İyi okumalar fıstıklarım
Neydi benim canımı acıtan? Alparslan yanımda uyuya kalmıştı. Yerimden doğruldum. Sevdiğim adama baktım. Dün gece onu kalbimden kovduğumu söylemiştim. Delirmişti, bildiğin delirmişti. İstemiyordu değil mi? Benim bencillik ettiğimi söylüyordu. Belki ben onu anlamıyordum ne yaşadığını bilmiyordum.
Suçluydum heralde, onu anlamadığım için suçluydum ama artık onu anlamak istemiyordum artık bazı şeylere sabrım kalmamıştı. ''Çok az vaktin kaldı Alparslan eğer iki gün içinde gerçekleri anlatmazsan seni sonsuza dek bırakırım ne olursa olsun'' bunu kulağına fısıldayarak söylemiştim. Artık sabrım taşmıştı. Onu affedememiştim sanırım, affettiğimi sanmıştım ama olmamıştı.
Ayağa kalkıp içeriye geçtim. Anlaşılan etrafı toplamıştı. Başımı geriye yasladım. Bugün zor bir gün olacaktı. Dün yaşadıklarımızdan sonra ikimiz içinde zor bir gün olacaktı. Önüme düşen saçlarımı arkaya attım. Bu saçlarımı bir kez babam okşasın diye nelerimi vermezdim diye küçüklükten düşündüm ve anılar beni geçmişe götürdü.
Geçmişte penceremin önündeydim. Bana söylediklerinden sonra artık umutlanmıştım. Anne ve babamı bekliyordum. Onların gelmesini ve beni almalarını bekliyordum. Beş yaşındaydım. Giydiğim kilotlu çorap ve üstüne bana çok yakışan çiçekli bir elbise, annemi ve babamı bekliyordum. Saçlarım o zaman kalçama kadar iniyordu. Onların gelmesi için gelip saçlarımı okşamaları için saçımı uzun tutuyordum.
''Nerde kaldınız?'' Diyerek bir iç geçirdim. Gerçekten beni almaya gelmeyecekler miydi? Pencerede durma nöbetimi bitirdim. Yine bugün gelmemişlerdi. Aşağıya arkadaşlarımın yanına indim. Onların arasında oyun oynamaya başladım. Bir çift meraklı gözlerle beni süzdüğünü hissettim. Onlara döndüm ikisi de bana karşı gülümsedi.
İkisinin benim hakkımda konuştuklarından adım gibi emindim. Yoksa onlar benim annem ve babam olabilir miydi? Bu şekilde medet umdum. Sonra gidip yetimhane görevlileri ile konuştular. Suratları asık bir şekilde çıktılar kapıdan. ''Hazal gelir misin tatlım?'' Yanlarına koştum. Kadın yere çömeldi. ''Sen ne kadar tatlı bir şeysin tıpkı ölen kızıma benziyorsun.''
Ne demek istediğini o minik yaşımda anlamadım. ''İsmin Hazal'mış. Kim koydu adını?''
''Sanırım annem'' diyerek cevap verdim.
Kadın gözlerindeki yaşları akıttı. ''Çok güzel bir isim koymuş sana'' gözünden akan yaşlara manasızca baktım. Avcumu öptü. ''Annen gerçekten seni almaya geleceğini mi sanıyorsun?''
Yüz ifadem değişti. ''Annen senin hiçbir zaman gelmeyecek Hazal'' kadının ne dediğini algılayamadım desem yeridir.
''Gelicek'' dedim inatla ''annem benim için gelecek''
''Gelmeyecek'' dedi kadın.
''İnat etme gel söyle biz sana anne baba oluruz'' dedi eşine bakıp, istemedim o an gerçeklerle yüzleştiğim bir an oldu o an.
''İstemiyorum benim annem babam var. Onlar gelecek beni alacaklar, eğer gidersem çok üzülürler.'' Diyerek hızlıca yanlarından kaçtım. O gün yetimhaneden kaçmıştım. Beni çok geçmeden bulmuşlardı. Bir merdiven köşesinde oturmuş ağlıyordum. Yolumu kaybetmiştim, kaybolmuş gibiydim.
Önüme koyulan gofrete ile, büyülü gözler ile gofrete baktım. ''Ye hadi ufaklık'' karşımdaki adama baktım. Bu adam baba dediğim adamdı. Ama tabi o an her şeyden bihaberdim. Gofreti açıp yemeye başladım iştahla, ''güzel mi?'' başımı salladım. Konuşamıyordum çünkü ağzım doluydu. Yanıma oturdu ve ben gofretimi yerken öylece bana bakıyordu.
Saçlarımı sevmeye başladığında durdum. O an hissettim ben baba sevgisini, o an acaba dedim bu benim babam olabilir mi? Ona döndüm. Gözümden akan yaşları gördü. ''Noldu? Neden ağladın?''
''Bana dediler ki senin annen ve baban asla gelmeyecek gel biz senin anne ve baban olalım, istemedim. Annem ve babam bir gün gelecek ve beni yerinde bulamazlarsa çok üzülürler.'' Gözlerindeki hüzün kendini öyle güzel gösteriyor ki.
''Peki siz kimsiniz?''
''Ne yapacaksın beni?''
''Bana tanıdık geliyorsunuz.'' Başını olumsuzca salladı. Bana gülümsedi. Yanına yaklaşıp ona sarıldım. Bunu yapmam ile gerildiğini gördüm. ''Saçımı okşar mısınız?'' Diyerek sordum. ''Siz okşayınca babam okşadı gibi hissediyorum.'' Bana hem sarıldı. Hem de saçlarımı okşadı. Hıçkırarak ağladığını o an anlamadım belki ama hissettim. ''Sen çok güzelsin tıpkı annen gibi güzelsin'' diyerek fısıldadığında duymadım.
Ben orada gözlerimi kapadım. Kendimi güzel mışıl mışıl bir uykunun içinde buldum. Uyandığımda altımdaki ceketi gördüm. Aynı zamanda üstümü de örtüyordu. ''Sende mi beni bıraktın?'' Diyerek etrafıma baktım ama kimse yoktu. Ne bekliyordum zaten o zaman hissettiğim şeyler gerçek bir baba sevgisi miydi?
Sanırım hissettiğim şey bir baba sevgisiydi. Gözlerimi bildiğin belerterek açtım. ''Sendin değil mi baba?'' Diyerek ayağa kalktım. O kişi benim babamdı. O adam benim babamdı. ''Baba neredesin? Beni yalnız bırakma baba sendin baba biliyorum...Neredesin baba? Yine mi terk ettin beni''
Bıraktığı cekete koştum. Kokladım o ceketi, biliyordum işte o kişi benim babamdı. Çocuk babasını kokusundan bulurdu ve ceket baba kokuyordu. ''Baba gitme beni yalnız bırakma çok korkuyorum baba lütfen'' diyerek hıçkırarak ağlamaya başladım. Cekete sarılarak bekledim. Bir süre sonra görevliler geldi ve ben o yetimhaneye geri gittim.
Anılar geçmişe yüz tutuyordu. O gece hiçbir şey demeden ağlamıştım ve bu konuyu kimseye açamamıştım. Çünkü biliyordum ne diyeceklerini, iki saçını okşadı diye baba mı diyeceksin derlerdi. O yüzden sustum.
İçimde tuttum tüm bu yangını, o adamı da araştırmak istemiştim. Yani öz babamı ama onun görüntüsünü düzgünce elde edemiyordum. Nasıl desem rüyalarımda, anılarımda kendini gösteriyordu ama ben onu tarif edemiyordum. Çünkü ben babamı tarif edemiyordum.
İçeri geçtiğimde direk hazırlanmaya başladım. Buradan direk yuvaya gidecektim. Yani teşkilat binasına, bir süre saha görevim yoktu. Yavuz başkan bunu uygun görmüştü ve bende bir şey diyememiştim. Sonuçta benim de ailem ile vakit geçirmeye ihtiyacım vardı.
Alparslan gözlerini yavaş yavaş açtığında ona baktım. "Günaydın" dedim sert bir tonda.
"Nereye gidiyorsun Hazal?"
"Mümkünse senden en uzağa"
Oflayarak baktı bana, "yuvaya mı?" Başımı salladım sadece.
"Kolay gelsin." Hiçbir şey demeden yanından çekip gittim. Ben onu arkamda bırakırken onun bir süre sonra bir telefon alıp mutluluktan havaya uçacağını beklemiyordum.
Binaya geldiğimde hiçbir şey demeden içeri geçtim. Görevlilere selam verip işimin başına koyuldum.
Bir süre sonra Kuzgun dosyası önüme düştü. Yeni bir istihbarat almıştık. Bunu Yavuz başkana götürmek için ayaklandım. Kapısını çaldım. Gir sesi ile içeri girdim. Bana bakmadı bile bakışları elindeki fotoğraftaydı. Fotoğrafın arka kısmında 26 Ağustos 1992 yazıyordu. Anlaşılan o fotoğraftaki sevdiği kadındı. O fotoğrafa öyle güzel bir bakışı vardı ki etkilenmeden edemedim ve şunu anladım. Yavuz başkan gerçekten çok sevmişti. Bir gün onun aşk hikayesini de dinlemek isterdim.
''Başkanım'' bana döndü. Fotoğrafı direk çekmecesine koydu. Gözlerinde bir şey fark ettim. Ama ne olduğunu anlayamadım. Kuzgun dosyasını masasına bıraktım. ''Kuzgundan yeni bir istihbarat var.'' Dosyayı alıp incelemeye koyuldu. ''İzninizle başkanım'' tam çıkacaktım ki beni durdu.
''Hazal'' başkana geri döndüm. ''Dinliyorum başkanım''
''Bugün bana sen eşlik et.'' Eşlik etmekten bahsederken onun daima koruma amacı ile yanında olurdum. Başkanın yanında üstleri özel korumak için yetiştirilen korumalar mevcuttu. Biz onlardan biraz daha üstüydük. Başkan onların aksine iş için yanında bizim gibi istihbarat ajanlarını koruma niyetine alırdı. ''Nasıl isterseniz başkanım'' diyerek çıktım.
O gün nasıl geçti bilmiyorum ama geçti bir şekilde. Bugün normal bir gün olduğu için başkanın çıkış saati gelince onun peşinden ilerledim. Alparslan'ın da işi çıkmıştı. Yani Mavi'ye halası bakıyordu bugünlük. Aynı zamanda ehliyet sınavlarına da girmişti bir yandan. Kendisine ait bir araba istiyormuş hanımefendi.
Alparslan'ın sınavı geçer geçmez o arabayı alacağını iyi biliyordum. Çünkü zamanında bana da yapmıştı. Başkanın arkasında onun yanındaydım. Hiçbir tepki vermiyor sadece bekliyordum. Başkan da aynı şekildeydi. Evine geldiğimizde arabadan inip etrafı kısaca kolaçan ettim. Hiçbir sıkıntı görünmüyordu. ''Gelebilirsiniz başkanım''
Arabadan inip evine doğru ilerledi. Arkasından ilerledim. Evi evde değildi aslında daha fazlasıydı. Büyük bir villa olduğunu söyleyebilirdim. Büyük bir bahçesi vardı. Evin dışı tamamen beyazdan oluşuyordu. Duvarlarını beyaza boyamıştı. Hatta balkon parmaklıkları bile beyazdı. Neden böyle olduğunu anlamış değildim ama yakışmıştı.
İçeri girecekti ve ben dışarıda arabada bekleyecektim. Genellikle düzen böyle işlerdi. Yavuz başkan kapıyı açtığı esnada bana baktı. ''Merak etmeyin başkanım ben korumalarınızın yanına dönüyorum.'' diyerek arkamı dönmüştüm ki Yavuz başkan beni yine durdurdu. ''Gitme bana kahve yapacak birine ihtiyacım var.'' Başımı sallayıp içeri girdim. Girdiğim ev garip bir şekilde bana tanıdık geldi. Mutfağı gösterip ''sen ikimize de bir kahve yap'' diyerek üst kata çıktı.
Mutfağa ilerleyip kahve için gereken malzemeleri kısa sürede bulup kahveleri yaptım. İçeri geçtiğimde Yavuz başkan üstünü değiştirmişti. Şömineyi yakmıştı. Oturmuştu şöminenin yanına ve dertli dertli düşünüyordu. Ona kahvesine uzattım. Kahvesini alıp bir yudum aldı. ''Eline sağlık kızım'' bu kızım lafını her duydukça tüylerim diken diken oluyordu.
''Sağolun başkanım'' dedim. ''Otur bakalım biraz seninle sohbet edelim.'' Dediğini yapıp tam karşısına oturdum. O sırada kahvemden bir yudum aldım. Gülümseyerek baktım başkana. ''Nasılsın bakalım?''
''İyi olmaya çalışıyorum başkanım. Peki ya siz bugün sizi biraz durgun gördüm.'' Başını salladı. Gözleri özlem ve hasretle yandı o an. ''Sevdiğim kadının doğum günüydü bugün'' anlamıştım şimdi başkandaki hüznü.
''Ben onu çok sevmiştim ama olmadı birlikte olamadık.'' Anlattıklarını can kulağı ile dinlemeye başladım. ''Eğer ki hayatta olsaydı 50 yaşında olacaktı.'' Gözlerimi yumdum. Yavuz başkanın yaşını tam bilmiyordum. Konuştukça acısına misliyle şahit oluyordum. ''Zorlamayın isterseniz başkanım konuştukça acı çekiyorsunuz çünkü''
Başını olumsuz anlamda salladı. ''İçimdekileri anlatıp rahatlamam lazım'' aslında o an kendisi için değil de benim için anlattığını anlamadım.
''Ben 20 o 17 yaşındaydı. İlkokul mezunuydu o ama ben okumuştum. Zaten sırf bunun için kimse bizi yakıştırmadı.'' Gözleri kahve bardağına değdi. Derin bir nefes aldı. ''Berbat bir babaya sahipti.'' Nefesimi seslice verdim.
''Ben onun için çalışmaya gitmiştim. O zamanlarda hem okuyor hem de çalışıyordum. Sırf sevdiğim kadın için hepsine katlanıyordum. Geri geldiğimde onu kaçıracaktım. Ailesi istemeseydi bunu yapacaktım ama olmadı. Ben sırf onun için çalışmaya gider gitmez onu zorla evlendirdiler.'' Hayattaydı ve mutlu muydu yani sevdiği kadın?
''Onu o mezardan almak için çok uğraştım ama olmadı. Öğrendim ki tecavüz sonucu çocuğu olmuş. Kalbim öyle bir yandı ki sonra o kocası olacak'' dedi ve birkaç saniye sustu. ''Onu öldürdü.'' Öyle büyük bir acıydı ki Yavuz başkanın yaşadığı. Sevdiğinin başkası ile birlikte olması, hele ki zorla katlanılamazdı. Düşüncesi bile beni çıldırtırken gerçeğini düşünemiyordum.
Peki ya o kadar sevip de kavuşamamaları. Bazı aşklar mahşere kalır diye boşuna demiyorlar. "Hayal kurardık. Hatta çocuğumuz olursa isim bile düşünmüştüm. O ismi de gidip tecavüz sonucu olan bebeğe koydu."
Nefesini dizginledi. "Sen anlat bakalım"
Başkanın kafasını dağıtmak için kendime yöneldim. "Benim sizin gibi anlatacağım çok şeyim yok başkanım biliyorsunuz beni, ben anne ve babasız büyüdüm ama siz olmayan babalığınızı öyle güzel hissettirdiniz ki sizden anladım belki de bazı şeyleri." O şeyler babalıktı.
Sözüme devam ettim. "Bu aralar çok garip geçiyor aslında, artık annemin sesini rüyamda duyuyorum. Yada bebekliğimden anılar görüyorum." Sustum.
"Anlatmak ister misin?" Başımı salladım. "Bebekliğimden ama hatırlıyorum. Ben yürüyordum. Sonra bana sevinçle bakan... Yanıma gelip beni kucaklıyordu çünkü ilk defa yürüyordum. Ben ona baba diyordum." Gözlerindeki acıyı gördüm ama o an umursamadım. "O da bana güzel kızım diyordu." Başımı yere eğdim.
"Baban olduğuna emin misin?"
"Bir anı zihnime düştü. Ben yetimhaneden kaçmıştım. Yapayalnız ve üşümüştüm. Sonra bir adam gelip bana gofret uzattı. İştahla yedim onu, saçlarıma dokunduğunu hissettim onun. Bana öyle güzel geldi ki sanki o an hayatımda ilk kez baba sevgisi görmüştüm. Ondan saçımı okşamasını istedim. Bir süre sonra ise onun kollarında uykuya daldım." Anılar birer birer zihnimi istila etti. "Uyandığımda bir şeyleri anımsadım. Gitmişti, beni o soğukta tek başıma bırakmıştı." Gözlerimden akan yaşları sildim hızlıca. "Babam beni bırakıp gitmişti o gün olduğu gibi" Yavuz başkan kaskatı kesildi. "Onun baban olduğunu neden söylüyorsun?"
"Eminim çünkü babamın yüzü ile bebekliğimden küçük bir anı onun yüzüydü o adamdı. Babam olduğunu anladığımda o çoktan gitmişti. Baba diyerek onu bulmak için çok uğraştım. Ama olmadı çünkü gitti babam beni bırakıp gitti. Ben hisssettim onu, o anımı hatırlamasam bile anlardım. Çünkü hissetmiştim ve çocuklar asla yanlış hissetmez ve ben o zaman bir çocuktum."
"Belki o senin baban değildir."
Kesin bir şekilde reddettim. "Hayır başkanım o benim babam, Biliyorum hissettim ben onun babam olduğunu" bu konuda duygusaldım o yüzden ister istemez sesim yüksek çıkmıştı.
Başını hafifçe salladı. ''Sana bir soru sormak istiyorum.''
''Dinliyorum başkanım'' bana ne sorabilirdi ki ''kafandaki baba figürü nasıl biri?'' sözümü geri alıyorum.
Nefesimi seslice verdim. Kabul edilmesi gerekiyordu ki bunu daha önce bende düşünmemiştim. Başımı olumsuzca sağa sola salladım. ''Bilmiyorum baba şefkatini bilirim ama nasıl temsil ettiğini bilmem''
Başını olumlu anlamda salladı. ''Peki babanın nasıl biri olduğunu düşünüyorsun?'' İşte beni yaralayan en büyük nokta.
''Aslında tam olarak emin değilim.'' Gerçekten ben onun nasıl biri olduğunu bilmiyordum. Bu yüzden bu soruya kesin bir açıklık yapmak benim içinde zordu. Ellerimi istemsiz bir şekilde oynamaya başladım. ''İyi kalpli'' dedim. Çünkü biliyordum babamın yüzündeki şefkati onu daha önce görmüştüm çünkü. ''Şefkatli, merhametli'' Yavuz başkanın yüzüne baktım. ''Vatanına bağlı'' yutkunduğunu sezdim. Neden böyle garipsemişti ki.
''Belki baban yada annen ile daha önce karşılaşmışsındır, bir sokakta, bir ıssız caddede veya onu duymuşsundur.'' Gerçekten bunları daha önce hiç düşünmemiştim.
''Bilmiyorum başkanım ama şunu da anlamıyorum. Bir anne kızını nasıl terk edebilir? Bana hep anlamsız gelirdi küçükken bu yaptığı ve büyüdüm. Anne oldum ve ben kızımın saçına zarar gelse dünyayı yakarım ama o yada onlar beni bir kapıya koydu ve gitti. Anlamıyorum hadi dedim anne olunca belki anlarsın ama olmadı yine anlamadım.''
Geçmiş buhran buhran karşıma geliyordu sanki, ''ben öz ailemi çok merak ediyorum. Eğer ki öyle birileri varsa bir abimin de olmasını isterdim.''
Başını anlayışla salladı. ''Baban gerçekten küçüklüğünde gördüğün o insan mı? Bundan gerçekten emin misin?'' Ne diyeceğimi o kadar merak ediyordu ki bu beni şüphelendirdi.
''Evet benim babam o'' yüzünde buna inanmamış bir ifade belirdi. Babamın o kişi olmadığından o kadar emindi ki, ''bebekliğimi hatırlıyorum. Oradaydı, kucağına alıyor beni, seviyor, öpüyor ve kokluyor.'' Geçmiş bebekliğimden bir anıydı. Bunları söylemek bile yüzümde hafif bir gülümseme belirdi. ''Benim babam oydu ama annem yok anılarımda, sadece yetimhane görevlileri esmer bir kadın gördüğünü söylüyor ama yüzünü görmemişler." Minik bir süre sustum. "Biliyor musunuz? Annemin beni içine koyduğu sepeti saklıyorum. Çünkü bir zamanlar o sepete benim annemin eli değmişti.''
''Nereye koydun o sepeti peki? Senin için o kadar değerli olan bir şeyi normal bir yere koyacağını düşünmüyorum.'' Dedi kendinden emin bir sesle ''doğru mu düşünüyorum?'' Başımı salladım. Doğru düşünüyordu.
''Doğru düşünüyorsunuz başkanım benim için önemli bir şey''
''Nereye koyduğunu öğrenebilir miyim?'' Başımı salladım. O sepetin yeri belliydi. Yıllar önce Alparslan sayesinde kendime kişisel olarak alınan bir kasa vardı. Orada saklıydı bebekliğim ve o kasa şuan Alparslan ile güya evlendikten sonra yaşadığımız evdeydi. ''Bunu paylaşabileceğimi sanmıyorum başkanım'' Kendimi çeki düzen vermek için lavaboya ilerledim. Aynadaki halime baktım. Dağılmıştım ben gerçekten dağılmıştım.
Keşke tüm dünyanın yükleri üzerimde hissetmeseydim. Keşke sevdiğim adam ile bu kadar mesafeli olmasaydım. Keşke mutlu bir aile tablosunda yer alsaydım. Keşke gerçekten bir aile kurabilseydim. Benim keşkelerim bunlardı işte. Her şeyin üstüme geldiğini hissettiğimde kalbimdeki acıyı da durdurmanın bir yolu olsaydı keşke.
Gözümden akan yaşları sildim. Başkanın yanına kendime çeki düzen vererek çıkmalıydım. Bunu nasıl yapacağım ise büyük bir soru işaretiydi. İçeri geçtiğimde başkan yerinde oturuyordu. Bardakları aldım ve mutfağın yolunu tuttum. Bardakları yıkadıktan sonra başkanın yanına ilerledim. ''Daha iyi misin Hazal?'' Başımı salladım. Bana sürahiden doldurduğu bir bardak suyu uzattı. ''İç ferahlatır seni'' bardağı alıp koltuğa oturdum. Büyük bir yudum aldım. Ardından başkana döndüm. ''Bana yaptığınız hoşgörü için teşekkür ederim başkanım ama ben işime dönsem iyi olur.'' Diyerek ayağa kalkmıştım ki başımın dönmesi bir oldu.
Etrafa baktığımda her şey sallanıyordu. Ne gördüğümü sanıyordum ben şuan, istemsiz yerime oturdum. Başım hala dönüyordu. ''İyi misin Hazal?''
Ayağa kalktım. ''Başkanım ben...'' Beynimde sanki bir şimşek çaktı. Kendimden geçtim sanki o an ama yerimdeydim ve gözlerim açıktı. ''Neler olduğunu anlamıyorum'' diyerek sözlerimi tamamladım.
Ayakta duramıyordum. Koltuğa geri oturdum. Başımın dönmesinin geçmesini bekledim ama geçmedi.
Başkan artık yanımda olmasına rağmen bir şey yapmıyordu.
"Başkanım" dedim acı ile "ne oluyor bana?"
Başkanın az önce meraklı ifadesi gitmiş ve yerine bakışlarında kendinden emin ve sinsi ifade belirmişti.
''İçtiğin ilaçtan kaynaklı, şuan olan şeyleri yarın hiçbir şekilde hatırlamayacaksın.'' Neden böyle bir şey yapmıştı ki neden başkan bana bunu yapmıştı?
''Neden?'' Dedim zorlukla. Neden bana bunu yapmıştı? Neden benim yarın bir şeyleri hatırlamamı istemiyordu.
''Sana sadece tek bir soru sorucam Hazal, sepet nerede?'' Her şey bir bir ağzımdan çıktı ve ben bunu durduramamıştım. Elimde değildi işte yapamıyordum. Neden sorduğu sorulara direk cevap verdiğini bilmiyordum. Ama veriyordum işte.
Telefonuna kısa bir mesaj attı. Ardından bana döndü.
''Bana neden bunu yaptın?'' Dedim titrek sesim ile, koltukta oturuyor ve bir cevap bekliyordum ama Yavuz başkan susmaya devam ediyordu. "Bilmek istemezsin"
Neyi bilmek istemem? Neyi? "Amacın ne? Yoksa aslında bir hain misin? Teşkilata ihanet eden bir hain?"
"Saçmalama" dedi kendinden emin bir sesle "böyle bir şeyi asla yapmam"
"O zaman ne!?" Diyerek en sonunda çıldırma noktasına geldim. Ayağa kalkıp adımımı atmıştım ki dayanamadım. Bedenim soğuk mermere acı ile çarptı.
Acıyı umursamadan ona baktım. "Anlat" dedim acı içinde.
Yerde iki büklüm şeklinde duruyordum ve bu halime acımış olacak ki koltuktan kalkıp yanıma ulaştı.
Beni kaldırmak için yardım edip beni koltuğa oturttu. Ona zorluk çıkarmadım. "Anlat" dedim tekrardan "yarın sana anlattıklarımın hiçbirini hatırlamayacaksın." Dedi geriye çekilmiş bir şekilde.
"Önemli değil" dedim. Aslında önemliydi. Aynı acıyı iki kere yaşamış olacaktım ama önemli değildi işte.
"Anlat bana tüm gerçekleri, neden bana bunu yaptın?"
"Hazal" dedi buruk bir sesle. "Kimsin sen? Annen baban kim?" Sesindeki tınıdan anladım.
Kaşlarımı çattım. "Yoksa onların kim olduğunu biliyor musun?"
"Biliyorum." Bakışlarım titredi. Kim olduğunu biliyordu öyle mi? Ben defalarca onun yanına gidip onları araştırmaya çalıştığımda bir şey bulamıyordum çünkü bunu engelliyordu değil mi?
"Onları bulmamı engelledin"
"Acı çekmemen için yaptım." Bunu benden saklamaktan daha büyük ne acı olabilirdi ki.
"Tıpkı annene benziyorsun."
Şaşkınlıkla ona baktım. "Anlat"
Ben ne kadar sinirlendikçe o daha fazla sakin oluyordu. "O yetimhaneden kaçtığında gofret veren adam bendim."
O an tüm dünyam durdu. Nasıl yani? Benim öz babam benim karşımda mıydı? Şaşkınlıkla baktım ona, "sen?"
"Daha yetimhaneye terk edildiğinde bir aylık bile değildin. Orada büyümeni istemedim ve bu yüzden seni oradan çekip aldım. Fakat üstlerim bana belirli bir zaman koydu. Çünkü benimle yaşayamazdın ve beni hatırlayamaz."
Ne anlatıyordu? Dediklerinin hiçbirini anlamıyordum. "Ben senin annene aşıktım."
Durdum. Kafamdaki düşünceler durdu. Yoksa? "Sen Kuzgun un kızısın."
Dünyam durdu ve bende durdum. Zaman durdu ve sadece içimdeki acı kaldı. "Anneni o bataklıktan kurtarmak için her şeyi yaptım ama olmadı. Öldü."
O sergide gördüğüm kurumuş kan ve el benim annemin miydi? İçindeki acı yavaş yavaş kendini gösterdi ve kalbimde olmaktan çıkıp tüm vücuduma yayıldı.
Üstelik benim bir abim vardı. Ben onu görmüştüm. Ben onu kendi gözlerimle görmüştüm. Yanına gitmiştim. Beni umursamamış yüzüme bakmamıştı. Kardeşi olduğumu bilseydi, yüzüme bakar mıydı?
"Olamaz" dedim. Gözümden akan yaşlar ifadesiz bir şekilde akıyordu.
"Ben seni ondan korumak için her şeyi yaptım."
Beni öz babamdan korumak için mi? Benim öz babam berbat pislik bir insandı öyle mi?
"Ben tecavüz sonucu..." Cümlenin devamı gelmedi, daha doğrusu gelemedi.
"Aynen öyle ve biliyor musun? Senin adını ben koydum."
İçindeki acıyı silip atmak mümkün müydü? Mümkünse atmak istiyordum.
Gözyaşlarım yavaş yavaş döküldü gözlerimden ve ben öylece kaldım. Ayağa kalktım bir hışımla, yere düşecektim ki beni sıkıca tuttu. Benimle birlikte koltuğa oturdu.
Baktım ona, annemin aşık olduğu adama, bana duygu dolu bakıyordu. Karşısında aşık olduğu kadını görüyordu. Çünkü tıpkı ona benziyordum. Gerçekler çok ağırdı. Öz babamın anneme tecavüz etmesi, böyle bir itin çocuğu olmak içimde hiç belirmemiş duyguları gün yüzüne çıkarıyordu.
Kudret Albay peki, onu çok anlatmıştı. Yani beni, hatta onu evlat alırdım demişti. O kişinin ben olduğumu bilse ne yapardı? İçimdeki acı yavaş yavaş yitip gidiyor ve kendimi tüketiyordu.
Bir fotoğraf çıkardı Yavuz başkan. O fotoğrafa baktım. ''Bu senin annen Hanife'' anneme doyasıya baktım. Gerçekten ona o kadar çok benziyordum ki onun fotoğrafını görsem kızı olduğumdan direk şüphelenirdim.
Şimdi öğrendiğim şeyler geçiciydi. Bunun daha beter şekilde öğrenecektim daha sonra, şimdi unutacak ve daha sonra tekrar hatırlayacaktım. İkincisi bundan bin kat daha sarsıcı olacaktı. Çünkü o zaman herkesin bana oyun oynadığını düşünecektim.
Yavuz başkan başka bir konuya giriş yaptı. ''Ve Alparslan, yıllar önce ona seni terk edip onlara karşı ajanlık yapmayı teklif etmişler.'' Konuyu Alparslan'a neden getirmişti?
''İstemedi, vatanını ve milletini satmak istemedi. Ama daha sonra onu seninle tehdit etmeye başladılar.'' Gözlerim yuvalarımdan açılacakmış gibi şaşkınlıkla kaldı. Alparslan aslında her şeyi benim için mi yapmıştı? Beni korumak için. ''Aslında başta bunu bize söylediğinde ona kabul etmesini bizim için büyük bir fırsat olmasını söylediler ama o seninle mutlu bir yuva hayali olduğu için kabul etmedi.''
Öğrendiklerim canımın misliyle daha çok yanmasına sebep oldu. O her şeyi benim için yapmıştı. Benim nefes almam için ama ben bencil gibi tabi dışarıdan haklı olarak onun canını yakmaya çalışmıştım. ''Bu seferde onu seninle tehdit ettiler. Senden boşanmadı çünkü boşansaydı seni yine öldürürlerdi. Çocuğunu söylemeye çalıştığında onu hep engellediler üstler bu yüzden gerçeği öğrenemedi.''
Bu nasıl adalet?
Beni korumak için beni yıktın...Beni yaşatmak için beni öldürdün...
Bunu öğrenmek acımı azaltmadı. Hatta tam tersine daha da yaktı.
Gitmeni kabullenmiştim. Nefretimle yaşamayı öğrenmiştim. Ama şimdi...şimdi ne yapacağım?
Canım bin kat yandı. Acım her şeyin üstüne arttı. Gözümden akın eden yaşları artık algılayamıyordum. Yavuz başkan gözümdeki yaşları sildi. ''Senin hiçbir suçun yok sen annen kadar masum bir güzelliksin'' bu babamın kim olduğunu değiştirir miydi?
Gözümden düşen yaşlar devam etti. Yavuz başkan başımı göğsüne yasladı. Tıpkı bir baba şefkati ile saçımı okşadı.
''Bebekken de böyleydin her saçını okşadığımda sessizleşir ve hissetmeye çalışırdın.'' Bana karşı oluşturduğu baba şefkati bambaşkaydı. Keşke o benim babam olsaydı.
''Teşekkür ederim'' dedim. Bana yaptığı her şey için. ''Asıl ben senden özür dilerim Hazal.''
Aramızdaki ilişki gerçekten baba kız ilişkisiydi.
Fakat zamanı gelince bana bir yabancının gözleri ile baktığında hissettiğim tek şey kırgınlık olacaktı.
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
56.53k Okunma |
4.62k Oy |
0 Takip |
72 Bölümlü Kitap |