile babasına bakıyordu. Konuya nasıl gireceğini ne yapacağını bilemiyordu. Zaten ne yapabilirdi ki, direk konuya dalıp sen benim babamsın dese miydi? Demesi doğru muydu? Tam olarak ne yapması gerekiyordu?
Kudret Albay gözündeki yaşlar ile sonunda içeriye girene döndü. Kızı olduğunu görünce durdu, gerçek miydi bu görüntü.
Karşısında heyecandan eli ayağına karışmış bir kız vardı. Sahra tam bir şey söyleyecekti ki söyleyemedi. Albay eli ile onu durdurdu. Sustu Sahra ne yapacağını bilemez bir şekilde sustu.
Kudret ayağa kalkıp gözündeki yaşlar ile kızının yanına ilerledi. Sahra gözündeki yaşları merak etse de soramadı. Kızına doyasıya bakmak istedi, gözleri ne kadar da annesine benziyordu. inatçılığı ve görev aşkı babasından kalma bir duyguydu. O an fark etti Kudret. Kızı ile arasında minik bir mesafe kaldı.
Sahra ne yapacağını bekledi. Tam gözlerini kapatmıştı ki Kudret ona sımsıkı sarıldı. Dondu Sahra ne tepki vereceğini bilemedi, zaten ne tepki verebilirdi ki.
"Kızım" dedi hasret dolu bir sesle "Sahra'm... Sensin biliyorum."
Sahra şaşkınlıkla babasının kollarında kaldı. Nasıl öğrenmişti ki, "özür dilerim kızım yanında olamadığım için"
Sahra'nın gözleri doldu ama ağlayamadı. "Baba" dedi titrek bir sesle, Kudret yıllar sonra ona baba denmesinin özellikle de kızı tarafından denmesinin etkisi ile kalbinde yayılan mutluluk ile kızına döndü.
"Özür dilerim baba" dedi Sahra acı içinde "unutmuştum seni, sizi..."
Kızının bir suçu yoktu ki neden özür diliyordu?
Kızının saçını okşadı, tıpkı yıllar önce olduğu gibi, "özür dileme kızım, özür dileme Sahra'm senin bir suçun yok"
Kızına doyasıya sarıldı. Sahra da babasına sıkıca sarıldı. İçindeki acıyı silmeye çalıştı her ikisi de.
''Benim gerçekten öldüğüme inandın mı?'' Diye sordu Sahra titrek bir sesle.
İlk başta cevap veremedi Kudret. ''Gittin sandım kızım ama şuan kollarımdasın.''
Sahra gözünden düşen yaş ile babasına baktı. ''Gerçek değil mi baba? Bu da bir hayal mi?''
''Değil'' dedi Kudret. ''Hayal falan değil güzel kızım, Sahra'm''
Kızının saçlarına bir öpücük kondurdu. Tıpkı yıllar önce olduğu gibi...
Mutluydu, nasıl mutlu olmasın zaten, kızına kavuşmuştu. ''Senin bana söyleyip durduğun türkü sayesinde hatırladım seni baba, seni sizi'' dedi Sahra babasının kolları içinde.
Kızına sıkıca sarıldı. Kızından ayrı kalmak istemiyordu. ''Güzel kızım''
Kapı hafif aralık olduğu için giren Alparslan şaşkınca baba ve kıza baktı. Kudret Alparslan'ı görünce kızından mecburen ayrılmak zorunda kaldı. Sahra da gelen kişiye baktı.
''Alparslan evlat'' dedi Kudret.
Alparslan bir şey demedi. Kızına baktı, ''seni kızımla tanıştırayım Sahra'm'' Alparslan Albayın dediklerinin doğru mu yoksa yanlış mı olduğunu düşünüyor ve ona göre bakıyordu.
''Nasıl?'' Dedi sadece, Kudret DNA testini alıp Alparslan'a uzattı. Alparslan o DNA testini görünce sadece şaşkınca baktı. Sahra da dayanamayıp oturdu. ''O patlamada ölmemiş miydi?'' Dedi şaşkınca.
''Ölmemiş güzel kızım, başka bir kız çocuğu ile yer değiştirmiş sadece ve her şeyi unutmuş.''
Alparslan Sahra'ya baktı. ''Umarım birlikte mutlu olursunuz.'' Dedi. O an Kudret'in gözlerinde mutluluğu öyle güzel gördü ki.
Karşısındaki kişi amcasıydı ve onun kızı da kuzeniydi. ''Alparslan aynı zamanda senin kuzenin'' diyerek Kudret Sahra'yı aydınlattı. Sahra kaşlarını çatarak ona baktı. Ardından bakışları tekrar babasına döndü.
''Ben sizi yalnız bırakayım'' deyip çıktı odadan, işte o an amcası için mutlu oldu. Amcasının artık yaşama hevesi yoktu. Fakat artık yıllar sonra kavuştuğu kızı vardı. Elbette mutlu bir şekilde kızı ile yaşayacaktı.
Kudret mutlulukla kızına baktı. Kızının yanına gidip ona sımsıkı sarıldı yine, ona ne kadar sarılırsa sarılırsın az geliyordu ona, yetmiyordu. Nasıl yetecekti zaten? Sahra ise babasına kavuşmanın mutluluğunu yaşıyor ve sadece babasını düşünüyordu.
İkisi içinde artık bir umut ışığı vardı. Kudret ölmek için gün sayarken artık yanında kızı vardı. Artık onun gidişi ile üzülmeyecekti. Fakat acı bir gerçek daha vardı. Ne karısı ne de oğlu... Onlar gerçekten ölmüştü. Bir daha gelmemek üzere ölmüştü.
Onlar için ellerinden ikisi de bir şey gelmiyordu. Ama en azından artık birlikte mutlu olup onların yasını beraber tutabilirdi. Sahra geçmişini yeni hatırladığı için, ölen annesi ve abisi için de canı çok yanıyordu.
Bu saatten sonra olacak en güzel şey baba ve kız birbirlerinin yaralarını saracaktı. İkisi el ele verip tüm dünyadan soyutlanacak ve geçmişte olduğu gibi baba ve kız olacaklardı. Bunu ikisi de hak etmişti.
Yıllar sonra birbirlerini bulan baba ve kız...
(...)
Geçmişteki acılar biter miydi? Özellikle geçmişte saklı kalan bir aşk hikayesine, bitmezdi. Unutulmaz bir aşksa ve imkansız ise asla unutulmazdı. Yavuz da asla unutmuyordu. Unutamıyordu, çok denemişti ama olmamıştı. Hanife olmadan yaşamak onun için en acısıydı. Yapmak istediği tek şey sevdiği kadının intikamını almaktı.
Fakat alamıyordu, Affan öyle güçlüydü ki ona ulaşamıyordu. Nasıl bu kadar güçlü olabilmişti, o da bilmiyordu.
Fakat güçlü olmasının en büyük nedeni o dönemlerde bir teröristin ona yaptığı teklifti. İskender'de gördüğü karanlık ışığı kullanmak istemişti. Sonuç da ortadaydı. Başarmıştı, İskender bu dünyada belki de en kötü insandı. Hayatlarının en büyük acısını vermişti.
Sadece onlara değil onun yüzünden binlerce çocuk ölmüş, binlercesi yetim kalmıştı. Üstelik acıması da yoktu. Kendi öz kızına dahi satmak istemişti. Fakat neden satmak istediği kızın peşindeydi?
Neden yıllarca onun peşindeydi? Yavuz bunun cevabını merak ediyordu. O sepeti incelemişlerdi ama bir şey bulamamışlardı. Bu onu daha da kızdırmıştı. Ne olabilirdi? Neden Hazal'ın peşindeydi?
O sepetin içine konulan kolyeden ne Hanife'nin haberi vardı o gece, ne de başkasının. İçine öyle iyi konulmuştu ki kimse fark etmemişti. O kolyenin içindeki mikrofilm... Aslında İskender'in tek isteği o mikrofilmin içindeki gerçeklerdi.
O mikrofilm Türk devletinin eline geçtiği anda onları bitirmek çok zamanlarını almazdı. İskender de bunun olmasından korkuyordu ve hayla o mikrofilme ihtiyacı vardı.
Yavuz Hanife'sinin fotoğrafını uzun uzun inceledi. Her zaman, her gün yaptığı gibi...
Geçmiş bir film şeridi gibi geldi geçti gözlerinin önünden.
Gizlice buluştukları dere yatağında onu izliyordu Yavuz. Yine sürpriz yapmak istemişti Yavuz.
Hanife'yi incelemeye koyulmuştu. Hanife saçlarını hafif bağlamıştı. Saçlarını arkaya attı Hanife. Onun bu haline tebessüm etti. Hanife çamaşırları yıkarken işini öyle ciddi yapıyordu ki.
O ela gözleri işine öyle odaklanmıştı ki, bir türkü mırıldanmaya başladı. Yavuz onu öyle pürdikkat izliyordu ki, bu anın her saniyesini kafasının içinde yaşatmak istiyordu. Yavuz bir türkü eşliğinde işini yaparken rüzgarın şiddeti onun saçlarını uçurdu.
''Aşkından meftun olduğum o kadın'' diyerek Hanife'ye geldiğini gösterdi. Hanife şaşkınlıkla sesin geldiği yöne baktı. Yavuz'u görünce uzun zaman sonra ilk kez gülümsedi. ''Yavuz'' dedi hasret dolu bir sesle.
''Hanife'm'' ikisinin yüzlerindeki gülümseyişler zamanı gelince öyle bir kedere boyanacaktı ki.
''Sen geldin mi?'' Dedi şaşkınlıkla.
''Ne o yoksa gelmeme sevinmedin mi?'' Diyerek onunla uğraşmak istedi.
Gülümseyişi genişledi Hanife'nin ''sevindim... Nasıl sevinmem? Sevdiğim adam gelmiş.'' Dedi, bunu öyle içten bir şekilde söylemişti ki.
Yavuz daha fazla dayanamadı, ona yaklaşıp onu etrafında döndürmeye başladı. Hasretini ancak bu şekilde giderebilirdi çünkü.
Hanife bunu beklemediği için hafif bir çığlık dudaklarından firar etti. Ardından Yavuz'un haline güldü. ''Yavuz bırak bir gören olacak'' dedi onu yatıştırma amacı ile.
''Seni aylar sonra bulmuşum birde bırakacak mıyım?''
''Bırakmaz mısın?'' Diye sordu. Bunu öyle büyük bir merak içinde sormuştu ki.
''Bırakmam'' dedi Yavuz kendinden bile beklemediği şekilde emindi.
Hanife tebessüm etti. ''Peki ya ayrı düşersek o zaman ne yaparsın?''
''Seni elde etmek için elimden geleni yaparım.'' Dedi Yavuz.
''Peki ya elde edemeyeceğin bir yerdeysem'' diye sordu.
''O zaman bir ömür senin anıların ile yaşarım.'' Dedi.
Hanife gülümsedi. Baba sevgisi onun için öyle uzaktı ki, kendi evinde bir hizmetçi muamelesi görüyordu. Hem annesi hem de kendisi. Ne abileri onu sevebilmişti. Ne de babası...
Fakat karşısındaki adam onu öyle güzel seviyordu ki. ''Hayatımda en büyük şansımsın.'' Dedi Hanife buruk bir tebessüm ile. Yavuz bunu neden dediğini çok iyi biliyordu.
''Sende benim en büyük şansımsın Hanife'm.''
Hanife gülümseyerek Yavuz'a baktı. ''Seni çok seviyorum Hanife'm'' Dedi Yavuz.
''Seni çok seviyorum Yavuz.'' Dedi Hanife.
O rüya bitti, onun yerine geçmişten bir kabus gibi çöken bir anı kendini baş gösterdi. ''Ne oldu anlatsana?!'' Diyerek hırsla doğruldu Yavuz.
Karşısındaki adamın sessizliğinden bıkmıştı ki. ''Hanife Duran öldü.'' İşte o an dünya durdu. Ne demek Hanife Duran öldü? Ne demek sevdiği kadın öldü?
''Ne demek öldü?'' Dedi Yavuz acı içinde, karşısındaki adam konuştu. Yavuz duydukları ile daha çok acı çekti.
''Öldürdü diyorlar hatta uzuvlarını teker teker kesmiş ve gömmüş'' Yavuz bunu duyduğunda öldüğünü sanmıştı ama o değil Hanife ölmüştü. Hem de an acı şekilde
(...)
Yemekleri hazırlarken aynı zamanda yüzümdeki gülümsemeyi de silmeyi çalışıyordum ama bu pek mümkün değildi. Bu aralar hep gülmek istiyordum, çünkü çok mutluydum. Belki de sonunda hak ettiğimi almıştım, yani mutluluğumu.
Arkamdan gelen kişi ile ilk başta irkildim ama Alparslan'ın kokusu ile gevşedim. Burnunu enseme dayamış ve kokumu içine çekmeye çalışıyordu. Ona döndüm yüzümdeki gülümseme ile. Alparslan bana gözlerindeki parlaklık ile bakıyordu.
O sırada içeriden baba diyen ses ile o yöne baktı Alparslan. Mavi babasına doğru koşarak sarıldı. ''Güzel kızım'' dedi gülümseyerek. Yüzümde oluşan mutluluk ile onlara bakıyordum.
Alparslan kızımızı kucağına alıp döndürmeye başlamıştı. Bende onlara yüzümde tebessüm ile izliyordum. Alparslan kızını kendine çektiğinde bana döndü. Yüzümde ne gördü bilmiyorum ama yüzümde gördüğü şey ile Alparslan'ın gülüşü büyüdü.
Hayal ettiği tablonun içinde olduğuna inanamadığından olduğunu bilmiyordum o bakışların. Fakat inanılmayacak bir şey yoktu. Bir zamanlar bize imkansız gelecek şekilde mutluyduk. Ona inanamadığını o kadar iyi belli ediyordu ki.
Gülüşümü büyüttü bu düşünce. ''Evet'' dedim heyecanla, ''gitmiyor muyuz?'' Alparslan başını salladı. Kucağındaki kızımızı indirdi. ''Ceylan nerede?'' Tam o sırada Alparslan'ın başına düşen bir yastık ardından Ceylan'ın sırıtışı. ''Başardım.'' Diyerek gülümsedi. Alparslan, Ceylan'ın bu davranışa elinde olsa gözlerini devirecekti.
Ceylan ne kadar olgun olsa da bu şekilde davranmayı seviyordu. Geleceğin doktor adaylarından biriydi ama içinde büyümemiş çocuk da ona farklı bir hava katıyordu.
''Nerede kaldı benim baş belam diyordum bende'' diyerek Ceylan'a döndü.
''Baş belan mı?'' Diyerek sitemle baktı Ceylan. ''Abi kalbimi kırıyorsun.'' Diyerek ona bildiğin sızlandı.
Ceylan'ı kendine çekerek saçına bir öpücük kondurdu. ''Hayatımdaki en tatlı belalardan ama'' Ceylan'ın gülümsemesi büyüdü.
''Biri bana yardım edecek mi acaba?'' Diyerek sinirle onlara döndüm. Ceylan yanıma gelip yemeklerden birini aldı. Aynı şekilde Alparslan da.
Kızım yanıma gelip ''anne benim alacağım bir şey yok mu?'' Diyerek ciddi ciddi sordu.
Bu haline gülümsedim. Hanımcılık kazanacak diye kesinlikle yalan söylemiyorlardı. Kızıma bir şey vermeye gerek yoktu. ''Gerek yok birtanem sen kendini unutma o bize yeter'' Mavi sinirle bana baktı. ''Annee''
''Maviii'' diyerek onu taklit ettim. ''Hadi'' diyerek kızımın elinden tutup onu kapıya kadar götürdüm. O sırada kızıma ceketini giydirmekle meşguldüm. Kızımın saçlarına öpücüğümü koyduktan sonra ise onun elini tutarak bizde çıktık.
Aşağı indiğimizde arabaya bindik. Arabayı süren Alparslan'dı. Ben onun yanında yer alıyordum ve arkamızda sevgili kızımız Mavi ve Ceylan bulunuyordu.
''Evet Ceylan senin ehliyet işi ne oldu?'' Diye sordum.
''Oldukça iyi gidiyor sınav yakın''
''Geç o sınavı önce bakalım.'' Diyerek yola dikkatini verip konuştu Alparslan.
O sırada aklına bir şey gelmiş gibi dikiz aynasından Ceylan'a baktı. ''Güzelim'' diyerek Ceylan'a hitaben konuştu.
''Efendim abi'' diyerek ona cevap verdi Ceylan.
''Senin doğum günün ne zamandı?'' Ceylan'ın yüzünde buruk bir gülümseme kondu. Daha önce hiç doğum gününü kutlayamamıştı değil mi?''
''Niye soruyorsun abi?'' Diyerek işi yokuşa sordu.
''Sen söyle önce''
Ceylan nefesini verdi. ''12 mart'' az kalmıştı.
Benim doğum günüm ile yakın bir zamandaydı. ''Benim de doğum günüm 28 mart'' diyerek bende konuştum.
''Balık burcusun'' diyerek saçma bir konuya giriş yaptım. ''Balık burcu düşünceli, nazik ve oldukça şefkatlidir.''
''Bizimkinde pek öyle işlemiyor ama'' Ceylan'ın sinirli bakışları direk Alparslan'ı buldu. Yol bu şekilde geçtikten sonra geldik. Geldiğimiz yere tebessüm ettim. Piknik alanı gibiydi ama tüm tim ve ailesini yetecek kadar tek masa oluşturulmuştu.
Zerrin'i görünce gülümsedim. O da bana gülümsedi. Ardından iftar hazırlıklarına geçtik. Oldukça eğlenceli geçiyordu. Tabakları yerleştirdikten sonra tam suya geçecektik ki Mavi'nin yanına koşmak zorunda kaldım. Kızım o damacanayı tam üstüne boşaltacaktı ki son anda engel oldum. Diğerleri işlerini yaparken Mavi'yi kucağıma aldım.
Gelenler vardı. Kim geldiğine bakınca nefes alamadım. ''Elif'' dedim hayret edercesine, Elif beni burada görmeyi beklemiyordu anlaşılan, ''Hazal'' dedi tırsmış bir sesle.
El ele Karan ve Elif görmem normal miydi? Allah'ım bana bir ateş basıyordu. ''Siz ikiniz'' diyerek hem Elif'e hem de Karan'a yönelik konuştum. ''Sevgili misiniz?'' Daha önce itiraf ettiğini biliyordum ama bunu Karan'a söylemediğini tahmin ediyordum. Elif tam cevap verecekti ki elimle onu susturdum. ''Sen sus'' diyerek Elif'e sinirli bir şekilde baktım.
Karan'ı biraz korkutmaktan zarar gelmezdi ve Elif laf halinde iken çoğu şeyi unuturdu. Bana söylediği de dahil. İkisini biraz korkutmaktan zarar gelmezdi.
''İşte bu anı yıllardır bekliyordum.'' Elif zaten içine düştüğü durumdan canı zaten sıkkın iken birde Alparslan'ın onu kızdırmak için kurduğu cümleler onu delirtti. ''Sen bir sussana''
''Ancak bana mı gücün yetiyor baldız?'' Diyerek Elif ile bildiğin alay etti.
''Hayırlı olsun ama bence pek hayırlı olmadı.'' Karan'a döndü. ''Bu arada Karan benden söylemesi senin sevgili karımdan çok çekeceğin var.'' Evet bu dingilin benden çok çekeceği var.
Bana sormadan birde, Allah belanızı versin Elif. Zamanında bana fikrimi neden sormamıştı?
''Karan hiçbir şey yapamaz.'' Dedi.
Öyle mi Elif? Öyle mi Elif? Normalde şakaya vurup bitirecektim bu işi, gerçekten öyle yapacaktım. Yalan söylemiyorum, asla söylemiyorum.
Karan benden tırsmış bir şekilde bakıyordu. ''Şimdi komutanım ve Karan bacanak oldu öyle mi?'' Diyerek ortaya bir soru yöneltti Orhan.
''Komutanım hayırlı olsun'' dedi Koray. Tabi ki Karan'a yönelik.
''Bilmiyormuş gibi konuşma Koray'' diyerek tersçe konuştu. Nasıl ya? Koray biliyorsa tüm tim biliyordur. Çünkü o bir şey oldu mu? Öğrenmesi gereken son kişiydi. Neden mi? Çünkü ağzında bakla ıslanmıyordu.
Alparslan'a baktım. Ellerini direk havaya kaldırdı. ''Ben bilmiyordum.'' Ona şüpheli bakışlarımı atınca ''gerçekten bilmiyorum'' diyerek isyan etti. Tamam be ne bağırıyorsun Alparslan inandık işte.
Karan'a döndüm. ''Eğer ki'' dedim tehditkar dolu bir sesle, ''kardeşimi üzersen kendini ölü bil!'' Elif derin bir nefes verdi.
''Yapma ama be Hazal, yapma be güzelim bu kadar mı?'' Dedi isyan edercesine, zamanında bizi çok ayırmıştı ve Elif'ten intikam için bir şey yapacağımı düşünmüştü ama işler onun sandığı gibi gitmemişti.
''Sen bir sussana eniştecim'' diyerek tehditkar bir şekilde baktı Elif.
''Bizi defalarca ayırdıktan sonra buna şükretmen gerekirken birde susmam gerektiğini mi söylüyorsun?'' Dedi sahte bir şaşkınlıkla.
''Hatırlatırım sizin birlikte olmanızı da ben sağladım.'' Diyerek yüksek sesle bağırması ile yüzümü barıştırdım.
Alparslan da ona inat ''eğer ki karışmasaydın sana gerek kalmazdı.''
''Ne bekliyordun be, kardeşimi gözümün önünde öpmene izin vereceğime mi?'' Upss Allah belanı versin Elif. Bu sefer gerçekten versin.
Yüzüm biraz kavruldu. Bu da herkesin içinde söylenir mi? Üstelik timin yanında, Allah'tan çocuklar uzaktaydı da bu lafı duymamıştı.
''Üstelik bir keresinde'' diyecekken bu sefer neyse ki onu susturdum. ''Elif bir sus artık!'' Şuan yüzümdeki sinirden nasibini almış gibi geriye gitti. Karan'a döndü. Karan'ın da Elif'ten pek bir farkı yoktu.
''Biz kaçsak mı?'' Dedi Karan Elif'e yönelik.
Elif ''çok iyi olur hadi biz gidiyor-''
''Hiçbir yere gidemezsiniz'' diyerek son noktayı koydum. Sinirlerimi yatıştırdım. Gayet iyiydim.
''Oturun yapalım iftarımızı yoksa'' silahımı işaret ettim. ''Gecenin sonu hastanede bitmesin mübarek ramazan gününde.''
Elif bıkkın bir şekilde gidip diğerlerine yardım etmeye başladı. Karan'a sinirli gözlerle bakınca benden tırsarak Elif'in yanına adımladı.
Derin nefesimi verip Alparslan'a baktım. Az da olsa keyifliydi. Yanıma gelip kolunu omzuma attı. ''Ne kadar fazlasını istesem de bu bile keyfimi inanılmaz yerine getirdi.'' Deyince güldüm. Bildiğin güldüm.
''Sen onu bizim barıştığımızı öğrendiğinde göreceksin asıl'' işte o zaman Elif delirecekti. Güldü Alparslan. ''İşte bu ayrı bir heyecanlı''
''Birbirinize olan sevginiz inanılmaz Alparslan.'' Diyerek istemsizce güldüm. Yanağımdan öpüp diğerlerinin yanına ilerledik. İftar vakti yaklaşmıştı.
Yerlerimize geçince herkes bekliyordu ama burada Tuna yoktu. Defne konusunda canı sıkkın olduğu için gelmediğini düşünüyordum.
O sırada yetiştik mi diyerek gelen Tuna'ya döndüm. Elini Defne'nin eline sarmış ve Defne de karşılık vermişti. Birde siz mi oldunuz? Bir gecede iki çift
İyiydi, iyiydi. ''Hayırlı olsun'' dedim gülümseyerek. Defne manidar gülüşümü anladı ve bana karşılık verdi. ''Oo hiç söylemiyorsunuz komutanım'' diyen Efe'ye döndü tüm tim.
''Söylemiş kadar oldum'' diyerek Defne'ye gülümsedi. Birazdan askerler onun bir doktor değil de benim gibi bir mit personeli olduğumu öğrenince ne yapacaktı?
Keyifle izleyecektim. O sırada ikisi oturdu. Bakışlarım Ceylan'a ilişti. Ara sıra karşısındakine kaçamak bakışlar atıyordu. Kaşlarımı çattım. Karşısındaki kişiyi görünce işte o an sıçtığımızı anladım.
Karşısındaki Koray da ona sürekli kaçamak bakışlar atıyordu. Umarım bunu Alparslan fark etmezdi. Yoksa düşünmek bile istemiyordum.
Hayırlı olsun, başımızdaki belalar yetmedi. Şimdi birde bu belalar karşımıza çıktı. ''Hayırlı olsun'' dileklerini herkes verince yan yana oturdular. Alparslan da benim yanımdaydı. Ona döndüm. Bu karanlığı çağrıştıran gözler bana karanlık yerine hem umut olmuştu. Bana hep aydınlık olmuştu. Birlikte bu şekilde bir aile gibi iftarımızı açmak beni oldukça mutlu ediyordu. Alparslan'ın da aynı şeyi düşündüğünden emindim.
Kulağıma yaklaşıp beni sevdiğini fısıldayınca gülümsedim. O sırada elbette bize dik dik bakan Elif'i farketmiştik. Bir eksik kal be Elif dememek için kendimi çok zor tuttum.
Elif henüz Alparslan ile barıştığımızı bilmiyordu değil mi? İşte bunu söyleyince çıldıracaktı. O sırada ezan okunmaya başladı. Herkes iftarını açınca bizde birbirimize gülümseyerek açtık.
Mutlu, huzurlu ve sevdiklerim yanımda bir şekilde ben başka ne isteyebilirdim ki zaten.
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
56.53k Okunma |
4.62k Oy |
0 Takip |
72 Bölümlü Kitap |