Gözlerim o an tamamen kapandı. Anne diyen çığlığım ile korkunç bir gülüş belirdi. Acı içinde öleceksin diyen sesi anımsayamadım. Nerden geliyordu bu sesler?
''Anne!'' Dedim bağırarak ''anne neredesin?''
''Kızım'' annemin sesini duymamla durdum. Sesi bana huzur vermişti. ''Anne neredesin?''
''Buradayım kızım'' arkadan gelen sesi ile döndüm ama yoktu. ''Anne çık karşıma artık lütfen ben çok yoruldum.''
''Dayan kızım''
''Anne'' dedim acılı bir feryat içinde, yepyeni bir yerdeydim. Ormanlık bir alanlıktı burası, üzerimde beyaz elbise ile kuş cıvıltıları ve huzurun olduğu ormana ilerledim. Ormanın ortasında arkası bana dönük bir kadın belirdi. Bu kadın annem miydi? Saçları benim ki gibi esmerdi.
Anneme adımladım. ''Anne buradayım kızın geldi bana dön artık.''
Annem yavaşça bana döndü ve o an gördüm yüzünü, şaşkınlık dolu bakışlarım ile anneme baktım. Bu kadın benim annem miydi? Fakat garip olan şey ise benden bile genç olmasıydı.
Annem benden benden bile genç yaşında ölmüştü değil mi? "Anne" yüzünü uzun uzun inceledim. Huzuru andıran ela gözleri, evin gibi hissettiğin gülüşü vardı. Annem bana çok benziyordu. Daha doğrusu ben ona benziyordum. "Sana ne kadar benziyormuşum" dedim.
Gülümsedi. "Çünkü sen benim kızımsın."
Gülümsedim. "Öyleyim."
Yanıma adımladı. Ben yavaşça durmuş ne yapacağını bekliyordum. Gelip omzuma dokunup alnımı öptü. "Anne" dedim. "Hazal'ım"
"Neden beni terk ettin?" Yüzünde hüzünlü gülümseme ile cevapladı. "Yapmak zorunda kaldım."
Sürekli mecburiyet, sürekli mecburiyet benim döngüm terk edilmek falan değildi. Benim döngüm terk etmek zorunda kalmaktı heralde, Alparslan beni terk etmesinin bir nedeni olduğunu ima ediyordu. Rüyamda gördüğüm annem mecbur diyordu. Herkes beni terk etmeye neden mecburdu?
"Neden herkes sürekli kendi iyiliğim için beni terk ediyor. Neden geride kalıyorum?"
Başını olumsuz anlamda sallayıp geri çekildi. "Sen geride kalmıyorsun kızım. Sen terk edilmiyorsun."
Bunu o kadar emin söylemişti ki bir an ben bile öyle mi? Diye düşünmüştüm.
"Terk edilmek fiziksel değil ruhsal bir eylem sen fiziken terk edildim ama asla kalben terk edilmedin. Seni terk eden kişinin kalbinde sonsuza dek kaldın."
Sözlerini anlamı ile yalpaladım. Haklıydı. Ben fiziken terk edilmiştim belki ama asla kalben terk edilmemiştim.
"Kimse Geride Kalmaz kızım özellikle de sen..."
"Kimse geride kalmaz özellikle de ben..."
Başını salladı. "Şimdi gitmem gerekiyor."
"Gitmesen olmaz mı anne?" Buruk şekilde gülümsedim. "Çünkü ben çok yoruldum."
"Merak etme kızım çok yakında tamamen kavuşacağız"
Ne demek kavuşacağız? Annem bana son kez baktıktan sonra tamamen uzaklaştı. "Anne!" Diye bağırıp yanına koşmak istedim ama olmadı. Ben öylece kaldım. "Anne, anne"
Hissettiğim sarsılma ile gözlerim yavaşça aralandı. Gördüğüm kişi Yavuz Başkan olması da trajikomikti. Kendimi hızla toparlayıp ayağa kalktım. "Başkanım ben..." Ne diyeceğimi de bilemiyordum ki sızıp kalmıştım.
Adamın evine gelip böyle sızıp kalmak olmaması gerekirdi. Bu bana gerçekten yakışmadı. İçinde yaşadığım rezilliği uzun bir süre unutamam heralde, "özür dilerim bana ne oldu anlamıyorum ama ben-"
"Kendini açıklamana gerek yok Hazal. Kendi kullandığım ilacımı daima kahvenin içine koyardım. Bunu unutmuşum" nasıl yani aldığım ilaç mı beni uyutmuştu?
Bu benim rezillikten kurtulmama yardımcı olurdu ama bu yaptığım hatayı telafi etmiyordu. "Özür dilerim başkanım bu gerçekten bana yakışmadı."
"Senin bir suçun yok kendine yüklenme içtiğin ilaç çok güçlüydü. Bünyen alışık olmadığı halde erken toparladın."
Başımı salladım. "Kusura bakmayın tekrardan başkanım."
"Önemli değil, birazdan çıkarım ben hadi sen de evine git ve kızın ile ilgilen." Başımı salladım.
Yavuz başkanın kızımla anısını asla unutmuyorum.
(...)
Gözlerimi araladığım zaman yanımda uyuyan kızım ile gülümsedim. Birlikte çok şey yaşamıştık ve en sonunda mutlu olabilmiştik. Bu ufak beden benden bir parçaydı. Bu parça benim kızımdı. "Kucağıma alabilir miyim?" Diye sorunca hemşire başını sallayıp kızımı kucağıma koydu. Kokusunu içime çektim. Bu dünyada bu kokudan daha güzel bir koku yoktu.
Anne nasıl olunur konusunda ne yapacağım hakkında bir fikrim yoktu. Bunu hiç düşünmemiştim. Çünkü o soğuk duvarların ardında o soğuk sedyenin üstünde tekrardan gözlerimi açacağımı düşünmemiştim. Ben ölümü kabullenmiştim ama hayat bana öyle bir oyun oynamıştı ki ölmeyi beklediğim sedyede kızımı kucağıma almış mutlu bir şekilde duruyordum.
''Mavi'' dedim. ''Senin adın Mavi'' onu alnından öptüm. ''Sana nasıl anne olurum bilmiyorum kızım ama emin ol bunun için elimden geleni yaparım.'' Fakat baba konusunda elimden bir şey gelmiyordu. Kızım büyüyecekti ve eninde sonunda babasını isteyecekti. O zaman ne yapardım? İşte bunu bilmiyordum.
Onu emzirdim. Doyduğunda kucağımda uyumasını bekledim. Gözlerini yavaşça kapadığında ise mutlulukla gülümsedim. ''Senin elimden geldiğince yanında olurum kızım, seni asla yalnız bırakmam, seni asla terk etmem, sana kendi kaderimi yaşatmam'' fakat daha karnımda bana tutunmaya çalışırken babası hem annesini ve bilmeden de olsa çocuğunu terk etmişti.
İçeri giren kişiye baktım. Yavuz başkan. Ona çok şey borçluydum. Bana onu anlattıklarında omzuma yük bindi. Çünkü hem benim hem de kızımın hayatını kurtarmışlardı. Yeni tanışmıştık ama bana nedensiz bir şekilde çok tanıdık geliyordu. ''Başkanım'' diyerek yerimde doğrulmaya çalıştım. Beni durdurdu. ''Hiç kendini yorma kızım'' başımı salladım.
''Her şey için teşekkürler başkanım size çok şey borçluyum''
''Sen bana hiçbir şey borçlu değilsin.''
''Borçluyum başkanım siz hem benim hem de kızımın hayatını kurtardınız.''
Kızıma dikti gözlerini, ona bakınca gözleri ışıldadı. ''Kucağıma alabilir miyim?''
Başımı salladım. Başkan yavaşça kızımı kucağımdan aldı. ''Adını kulağına fısıldadın mı?''
Başımı olumsuz anlamda salladım. Dini bir gereklilik diye biliyordum. Yapmak istiyordum ama henüz vaktim olmamıştı. ''İzin verirsen kulağına adını ben fısıldamak isterim.''
''Onur duyarım başkanım.''
İsmini yavaşça fısıldadı. ''Senin adın Mavi, senin adın Mavi''
Yüzüne uzun uzun baktığımda kaşlarımı çattım. Bana gerçekten tanıdık geliyordu ve ben artık şüphelenmeye başlamıştım. ''Başkanım'' dedim. Yüzünü bana döndü. Gözlerinde gördüğüm huzur beni afallattı. ''Sizinle daha önce karşılaşmış olabilir miyiz?'' Dedim kendimden emin bir sesle.
Vücudunun gerildiğini sezdim. ''Bana çok tanıdık geliyorsunuz, sanki bana birini hatırlatıyorsunuz.''
Yüzündeki huzur gitti. ''İnsan insana benzer Hazal.'' Söylediğimi açıkça reddetmişti ve bunu yaparken ses tonu da gergindi. Normalde o an şüphelenirdim ama o zamanlar yaşadığım psikolojik sıkıntılar nedeni ile aklıma bile gelmemişti.
O an sadece başımı salladım.
Oradaki şüphe uçtu, toz oldu. Ben kendimi şüpheyle baş başa bırakarak ondan uzaklaştım. Tozların yerini temiz pembe bir hayal bulutu aldı. O bulut yağmur olup gökyüzüne indi ve herkes hayal alemine daldı. Bilmiyorlardı ki o hayal aleminden bizi kurtaracak olan şüphelerle dolu bir toz bulutuydu.
(...)
Alparslan mühimmatlarını kuşanmış ve tehlikenin göbeğine gidiyordu. Bugün tüm her şey bitecekti. Bugün tüm acılar son olacaktı. Arkasına bile bakmadan uzaklaştı. Evinde kalan şeyler neydi? Kimsesizlik mi?
Umursamadı. Kapıyı kapatıp ilerlediği esnada dalgın olduğu için çarptığı kişiyi farketmedi. Kime çarptığına baktı. Kız kardeşi Ceylan'dı.
"Abi biraz dikkat etsene" derin bir nefes aldı. "Kusura bakma güzelim biraz dalmışım."
Başını salladı Ceylan. "Nereye?" Alparslan da merak ediyordu.
"İşim var. Yengene söylersin gece gelemeyebilirim."
Başını salladı Ceylan. "Dikkat et abi"
"Olur güzelim." Diyerek kardeşinin saçlarına öpücük kondurdu.
Ceylan tebessüm etti. Ardından kardeşine son kez bakıp gitti. Hayatına yeni insanlar dahil olmuştu. Şu son bir kaç ayda, yeni gerçekler öğrenmişti.
Yeni kişiler katılmıştı ve bu kişiler kendi kanındandı. Biri kızıydı, diğeri ise kardeşi.
Kardeşi artık düzelmişti. Nereden bakarsan bak. O eski sessiz ve korkak hali gitmişti. Canlanmıştı Ceylan. Yeni bir insan olmuştu. Neşe gelmişti ona.
Üstelik hayatına sanırım hoşlantı da ufak ufak kendini göstermeye başlıyordu. Koray'dan hoşlanmaya başlamıştı. Onu daha önce abisi sayesinde tanımıştı. Geçen sefer de kafede karşılaşmışlardı.
Koray ile oturmuş ve kısa bir sohbet etmişlerdi. Bu durum içinde kabullenemediği duygulara baş göstermişti. Ama onun için henüz öyle bir durum yoktu. Zamanı gelince anlayacaktı o da.
(...)
Yüksek bir tepe.
Aşağıda yılana benzeyen tır konvoyu, ay ışığının soluk parıltısında kıpırdamadan duruyordu. Adamlar gölgeler gibi dolaşıyor, silah seslerinden uzak ama ölüm kokan bir ticaretin son hazırlıklarını yapıyorlardı.
Tepeye tırmanmış iki adam, sessizliğin ortasında duruyordu.
Affan, ceketinin önünü çekiştirip sigarasını yaktı. Dumandan bir halka çıkararak başını kaldırdı. Yanında duran adamı süzdü. Alparslan...
Karanlık yüzünde belli belirsiz bir gülümseme vardı. Ama gözleri... Gözleri hala ona ait miydi?
Affan sigarasını iki parmağı arasında çevirirken konuştu.
''Biliyor musun Alparslan? Seni ilk seçtiğimde ve görevlerini yerine getirmeye başladığında içimde hep bir şüphe vardı. Ama zamanla o şüphe yerini güvene bıraktı.''
Alparslan kayıtsızca başını salladı, bakışlarını aşağıdaki tırlardan ayırmadı.
''Ben neden buraya geldim Affan? Bana gerek var mıydı?''
Affan sırıtarak yanına yaklaştı. ''Çünkü artık aileden birisin. Senden saklayacak bir şeyim yok. Çünkü sen asla yapabileceğini tahmin bile edemediğim o şeyi yaptın.'' Dedi, sonra tırları işaret etti. ''Aşağıda gördüğün her şey... Bugüne kadar yaptığımız en büyük iş. Malın değeri milyonları aşıyor. Bu bizim zirvemiz, kardeşim. Ve bu zirvede sen varsın.''
Alparslan kardeşim lafını duyunca tiksindi, ardından derin bir nefes aldı. Yüzüne hafif bir gülümseme yerleştirdi.
''Seninle çalışmaktan hiç pişman olmadım, Affan''
Affan bir anlık memnuniyetle başını salladı. ''Biliyorum.'' Diye mırıldandı. ''İnsanlar güvenmek konusunda hep hata yapar, ama ben doğru adamı seçtiğimi biliyorum. Sen her zaman sadık oldun.''
Alparslan başını hafifçe yana eğdi. Sadakat mi?
Kendi içinde acı bir kahkaha attı. Eğer sadık olsaydı, burada olmazdı. Ama Affan bilmiyordu. Bilmeyecekti. Alparslan'ın asla onlara sadık olamazdı. Onun sadık olabileceği tek şey vatanıydı.
''Sen karına söylediklerin ile sana olan güvenimi tamamen sağladın.'' Ardından kısa bir süre düşündü. ''Ama yine de seni anlamıyorum. O kadar güç varken elinde neden basit bir kadın?''
Basit? İçinden kahkaha attı. Hazal bu dünyada tanıyıp, tanıyacağı en güzel varlıktı ve bu pislik ne saçmalıyordu. ''Aşk, ona olan tüm kapılarım.''
''Hayla o basit üç harfli kelimeyi söylemen yok mu?''
Alparslan ona üstten bir bakış attı. ''Sende çok sevdiğin kadın için bunları yapmadın mı? Onun için böyle bir canavara dönüştürmedin mi?''
Affan'ın yüzünde olan sinsi gülüş soldu. Alparslan'a sinirle baktı ama onu onayladı aynı zamanda, ''evet aynen öyle oldu. Sonra mutlu birbirini seven aşkla bakan insanlardan nefret ettim ve...''
''Onları ayırdın'' diyerek sözlerini tamamladı Alparslan.
''Aynen öyle'' diyerek onayladı Affan ve bakışları Alparslan'ı buldu. ''Bunlardan biri de sizsiniz.''
Alparslan içinde diş göstermiş olduğu kalbe durması için uğraştı. ''Beni Hazal ile tehdit ettin. Yeri geldi onunla karşı karşıya geldim. Yeri geldi gözlerimin önünde vurulmasına sebep oldum.'' Geçmiş kafasında acı bir şekilde canlanıyordu Alparslan'ın.
''Teslim ol'' diyen sevdiği kadının sözlerini kulaklarında işitti o an. Ardından bir silah sesi, Hazal'ın acı ile inlemesi. Sevdiği kadın için hiçbir şey yapamaması, sadece oradan kaçması.
Hazal'ı terk ettiği gün Hazal'ın acı içinde kalışı, ona yalvarışı sevgisini çok fazla belli edemese de biliyordu Hazal'ın da onu sevdiğini. Hazal'ın ''hayatına insan olmaktan korkan ben kalbime aldım seni'' bu laf onun için kıymetliydi.
Şimdi yaşadıkları tüm acıların son bulma zamanı gelmişti. ''O öldüğünde yaşamak istemeyecek kadar mı çok seviyorsun onu?'' Dedi Affan. Bunu merakla sormuştu.
Alparslan, gözlerini ondan ayırmadan cebinden küçük bir cihaz çıkardı. Affan fark etmedi.
Ve o an gece yarıldı.
Devasa bir patlama aşağıdaki tır konvoyunu parçalara ayırdı.
Affan'ın yüzündeki gülümseme dondu. Gökyüzüne yükselen alevler, etraftaki adamları savurdu. Metal yığınları patlama dalgasıyla havaya fırladı, çığlıklar yankılandı.
Affan öksürerek birkaç adım geriledi. Şok içindeydi.
''Ne...Ne oluyor?! KAHRETSİN! KİM YAPTI BUNU?!
Elleri titreyerek cebindeki telsizi çekti.
''Tepedeyim! Ne oluyor aşağıda? Biri bana açıklasın!
Telsizden gelen ses panik doluydu. ''Patladık, Affan! Tırlar... Tırlar gitti!''
Affan'ın nefesi düzensizleşti. Yüzü öfkeden kıpkırmızıydı.
''Kim yaptı bunu?!'' Diye haykırdı.
Ama sonra bir şey fark etti.
Yanında duran Alparslan... çok sakindi.
Affan yavaşça başını ona çevirdi.
Alparslan Affan'ın gözlerinin içine baktı. Sonra, parmaklarının arasındaki küçük kumanda cihazını yere attı.
''...Sen...''
''Evet''
Affan bir adım geriledi. Gözlerindeki öfke, yerini dehşete bıraktı.
''Sen bizdensin! Bunu neden yaptın?! Ben sana güvendim.''
Alparslan cebinden silahını çıkardı ve Affan'a doğrulttu. ''Sözüm yarım kalmıştı. Ben sevdiğim kadın için sizin gibi görünmek zorunda oldum.''
Affan dehşetle ona baktı. ''Ben sana güvendim''
''Asıl hata buydu Affan'' dedi soğukkanlı bir sesle.
Affan'ın elleri yumruk oldu. ''Beni tutuklayacağını mı sanıyorsun?'' Diye hırladı.
Alparslan kelepçeyi çıkarıp ona gösterdi. ''İstersen savaşabilirsin.''
Bir an sessizlik oldu. Aşağıdaki yangın geceyi aydınlatıyor, siren sesleri uzaktan duyuluyordu.
Affan bir anda iç cebinden bıçağını çekti ve hızla Alparslan'a saldırdı.
Ama Alparslan ondan hızlıydı. Silah sesi gecenin içinde yankılandı. Onu vuran kişi Alparslan'ı korumak için gelen tim'di. Affan, göğsüne yediği kurşunla sendeledi, gözleri dehşetle açıldı.
''Acı çekeceksin Alparslan'' diye fısıldadı ve son sözleri bu oldu.
Son nefesini verirken dizleri üzerine çöktü ve kanlar içinde yere yığıldı.
Alparslan silahını indirip bir süre Affan'ın cansız bedenine baktı. İçinde bir rahatlama yoktu. Sadece bitmesi gereken bir savaşın sonu...
Siren sesleri yaklaşırken, alevler hala gökyüzünü yalıyordu.
Bir devir kapanmıştı.
Ama Alparslan, bu savaşın gerçekten bitip bitmediğini bilmiyordu.
(...)
Kendimi neden bu soğuk havaya attım bilmiyorum ama attım işte, belki de rahatlamak için. Sondu bugün Alparslan'a izin verdiğim son gündü ve süresinin bitmesine az kalmıştı. Bünyemdeki kırgınlık geçecek gibi değildi. Kendimi bir banka attım. Gözlerimi kapatıp derin bir nefes aldım.
İçimde kavrulan acının bitmesi benim için en büyük lütuf olabilirdi. Kendim yenilmişlikle dururken eve gitmek için ayağa kalktım. ''Hazal'' arkamda duran Alparslan'a döndü. Onun üstünde bir ceket varken benim üstümde bir şey yoktu. Biraz üşümek iyi gelir diye düşünmüştüm. Halime baktı Alparslan.
''Üşüyeceksin'' diyerek yanıma gelip ceketini çıkarıp omuzlarıma koydu. Tribimi sürdürdüm. ''İstemiyorum'' diyerek çıkaracaktım ki engel oldu.
Gecenin karanlığı, sokak lambalarının soluk ışığı altında kayboldu. Yağmur hafifçe çiselemeye başladı. Toprağa düşen her damla gibi içlerindeki tüm geçmişi yavaşça siliyordu. Karşımda duran adamın gözlerine baktım. Yıllarca kaçtığım, unutmaya çalıştığım ama bir türlü silemediğim o gözler...
''Artık bana sevgi gösterisi yapmaktan vazgeç Alparslan'' diyerek sert bir dille onu uyardım. ''Düşünüyormuş gibi yapma içinden geldiği gibi davran.''
''Zaten içimden ne geliyorsa onu yapıyorum.''
Alaylı bir şekilde kahkaha attım. ''Böyle yapma ama, bu şekilde yapınca beni sevdiğini falan düşünüyorum.''
''Çünkü seni seviyorum!'' Sert çıkan tonu ve benim olduğum yerde öylece kalmam, ne demişti o az önce.
''Ne dedin sen?'' Gözlerine anlamsız bir şekilde baktım.
Bana yaklaştı. ''Seni seviyorum dedim.''
Başımı olumsuz anlamda salladım. ''Benim duygularımla oynamayı bırak Alparslan.'' Dedim hayal kırıklığı dolan sesimle, geçmişi bugün son kez yüzüne vuracaktım. Ona döndüm. ''Sen beni yıllar önce terk ettin Alparslan. Evlendiğimiz gün karnımda çocuğumuz ile terk ettin sen beni, kızımızı bu yaşına getirdim. Sana defalarca ulaşmaya çalıştım ama sen izin vermedin. Ne yapıyor diye sormadın?
Alayla güldüm. ''Onu geçtim, yıllarca kağıt üzerinde evli kaldık, benimle boşanmadın. Boşanmak istediğimde kızımız ile tehdit ettin beni, kızını elinden alırım dedin.'' Yüzümdeki hayal kırıklığı onun sanki bitiş noktasıydı. Daha fazla dayanamadı.
''Mecburdum'' diyerek bağırdı. Bağırışı ile irkildim. ''Senin için terk ettim ben seni, terk etmeseydim...'' Uzunca bir süre ne düşüneceğini düşündü. Kafasında tarttı. ''Seni öldüreceklerdi. Ben senin için seni terk ettim Hazal.''
Olduğum yerde dondum. Ne demek seni öldüreceklerdi? Alparslan tüm gerçekleri söylemenin rahatlığını yaşadı. Ben ise öylece kaldım. Gerçekleri idrak edemedim. Alparslan'ın görev gittiğini hep düşünmüştüm ama benim için gitmesini değil.
''Anlamıyorum'' dedim. Sanki kafam durmuştu. ''Ne demek benim için beni terk ettin.''
Yüzündeki ifade bir şeyleri söylemenin rahatlığını yaşıyordu. ''Duydun işte, seni senin için terk ettim ben Hazal. Seninle tehdit ettiler beni mecburdum seni terk etmeye mecburdum.''
Alparslan beni terk etmek zorunda kalmıştı. Alparslan beni terk etmek istememişti. Alparslan beni seviyordu. ''O zaman neden söyledin?''
''Bana bir süre vermiştin ve süre bitti.'' Diyerek avucumu öptü. Gözümden akan yaşı sildi. ''Üstelik sadece onun için de değil'' dedi ama devamını getirmedi.
Yüzümü avuçları arasına aldı.
''Artık oyun falan yok Hazal bitti. Seni çok seviyorum Hazal. Hep sevdim hep de seveceğim. Seni bıraktığım zaman, ayrı kaldığımız zaman bile hep sevdim.''
Ayakta duramadım. Tam düşeceğim esnada Alparslan buna engel olarak beni banka oturttu. Dediklerini bile tartamayacak durumdaydım. Gözlerimden akan yaşlar bir bir kendini gösterdi.
''Alparslan'' dedim titrek bir sesle, ''seni çok seviyorum Hazal'' diyerek avuç içimi öptü.
Gözyaşlarım bir bir düştü yanaklarımdan. ''Neden?'' dedim titrek bir sesle
''İstedim mi sanıyorsun Hazal? Ben seni terk etmeyi ister miydim sanıyorsun?''
Ne dediğini anlamıyordum. Belki de anlamak istemiyordum, bilmiyordum. ''Beni tehdit ettiler Hazal ama umursamadım. Ama sonra seninle tehdit ettiler beni'' gözlerime öyle bir bakışı vardı ki ''senin için senden vazgeçmeye mecbur bırakıldım ben''
''Yani sen?''
''Ben seni hep sevdim ve hep seveceğim Hazal buna hiçbir şey engel olamaz.''
O kadar kendinden emin kuruyordu ki cümlelerini. Diz çöktü önümde, yanağımdan süzülen yaşları sildi. ''Ben senin bile isteye canını yakmak ister miydim hiç?''
''İstemezsin değil mi?'' Bunu sorarken sesim çocuk gibi çıkmıştı. ''İstemem Hazal istemem. Hepsi bir mecburiyetti.
Ne diyeceğimi bilemedim. Yıllardır beklediğim andı ama yapabilecek ve söyleyebilecek bir şey bulamıyordum. Dilim lal olmuştu sanki.
''Ben senin bir gözyaşı dökmene kıyamazken benim yüzümden akıttığın tüm gözyaşları yüzünden kendimden nefret ettim. O Affan bana mecbur bıraktı Hazal yemin ederim.''
İnanmıştım. ''Seni çok seviyorum Hazal lütfen beni affet yalvarırım ben seni çok özledim.'' Yıllar önce benim ona yalvardığım gibi şimdi o bana yalvarıyordu.
''Alparslan''
''Seni sevmeyi hiç bırakmadım Hazal'' sesi hasret doluydu.
''Bende'' dedim. Buruk bir şekilde ''bende seni sevmeyi hiç bırakmadım.''
Yüzündeki gülümseme o kadar gerçekti ki, bana sıkıca sarıldı. Birkaç saniye yaşadığım olayı atlatmaya çalıştım. Ardından bende ona sıkıca sarıldım. Sonunda hasret bitmişti. Sonunda acı bitmişti. Ben artık onu gerçekten affetmiştim.
''Seni çok seviyorum Hazal''
Gülümsedim. ''Bende seni çok seviyorum.''
Kalplerimiz bir kez daha birleşti. Acılar birbirimize sarılmamız ile son buldu. Korkularımız, yerini mutluluklar aldı. Biz sonunda hayallerimize kavuştuk. Biz sonunda mutlu olabilmenin yolunu bulduk ve biz sonunda kavuşabildik.
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
56.53k Okunma |
4.62k Oy |
0 Takip |
72 Bölümlü Kitap |