43. Bölüm

43. Bölüm

Hatice Sare Tanır
haticemsare

Merhaba fıstıklarım geç kaldığım için kusura bakmayın. Yaşadığım yerde minik bir elektrik sıkıntısı ortaya çıktı.

İYi okumalar

​​​​​

 

Uyandığımda yanımda gördüğüm kişi ile gülümsedim. Vücudumu tamamen ona döndüm. Yüzünün her milimini inceledim. Ben çok özlemiştim bu adamı.

Dün gece döndü aklımda, "Alparslan" bana döndü. "Ne oldu?"

"Bana tüm detayları ile anlat" diye sorduğumda içli bir nefes verdi.

"Anlatamam Hazal, henüz anlatamam."

Neden anlatamadığını anlamadım ama sorgulamamayı seçtim. Sorgulayamazdım bu tür şeyleri, sonuçta derin devlet meselesiydi. Bu da benim hakkım değildi.

"Ama zamanı gelince söz veriyorum anlatıcam ama şimdi olmaz tek bilmen gereken o adam olduğu ve seninle tehdit ettikleri lütfen daha fazla bir şey sorma ve araştırma"

Söyledikleri ile bir şey diyememiştim. Ellerimi yanaklarına değdirerek gülümsemiştim.

"Söyle hadi bir daha, özledim çünkü"

Ellerim, onun elleri arasında kaldı. Avuç içlerimi öptü. "Seni çok seviyorum Hazal, çok seviyorum, çok seviyorum."

Gülümsedim. Özlemiştim her şeyimizi, ardından havanın soğuk olmasına karar vermiş olacak ki omuzlarımda duran ceketi daha da sarmıştı.

"Gidelim mi evimize?" Başımı sallamış ve ona ayak uydurmuştum. Gittiğimiz esnada bünyem biraz zayıf düşmüştü. İster istemez başım dönmüştü. Alparslan bunu fark eder etmez beni hızla kucağına aldı. Gülümsedim bu haline, ardından onun göğsünde gözlerimi tamamen kapattım.

Gülümsedim karşımdaki adama, uykusundan uyandırmaya kıyamadım. Kalktım, gidip kahvaltı hazırladım. Üstelik bir şey de fark ettim. Yarın oruç vardı. Bunun için de sabırsızlanıyorum. Evde ikimizden başka kimse yoktu. Ceylan, Mavi'yi hazırlayıp onu okula göndermiş olmalıydı. Uzun zamandır da kızımızla ilgilenemedik. Bize bozulmuştu büyük ihtimalle.

Kahvaltıyı hazırlayıp Alparslan'ı uyandırmak için yanına gittim. O kadar mışıl mışıl uyuyordu ki,

"Alparslan hadi uyan" der demez gözlerini açıp beni kendine çekti. İrkildim ama ona döndüm. "Hazal"

"Günaydın" dedim neşeli bir sesle, "günaydın güzelim"

"Hadi kahvaltı yapalım, hazırladım senin için"

Gözlerime baktı. Bir kaç saniye öylece kaldık. Gözlerimiz birbiri ile kenetlendi sanki, ardından beni direk altına aldı. Beklemediğim için karşı da koyamadım. Kaldık öylece, "şimdi ben kahvaltı yerine seni yesem daha güzel olmaz mı?"

Kaşlarımı çattım. Tövbe tövbe, ilk düşündüğün de bu​​​​​​ mu gerçekten?

Gülümsedim manidar bir gülüşle, "aslında" dedim kendime engel olamayan bir kışkırtmacılık ile, "olmaz" dedim.

Yüz ifadesi düştü. Canı sıkkın bir şekilde yataktan kalktım. Yüzünde bezgin bir ifade vardı. "Acele et seni bekliyorum."

Kapıyı çarpıp çıktım. Biraz kudursun bakalım, evet bence de öyle olsun.

Bir süre sonra geldiğinde kahvaltımızı yapmaya başladık. Ağzıma attığı peyniri çiğnedim. Ardından çayımdan büyük bir yudum aldım. O sırada o da kendi kahvaltısını yapmak ile meşguldü.

Bir süre sonra konuşmaya başladı.

"Evet şimdi anlat bakalım" kaşlarımı çattım. "Neyi?"

"Ben yokken kızımızla neler yaşadın Hazal?"

Bunu uzun süredir merak ettiğinin farkındaydım ama hiçbir zaman sormamıştı. Çünkü umurunda değilmiş gibi davranması gerekiyordu.

"Bana gelen teklifi kabul ettim." Diyerek anlatmaya başladım. "O zaman Elif hayla okuyordu ve ona çok yük oluyordum. Mavi sürekli ağlıyordu ve ben onu susturamıyordum."

O günler gerçekten zordu. Elif okurken hem çalışıyordu. Benim eğitimlerim de vardı. Teklifi kabul ettiğimde bir süre daha eğitim almıştım. Ama kızıma bakmakta zorlanıyordum.

"Yavuz başkan kızıma bakmak için özel bakıcı tuttuğunda hiç istemesem de kabul etmek zorunda kalmıştım."

Yavuz başkanın bana yaptığı iyilikler saymakla bitmiyordu. "Kendim çalışmaya başladığımda ise o zaman Yavuz başkandan gelen yardımı kestim."

Sonuçta kendi paramı kazanmıştım. Bırak da gerisini ben halledeyim. "Elif işine başladığında onunla ayrılmak zorunda kaldık. Çünkü o Isparta'ya gitmişti. Ben ise olduğum şehir olan İzmir'de daha fazla duramadım. Görev gereği başka bir şehre gittik kızım ile," anlatmaya devam ederken Alparslan'a da dikkat kesiliyordum. Beni can kulağı ile dinliyordu. Çayımdan büyük bir yudum alarak anlatmaya devam ettim. "Görevlerim gereği eve gidemediğim aylar oluyordu. Kızımın da annesine ihtiyacı vardı ama bir şekilde dayandı kızım."

Alparslan'ın gözlerine baktım. "En sonunda ise Ankara'ya geldim. Geldiğimde uzun bir süre gitmeyeceğimi biliyordum ama sizin öyle sanmanız gerekiyordu." Çünkü o ekipten biri olduğum için gelmiştim Ankara'ya. Gitmeyeceğimi biliyordum.

Alparslan geriye yaşlanmış sadece beni dinliyordu. "İşte bu şekilde, gerisini sen biliyorsun. Şimdi sen anlat."

"Benim anlatacağım hiçbir şey yok Hazal. Ben sen yokken bir ölüden farksızdım. Sadece görevimi ve seni düşündüm." Boynundaki zinciri çıkarttı. Ucunda duran madolyan vardı. İçini açtığında ben ve kızımın fotoğrafı vardı.

Gülümsedim. "Hiç çıkarmadın değil mi?"

Başını salladı. "Çıkarmadım, eğer ki çıkarırsam seni kaybederdim tamamen seni kaybetmekten korktum" duygulandım. Kızımız geldikten sonra onun fotoğrafını da taşımaya başlamıştı.

Eli saçlarıma gitti. Bir tutamını alıp kokladı. "Gerçekten çok özlemişim."

Bende çok özledim. Ardından neden bunu içimden söylediğimi düşündüm. "Bende seni çok özledim Alparslan."

Gözlerimiz birbirimize ışık saçıyordu sanki,

Sandalyesinde kalkıp yanıma geldi. Yüzümü elleri arasına tamamen aldı. "Seni çok seviyorum Hazal."

Bu lafı duymak için belki bir zamanlar canımı bile verebilirdim ama şimdi sürekli bu lafı duyuyordum ve bu benim çok hoşuma gidiyordu. "Bende seni çok seviyorum Alparslan."

Artık bende eskisi gibi değildim. Birine onu sevdiğimi söyleyemezdim ama artık yapabiliyordum. Alparslan da bunun ayrı bir mutluluğunu yaşıyordu.

Beni sandalyeden kaldırıp peşinden sürükledi. Ona ayak uydurdum. Ne yapmak istediğini görebiliyordum ve bunun için daha fazla beklemeye gerek yoktu.

İkimizde yıllardır bunun için savaşıp durmuştuk. Odamıza girdiğinde bende girdim. Yüzündeki mutluluk ve heyecan duygusunu görmeyeli yıllar oluyordu. "Hazal Güçlü" soyadımı özellikle vurgulamıştı. "Seni çok seviyorum."

"Alparslan Güçlü" dedim bende. "Seni çok seviyorum."

"Hazır mısın?" Dedi heyecanına engel olamayarak.

Eğer hayır dersem zorlamazdı. Bunu biliyordum ama benim de isteğim belliydi. "Yıllar önce olduğu gibi şimdi de hazırım."

Yüzünde oluşan tutkuyu gördüm. Ardından dudaklarımız birleşti. Kendimi ona bıraktım. Yıllar önce olduğu gibi, her mutluluğumuz ve her acımız her zaman aynıydı bizim. Ben bu hayatta en doğru adamı sevmiştim ve sevmeye devam edecektim. İyiki sevmişim seni Alparslan. İyiki sevmişsin beni.

Ruhumuz bir bütün oldu ben ona tamamen bıraktım kendimi.

(...)

Ayaklarını yere değdirdi Defne. Etrafına bakındı, ardından kahvesinden bir yudum aldı. Uzun zamandır hiç iyi değildi. Neden iyi olsun zaten. Kahvesini içerken etrafı da kontrol ediyordu ve hiç şüpheli bir durum yoktu. Fakat içinden bir ses takip edildiğini söylüyordu.

Olsaydı şimdiden fark ederdi. Ama fark etmediğine göre bir sorun yoktu. Fakat dikkatli olsa yine de iyi olurdu. Telefonu çalınca düşüncelerini telefonuna çevirdi. ''Dinliyorum başkanım.''

''Teşekkürler başkanım'' dedi. Harika sonunda izni koparabilmişti. Fakat başkanın araması sadece izin değildi ne yazık ki.

Tuna konusunda canı çok sıkkındı. Yapacağı şey çarşıya inip birkaç ihtiyacını almaktı. Ardından ailesinin yanına gidip gerçekleri onların yüzüne vuracaktı.

Yürürken yaptığı tek şey Tuna ile olan anılarını düşünmekti. ''Bir gün umarım beni affedebilirsin'' diye fısıldadı. İlerlediği yolun geri kalan kısmı ise ihtiyaçlarını alarak geçti. ''Sonunda'' diyerek poşetlerini eline aldı. Ardından hızla ilerlemeye koyuldu.

O sırada onu bekleyen Tuna'dan bihaberdi. Hızlı ilerledi sırada arkasından onu bekleyen Tuna bedenini sıkıca tuttu. Bağırmaması için ağzını kapattı. Defne kaçmak için uğraştı. Fakat Tuna çok güçlü tutuyordu. O sırada ona enjekte olan iğne ile daha fazla direnemedi. Tuna elini ağzından çekti. Defne tek kelime edemedi. Ardından bacakları onu taşıyamadı. Yere diz çöktü Defne. Ardından tamamen bilincini yitirdi. Tuna onun yere devrilmesine izin vermedi. Onu kolları arasında tuttu. ''Sadece sen mi beni bayıltacaktın?'' Diyerek kulağına fısıldadı.

Ardından onu kucağına aldı. Yüzünü uzun uzun inceledi. ''Ne olursa olsun eşsiz bir güzellikte olduğun gerçeğini değiştirmiyor.''

Çok güzeldi Defne, söylediği yalanlara rağmen çok güzeldi.

(...)

Etraftaki sessizlikten yararlanarak kaçmayı düşündü Koray ama bu pek mümkün değildi.

Ceylan'ı görmek istiyordu ama pek mümkün olduğu söylenemezdi. İçinde oluşan heyecanı dizginlemeye çalıştı.

"Uzun zaman oldu. Söyleyin bakalım işler nasıl gidiyor?" Diyen Orhan ile tüm dikkat ona kesildi.

Orhan ona çevrilen gözler ile omuz silkti. "Ben bana bakın diye mi konuşuyorum?"

"Komutanım sizden başka konuşan yok kime bakalım?"

"Koray süründürürüm seni"

"Emredersiniz komutanım" bakışlardan rahatsız oldu. "Size ciddi bir soru sordum."

Kimse cevap vermeyince omuz silkti. Anlaşıldı dedi içinden.

"Karan kardeşim"

Karan ona döndü. "Hayırlı olsun Elif hanım ile çoktan olmuşsunuz"

Karan içtiği çayı püskürttü. Konu neden ona gelmişti ki, ''komutanım-''

''Sus birde bize söylemiyor. Zerrin geçen bizim oğlanı götürmüş seninkine o zaman öğrenmiş.''

Derin nefes verdi. ''Oo hayırlı olsun komutanım'' diyen Kağan ile bıkkın bir nefes verdi.

''Hayırlı olsun komutanım''

''Hayırlı olsun komutanım''

tüm tim hepsi kutladı. Kutlamayan sadece oralarda olmayanlardı. ''Komutanım merak ediyoruz da nasıl oldu bu işler bir anlatsanız mı?''

Karan bu tür sorulara alışıktı. ''Size ne lan kendi işinize bakın''

''Hiç öyle olur mu? Anlat biraz bizde eğlenelim''

''Komutanım siz yapmayın bari''

''Ben ne yaptım şimdi Karan'cım sana komutanın olarak nasihat veriyorum. Anlat şunu da rahatlayalım yoksa bin şınav çektiririm sana''

Karan'ın gözü korktu. Yapar mıydı? Yapardı Orhan üsteğmen hemde fena halde.

"Komutanım anlatacak birşey yok, alt tarafı itiraf ettim. O da itiraf etti."

Tim onu zorlama amacı ile, Efe "neyi itiraf ettiniz komutanım?"

"Sen şansını fazla mı zorluyorsun Efe?" Efe tırstı. Evet şansını fazla zorluyordu.

"Evet neyi itiraf ettin Karan?"

Karan bıkkınca nefes verdi. "Onu sevdiğimi"

Başını salladı Orhan. "Peki o ne dedi?"

Orhan artık utanmaya başlıyordu. "O da beni sevdiğini söyledi."

Tamamdır bitmişti konuşma, Karan derin bir nefes vererek çayından büyük bir yudum içti. "Peki ya sonra ne yaptınız komutanım?"

Karan içtiği çayı tekrar püskürttü. Şaka mıydı bu sorular?

Tim de büyük bir sessizlik oluştu. "Helal helal" dedi Orhan.

Karan başını geriye yasladı. "Komutanım" dedi Orhan'a yönelerek "bitti mi sorular?"

"Bitti mi?" Diyerek time döndü. Tim kısa bir süre düşündü. Ardından bir soru daha buldu. "Komutanım benim bir sorum daha var." Diyen Kağan ile nefesini verdi. "Sor Kağan bir sen eksik kalmıştın sende sor"

"Düğün ne zaman komutanım?"

Düğün mü? Ne düğünü? Doğru sevdiği kadın ile olan düğünü, o anı düşlemeye başladı. "Birgün inşallah" diyerek kısa bir cevap verdi.

"Peki Tuna komutanımız nerede?"

"Onda da aşk her yanını sardı. O da peşinden gitti." Diyerek kısa bir cevap verdi Karan.

"Hadi canım bizim Tuna öyle mi?" Kısa bir süre düşündü. "Bunu ondan hiç beklemezdim. Zaten ben kimden ne beklediysem hep tam tersi çıkıyor. Dedik Alparslan komutanımız evlenmez bir baktık, zaten evli üstüne de çocuğu var. Üstelik çocuğu desen onun gibi kavgacı onu geçtim bizim uslu terbiyeli büyüttüğümüz oğlumuzu yoldan çıkaracak."

Hepsi başı ile onayladı. Ardından Orhan, Koray'a döndü. "Bunun da kafa bir alem heralde bu da birinden hoşlanmaya başladı ama kendine itiraf edemiyor."

Koray az kalsın boğuluyordu. "Helal helal" diyerek sırtını vurdu Kağan.

"Komutanım yok öyle bir şey"

Başını alayla salladı Orhan. "Haline bir bak oğlum eskisi gibi kimseye sataşmıyorsun."

Doğru kimseye artık sataşmıyordu. Gerçekten Ceylan'dan mı hoşlanıyordu? Komutanı onu bitirirdi. Kızını beş yaşındaki çocuktan kıskanan adam kardeşini düşünemiyordu. Düşünmek dahi istemiyordu.

Kahretsin diye geçirdi içinden, gerçekten kahretsin.

"Komutanım yalnız bu tim artık fena aşk kokmaya başladı." Efe'nin söylediğini hepsi onayladı. Gerçekten de tim aşk kokuyordu. Aşık olan olana, "hakikaten öyle" ardından Ege'ye döndü. "Peki ya senden var mı öyle şeyler"

Tövbe der gibi baktı. "Komutanım saçmalamayın benim böyle işlerle ne işim olur."

"Efe ben geldim." Tüm tim Efe'ye odaklandı. Efe içinden sıçtım diyerek lanet etti. Ardından sesin geldiği kadına baktı. "Hayatım hoş geldin."

Tüm timden bir yuh sesi geldi. Efe yüzünü buruşturdu. Ardından sevdiğinin elini tutup komutanının karşısına çıkardı. "Komutanım bu Zehra"

Zehra hafif tebessüm etti. "Memnun oldum bacım"

"Bende siz şu meşhur Kartal timi olmalısınız Efe sizden çok bahsetti. Özellikle de Orhan komutanım beni sürekli yıldırıyor gibi kelimeleri çok kullanırdı."

Zehra söylediği laflardan büyük bir haz duymuştu. Hak etmişti ne demek time bir sevgilim yok demek vardı bal gibi hemde tam karşısındaydı.

"Doğru mu bu duyduklarım Efe?"

"Komutanım şimdi şöyle..."

Sessiz kaldı Efe. "Nasıl ulan?"

"Komutanım bağışlayın"

"Gebertirim ulan seni" tüm timden bir gülüş sesi yükseldi. Ardından günün geri kalanında hepsi aldığı cezaları hakkı ile yerine getirdi.

(...)

Derin nefesini verdi. Yolun yanında gördüğü çiçekçi ile durdu. Durup çiçeklerden bir buket oluşturdu. Annesinin ve babasının yanına gidiyordu. Hiç hatırlamadığı annesi ve babasının yanına, başka bir şehirde işi düştüğü için gelmişti. Hazır gelmişken ailesini de ziyaret etmenin iyi olacağını düşünüyordu.

Ebrar mezarlığa geldiğinde saçlarını örttü. İlerlerken kendini geçmişe ışınlamaya çalıştı ama olmadı. Geçmişini ne kadar hatırlamak istese de olmuyordu. Bir türlü hatırlayamıyordu.

Mezarlığın biraz ilerisinde duran adam dikkatini çekti. Bu kişiyi tanıdı. Peşinde olduğu Albay ama artık peşinde değildi neyse ki.

"Canım karım, güzel çocuklarım nasılsınız?" Gözünden akan yaşları hissetti Ebrar ve bu durum onu oldukça şaşırttı. Sonuçta çok sert bir adam olarak görünüyordu dışarıdan, "sonunda başardım canım ailem, intikamınızı aldım." Bu kısımlar derin devlet meselesi olduğu için tam gidecekken "Sahra" diyen ses ile durdu. Sanki o an kafasında bir şeyler çağrıştı.

Fakat anlamadı. Adama baktı, hasret ile mezar taşlarını okşuyordu. "Her neyse" diyerek uzaklaşacağı esnada Kudret bir türkü mırıldandı.

"Hava da bulut yok bu ne dumandır?

​​​​​​Mahlede ölüm yok bu ne figandır?

Şu yemen elleri ne figandır?"

Ebrar'ın o an elleri titredi. Titreyen ellerine baktı Ebrar, neler oluyordu? Neden böyle hissediyordu. Çiçekler yere düştü. Kalbi kasıldı, yıllar önce hissettiği şeyler baş gösterdi. Kafasında kendini belli etmeye çalışan anılar ile cebelleşirken

"Burası Huş'tur yolu yokuştur, giden gelmiyor acep ne iştir? Burası Huş'tur yolu yokuştur, giden gelmiyor acep ne iştir?"

Gözleri kapandı Ebrar'ın. Babasının göğsünde yatıyordu. "Baba" dedi heyecanlı bir ses tonla,

"Söyle güzel kızım" dedi adam saçlarını okşayarak, "bana yemen türküsünü söylesene"

Adam güldü. "Bakıyorum da bir dinlemekten bıkmadın."

Kız başını salladı. "Bıkmadım."

Adam kızının saçını okşayarak okudu. Ardından içeri giren abisi ile bakışlar ona kaydı. "Baba bana söz vermiştin, benimle futbol oynayacaktın."

Kudret tebessüm ederek gülümsedi. "Kardeşin uyuduğunda oynarız oğlum" başını salladı abisi, ardından içeri annesi girdi. "Sahra hala uyumadın mı sen?"

Sahra muzur bir şekilde gülümsedi. "Uyusan şaşardım zaten kızım."

"Hişş" dedi Kudret. "Kızıma laf yok"

"Senin bu kızın da beni sen yokken çok yoruyor."

"Beni özlüyor çünkü güzel kızım"

Nefesini verdi annesi, baba kız bu şekilde olmasını büyük bir mutlulukla izlerdi ama bazen can sıkıcı olabiliyordu. Tıpkı şuan olduğu gibi,

"Güzel kızım" dedi Kudret. "Sahra'm" Sahra ona döndü. "Artık uyku vakti geldi tamam mı kızım?"

Başını salladı Sahra. "Tamam baba, ama gitmeden önce beni öp tamam mı?"

"Tamam kızım" küçük kız babasının kollarında kendini uykuya bıraktı. Babası yanından ayrılmadan önce son kez olduğunu bilmeden saçlarını okşadı. Öptü kızını, ardından geriye kalanın boş bir kalp olduğunu bilmeden.

Sahra her şeyi hatırlamanın şaşkınlığını yaşadı. Geçmiş gözünün önünden bir sis bulutu gibi geldi ve geçti. "Baba" dedi içinden,

Mezarlıktaki Kudret'e baktı. Kızının mezarını okşuyordu. "O mezardaki senin kızın değil"

Hayat nasıl onları bunca yıl ayırmıştı. Sahra baba hasreti ile yanıp tutuşan bir kızdı. Bunca yıl baba hasreti çekmişti. Oysa onu çok seven bir babası vardı ve babası hayattaydı. İşte bu daha çok canını yakıyordu. Babası tek başına ailesinin ve en önemlisi ölmeyen kızının acısını yaşamıştı.

Gözlerinden akan yaşlar ile babasına baktı. ''Özür dilerim baba seni unuttuğum için özür dilerim.''

Kudret ailesinin mezarını şefkatle okşadı. İçindeki acı onu yakıp kül etti sanki, ''baba'' dedi kısık bir sesle. Babasının yanına adımladı. Adımları öyle yorgundu ve heyecanlıydı ki. ''Baba'' dedi kısık bir sesle, fakat Kudret duymadı.

O an durdu Sahra, etrafı dönmeye başladı. Ne olduğunu algılayamadı. Gözleri kapandı ve kendini yerde buldu. Kudret arkasını döndü. Yerde boylu boyunca yatan kızına baktı. O an anlamadı kızı olduğunu, hızla kızının yanına gidip nefesini kontrol etti. Hastaneye götürmesi gerekiyordu. Kızı bir hışımla kucağına aldı. Arabanın arka kısmına yatırdı. ''Baba'' duyduğu ses ile donakaldı sanki Kudret.

Bu ses ona öyle şeyler çağrıştırdı ki, ''bırakma beni baba'' geçmiş kafasının içinde yankılandı Kudret'in. ''Baba'' diye bağıran kız çocuğuna baktı. Kızı babası göreve gideceği için oldukça duygusal ve asiydi. ''Bırakma beni baba''

Kızını kucağına aldı. ''Geleceğim kızım, hemen geleceğim, göz açıp kapayıncaya kadar geleceğim.''

''Geleceksin söz ver baba''

Kudret gülümsedi. ''Söz kızım'' babasına gülümsedi Sahra.

Kudret kızını yanağından öptü. Geçmiş insanı mahveder, bir enkaza çevirir ve o enkazdan canlı çıktığın zaman anlarsın yıkılmadığını ama Kudret tam o anda yıkıldı.

''Baba bana söz vermiştin. Hani bana masal okuyacaktın.'' Dedi minik kız.

''Okuyacağım kızım ama önce türkü söyleyeceğim.''

Babasına gülümsedi minik kız, ''iyiki varsın iyiki benim babamsın baba''

''Baba abim oyuncaklarımı kırdı.'' Diyerek ağladı minik kız.

Kudret kızının saçını okşadı. ''Olsun kızım ben sana daha güzellerini alırım.''

Babasına döndü minik kız, ''alır mısın baba?'' Diyerek heyecanla sordu minik kız.

Babası gülümsedi. ''Alırım kızım, kızım istemediğim sürece yapamayacağım bir şey yok.''

Kudret dehşetle kaldı. Nasıl olurdu? Bu mümkün müydü? Geçmişe gitti. Karşısında yıllar sonra kızı ile karşılaşması, içinde bir acı oturmuştu o an ve bunu o an hissettiği yenilgi olduğunu sanmıştı. Ama değildi, çünkü kızı yanı başındaydı.

''Benim de ailem o patlamada öldü.'' Demişti, kızının gözlerine o an bakmıştı. O gözler ona tanıdık gelmişti. O gözler ona acı vermişti. Çünkü o gözler kızının gözleriydi.

Kalbinin sıkıştığını hissetti. Yere çömeldi, kalbini tuttu bir süre ardından derin bir nefes verdi. İyiydi, kızı için iyi olmalıydı. Bayılan kızına baktı. ''Sahra'' dedi acı içinde ''sensin değil mi?'' Dedi cevap veremeyeceğini bile bile ''kızım, güzel kızım'' saçlarını okşadı kızının, ''sensin'' dedi kararlı bir sesle.

İşte o an baba ve kız bilmeden de olsa kavuştu. Yıllar önce acı bir şekilde ayrı kalmak zorunda kalan baba ve kız sonunda kavuştu.

Bölüm : 24.03.2025 18:43 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...